DEMOKRATİK
ÖZERKLİK'TE EKONOMİYE SINIFSAL BAKIŞ*
Öncelikle
bu coğrafyada ve bu kentte, Kürt halkının büyük kahramanlıklar
göstererek büyüttüğü özgürlük mücadelesinin beşiği
Amed’de bulunmaktan, büyük bir onur ve mutluluk duyduğumu
belirtmek isterim. Burada bulunmanın bir onur kaynağı olması bir
yana, aynı zamanda, çok uzun bir sürece yayılan sömürgeci inkar
ve imha politikalarına rağmen, ödenen büyük bedellerle elde
edilmiş bir kazanım olduğunun farkındayım. Eğer iki gündür
burada Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesinin bir etabını
oluşturan Demokratik Özerklik üzerine gerek akademik gerek politik
tartışmalar yürütüyorsak, bu elbette Kürt halkının ulusal
özgürlük mücadelesinin kahraman evlatları sayesindedir. Bu
yüzden sözlerimin başında Kürt ulusal özgürlük mücadelesinde
yaşamını yitirenleri büyük bir saygıyla anıyorum ve bu
buluşmayı örgütleyen Kürt halkının öncü siyasal
dinamiklerini de selamlıyorum.
Kürt
halkının, tarihin en uzun süre devletsiz yaşayan halklarından
biri olduğu, Kürdistan’ın da buna paralel olarak tarihin en uzun
süre statüsüz yaşayan ulusal coğrafyalardan biri olduğu
açıktır. Statüsüzlük 1639 yılında İran ve Osmanlı
devletleri arasında imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla
başlamıştır. Bu, Kürdistan’ın aynı zamanda uluslararası
sömürge halinin başlangıcı sayılabilir. Kısacası statüsüzlük
Kürt halkının kaderine dönüştürülmeye çalışıldı, hala da
çalışılıyor. Bunun bir kader olmadığını, Kürt halkının
statüsüzlüğün uzun tünelinden çıkmaya yakın olduğunu
biliyoruz.
Kürt
halkının yıllardır yürüttüğü adil, onurlu, demokratik barış
mücadelesi, sömürgeci düzenin bağrına saplanmış bir hançer
olarak ulusal özgürlük mücadelesinin başlıca kanallarından
biridir. Aynı biçimde Kürt halkının birkaç yıldan bu yana
dillendirdiği Demokratik Özerklik talebi de statüsüzlük
cenderesinde koyu inkar rejiminin duvarlarını döven ve bu bakımdan
da anlamlı bir yer tutan, her iki coğrafyanın sosyalistlerinin
tereddütsüz savunması gereken politik bir argüman olarak
karşımızda durmaktadır. Bugün sosyalistler için bu talepler
karşısında sadece iki seçenek vardır. Sosyalistler ya
eleştirellik içerse bile bu talepleri destekleyecek ya da görmezden
gelecek yani üç maymunu oynayacaktır. İkincisi sosyalistlerin işi
değildir.
Tabii
burada Demokratik Özerkliğin ne olduğunu değil, sadece onun
ekonomi ayağının ne olması, nasıl örgütlenmesi gerektiğini ve
hangi ekonomik yasalara tabi olabileceğini tartışacağız.
Dolayısıyla tartıştığımız konu ideolojik, teorik ve aynı
zamanda politik olarak da ele alınması gerekmektedir.
Demokratik
Özerklik'te Politik Ekonomi Sorunu:
Her
şeyden önce ‘Demokratik Özerklik ve Ekonomi Sempozyumu’nun
oldukça cesaretli bir adım olduğunu belirtmek isterim.
Neden
cesaretli bir adım?
Birincisi;
çağrı metninde de ifade edildiği gibi, egemen sınıfların,
özelde de sömürgeci burjuvazinin ‘kuramsal zemini kriminalize
etmeleri’ne karşı, bir başka deyimle toplumun tabi tutulduğu
manipülasyonla oluşturulan akıntıya karşı güçlü bir karşı
koyuştur. Yaşamın her alanında işçi sınıfına, emekçi
kitlelere, ezilen uluslara karşı baskı ve sindirme yöntemiyle,
devrimci siyasal öznelere karşı faşist politikalarla hakimiyetini
sürdürme derdi içinde olan faşist diktatörlük, coğrafyamızın
en önemli devrimci dinamiklerinden biri olan Kürt ulusal
hareketinin Kürt sorununa çözüm adına ortaya koyduğu
Demokratik Özerklik projesine karşı gündeme geldiği ilk andan
itibaren lanetleme kampanyası yürütmektedir. Öyle ki, bu çabanın
tartışılmasına dahi tahammül edememektedir.
İkincisi;
dayandırılan ilkeler göz önünde tutulduğunda Demokratik
Özerklik, teorik olarak da iddialı bir atılımdır. Şüphesiz
ki, tartışmaya, çok geniş bir çevre açısında var olan
uygulanabilirlik tereddütlerinin açılmasına ve giderilmesine
büyük bir ihtiyaç vardır.
Demokratik
Özerklik, kuşku yok ki, Kürt halkının kendi kaderini tayin
üzerine dile getirdiği en güncel taleptir, irade beyanıdır.
Açık ki, bu proje, felsefi, siyasi, teorik, ekonomik açıdan; bir
bütün olarak toplum formasyonu açısından analiz edilmelidir.
Demokratik Özerklik’in, toplum formasyonu olarak yaşam bulması
isteniyorsa, bir toplum formasyonuna özgü olabilecek bütün
faktörlerinin uyumluluk içinde olması, birbiriyle çelişkili
olmaması gerekir.
Demokratik
Özerklik, politik bakımdan son derece değerli bir niteliğe
sahiptir; koyu bir inkar rejimi koşullarında ileri sürülen bu
anlayış, sömürgeciliğe karşı açılmış bir özgürlük
bayrağıdır. Mevcut rejim koşullarda bu önemini de koruyacaktır.
Ama onun bu siyasal önemi ve günümüz koşullarında doğruluğu,
projenin felsefi, teorik, ekonomik açılım ihtiyacını
karartmamalıdır. Demokratik Özerklik bu açılardan
tartışılmalıdır ve sempozyumun da bu anlamda bir katkı
olacağına inanıyorum. Çağrı metninde de ifade edildiği gibi
projenin önemi, çok
boyutlu ele alınmasını, tartışılmasını gerekli kılmaktadır.
Şöyle
de diyebiliriz: Siyasal bakımdan somutlaştırılabilirliği ortaya
konan Demokratik Özerkliğin, örneğin ekonomik olarak da
somutlaştırılabilirliği, uygulanabilirliği ortaya konmalıdır.
Bu nedenle Demokratik Özerklik, politik içeriği somut,
teorik-ekonomik içeriği soyut bırakılmamalıdır. Böyle bir
tehlikeyle karşı karşıya kalınmamalı, kalmamalıyız.
Kendini
“kapitalist
olmayan bir yol” olarak
da tarif eden proje, toplumsal ve ekonomik yasaların işaret ettiği
gerçekliğin kulvarı dışında kalamaz. Neden bu kulvarın dışında
kalınamayacağı; sınıfsal karakteri ne olursa olsun neden
toplumsal ve ekonomik yasaların Demokratik Özerklik uygulamasında
da geçerli olacağı açıklanmalıdır; insanlar bu açıdan da
eğitilmelidir. Nihayetinde Demokratik
Özerklik, en geniş kesimin, toplumun ve ekonominin yönetiminde söz
sahibi olmasını istiyor.
Cesaret
dolu bu projenin ekonomi alanında gerçekleştirilmesi için ön
koşulların var olması veya oluşturulması gerekir.
Kapitalizm
koşullarında ekonomide Demokratik Özerklik projesini ifade eden
dönüşümlerin sağlanması mümkün gözükmemektedir. Bunun ne
demokrasiyle ne de faşizmle veya hakim sınıfların demokrasi ve
ekonomi anlayışıyla ilgisi vardır. Bunun doğrudan sermaye
hareketiyle ve üretim ilişkilerinde sınıfların konumuyla ilgisi
vardır.
Günümüz
koşullarında tekelleşmiş sermayeyi anti-tekelleştirmek, bu
anlamda yabancı sermayeye kapıyı göstermek, bu sermaye
hakimiyetini, dolayısıyla mevcut rejimi yıkmakla eş anlamlıdır.
Gelişmesinin bu aşamasında Türkiye'de sermaye anti-tekelci
olamaz. Bu bir istek meselesi değildir.
Günümüz
koşullarında coğrafyamızda sermaye tekelci olmaksızın ve
yabancı sermaye ile işbirliği yapmaksızın var olamaz.
Bu
nedenle Demokratik Özerklik'te politik ekonomi, ancak ve ancak
tekelci sermayeyi, yabancı sermayeyi, dış müdahaleyi dışlayarak;
belirleyici üretim araçlarının toplumun mülkiyetine
geçirilmesinin yolunu açarak var olabilir. Bunun
gerçekleştirilebilmesi için -üretim araçlarının özel
mülkiyetten toplumsal mülkiyete geçirilmesi için- gerek özerk
yönetimin ve gerekse de merkezi yönetimin işçi sınıfı ve
emekçi yığınların elinde olması gerekir.
Demokratik
Özerklik, Demokratik Konfederalizme geçiş için bir aşamaysa veya
şöyle diyelim; sınıfsız, devletsiz dünya toplumuna geçiş için
Demokratik Özerklik bir aşamaysa, bu aşamanın politik
ekonomisinin de nesnel yasalarının olması gerekir. Bu nesnel
yasalar, ancak ve ancak Demokratik Özerkliğin politik olarak
gerçekleştirilmesi, uygulanması koşullarında ortaya çıkabilir.
Bu
yasaları nasıl tanımlayabiliriz
veya Demokratik Özerklik'te ekonomik yasalar nasıl tanımlanmalıdır?
Birkaç örnek:
“Ekonomik
gelişme yasaları, nesnel yasalardır. Bunlar, insan iradesinden
bağımsız olarak gerçekleşen ekonomik gelişme süreçlerini
yansıtırlar. Ekonomik yasalar, belirli ekonomik koşullar temelinde
oluşur ve etkili olurlar. İnsanlar bu yasaları öğrenebilir ve
toplum yararına kullanabilirler, ama ekonomik yasaları ortadan
kaldıramaz ve yenilerini yaratamazlar”.
“Her
üretim biçimi, kendi ekonomik temel yasasına sahiptir. Ekonomik
temel, söz konusu üretim biçiminin en önemli yanlarını, özünü
belirler”.
“Kapitalizmin
temel ekonomik yasası, kapitalist üretimin gelişmesinin özel bir
görünüşü ya da özel süreçlerini değil de, bu gelişmenin
bütün temel görünüşlerini ve bütün temel süreçlerini
tanımlayan bir yasadır; böylece kapitalist üretimin özünü,
niteliğini tanımlamaktadır”.
“Kapitalizmin
temel ekonomik yasası, artı-değer yasasıdır. “Artı-değer
üretimi ya da kazanç elde etmek, bu üretim biçiminin yasasıdır”.
Bu
yasa, kapitalist üretimin özünü belirler”.
“Günümüzde
kapitalizmin temel ekonomik yasasının belli başlı çizgileri ve
gerekleri aşağı yukarı şu şekilde ifade edilebilir: Belirli bir
ülkenin halkının çoğunluğunu sömürerek, iflâsa sürükleyerek
ve yoksullaştırarak, diğer ülkelerin ve hele geri kalmış
ülkelerin halkını boyunduruğu altına alarak ve sistemli bir
biçimde talan ederek; ve en sonu, savaşlarla ve en yüksek kârlar
sağlamak için ulusal ekonomiyi askerileştirerek azamî kapitalist
kârı sağlamak”.
“Sosyalizmin
temel ekonomik yasasının ana çizgileri ve istemleri aşağı
yukarı şöyle formülleştirilebilir: üstün bir teknik temel
üzerinde sosyalist üretimi durmadan geliştirerek ve
yetkinleştirerek, bütün toplumun durmadan artan maddî ve kültürel
gereksinmelerinin azamî tatminini sağlamak”.
“Yani
bütün toplumun durmadan artan maddî ve kültürel
gereksinmelerinin azamî ölçüde giderilmesi işte sosyalist
üretimin amacı; üstün bir teknik temel üzerinde sosyalist
üretimi durmadan artırmak ve yetkinleştirmek işte bu amaca
erişmenin aracı. Sosyalizmin temel ekonomik yasası budur”.
Peki
Demokratik Özerkliğin ekonomik temel yasası ne olabilir?
Demokratik Özerklik, başlı başına bir üretim biçimi, bir
toplum formasyonu olmadığına göre onun kendine özgün ekonomik
yasaları da olamaz. Ancak Demokratik Özerklik, “toplumun
ihtiyaçlarını karşılayan ekonomi”yi,
“demokratik
toplumu” esas
almaktadır. Demokratik
Özerklik, “kendini
kapitalist olmayan bir yolda inşa etmeyi ve yaşamın tüm
hücrelerinin metalaştırılmasına karşı insanın doğa, toplum
ve diğer insanlarla kurmuş olduğu ilişkilerin
meta-dışılaştırılmış
bir
uzamda tekrardan yapılandırılmasını”
esas almaktadır. Bu anlamda Demokratik Özerklik, bir sistemden
başka bir sisteme; üretim araçlarının özel mülkiyette olduğu
sistemden (kapitalizmden) üretim araçlarının toplumsal mülkiyette
olduğu başka bir sisteme geçişin ifadesidir. Bu geçişin
ekonomisi de olacaktır ve bu ekonomi de belli yasalara göre
şekillenecektir. Bu yasaları nasıl tanımlayabiliriz?
Bütün
toplum formasyonlarında, taslakta anlatıldığı kadarıyla
Demokratik Özerklik'te de genel geçerli kural şudur: Toplumsal
üretici güçlerinin ulaşmış olduğu gelişme düzeyine ve
karakterine tekabül eden yeni üretim ilişkileri, er ya da geç,
eski üretim ilişkilerinin yerini alırlar. Ekonomik altyapının
değişmesi ile birlikte üst yapı da değişir.
Üretim
ilişkilerinin üretici güçlerin karakteri ile mutlak uyumu yasası,
toplumun ekonomik gelişme yasasıdır, dolayısıyla Demokratik
Özerklik'te de ekonomik gelişme yasasıdır. Demokratik Özerlik'te
“toplumun
ihtiyaçlarını karşılayan ekonomi”
ancak ve ancak “azami
karın hedeflenmediği”,
toplumun politikada ve ekonomide doğrudan söz sahibi olduğu
koşullarda gerçekleşebilir.
Demokratik
Özerklik'te işletmeleri birleştiren toplumsal mülkiyet, bunun
planlı gelişmesini zorunlu ve mümkün kılar. Toplumsal üretim
ilişkileri temelinde Demokratik Özerklik sürecinde ekonominin
planlı (orantılı) gelişmesinin ekonomik yasası oluşur ve etkili
olmaya başlar. Bu da ancak ve ancak Demokratik Özerklik'te
yönetimin işçi sınıfı ve emekçi yığınların elinde
olmasıyla mümkün olur.
Demokratik
Özerkliğe geçiş sürecinin nesnel ekonomik koşulları ve bu
koşullar temelinde ortaya çıkan ekonomik yasalar doğru
değerlendirmezse, Demokratik Özerkliğin inşası mümkün
değildir.
Demokratik
Özerkliği uygulamanın yol ve yöntemleri üzerine...
Bildiğim
kadarıyla dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan bu proje, Kürt
ulusal mücadelesinin bir dönüm noktasına geldiğini
göstermektedir. İleriye doğru bir sıçrama, iktidarlaşma
kaçınılmazdır. O halde bu sıçramanın başarılı olması için
ekonomik ayağı nasıl şekillendirilmelidir?
Bu
bir iktidar sorunudur- istesek de istemesek de böyledir.
Demokratik
Özerklik ve ekonominin toplumsallaştırılması...
Ekonominin
toplumsallaştırılması, üretim araçlarının
toplumsallaştırılmasıyla eş anlamlıdır. Rekabetin, eşitsiz
gelişmenin, tekelleşmenin ortadan kaldırılması, ekonomide,
çalışma sürecinde eşitliğin sağlanması için Demokratik
Özerklik, üretim araçlarını kendi yönetimine almalıdır. Ancak
bu yapıldığında “Ekonomik
kaynakların kullanım ve tüketim hakkı” topluma,
somuta da
“demokratik özerk Kürdistan'a ait” olabilir.
Her toplum formasyonu belli bir
ekonomik sistem üzerinde yükselir...
Her
sistem, var olabilmek için kaçınılmaz olarak kendi ekonomik alt
yapısını oluşturmak zorundadır. “Siyasal
ve sosyal bir sistem”
olarak Demokratik Özerklik de
“kendi
ekonomik modelini gerçekleştirmek”le
karşı karşıyadır. Bu ekonomik model, kapitalizm değildir,
sosyalizm de olamaz. Şüphesiz başka sistemlerden etkilenme
olabilir, bazı doğruları devralabilir, ama işleyiş mekanizması
ve yasaları kendine özgü olmalıdır.
Toplumun ihtiyacını karşılamayı
temel amaç, hedef edinen ekonomi, kar amacı gütmeyen ekonomidir.
Kar amacı gütmeyen ekonomide insanın insan tarafından sömürüsünün
maddi koşulları yoktur. Sosyalizm böyle bir sistemdir. Bunun tam
tersi de kapitalizmdir.
Demokratik
Özerklik ve kapitalist
olmayan yol...
Her iki sistem ortasında kalan,
kapitalizmden sosyalizme geçişin ifadesi olan “kapitalist olmayan
yol”, uluslararası dayanışmayı, güçlü sosyalist ülke veya
ülkelerin varlığını ön koşul yapar.
Lenin’in
geliştirdiği ve ancak sınırlı, belli tarihsel koşullarda
geçerli olabilen kapitalist
olmayan gelişme yolu
teorisine dayanarak bazı gelişmemiş topluluklar, kısa zamanda en
gelişmiş uluslar seviyesine çıkartılabildiler. Bunun
gerçekleşmesi için böylesi geri topluluklara sosyalist devletin
yoğun yardım ve desteği gerekliydi ve nitekim öyle de olmuştur.
Belirttiğimiz
gibi bu modelin gerçekleşebilmesi için uluslararası dayanışma,
güçlü destekçi sosyalist ülke veya ülkelerin var olması
gerekir. Ve nitekim sosyalist Sovyetler Birliği, Moğolistan ve
kendi içindeki bazı geri kalmış bölge halklarını dayanışma
temelinde destekleyerek, kapitalist olmayan yoldan, kapitalist
uluslaşmayı tanımadan, sosyalizme geçmelerini sağlamıştır.
Kapitalist olmayan gelişme yolu,
kapitalizm öncesi ilişkiler içinde olan toplumların, kapitalist
düzeni yaşamadan, onu atlayarak sosyalizme geçmesi ile sınırlıdır.
Günümüzde dünyanın siyasal
coğrafyası bu modelin; kapitalist olmayan yolun uygulanmasına hiç
uygun değildir.
Merkezileşmiş
iktidar yapılarının toplumsallaştırılması, yerel birimlerin
eline geçmesi; en küçük toplumsal birimden başlamak üzere
siyasette, ekonomide katılımcı anlayışın istenilen ve arzu
edilen ‘demokratikleşmeyi’ sağlaması Demokratik Özerkliğin
temel amaçlarından birisi olarak gerçekleştirilebilir. Tam da bu
nedenle Demokratik Özerklik yönetiminin halkın elinde olması;
demokrasi ve kontrolün en geniş tabana yayılması gereklidir.
Çerçevesini
çizmeye çalıştığım ideolojik açıdan, Demokratik Özerklik'te
ekonominin sınıfsal karakteri açısından sempozyumun çağrı
metinde de yer alan ve “hem
özerkliğe hem de demokratik özerkliğe dair teorik ve pratik
algının oluşmasında işlevsel olacağı”
belirtilen bazı soruları burada açmaya
çalışacağım.
1-Demokratik
bir siyasetin, demokratik bir ekonominin ve demokratik bir toplumsal
yaşamın gerçek yaşam süreçleriyle ilişkisi, iktidarın
sınıfsal yapısından bağımsız değildir:
Burjuva
anlamda demokrasiden bahsetmiyorsak; sermaye hakimiyeti düzeninden
bahsetmiyorsak, demokratik bir siyaset, demokratik bir ekonomi ve
demokratik bir toplumsal yaşam, ancak ve ancak üretim araçlarının
toplumsallaştırılmasıyla gerçekleştirilebilir. Geniş emekçi
yığınların toplumun geleceği üzerinde karar verebilmesinin,
neyin ne kadar üretileceğinde söz sahibi olabilmesinin tek yolu
iktidarda söz sahibi olmalarıdır. Ancak bu yolla, emekçi
yığınların siyasette ve ekonomide doğrudan katılımının
sağlanmasıyla toplumsal yaşamda ve ekonomide demokrasi
gerçekleştirilmiş olur.
2-Kapitalist
dünya sisteminden kopuş öngörmeyen bir özerklik, sisteme entegre
olmuş bir özerkliktir:
Kapitalist
dünya sisteminden kopmayan veya kopuşu öngörmeyen bir özerklik
görece ilerici bir karakter taşır ve uzun vadede sistemle
uzlaşmaya mahkumdur. Bu durum hemen her başarılı ulusal kurtuluş
mücadelesi sonucunda görülmüştür. Kapitalist sistemden kopmayan
“bağımsızlık” veya sistem içi özerklik, başlangıçta tüm
ulusu temsil etme özelliğini süreç içinde kaybetmeye başlar;
sermaye var oluş koşullarını güçlendirir, siyaseti, hukuku,
eğitimi; bir bütün olarak toplumsal ve ekonomik yaşamın her
alanını; üst yapıyı (öncelikle devleti) ve ekonomiyi salt kendi
çıkarları doğrultusunda örgütlemeye yönelir. Başlangıçtaki
ulusal kazanımların; bağımsızlığın ve özerkliğin ilerici
yönlerini burjuvazinin sınıfsal çıkarları almaya başlar.
3-
Merkez ve özerk bölge arası ilişkilerin sağlayan mekanizmalar:
Kapitalizm
koşullarında özerk yaşamın sınırları bellidir: Son kertede
özerk örgütlenme merkezi yapıya bağlıdır. Özerkliği ifade
eden sınırlar belirlenebilir, ulusal semboller (bayrak), ana dil
kullanılabilir. Bunların ne derece uygulanıp uygulanamayacağı
mücadele edenler arasındaki güç dengesine bağlıdır. Ama
özerklik ne denli kapsamlı uygulanıyor olursa olsun, değişmeyen
gerçek, iç pazarda özerkliğin olmayacağıdır. Kendine özgü
sermayesi olmayan, ancak merkezi sistem çerçevesinde hareket eden
sermayeye bağımlı bir özerklik, ekonomik olarak bağımlılığa
mahkumdur. Hele hele günümüz koşullarında sermaye ve üretimin
uluslararasılaşmasının gelişmişlik durumu göz önünde
tutulursa, özerkliğin ekonomik tabanının merkezi sisteme ve o
sistem üzerinden de uluslararası sermaye hareketine bağımlı
kalacağı anlaşılır.
Kapitalizm
koşullarında özerklik, iç sınır da dahil ulusal taleplerin
gerçekleştirilmesi sonucunda kurulan bir yapıdır. Merkez ve özerk
bölge arasında anlaşma maddelerinin demokratik ilişkiler bazında
ihlali olmaz. Burada bir sorun çıkmaz. Aksi taktirde ittifak
bozulur, mücadele yeniden başlar. Esas sorun kaynakların
kullanımında ortaya çıkar. Burada söz konusu olan maddi
zenginlikler (madenler, su, sanayi, tarım vb.) ve işgücüdür.
Ekonomi adına yapılan planlamada ve bütçe tartışmalarında bu
alandaki çelişkiler açığa çıkar. Merkezi sistem, özerk
bölgenin ihtiyacını değil, sermayenin öncelikli ve genel
ihtiyacını göz önünde tutarak hareket eder. Özerk yapı ise
özerk bölgenin ihtiyacını göz önünde tutarak hareket eder.
Bütçe
de merkezi yapı ve özerk bölge arasında bir gerilim kaynağı
olur.
Bütçe
nedir? Kapitalist devletin “bütçesi,
sınıf bütçesinden, burjuvazi için bütçeden başka bir şey
değildir”.
Bu
anlamda kapitalizmde bütçe, ulusal gelirin bir kısmının; bütçede
ifadesini bulan kısmının hakim sınıfların çıkarları
doğrultusunda yeniden paylaştırılmasıdır.
Bütçenin
kaynağını vergi gelirleri oluşturur. Yani işçi sınıfından,
emekçilerden dolaylı ve dolaysız olarak vergi adı altında alınan
haraç, bütçenin esas kaynağıdır. İşte hükümet, bu miktarı
hakim sınıfların çıkarları doğrultusunda yeniden paylaştırmak
için planlar, programlar hazırlar. Plan ve programlar, harcamaların
yapılacağı koşulların göz önünde tutulmasıyla hazırlanır.
Merkezi yapı ile özerk yapı arasında bütçenin paylaşımı
önemli bir gerginlik kaynağı olur.
4-Özerklik
ve merkezi devlet arasında yasama, yürütme ve yargı yetkisinin
paylaşımı:
Özerkliğin
uygulanması, hukuksal anlamda da maddi güce dönüşmesi demektir.
Hukuksal yapısı olmayan bir özerklik düşünülemez. Özerklik,
sınırları içinde yasama, yürütme ve yargı yetkisine sahip
olmak zorundadır. Ancak özerkliğin yasaması, merkezi yapının
yasamasıyla, yürütme ve yargısıyla çelişki içinde olamaz.
Aksi taktirde merkez-özerklik ilişkisi kalmaz. Ortaya başka bir
ilişkiler yumağı çıkar.
5-Özerk
statülü bölgenin ulusal düzeydeki temsili ve temsiliyet araçları:
Burjuva
sistemde ulusal temsiliyet parlamento düzeyinde olmaktadır.
Özerkliğin, özerk sınırları içinde ulusal temsiliyeti için
ulusal parlamentosu olmalıdır. Özerk bölge merkezi düzeyde de
temsil edilmelidir. Bu iki açıdan önemlidir: Birincisi, özerklik,
merkezi yapının bir parçası olarak merkezi düzeyde sorumluluk
üstlenmelidir. İkincisi merkezi yapı ve özerk bölge arasında
merkezi düzeyde eşitlik merkezi parlamento üzerinden sağlanamaz.
Üye sayısındaki farklılıktan dolayı sağlanamaz. Merkez ile
özerk bölge arasında eşitlik ancak ve ancak milliyetler meclisi
üzerinden sağlanabilir. Merkezi yapıdan ve özerk bölgeden veya
bölgelerden eşit sayıda üyelerden oluşan bir meclis, güvenin ve
eşit koşullarda iş yapmanın ifadesi olur.
6-Özerklik,
klasik anlamda egemenliğe bir meydan okuma değildir:
Burjuva
düzende özerklik, merkezi yapı karşısında bir meydan okumanın
ifadesi değildir. Ulusal sorunlu birçok ülkede uygulanmaktadır.
Adı ne olursa olsun, idari yapı bakımında da birçok ülkede
eyalet sistemi uygulanmaktadır. Genel uygulama bakımından
özerkliğin burjuva sistem dokusuna ters düşmez.
7-
Kapitalist dünya ve kapitalist olmayan özerk bölgeler:
Dünyada
kapitalist olmayan özerk bölge yok; kapitalist olmayan ülke
olmadığı için yok. Ama kapitalist olmayan özerk ve sonradan
bağımsız ülkeler inşa edilmiştir. Bu konuya yukarıda
kapitalist olmayan yol bağlamında değindik. Günümüz
koşullarında kapitalist olmayan özerk bölgelerin inşa edilmesi
için maddi zemin yok. Ama demokratik bir düzen kurmanın; üretim
araçlarının toplumsal mülkiyete dönüştürülmesinin maddi
zemini var.
Demokratik
Özerklik açık ki, Kürt ulusunun somut bir talebidir. Bu talebi
cepheden reddetmek veya olduğu gibi kabul etmek siyasal olarak doğru
olmaz. Demokratik Özerklik projesi, ideolojik olarak tanımlanmıyor.
Hangi dünya görüşü, hangi sınıf sorularını açıkta
bırakıyor. Dünya görüşüme, savunduğum ideolojiye göre
Demokratik Özerklik veya esas hatlarıyla tanımlandığı kadarıyla
Demokratik Özerklik, gerçek anlamda ancak ve ancak sosyalizmde
uygulanabilir, gerçekleştirilebilir.
Demokratik
Özerklik, Kürt ulusunun somut talebidir; sosyal reformlar bütünü
olarak bu talebin kapitalizm koşullarında uygulanabilmesi için;
içeriğinin doldurulabilmesi için özerk yönetim işçi ve
emekçilerin elinde olmalıdır.
Toplumsal yaşamın ve ekonominin örgütlenmesinde işçi ve
emekçilerin söz sahibi olmaları, uygulamanın demokratik olmasının
yegane teminatı olacaktır. İşçi-emekçi denetimi demokrasinin
uygulanmasında vazgeçilemez bir mekanizma olarak algılanmalıdır.
Demokratik
Özerklik'te esas olan merkezi düzeyde ve özerk bölgede
sermayenin, sermaye sınıfının hakimiyetini kırmak ve özerk
bölgede toplumsal yaşamın ve ekonominin şekillenmesinde
denetimini zayıflatmak, bunun yerine her koşul altında işlevsel
olan işçi-emekçi denetimini geçerli kılmaktır. Böyle bir
kontrol ve denetim mekanizması her alanda ve düzeyde kurulmalıdır.
Demokratik
Özerklik doğru uygulandığı; Kürt ulusunun ulusal çıkarlarını
gözeten yönetim olduğu müddetçe, uygulanma alanında ve Türkiye
genelinde, bunun ötesinde Ortadoğu'da toplumsal bilinçlenmede ve
örgütlenmede ilerici bir rol oynayacaktır.
Demokratik
Özerklik, demokratik devrimin sosyal reform karakterli birçok
sorununu çözecektir. Örneğin anadilde eğitim, ulusal kültür,
feodal ilişkiler, nihayetinde kapitalizm koşullarında da
üstesinden gelinebilecek sorunlardır.
Demokratik
Özerklik, toplumda tartışma, sorun çözme ve toplumsal
ilerlemenin önünü açan örgütlenme kültürünü
geliştirecektir.
Demokratik
Özerklik, sınıf bilincini geliştiren bir rol oynayacaktır.
Kapitalizm
koşullarında mücadele ile kazanılarak gerçekleştirilmesi
durumunda dahi Demokratik Özerklik, sonuç itibariyle sistemi
değiştirmeyen, ama toplumsal ve ekonomik alanlarda reformlarla
sınırlı kalacak bir çözüm olacaktır. Örneğin ekonomi
alanında mülkiyet ilişkilerinin değişmemesi bunun en açık
göstergesi olacaktır. Üretim araçlarının özel mülkiyette
olduğu koşullarda “herkesin
kendi işinin ve işyerinin emekçisi”
olması tamamen olanak dışıdır. Kuzey Kürdistan'da dahi küçük
üretim, kendi ihtiyacını karşılamak için üretim; feodalizmden
çıkan toplumun burjuva mülkiyet ilişkileri temelinde sınıflara
henüz ayrılıyor süreci artık çok geride kalmıştır; Kuzey
Kürdistan'da da kapitalist üretim biçimi hakimdir ve toplum bu
üretim biçimi temelinde sınıflara ayrışmıştır; işçi
sınıfı, burjuvazi, emekçi köylülük, büyük toprak sahipleri,
şehir küçük burjuvazisi. Bu sosyal sınıf ve tabakaların
varlığı, kapitalist üretim ilişkilerinin gelmiş olduğu
seviyeden geriye doğru bir adımın atılamayacağını, ancak
ileriye doğru adımların atılabileceğini, bunun da temel üretim
araçlarının toplumsallaştırılması olacağını göstermektedir.
Kürdistan
somutunda Demokratik Özerklik, mülkiyet ilişkileri temelinde
sosyal sınıflara ve tabakalara ayrışmamış değil, tam tersine
ayrışmış bir toplumun yönetim biçimi olacaktır. Bu nedenle her
bir sosyal sınıf ve tabaka kaçınılmaz olarak sınıfsal,
zümresel ekonomik talepleri doğrultusunda hareket edecektir.
Demokratik Özerklik yönetimi bu gerçekliği göz önünde tutarak
ekonomide uygulamaların önünü açabilmelidir.
Demokratik
Özerklik kendi ekonomi modelini oluşturmak için mevcut toplumsal
ve ekonomik yapıyı altüst edici adımlar atmak zorundadır. Bu
alanda birkaç öneri:
1-Ekonomik
kaynaklar Demokratik Özerklik yönetiminin tasarrufunda olmalıdır.
Uygulanabilirliğin temel koşulu budur.
2-Demokratik
Özerklik, hakim olduğu sınırlar içinde oluşturulan ulusal
geliri, toplumun çıkarlarına göre paylaşma özgürlüğüne
sahip olmalıdır. Ne kadarının yeni yatırımlar için
kullanılacağına, ne kadarının işgücü karşılığı olarak
çalışanlara verileceğine, sermaye payının ne kadar olacağına
karar verebilmelidir. Ekonominin demokratikleştirilmesinin veya
toplumsallaştırılmasının “olmazsa olmaz” koşulu, ulusal
gelirin paylaşımında söz sahibi olmaktır.
3-Demokratik
Özerklik, ekonomiyi planlayarak; toplumun; işçi ve emekçi
yığınların katılımını sağlayarak yönetecek mekanizmaları
kurmalı ve işlevsel kılmalıdır. Bu da “demokratik
toplum”un
kurulması için “olmazsa olmaz”lardan birisidir.
4-
“Demokratik toplum”un ve “toplumun
ihtiyaçlarını karşılayan ekonomi”nin
oluşturulması esas amaç ise Demokratik Özerklik, her şeyden önce
yabancı sermaye ile ilişkiye girmemelidir; yönetim alanındaki
yabancı sermayeyi toplumsallaştırmalıdır. Bu anlamda merkezi
sistemin, emperyalist devletlere, IMF, Dünya Bankası, Dünya
Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumlarıyla imzaladığı her
türlü bağımlılık anlaşmasının, borç ve faiz
yükümlülüklerinin özerk bölgede geçersiz olduğunu
açıklamalıdır.
5-Demokratik
Özerklik, hakimiyet alanında mali, askeri ve coğrafi imkânlarının
yabancı güçler tarafından kullanılmasına izin vermemelidir. Bu
anlamda merkezi sistemin NATO ve emperyalist ülkelerle imzaladığı
askeri anlaşmaları tanımamalıdır.
Tarımda:
1-
Demokratik
Özerklik, hakimiyet alanında
toprakların nispeten adaletli paylaşımı sağlamalı; birkaç
kişinin elinde toprak yoğunlaşmasına son vermeli; köylünün
toprak talebi gerçekleştirilmelidir. Toprak dağıtımı köylü
komiteleri tarafından yerel özgünlükler göz önünde tutularak
gerçekleştirilmelidir.
2-Veya
toprakların kolektifleştirilmesi için kooperatifçilik
yaygınlaştırılmalı, kolektif üretimin bireysel üretimden ne
denli üstün olduğu köylüye örnek çiftlikler kurarak
gösterilmelidir.
3-Demokratik
Özerklik yönetimi, tarımda makine istasyonları kurarak, üretici
köylünün makine ihtiyacı karşılanmaya çalışmalıdır.
4-Demokratik
Özerklik yönetimi üretici köylünün ürünlerini kooperatifler
vasıtasıyla pazara sürmelidir; aracılar, tüccarlar devre dışı
bırakılmalıdır.
5-Demokratik
Özerklik
yönetimi küçük ve orta köylülüğün toprakları üzerindeki
her tür ipoteği kaldırmalı, tefecilere, bankalara, büyük toprak
sahiplerine, var olduğu kadarıyla ağalara vb. borçlarını
geçersiz saymalıdır.
6-Demokratik
Özerklik yönetimi, var olduğu kadarıyla feodal ilişkilere karşı
mücadeleyi örgütlemeli; köylülüğün çağ dışı anlayış,
gelenek ve göreneklerle, aşiret ilişkileriyle kişiye, aileye,
sülaleye bağımlılığı yıkılarak özgür insanlar haline
gelmeleri için bütün imkanlar seferber edilmelidir. Bu bir
aydınlatma çalışmasıdır.
Şüphesiz
ki, doğru olan, tarımda önemli üretim araçlarının (toprak ve
temel makineler) toplumsallaştırılmasıdır; Demokratik Özerklik
yönetiminin tasarrufunda, kontrolünde olmasıdır. Ama bu bir
devrim sorunudur.
Sanayi
alanında:
1-Azami
karın ifadesi olan büyük sermaye ve yabancı sermaye Demokratik
Özerklik yönetiminin kontrolünde olmalıdır;
toplumsallaştırılmalıdır. Gerek bu işletmelerde ve gerekse de
bireysel kapitalist işletmelerde ücret, çalışma, sağlık,
çevre sorunları işçi komitelerine devredilmelidir.
2-Küçük
üretici hammadde temini, sermaye ihtiyacı (kredi) ürünün
pazarlanması (kooperatif) bakımında desteklenmelidir.
3-Demokratik
Özerklik yönetimi teknolojik gelişmeyi ve ekonomide uygulanmasını
desteklemelidir.
Mali
alanda:
Demokratik
Özerklik yönetimi, bankalar üzerinden tekelci mali sermayenin
ekonomi üzerindeki hakimiyetine son vermelidir. Üretici köylülüğün
bankalara borcu silinmeli; banka gibi mali kurumlar özerk yönetimin
kontrolünde üretime hizmet eden kurumlara dönüştürülmelidir.
Çalışma
alanında:
Demokratik
Özerklik yönetimi,
çalışabilir nüfusa çalışma olanağı sunmalıdır. Bu onun
“olmazsa olmaz” sorumluluklarından biridir.
Vergi
alanında:
Demokratik
Özerklik, kendi sınırları içinde vergi sisteminde ve
toplanmasında merkezi sistemden bağımsız olmalıdır.
Vergilendirmede adaletsizliğe son vermek için Demokratik Özerklik,
dolaylı vergiler kaldırılmalı, gelire göre vergi (gelire göre
değişen) vergi sistemini uygulamalıdır.
Bu
ve benzeri talepler dünya kapitalist sisteminden kopmaksızın da
gerçekleştirilebilir. Ancak bunların gerçekleştirilmesi
durumunda Kuzey Kürdistan coğrafyasında toplumsal ilerleme
sağlanabilir.
Sonuç
itibariyle şunu söyleyebiliriz:
Sorun
salt bir reform, mevcut sistemin iyileştirilmesi çerçevesinde ele
alındığında muazzam bir direncin örgütlenmesi gerekir; sadece
Kürt coğrafyasında değil, bütün Türkiye coğrafyasında
örgütlenmiş, toplumun dinamik güçlerini harekete geçiren
örgütlü bir direnç, merkezi sistemi, formüle edilen talepler
doğrultusunda adım atmaya zorlayabilir. Ne var ki, böylece ancak
sosyal alanda, sistemin demokratikleştirilmesi alanında birtakım
adımlar atılmış olur.
Demokratik
Özerklik, taşıdığı ekonomik, politik ve sosyal içeriği
bakımından faşist diktatörlük karşısında onurlu bir duruşun
ifadesidir; taşıdığı içerik bakımından ilerici bir projedir.
Bu anlamda desteklenmesi gereken bir projedir.
*
*)
5-6
Mayıs 2012 tarihinde Diyarbakır'da düzenlenen “Demokratik
Özerklikte Ekonomi Sempozyumu”na sunulan konuşma metni.