deneme

15 Kasım 2012 Perşembe

DEMOKRATİK ÖZERKLİK'TE EKONOMİYE SINIFSAL BAKIŞ*



DEMOKRATİK ÖZERKLİK'TE EKONOMİYE SINIFSAL BAKIŞ*

Öncelikle bu coğrafyada ve bu kentte, Kürt halkının büyük kahramanlıklar göstererek büyüttüğü özgürlük mücadelesinin beşiği Amed’de bulunmaktan, büyük bir onur ve mutluluk duyduğumu belirtmek isterim. Burada bulunmanın bir onur kaynağı olması bir yana, aynı zamanda, çok uzun bir sürece yayılan sömürgeci inkar ve imha politikalarına rağmen, ödenen büyük bedellerle elde edilmiş bir kazanım olduğunun farkındayım. Eğer iki gündür burada Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesinin bir etabını oluşturan Demokratik Özerklik üzerine gerek akademik gerek politik tartışmalar yürütüyorsak, bu elbette Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesinin kahraman evlatları sayesindedir. Bu yüzden sözlerimin başında Kürt ulusal özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenleri büyük bir saygıyla anıyorum ve bu buluşmayı örgütleyen Kürt halkının öncü siyasal dinamiklerini de selamlıyorum.


Kürt halkının, tarihin en uzun süre devletsiz yaşayan halklarından biri olduğu, Kürdistan’ın da buna paralel olarak tarihin en uzun süre statüsüz yaşayan ulusal coğrafyalardan biri olduğu açıktır. Statüsüzlük 1639 yılında İran ve Osmanlı devletleri arasında imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla başlamıştır. Bu, Kürdistan’ın aynı zamanda uluslararası sömürge halinin başlangıcı sayılabilir. Kısacası statüsüzlük Kürt halkının kaderine dönüştürülmeye çalışıldı, hala da çalışılıyor. Bunun bir kader olmadığını, Kürt halkının statüsüzlüğün uzun tünelinden çıkmaya yakın olduğunu biliyoruz.

Kürt halkının yıllardır yürüttüğü adil, onurlu, demokratik barış mücadelesi, sömürgeci düzenin bağrına saplanmış bir hançer olarak ulusal özgürlük mücadelesinin başlıca kanallarından biridir. Aynı biçimde Kürt halkının birkaç yıldan bu yana dillendirdiği Demokratik Özerklik talebi de statüsüzlük cenderesinde koyu inkar rejiminin duvarlarını döven ve bu bakımdan da anlamlı bir yer tutan, her iki coğrafyanın sosyalistlerinin tereddütsüz savunması gereken politik bir argüman olarak karşımızda durmaktadır. Bugün sosyalistler için bu talepler karşısında sadece iki seçenek vardır. Sosyalistler ya eleştirellik içerse bile bu talepleri destekleyecek ya da görmezden gelecek yani üç maymunu oynayacaktır. İkincisi sosyalistlerin işi değildir.

Tabii burada Demokratik Özerkliğin ne olduğunu değil, sadece onun ekonomi ayağının ne olması, nasıl örgütlenmesi gerektiğini ve hangi ekonomik yasalara tabi olabileceğini tartışacağız. Dolayısıyla tartıştığımız konu ideolojik, teorik ve aynı zamanda politik olarak da ele alınması gerekmektedir.

Demokratik Özerklik'te Politik Ekonomi Sorunu:

Her şeyden önce ‘Demokratik Özerklik ve Ekonomi Sempozyumu’nun oldukça cesaretli bir adım olduğunu belirtmek isterim.

Neden cesaretli bir adım?
Birincisi; çağrı metninde de ifade edildiği gibi, egemen sınıfların, özelde de sömürgeci burjuvazinin ‘kuramsal zemini kriminalize etmeleri’ne karşı, bir başka deyimle toplumun tabi tutulduğu manipülasyonla oluşturulan akıntıya karşı güçlü bir karşı koyuştur. Yaşamın her alanında işçi sınıfına, emekçi kitlelere, ezilen uluslara karşı baskı ve sindirme yöntemiyle, devrimci siyasal öznelere karşı faşist politikalarla hakimiyetini sürdürme derdi içinde olan faşist diktatörlük, coğrafyamızın en önemli devrimci dinamiklerinden biri olan Kürt ulusal hareketinin Kürt sorununa çözüm adına ortaya koyduğu Demokratik Özerklik projesine karşı gündeme geldiği ilk andan itibaren lanetleme kampanyası yürütmektedir. Öyle ki, bu çabanın tartışılmasına dahi tahammül edememektedir.

İkincisi; dayandırılan ilkeler göz önünde tutulduğunda Demokratik Özerklik, teorik olarak da iddialı bir atılımdır. Şüphesiz ki, tartışmaya, çok geniş bir çevre açısında var olan uygulanabilirlik tereddütlerinin açılmasına ve giderilmesine büyük bir ihtiyaç vardır.

Demokratik Özerklik, kuşku yok ki, Kürt halkının kendi kaderini tayin üzerine dile getirdiği en güncel taleptir, irade beyanıdır. Açık ki, bu proje, felsefi, siyasi, teorik, ekonomik açıdan; bir bütün olarak toplum formasyonu açısından analiz edilmelidir. Demokratik Özerklik’in, toplum formasyonu olarak yaşam bulması isteniyorsa, bir toplum formasyonuna özgü olabilecek bütün faktörlerinin uyumluluk içinde olması, birbiriyle çelişkili olmaması gerekir.

Demokratik Özerklik, politik bakımdan son derece değerli bir niteliğe sahiptir; koyu bir inkar rejimi koşullarında ileri sürülen bu anlayış, sömürgeciliğe karşı açılmış bir özgürlük bayrağıdır. Mevcut rejim koşullarda bu önemini de koruyacaktır. Ama onun bu siyasal önemi ve günümüz koşullarında doğruluğu, projenin felsefi, teorik, ekonomik açılım ihtiyacını karartmamalıdır. Demokratik Özerklik bu açılardan tartışılmalıdır ve sempozyumun da bu anlamda bir katkı olacağına inanıyorum. Çağrı metninde de ifade edildiği gibi projenin önemi, çok boyutlu ele alınmasını, tartışılmasını gerekli kılmaktadır.

Şöyle de diyebiliriz: Siyasal bakımdan somutlaştırılabilirliği ortaya konan Demokratik Özerkliğin, örneğin ekonomik olarak da somutlaştırılabilirliği, uygulanabilirliği ortaya konmalıdır. Bu nedenle Demokratik Özerklik, politik içeriği somut, teorik-ekonomik içeriği soyut bırakılmamalıdır. Böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalınmamalı, kalmamalıyız.

Kendini “kapitalist olmayan bir yol” olarak da tarif eden proje, toplumsal ve ekonomik yasaların işaret ettiği gerçekliğin kulvarı dışında kalamaz. Neden bu kulvarın dışında kalınamayacağı; sınıfsal karakteri ne olursa olsun neden toplumsal ve ekonomik yasaların Demokratik Özerklik uygulamasında da geçerli olacağı açıklanmalıdır; insanlar bu açıdan da eğitilmelidir. Nihayetinde Demokratik Özerklik, en geniş kesimin, toplumun ve ekonominin yönetiminde söz sahibi olmasını istiyor.

Cesaret dolu bu projenin ekonomi alanında gerçekleştirilmesi için ön koşulların var olması veya oluşturulması gerekir.

Kapitalizm koşullarında ekonomide Demokratik Özerklik projesini ifade eden dönüşümlerin sağlanması mümkün gözükmemektedir. Bunun ne demokrasiyle ne de faşizmle veya hakim sınıfların demokrasi ve ekonomi anlayışıyla ilgisi vardır. Bunun doğrudan sermaye hareketiyle ve üretim ilişkilerinde sınıfların konumuyla ilgisi vardır.

Günümüz koşullarında tekelleşmiş sermayeyi anti-tekelleştirmek, bu anlamda yabancı sermayeye kapıyı göstermek, bu sermaye hakimiyetini, dolayısıyla mevcut rejimi yıkmakla eş anlamlıdır. Gelişmesinin bu aşamasında Türkiye'de sermaye anti-tekelci olamaz. Bu bir istek meselesi değildir.
Günümüz koşullarında coğrafyamızda sermaye tekelci olmaksızın ve yabancı sermaye ile işbirliği yapmaksızın var olamaz.
Bu nedenle Demokratik Özerklik'te politik ekonomi, ancak ve ancak tekelci sermayeyi, yabancı sermayeyi, dış müdahaleyi dışlayarak; belirleyici üretim araçlarının toplumun mülkiyetine geçirilmesinin yolunu açarak var olabilir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için -üretim araçlarının özel mülkiyetten toplumsal mülkiyete geçirilmesi için- gerek özerk yönetimin ve gerekse de merkezi yönetimin işçi sınıfı ve emekçi yığınların elinde olması gerekir.

Demokratik Özerklik, Demokratik Konfederalizme geçiş için bir aşamaysa veya şöyle diyelim; sınıfsız, devletsiz dünya toplumuna geçiş için Demokratik Özerklik bir aşamaysa, bu aşamanın politik ekonomisinin de nesnel yasalarının olması gerekir. Bu nesnel yasalar, ancak ve ancak Demokratik Özerkliğin politik olarak gerçekleştirilmesi, uygulanması koşullarında ortaya çıkabilir.
Bu yasaları nasıl tanımlayabiliriz veya Demokratik Özerklik'te ekonomik yasalar nasıl tanımlanmalıdır? Birkaç örnek:

Ekonomik gelişme yasaları, nesnel yasalardır. Bunlar, insan iradesinden bağımsız olarak gerçekleşen ekonomik gelişme süreçlerini yansıtırlar. Ekonomik yasalar, belirli ekonomik koşullar temelinde oluşur ve etkili olurlar. İnsanlar bu yasaları öğrenebilir ve toplum yararına kullanabilirler, ama ekonomik yasaları ortadan kaldıramaz ve yenilerini yaratamazlar”.

Her üretim biçimi, kendi ekonomik temel yasasına sahiptir. Ekonomik temel, söz konusu üretim biçiminin en önemli yanlarını, özünü belirler”.

Kapitalizmin temel ekonomik yasası, kapitalist üretimin gelişmesinin özel bir görünüşü ya da özel süreçlerini değil de, bu gelişmenin bütün temel görünüşlerini ve bütün temel süreçlerini tanımlayan bir yasadır; böylece kapitalist üretimin özünü, niteliğini tanımlamaktadır”.

Kapitalizmin temel ekonomik yasası, artı-değer yasasıdır. “Artı-değer üretimi ya da kazanç elde etmek, bu üretim biçiminin yasasıdır”. Bu yasa, kapitalist üretimin özünü belirler”.
Günümüzde kapitalizmin temel ekonomik yasasının belli başlı çizgileri ve gerekleri aşağı yukarı şu şekilde ifade edilebilir: Belirli bir ülkenin halkının çoğunluğunu sömürerek, iflâsa sürükleyerek ve yoksullaştırarak, diğer ülkelerin ve hele geri kalmış ülkelerin halkını boyunduruğu altına alarak ve sistemli bir biçimde talan ederek; ve en sonu, savaşlarla ve en yüksek kârlar sağlamak için ulusal ekonomiyi askerileştirerek azamî kapitalist kârı sağlamak”.
Sosyalizmin temel ekonomik yasasının ana çizgileri ve istemleri aşağı yukarı şöyle formülleştirilebilir: üstün bir teknik temel üzerinde sosyalist üretimi durmadan geliştirerek ve yetkinleştirerek, bütün toplumun durmadan artan maddî ve kültürel gereksinmelerinin azamî tatminini sağlamak”.

Yani bütün toplumun durmadan artan maddî ve kültürel gereksinmelerinin azamî ölçüde giderilmesi işte sosyalist üretimin amacı; üstün bir teknik temel üzerinde sosyalist üretimi durmadan artırmak ve yetkinleştirmek işte bu amaca erişmenin aracı. Sosyalizmin temel ekonomik yasası budur”.

Peki Demokratik Özerkliğin ekonomik temel yasası ne olabilir? Demokratik Özerklik, başlı başına bir üretim biçimi, bir toplum formasyonu olmadığına göre onun kendine özgün ekonomik yasaları da olamaz. Ancak Demokratik Özerklik, “toplumun ihtiyaçlarını karşılayan ekonomi”yi, “demokratik toplumu” esas almaktadır. Demokratik Özerklik, “kendini kapitalist olmayan bir yolda inşa etmeyi ve yaşamın tüm hücrelerinin metalaştırılmasına karşı insanın doğa, toplum ve diğer insanlarla kurmuş olduğu ilişkilerin meta-dışılaştırılmış bir uzamda tekrardan yapılandırılmasını” esas almaktadır. Bu anlamda Demokratik Özerklik, bir sistemden başka bir sisteme; üretim araçlarının özel mülkiyette olduğu sistemden (kapitalizmden) üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu başka bir sisteme geçişin ifadesidir. Bu geçişin ekonomisi de olacaktır ve bu ekonomi de belli yasalara göre şekillenecektir. Bu yasaları nasıl tanımlayabiliriz?

Bütün toplum formasyonlarında, taslakta anlatıldığı kadarıyla Demokratik Özerklik'te de genel geçerli kural şudur: Toplumsal üretici güçlerinin ulaşmış olduğu gelişme düzeyine ve karakterine tekabül eden yeni üretim ilişkileri, er ya da geç, eski üretim ilişkilerinin yerini alırlar. Ekonomik altyapının değişmesi ile birlikte üst yapı da değişir.
Üretim ilişkilerinin üretici güçlerin karakteri ile mutlak uyumu yasası, toplumun ekonomik gelişme yasasıdır, dolayısıyla Demokratik Özerklik'te de ekonomik gelişme yasasıdır. Demokratik Özerlik'te “toplumun ihtiyaçlarını karşılayan ekonomi” ancak ve ancak “azami karın hedeflenmediği”, toplumun politikada ve ekonomide doğrudan söz sahibi olduğu koşullarda gerçekleşebilir.

Demokratik Özerklik'te işletmeleri birleştiren toplumsal mülkiyet, bunun planlı gelişmesini zorunlu ve mümkün kılar. Toplumsal üretim ilişkileri temelinde Demokratik Özerklik sürecinde ekonominin planlı (orantılı) gelişmesinin ekonomik yasası oluşur ve etkili olmaya başlar. Bu da ancak ve ancak Demokratik Özerklik'te yönetimin işçi sınıfı ve emekçi yığınların elinde olmasıyla mümkün olur.

Demokratik Özerkliğe geçiş sürecinin nesnel ekonomik koşulları ve bu koşullar temelinde ortaya çıkan ekonomik yasalar doğru değerlendirmezse, Demokratik Özerkliğin inşası mümkün değildir.

Demokratik Özerkliği uygulamanın yol ve yöntemleri üzerine...
Bildiğim kadarıyla dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan bu proje, Kürt ulusal mücadelesinin bir dönüm noktasına geldiğini göstermektedir. İleriye doğru bir sıçrama, iktidarlaşma kaçınılmazdır. O halde bu sıçramanın başarılı olması için ekonomik ayağı nasıl şekillendirilmelidir?
Bu bir iktidar sorunudur- istesek de istemesek de böyledir.
Demokratik Özerklik ve ekonominin toplumsallaştırılması...
Ekonominin toplumsallaştırılması, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıyla eş anlamlıdır. Rekabetin, eşitsiz gelişmenin, tekelleşmenin ortadan kaldırılması, ekonomide, çalışma sürecinde eşitliğin sağlanması için Demokratik Özerklik, üretim araçlarını kendi yönetimine almalıdır. Ancak bu yapıldığında “Ekonomik kaynakların kullanım ve tüketim hakkı” topluma, somuta da “demokratik özerk Kürdistan'a ait” olabilir.

Her toplum formasyonu belli bir ekonomik sistem üzerinde yükselir...
Her sistem, var olabilmek için kaçınılmaz olarak kendi ekonomik alt yapısını oluşturmak zorundadır. “Siyasal ve sosyal bir sistem” olarak Demokratik Özerklik de “kendi ekonomik modelini gerçekleştirmek”le karşı karşıyadır. Bu ekonomik model, kapitalizm değildir, sosyalizm de olamaz. Şüphesiz başka sistemlerden etkilenme olabilir, bazı doğruları devralabilir, ama işleyiş mekanizması ve yasaları kendine özgü olmalıdır.
Toplumun ihtiyacını karşılamayı temel amaç, hedef edinen ekonomi, kar amacı gütmeyen ekonomidir. Kar amacı gütmeyen ekonomide insanın insan tarafından sömürüsünün maddi koşulları yoktur. Sosyalizm böyle bir sistemdir. Bunun tam tersi de kapitalizmdir.

Demokratik Özerklik ve kapitalist olmayan yol...
Her iki sistem ortasında kalan, kapitalizmden sosyalizme geçişin ifadesi olan “kapitalist olmayan yol”, uluslararası dayanışmayı, güçlü sosyalist ülke veya ülkelerin varlığını ön koşul yapar.

Lenin’in geliştirdiği ve ancak sınırlı, belli tarihsel koşullarda geçerli olabilen kapitalist olmayan gelişme yolu teorisine dayanarak bazı gelişmemiş topluluklar, kısa zamanda en gelişmiş uluslar seviyesine çıkartılabildiler. Bunun gerçekleşmesi için böylesi geri topluluklara sosyalist devletin yoğun yardım ve desteği gerekliydi ve nitekim öyle de olmuştur.

Belirttiğimiz gibi bu modelin gerçekleşebilmesi için uluslararası dayanışma, güçlü destekçi sosyalist ülke veya ülkelerin var olması gerekir. Ve nitekim sosyalist Sovyetler Birliği, Moğolistan ve kendi içindeki bazı geri kalmış bölge halklarını dayanışma temelinde destekleyerek, kapitalist olmayan yoldan, kapitalist uluslaşmayı tanımadan, sosyalizme geçmelerini sağlamıştır.

Kapitalist olmayan gelişme yolu, kapitalizm öncesi ilişkiler içinde olan toplumların, kapitalist düzeni yaşamadan, onu atlayarak sosyalizme geçmesi ile sınırlıdır.
Günümüzde dünyanın siyasal coğrafyası bu modelin; kapitalist olmayan yolun uygulanmasına hiç uygun değildir.

Merkezileşmiş iktidar yapılarının toplumsallaştırılması, yerel birimlerin eline geçmesi; en küçük toplumsal birimden başlamak üzere siyasette, ekonomide katılımcı anlayışın istenilen ve arzu edilen ‘demokratikleşmeyi’ sağlaması Demokratik Özerkliğin temel amaçlarından birisi olarak gerçekleştirilebilir. Tam da bu nedenle Demokratik Özerklik yönetiminin halkın elinde olması; demokrasi ve kontrolün en geniş tabana yayılması gereklidir.
Çerçevesini çizmeye çalıştığım ideolojik açıdan, Demokratik Özerklik'te ekonominin sınıfsal karakteri açısından sempozyumun çağrı metinde de yer alan ve “hem özerkliğe hem de demokratik özerkliğe dair teorik ve pratik algının oluşmasında işlevsel olacağı” belirtilen bazı soruları burada açmaya çalışacağım.

1-Demokratik bir siyasetin, demokratik bir ekonominin ve demokratik bir toplumsal yaşamın gerçek yaşam süreçleriyle ilişkisi, iktidarın sınıfsal yapısından bağımsız değildir:
Burjuva anlamda demokrasiden bahsetmiyorsak; sermaye hakimiyeti düzeninden bahsetmiyorsak, demokratik bir siyaset, demokratik bir ekonomi ve demokratik bir toplumsal yaşam, ancak ve ancak üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıyla gerçekleştirilebilir. Geniş emekçi yığınların toplumun geleceği üzerinde karar verebilmesinin, neyin ne kadar üretileceğinde söz sahibi olabilmesinin tek yolu iktidarda söz sahibi olmalarıdır. Ancak bu yolla, emekçi yığınların siyasette ve ekonomide doğrudan katılımının sağlanmasıyla toplumsal yaşamda ve ekonomide demokrasi gerçekleştirilmiş olur.

2-Kapitalist dünya sisteminden kopuş öngörmeyen bir özerklik, sisteme entegre olmuş bir özerkliktir:
Kapitalist dünya sisteminden kopmayan veya kopuşu öngörmeyen bir özerklik görece ilerici bir karakter taşır ve uzun vadede sistemle uzlaşmaya mahkumdur. Bu durum hemen her başarılı ulusal kurtuluş mücadelesi sonucunda görülmüştür. Kapitalist sistemden kopmayan “bağımsızlık” veya sistem içi özerklik, başlangıçta tüm ulusu temsil etme özelliğini süreç içinde kaybetmeye başlar; sermaye var oluş koşullarını güçlendirir, siyaseti, hukuku, eğitimi; bir bütün olarak toplumsal ve ekonomik yaşamın her alanını; üst yapıyı (öncelikle devleti) ve ekonomiyi salt kendi çıkarları doğrultusunda örgütlemeye yönelir. Başlangıçtaki ulusal kazanımların; bağımsızlığın ve özerkliğin ilerici yönlerini burjuvazinin sınıfsal çıkarları almaya başlar.

3- Merkez ve özerk bölge arası ilişkilerin sağlayan mekanizmalar:
Kapitalizm koşullarında özerk yaşamın sınırları bellidir: Son kertede özerk örgütlenme merkezi yapıya bağlıdır. Özerkliği ifade eden sınırlar belirlenebilir, ulusal semboller (bayrak), ana dil kullanılabilir. Bunların ne derece uygulanıp uygulanamayacağı mücadele edenler arasındaki güç dengesine bağlıdır. Ama özerklik ne denli kapsamlı uygulanıyor olursa olsun, değişmeyen gerçek, iç pazarda özerkliğin olmayacağıdır. Kendine özgü sermayesi olmayan, ancak merkezi sistem çerçevesinde hareket eden sermayeye bağımlı bir özerklik, ekonomik olarak bağımlılığa mahkumdur. Hele hele günümüz koşullarında sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının gelişmişlik durumu göz önünde tutulursa, özerkliğin ekonomik tabanının merkezi sisteme ve o sistem üzerinden de uluslararası sermaye hareketine bağımlı kalacağı anlaşılır.

Kapitalizm koşullarında özerklik, iç sınır da dahil ulusal taleplerin gerçekleştirilmesi sonucunda kurulan bir yapıdır. Merkez ve özerk bölge arasında anlaşma maddelerinin demokratik ilişkiler bazında ihlali olmaz. Burada bir sorun çıkmaz. Aksi taktirde ittifak bozulur, mücadele yeniden başlar. Esas sorun kaynakların kullanımında ortaya çıkar. Burada söz konusu olan maddi zenginlikler (madenler, su, sanayi, tarım vb.) ve işgücüdür. Ekonomi adına yapılan planlamada ve bütçe tartışmalarında bu alandaki çelişkiler açığa çıkar. Merkezi sistem, özerk bölgenin ihtiyacını değil, sermayenin öncelikli ve genel ihtiyacını göz önünde tutarak hareket eder. Özerk yapı ise özerk bölgenin ihtiyacını göz önünde tutarak hareket eder.
Bütçe de merkezi yapı ve özerk bölge arasında bir gerilim kaynağı olur.
Bütçe nedir? Kapitalist devletin “bütçesi, sınıf bütçesinden, burjuvazi için bütçeden başka bir şey değildir”.
Bu anlamda kapitalizmde bütçe, ulusal gelirin bir kısmının; bütçede ifadesini bulan kısmının hakim sınıfların çıkarları doğrultusunda yeniden paylaştırılmasıdır.
Bütçenin kaynağını vergi gelirleri oluşturur. Yani işçi sınıfından, emekçilerden dolaylı ve dolaysız olarak vergi adı altında alınan haraç, bütçenin esas kaynağıdır. İşte hükümet, bu miktarı hakim sınıfların çıkarları doğrultusunda yeniden paylaştırmak için planlar, programlar hazırlar. Plan ve programlar, harcamaların yapılacağı koşulların göz önünde tutulmasıyla hazırlanır. Merkezi yapı ile özerk yapı arasında bütçenin paylaşımı önemli bir gerginlik kaynağı olur.

4-Özerklik ve merkezi devlet arasında yasama, yürütme ve yargı yetkisinin paylaşımı:
Özerkliğin uygulanması, hukuksal anlamda da maddi güce dönüşmesi demektir. Hukuksal yapısı olmayan bir özerklik düşünülemez. Özerklik, sınırları içinde yasama, yürütme ve yargı yetkisine sahip olmak zorundadır. Ancak özerkliğin yasaması, merkezi yapının yasamasıyla, yürütme ve yargısıyla çelişki içinde olamaz. Aksi taktirde merkez-özerklik ilişkisi kalmaz. Ortaya başka bir ilişkiler yumağı çıkar.

5-Özerk statülü bölgenin ulusal düzeydeki temsili ve temsiliyet araçları:
Burjuva sistemde ulusal temsiliyet parlamento düzeyinde olmaktadır. Özerkliğin, özerk sınırları içinde ulusal temsiliyeti için ulusal parlamentosu olmalıdır. Özerk bölge merkezi düzeyde de temsil edilmelidir. Bu iki açıdan önemlidir: Birincisi, özerklik, merkezi yapının bir parçası olarak merkezi düzeyde sorumluluk üstlenmelidir. İkincisi merkezi yapı ve özerk bölge arasında merkezi düzeyde eşitlik merkezi parlamento üzerinden sağlanamaz. Üye sayısındaki farklılıktan dolayı sağlanamaz. Merkez ile özerk bölge arasında eşitlik ancak ve ancak milliyetler meclisi üzerinden sağlanabilir. Merkezi yapıdan ve özerk bölgeden veya bölgelerden eşit sayıda üyelerden oluşan bir meclis, güvenin ve eşit koşullarda iş yapmanın ifadesi olur. 
 
6-Özerklik, klasik anlamda egemenliğe bir meydan okuma değildir:
Burjuva düzende özerklik, merkezi yapı karşısında bir meydan okumanın ifadesi değildir. Ulusal sorunlu birçok ülkede uygulanmaktadır. Adı ne olursa olsun, idari yapı bakımında da birçok ülkede eyalet sistemi uygulanmaktadır. Genel uygulama bakımından özerkliğin burjuva sistem dokusuna ters düşmez. 
 
7- Kapitalist dünya ve kapitalist olmayan özerk bölgeler:
Dünyada kapitalist olmayan özerk bölge yok; kapitalist olmayan ülke olmadığı için yok. Ama kapitalist olmayan özerk ve sonradan bağımsız ülkeler inşa edilmiştir. Bu konuya yukarıda kapitalist olmayan yol bağlamında değindik. Günümüz koşullarında kapitalist olmayan özerk bölgelerin inşa edilmesi için maddi zemin yok. Ama demokratik bir düzen kurmanın; üretim araçlarının toplumsal mülkiyete dönüştürülmesinin maddi zemini var.

Demokratik Özerklik açık ki, Kürt ulusunun somut bir talebidir. Bu talebi cepheden reddetmek veya olduğu gibi kabul etmek siyasal olarak doğru olmaz. Demokratik Özerklik projesi, ideolojik olarak tanımlanmıyor. Hangi dünya görüşü, hangi sınıf sorularını açıkta bırakıyor. Dünya görüşüme, savunduğum ideolojiye göre Demokratik Özerklik veya esas hatlarıyla tanımlandığı kadarıyla Demokratik Özerklik, gerçek anlamda ancak ve ancak sosyalizmde uygulanabilir, gerçekleştirilebilir.

Demokratik Özerklik, Kürt ulusunun somut talebidir; sosyal reformlar bütünü olarak bu talebin kapitalizm koşullarında uygulanabilmesi için; içeriğinin doldurulabilmesi için özerk yönetim işçi ve emekçilerin elinde olmalıdır. Toplumsal yaşamın ve ekonominin örgütlenmesinde işçi ve emekçilerin söz sahibi olmaları, uygulamanın demokratik olmasının yegane teminatı olacaktır. İşçi-emekçi denetimi demokrasinin uygulanmasında vazgeçilemez bir mekanizma olarak algılanmalıdır.

Demokratik Özerklik'te esas olan merkezi düzeyde ve özerk bölgede sermayenin, sermaye sınıfının hakimiyetini kırmak ve özerk bölgede toplumsal yaşamın ve ekonominin şekillenmesinde denetimini zayıflatmak, bunun yerine her koşul altında işlevsel olan işçi-emekçi denetimini geçerli kılmaktır. Böyle bir kontrol ve denetim mekanizması her alanda ve düzeyde kurulmalıdır.

Demokratik Özerklik doğru uygulandığı; Kürt ulusunun ulusal çıkarlarını gözeten yönetim olduğu müddetçe, uygulanma alanında ve Türkiye genelinde, bunun ötesinde Ortadoğu'da toplumsal bilinçlenmede ve örgütlenmede ilerici bir rol oynayacaktır.

Demokratik Özerklik, demokratik devrimin sosyal reform karakterli birçok sorununu çözecektir. Örneğin anadilde eğitim, ulusal kültür, feodal ilişkiler, nihayetinde kapitalizm koşullarında da üstesinden gelinebilecek sorunlardır.

Demokratik Özerklik, toplumda tartışma, sorun çözme ve toplumsal ilerlemenin önünü açan örgütlenme kültürünü geliştirecektir.
Demokratik Özerklik, sınıf bilincini geliştiren bir rol oynayacaktır.

Kapitalizm koşullarında mücadele ile kazanılarak gerçekleştirilmesi durumunda dahi Demokratik Özerklik, sonuç itibariyle sistemi değiştirmeyen, ama toplumsal ve ekonomik alanlarda reformlarla sınırlı kalacak bir çözüm olacaktır. Örneğin ekonomi alanında mülkiyet ilişkilerinin değişmemesi bunun en açık göstergesi olacaktır. Üretim araçlarının özel mülkiyette olduğu koşullarda “herkesin kendi işinin ve işyerinin emekçisi” olması tamamen olanak dışıdır. Kuzey Kürdistan'da dahi küçük üretim, kendi ihtiyacını karşılamak için üretim; feodalizmden çıkan toplumun burjuva mülkiyet ilişkileri temelinde sınıflara henüz ayrılıyor süreci artık çok geride kalmıştır; Kuzey Kürdistan'da da kapitalist üretim biçimi hakimdir ve toplum bu üretim biçimi temelinde sınıflara ayrışmıştır; işçi sınıfı, burjuvazi, emekçi köylülük, büyük toprak sahipleri, şehir küçük burjuvazisi. Bu sosyal sınıf ve tabakaların varlığı, kapitalist üretim ilişkilerinin gelmiş olduğu seviyeden geriye doğru bir adımın atılamayacağını, ancak ileriye doğru adımların atılabileceğini, bunun da temel üretim araçlarının toplumsallaştırılması olacağını göstermektedir.

Kürdistan somutunda Demokratik Özerklik, mülkiyet ilişkileri temelinde sosyal sınıflara ve tabakalara ayrışmamış değil, tam tersine ayrışmış bir toplumun yönetim biçimi olacaktır. Bu nedenle her bir sosyal sınıf ve tabaka kaçınılmaz olarak sınıfsal, zümresel ekonomik talepleri doğrultusunda hareket edecektir. Demokratik Özerklik yönetimi bu gerçekliği göz önünde tutarak ekonomide uygulamaların önünü açabilmelidir.
Demokratik Özerklik kendi ekonomi modelini oluşturmak için mevcut toplumsal ve ekonomik yapıyı altüst edici adımlar atmak zorundadır. Bu alanda birkaç öneri:

1-Ekonomik kaynaklar Demokratik Özerklik yönetiminin tasarrufunda olmalıdır. Uygulanabilirliğin temel koşulu budur.

2-Demokratik Özerklik, hakim olduğu sınırlar içinde oluşturulan ulusal geliri, toplumun çıkarlarına göre paylaşma özgürlüğüne sahip olmalıdır. Ne kadarının yeni yatırımlar için kullanılacağına, ne kadarının işgücü karşılığı olarak çalışanlara verileceğine, sermaye payının ne kadar olacağına karar verebilmelidir. Ekonominin demokratikleştirilmesinin veya toplumsallaştırılmasının “olmazsa olmaz” koşulu, ulusal gelirin paylaşımında söz sahibi olmaktır.

3-Demokratik Özerklik, ekonomiyi planlayarak; toplumun; işçi ve emekçi yığınların katılımını sağlayarak yönetecek mekanizmaları kurmalı ve işlevsel kılmalıdır. Bu da “demokratik toplum”un kurulması için “olmazsa olmaz”lardan birisidir.

4- “Demokratik toplum”un ve “toplumun ihtiyaçlarını karşılayan ekonomi”nin oluşturulması esas amaç ise Demokratik Özerklik, her şeyden önce yabancı sermaye ile ilişkiye girmemelidir; yönetim alanındaki yabancı sermayeyi toplumsallaştırmalıdır. Bu anlamda merkezi sistemin, emperyalist devletlere, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumlarıyla imzaladığı her türlü bağımlılık anlaşmasının, borç ve faiz yükümlülüklerinin özerk bölgede geçersiz olduğunu açıklamalıdır.

5-Demokratik Özerklik, hakimiyet alanında mali, askeri ve coğrafi imkânlarının yabancı güçler tarafından kullanılmasına izin vermemelidir. Bu anlamda merkezi sistemin NATO ve emperyalist ülkelerle imzaladığı askeri anlaşmaları tanımamalıdır.

Tarımda:
1- Demokratik Özerklik, hakimiyet alanında toprakların nispeten adaletli paylaşımı sağlamalı; birkaç kişinin elinde toprak yoğunlaşmasına son vermeli; köylünün toprak talebi gerçekleştirilmelidir. Toprak dağıtımı köylü komiteleri tarafından yerel özgünlükler göz önünde tutularak gerçekleştirilmelidir.

2-Veya toprakların kolektifleştirilmesi için kooperatifçilik yaygınlaştırılmalı, kolektif üretimin bireysel üretimden ne denli üstün olduğu köylüye örnek çiftlikler kurarak gösterilmelidir.

3-Demokratik Özerklik yönetimi, tarımda makine istasyonları kurarak, üretici köylünün makine ihtiyacı karşılanmaya çalışmalıdır.

4-Demokratik Özerklik yönetimi üretici köylünün ürünlerini kooperatifler vasıtasıyla pazara sürmelidir; aracılar, tüccarlar devre dışı bırakılmalıdır.

5-Demokratik Özerklik yönetimi küçük ve orta köylülüğün toprakları üzerindeki her tür ipoteği kaldırmalı, tefecilere, bankalara, büyük toprak sahiplerine, var olduğu kadarıyla ağalara vb. borçlarını geçersiz saymalıdır.

6-Demokratik Özerklik yönetimi, var olduğu kadarıyla feodal ilişkilere karşı mücadeleyi örgütlemeli; köylülüğün çağ dışı anlayış, gelenek ve göreneklerle, aşiret ilişkileriyle kişiye, aileye, sülaleye bağımlılığı yıkılarak özgür insanlar haline gelmeleri için bütün imkanlar seferber edilmelidir. Bu bir aydınlatma çalışmasıdır.

Şüphesiz ki, doğru olan, tarımda önemli üretim araçlarının (toprak ve temel makineler) toplumsallaştırılmasıdır; Demokratik Özerklik yönetiminin tasarrufunda, kontrolünde olmasıdır. Ama bu bir devrim sorunudur.

Sanayi alanında:
1-Azami karın ifadesi olan büyük sermaye ve yabancı sermaye Demokratik Özerklik yönetiminin kontrolünde olmalıdır; toplumsallaştırılmalıdır. Gerek bu işletmelerde ve gerekse de bireysel kapitalist işletmelerde ücret, çalışma, sağlık, çevre sorunları işçi komitelerine devredilmelidir.

2-Küçük üretici hammadde temini, sermaye ihtiyacı (kredi) ürünün pazarlanması (kooperatif) bakımında desteklenmelidir.

3-Demokratik Özerklik yönetimi teknolojik gelişmeyi ve ekonomide uygulanmasını desteklemelidir.

Mali alanda:
Demokratik Özerklik yönetimi, bankalar üzerinden tekelci mali sermayenin ekonomi üzerindeki hakimiyetine son vermelidir. Üretici köylülüğün bankalara borcu silinmeli; banka gibi mali kurumlar özerk yönetimin kontrolünde üretime hizmet eden kurumlara dönüştürülmelidir.

Çalışma alanında:
Demokratik Özerklik yönetimi, çalışabilir nüfusa çalışma olanağı sunmalıdır. Bu onun “olmazsa olmaz” sorumluluklarından biridir.

Vergi alanında:
Demokratik Özerklik, kendi sınırları içinde vergi sisteminde ve toplanmasında merkezi sistemden bağımsız olmalıdır. Vergilendirmede adaletsizliğe son vermek için Demokratik Özerklik, dolaylı vergiler kaldırılmalı, gelire göre vergi (gelire göre değişen) vergi sistemini uygulamalıdır.
Bu ve benzeri talepler dünya kapitalist sisteminden kopmaksızın da gerçekleştirilebilir. Ancak bunların gerçekleştirilmesi durumunda Kuzey Kürdistan coğrafyasında toplumsal ilerleme sağlanabilir.

Sonuç itibariyle şunu söyleyebiliriz:
Sorun salt bir reform, mevcut sistemin iyileştirilmesi çerçevesinde ele alındığında muazzam bir direncin örgütlenmesi gerekir; sadece Kürt coğrafyasında değil, bütün Türkiye coğrafyasında örgütlenmiş, toplumun dinamik güçlerini harekete geçiren örgütlü bir direnç, merkezi sistemi, formüle edilen talepler doğrultusunda adım atmaya zorlayabilir. Ne var ki, böylece ancak sosyal alanda, sistemin demokratikleştirilmesi alanında birtakım adımlar atılmış olur.

Demokratik Özerklik, taşıdığı ekonomik, politik ve sosyal içeriği bakımından faşist diktatörlük karşısında onurlu bir duruşun ifadesidir; taşıdığı içerik bakımından ilerici bir projedir. Bu anlamda desteklenmesi gereken bir projedir.

*

*) 5-6 Mayıs 2012 tarihinde Diyarbakır'da düzenlenen “Demokratik Özerklikte Ekonomi Sempozyumu”na sunulan konuşma metni.