SOSYALİZMDE ÜCRET POLİTİKASI* (I)
Kavram
üzerine:
Bazı
kavramlar, yanlış çevrilerin kurbanı olmuş. Bunlardan birisi de
emek kavramıdır. Bu ve diğer yazıda emek kavramı bolca
kullanıldığı için, bu kavramın Marksist teoride ne anlama
geldiğini, Marks’ın bu kavramla neyi ifade ettiğini açıklamak
gerekiyor. Aksi taktirde, kavramların yanlış anlaşılmasından
dolayı pekala yanlış sonuçlara varılabilir. Bu nedenle önce bu
kavramın açıklanmasını doğru görüyorum.
Emek
kavramının Türkçe’de yanlış kullanılmasından dolayı, yazı
boyunca çoğu yerde emek derken yanı sıra iş/çalışma
kavramları da kullanıldı. Dikkatsizliğin ürünü olarak çoğu
yerde emek kavramı kullanılmıştır.
Emeğin
değeri var mı?
Bu konuda
Marks, şöyle diyor:
“Burjuva
toplumun görünüşünde, işçinin ücreti, emeğinin fiyatı
olarak, belli bir miktarda emek için ödenen belli miktarda para
olarak görünür. Böylece, herkes, emeğin
değerinden söz eder ve bunun para
olarak ifadesine onun gerekli ya da doğal fiyatı der. Öte yandan,
emeğin pazar fiyatından, yani onun doğal fiyatının üstünde ya
da altında oynamalar gösteren fiyatlarından söz ederler.
Ama
bir metanın değeri nedir? Üretimi için harcanmış olan toplumsal
işin (veya çalışmanın, –bn.)
nesnel şeklidir. Ve biz, onun bu değer büyüklüğünü ne ile
ölçeriz? Onda bulunan emeğin büyüklüğü ile. Öyleyse bu
durumda, sözgelişi 12 saatlik işgücünün değeri nasıl
belirlenir? 12 saatlik işgücünde bulunan 12 çalışma saati ile
demek, saçma bir totoloji olur.
Ve
emeğin, pazarda bir meta olarak satılması için her halükarda
satılmadan önce var olması gerekir. Eğer işçi, emeğine
bağımsız bir varlık verebilseydi, o, emek değil, meta satmış
olurdu.
Pazarda,
para sahibiyle doğrudan doğruya yüz yüze gelen aslında emek
değil, işçidir. Sonuncusunun (işçinin
–çn.) sattığı, kendi işgücüdür.
Onun çalışması fiilen başlayınca, o, ona ait olmaktan çıkmıştır
ve artık onun tarafından satılamaz. Emek, değerin özü ve içsel
ölçüsüdür, ama kendisinin değeri yoktur…
Klasik
politik ekonomi, ‘emeğin fiyatı’ kategorisini, sonra, bu fiyat
nasıl tespit edilir diye sormak için, fazla eleştirmeden günlük
yaşamdan almıştır… Politik ekonominin emeğin değeri diye
adlandırdığı şey, gerçekte, işçinin kişiliğinde var olan…
işgücünün değeridir…”
(Kapital, C. 1, s. 557-561, Alm., Türkçe s. 547-551, Sol Yayınları,
Çeviren Alaattin Bilgi, A. Bilgi’nin çevirisinin bazı yerlerini
değiştirdik.)
Demek
ki emek kavramı bizde yanlış kullanılıyor. Emeğin
değeri yok, ama değer yaratıyor. Değeri olan, işgücüdür.
Nasıl
yanlış kullanıldığın kanıtlamaya gerek yok. Bu yanlışlık
kendi basınımızda da bolca yapılmaktadır. Ama birkaç örnek:
“Evrensel”
gazetesinden:
15
Temmuz 1996 tarihli “Evrensel”
gazetesinde başının üstünde tuğla taşıyan bir Hintli çocuğun
resmine yer verilir. Resmin sol tarafında “..çocuklar,
okul masraflarını karşılamak için
emeklerini satıyorlar”
diye yazılmış. Resmin altına da “Çocuk
emeği
özellikle Asya ülkelerinde
yoğun sömürüye
maruz
kalıyor” açıklaması yapılıyor.
Bu çocuk ne
satıyor? Emeğini mi, tuğlayı mı?Yoksa işgücünü mü?
“Evrensel”
gazetesine göre;
–Emeğini
satıyor.
–Çocuk
emeği… sömürüye maruz kalıyor.
–Emeğin
değeri vardır (satıldığına göre!)
Marks‘a
göre;
–Satılan,
emek değil, işgücüdür.
–
Sömürülen, emek değil, işgücüdür.
– Emeğin
değeri yoktur.
“Evrensel”e
göre bu çocuk,
Marks’ın değeri yok dediği şeyi satıyor.
Marks’a
göre ise bu çocuk tuğla satıyor. Çünkü tuğla, çalışma
süreci içinde harcanan işin sonucunda oluşan metadır. Bu meta,
aynı zamanda, harcanmış işi ifade eden emeği içerir. Yani
burada kapitalist, çocuğun işgücünü satın almış ve satın
alınan bu işgücü, işlevi sürecinde; çalışma sürecinde
–artık işçiye ait olmadığı ve dolayısıyla da değerinin
olmadığı bu süreçte– bir değer yaratıyor. Bu değer de
ifadesini tuğlada buluyor.
Sonuç:
Bu
gazeteye göre “emeğini satan”
çocuk, Marks’a göre tuğla satmış oluyor.
Böylece“Evrensel”,
Marks’ı, Marks olmaktan çıkartıyor.
“Özgürlük
Dünyası”nın, örneğin
82. sayısında (Nisan-Mayıs 1996) yer alan “Kapitalist
Üretim, Proletaryanın Tarihsel Eylemi ve Toplumsal Kurtuluş”
başlığını taşıyan yazıda “döktürülen incilere” bir
bakalım.
–“Emeğin
serbest alım-satımı, emeğin “özgürlüğü”nü ifade eder”
(s. 26).
–“… Emek,
işçi için geçinme aracından başka bir şey değildir”
(s. 29).
–“Emeğin
değişim değeri emeğin ürününün değişim değerinden daha
azdır” (s. 31).
–“Sermaye
ancak ücretli emek yaratarak çoğalabildiği gibi…”
(s. 32).
–“Demek
ki değerin kaynağı emektir…”s.
32).
– “Onun
(emeğin) ölçü birimi zamanıdır”
(s. 32).
– “Emeğin
kendisi bir metadır; ama o herhangi bir meta değil, değer yaratan
metadır ve satın alınmasının nedeni, potansiyel olarak içerdiği
değerlerinden ötürüdür” (s. 32).
–“Bir
metada harcanmış emek büyüklüğü, yani emek gücü miktarı…
ne kadar büyükse kapitalistin karı da o kadar büyük olur”
(s. 34).
– “Emeğin
doğal fiyatı asgari ücrettir” (s.
35).
–“Rekabet
…tüm metalar gibi, bir meta
olan canlı emeğin fiyatının
düşmesine sebep olur” (s. 39).
Marksizm’den:
– “… İşçinin
sattığı, kendi işgücüdür… Emeğin kendisinin değeri yoktur”
(Marks, Kapital, C. I, s. 559).
– Geçimlerini
sağlamak için işçiler, işgüçlerini satarlar.
– Emeğin
değeri olmadığına göre değişim değeri de yoktur.
– Değeri
olmayanın, ücreti nasıl olur?
“Ücretli
emek” kavramı yanlıştır. Doğrusu:
“çalışma”
veya “iş ücreti”
veya da yalın olarak “ücret”.
–“Bu
metanın (işgücü –çn.)
özgün kullanım değeri, değerin kaynağıdır”
(Kapital, C. I, s. 208). Yani, meta olarak işgücünün kullanım
değeri, değerin kaynağıdır.
–Değeri
olmayan bir şeyin ölçü birimi de olmaz. “İşgücünün
değeri… kendisini yeniden üretmesi
için zorunlu iş zamanına eşittir”
(Kapital, C. 1. s. 184).
–”Emek,
değerin özü ve içsel ölçüsüdür, ama kendisinin değeri
yoktur… politik ekonominin (buna ÖD
diyebilirsiniz –çn.), emeğin değeri
diye adlandırdığı şey, gerçekte işçinin kişiliğinde var
olan… işgücünün değeridir”
(Kapital, C. 1, s. 561).
– Değeri
olmayan şeyin (emek) büyüklüğü de olmaz.
ÖD, burada emeği alınıp-satılır yaptığı için (meta olarak
gördüğü için) ona değer veriyor. Ayrıca ve en önemlisi,
kapitalist, emeğin değerini öderse kâr edemez. Ve
“emek büyüklüğünü”, “emek gücü” (bunun
bilimsel adı işgücüdür) ile eş anlamda kullanırsan –ÖD bunu
yapıyor- tam bir kapitalist gibi konuşmuş olursun;
“emeğinizin değerini veriyorum”
vs.
– “Emeğin
doğal fiyatı asgari ücrettir”
tespitini yapan, herhangi bir burjuva aydın, bir kapitalist veya bir
taşra/kasaba zengini değil. Bu, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in
resimlerini kendine logo yapmış olan “Sosyalist
teori ve politika dergisi Özgürlük Dünyası’dır.
“Burjuva
toplumun görünüşünde işçinin ücreti, emeğin fiyatı olarak,
belli bir miktarda emek için ödenen belli miktarda para olarak
görünür.”(Kapital, C. I, s. 557).
Gerisini yukarıdaki alıntılardan çıkartabilirsiniz.
Fiyatı
olan emek değil, işgücüdür ve ücret de (işgücünün fiyatı),
işgücü değerinin para ile ifade edilmesidir. “…partimiz,
ücretin, göründüğü
gibi, emeğin değeri (ya
da fiyatı)
değil de, yalnızca işgücünün
değerinin (ya da fiyatının) kılık değiştirmiş bir biçimi
olduğu yolundaki bilimsel görüşü benimsemiştir” (K.
Marks-F. Engels; Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi, Seçme
Yazılar, C. II, s. 21).
Marks ve
Engels böyle diyorlar. Ama onların dediğinin, bu kavramı yanlış
kullanmakta ısrar edenler için beş paralık önemi/değeri yok!
İnter
Yayınları’ ndan:
SSCB Ekonomi
Enstitüsü Bilimler Akademisi Politik Ekonomi, Ders Kitabı, C. I
Önce bir
keyfiyet örneği:
“Arbeit”,
“Labour”.
Emek, iş, çalışma. Bu kelimenin yalın halde geçtiği yerlerde,
yer yer çalışma, yer yer emek sözcüğünü kullandık”
(s. 13, Dipnot).
Demek
isteniyor ki emek, iş ve çalışma ile eşit anlamlıdır ve biz,
bunu çeviride nasıl uygun gördüysek öyle kullandık.
Çevirmenin
bu keyfiyetinin ceremesini okur çekiyor. Şöyle; “Çalışma
yoluyla, insanımızı maymunun önekstremiteleri (uzuvları, çn.)
insan eli haline dönüştü” (s.
25). Bu çeviri doğrudur.
“Çalışma
ve heceli dil, insan organizmasının mükemmelleşmesinde, beyinin
gelişmesinde tayin edici etkide bulundu”
(s. 26).
Bu çeviri
de doğru.
“Emek
sürecinde, insanın algılama ve tasavvur çemberi geniş duyu
organları mükemmelleşti. İnsanın iş görmesi, hayvanların
içgüdüsel davranışlarından farklı olarak, yavaş yavaş
bilinçli faaliyete dönüştü.
Böylelikle,
“emek” tüm insan yaşantısının ilk temel koşuludur. Ve hem
de öyle bir derecede ki, belli bir anlamda, o bizzat insanı
yaratmıştır, dememiz gerekir’ (Engels). İnsan toplumu emek
yoluyla oluştu ve gelişmeye başladı”
(s. 26).
Emeği,
işgücünün, çalışma süreci sonucunda üretilmiş olan metada
ifadesini bulan olgu olarak; harcanmış ürün/meta ile bütünleşmiş
işgücü olarak tanımlarsak, şöyle bir durumla karşılaşıyoruz.
Son iki alıntıyı göz önünde tutarak, örnek olarak, bir baltayı
ele alalım. Balta bir metadır ve aynı zamanda harcanmış
işin/işgücünün de bir ifadesidir.
Bu durumda
çeviri şu anlama geliyor.
“Balta”,
‘insanın algılama ve tasavvur çemberini genişletti, duyu
organlarını mükemmelleştirdi.
“Böylelikle
‘balta’,
tüm insan yaşantısının ilk temel koşuludur ve bizzat balta, bir
anlamda insanı yarattı…”.
Bu çeviriye
göre, insanımsı maymunlar, baltaya bakarak algılama ve tasavvur
çemberlerini genişlettiler, duyu organlarını mükemmelleştirerek
insan oldular.
Madem ki
baltaya bakılarak insan olunuyorsa, nalbant dükkanına bakan
develer neden insan olamadılar? Herhalde insanımsı deve
olmadıkları için!
İş,
çalışma ve emek gibi kavram ve kategorilerin keyfi kullanımı
bilimsel bir kitabı bu hallere düşürmüştür.
“Metanın
değer büyüklüğü,
emek zamanı tarafından belirlenir”
(s. 102).
Hani emeğin
değeri yoktu? Bunu bir kenara bırakalım.
Emek,
kendisini metanın değerinde ifade ettiğine göre, kendi kendini
nasıl ölçecek?
Bilinmiyor!
Doğru;
“Metanın değer büyüklüğü, iş
(veya çalışma) zamanı
tarafından belirlenir.”
“Emek
üretkenliği, belli bir çalışma
zamanı birimi içinde yaratılan ürün miktarıyla belirlenir”
(s. 102).
“Emek
yoğunluğu, belli bir zaman
birimi içindeki emek sarfıyla belirlenir”
(s. 102).
Sayfa
102’deki ilk alıntıda “emek
zamanı” ve ikinci alıntıdaki
“çalışma zamanı”
bir sürecin ifadesidir. Aynı kavram son alıntıda sarf edilen bir
güce, enerjiye dönüştürülmüş.
Doğrusu;
“emek üretkenliği”
değil “iş üretkenliği”,
“emek
yoğunluğu”
değil “iş yoğunluğu”
ve “emek sarfıyla”
değil “iş
sarfı”yla.
“Kapitalist
ev işi, parça başı ödenen,
işveren tarafından sağlanan malzemenin evde işlenmesidir” (s.
123).
Bu
çeviri doğru. Ama bunu sayfa 102’deki ilk çeviriyle
karşılaştıralım. Neden burada “kapitalist
ev emeği”
denmiyor. Denir de, denmez de, çünkü çevirmen sayfa 13’teki
dipnotuyla, kavramları nasıl uygun görürse öyle kullanacağı
keyfiyetini kendinde gördüğünü açıklamış! (Esas neden,
alışkanlıktır. Çünkü Türkçede “ev emeği” kavramı
kullanılmaz, bunun yerine “ev işi” kavramı kullanılır).
Şayet
emek, işgücünün, metada ifadesini bulan harcanmışlık haliyse,
iş veya çalışma da işgücünün harcandığı süreç ise, bu
durumda “gerekli emek zamanı”,
“artı emek zamanı” olmaz, olması
gereken, gerekli veya
zorunlu çalışma zamanı ve artı çalışma zamanıdır.
“Kapital”
çevirisinden:
Çeviren:
Alaattin Bilgi
Böyle
kapsamlı ve Marksizm’in temeli olan bir eseri dilimize
kazandırmak, Marksizm’in Anadolu coğrafyasında yaygınlaşmasına
büyük bir hizmettir. Saygı gösterilmesi gereken bir iş. Biz bu
saygıyı gösteriyoruz. Ama bu, söz konusu çeviride bir dizi
hataların, kavram kargaşasından veya kavramların kavranmamasından
ileri gelen hataların olduğunu belirtmemizi engellemez.
İşgücünün
tanımlanması:
“İşgücü
veya da çalışma kabiliyeti sözünden insanın, kendisinde bulunan
ve hangi türden olursa olsun bir kullanım
değeri üretirken harcadığı ussal ve
fiziksel yeteneklerinin bütününü anlıyoruz.”
(K. Marks, Kapital, C. I, s. 183, Alm.)
Bu
tanımlamaya göre işgücü, insanın çalışma yeteneğinin,
fiziki ve ussal gücünün bütünüdür ve insan, bu gücünü,
maddi değerlerin üretiminde kullanır veya harekete geçirir.
İşin
tanımı:
“Her
şeyden önce iş, insan ve doğa arasındaki bir süreçtir. Bu,
insanın kendisi ile doğa arasındaki maddi tepkilemeleri dilediği
şekilde başlattığı, düzenlediği ve denetlediği bir süreçtir.
İnsan, doğanın ürünlerini kendi gereksinimlerine uygun bir
biçimde ele geçirebilmek için kollarını, bacaklarını,
kafasını, ellerini ve vücudunun doğal güçlerini harekete
geçirerek, doğa güçlerinden birisi olarak onun karşısına
geçer.” (K. Marks, Age., s. 192).
Bu
tanımlamaya göre iş, insan ile onu çevreleyen doğa arasında
gerçekleştirilen bir süreçtir. Bu süreç içinde, üretim
aletleriyle donatılmış olan insan, üretim tecrübesiyle doğayı
değiştirir ve iş nesnelerini kendi ihtiyacına uygun hale getirir.
Genel
olarak iş: “Şimdi
iş ürünlerinden geriye kalana bakalım. Bu, her birinde, aynı
düşsel bir gerçekten, türdeş insan çalışmasının, yani
harcanış formu ne olursa olsun, insan işgücünün harcanışından
ibarettir.” (A. Bilgi, burada “insan
işgücünün harcanışını”,
harcanış sürecini “harcanmış emek
gücü” diye çeviriyor. Bunlar;
harcanmış olmak ve harcanma süresi bir ve aynı anlama gelmez).
“Bir
yandan, her türlü iş, fizyolojik anlamda, insan işgücünün
harcanışıdır ve bu, aynı insan veya da soyut insan işi oluşu
özelliği içinde o, meta değerini oluşturur. Diğer taraftan, her
türlü iş, insan gücünün, özel bir biçimde ve belirli bir
amaca yönelik olarak harcanışıdır ve bu somut yararlı iş
özelliği ile kullanım
değerlerini üretir.” (K. Marks,
agk. s. 52, 53, 56, 57, 58, 59, 61).
“İşgücü
kullanımı, işin kendisidir. İşgücünü satın alan, satanı
çalıştırarak bu işgücünü tüketir.”
(K. Marks, agk., s. 192).
Çalışma
sürecinin tanımı:
“Öyleyse,
çalışma sürecinde insanın faaliyeti, iş araçlarının yardımı
ile üzerinde çalışılan malzemede, başlangıçta tasarlanan bir
değişikliği meydana getirir. Süreç, üründe sona erer…
Çalışma süreci, kullanım değerleri üretimi ve doğal
maddelerin insan gereksinimlerini karşılar hale getirilmesi
amacıyla girişilen bir eylemdir.”
(K. Marks, agk. s.195, 198).
Almanca’da
iş kavramının karşılığı “Arbeit”tır.
Emek sözcüğü ise Marks ve Engels’in en az kullandıkları
sözcüklerden biridir. Bunun Almanca karşılığı “geleistete
Arbeit”
veya “verausgabte Arbeit”tır.
(Her ikisi de “harcanmış iş”
anlamına gelir.)
Peki emek
nedir, bu kavramdan anlaşılması gereken nedir?
İş veya
çalışma, insanın amaca uygun faaliyetidir. İnsan, bu faaliyet
süreci içinde doğa maddelerini kendi gereksinimlerini gidermek
amacıyla değiştirir. İnsanın bu faaliyet süreci, iş/çalışma
süreci sonucunda yarattığı değerde ifadesini bulan, emektir. O
halde emek, iş/çalışma sürecinde harcanmış olan işgücünün
metada cisimlenen yoğun ifadesidir. Öyleyse emek, harcanmış
işgücü demektir.
İş/çalışma,
işgücünün harcanma, harcanıyor
olduğu süreci ifade ederken, emek, bu
sürecin sonuçlanmışlığını; işgücünün harcanmışlık
durumunu ifade eder. Burada,
Almanca’daki “Verausgabung der
Arbeitskraft”, işgücünün, çalışma
sürecinde harcanıyor oluşunu, “verausgabte
Arbeitskraft” veya “geleistete
Arbeit” ise işgücünün
harcanmışlık durumunu; emeği ifade eder.
Şimdi bir
de emek kavramının “Kapital”de nasıl ifade edildiğine
bakalım:
“Keten
bezi değerini oluşturan emeğin özgün karakterini ifade etmek
yetmiyor. Akışkan halindeki insan işgücü veya insan çalışması
değeri oluşturuyor, ama kendisi değer değildir. O, donmuş
durumda, nesnel bir formda değer olur”
(K. Marks, Kapital, C. I, s. 65).
Marks burada
çok açık bir şekilde iş/çalışma ile işgücünün harcanışı
ve harcanmış hali emek arasındaki farkı bu iki cümlede yoğun
olarak ifade ediyor. Keten bezinin değerini oluşturan, çalışma
sürecinde harcanmış olan işgücüdür, yani emek. Akışkan
haldeki işgücü, çalışma sürecinde faal olan işgücüdür.
Değer,
çalışma sürecinde oluşuyor. Ama değeri oluşturma sürecindeki
çalışmanın/işin, “akışkan
halindeki işgücü”nün değeri yok,
çünkü kapitalist tarafından satın alınmıyor. (Bu çalışma
süreci başlamadan önce satın alınan işgücü ile çalışma
sürecindeki işgücü arasındaki farktır.)
Akışkan
haldeyken değeri olmayan işgücü, donmuş durumda, kendisini bir
nesnede –metada– ifade ettiği durumda bir değer alıyor,
metanın değeri.
Bu durumda;
emek değeri yaratır, ama kendinin değeri yoktur sözü yanlış
oluyor.
Bunun
doğrusu şudur; iş/çalışma, değer yaratır, ama kendisinin
değeri yoktur.
Marks’ın
sözü ile ifade edecek olursak; “Akışkan
halindeki insan işgücü veya insan çalışması değeri
oluşturuyor, ama kendisi değer değildir.”
Şayet,
emek değer yaratıyor, ama kendisi değer değildir dersek
böylelikle Marks’ın “O,
(akışkan halindeki insan işgücü, çn) donmuş
durumda, nesnel bir formda değer olur”
sözünü reddetmiş oluruz, yani metanın değer taşıdığını
reddetmiş oluruz.
“Öyleyse
çalışma sürecinde insanın faaliyeti, iş araçlarının yardımı
ile üzerinde çalışılan malzemede, başlangıçta tasarlanan bir
değişikliği meydana getirir. Süreç, üründe sona erer. Onun
ürünü, bir kullanım değeridir, biçim değişimiyle insanın
gereksinimlerine uygun hale getirilen doğa maddesi, iş, kendisini,
konusu ile birleştirmiştir. O, maddeleşmiştir ve konu,
işlenmiştir.” (K. Marks, agk. s.
195).
Çalışma
sürecinde insan faaliyeti; “akışkan
haldeki işgücü”, iş araçlarının
yardımıyla üzerinde çalışılan nesneyi değiştiriyor. Bu
değiştirme sürecinin (çalışma süreci) sona ermişliği veya da
“akışkan haldeki işgücü”nün
“donmuş haline” dönüşmesi,
ifadesini üründe buluyor. “Akışkan
haldeki işgücü”nün, çalışma
sürecinden geçerek; maddeyi işleyerek “donmuş hale” gelmesi
bir kullanım değeri, bir meta üretimi olmaktan başka bir anlam
taşımaz. Böylelikle çalışma veya iş, konusuyla veya amacıyla
–kullanım değeri/meta üretmek– birleşmiş oluyor ve böylece
maddeleşiyor ve bu maddeleşme, amacının –kullanım değeri/meta
üretimi– işlenmesi anlamına geliyor.
Burada
çalışma sürecinin sona ermesi ve ifadesini üründe bulması
“akışkan haldeki işgücünün”,
yani değer yaratan bu gücün, ifadesini üründe bulması, onun
emeğe dönüşmesi; “donmuş haline”
dönüşmesi, “maddeleşmesi”
anlamına gelir. Burada iş/çalışma ile emek arasındaki fark açık
bir şekilde görülüyor. Ama, A. Bilgi çevirisinde bu farkı
dikkate almıyor ve sürekli emekten bahsediyor ve bizler de bu
yanlışı tekrarlıyoruz.
Burada
da görüyoruz ki, emek, çalışma/iş sürecinde işgücü
harcanmasının maddeleşmesidir, ifadesini bir metada bulmasıdır.
Bu anlamda insanı insan yapan, “donmuş
haldeki” işgücü, yani maddeleşmiş
işgücü, yani meta –baştaki örneğimizde de balta– değil,
çalışma sürecinin kendisidir; balta yapma, üretim sürecidir.
Bunun içindir ki, develer, nalbant dükkanına bakmakla insan
olamazlar, ama nalbant dükkanı yapmaya kalkışırlarsa, yani, bir
kullanım değeri üretme sürecine girerlerse belki de insan olurlar
(!)
“Şimdi
ürün; iplik, pamuk tarafından emilen işin sadece bir ölçüsüdür…”
(K.Marks, agk. s. 204)
Burada
iş; “pamuk tarafından emilen iş”,
yani harcanmış işgücü, emek anlamına gelmektedir ve ifadesini
üründe, somutta da iplikte bulmaktadır.
Burada,
kavram kargaşasının neye mal olduğunu gösteren bir örnek
verelim. A. Bilgi’nin çeviri mantığına göre hareket edelim ve
“emek, değer yaratır, ama kendisinin değeri yoktur” diyelim.
Bakın hangi
durumla karşı karşıya kalıyoruz.
“Ama
ürün, iplik, şimdi pamuğun emdiği emeğin bir ölçüsünden
başka bir şey değildir.” (Kapital,
C.I, s. 205, A. Bilgi çevirisi).
Burada
iş/çalışma kavramıyla emek kavramı birbirine karıştırılmış.
A. Bilgi’den aktardığımız ilk çeviride “pamuğun
emdiği emeğin” veya iplikte
ifadesini bulan harcanmış işgücünün pekala bir değeri vardır.
Ama ikinci alıntıda iş kavramı, emek diye çevrildiği için,
emeğin değeri yoktur deniyor. Değeri olmayan iştir/çalışmadır,
“akışkan haldeki işgücüdür”,
değeri olan “donmuş haldeki”,
maddeleşmiş haldeki, ifadesini üründe bulan harcanmış işgücüdür
(emek) bu fark, yukarıdaki çeviri örneğinde görülmüyor.
“Canlı
emek”, “somutlaşmış emek” yok.
“Canlı emek” ile kastedilen “akıcı
iş”tir. Yani çalışma sürecindeki
işgücünün faal halidir. “Somutlaşmış
emek” ise üründe ifadesini bulan,
“donmuş iş”tir yani ürünle,
metayla bütünleşmiş iştir. İşte bu, gerçek anlamda emektir.
Madem
ki, bu formlar birbirinden farklı değillerse, Marks, neden farklı
formlardan bahsediyor? Bu iki form arasında belli bir fark var:
Birisi çalışma süresini [artı iş (veya çalışma)/zorunlu iş
(veya çalışma)] ifade ederken, yani akıcı işin/çalışmanın
ifadesi olurken, ikincisi bu sürecin sonuçlanmasını ifade
ediyor. Birincisi, çalışma sürecinde işgücünün maddeleşmesi
veya maddeleşiyor oluşu anlamına gelirken, ikincisi de maddeleşmiş
hali, “donmuş hali”
ifade ediyor. Artı değerin elde edilmiş olması, çalışma
sürecinin (artı iş/zorunlu iş) sona ermiş olduğunun ifadesidir.
Başka bir
nokta:
“Emeğin,
pazarda, bir meta olarak satılabilmesi için her şeyden önce,
satılmadan önce varolması zorunludur”(K.
Marks, agk. s. 548, A. Bilgi çevirisi).
Bu
çeviri doğru değil. Emek, “donmuş
iş” olduğu ve ifadesini bir metada
bulduğu için, yani maddeleştiği için pazarda satılır. Zaten
her alış-verişte yapılan da bu. Ama pazarda satın alınmayan,
satın alınabilmesi için önceden varolması gereken çalışma
sürecinde faal olan “akıcı iş”tir.
Değeri yaratan, çalışma sürecindeki
“akıcı iş”tir. (İşte değeri
olmayan da bu). Kapitalist, bu “akıcı
iş”i değil, soyut olarak işgücünü
satın alıyor. Çevirideki “emeğin”
kavramı yerine “işin” veya
“çalışmanın” kavramı
kullanılmalıydı.
Emek
kavramıyla ilgili son bir örnek:
“Maddeleşmiş
işten (ki bu emektir –çn)
başka bir şey olmayan değerin doğasından ve maddeleşme
sürecinde olan işten başka bir şey olmayan faaliyet halindeki
işgücünün doğasından, işgücünün, işlevini yerine getirdiği
sürece sürekli değer ve artı değer yarattığı, işgücü
yönünden, hareket ve bir değerin yaratılması olarak görünen
şeyin, onun ürünü yönünden, bir durgunluk durumu
içerisinde yaratılan değer olarak
göründüğü sonucu çıkar” (K.
Marks, Kapital, C. II, s. 224, bizim çevirimiz).
Aynı yeri
A. Bilgi şöyle çeviriyor.
“Maddeleşmiş
emekten başka bir şey olmayan değerin niteliğinden, bu
maddeleştirme sürecindeki emekten başka bir şey olmayan faal emek
gücünün niteliğinden, emek gücünün işlevini yerine getirdiği
süre boyunca sürekli değer ve artı değer yarattığı; emek gücü
yönünden, hareket ve bir değerin yaratılması olarak görünen
şeyin, onun ürünü yönünden bir durgunluk durumu içerisinde
yaratılan değer olarak göründüğü sonucu çıkar”
(s. 202).
A.
Bilgi, maddeleşmiş iş (emek) ile maddeleşme sürecinde olan
faaliyet; Marks’ın deyimiyle “hareket
ve bir değerin yaratılması” süreci
arasında hiçbir fark görmüyor. Maddeleşmiş emek, ifadesini
metada buluyor. “Hareket ve bir
değerin yaratılması” süreci ise
çalışma sürecidir ve bu süreçte harcanan işgücüdür,
işgücünün harcanışı iştir/çalışmadır. Değer bu süreçte
yaratılıyor. Yani meta bu süreçte oluşuyor. Bu, bir şeyin
–değerin/metanın– oluşma süreciyle oluşmuşluk hali
arasındaki farktır. A. Bilgi, çevirisinde bu farkı koymuyor.
“Emek-gücü”
kavramı yanlıştır. Bunun doğrusu “işgücü”dür
ve kapitalist, pazarda “emek gücü”
değil “işgücü”
satın almaktadır.
Kapitalist
aptal mı? Madem ki, “emeğin”
değeri yok, o halde değeri olmayan bir şeyi niçin satın alsın!
*
I-SOSYALİMZMDE
ÜCRET POLİTİKASI VE SOVYET PRATİĞİ
- Emeğin (işin/çalışmanın) toplumsal karakteri,
- Emeğin (işin/çalışmanın) toplumsal örgütlemesi,
- Emeğin (işin/çalışmanın) toplumsal ücretlendirilmesi ve
- İş gücünün yeniden üretimi ve dağıtımıyla ilgili ekonomik yasalar, söz konusu tarihsel süreçte hakim konumda olan üretim biçimi tarafından belirlenirler.
Sosyalizmde
emeğin temel özelliklerinden birisi, doğrudan toplumsal olmasıdır.
Sosyalizmde her bir bireyin/çalışanın emeği, bilinçli ve planlı
olarak toplam çalışmaya/emeğe dahil edilir; her birey, dolaysız
olarak toplum için çalışır. Sosyalizmde bir bütün olarak
toplum, her bir bireyin enerjisinin/işinin azami başarılı
olmasına ilgi duyar.
Sosyalizmde
çalışma, Stalin’in dediği gibi “bir
onur meselesidir”.
Sosyalizmde
emeğin (çalışmanın/işin) başka önemli bir özeliği de, şehir
ile kır arasındaki; sanayide çalışma ile tarımda çalışma
arasındaki antagonist zıtlıkların aşılması sorunudur.
Sosyalizmin
zaferi, aynı zamanda, zihni ve fiziki çalışma arasındaki
zıtlığın tedricen yok edilmesi demektir.
“Tüketim
araçlarının dağıtımı, bizzat üretim koşullarının
dağıtımının bir sonucundan başka bir şey değildir. Ama bu
dağıtım, üretim biçiminin kendisinin özelliğidir. Örneğin
kapitalist üretim biçimi, maddi üretim koşullarının sermaye
mülkiyeti ve toprak mülkiyeti biçiminde, çalışmayan kişilere
dağıtılmasına, buna karşılık yığının yalnızca kişisel
üretim koşulunun, iş gücünün sahibi olması olgusuna dayanır.
Eğer üretimin unsurları bu biçimde dağıtılırsa, tüketim
araçlarının bugünkü dağıtımı, bundan kendiliğinden çıkar.
Üretimin maddi koşulları, işçilerin kendilerinin kolektif
mülkiyeti olunca, tüketim araçlarının bugünkünden değişik
bir dağılımı, aynı biçimde, bu yeni durumun sonucu olacaktır”
(1).
Demek oluyor
ki, ücretlendirmenin nasıl olacağı hakim üretim biçiminin
karakterine bağlıdır. Kapitalizmde bunun nasıl olduğunu
yaşıyoruz. Ama sosyalizmde nasıl olmalı?
Bolşevikler,
Ekim Devriminden hemen sonra bu soruyu kendilerine sorarak ücret
politikası; ücretlendirme ilkeleri tespit etmeye; sosyalizmde
ücretlendirmenin nasıl olması gerektiği üzerine denemelere
giriştiler. Tecrübeden yoksundular ve sadece Marks ve Engels’in
konuya ilişkin bazı teorik saptamalarını biliyorlardı.
1-Ücret
Politikasının El Yordamıyla Geliştirilmesi
Sosyalist
üretim biçimi (toplum formasyonu) bir geçiş formasyonudur.
Kapitalist sistemden komünist sisteme ancak sosyalist sistem
yaşanarak geçilebilir. Sosyalist toplum, ”kendi
temelleri üzerinde gelişmiş
olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu
şekliyle bir komünist
toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün
bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ
taşıyan bir toplumdur“ (2).
Sosyalist
düzende
”birey olarak üretici (gerekli
indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam
karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak,
kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü, bireysel
çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin birey
olarak çalışma zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu
kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar
emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için
sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve bu belge
ile, toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir
tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu
aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır.
Besbelli
ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde,
meta değişimini düzenleyen ilkenin aynıdır. İçerik ve biçim
değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse
emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin
mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey
geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların
dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine
hükmeden ilkeden farksızdır: bir biçimdeki belli bir miktar emek,
başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir.
Demek
ki, meta değişiminde eşdeğer değişimi yalnızca ortalama
olarak
varolduğu, tek tek durumlarda olmadığı halde, ilke ile pratiğin
ortak çekişme içersinde olmamasına karşın,
eşit
hak,
burada, hâlâ -ilke olarak- burjuva
haktır.
Ama
bu ilerlemeye karşın, eşit
hak,
hâlâ burjuva sınırlar içersinde kalmaktadır. Üreticinin hakkı,
sunmuş olduğu emekle orantılıdır; buradaki eşitlik, ölçümün
eşit bir ölçüt ile, emek ile yapılması olgusudur.
Ama bir insan, bedensel ya da
zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir, böylece aynı
süre içersinde daha fazla emek sağlayabilir ya da daha uzun süre
çalışabilir; ve emeğin bir ölçü görevi yerine getirebilmesi
için, süresi ve yoğunluğu saptanılmalıdır, yoksa bir ölçü
birimi olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için
eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü
herkes bir diğeri gibi yalnızca bir işçidir; ama eşit olmayan
bireysel yetenekleri ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir
ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Demek
ki
bu,
özünde,
her
hak
gibi
eşitsizliğe
dayanan
bir
haktır.
Niteliği gereği hak, ancak aynı ölçüt kullanıldığında söz
konusu olabilir; ama eşit olmayan bireyler (ve bunlar eşit
olsalardı ayrı ayrı bireyler olamazlardı) yalnızca aynı açıdan
değerlendirildiklerinde, yalnızca belirli bir yönden ele
alındıklarında, örneğin, bu durumda olduğu gibi, geri kalan her
şeyden tecrit ederek yalnızca işçi
olarak
hesaba katıldıklarında, aynı bir ölçütle ölçülebilirler.
Ayrıca, bir işçi evlidir, öteki değildir; birinin ötekinden
daha çok çocuğu vardır, vb., vb. Bu durumda eşit emek sarf
ettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit
ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri
gerçekten ötekinden çok alacaktır, biri ötekinden daha zengin
olacaktır, vb. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için hak,
eşit olacak yerde, eşit olmamalıydı.
Ama
bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist
toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci
evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun
iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel
gelişmeden daha yüksek olamaz” (3).
Demek
oluyor ki sosyalizmde ücret sorununda eşitlemecilik olamaz,
olmamalıdır. Ama sosyalizmin inşası ilerledikçe; üretici güçler
geliştikçe ve toplumun kültür seviyesi yükseldikçe sosyalizme
özgü olan ücrette eşitsizlik; sosyalizmde emeğe göre dağıtım
ilkesi, yerini komünizmde dağıtım ilkesine bırakacaktır. Bu
toplumda; ”komünist toplumun daha
yüksek … evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun
eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği
arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emeğin,
yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi
haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle
birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif
zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra -
ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış
olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir:
"Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!"
(4).
Muzaffer Ekim Devrimiyle birlikte hayaller yayılmaya
başlamıştı. Devrim sonrasının ilk günlerinde işçiler,
iktidarda olduklarını hissetmeye başladıklarında yaşam
koşullarının iyileştirilmesini talep etmeye başlamışlardı.
Bu, anlaşılır bir istekti. İlk taleplerinden birsi, bazı çalışma
mekanizmaları hızının yüzde 10 ila yüzde 20 oranında
yavaşlatılması olmuştu. Nitekim yaklaşık aynı oranlara tekabül
edecek şekilde günlük çalışma saati düşürüldü. Bir saatlik
çalışma yoğunluğunu ikiye katlayan akort tarifeleri tasfiye
edildi. İşletmecilerin ve yardımcılarının otoritesi neredeyse
sıfırlandı. Mühendisler ve ustalar kapı dışarı edildiler.
Çalışma disiplini bozuldu. İş verimliliği düştü.
İşçiler, ücret sorununu bildikleri gibi
çözüyorlardı, çalışma koşulunu bildikleri gibi düzenlemeye
çalışıyorlardı. Ücret sorununu spontane biçimde ele
alıyorlardı.
Bolşevikler
açısından sorun, komünist toplumun ilk evresinde; sosyalizmde
ücretlendirmenin nasıl olması gerektiğiydi.
Bolşeviklerin
elinde yararlanabilecekleri, onlara ilham kaynağı olabilecek
herhangi bir tecrübe yoktu. Teoriyi pratikte sınamaya başladılar.
Bu konuda belli bir politika oluşturmaları da zaman aldı.
Aralık
1917’de demiryollarında çalışanların ücretlendirilmesi için
bir ücret tarifesi yürürlüğe konur. Demiryolu, savaştan dolayı
yıkıma uğramış olan ulusal ekonominin yeniden inşasında önemli
bir rol oynadığı için ücretlendirme sistemi öncelikle bu
sektörde oluşturuldu.
Temmuz
1918’de Halk Komiserleri Konseyi, ülkenin büyük sanayi ve idare
merkezlerinde çalışan işçilerin ve ücretli memurların
ücretlendirilmesi üzerine ücret cetveli oluşturma kararı alır.
Kalifiyelik durumu, üretim tecrübesi, işin karmaşıklığı,
kapsamı ve sorumluluk göz önünde tutularak işçiler ve ücretli
memurlar 4 ücret grubuna ayrılır. Her bir grup da çok sayıda alt
gruplardan oluşur. En düşük ve en yüksek ücret tarifesi
arasındaki fark 1’e 2,3’tür: 1:2,3.
Bu ücret
tarifesi bazı değişikliklerden sonra bütün SB için geçerli
kabul edilir.
1919’da
Sovyet Sendikaları Merkez Konseyi’nin önerisi üzerine 35 ücret
grubundan oluşan bütünlüklü bir ücret tarifesi uygulanmaya
konur. Bu gruplardan ilk 14’ü işçiler için, geriye kalanları
da mühendislik-teknik alanda çalışanlar için geçerlidir. En
düşük ve en yüksek grup arasındaki fark 1’e 5’ti, yani 1:5.
(‘70’li yılların SB’nde de en düşük grupla en yüksek üret
grubu arasındaki fark aynıydı: 1’e 5).
Bu ücret
tarifesi bütün ulusal ekonomi, bütün ülke için geçerliydi. Bu
tarifeyle cinsiyet, yaş, milliyet farklarından kaynaklanan bütün
ücret farkları tasfiye edildi.
Aynı
nitelikte ve aynı nicelikte olan iş için aynı ödemenin; eşit
işe eşit ücret güvence altına alınır.
İşgücünün
genişletilmiş yeniden üretimini; artan ihtiyaçlar bazında
yeniden üretimini teminat altına almak için, temel gıda
maddelerinin fiyat seviyeleri göz önünde tutularak, bölgelere
göre miktarı farklı olan asgari ücret tespiti yapılır.
İşçi ve
ücretli memur ücretlerinin bölgelere göre düzenlenmesi için ilk
tedbirler daha Aralık 1917’de alınmıştı. Arkasından demiryolu
için ücret tarifesi yürürlüğe kondu. Böylece devrimin ilk iki
yılında ülke, ücret tarifesine göre 10 ücret tarifesi
bölgesine ayrıldı. Petrograd ve Kuzey Kutbu bölgesi, en yüksek
ücret bölgesiydi. Buna karşın Uzak Doğu ve Sibirya en düşük
ücret bölgesiydi (Bunun nedeni o dönemde Sibirya ve Uzak Doğuda
temel gıda maddelerinin ucuz olmasıydı).
Eylül
1918’de bölgelere göre ücret düzenlemesi, bütün ekonomide
geçerli kılındı.
Mart 1919’da
en düşük ve en yüksek tarife bölgesi arasındaki ücret tarife
farkı, 10 tarife bölgesine göre, yüzde 80 idi.
Aynı
dönemde Lenin de ücret politikasına ilişkin olarak şunları
söylüyordu:
Ekim
Devriminden birkaç ay önce, Nisan 1917’de Lenin, ücretlerle
ilgili olarak, “Şimdiki Devrimde
Proletaryanın Görevleri Üzerine”
makalesinde (“Nisan Tezleri”) şu tespiti yapıyordu:
“Seçime ve her an görevden geri alınmaya
tabi olması gereken tüm görevlilerin, iyi bir işçinin ortalama
ücretinden daha fazla ücretlendirilmemesi gerekir”
(5).
„Devlet
ve Devrim“ yapıtında, kurulmakta
olan Sovyet düzenini, Marks’ın tanımladığı gibi; „her
bakımdan ekonomik, ahlaki ve düşünce olarak halen rahminden
çıktığı toplumun damgasını taşıyan“
toplum olarak tanımlıyor ve böyle bir toplumda ücret sorununa
çözüm arıyordu (6).
Vardığı
sonuç şöyle:
”Demokrasi,
eşitlik demektir. Proletaryanın, sınıfların
ortadan kalkması anlamında
olmak koşuluyla, eşitlik ve eşitlik sloganı için proletaryanın
mücadelesinin taşıdığı çok büyük önem kolay anlaşılır.
Ama demokrasi yalnızca biçimsel
eşitlik anlamına gelir. Ve bütün toplum üyelerinin üretim
araçları mülkiyetine göre
eşitliği, yani emek eşitliği, ücret eşitliği gerçekleşir
gerçekleşmez, biçimsel eşitlikten gerçek eşitliğe, yani
"herkesten yeteneklerine göre, herkese gereksinimlerine göre"
ilkesinin gerçekleşmesine geçmek için, insanlığın karşısına
tamamlanması gereken yeni bir ilerleme sorununun dikildiği
görülecektir. İnsanlık bu yüce ereğe doğru hangi evrelerden,
hangi pratik önlemlerden geçerek gidecektir, bilmiyoruz, bilemeyiz
de“(7).
”Kayıt
ve denetim: komünist toplumun, ilk
evresinde, hem "yoluna
konması", hem de düzenli işlemesi için özsel olan, işte
budur. Burada, bütün
yurttaşlar, silahlı işçiler
tarafından kurulmuş olan devletin ücretli görevlileri durumuna
dönüşürler. Bütün
yurttaşlar bir
tek devlet "kartel"inin,
bir tek
tüm halk "kartel"inin görevlileri ve işçileri olurlar.
Önemli olan, herkesin eşit bir çaba göstermesini, çalışma
kurallarına tastamam uymasını ve eşit bir ücret almasını
sağlamaktır. Bu alandaki kayıt ve denetim, bu işleri en yalın
gözetim ve yazma işlemlerine ve bunlara karşılık düşen
makbuzların teslimine, her şeyi, okur-yazar ve aritmetiğin dört
işlemini bilir herhangi birinin yapabileceği bir duruma indirgemiş
bulunan kapitalizm tarafından son derece yalınlaştırılmıştır“
(8).
Lenin
burada yeni insandan; sosyalist toplumun yarattığı yeni
insanlardan bahsetmektedir. Burada, „eşit
çaba gösterme“yi, „çalışma
kurallarına tamamen uymayı“ bilince
çıkartmış insanlardan oluşan toplum söz konusu. O, böyle bir
gelişme seviyesine ulaşmış sosyalist toplumda „eşit
ücret“in gerçekleştirilmesi
gerektiğinden bahsediyor.
„Bütün
toplum, işin ve ücretin eşit olduğu tek bir büro ve tek bir
fabrika olacaktır“ (9) derken de
gelişmiş bir sosyalist toplumu göz önüne alıyordu.
Lenin,
gözünde canlandırdığı sosyalist toplumda acil görev olarak
şunu tespit ediyordu:
”Ulusal
ekonominin tümünün, posta gibi, teknisyenlerin, gözetimcilerin,
muhasebecilerin, silahlı proletaryanın denetim ve yönetimi
altındaki bütün memurlar gibi, "işçi ücretleri"ni
geçmeyen bir aylık alacakları biçimde örgütlenmesi: İvedi
ereğimiz, işte budur“ (10).
RKP(B)-Olağanüstü
VII. Parti Kongresinde Lenin (Mart 1918), günlük çalışmanın 6
saate indirilmesinin yanı sıra ”bütün
mesleklerden ve kategorilerden tüm ücret ve maaşların giderek
eşitlenmesini“ talep eder (11).
Ama koşullar, Lenin ve Bolşevik Partinin ücret konusundaki
düşüncelerinin uygulanmasına hiç de uygun değildi. İlerlemiş
bir sosyalist toplumda geçerli olabilecek bir ücret sisteminin,
inşasının henüz başında olan bir sosyalist toplumda
uygulanamayacağı kısa zamanda anlaşıldı.
RKP(B)-
VIII. Parti Kongresi’nde (Mart 1919) Lenin, ücret konusunda şöyle
der:
”Bu
geçiş döneminde onlara, uzmanlara, mümkün olan en iyi yaşam
koşullarını sağlamalıyız…Ücret oranları konusunu
tartıştığımızda Çalışma Komiseri Yoldaş Schmidt şu
gerçeklere dikkati çekti: Ücretleri eşitleme konusunda her yerde
yapılandan daha fazlasını ve herhangi bir burjuva devletin on
yıllar boyu yapabileceğinden daha fazlasını yaptığımızı
söyledi. Savaş öncesi ücret oranlarına bakalım: düz işçi
günde 1 ruble –ayda 25 ruble- alırken, bir uzman 500 ruble
alırdı…Uzman, işçiden yirmi kat fazlasını alıyordu. Şimdiki
ücret oranlarımız 600 ruble ile 3000 ruble arasında
değişmektedir. Yani onların arasında beş katlık bir fark var.
Eşitleme konusunda çok adım attık“
(12).
Bu
Kongresinde Bolşevik Parti, ücret politikasını şöyle tespit
ediyordu:
”Hedefi,
her türlü emeğe eşit karşılık ve eksiksiz komünizm olsa da,
Sovyet iktidarı, kapitalizmden komünizme geçiş yönünde ancak
ilk adımların atıldığı şu anda, bu eşitliğin derhal
sağlanmasını hedef olarak görmemektedir. Bu nedenle daha belli
bir zaman uzmanların, eskiye nazaran daha kötü çalışmamaları
için yüksek ücretlendirilmesine devam etmek gerekmektedir; bu
bağlamda başarılı ve özellikle örgütsel işlerde prim
sisteminden de vazgeçilemez“ (13).
Ekim
1921’de, VII. Moskova İl Parti Konferansı’nda Lenin, bir çok
alanda geri adım atmak zorunda kaldıklarını, örneğin ücret
politikası konusunda taviz vermek zorunda kaldıklarını, ”burjuva
ilişkilere göre ücretlendirme“yi
uygulamak zorunda kaldıklarını, bunun bir „geri
adım“, bir
„taviz“ olduğunu söylüyordu
(14).
X.
Parti Kongresi de (1921) ücret konusunda şu kararı alır: ”Çeşitli
nedenlerden dolayı maddi ücretlerde uzmanlığa göre
farklılıkların geçici olarak korunması gerekiyorsa da, her şeye
rağmen ücret düzeyi politikası, ücret oranları arasında mümkün
olan en büyük eşitlik üzerine kurulmalıdır; burada personel
özel ücret grupları sistemi genel ücret sistemine dahil
edilmelidir“ (15).
Aynı
kongrede şu uyarı da yapılır:
”Uzmanlarla
bir taraftan sorumlu işçiler ve öte taraftan emekçi kitleler
arasında varolan, yaşam koşullarındaki, ücretlerdeki vb.
eşitsizlik, demokrasiyi zayıflatıyor, partide çürümeye yol
açıyor ve komünistlerin otoritesini azaltıyor; Bu nedenle, bu
eşitsizliği yok etmek üzere tamamen yeterli yöntemler bulunması“
gerekir (16).
Sovyet
iktidarının ilk yıllarında; özellikle de ”savaş komünizmi“
döneminde ücretlerde ve maaşlarda görece bir eşitlik vardı.
Örneğin 1917’de en fazla ücret alan işçilerin ücretleri, en
az ücret alanların ücretinden yüzde 232 oranında fazlaydı. Bu
oran 1921’in ilk yarısında yüzde 102’ye düşmüştü.
Lenin’in,
daha Mayıs 1918’de, ücret tarifelerinin ve tedarik normlarının
hazırlanması, sendikaların sosyalizmin inşasına ve sanayi
yönetimine katılmaları faaliyetinin zorunlu bir bileşenidir,
sendikaların eşitçiliğe karşı mücadelesi desteklenmelidir
uyarısı (17)
üzerine sendikaların ücret eşitçiliğine karşı başlattıkları
mücadeleye rağmen 1919-1921
arasında SB’nde dağıtımda veya ücretlendirmede eşitçilik
anlayışı hakimdi.
NEP’in
uygulamaya konmasıyla durum değişir.
1921/1922’de
uygulamaya konan bütünlüklü ücret cetveli 17 aşamadan
oluşmaktaydı.
Parti
üyelerinin uzman bir işçiden daha fazla ücret almasına müsaade
edilmez. Bu kural oldukça önemli bir kuraldı. Çünkü sanayi
işletmelerinde veya başka alanlarda müdürlük yapanların
çoğunluğu parti üyesiydi.
Beş Yıllık
Plan uygulamasına geçildiği dönemde ücretlendirmedeki görece
eşitçiliğin yetersizliği bütün çıplaklığıyla görülür ve
tartışmalar sonucunda inşa edilen sosyalizm koşullarında dağıtım
ilkesi tespit edilir.
2-Emeğe
Göre Sosyalist Dağıtım İlkesi
Ürünlerin
nasıl dağıtılacağında belirleyici olan, hakim üretim
biçimidir. Marks’ın dediği gibi, dağıtım, üretimin bir
ürünüdür. Ürünlerin dağıtım biçimi, toplumsal ürünün ve
gelişmesinin tarihsel aşamasına, karakterine uygun olarak değişir.
Ama bundan dağıtımın, üretimin pasif bir sonucu olduğu ve
üretimin gelişmesi üzerinde bizzat etkide bulunmadığı sonucu
çıkartılmamalıdır. Tersine, toplumsal üretime bağımlılık
içinde gelişen dağıtım, üretim üzerinde etkide bulunur, yani
onun gelişmesini hızlandırır veya yavaşlatır.
Üretim
araçlarının özel mülkiyetine ve işgücünün sömürüsüne
dayanan kapitalist üretim biçiminde dağıtım, hakim/sömürücü
sınıfların çıkarına göre gerçekleşir. Bu, işçiler ve
emekçiler tarafından üretilen ürünün büyük kısmına bu
sınıfların, artı değer biçiminde el koyması anlamına gelir.
Kapitalist
sistemdekinin tam tersi sosyalist sistemde geçekleşir; sosyalist
toplumda üretim araçları toplumsal mülkiyettedir, işgücünün
sömürüsü söz konusu değildir ve bundan dolayı da toplumsal
ürün, emekçi yığınların çıkarlarına göre paylaşılır.
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’nde toplumsal ürünün paylaşımı
şöyleydi:
- Ürünün bir kısmı, çalışma sürecinde tüketilen üretim araçlarını oluşturuyordu.
- Ürünün diğer bölümü ise yeni yaratılan değeri veya başka bir kavramla ifade edersek, safi yıllık üretimi oluşturuyordu.
Toplumsal
ürünün, yukarıda belirtilen sonuncu bölümü (yeni yaratılan
değer) şu bölümlere ayrılır:
- Emekçi yığınların şahsi gereksinimlerini gidermeye ayrılan bölüm (Ücret, kolhozlarda iş birimi temelinde ödeme).
- Birikim fonuna ve toplumsal tüketim fonuna ayrılan bölüm.
Görüldüğü
gibi sosyalizmi inşa sürecindeki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri
Birliği’nde (SSCB) yeni yaratılan ürün, sadece ve sadece emekçi
yığınların çıkarına göre pay edilmekteydi:
- Bu ürünün ana kütlesi, emekçi yığınların kişisel ve toplumsal gereksinimlerinin karşılanmasına ve
- diğer kısmı da üretimin genişletilmesine ayrılıyordu.
“Gotha
Programının Eleştirisi” yazısında
Marks, Lassalle’ın “emeğin tüm
geliri” anlayışını eleştirir ve
bu vesileyle sosyalist bir toplumun normal işlerli olabilmesi ve
gelişebilmesi için toplumsal toplam ürünün nasıl dağıtılması
gerektiğini açıklar.
Buna göre:
- “Birincisi;Tüketilen üretim araçlarının yerine konmasının karşılığı.
- İkincisi; Yeniden üretim için ek kısım.
- Üçüncüsü; Doğa olaylarının vb. neden olduğu sıkıntılar ve aksaklıklar için yedek ya da sigorta fonları” (18).
Toplumsal
toplam ürünün diğer bölümü ise tüketim için belirlenmiştir:
“Bu da
bireyler arasında paylaşılmadan önce, gene şu çıkarmalar da
yapılmalıdır:
Birincisi,
üretime
ait
olmayan
genel
yönetim
giderleri.
Bu
kısım, ilk başlarda bugünkü topluma kıyasla çok sınırlıdır
ve yeni toplum geliştiği ölçüde azalır. (19).
İkincisi,
okullar,
sağlık
hizmetleri,
vb.
gibi,
gereksinmelerin
ortaklaşa
karşılanmasına
ayrılan
kısım.
Bu kısım
da, ilk başlarda bugünkü topluma kıyasla önemli ölçüde
artmaktadır ve yeni toplum geliştiği ölçüde de artar.
Üçüncüsü,
çalışamayanların
vb.
geçimi
için
gerekli
fonlar,
yani bugün resmi olarak yoksullara yardım diye adlandırılan şeyin
kapsamına girenler” (20).
Tabii, bu
bölüme askeri harcamalar da katılmalıdır. Kapitalist kuşatma
koşullarında sosyalizmi inşa etmek, aynı zamanda, sosyalizmi
savunmak anlamına gelir. Yani iç ve dış düşmanlara karşı
proletarya diktatörlüğü, sürekli hazır silahlı güce sahip
olmak zorundadır. Bu gücün harcamaları, toplumsal ürünün bir
kısmını oluşturur.
Ancak bütün
bu harcamaların çıkartılmasından sonra toplumsal ürünün
emekçiler arasındaki dağıtımı söz konusu olabilir.
Sosyalist
bir ülkede kişisel dağıtıma (tüketime) ayrılan fonun kapsamı;
- Üretici güçlerin gelişme durumuna ve
- Somut görevlere bağlıdır.
1950 yılı
başı itibariyle SB’nde ulusal gelirin yaklaşık dörtte üçü,
emekçi yığınların kişisel ve toplumsal gereksinimlerine
ayrılıyordu.
Sosyalist
toplumda toplumsal ihtiyaca ayrılan her şey, sonuç itibariyle
emekçi yığınların çıkarına kullanılır. Yani, Marks’ın
dediği gibi, “özel birey niteliği
ile üreticilerin elinden alınan, toplumun bir üyesi niteliği ile
ona dolaylı ve dolaysız olarak dönmektedir” (21).
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’nde “herkes
yeteneğine göre, herkese emeğine göre”
ilkesi gerçekleştirilmiştir. Bu, SB’nde toplumsal yaşamın ana
ilkesiydi, sosyalist ekonominin en önemli gelişme yasalarından
birisiydi. Bu yasa, sosyalist toplumda emekçi yığınların kişisel
ve toplumsal çıkarlarının doğru birleşimini teminat altına
alır ve emekçilerde kendi emeğinin (çalışmasının) sonuçlarına
maddi ilgi uyandırır ve böylece sosyalist toplumda üretici
güçlerin gelişmesini hızlandırır.
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’nde Lenin ve Stalin, dağıtımın doğru
örgütlenmesine sürekli önem vermişlerdi. Proletarya
diktatörlüğünün daha ilk yıllarında Lenin, çalışmaya
yönelik toplumsal teşvikin önemini vurgulamış ve sosyalist
üretimin gelişmesine duyulan kişisel maddi ilginin önemine işaret
etmiştir.
Emeğin
(işin/çalışmanın) miktarı ve ücretlendirilmesi tespit
edilmeksizin sosyalizm kurulamaz.
“Doğrudan
coşku temelinde değil, bilakis büyük devrimden doğan coşkunun
yardımıyla, şahsi çıkar, ilgi, iktisadi muhasebe temelinde önce,
küçük burjuva bir ülkede devlet kapitalizmi üzerinden sosyalizme
götürecek sağlam bir köprü inşa etmeye uğraşın. Aksi
taktirde komünizme ulaşamazsınız…”
(22).
Stalin,
SB’nde sosyalizmin inşa tecrübesine dayanarak sosyalist toplumun
gelişme yasalarını bütün yönleriyle araştırmış ve sosyalist
dağıtım ilkesini analiz etmiştir:
- Emekçilerin kendi işlerine (çalışmalarına/emeğine) maddi ilgi duymaları.
- Kalifiyelik özelliklerinin derinleştirilmesi için çaba.
- Üretimde tekniğe hakimiyeti güçlendirmek.
- Toplumsal emeğin (işin/çalışmanın) verimliliğini arttırmak.
Daha 1931’de
şöyle diyordu:
“Ama
kalifiye işçiler elde etmek için kalifiye olmayan işçileri
teşvik etmek ve onlara bir ilerleme, yükselme şansı vermek
gerekir. Ve bu yolda ne kadar cesaretle yürürsek o kadar iyi olur”
(23).
Emeğe göre
paylaşımın sosyalist ilkesi, küçük burjuva eşitçiliğine
karşı uzlaşmaz mücadele sonucunda geçerli kılınmıştır (24).
Troçkistler,
Buharinciler, Zinovyevciler vb., küçük burjuva eşitçiliğini,
dağıtım ilkesi yapmaya çalıştılar ama başarılı olamadılar.
Sonuçta
Bolşevik Partinin mücadelesiyle emeğe göre dağıtım ilkesinin
geçerli kılınması için koşullar oluşturuldu.
Bu konuda
Stalin:
“Bu
kişiler besbelli ki sosyalizmin, toplum üyelerinin
gereksinimlerinin ve kişisel yaşam tarzlarının eşitçiliğini,
eşitlenmesini, tek düzeye getirilmesini talep ettiğini
düşünüyorlar. Söylemeye hiç de gerek yok ki, böyle bir
varsayımın Marksizm’le, Leninizm’le hiçbir ortak yanı yoktur.
Marksizm, eşitçilikten, kişisel gereksinimler ve yaşam tarzı
alanında eşitçilik değil, sınıfların ortadan kaldırılmasını
anlar, yani; a) Bir kez kapitalistler devrildikten ve
mülksüzleştirildikten sonra, tüm emekçilerin sömürüden
kurtuluşunda eşitlik; b) Üretim araçları bir kez tüm toplumun
mülkiyeti haline geldikten sonra, herkes için, üretim araçları
üzerinde özel mülkiyetin kaldırılmasında eşitlik; c) Herkes
için yeteneklerine göre çalışma yükümlülüğünde eşitlik ve
tüm emekçiler için performansına göre ödeme hakkında eşitlik
(sosyalist
toplum); herkes için yeteneklerine göre çalışma yükümlülüğünde
eşitlik ve tüm emekçiler için gereksinimlerine göre alma
hakkında eşitlik (komünist
toplum). Ve Marksizm burada, insanların zevklerinin ve
gereksinimlerinin nitel ya da nicel bakımından, ne sosyalizm
döneminde, ne de komünizm döneminde eşitlik olmadığından ve
olamayacağından hareket eder.
Marksist
eşitlik anlayışı budur.
Marksizm,
başka bir eşitlik tanımamıştır ve tanımaz”
(25).
“Herkese
yeteneklerine göre, herkese emeğine göre”
sosyalist ilkesi, emeğin miktarı/ölçüsü ve toplumsal ürünün
dağıtımı üzerine sıkı bir kontrolü gerekli kılar. Bu
kontrol, toplum tarafından yapılır. Sosyalist devlet, bu kontrolü,
çalışma normlarını ve ücretlendirmenin düzenlenmesini tespit
ederek gerçekleştirir.
„Komünizmin
"üst" evresinin gelmesini beklerken, sosyalistler,
toplumdan ve devletten,
çalışma ve tüketim ölçüsü üzerinde en
sıkı
denetimi uygulamalarını isterler; bu denetim kapitalistlerin
mülksüzleştirilmesinden, işçilerin kapitalistler üzerindeki
denetiminden başlamalı
ve memurlar devleti tarafından değil, silahlı
işçiler
devleti tarafından uygulanmalıdır….Kayıt ve denetim: komünist
toplumun, ilk
evresinde,
hem "yoluna konması", hem de düzenli işlemesi için
özsel olan, işte budur“ (26).
- Sosyalizmde emeğe göre dağıtımın zorunluluğu, üretici güçlerin gelişme seviyesinden ve toplumun hizmetine sunulan maddi varlıkların miktarından kaynaklanmaktadır.
Engels’in
dediği gibi, dağıtım tarzı, ne
kadar dağıtılacağına bağlıdır
ve dağıtılması gereken de tabii ki üretimin ve toplumsal
örgütlenmenin ilerlemesiyle değişir. Yani dağıtım tarzı da
değişir.
Sosyalizmde,
komünist toplumun ilk aşamasında üretici güçlerin gelişmesi,
bütün tüketim araçlarında tam bolluğu teminat altına alacak
seviyede değildir. Tam da bu nedenden dolayı sosyalist toplum,
tüketim araçlarını insanların gereksinimlerine göre dağıtamaz;
komünizmde dağıtım ilkesi olan “herkese
gereksinimlerine göre”yi
uygulayamaz.
- Komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmde bu ilkeyi uygulama olanağı olmadığı için tüketim araçları, emeğin (işin, çalışmanın) niceliğine ve niteliğine göre dağıtılır.
Sosyalizm,
sömürüyü ortadan kaldırır ve sosyalist toplumda iş, insanların
doğal gereksinimi olur. Ama bu, her çalışabilir vatandaş için
geçerli değildir. Her çalışabilir vatandaş, işin/çalışmanın
bilinçli bir yaşam gereksinimi olduğunu kavramaz. Bu nedenle her
bir emekçinin kendi işinin/çalışmasının sonuçlarına
–emeğine/ürününe- şahsi maddi ilgi duyması, güçlü bir
itici gücü oluşturur. Bu ilgi, sosyalist toplumun gelişmesi için
en önemli motiflerden veya da koşullardan birisidir.
Sosyalist
toplum, devlet işletmelerindeki ve kolhozlardaki iş/çalışma
arasında, zihni ve fiziki iş arasında, kalifiye ve kalifiye
olmayan iş arasında hala farklılıkların olduğu anlamına da
gelir. Her bir emekçinin, iş birimi başına farklı miktarda ürün
üretmesi bu farklılıktan dolayıdır. Tam da bu nedenden dolayı,
onların emeği, değere dayanan toplumsal zorunlu emekle aynı
değildir. Bu nedenden dolayı ortaya bir zorunluluk çıkmıştır;
İşin/çalışmanın çeşitli türlerini bütünlüklü bir paydada
–değerde- birleştirmek ve işçilerin ve ücretli memurların
işini/çalışmasını nicelik ve niteliğine uygun olarak para
biçiminde ödemek. Bu nedenden dolayıdır ki sosyalizmde, örneğin
kalifiye iş, daha büyük değer yaratır ve yüksek nitelikli iş
olarak ücretlendirilir.
Komünist
aşamada (27)
“herkes yeteneklerine göre, herkese
gereksinimlerine göre” ilkesi
gerçekleştirilmiş olur. Toplumsal gelişmenin bu aşamasında;
- Üretici güçler, bu ilkenin gerçekleştirilebilmesini sağlayacak kadar gelişmiştir.
- Tarımda çalışma ve sanayide çalışma aynı türden çalışmaya dönüşmüştür.
- Zihni ve fiziki iş arasındaki fark yok olmuştur.
- İnsanların bilincinde var olan kapitalist topluma özgü kalıntılar vs. yok olmuştur.
Toplumun bu
aşamaya gelmesine kadar sosyalist dağıtım ilkesi geçerlidir.
Kapitalizmden
sonra geldiği için sosyalist toplum, kaçınılmaz olarak
kapitalizmin benlerini, artıklarını, burjuva topluma özgü
alışkanlıkları bağrında taşır. Bir çok vatandaşın çalışma
ve toplumsal mülkiyete karşı sosyalist olmayan tutumundan,
toplumun genel çıkarlarının göz önünde tutulmamasından vs.
dolayı proletarya diktatörlüğü, bu kalıntılara karşı
acımasız mücadele eder, etmek zorundadır. Bu nedenden dolayı,
emeğe göre dağıtımın kararlı bir şekilde gerçekleştirilmesi,
aynı zamanda, sosyalist disiplinin ve işin örgütlenmesinin
yerleştirilmesi ve pekiştirilmesi için önemli araçlardan
birisidir.
Emeğin
(işin) nitelik ve niceliğe göre ücretlendirilmesi her bir
emekçide;
- çalışma yöntemlerini daha da iyileştirmek için,
- işgücünden daha iyi yararlanmak için,
- teçhizatları daha iyi kullanmak için,
- kendi kalifiye durumunu yükseltmek için,
- nihayetinde üretimi mükemmelleştirmek ve
- işin verimliliğini arttırmak için ilgi uyandırır.
Niceliğe ve
niteliğe göre dağıtımın sosyalist ilkesi, sosyalizmi inşa etme
sürecindeki SB’nin bütün devlet ve kooperatif işletmelerinde
gerçekleştirilmiştir. Ama uygulanması, devlet ve kolhozlarda
(kooperatiflerde) olmak üzere bir birinden farklıydı:
- Devlet işletmelerinde ve idari kurumlarda işçiler ve ücretli memurlar, işlerinin karşılığı ücret alırlardı.
- Kolhozlarda ise ücretlendirme iş birimine göre yapılırdı.
Ücret,
ulusal gelirin veya yeni yaratılan değerin, sosyalist
işletmelerdeki işçilerin ve ücretli memurların, emeklerinin
nitelik ve niceliğine uygun olarak doğrudan kişisel tüketimleri
için ayrılan kısımdır. Ulusal gelirin bu bölümü, işçilerin
ve ücretli memurların kişisel tüketim fonlarının parasal
ifadesidir. Bu fon, Sovyet devleti tarafından oluşturulmuş ve
yönetilmiştir.
Sosyalizmde
ücret, kapitalizmdeki ücretten tamamen farklıdır:
- Kapitalizmde işgücü metadır ve pazarda satın alınır ve satılır.
- Sosyalizmde işgücü meta değildir ve onun alınıp-satılması için pazar da yoktur.
- Sosyalizmde “eşit işe eşit ücret” ilkesi gerçekleştirilir.
- Kapitalizmde ise bu ilkenin gerçekleştirilme koşulu yoktur.
Sosyalizmde
işgücü meta olmadığı için değeri de yoktur.
Sosyalizmde ücret, kapitalizmde olduğu gibi, pazarın elemanter
(öğesel) yasaları tarafından belirlenmez.
- Sosyalizmde devlet, ücretin miktarını, üretici güçlerin gelişmesine ve emekçi yığınların yaşam standardının sürekli yükseltilmesine uygun olarak tespit eder.
- Ücretin tespitinde işin kalifiye iş olup olmadığı dikkate alınır.
SB’nde
ücret, aynı zamanda, sanayi sektörlerinin ve tek tek işletmelerin
ulusal ekonomi açısından önemine göre de tespit ediliyordu.
Ücretin yüksekliğine göre sırayla, kömür sanayi, metalürji,
petrol sanayi vs. önde gelen sanayi sektörleriydi.
Sosyalizmi
inşa etme sürecindeki SB’nde ücretin seviyesinin tespitinde,
sektörlerin ve emekçilerin kalifiye durumunun öneminin göz önünde
tutulmasının yanı sıra, işin zorluğu da dikkate alınıyordu..
Örneğin yer altında çalışanlar, sıcak ortamlarda çalışanlar
veya sağlığa zararlı işlerde çalışanlar, normal koşullarda
çalışanlardan daha fazla ücret alıyorlardı. Be nedenle savaş
sonrası beş yıllık plan, zor işler için –kömür, metalürji
ve petrol sanayileri- daha yüksek ücretler ön görüyordu.
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’nde kömür, metalürji, petrol
sanayilerinde, nakliyat gibi bazı başka sanayi dallarında
mühendis-teknik personel ve yöneticiler, bir dizi avantajlara ve
imtiyazlara sahiptiler.
Ücretlerin
tespitinde devlet, çeşitli bölgelerdeki emekçi yığınların
çalışma ve yaşam koşullarını, tekil bölgelerin siyasi ve
ekonomik önemini de göz önünde tutuyordu.
Sosyalizmde
ücretlendirmenin nasıl olması gerektiği konusunda Stalin şöyle
der:
“İşgücü
dalgalanmasının nendi nerede yatıyor?
İşçi
ücretinin yanlış örgütlenmesinde, yanlış ücret cetveli
sisteminde, işçi ücreti alanında ‘solcu’ eşitçilikte
yatıyor. Bir dizi işletmemizde ücret tarifesi, kalifiye işle
kalifiye olmayan iş arasındaki, zor işle kolay iş arasındaki
fark neredeyse yok olacak biçimde saptanmıştır. Eşitçilik,
kalifiye olmayan işçinin meslek içi eğitimle kalifiye işçi
haline gelmeye ilgi duymamasına, böylece ilerleme perspektifine
sahip olmamasına, bu yüzden işletmede kendisini, sadece ‘biraz
para kazanmak’ için geçici olarak çalışan ve sonra başka bir
yerde ‘şansını deneyecek’ olan, ‘sayfiyeye çıkmış biri’
olarak hissetmesine yol açar. Eşitçilik, kalifiye işçinin,
sonunda kalifiye işçiye layık olduğu değeri veren bir işletme
bulana dek, işletmeden işletmeye dolaşmak zorunda kalmasına yol
açar.
Bir
işletmeden diğerine ‘genel’ göç, işgücü dalgalanması
bundandır. Bu kötülüğe son vermek için, eşitçiliği ortadan
kaldırmak ve eski ücret sistemini parçalamak gereklidir. Bu
kötülüğe son vermek için, kalifiye işle kalifiye olmayan iş
arasındaki, ağır ile hafif iş arasındaki farkın hakkını veren
bir ücret sistemi yaratmak gerekir. Demir sanayinde merdane
başındaki bir işçiyle, ortalığı temizleyen hademenin aynı
ücreti almasına göz yumulmamalıdır. Bir makinistle bir katibin
aynı ücreti almasına göz yumulmamalıdır. Marks ve Lenin,
kalifiye işle kalifiye olmayan iş arasındaki farkın sosyalizmde
bile, hatta sınıfların ortadan kaldırılmasından sonra bile
süreceğini, bu farkın ancak komünizmde ortadan kaybolacağını,
bu nedenle sosyalizmde de ‘işçi ücreti’nin gereksinime göre
değil, yapılan işe göre ölçülmesi gerektiğini söylerler. Ama
idarecilerimizle sendikacılarımız arasındaki eşitlemecilerimiz
bununla hemfikir değiller ve bu farkın Sovyet sistemimizde artık
kaybolduğuna inanıyorlar. Kim haklı? Marks ve Lenin mi, yoksa
eşitlemeciler mi? Herhalde Marks’la Lenin’in haklı olduğu
kabul edilmelidir. Buradan ise, bugün ücret sistemini, kalifiye iş
ile kalifiye olmayan iş arasındaki farkı göz önüne almaksızın
eşitçilik ‘ilkeleri’ üzerine kuranların Marksizm’den,
Leninizm’den koptukları sonucu çıkar”
(28).
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’nde ücretin temel biçimi parça başına
ücretti (akorttu). Sosyalist toplumda parça başına ücret (akort)
kapitalist sistemdeki akorttan tamamen farklıdır:
- Kapitalizmde akort, işçilerin sömürülmesini güçlendirir.
- İş yoğunluğuna neden olur.
- Ücret üzerinde baskıda bulunur.
Sosyalist
sistemde ise parça başına ücret (akort);
- Emeğe göre ödeme sosyalist ilkesinin gerçekleştirilmesinde,
- işin verimliliğinin arttırılmasında ve
- emekçi yığınların maddi koşullarının daha da iyileştirilmesinde en uygun araçlardan birisidir.
Parça
başına ücrette (akortta) söz konusu olan şudur:
- İşçi, işletmede geçirdiği çalışma süresine göre ücretlendirilmez. Aksine;
- Üretilen ürünlerin miktarına göre, yani nihai çalışma sonucuna göre ücretlendirilir.
Böylece
parça başına ücret, emekçilerin kişisel ve toplumsal
çıkarlarını ahenkli hale getirir.
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB sanayinde parça başına ücret, ücretin en
yaygın biçimiydi. 1949 yılında Makine Yapımı Bakanlığı
alanındaki işletmelerde işçilerin %71’i; pamuk sanayinde %
83’ü; yün sanayinde % 84’ü parça başına ücretle
çalışıyordu.
1950’de
SB’nde toplam işgücünün yüzde 77’si parça başına ücretle
çalışıyordu.
Parça
başına ücret, hem tekil, hem de grup parça başına ücret olarak
uygulanıyordu. Tekil parça başına ücretin miktarı, doğrudan
her bir işinin çalışmasına (emeğine) bağlıydı. Grupsal parça
başı ücret ise, tek tek işçilerin bireysel emeğinin tespit
edilemeyeceği bütün çalışma koşularında uygulanmaktaydı. Bu
sistemde işçinin ücreti, tek tek işçilerin emeğine göre değil,
bir bütün olarak grubun (tugay) çalışmasına (emeğine) göre
belirleniyordu.
İşçilerin,
çalışmalarının sonuçlarına daha çok maddi ilgi duymalarını
sağlamak için grupsal parça başı ücret, tekil parça başı
ücret ile birleştiriliyordu. Örneğin, bir tugaya üye bir işçinin
ücretinin hesaplanmasında sadece harcanan çalışma saati sayısı
değil, aksine mesleki kalifiye durumu da göz önünde tutuluyordu.
SB’nde
parça başına ücret;
- Dolaysız ve sınırlandırılmamış parça başı ücret,
- Progresif-parça başı ücret ve
- Prim-parça başı ücret
olarak
uygulanıyordu.
Yönetici
kadrolar ve teknik personelin ücretlendirilmesinde prim sistemi çok
önemli bir rol oynuyordu. Bu sistem, plan hedeflerinin yerine
getirilmesi, hedeflerin aşılması ve işletmenin nitel ölçülerinin
(göstergelerinin) daha da iyileştirilmesi durumunda sabit ücrete
ek olarak prim ödemelerini öngörmekteydi. Yani primler, sadece,
plan hedefi üretimin miktarı açısından yerine getirilmesi
durumunda değil, kalitenin iyileştirilmesi, ürün cinsinin
çoğaltılması ve maliyetin düşürülmesi durumunda da
ödeniyordu.
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’de primler, üretim kalitesinin
yükseltilmesi, iş harcamalarının düşürülmesi, materyal,
hammadde ve parasal araç tasarrufu için mücadelede önemli bir
araç olarak görülmüştür.
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’de iyi çalışan işçileri, maddi bakımdan
teşvik etmek ilkesi, sıkı ve tutarlı bir biçimde uygulanmıştır.
Bu ilke, işçiler için parça başı ücret, yöneticiler için
prim sistemi üzerinden uygulanmış ve kalifiye iş, kalifiye
olmayan işe nazaran daha yüksek ücretlendirilmiştir.
Ücretin
doğru örgütlenmesi ve düzenlenmesi ancak tarife cetveliyle
(sistemiyle) mümkün olabiliyordu. Bu sisteme göre bütün çalışma
(iş) türleri, karmaşıklığına ve zorluğuna göre
sınıflandırılıyorlardı.
Tarife
sistemi vasıtasıyla kalifiyelik durumu için, meslekler ve gruplar
için belli bir ücret cetveli tespit ediliyor ve dolaysız ücret
hesaplamasının koşulları da işçilerle birlikte belirleniyordu.
Tarife;
- Tarife-kalifiye el kitabı,
- Tarife derecelendirmesi ve
- Tarife ölçüsü
gibi
bileşenlerden oluşuyordu.
Tarife-el
kitabı, tarife gruplarının (ücret gruplarının) kalifiyelik
durumuna göre tespit edilmesine yarıyordu. Bu kitapta, örneğin
bir sanayi sektöründe yapılan bütün işler, belli gruplara göre
sıralanarak tespit ediliyordu. İşçiler de bu gruplara; sıralamaya
göre tarife gruplarına (ücret gruplarına) ayrılıyorlardı.
Tarife
sıralaması (tarife tablosu), farklı kalifiye işçilerin ücret
ilkelerinin tespit edildiği cetveldir. Her bir işçi, kalifiye
durumu göz önünde tutularak, yaptığı işin karmaşıklığına
ve zorluğuna göre tasnif ediliyor. Tarife gruplarının sayısı ve
ücret gruplarının birbirleriyle ilişkisi, her bir üretim
sektörünün somut durumuna göre belirleniyor. Örneğin, kömür
ve makine üretimi sektörlerinin her birinde 8 tarife grubu vardı.
Bir önek:
Metal
işçileri tarife cetveli aşağıdaki tarife (ücret) katsayılarını
içeriyordu:
Tarife (ücret) sınıfı
|
1
|
2
|
3
|
4
|
5
|
6
|
7
|
8
|
Ücret katsayısı
|
1,0
|
1,2
|
1,45
|
1,75
|
2,10
|
2,50
|
3,0
|
3,6
|
“Bu
ücret cetveline göre, ücret sınıfı 6’ya göre ücretlendirilen
işçi, ücret sınıf 1’e göre ücretlendirilen işçiden 2,5
misli daha fazla ücret alıyor. Saat başına asgari ücret (temel
ücret, çn.) 80 kopek olursa, bu ücret
katsayısına uygun olarak her bir ücret sınıfı için aşağıdaki
saatlik ücretler elde edilir.
Sınıflandırma
|
1
|
2
|
3
|
4
|
5
|
6
|
7
|
8
|
Saatlik ücret
|
0,80
|
0,96
|
1,16
|
1,40
|
1,68
|
2,00
|
2,40
|
2,88 ruble
|
Tabii,
uygun ücret katsayılarıyla ücret sınıfları kapsamında
değillerse, yer altı işleri, çok sıcak koşullardaki işler veya
sağlığa zararlı işletmelerdeki işlerde olduğu gibi tekil işçi
kategorilerinde buna ilave özel zamlar da var”
(29).
II. Dünya
Savaşı sonrası dönemde SB’nde ücret sisteminin daha da
iyileştirilmesi için bir dizi tedbir alınmıştır; parça başı
ücret, progresif parça başı ücret sistemleri
mükemmelleştirilmiş, tespit edilen üretim miktarına ulaşılması
ve aşılması durumunda işçilerin ve ücretli memurların
ücretindeki prim payı arttırılmıştır.
Kolhozlarda
(kolektif çiftliklerde) ücretlendirme durumu:
Kolhozlarda
emeğe göre ücretin sosyalist ilkesi, gelirlerin iş birimi
temelinde dağıtımı çerçevesinde gerçekleştiriliyordu.
İş birimi,
sosyalist tarımda yeni bir ekonomik kategoridir ve sadece
kolhozculuğa özgüdür. Bu kavram, sosyalist tarımda yeni
sosyalist üretim ilişkilerini ifade eder.
Bu, emeğin
(çalışmanın) nitelik ve niceliğinin ve kolhozda tüketim
miktarının belirlenmesi için kullanılan bir ölçü birimidir.
Bu ölçü
birimi vasıtasıyla çeşitli iş türleri bir paydada toplanır ve
her bir kolhoz üyesinin tarım kooperatifinin toplumsal
ekonomisindeki payı belirlenir.
“Her
kolektif köylünün tarım kooperatifinin (artel,
çn.) toplumsal iktisadından gelen
geliri iki etkene bağlıdır: 1- kolektif köylü tarafından
çalışılan iş birimlerinin sayısı; 2- iş birimi için ödenen
ücretin miktarı. Yıl boyunca çalışılan iş biriminin miktarı,
her tek tek kolektif köylünün emeği tarafından belirlenmektedir.
İş birimi için ücret miktarı, yani kolektif köylünün iş
birimi başına elde ettiği ürünün ve paranın miktarı, kolhozun
bütün üyelerinin emeğine bağlıdır. Kolhoz, bir bütün olarak
ne kadar iyi çalışırsa, toplumsal iktisadı ne kadar başarıyla
gelişirse, hem kolhozun gelirinin toplam hacmi ve hem de iş
birimlerine göre dağıtılan bölümün hacmi o kadar büyük
olmaktadır. Kolhozun salt gelirinin devlete karşı yükümlülükler
yerine getirildikten ve saptanmış toplumsal fonlar oluşturulduktan
sonra kalan bölüm de iş birimlerine göre dağıtılmaktadır.
Bunun dışında kolektif köylülerin toplumsal iktisattan
gelirleri, alınan toplumsal tüketim fonları yoluyla büyümektedir.
Bütün bunlar, her bir kolektif köylünün kolhozun toplumsal
iktisadının gelişmesine olan maddi ilgisini uyandırmaktadır”
(30).
Demek ki,
kolhoz köylüsünün emeği (işi), onun kalifiye durumu, tarım
kooperatifinde gerçekleştirdiği iş biriminin önemi ve zorluğu
göz önünde tutularak değerlendiriliyor. İş birimi, aynı
zamanda, her bir kolhoz üyesinin tarım kooperatifi gelirlerinin
dağıtımındaki payını da belirler. Bu pay, söz konusu kolhoz
üyesinin şahsi tüketimini ifade eden paydır.
Kim daha çok
çalışırsa, yani kolhozun üretimini arttırırsa, buna uygun
olarak da daha çok para ve ayni maddeler alır.
Ücret ve
kolhozlarda iş birimi, tüketim maddelerinin emeğe göre
dağıtımının iki biçimidir. Ama ücret ve iş birimi arasında
farklar vardı:
- Bu farklar, sosyalist mülkiyetin her iki biçiminden –devlet/halk mülkiyeti ve kolhoz/kooperatif/grup mülkiyeti- kaynaklanmaktadır.
Devlet
işletmelerinin ürünü (sanayi ürünü) bütün toplumun
tasarrufundadır. Bu işletmelerde ücret, doğrudan işletme
gelirlerine bağlı değildir. Bu alanda ücret, devlet organları
tarafından ücret cetveline ve çalışma normlarına göre önceden
tespit edilen ve düzenlenen bir miktardır.
Kolhozlarda
ise durum değişiktir. Kolhoz üretimi tarım kooperatifine aittir.
“Kolhoz,
devlete karşı bütün yükümlülüklerini yerine getirdikten ve
saptanmış toplumsal fonları oluşturduktan sonra, geriye kalan
bütün ürünleri ve para araçlarını iş birimlerine göre tarım
kooperatifinin üyeleri arasında dağıtır. Kolektif köylüler
tarafından iş birimlerine göre elde edilen gelirler, vergiden
muaftır” (31).
Demek ki
kolhozlarda, önce, devlete karşı yükümlülükler yerine
getiriliyor, tüzüğün öngördüğü toplumsal fonlar için pay
ayrılıyor ve ancak bundan sonra tarımsal kooperatif, kolhoz
köylülerinin gelirlerini gerçekleştirdikleri iş birimine göre
dağıtıyor.
“Ders
Kitabı”ndan yaptığımız alıntıda
belirtildiği gibi, kolhoz köylüsünün gelirleri;
- toplumsal gelirlerin yüksekliğine ve
- köylünün gerçekleştirdiği iş birimi miktarına bağlıydı.
Belli bir iş
için zorunlu olan iş birimi sayısı ve iş birimi çerçevesindeki
emeğin (çalışmanın) değerlendirilmesi, tarımsal kooperatif
yönetimi tarafından tespit edilir ve genel kolhoz toplantılarında,
devlet tarafından önerilen iş birimine göre çalışma normları
ve işin değerlendirilmesi listelerine uygun olarak onanırdı.
Başka bir
fark da şudur:
Devlet
işletmelerinde ücret, para biçiminde ödenirken, kolhoz üyeleri
gelirlerini hem para biçiminde, hem de ayni olarak alırlardı.
Bunun ötesinde kolhoz köylüsü, iş birimi karşılığında
aldığı ayni ürünleri ve şahsi bahçesinde elde ettiği
ürünleri, kolhoz pazarında satma hakkına da sahipti.
Gelirlerin
iş birimine göre dağıtımı, kolhozlarda işin örgütlenmesinin
temel ilkesiydi. Bu türden dağıtım, kolhoz köylülerinin işin
verimliliğinin arttırılmasına ilgi duymalarını sağlıyor ve
küçük burjuva eşitçiliğinin gelişmesi önünde engel oluyordu.
Gelirlerin
dağıtımında sadece iş birimi sayısı değil, aynı zamanda işin
sonucu da dikkate alınıyordu:
“Yapılan
işe göre dağıtım ekonomik yasasının gerekliliklerini tutarlı
bir şekilde gerçekleştirmek amacıyla kolhozlardaki emeğin
(işin/çalışmanın, çn.)
ödenmesi, daha yüksek üretim sonuçları elde eden kolektif
köylülerin, görece olarak daha az sonuç elde eden kolektif
köylülere göre daha fazla ücret alacağı şekilde
düzenlenmiştir” (32).
Kolhozlarda
emeğin (işin) örgütlenmesinde ve ödenmesinde parça başı
ücretin kullanımı önemliydi. Çünkü parça başı ücret,
emeğin (işin) nicelik ve niteliğe göre ödenmesi ilkesini
gerçekleştirmenin en uygun biçimiydi.
Bu biçim,
işin verimliliğinin, kolhozların ve üyelerinin ayni ve parasal
gelirlerinin artmasına ve kolhozların örgütsel ve iktisadi olarak
güçlenmelerine katkıda bulunuyordu.
Tarımsal
çalışmalar, tekil ve grupsal parça başı ücret bazında
yürütülüyordu. Tekil parça başına ücret, ancak her bir tekil
kolhoz köylüsünün işi (emeği) tespit edilebiliyorsa
uygulanıyordu. Grupsal parça başına ücret ise, her bir kolhoz
köylüsünün emeğinin tespit edilemediği üretim koşullarında
uygulanıyordu.
Yapılan
işin doğru tanımlanması ve parça başı ücretin uygulanabilmesi
için iş normlarının doğru tespiti ve işin doğru
değerlendirilmesi önemliydi.
İş
birimine göre iş normları ve işin değerlendirilmesi, her bir
kolhoz köylüsünün iş birimi bazında iş miktarını, üretimdeki
payının miktarını ve gelirlerin dağılımını tespit etmeyi
olanaklı kılar.
İş
normlarının olmaması, ücretlendirmede eşitçiliğe neden olur.
Bunun ötesinde günü geçmiş, eskimiş, geri iş normları,
kolhozlarda iş biriminin, sovhozlarda ve
Makine-Traktör-İstasyonlarında devlet olanaklarının çarçur
edilmesine neden oluyordu. Bu da işin verimliliğinin artışı
önünde bir engeldi.
Bu nedenle
tarımsal çiftliklerde iş normları, ileri kolhoz köylüleri
tarafından gerçekleştirilen iş verimliliği ile uyumluluk içinde
tespit ediliyordu.
3-Sosyalizmi
İnşa Sürecindeki SB’nde Ücret Sisteminin
Gelişmesi Üzerine Bazı
Notlar
Sosyalizmin
inşa tecrübesi, emeğe (işe) göre ücretlendirme sisteminin
oluşmasının ve nispeten eksiksiz bir sisteme dönüşmesinin zor
ve uzun bir süreç olduğunu göstermiştir. Böyle bir sistem,
sadece devletin alacağı tedbirlerle ve partinin yönlendirmesiyle
kurulamaz. Bu sistemin kurulması için bütün toplumun, bütün
emekçilerin katkısı gereklidir.
Bütün
ücret biçimleri arasında sosyalist dağıtım ilkesine en uygun
olanı, emeğe (işe) göre parça başı ürettir (akorttur).
Lenin,
“Sosyalist İktidarın En Yakın
Görevleri” (Nisan 1918) makalesinde
Taylor sistemine atıfta bulunarak parça başı ücretlendirme
(akort) üzerine görüşünü açıklamıştır (33).
Sovyet
iktidarının ilk yıllarında hem temel ücret ve hem de primler
sadece para biçiminde ödenmiştir.
1918’in
son aylarından itibaren “ücretin aynileştirilmesi”
propagandası yapılmaya başlanmıştır. Bu propaganda, ücretin
ayni ödenmesini içermekteydi. Gıda maddelerinin olağanüstü
yetersizliğinden dolayı ancak bu tedbirlerle emeğe (işe) göre
ödeme ilkesi bu ilk biçimlerinde gerçekleştirilebiliyordu.
İşletmede çalışan bazı işçiler ve ücretli memurlar için bir
öğle yemeği vermek bu tedbirlerden birisiydi. Buna ilaveten
1920’de (Nisan) özellikle iyi iş yapma durumunda şeker, tuz,
tekstil, kibrit vs. biçiminde ayni primler verilmeye başlandı.
NÖP’e
(Yeni Ekonomi Politika) geçişle ücretin ayni biçiminin yerini
para biçimi aldı.
“NÖP’e
geçişle birlikte ayni ücretin yerini para (biçiminde) ücret aldı
ve ücret seviyesi oldukça yükseldi. Günlük ücret, Ekim 1922’den
Ocak 1924’e işçilerin üretime katkılarından daha hızlı
arttı. Bu kaçınılmazdı…İşçilerin en acil yaşam
gereksinimlerinin karşılanması gerekliydi”
(34).
Bu
koşullarda harcanan işin (emeğin) miktarına göre ücretlendirme
ilkesi, ancak sınırlı uygulanabilirdi. İktisadi tahribattan,
üretimin en geri seviyesinde olmasından, çok sayıda işsizin
olmasından dolayı Sovyet iktidarının ilk yılarında kalifiye ve
kalifiye olmayan iş için ücreti yeterli derecede farklılaştırma
olanağı yoktu.
Emeğe göre
ilkesini geliştirmek için 1921/1922 yıllarında IV. Bütün Rusya
Sendikalar Kongresi’nin tavsiyesi üzerine 17 dereceli bütünlüklü
bir ücret cetveli (tarifesi) hazırlanmıştır.
Bu
tarifeye göre “işçiler 9. dereceye,
muhasebe ve büro personeli 13. dereceye ve idarede ve teknik alanda
çalışan işçiler 17. dereceye kadar derecelendirilebiliyorlardı.
Yüksek kalifiye işçilerin tarife ölçüsü, kalifiye olmayan
işçilerinkini 3,5 misli aşıyordu. O zamana kadar geçerli olan
tarife derecelendirmesiyle karşılaştırıldığında bu yeni
derecelendirme devasa bir ilerlemeydi” (35).
Ama bu
derecelendirmenin önemli eksikliklerinin olduğu görüldü. Tekil
grupların ücretleri yeknesak artmıyordu. Aksine, farklılıklar
oldukça düzensizdi. Örneğin, grup 7 ve 8’e oranla grup 2’den
grup 3’e ücretin iki misli arttığı görülüyordu.
“Ücret,
2. dereceden 3. dereceye yüzde 25, ama 7. dereceden 8. dereceye
ancak yüzde 10,5 oranında artıyordu”
(36).
Böyle bir
tarife derecelendirmesi, mesleki ilerlemeye, kalifiye olmaya ilgiyi
köreltiyordu.
17 dereceli
tarifenin eksikliklerinden dolayı 1927/1928 döneminde tarife
reformu yapıldı. Ama bu reformun da bir dizi ciddi zayıf yönleri
vardı ve eşitlemecilik için kapıları ardına kadar açıyordu;
Kalifiye ve kalifiye olmayan işçiler arasındaki ücret farkı
azalmıştı. Böylece en iyi ve en kalifiye işçiler haksızlığa
uğramış oluyorlardı.
Bunun
ötesinde parça başı ücret için zamlar sınırlandırılmıştı.
Böylece de emeğe (işe) göre ücret sisteminin gelişmesi
kösteklenmiş oluyordu (37).
Bu
nedenledir ki Stalin 1931’de “Yeni
İlişkiler-İktisadi İnşanın Yeni Görevleri”
konuşmasında o zamanki ücret pratiğini eleştirir. Söz konusu
olan, 1927/1928’de gerçekleştirilen tarife (cetvel) reformudur.
Bu reform, işçilerin kalifiye olmaya ilgilerini azaltmış ve güçlü
işgücü dalgalamasına neden olmuştu.
Stalin’in,
“Marks ve Engels, kalifiye işle kalifiye olmayan iş arasındaki
farkın sosyalizmde bile, hatta sınıfların ortadan kalkmasından
sonra bile süreceğini, bu farkın ancak komünizmde ortadan
kaybolacağını, bu nedenle sosyalizmde de ‘ücret’in
gereksinimlere göre değil, yapılan işe göre ölçülmesi
gerektiğini söylerler” (38)
eleştiri ve yönlendirmesiyle ücret sistemi, MK ve Halk Komiserleri
Konseyi’nin kararıyla 1931’de, sanayin önemli sektörlerinde ve
ulaşım sektöründe temelden yeniden düzenlendi.
Yeni ücret
sistemi, önder işçi gruplarının yaptıkları-gerçekleştirdikleri
işe uygun ücretlendirilmelerini sağlıyordu. Aynı şekilde,
kalifiye ve kalifiye olmayan işçiler arasındaki faklar da
artmıştı. Keza tarife dereceleri çerçevesinde ücret ölçüleri
de sistematik olarak yükseliyordu.
“Bütün
yeniden düzenleme, ödemenin emeğe göre sosyalist ilkesiyle sıkı
uyumluluk içinde gerçekleştirildi. Ücret yüksekliği, doğrudan
işin niceliğine ve niteliğine bağlıydı”
(39).
1931/1932’de
uygulamaya konan yeni ücret sistemi, çalışma disiplininin
pekiştirilmesini, işin örgütlenmesinin daha da iyileştirilmesini,
emekçilerin kalifiye olma isteklerinin güçlenmesini ve sonuç
itibariyle işin verimliliğinin artmasını sağlamıştı.
Bu tarife
(ücret) reformundan sonra bireysel parça başına ücret, daha
güçlü yaygınlaşmıştı. 2. Beş Yıllık Planın sonunda (1
Ocak 1938) bütün işçilerin yaklaşık yüzde75’i parça başı
ücretle çalışıyordu. Bunun yaklaşık yüzde 43’ü dolaysız
ve geriye kalan yüzde 32’si de progresif parça başı ücret
alıyordu.
Beş yıllık
planlar sürecinde parça başı ücrete göre çalışan işçilerin
sayısı, zamana göre ücretle çalışanlara göre oldukça
artmıştı.
Parça başı ücretle
(akortla) çalışan işçilerin oranı
(40)
|
|||
|
1923
|
1935
|
1939
|
Büyük sanayin tamamında
|
46,5
|
69,8
|
72,5
|
-Kömür çıkarımında
|
43,5
|
63,7
|
75,1
|
-Demir-döküm sanayinde
|
-
|
67,7
|
73,9
|
-Gıda maddeleri sanayinde
|
26,5
|
65,9
|
77,7
|
1931’deki
ücret sistemi ve reformu, emekçi yığınların maddi durumunu
oldukça iyileştirmişti. Ortalama ücret 2. Beş Yıllık Plan
döneminde yaklaşık yüzde 67 oranında yükseldi.
Savaş
yıllarında SB, tüketim maddelerini tayına bağlamış ve vesika
sistemini uygulamıştı. Ama buna rağmen Sovyet devleti,
emekçilerin tekil kategorilerinin yaptıkları işin önemine ve
harcadıkları işe göre geçimlerini sağlayacak durumdaydı.
Ağustos
1942’de Halk Komiserleri Konseyi’nin ve Kasım 1943’te de
Devlet Savunma Konseyi’nin talimatları doğrultusunda demir-döküm
sanayinde işçilerin, mühendislerin, teknisyenlerin, yönetici
personelin ekonomik durumları iyileştirilmiş ve ücretleri
arttırılmıştı.
Ağustos
1942’de hükümetin talimatnamesi doğrultusunda kömür
ocaklarında çalışanlar için progresif-parça başı ücret
uygulamaya konmuştu.
Mart 1943’te
başka kömür madeni işletmelerinde de ücret ölçüleri
yükseltilmişti.
Savaş
sonrası yıllarda, özellikle ağır sanayi sektörlerinde ücretler
arttırılmıştı (41).
Diğer
taraftan tarımda emeğe göre ücret ilkesinin uygulanması oldukça
anlamlıydı. Kolhozlarda asgari iş birimi sayısı, Mayıs
1939’daki bir hükümet kararına göre tespit edilmişti. Çeşitli
işlerin karmaşıklığına ve zorluğuna göre iş birimi, en fazla
9 gruba ayrılıyordu. 9 grup arasındaki fark, 0,5-2,5 iş birimi iş
kadardı. Normu doldurduğunda fark, kolhoz üyesinin hanesine
yazılıyordu (42).
Böylece Sovyet tarımında emeğe göre ilkesi daha amaca uygun
gerçekleştirilişmiş oluyordu.
Sosyalizmi
inşa eden SB’nde emekçilerin gelirleri, sadece dolaysız ücretle
sınırlı değildi. Sosyalist devlet, çalışan insana, yaptığı
işe, kalifiye durumuna, genel anlamda çalışmasına göre birtakım
imtiyazlar da sağlıyordu.
Sonuç
itibariyle:
Sosyalizmi
inşa etme sürecindeki SB’nde;
- Emeğe (işe) göre ücret ilkesi, harekete geçiren, teşvik ede, ilerleten bir güç anlamına geliyordu.
- Emeğe (işe) göre ücret ilkesi, işin verimliliğine doğrudan etkide bulunuyordu.
- İşgücünün yönlendirilmesinde bir araç oluyordu.
- Emekçilerin kendilerini mesleki alanda yetiştirmelerinde (kalifiyelik) bir teşvik oluyordu.
Emeğe
(işe) göre ücret ilkesi, harekete geçiren, teşvik eden,
ilerleten bir güçtür:
Çalışmayla
(işle, emekle) ilgili sorunların ele alındığında sürekli
olarak ideolojik eğitim vurgulanır. Emeğe göre ilkesini,
doğrudan, işin verimliliği ile bağlam içinde ele alırsak,
soruna bilinç açısında da
yaklaşmanın kaçınılmazlığı daha
anlaşılır olur.
- Yeni bir çalışma disiplininin oluşturulması, insanlar arasında toplumsal ilişkilerin yeni biçimlerinin oluşturulması, insanların çalışmaya çekilmesi için yeni yöntemlerin oluşturulması, bugünden yarına; birkaç sene içinde gerçekleştirilebilecek bir iş değildir. Lenin’in dediği gibi bu, “yıllarca ve on yıllarca sürecek bir iştir”.
Sovyet tecrübesinin de gösterdiği gibi, sosyalizmi inşa eden
toplumlarda insanların bilincinde derin değişimler, önemli oranda
emeğe göre ücret ilkesinin uygulanmasıyla gerçekleştirilmiştir.
Bilinç ve maddi gerçeklik/ilgi arasındaki bağı kuramazsak veya
doğru kuramazsak, sosyalist toplumu, Kuzey Kore’de olduğu gibi,
ya sadece ideolojik eğitimle kurarız (!), ya da salt maddi
çıkarları ön plana çıkartarak sosyalizm adına, aynen XX. Parti
Kongresi’nden sonra SB’nde olduğu gibi, kapitalizmi yeniden inşa
etmiş oluruz.
Lenin ve Stalin, çalışma coşkusunun sadece siyasal
inançtan/bilinçten kaynaklanamayacağına birçok kez işaret
etmişlerdir. Lenin’in yukarıda yer verdiğimiz bir anlayışını
burada tekrarlamakta yarar var. Ekim 1921’de Bolşevik kadrolara
seslenirken şöyle diyordu:
“Doğrudan
coşku nedeniyle değil, bilakis büyük devrimden doğan coşkunun
yardımıyla, şahsi çıkar, şahsi ilgili olma, verimlilik ilkesi
nedeniyle önce sağlam bir köprü inşa etmeye gayret etmelisiniz”
(43).
Burada
söylenen oldukça açık:
Sosyalizmin
inşasında, özellikle de ilk inşa evresinde; Stalin’in deyimiyle
“yeni insan”ın oluşumunda; bir bütün olarak çalışma/iş
karşısında sosyalist ahlak anlayışının geliştirilmesinde
maddi ilgi önemlidir. Emeğe göre ücret ilkesi, bu her iki faktörü
içeriri:
- Kadroların/sorumluların, sorunu, bilinç perspektifiyle emekçilerle tartışmaları: Bilinç faktörü ve
- Kadroların/sorumluların, doğrudan maddi ilgi üzerine emekçilerle tartışmaları. Maddi çıkar/ilgi faktörü.
Sosyalizmi
inşa etme sürecindeki toplumlarda partinin ve kitle örgütlerinin
(örneğin sendikaların) daha yüksek, daha gelişmiş bilinç için
sürdürdükleri ideolojik mücadele tek başına yeterli olamaz.
Eğitim çalışması, ideolojik mücadele küçümsenemez. Ama tek
başına yeterli değildir. Özellikle de sosyalist inşanın ilk
dönemlerinde yeterli değildir. Böyle olsaydı Kuzey Kore’de
sosyalizmin en azından “s”si inşa edilmiş olurdu.
Sosyalist
toplumda komünistler azınlıktadır
(44). Hele sosyalist toplumun ilk
yıllarında bir avuç kadardır. Komünistlerin dünya görüşü,
devasa örgütlü gücüyle maddi güce dönüşür. Ancak, maddi
güce dönüştürmek, emekçi yığınları; burjuva bilincin,
kapitalizmin kalıntılarını kafasında taşıyan o geniş
yığınları harekete geçirmekle mümkün olabilir. İşte burada
emeğe göre ücret, maddi ilgi, maddi çıkar çok önemli, komünist
bilinçlenmeyi destekleyen veya ona yol açan bir rol oynar.
Sovyet
deneyiminin gösterdiği gibi, milyonlarca emekçinin ideolojik
gelişmesinde maddi çıkar ilk dürtüyü oluşturmuştur. İyi,
içtenlikli, yaratıcı çalışmayı, daha yüksek ücretin takip
etmesi, öncelikle, sınıf bilinçli olmayan emekçi yığınların
sosyalist topluma karşı güven ilişkisini geliştirir. Bu güven,
partiye ve kitle örgütlerine (örneğin sendikalara) karşı daha
açık olmayı, onları sahiplenmeyi ve giderek de yeni toplumu
sahiplenmeyi beraberinde getirir.
Sosyalizmi
inşa etme sürecindeki SB’nde emeğe göre ücret ilkesinin bu iki
faktörü; ideolojik mücadele ve maddi çıkar, doğru ele alınmış
ve bu nedenle de yığınları harekete geçiren bir güç olmuştu.
Yığınları
daha güçlü ve kapsamlı olarak harekete geçirmek, maddi
ilgilerini daha çok güçlendirmek için ücrete ek zam anlamına
gelen, aslında bir ödüllendirme olan prim sistemi de önemlidir.
Ama bu sistemin, çarpıtılarak, yozlaştırılarak, nasıl amaç
haline getirildiğini revizyonist SB tecrübesi göstermektedir. Bu
konuyu ayrıca ele alacağız.
Emeğe
(işe) göre ücret ilkesi, işin verimliliğini doğrudan etkiler:
Emeğe göre
ücret ilkesinin dolaysız etkisi öncelikle işletmelerde görülür.
Emeğe göre ilkesi, işin verimliliğinin arttırılması için;
- Çalışma normları üzerinde etkide bulunur.
- Nitel iş (çalışma) değerlendirmesi vasıtasıyla mesleki ilerleme (kalifiye olma) üzerinde teşvik edici etkide bulunur.
- Üretim gruplarının, müdür fonlarıyla rasyonel çalışma tarzı için teşvik üzerinde etkide bulunur.
Emeğe göre
ücret ilkesi, emekçiyi aynı anda çok yönlü ilgilendirir:
- İşini daha iyi örgütlemek.
- Mesleğinde daha da uzmanlaşmak.
- Kapasiteleri tam değerlendirmek.
- Tekniği daha da iyileştirmek vs.
Böylece
üretici güçlerin en önemli unsuru olarak işgücü, sürekli ve
geniş kapsamlı olarak aktifleştirilir. Burada emeğe göre ilkesi,
toplumsal işlevini yerine getirir. Bu işlev, işin verimliliğinin
arttırılmasında temel yöntemdir.
Emeğe
göre ücret ilkesi, işgücünün yönlendirilmesinde önemli bir
araçtır: Emeğe göre ücret ilkesi,
işgücünün planlanmasında ve dağıtımında çok önemli bir rol
oynar. Bu nedenle de toplumsal üretici gücün genişlemesinde
devasa öneme sahiptir.
Emeğe göre
ücret ilkesi bazında ücretin planlı şekillenmesi için ulusal
ekonominin genel çıkarları mutlaka göz önünde tutulmalıdır.
Yani sektörlerin ulusal ekonomideki önemleri, yapılan işin
kalitesi, düz iş veya zor iş olup olmadığı, mutlaka göz önünde
tutulmalıdır. Ancak böylece işgücü, ulusal ekonominin bütünü,
işin niteliği göz önünde tutularak planlanmış ve
yönlendirilmiş olur.
İşgücü
yönlendirmesinin planlı düzenlenmesinde maddi çıkar ilkesinin
kullanılması konusunda Sovyet tecrübesi oldukça zengindir. Bu
konuda Stalin’in uyarıları eşsiz değer taşır
(45).
Eşitçilik
yıkılmaksızın, her bir işe (emeğe) kalitesi ve ulusal
ekonomideki yeri göz önünde tutularak hakkı verilmeksizin ücret,
işgücü yönlendirmesinde araç olamaz.
Aşağıda
da göreceğimiz gibi, sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nin bu
alandaki başarılı tecrübeleri, XX. Parti Kongresi sonrası SB’nde
kuşa çevrilmiştir.
Emeğe
göre ücret ilkesi, emekçilerin kendilerini mesleki alanda
yetiştirmelerinde (kalifiyelik) bir teşviktir:
Bir taraftan
ideolojik eğitim ve diğer taraftan da maddi ilgi, emekçi
yığınlarda mesleki ilerlemede, kalifiye olmada veya kalifiye
seviyesinin geliştirilmesinde itici, teşvik edici faktör olurlar.
Emeğe (işe) göre ücret ilkesinin tutarlı uygulanması, mesleki
gelişme çabaları üzerinde önemli etki demektir. Bu anlamda ücret
(maddi çıkar), işgücünü harekete geçirir ve üretici güçlerin
serpilip gelişmesinde dolaysız ve güçlü etkide bulunur.
Marks,
işgücünün kalifiye durumunun işin verimliliğinin
arttırılmasında önemli bir faktör olduğunu belirtir. Örneğin,
“işçilerin ortalama yetenek
derecesinin” işin verimliliği
üzerindeki etkisi.
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’nde ücret, emekçilerin mesleki eğitimi
üzerinde teşvik edici rol oynamıştır. Çeşitli vesilelerle
belirttiğimiz gibi ücret grupları, emeğin (işin) kalitesine göre
ücretlendirilmesi bunu gösterir. Aşağıda bu konuya ayrıca
değineceğiz.
4-Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB açısından bazı sonuçlar
Marks’ın
istenmeyen durum diye tanımladığı şey, yani eşit olmayan
ücretlendirmeyle işçilerin eşit olmayan bireysel hünerlerinin ve
çalışma yeteneklerinin aktifleştirilmesi, sosyalizmin inşa
döneminde ekonomik ve daha geniş anlamda toplumsal gelişmenin
devasa bir motoru olmuştur.
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’nde ücret sistemi ve işin verimliliği:
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’nde ücret politikası, emeğe göre
ilkesinin tutarlı bir şekilde uygulanması üzerinde yükseliyordu.
Ama Sovyet iktidarının ilk yıllarında bu politika istenildiği
gibi uygulanamadı. 1931’e kadar Sovyet ücret politikasında
eşitçilik eğilimi vardı. Kalifiye işçi-kalifiye olmayan işçi,
nitelikli iş-basit iş, ağır iş-hafif iş ve ulusal ekonomide
sektörlerin önemi arasındaki farklılık, ücret politikasına pek
yansımıyordu. Özellikle Stalin’in iktisatçılarla müzakere
toplantısında, (23 Haziran 1931) yaptığı konuşmayla ücret
politikasında eşitçiliğe karşı mücadele başlatıldı.
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’nde tarife (ücret), 8 ücret grubundan
oluşuyordu. Bu 8 ücret grubundan
hangisinde yer alınacağı, işçinin kalifiye durumuna bağlıydı.
Tekil ücret grupları arasındaki fark büyüktü ve bu fark,
aşağıdan yukarıya doğru progresif büyüyordu.
Her
bir Sovyet işletmesinde 8 ücret grubunun her birinde genel olarak 4
farklı ücret tarifesi vardı. “Hafif
işler için zamana göre ücret tarifesi (örneğin 1. ücret
grubunda) ve ağır işler için (aynı ücret grubunda) veya ağır
ve sağlığa zararlı koşullar için (ücret tarifesi) var. Bu
ücret, hafif (zamana göre ücret) işler için ücret tarifesine
göre yüzde 10 ila yüzde 20 daha fazladır. Hafif işler yapan
parça başı ücret işçileri için bir ücret tarifesi var ve aynı
ücret grubunda ağır işler için de bir ücret tarifesi var. Parça
başı ücret işçileri için ücret tarifeleri, aynı kalifiye
durumunda olan zamana göre ücret işçilerinin ücret
tarifelerinden yüzde 10 ila yüzde 20 daha fazladır. Bir işletmede
ücret politikası resmi böyle. (Bu) büyük ülkenin toplam
ekonomisi göz önünde tutulursa, farklılığın daha büyük
olduğu görülür” (46).
Sosyalizmi
inşa sürecindeki SB’nde iki temel ücret biçimi vardı. Bu her
iki ücret biçimi de harcanan işe (emeğe) göre dağıtım
ilkesine dayanıyordu:
- Parça başı ücret (akort).
- Zamana göre ücret.
Parça başı
ücret, sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nde en yaygın temel ücret
biçimiydi. Çünkü bu türden ücret, harcanan iş miktarının tam
ölçülmesini olanaklı kıldığı için emeğe göre ilkesinin
uygulanmasını en iyi sağlıyordu.
Sosyalist
ekonomide parça başı ücret, işin verimliliğinin genel
arttırılmasında ve emekçilerin maddi durumunun iyileştirilmesinde
önemli bir kaldıraçtır.
Normlaştırma,
parça başı ücretle sıkı bağlam içindedir. Sadece tekniğe
dayalı normlaştırma, emeğe göre adaletli dağıtımı sağlar ve
ancak bu durumda parça başı ücret, işin verimliliğinin
arttırılmasında bir teşvik olur.
Sosyalizmde
parça başına ücret (akort), kapitalizmdeki akorttan temelden
farklıdır.
SB’nde
1932’den 1940’a ücret fonu beş misli artmıştı. Ama buna
rağmen tek başına ücret, Sovyet emekçilerinin yaşam koşullarını
karakterize etmeye yetmez.
Sovyet
işçileri ve ücretli memurları, ücretlerinin yanı sıra
devletten çeşitli biçimlerde (kültürel harcamalar, sosyal
sigorta, hastalık bakımı, eğitim, çocuk eğitimi vs.) yardımlar
da alıyorlardı. Bu türden yardımlar, ücretin yaklaşık yüzde
40’ına tekabül ediyordu ve üretimin gelişmesine paralel olarak
sürekli artıyordu.
“SSCB
vatandaşları, işin nicelik ve niteliğine göre ücretlendirilmiş
garantili çalışma hakkına sahiptir”
(47). Bu madde, kararlı mücadele sonucunda uygulanmıştır. Burada
söz konusu olan, eşitçiliğe karşı mücadeledir.
Bütün
çalışanların, mesleki konumlarından, işlerinin nicelik ve
niteliğinden bağımsız olarak eşit ücretlendirilmelerinin,
sosyalizmin Marksist-leninist kavranışıyla hiçbir ilişkisi
yoktur.
”Sonra, her Leninist —eğer o gerçek bir Leninistse— bilir
ki, gereksinimler ve kişisel yaşam tarzı alanında eşitlikçilik,
Marksist tarzda düzenlenmiş sosyalist bir topluma değil, herhangi
bir asketler tarikatına yaraşır gerici, küçük burjuva bir
ahmaklığıdır, çünkü tüm insanlardan, hepsinin aynı
gereksinimleri duymaları ve aynı zevkleri taşımaları, tüm
insanların kişisel yaşam tarzlarında bir ve aynı örneğe
uymaları talep edilemez. Ve nihayet, acaba işçiler arasında,
gerek gereksinimlerinde ve gerekse kişisel yaşam tarzlarında
farklar yok mudur? Bu, işçilerin, sosyalizme, tarım komünü
üyelerinden daha mı uzak oldukları anlamına gelir?
Bu kişiler besbelli ki, sosyalizmin, toplum üyelerinin
gereksinimlerinin ve kişisel yaşam tarzlarının eşitçiliğini,
eşitlenmesini, tek düzeye getirilmesini talep ettiğini
düşünüyorlar.
…Böyle bir varsayımın Marksizm’le, Leninizm’le hiçbir
ortak yanı yoktur…
Sosyalizm, toplum üyelerinin gereksinimlerinin eşitlikçiliğini,
eşitleştirilmesini, aynılaştırılmasını, onların
beğenilerinin ve kişisel yaşam tarzlarının aynılaştırılmasını
talep (etmez), Marksistlerin planına göre herkesin aynı giysiyi
giymesi ve her birinin, aynı yemekleri aynı miktarda yemesi
(gerekmez). (Böyle sonuçlar) çıkarmak— birtakım yavan şeyler,
bayağılıklar söylemek ve Marksizm’e kara çalmak demektir.
Marksizm’in,
eşitlikçiliğin düşmanı olduğunu anlamanın zamanıdır. Marx
ve Engels, daha "Komünist Manifesto"da, "genel bir
asketizmi ve kaba bir eşitlikçiliği" öğütlediği için,
ilkel ütopik sosyalizmi gerici diye nitelendirerek damgalıyorlardı”
(48).
“İnsanların aynı ücreti aldığı, eşit miktarda et, eşit
miktarda ekmek aldığı, aynı elbiseleri giydiği, aynı ürünleri
aynı miktarda elde ettiği bir sosyalizmi — Marksizm böyle bir
sosyalizmi tanımaz.
Marksizm sadece şunu söyler: Sınıflar kesin olarak ortadan
kaldırılmadıkça, iş, yaşamak için bir araç olmaktan çıkıp
insanların ilk yaşam gereksinimi, toplum için gönüllü bir iş
haline gelmedikçe, insanlara çalışmaları karşılığında
yaptıklar işe uygun ücret ödenecektir. "Herkesten yeteneğine
göre herkese emeğine göre" sosyalizmin Marksist formülü
budur. Yani komünizmin birinci aşamasının, komünist toplumun
birinci, aşamasının formülü budur.
Anacak
komünizmin bir üst aşamasında,… herkes yeteneğine göre
çalışacak ve çalışması karşılığında gereksinimine uygun
alacaktır. “Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine
göre" (49).
Eşitçilik
emekçilerde, çalışmalarının daha da iyileştirilmesi, verimli
olması için maddi teşviki köreltir, toplumsal üretici güçlerin
gelişmesi önünde engel olur ve böylece emekçi yığınların;
bütün toplumun yaşam koşullarını olumsuz etkiler, yaşam
standardının yükselmesini engeller.
Bu nedenden
dolayı sosyalizmi inşa etme sürecindeki SB’nde eşitçiliğe
karşı çetin mücadele verilmiş ve emeğe göre ücret, bu
sosyalist ilke kararlılıkla uygulanmıştır.
“Sosyalizmin
ilkesi, sosyalist toplumda herkesin yeteneğine göre çalışması
ve gereksinimlerine göre değil, toplum için harcadığı emeğe
göre tüketim araçları elde etmesinden ibarettir. Bu, işçi
sınıfının kültürel ve teknik düzeyinin hala yeterince yüksek
olmadığı, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkinin hala
sürdüğü, iş üretkenliğinin, bir tüketim araçları bolluğu
yaratmak için hala yeterince yüksek olmadığı, bundan dolayı
toplumun tüketim araçlarını, toplumun üyelerinin
gereksinimlerine göre değil, toplum için harcadıkları emeğe
göre paylaştırmak zorunda olduğu anlamına gelir”
(50).
Sosyalizmde
yeniden üretimin genişletilmesi için devlet rezervleri, savuma vs.
için gerekli pay çıkartıldıktan sonra geriye kalan ürünün
hepsi doğrudan emekçilerin
kişisel tüketimine ayrılan ücreti oluşturmaz. Geriye kalan
miktarın büyük bir kısmı, toplumsal tüketime (tüketim fonu)
ayrılır. Örneğin halk eğitimi, kültür, sağlık, emeklilik,
dinlenme vs. kurumları bu türden tüketimin bileşenleridir. Sovyet
Anayasası bu hakları teminat altına almıştı.
Bu
harcamalara dolaylı ücret de denebilir.
SB’nde
ücret planlaması veya politikası, işin verimliliğinin ücretten
daha hızlı artması ilkesi üzerinde yükseliyordu.
Bu anlayışın uygulanmamasının sonuçları şunlar olacaktır:
- Yeniden üretimin devamı için belirlenen araçlar/olanaklar azalır.
- Üretici güçlerin büyümesi durur.
- Tekniğin gelişmesi durur.
- İşin verimliliğinin artışı durur ve
- Reel ücretlerin artış temposu da düşer.
Daha
Ağustos 1924’te RKP (B) MK-Plenumu, “Ücret
Politikası Üzerine” kararında
üretici güçlerin büyümesinin ücretlerin artmasına nazaran daha
hızlı olması gerektiğini tespit ediyordu
(51).
Belirdiğimiz
gibi sosyalizmi inşa eden SB’nde emeğe göre ücretin sosyalist
ilkesi, ancak 1931’den sonra kararlı bir şekilde uygulamaya
konabilmiştir.
Bu ilkenin;
Sovyet ücret sisteminin temel özellikleri şunlardı:
- Bu ücret sistemi, herkes yeteneğine göre, herkese emeğine göre sosyalist ilkesine tekabül ediyordu.
- Bu sistem, SB’nde emekçi yığınların yükselen yaşam standardını teminat altına alıyordu. Bu nedenle de her bir emekçinin emeğinin (işinin) sonuçlarının daha da iyileşmesine maddi ilgi uyandırıyordu.
- Bu sistem, işin verimliliğinin artması ve ürünlerin kalitesinin daha iyi olması için teşviki ifade ediyordu.
- Bu sistem, işin (emeğin) ve ürünlerin niteliğinin ve niceliğinin kontrolünü sağlıyordu.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, sosyalizmi inşa sürecindeki
SB’nde uygulanan iki ücret biçiminin (parça başı ücret ve
zamana göre ücret) ayrıntısı şöyleydi:
Parça
başı ücret:
- Dolaysız ve sınırlandırılmamış parça başı ücret (akort).
- Progresif-parça başı ücret (akort).
- Prim-parça başı ücret
Zamana göre ücret:
- Zamana göre ücret.
- Zamana göre primli ücret.
Ücret
hesaplama türüne göre ücret biçimleri iki gruba ayrılıyordu:
Bireysel
hesaplama: Burada söz konusu olan,
ücretin her bir işçi için hesap edilmesiydi.
Kolektif
hesaplama: Burada söz konusu olan,
ücretin bütün bir grup (çoğunlukla tugay) için hesaplanması ve
sonra da elde edilen miktarın işçiler arasında dağıtılmasıydı
(52).
Dolaysız
ve sınırlandırılmamış parça
başı ücret:
Dolaysız ve
sınırlandırılmamış tekil parça başı ücret, SB’nde en
yaygın ücret sistemiydi. Bu sistemde üretim sonucu (elde edilen
ürün), bütünlüklü bir ücret ölçüsüne göre ödeniyordu.
Ücret ölçüsü, üretilen parçaların sayısıyla çarpılarak
ücret tespit diliyordu.
Emeğe göre
ücret ilkesinin uygulanmasına en uygun olan bu ücret biçimidir.
İşin verimliliğini arttırmayı teşvik eder ve aynı zamanda
alınan sonuçları kontrol etmede diğer sistemlere göre daha
uygundur.
Sınırsız
tanımlamasının nedeni, işçinin kendi normunu istediği gibi
yerine getirebilme olanağına sahip olmasından dolayıdır. Hedefin
en yüksek derecede aşılması durumunda bile ücret sınırlandırması
konmuyordu. Tersine ücret, yapılan işe oranlı olarak ödeniyordu.
Parça
başına ücret biçiminin uygulanması için tekniğe dayalı
normların varlığı olmazsa olmaz koşuldur. Bu, planlama için de
elzemdir.
“Teknik
normlar olmaksızın bir plan ekonomisi mümkün değildir. Ayrıca
teknik normlar, ilerlemiş olanların seviyesine çıkartmak için
geri kalmış yığınlara yardım etmede zorunludur”
(53).
Aynı
konuşmasında Stalin, normların hangi ölçülere göre tespit
edilmesi gerektiğini de açıklar
(54).
Stalin,
o zamana kadar SB’nde uygulanan normları mahkum eder. Çünkü bu
normlar artık üretici güçlerin gelişmesi önünde engel
olmuşlardı. “Yeni insanlar, yeni
zamanlar, yeni teknik normlar”!
Aynı
konuşmasında teknik normların önemi üzerine şunları söyler:
“Teknik
normlar, üretimde geniş işçi kitlelerini, işçi sınıfının en
ileri unsurları çerçevesinde örgütleyen büyük düzenleyici
güçtür” (55).
Dolayısıyla;
İşin (emeğin) teknik normlaştırılmasının örgütlenmesi ne
denli amaca uygun gerçekleştirilirse, parça başına ücret de
işin verimlilinin arttırılmasında araç olarak işlevini o derece
tam ve etkili yerine getirir. Buna bağlı olarak, parça başına
ücretin sürekli etkili kullanılabilmesi için normların teknik
gelişmeye göre zamanında tespit edilmesi ve bunun işçilere
bildirilmesi gerekir.
Parça
başına ücret ile teknik normlar arasındaki bağı bu genel
belirlemelerle sınırlandırıyoruz.
Diğer
ücret biçimlerine gelince:
Bireysel
parça başına ücret biçiminin uygulanamadığı yerlerde diğer
parça başı ücret biçimleri uygulanıyordu.
Kolektif
parça başına ücret:
Bireysel
çalışma (emek) için norm tespiti yapılamıyorsa grup çalışması
(emeği) için norm tespit ediliyordu. Bu gruplara genellikle tugay
deniyordu. Ücret, tugayın tamamı için hesaplanıyor ve sonra da
işçiler; tugay üyeleri arasında paylaştırılıyordu.
Anlaşıldığı gibi bu ücret biçimi, tekil işçilerin (tugay
üyelerinin) kişisel olarak aldığı ücretle dolaysız bağlam
içinde değildi.
- Sosyalizmi inşa etme sürecindeki SB’nde mümkün olan her alanda bireysel emeğin miktarı ölçülmeye çalışılmış ve böylece kolektif parça başı ücretin uygulanma alanı bireysel parça başı ücret lehine daraltılmıştır.
Progresif
parça başı ücret:
Progresif-parça
başı ücrette söz
konusu olan, konulan normun ötesinde üretilen parçaların
(ürünlerin) daha yüksek bir ücret ölçüsüne göre ödenmesidir.
Konulan normun aşılma derecesine bağlı olarak zam da progresif
(tedrici) olarak artıyordu.
Progresif-parça
başı ücret, işçilerin üretimi ve işin verimliliğini
arttırmaya duydukları ilgiyi yoğunlaştırıcı bir rol oynar. Bu
ücretlendirme sisteminin uygulanması için tekil işgücü
harcamasının (emeğin) tam ayrıntılı ve tekniğe bağlı çalışma
normlarının tespit edilmesi gerekir.
Bu ücret
biçimi, üretimin önemli süreçlerinde ve sıkıntıların olduğu
yerlerde geçici olarak uygulanıyordu.
- Bu ücret biçiminin kullanılması için koşul, tekniğe dayalı normların mutlaka uygulanmasıydı.
Bireysel
parça başı ücrette ücret miktarı, emeğin (işin) arttığı
derece ve kapsamda artıyordu.
Progresif
parça başı ücrette ise ücret miktarı, emeğin (işin) artışıyla
aynı oranda değil, daha hızlı, progresif (tedrici) artıyordu.
- Bu ücret biçiminin kullanılması için koşul, işin verimliliğinin ücretten daha hızlı artmasıydı.
Bu koşul
göz önünde tutulmaksızın progresif parça başı ücretin
kullanılması ekonomiye ağır zarar vermekten başka bir anlam
taşımıyordu.
Prim-parça
başı ücret:
Prim-parça
başı ücrette
üretilen ürünlerin miktarı, normal ücret ölçülerine göre
ödenir. Aynı zamanda, nitel ölçülerin daha da iyileştirilmesi
için de primler ödenir.
Zamana
göre ücret:
Bu ücret
biçiminde ücretlendirme üretilen ürüne; harcanan iş miktarına
göre değil, zamana göre (saatlik, günlük, haftalık vs.)
yapılmaktaydı. Zamana göre ücretin, işin sonucuyla doğrudan
bağı yoktu. Bundan dolayı da bireysel üretimin artması için bir
kaldıraç olmaktan uzaktı.
“Bu
nedenle, zamana göre ücret, normlaştırılamayan işlerde
kullanılır. Zamana göre ücrette de verimliliğin arttırılması
için maddi teşvik oluştursun (diye) zamana göre ücret, niteliği
belli bir ürünle bağlam içinde olan primlerle kombine edilir.
Primli zamana göre ücret, yalın zamana göre ücreti devamlı
geriletmektedir. (Sistematik olarak elde edilen belli iş sonuçlarına
(ürünlere, yapılan işe, çn.)
bağlı olan primli zamana göre ücretin yanı sıra, buluşlar,
iyileştirme önerileri… gibi belli olağanüstü hizmetler için
verilen primler de var” (56).
Bu ücret
biçimi sosyalizmde emeğe (işe) göre dağıtımda en geri ücret
türüdür. Sadece, çalışmanın sonuçlarının ölçülemediği
ve çalışmanın normlaştırılamadığı yerlerde bu ücret biçimi
kullanılıyordu; Yani, işin özelliğinden dolayı belli çalışma
normlarının tespit edilemediği yerlerde çalışan işçilere
yapılan ödemelerde kullanılıyordu. Ama buna rağmen zamana göre
ücrette de harcanan iş (emek) göz önünde tutuluyordu. Yani bu
ücret biçiminde de işçilerin ve ücretli memurların kalifiye
durumları, talep edilen işin miktarı göz önünde tutuluyordu.
1950 yılı
itibariyle SB sanayinde toplam işgücünün yüzde 23’ü zamana
göre ücret alıyordu.
Zamana
göre primli ücret:
Zamana göre
ücret biçimini en etkili kullanmak için bu ücret biçimi
genellikle primlerle kombine ediliyordu. Böylece zamana göre ücret,
zamana göre primli ücrete dönüşmüş oluyordu; Yani, zamana göre
ücret sistemi bazında çalışan işçilerin, işlerine ve
sonuçlarına ilgilerini arttırmak için emeğin (işin) belli
ölçüleri için primler ödeniyordu. Örneğin, konulan hedefi
aşmak, yakıttan, enerjiden tasarruf etme vs.
Burada söz
konusu olan, işçilerin çalışma süresinin normal ücret
tarifesine göre ödenmesinin ötesinde belli işlerin yapılması
durumunda primler almalarıdır. Bu ücret biçimi, bireysel parça
başı ücret alanların, verimliliği arttırma olanaklarının
zamana göre prim ücreti ile çalışanların işine bağlı olduğu
yerlerde özellikle uygulanıyordu. Bir örnek: Şayet bir tekstil
işletmesinde makine tamir ustası prim alıyorsa o, bu primi,
sadece, makineyi en kısa zamanda tamir ettiği için değil, daha
ziyade, bakımına teslim edilen makinelerin uzun dönem sürekli
çalışmasını sağladığı, az tamir yapıldığı için
alıyordu.
Maaş:
Ücretli
memurlar, maaş biçiminde ücret alıyorlardı. Bu alanda da emeğe
(işe) göre dağıtım ilkesini uygulamak için idaredeki
–bürokrasideki- her faaliyet için belli bir maaş (aylık) tespit
edilmişti. Bu miktarın asgari ve azami ölçüleri vardı. Maaş,
bu sınırlar içinde kalacak şekilde müdür ve İşletme Sendika
Komitesi Ücret Komisyonu tarafından tespit ediliyordu. Maaş
derecelendirmesinde ücretli memurun bilgisi, tecrübeleri ve
yetenekleri göz önünde tutuluyordu. Aynı zamanda, yaptığı işin
ulusal ekonomi açısından önemi de göz önünde tutulmaktaydı.
“Ücretli
memurların maaşları, işçileri, yönetici, teknik ve iktisadi
personel seviyesine yükselmeleri için teşvik edici özelliğe
sahipti. (Örneğin) ustaların maaşları, kalifiye uzman
işçilerinkinden (8. ücret grubu) yaklaşık yüzde 10 daha
fazlaydı. Müdür yardımcısının, şef mühendis yardımcısının
ve baş muhasebecinin maaşları, yönetim ve üretimde en önemli
bölümlerin yöneticilerinin maaşları, ustaların maaşlarından
yüzde 60 ila yüzde 100 daha fazlaydı. Müdürlerin maaşı ise bir
öncekilerinkinden yüzde 60 ila yüzde 100 daha fazlaydı”
(57).
Bu durumda:
Uzman
işçinin ücreti……………100 ruble olursa;
Ustanınki………………………..110
ruble
Yardımcılarınki……………..176
- 220 ruble
Müdürünki…………………281,6
- 352 ruble olur.
Ücretli
memurlar, mühendislik, teknik ve idari personel için sendikaların
ve ilgili bakanlıkların prim kararnameleri geçerliydi. Bu
kararnamelere göre, işletmede ücretli memurların yüzde 60’ı
prim alabiliyorlardı. Prim almanın koşulu, planların niceliğe,
niteliğe, işin türüne, masraf düşürülmesine, kara göre veya
plan hedefinin aşılarak gerçekleştirilmesiydi.
Plan
hedefine ulaşılması durumunda yönetici mühendislik-teknik ve
idare personeli, aylıklarının yüzde 15’i ila yüzde 20’sine
tekabül eden bir prim alıyorlardı. Bu fark, yapılan işin ulusal
ekonomi açısından öneminden kaynaklanıyordu. Ayrıca plan
hedefinin aşılması durumunda aşılan her oran için bu primlere
ek zamlar yapılıyordu.
Sovyet
işçileri ve ücretli memurları, önemli hizmetlerinden dolayı da
primler alıyorlardı. Bu primler, yönetim ve işletme sendika
komitesi tarafından, yapılan katkıya bakılarak tespit ediliyordu.
Sovyet
işletmelerinde prim miktarı oldukça yüksekti.
“Prim
vermek için araçlar –yönetici iktisat ve idari teknik personelin
planı yerine getirme primi hariç- müdür fonundan alınır. Sovyet
ekonomisinde müdür fonu sadece sanayi işletmelerinde, inşaat ve
nakliyat sektörlerinde vardır. Müdür fonunun kaynakları, planlı
ve planı aşan karlardır veya henüz kar yapamayan işletmelerde
ise maliyet fiyatlarının planlananın ötesinde düşürülmesidir.
Müdür fonu için zemin oluşturan oranlar, her bir ekonomi
sektöründe farklıdır. Planın yerine getirilmesi durumunda
oranlar yüzde 2 ila yüzde 10 arasında değişir. Bu oranlar, tekil
işletmelerde kar planı aşıldığında artarlar. Bazı
işletmelerde planı aşmış karın yüzde 50’si kadar artarlar”
(58).
“Yani
müdür fonunun miktarı daha ziyade işletmenin üretimine bağlıdır.
İşin verimliliği ne kadar yüksek olursa, maliyet ne kadar
düşürülürse, üretim seyri ne kadar ritmik olursa, materyal
temini ne kadar iyi olursa, ileri çalışma yöntemleri ne kadar
kapsamlı kullanılırsa, kitle inisiyatifi ne kadar gelişirse…
iktisadi muhasebe ne kadar iyi kullanılırsa, işletmenin müdür
fonu da o kadar yüksek olur” (59).
Müdür fonu
araçları müdürün tasarrufundaydı. Ama kullanılması için
işletme sendika komitesinin görüşünü alması gerekiyordu.
“Araçların
yarısı üretimin genişletilmesi ve işletme konut inşasının
daha da iyileştirilmesi amacı için, diğer yarısı da bireysel
primlerin verilmesi ve kültürel ve sosyal harcamalar için
kullanılır. Böylece müdür fonu, bir taraftan doğrudan,
işçilerin ve ücretli memurların dolaysız gelirlerinin artmasına
ve diğer taraftan da reel ücretin artmasına hizmet eder. Miktarı,
işletmenin iyi veya kötü çalışmasına bağlı olan müdür
fonu, işin verimliliğinin arttırılması, emekçilerin maddi ilgi
bazında inisiyatiflerinin geliştirilmesi için güçlü bir
teşviktir” (60).
*
*
Bütün yönleriyle
Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşası ve geriye dönüş için
bkz.:
İbrahim Okçuoğlu; SSCB'de Sosyalizmin Zaferi ve
Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz
2011.
*
Kaynaklar:
1)Marks/Engels;
Semçe Yazılar, C. II, s. 18, Marks, ”Gotha Programı
Eleştirisi“.
2)
Marks/Engels: Agk, s. 16.
3)Mark/Engels:Agk.,
16/17.
4)Mark/Engels;
Agk., s. 17.
5)Lenin;
C. 24, s. 5.
6)
Lenin; C. 25, s. 479.
7)
Lenin; Agk., 486.
8)Lenin;
Agk., s. 487/488.
9)
Lenin; Agy.
10)Lenin;
Agk., s. 440.
11)
Lenin; C. 27, s. 144.
12)
Lenin; C. 29, s. 166.
13)
RKP(B)-VIII. Parti Kongresi kararlarından; “Kommunistische Partei
de Sowjetunion in Resolutionen und Beschlüssen der Parteitage,
Konferenzen und Plenen des ZK“, C. III, s. 34, Berlin 1957.
14)Lenin;
C. 33, s. 68.
15)
Agk., s. 207.
16)
Agy.
17)Lenin; C. 27, s. 308.
„Sechs Thesen über die nächsten Aufgaben der Sowjetmacht“ –
„Sovyet İktidarının Acil Görevleri Üzerine Altı Tez“,
Mayıs, 1918.
18)Marks/Engels:
Seçilmiş Yazılar, C. II, s. 15.
19)K.
Marks, F. Engels; “Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi”, M.
Kabagil tarafından çevrilmiş (Sol Yayınları, 3. Baskı)
Bu
çevride yukarıdaki anlayış şu hale getirilmiş (Önce çevrinin
aslını verelim):
“Dieser
Teil wird von vornherein aufs bedeutendste beschraenkt im Vergleich
zur jetztigen Gesellschaft und vermindent sich im selben Mass, als
die neue Gesellschaft sich entwickelt” (Seçme Yazılar, C. II, s.
15).
M.
Kabagil’in çevirisi:
“Bugünün
toplumunda olanlara oranla, bu kısım bir
hamlede azamiye çıkmaktadır
ve yeni toplum geliştiği ölçüde azalır” (s. 28, abç.).
Doğru
çeviri:
“Şimdiki
topluma oranla bu kısım daha
baştan en asgariye indirilir
ve yeni toplumun geliştiği ölçüde azalır”.
Burada
M. Kabagil, Marks ve Engels’in sosyalizmde
“genel ve doğrudan üretime dahil olmayan idari harcamaların”
“bir
hamlede azamiye
çıkacağı” düşüncesinde
olduklarını okura aktarıyor. Oysa onlar, sosyalizmde “genel
ve doğrudan üretime dahil olmayan idari harcamaların” daha
baştan en asgari düzeye indirilmesinden veya en asgari düzeyle
sınırlandırılacağından bahsediyorlar.
20)Marks/Engels:
agy.
21)Marks/Engels;
agy.
22)Lenin;
C. 33, s. 38, “Zum vierten Jahrestag der Oktoberrevolution-Ekim
Devriminin Dördüncü Yıldönümü Üzerine”.
23)
Stalin: C. 13, s. 53, “Neue Verhaeltnisse- Neue Aufgaben des
wirtschaftlichen Aufbaus- Yeni Koşullar- İktisadi İnşanın Yeni
Görevleri”.
24)
Burada Engels’in bir anlayışını eleştirmeden geçmeyelim:
“Peki
bütün o bileşik emeğe daha yüksek ücret ödenmesi önemli
sorunu nasıl çözümlenir? Özel üreticiler toplumunda, nitelikli
işçinin yetişme giderlerini özel kişiler ya da aileleri
yüklenirler; öyleyse nitelikli iş gücünün daha yüksek fiyatı
önce özel kişilere ödenir, usta köle daha pahalıya satılır,
usta işçiye daha yüksek ücret ödenir. Sosyalist örgütlenmeli
toplumda, bu giderleri toplum yüklenir. Öyleyse meyveler, bir kez
üretildikten sonra, bileşik emeğin daha büyük değerleri,
toplumundur. İşçinin kendisinin ek bir hakkı yoktur. Ve, bu
arada, bu kıssadan alınacak hisse bir de şudur ki, işçinin
"emeğinin tam ürünü"ne olan hakkı, buna gösterilen
rağbet ne olursa olsun, hiç bir zaman ufak-tefek pürüzler
olmaksızın ileri sürülemez”.(Engels:
C. 20, s. 187 –Anti-Dühring).
Engels,
Dühring’in basit (düz) iş ve karmaşık iş, aynı çalışma
zamanı içinde aynı değerde ürün üretir anlayışını haklı
olarak eleştirir. Ama aynı zamanda yanlış bir tezi de savunur.
Engels’in bu tezine göre, sosyalist toplumda basit (düz) iş ile
karmaşık iş, eşit ücterteldirilmelidir.
Tabii
Engels’in inşa edilen sosyalizm üzerine tecrübesi yoktu ve inşa
edilen sosyalizm tecrübesi basit (düz) iş ile karmaşık işin
eşit değerde ücretlendirilemeyeceğini göstermiştir. Engels’in
tezinin geçerli olduğu bir toplumda; sosyaliszmi inşa eden bir
toplumda işin verimliliğinin artması, işçilerin mesleki olarak
ilerlemeleri; uzmanlaşmaları düşünülemez. Çünkü “nasıl
olsa aynı ücreti alıyorum” anlayışı hakim olur. Engels’in
savı, esas itibariyle sosyalist dağıtım ilkesi ile maddi teşvik
arasındaki bağı; sosyalizmi inşa eden bir toplumda sosyalist
dağıtım ilkesiyle daha karmaşık, daha kaliteli işin
gerçekleştirilmesi için maddi teşvik yöntemleri arasındaki
diyalektik bağı koparmaktadır.
Başka türlü
ifade edersek: Engels’in bu tezi, ücrette eşitçilik tezidir.
25)Stalin;
C. 13, s. 315, “Rechenschaftsbericht an den XVII. Parteitag- XVII.
Parti Kongresi’ne Siyasi Faaliyet Raporu”.
26)Lenin;
C. 25, s. 484 ve 486/487, “Devlet ve Devrim”.
27)
Bkz.: Marks/Engels; Gotha Programı, Agk., s. 17.
28)Stalin;
C.13, s. 51/52, “Neue Verhaeltnisse…Yeni İlişkiler…”.
29) Fritz
Apelt: “Die Gewerkschaften in der Sowjetunion”, Berlin 1949, s.
65.
30) Politische
Ökonomie-LEHRBUCH, s.565- SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler
Akademisi, Politik Ekonomi Ders Kitabı.
31)Lehrbuch;
Agy.
32)Lehrbuch;
Agy.
33)“İleri
uluslara kıyasla Rus insanı kötü bir işçidir. Ve Çarlık
rejimi altında serflik kalıntılarının yaşandığı koşullarda
başka türlü de olmaz. Çalışmayı öğrenmek –Sovyet iktidarı
bu görevi tüm kapsamıyla halkın önüne koymalıdır. Bu bakımdan
kapitalizmin son sözü olan Taylor sistemi, kendinde, -kapitalizmin
tüm ilerlemeleri gibi- burjuva sömürünün rafine barbarlığını
ve çalışma sırasında mekanik hareketlerin analizi, gereksiz ve
falsolu hareketlerin dışlanması, en doğru çalışma
yöntemlerinin hazırlanması, en iyi muhasebe ve denetim
sistemlerinin yürürlüğe konması vs. ile ilgili bir dizi harika
bilimsel kazanımları birleştirir. Sovyet Cumhuriyeti, ne pahasına
olursa olsun, bu alanda bilim ve tekniğin tüm değerli
kazanımlarını devralmak zorundadır. Sosyalizmi gerçekleştirme
olanağı tam da, Sovyet iktidarını ve Sovyet yönetim örgütünü
kapitalizmin en modern ilerlemeleriyle birleştirmedeki
başarılarımızla belirlenecektir. Rusya’da Taylor sistemini
inceleme ve öğretmeye, sistemli olarak sınamaya ve uygulamaya
girişmeliyiz. Emek üretkenliğinin arttırılmasına adım atarken
aynı zamanda, kapitalizmle sosyalizm arasında bir yandan sosyalist
yarışın örgütlenmesi için temelin atılmasını, öte yandan
ise proletarya diktatörlüğü şiarının, proleter iktidarın
berbat bir durumunun pratiğiyle kirletilmemesi için zor kullanımını
gerektiren geçiş döneminin özelliklerini dikkate almalıyız”
(Lenin; C. 27, s. 249/250).
34)Grosse
Sowjet-Enzyklopaedie, C. I, Berlin 1952, s. 1172- SSCB, Büyük
Sovyet Ansiklopedisi, C. I, “Çalışma” bölümü.
35)
SSCB, Büyük Sovyet
Ansiklopedisi; Agy.
36)
SSCB, Büyük Sovyet Ansiklopedisi; Agy.
37)Bkz.:
SSCB, Büyük Sovyet Ansiklopedisi; Agy.
38)Stalin:
C. 13, s. 52.
39)SSCB,
Büyük Sovyet Ansiklopedisi; s. 1173.
40) I.
Dworkin; “Das sozialistische Verteilungsprinzip” (Sosyalist
Dağıtım İlkesi), Neue Welt, Sayı 9 (25), s. 74, Mayıs 1947.
41) Bkz.:
I. Dworkin; “Das sozialistische Verteilungsprinzip”.
42)1.
grup düz işler grubu. 7. grup en kalifiye olanların grubu. 1.
grupta köylü, tespit edilmiş günlük iş normunu doldurursa 0,5
iş birimi hanesine yazılıyordu. 9. grupta ise bu miktar 2,5 iş
birimiydi.
43)Lenin; C.
33, s. 38.
44)“Komünist
toplumu komünistlerin elleriyle inşa etmem istemek, saf, tamamen
saf (çocuksu, çn.)
bir düşüncedir. Halk denizi içinde komünistler,…bir damladır”
(Lenin: XI. Parti Kongresi).
45)“Bir
işletmeden diğerine ‘genel’ göç, işgücü dalgalanması
bundandır. Bu kötülüğe son vermek için, eşitçiliği ortadan
kaldırmak ve eski ücret sistemini parçalamak gereklidir. Bu
kötülüğe son vermek için, kalifiye emekle kalifiye olmayan emek
arasındaki ağır ile hafif iş arasındaki farkın hakkını veren
bir ücret sistemi yaratmak gerekir. Demir sanayinde merdane
başındaki bir işçiyle, ortalığı temizleyen hademenin aynı
ücreti almasına göz yumulmamalıdır. Bir makinistle bir katibin
aynı ücreti almasına göz yumulmamalıdır” (Stalin;
C. 13, s. 52).
46)Eduard
Ullmann; “Lohnsystem und Arbeitsproduktivitaet im Sozialismus”,
Einheit, Temmuz 1949, Nr. 7, s. 638.
47) 1936
Sovyet anayasası –o zamanki adıyla Stalinist Anayasa- madde 118.
48)
Stalin; C. 13, s. 314-315, XVII. Parti Kongresine sunulan Siyasi
Rapor.
49)“Farklı
insanların sosyalizmde farklı gereksinimlere sahip olacakları ve
oldukları açıktır. Sosyalizm zevklerle ilgili olarak,
gereksinimlerin niceliği ve niteliğiyle ilgili olarak farklılığı
hiçbir zaman inkar etmedi. Marks’ın Stirner’i eşitlemecilik
eğilimi nedeniyle nasıl eleştirdiğini okuyun, 1875 yılında
Gotha Programı’nın Marks tarafından eleştirisini okuyun. Marks,
Engels, Lenin'in sonraki eserlerini okuyun, eşitlemeciliğe nasıl
bir şiddetle karşı çıktıklarını göreceksiniz.
Eşitlemeciliğin kaynağı, bireysel köylünün düşünce
tarzıdır, tüm malların eşit paylaşılması gerektiği
görüşüdür, ilkel köylü "komünizmi"nin
mentalitesidir. Eşitlemeciliğin Marksist sosyalizmle hiçbir ortak
yanı yoktur. Ancak Marksizmi tanımayan insanlar, sanki Rus
Bolşevikleri tüm malları bir araya yığıp sonra onları eşit
biçimde dağıtacakları ilkel düşüncesine sahip olabilirler. Bu
tür düşüncelere, ancak Marksizm’le hiç ilgileri bunmayan
insanlar sahiptir. Cromwell'in ve Fransız devriminin zamanında
ilkel “komünistler” gibi insanlar, komünizmi böyle
düşünmüşlerdi. Ama Marksizm’in ve Rus Bolşeviklerinin bu tür
eşitlemeciliğe varan “komünist”lerle hiçbir ortak yanı
yoktur” (Stalin;
Agk., s. 104/105, Alman yazar Emil Ludwig ile görüşme”)
50) Stalin;
C. 14, s. 33 –“Stahanovcuların I. Birlik Danışma
Toplantısındaki Konuşma”.
51)“Bu
süreç; ücretin daha hızlı artması, şimdiye kadar kaçınılmazdı
ve genel olarak yasaldı. Ücretin, işçinin zorunlu
gereksinimlerinin karşılanabileceği derecede artması gerekiyordu…
Ama ücretlerin ve iş verimliliğinin artışı arasındaki bu oran
uzun dönem devam ederse bu, sanayinin ve devletin çıkarlarını
tehlikeye sokar”
(Die kommuistische Partei der Sowjetunion in Resolutionen,
Beschlüssen…der Parteitage, Konferenzen und Plenen des ZK”, C.
V, s. 144, 1957).
52)Bkz.:
Rudolf Kirchner; “Das Lohnsystem in der Sowjetunion –eine
wichtiger Hebel zur staendigen Verbesserung der Lebenshaltung der
Werktaetigen”, Einheit, Nr. 1, s. 45/46, Ocak 1952.
53)Stalin;
C. 14, s. 42,”Stahanovcuların İlk Birlik Görüşmesindeki
Konuşma”.
54)“Başkaları,
teknik normların gerekli olduğunu, ama bunların şimdiden
Stahanov’un, Bussigin’in, Ogradava’nın ve diğerlerinin elde
ettiği kazanımların düzeyine çıkartmak zorunda olduğunu
söylüyorlar. Bu da… doğru değildir. Bu tür normlar bugün için
gerçekçi olamaz. Çünkü teknik olarak Stahanov ve Bussigin’den
daha az becerikli olan erkek ve kadın işçiler bu tür normları
yerine getiremezler. Şimdiki teknik normlarla Stahanov ve
Bussigin’in ulaştığı normların ortasında bir yerde olan
teknik normlara gereksinimimiz vardır…Yeni insanlar, yeni
zamanlar, yeni teknik normlar”
(Stalin; Agk., s. 43).
55)Stalin;
Agk., s. 42.
56)Eduard
Ullmann; Ag. dergi, s. 639.
57)R.
Kirchner; Ag.dergi, s. 49.
58) R.
Kirchner; Ag.dergi, s. 49.
59) R.
Kirchner; Agy.
60) R.
Kirchner; Ag.dergi, s. 50.