DÜNYA
EKONOMİSİNİN KRİZ SEYRİ VE GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM (I)
(Transatlantik Ekseninin Yerini
Transpasifik Ekseni Alıyor)
2008'den
bu yana devam eden dünya ekonomik krizi, sermaye açısından çok
şeyin yolunda gitmediğini gösterdi. Özellikle II. Dünya
Savaşından sonra o günün dünya ekonomisi koşullarına uygun
olarak kurulan tekelci devlet kapitalizmi yapılanmaları artık
gerektiği gibi işlevsel değil ve tekelci sermayenin çıkarlarına
pek uygun düşmemektedir. Bunun ötesinde ve bu yapılanmaların bir
parçası olarak yeni sömürgecilik de derin bir kriz içinde; dünün
birçok yeni sömürgeleri bugün, yaşanmakta olan ekonomik krizin
de iyiden iyiye açığa çıkardığı gibi bölgesel ve dünya
pazarlarında rekabetçi bir güce sahip oldular. II. Dünya
Savaşından sonra kurulan tekelci devlet kapitalizmi yapılanmasında
esas amaç, Batının emperyalist ülkelerinin dünya ekonomisinde
ve politikasında sarsılmayacak hakimiyetinin devamının
sağlanmasıydı. Bu hakimiyet artık soru götürür olmuştur;
“yükselen” ekonomiler olgusunun yanı sıra emperyalist ülkeler
arasında güç dengeleri de değişmiştir. I. Dünya Savaşından
sonra kapitalist dünya üretiminin merkezi Avrupa'dan Kuzey
Amerika'ya kaymıştı. Şimdi de ABD ve AB'den Asya'ya kaymıştır.
Bugüne kadar dünya ekonomisinde belirleyici bir rol oynayan
ABD-Avrupa ekseninin yerini ABD-Asya ekseni almaya başlamıştır.
Başka bir deyişle, transatlantik
ekseninin yerini transpasifik ekseni alıyor.
2009/2010
döneminde dünya ekonomisinde görülen kısmi, geçici iyileşme
emperyalist burjuvaziyi, krizden çıkılıyor diye umutlandırmıştı.
Amerika'nın dev bankaları arka arkaya yıkılırken gelen mali
tsunamiyi gören emperyalist ülkeler ve onlarla birlikte G-20'nin
diğer ülkeleri, bir çok denemeden sonra -G-20 zirveleri- başta
emperyalist ülkeler olmak üzere kendi aralarındaki çelişkileri
geri plana itiyor gözükerek geçici bir kriz yönetimi
oluşturabilmişlerdi. Amaç, dünya ekonomisini ve maliyesini
kontrol edilebilir duruma getirmek, yani krizi sonlandırmaktı.
Böylece kapitalist dünya sisteminin kontrolsüz
istikrarsızlaşmasının ve dünya çapında bir devrimci krizin
doğmasının önü alınmak istenmişti.
O
dönemde -2009/2010 döneminde- geçici bir iyileşme sağlanabildiyse
bunun tek nedeni devasa boyutlara varan, trilyon dolarla ifade edilen
mali teşviktir. Bu teşvikle dünya ekonomisi ve mali sistemi yapay
ve geçici olarak ayakta tutulabilmiştir.
Sermaye
kıyımı geçici olarak durdurulabilmiştir. Ama o zamana kadar da
dünya borsalarında buharlaşan sermaye miktarı korkunçtu: Söz
konusu geçici iyileşme döneminden önce dünya borsalarında
sermayeleşme 2007 sonu itibariyle yaklaşık 65 trilyon dolardan
2008 sonu itibariyle 35 trilyon dolara düşmüş, Ekim 2007'den Ekim
2008'e dünya borsalarında “değer” kaybı yüzde 43,4 oranında
varmıştı. Veya 31
Ekim 2007'de 62,57 trilyon dolar olan dünya borsalarındaki
sermayeleşme miktarı 6 Mart 2009'da 25,558 trilyon dolara, bu zaman
zarfındaki kayıp miktarı da 37,01 trilyon dolara düşer, yani
yüzde 59,2'ye varan bir sermaye kıyımı gerçekleşir.
Sermaye
kıyımından kurtulmak için uluslararası tekeller fazlalık
sermayelerini BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin, Güney
Afrika'nın eklenmesiyle şimdi BRICS oldu) ülkelerine ve “yükselen
pazarlar” diye tanımlanan Tayvan, Meksika, Tayland, Arjantin,
Güney Kore, Türkiye gibi ülkelere transfer ederler. Esasen bunun
sonucu olarak bu ülkelerde ekonomide belli bir canlanma, hatta
yükseliş yaşanırken, başka Batının emperyalist ülkeleri olmak
üzere çoğu ülkede ekonomi dibe vurur. Krizin merkezi ABD, Japonya
ve özellikle de Avrupa'dır.
2010'dan
günümüze kadarki gelişmeler, aşağıda da göstereceğimiz gibi
dünya çapında ekonomik kriz sadece kontrol edilebilir duruma
gelmiştir, ama krizden henüz çıkılamamıştır.
2008
sonunda G-20 ülkeleri, dünya mali ve ekonomik sisteminin çöküşle
karşı karşıya kalmasını engellemek amacıyla devasa miktarda
bir sermayeyi sisteme pompalamaya başladılar. Bilinen o “destekleme
paketleri”nin toplam tutarı 27 trilyon dolara varmaktaydı. Ne
pahasına? O güne kadar görülmemiş boyutlarda kamu borçlanması
pahasına. Sisteme pompalanan bu miktar kaçınılmaz olarak
spekülasyonun yeniden şişmesine neden olmuş ve türevlerle
ticaret Haziran 2012'de 639 trilyon dolara kadar çıkmıştır. Bu
miktar dünya brüt üretiminin yaklaşık on katına denk
düşmektedir.
Kriz
yönetimi, çözmesi gereken sorunu çözememiş, ekonominin krizden
çıkışının yolunu açamamıştır, tersine çelişkilerin
yığılmasına neden olmuş, dünya ekonomisindeki gelişmenin
dengesizliği ve güçler dengesi sorunundan kaynaklanan çelişkiler
giderek derinleşmiştir: Bir taraftan şimdiye kadar kapitalist
dünya ekonomisine hakim olan ABD, Japonya ve AB ve diğer taraftan
da BRICS ülkeleri ve diğer bazı “yükselen” ülkeler.
Dünya
ekonomisine birbirine tam ters konumda olan iki eğilim, iki farklı
gelişme damgasını vurmaktadır: Bir yanda eski kapitalist
ülkelerde (ABD, AB, Japonya) devam eden kriz, diğer yanda da BRICS
ülkelerinde, bir çok “yükselen” ülkelerde ekonominin
canlanma ve yükseliş aşamasında olmasıdır.
Batının
emperyalist ülkelerinin, G-20'nin kriz yönetiminden en çok BRICS
ülkeleri yararlanmıştır. Örneğin bu ülkelerin dünya brüt
üretimindeki payı 2000 yılında yüzde 8,9'dan 2011 yılında
yüzde 20,2'ye çıkarak iki mislinden biraz fazla artmıştır.
Böylece BRICS dünya ekonomisinin önemli bir potansiyeli, göz ardı
edilemeyecek bir faktörü olmuştur. Bu gelişmenin diğer yüzü
ise aynı dönem zarfında OECD'nin dünya brüt üretimindeki
payının yüzde 81,2'den yüzde 65,9'a gerilemesidir.
Rusya
hariç diğer BRICS ülkeleri eski sömürge ülkelerdi. Bu ülkelerde
sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, üretime yönelik
yatırımları ve bu ülkelerin tarım ülkesi olmaktan çıkarak
sanayi ülkeleri olmaları sürecini de oldukça hızlandırmıştır.
Böylece bu ülkeler bir taraftan dünya pazarları için üreten
üretim merkezleri olurlarken, aynı zamanda dünya ürünleri,
uluslararası tekeller için vazgeçilemez yeni ve büyüyen pazarlar
olmuşlardır. Batının emperyalist ülkeleri ve uluslararası
tekelleri için BRİCS ülkeleri ve başkaca “yükselen ekonomiler“
(ülkeler) adeta bir cankurtaran simidi oldular. Dünyanın başka
alanlarında azami kar getirecek yatırım olanakları bulamadıkları
için sermayeleri bu ülkelere yöneldi.
Şüphesiz
ki, bu ülkeler krize girmeden de dünya ekonomisi krizden çıkabilir.
Ama bu ülkelerin de devam eden krizin etkisiyle krize
girmeyeceklerinin hiçbir garantisi yoktur. Bu ülke ekonomilerinde
son dönemlerde görülen “soğuma“, yükselişin yavaşlaması,
durgunluk eğilimleri, gelişmenin yönünün olumsuz olduğunun
doğrudan işaretleridir.
Dünya
ekonomisinde izlenen birçok olgu bu krizin daha belli bir dönem
süreceği yönündedir. Krizin daha ne kadar devam edeceğini
söylemek bir kehanet olur. Ama farklı sektörlerdeki durum, örneğin
otomobil sektöründeki durum, Avrupa'da otomobil sanayinin en erken
olarak 2016'da krizden çıkabileceğini göstermektedir. Bu demektir
ki, Avrupa otomobil sanayisinde sabit sermaye kıyımına devam
edilecek, yani işletmeler kapanacak ve işçiler sokağa
atılacaktır.
2009/2010
döneminde emperyalist ülkelerin ve G-20'nin diğer ülkelerinin
krizin seyrini etkilemek için ortaklaştırabildikleri tedbirlerden
geriye bir şey kalmadı. O dönemde kendi sermayesini korumak için
açıktan alınan tedbirler, bugün acımasız rekabet olarak
derinleşmektedir. Otomobil sektöründeki durum bunu göstermektedir.
Dünya çapında araçlara (burada otomobil) verilen yeni ruhsat
sayısı 2007'de yaklaşık 59 milyondan 66 milyona çıkarak yüzde
11,9 oranında artmıştı. Aynı dönemde Avrupa'nın payı yüzde
27'den yüzde 19'a, Kuzey Amerika'nın payı yüzde 32'den yüzde
26'ya düşerken, Asya ve Pasifik alanlarında yüzde 25'ten yüzde
37'ye çıkmıştı. Bu, Avrupa ve Kuzey Amerika'da daha kapanacak
çok sayıda otomobil işletmesinin ve sokağa atılacak binlerce
işçinin olduğu anlamına gelir.
Tabii
her zaman, özellikle de kriz dönemlerinde olduğu gibi birtakım
bilir kişiler toplumun nabzını tutmak ve yönlendirmek için
ekonominin geleceği, tahminen ne kadar büyüyeceği hakkında
öngörülerde bulunurlar. Her nedense öne sürdükleri tahminler
tutmaz ama işleri gereği tahminlerde bulunurlar. Bu tahminler
durgunluk ve yüzde 3 ila yüzde 3,3 oranında büyüme arasında
gidip gelmektedir. Bu ekonomi şamanlarının değerlendirmelerinin
kıymet -i harbisi en fazlasıyla birkaç aydır. Birkaç ay sonra
tahminlerini ya aşağıya ya da yukarıya doğru değiştirirler.
Ekonominin
gelişme seyri üzerine hiç tahmin yapılamaz mı? Elbette yapılır.
Ama bunu yapabilmek için ekonomik gelişmenin seyrini gerçekten de
belirleyen konjonktürel itici güçlerin doğru tanımlanması
gerekir. Bu açıdan baktığımızda kriz sürecinde kapitalist
dünya ekonomisini ayakta tutan, işlevsel kılan merkezi itici güç,
borçlanma dinamiğidir. Kapitalizm borçlanmayla ek talep yaratarak
artı üretimini pazarlama yoluyla kendini üretmeye yönelmiştir.
Böyle bir dinamiği üreten bizzat kapitalizmdir. Kapitalist
ekonomi, sistemin kendi ürünü olan verimliliği karşısında
talep oldukça yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle sistemin çarklarının
dönebilmesi için kredi adı altında geleceğin muhtemel
gelirlerine bugün el atılmakta, kapitalizm geleceği satarak
çarkını çevirebilmektedir.
Bahsettiğimiz
“destekleme paketleri”yle borçlanma dinamiği
“devletleştirilmişti”. Hiçbir devletin 2009/2010 dönemindeki
boyutlarda borçlanacak durumu kalmamıştır. Ekonomiye müdahale en
fazlasıyla belli sınırlar içinde olabilir. Mevcut durum, dünya
ekonomisinin önümüzdeki dönemde krizin devam ettiği merkezlerin
(ABD, Avrupa ve Japonya) yanı sıra krizde olmayan ülkelerde de
farklı derecelerde de olsa belli bir genel “soğuma”, yavaşlama
eğilimi içinde olacağını göstermektedir. Farklı derecelerde de
olsa kapitalist dünya ekonomisinin bu merkezi alanlarında
istikrarsızlık durgunluğa yol açacak boyutlardadır. En az
istikrarsız gözüken Çin, özellikle istikrarsız durumda olan
Avrupa ve istikrarsızlık ve istikralı olma arasında gidip gelen
de ABD'dir.
Dünya
ekonomisinin iç içe geçmişlik durumu, “dışarı”dan
etkilenmeye bütün kapıları açmaktadır: ABD'de borçlanma başka
ülkelerde -örneğin Çin- ekonomide konjonktürü canlandırıcı
etkide bulunurken, bu üç merkezden birisinde ekonominin durgunluğa
girmesi veya öngörülemeyen bir olumsuz gelişme, diğer merkezleri
de olumsuz etkileyebilir. Amerikan ekonomisinin durgunluğa girmesi
durumunda diğer merkezlerin bundan doğrudan etkilenmeleri
kaçınılmaz olacaktır.
Açık
ki, emperyalist ülkelerin kriz yönetimcilerinin alınan tedbirlerle
krizin sonlanacağı umudunu bizzat kriz kırmıştır ve dünya
ekonomisi şu andaki seyriyle durgunluk aşamasına doğru
ilerlemektedir. Şimdi krizin genel anlamda nasıl bir seyir
izlediğini ve önümüzdeki dönemde de muhtemelen nasıl bir seyir
izleyeceğini verilerle göstermeye çalışalım.
I-
SANAYİ ÜRETİMİNİN SEYRİ
Krizin
başlangıcından bu yana 1929-32 kriziyle karşılaştırma
bağlamında dört makale yayımlanmıştı:
İlk
makalede (1929-1932 ve 2007/2008 Dünya Krizleri Karşılaştırması
- Haziran 2009 tarihli yazı) 1929-32 kriziyle şimdiki krizin ilk
14-15 aylık dönemini karşılaştırmıştık.
İkinci
makalede (Kriz Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları
I, II ve III - 18 Aralık 2009, 16 Ocak 2010 ve 24 Şubat 2010
tarihli makaleler) 1929-32 krizi ile şimdiki krizin ilk 20-21 aylık
dönemini karşılaştırmıştık.
Üçüncü
makalede (Kriz Karşılaştırması - Dünya Ekonomisi Üzerine
Notlar, 15 Ağustos 2010 tarihli makale) şimdiki krizin ilk 27-28
aylık dönemini 1929-32 kriziyle karşılaştırmıştık.
Dördüncü
makalede (Dünya Ekonomisinde Güncel Durum-Krizin Seyri ve Güçler
Dengesinde Değişim, Mart/Nisan 2011 tarihli makale) yaşanmakta
olan krizin 35-37 aylık dönemini karşılaştırmıştık.
Bu
makalede ise 1929-32 kriziyle karşılaştırma yapmayacağız ve
yaşanmakta olan krizi aylar (59-60 aylık dönem), yılın
çeyrekleri ve yıllar bazında ele alarak kapitalist dünya
ekonomisinde kriz seyrini göstermeye çalışacağız.(Ayrıca
belirtilmediyse OECD verileri 5 Mart 2013 tarihli veri tabanına
göredir).
1-Yaşanmakta
olan krizin başlangıcından bu yana dünya aylık sanayi
üretiminin
seyri
Krizden
önce OECD toplamında sanayi üretimi en yüksek seviyesine yüzde
109,2 ile 2008 Ocak ve Şubat aylarında ulaşmıştır. “World
trade monitor”un (http://www.cpb.nl/en/world-trade-monitor)
verilerine göre kriz öncesinde aylık bazda dünya sanayi üretimi
en yüksek seviyesine yüzde 135,6 oranla Şubat 2008'de ulaşmıştı.
Aşağıdaki grafiklerde de göreceğimiz gibi OECD toplamı bazında
sanayi üretimi kriz öncesindeki en yüksek seviyesine 60 ay sonra,
2012 Aralık sonu itibariyle ulaşamamıştır. “World trade
monitor”un (bundan sonra WTM) verilerine göre ise dünya sanayi
üretimi 27 ay sonra, Mayıs 2010'da krizden çıkıyor.
OECD
toplamında sanayi üretimi Mart 2009'da yüzde 17,5 oranında mutlak
küçülerek dibe vuruyor. Yaklaşık Ocak 2011'den bu yana aylara
göre büyüme oranları arasından önemli bir farklılığın
(iniş-çıkışın) olmadığı bir durgunluk sürecine giriliyor.
WTM'in
verilerine göre ise dünya sanayi üretimi Şubat 2009'da yüzde
12,5 oranında mutlak gerileme ile dibe vuruyor ve sonrasında
günümüze kadar sürekli artıyor.
Sanayi
üretimindeki bu farklılık dünya ekonomisinin seyrinde iki
eğilimin varlığını göstermektedir; bunlardan birisi dünya
ekonomisinin krizden çıkmadığını, belli bir durgunluk
aşamasında olduğunu ve ikinci eğilim de dünya ekonomisinin
krizden çıktığını göstermektedir. Bu yazıda diğer şeylerin
yanı sıra bu her iki eğilimi ve ne anlama geldiğini göstermeye
çalışacağız. (OECD verileri 2005=100'den ve WTM verileri de
2000=100'den kriz öncesinde üretimin en yüksek ayı=100'e
çevrilmiştir).
2-Önde
gelen emperyalist ülkelerde aylara göre sanayi üretiminin
gelişme
seyrine toplu bakış
2.1-Kriz
öncesinin en yüksek üretim değerine göre aylar bazında
Alman,Fransız, İngiliz, Amerikan ve Japon sanayi üretiminin
gelişme
seyri
Aşağıdaki
grafik OECD verilerine göre hazırlanmıştır. Ne gördüğümüzü
birkaç cümleyle ifade edelim.
Fransız
sanayi üretimi 2009'un Mart-Nisan (-19,2); Alman (-30,3) ve Japon
(-34,3) sanayi üretimi Şubat; İngiliz sanayi üretimi (-13,3)
Ağustos ve Amerikan sanayi üretimi de (-16,9) Haziran ayında dibe
vuruyor. Bu ülkelerde sanayi üretimi daha sonrasında bu
seviyelerde mutlak küçülmüyor, ama krizden de çıkamıyor:
Aralık 2012 itibariyle kriz öncesindeki en yüksek seviyesine göre
Fransız sanayi üretimi yüzde 15,1; Alman sanayi üretimi yüzde
5,3; İngiliz sanayi üretimi yüzde 13,3 ve Ocak 2013 itibariyle de
Japon sanayi üretimi yüzde 18 ve Amerikan sanayi üretimi de yüzde
2 oranında mutlak küçülmüş durumdaydı.
Japonya
hariç diğer ülkelerde sanayi üretimi yaklaşık 2010'un sonu
itibariyle önemsiz oranlarda büyüme (ABD, Almanya) ve önemsiz
oranlarda küçülme (Fransa, İngiltere); bir bütün olarak
inişli-çıkışlı bir gelişme sergilemektedir. Bu durum bu
ülkelerde sanayi üretiminin 2009'un ikinci yarısından yaklaşık
2010'un sonuna veya 2011'in ilk aylarına kadar belli bir canlanma,
üretim artışı içinde olduğunu ve sonrasında da üretimin her
bir ülke için farklı da olsa belli seviyelerde devam ettiğini
göstermektedir.
2.2-Avro
Alanı, AB, OECD-Avrupa, OECD-Toplam ve G-7 ülkelerinde
aylara göre
sanayi üretiminin seyri
Çok
sayıda ülke sanayi üretiminin bileşiminden oluşan aşağıdaki
grafik yukarıda bahsettiğimiz eğilimi doğrudan desteklemektedir.
Sanayi
üretimi Nisan 2009 itibariyle Avro Alanı'nda (-21,3), AB'de
(-19,5), G-7 ülkelerinde (-19,8) ve OECD-Avrupa ülkelerinde
(-18,8), Mart 2009 itibariyle OECD-Toplamında (-17,5) ve dünya
sanayi üretimi de Şubat 2009 itibariyle (-12,5) dibe vuruyor,
mutlak küçülüyor.
Sonraki
dönemde dünya sanayi üretimi Mayıs 2010 itibariyle (yüzde 0,1)
krizden çıkıyor ve Ocak 2013'te yüzde 10,9 oranından büyüyor.
Krizin
dibe vurmasından sonrasında yaklaşık 2010'un ikinci yarısına
kadar bu ülke gruplarında da sanayi üretimi dünya ölçeğinde
olduğu gibi, ama daha küçük oranlarda bir büyüme sürecine
(canlanma) giriyor. 2010'un yaklaşık ikinci yarısından veya daha
genel ifade edersek 2011'in başından itibaren bu ülke gruplarında
sanayi üretimi farklı oranlarda da olsa belli bir artış-eksiliş
bandında seyrediyor. 2011'in sonundan itibaren bu ülke gruplarında
sanayi üretiminin büyüme oranlarında bariz bir farklılaşma
görülmektedir.
2.3-BRIC
ülkelerinde aylara göre sanayi üretiminin seyri
Bu
ülke grubunda yukarıdaki ülkelere göre farklı bir gelişme
eğilimi görüyoruz. Brezilya'da sanayi üretimi 2005=100 bazında
Ocak 2008'deki seviyesininden geriye düşüyor (Şubat, Mart, Ekim,
Kasım Aralık 2008 arasında; Ocak 2009-Ocak 2010 arasında ve
Haziran, Ağustos 2010'da). Üretimin mutlak gerilediği aylar da
oluyor; Aralık 2008'de ve Ocak-Nisan 2009 arasında sanayi üretimi
2005=100'ün altına düşüyor.
Brezilya
sanayi üretiminde olduğu gibi üretimde mutlak bir gerileme olmasa
da aynı paralelde bir gelişmeyi Rus sanayi üretiminde de
görüyoruz.
Bu
veriler Brezilya ve Rusya'da sanayi üretiminin yaşanmakta olan
krizden oldukça güçlü etkilendiğini, ama Hindistan sanayi
üretiminde krizden etkilenmenin önemsiz olduğunu; en fazlasıyla
dünya çapında krizin dip noktada olduğu dönemde etkilenmenin
biraz bariz olduğunu görüyoruz.
Sanayi
üretimi Hindistan'da yaklaşık 2010'un ilk aylarından, Rusya'da
2012'in başından ve Brezilya'da da 2010'un ortalarında itibaren
artışı-eksilişi büyük oranlara varmayan bir inişli-çıkışlı
sürece giriyor. Örneğin Rusya sanayi üretiminin 2012'nin
Şubat-Aralık ayları arasındaki büyüme oranları arasında
önemli bir fark yok. Aynı durum, inişli-çıkışlı da olsa
2010'un ikinci yarısından itibaren Brezilya ve daha belirgin iniş
ve çıkışlarla 2010'un ilk aylarından itibaren Hindistan sanayi
üretimi için de geçerlidir.
Aylara
göre Çin sanayi üretimi
Aylık
bazda Çin sanayi üretimi yaşanmakta olan krizden büyüme
oranlarının gerilemesi bazında etkilenmiştir. 2006-2007
dönemindeki aylık büyüme oranları (yüzde 15 ila yüzde 20
arası) 2008'in ikinci yarısından itibaren yüzde 10 ila yüzde 5
arasında kalan büyüme oranlarına düşüyor. 2008'deki sert
üretim gerilemesini 2009'da merdivenvari bir üretim artışı
takip ediyor. Çin sanayi üretiminin dünya ekonomisinin genel
seyrinden etkilenmesini 2010, 2011 ve 2012'de ortalama aylık
büyümenin giderek küçülmesinde görüyoruz. Aylık sanayi
üretimi 2012 genelinde yüzde 10 bandına kadar geriliyor.
Sanayi üretimi 2012'nin Mart ayında yüzde 11,9, Nisan ayında
yüzde 9,3, Mayıs ayında yüzde 9,6, Haziran ayında yüzde 9,5,
Temmuz ayında yüzde 9,2, Ağustos ayında yüzde 8,9, Eylül
ayında yüzde 9,2, Ekim ayında yüzde 9,6, Kasım ayında yüzde
10,1, Aralık ayında yüzde 10,3 ve 2013'ün Şubat ayında da yüzde
9,9 oranlarında büyüyor.
2.4-
İspanya ve “yükselen” bazı ülkelerde aylara göre sanayi
üretiminin
seyri
OECD
verilerine göre 2005=100 bazında kriz öncesinde sanayi üretimi
Türkiye'de 2008'in Ocak ayında (%125,8), Kore'de Nisan ayında
(%125,1), Meksika Şubat ayında (%110,7), Polonya (%135,1) ve
İspanya'da (%107,2) da Şubat ayında en yüksek noktasındaydı.
Kore'de
sanayi üretimi Aralık 2008'de dibe vuruyor (22,5 mutlak küçülme),
ama arkasından hızlı bir yükselişe geçerek Eylül 2009'da
krizden çıkıyor (yüzde 3 oranında büyüme). Ocak 2013
itibariyle Kore sanayi üretimi kriz öncesindeki en yüksek
seviyesine göre yüzde 20,3 oranında büyümüştür (veya 2005=100
bazında Nisan 2008'deki yüzde 25,1 oranındaki büyüme Ocak
2013'te yüzde 50,5 oranında büyümeye ulaşmıştır.
Meksika'da
sanayi üretimi Mayıs 2009'da dibe vuruyor (yüzde 12,3 oranında
mutlak küçülme). Sanayi üretimi ancak 2011'in Ekim ayında
krizden çıkıyor (yüzde 0,4 oranında büyüme). Sonraki dönemde
sanayi üretimi yüzde 1,4 ila yüzde 3,6 arasında değişen
oranlarda büyüyor. Aralık 2012 itibariyle sanayi üretimi kriz
öncesindeki en yüksek seviyesine göre ancak yüzde 1,4 oranında
artmıştı.
Polonya'da
sanayi üretimi Ocak 2009'da dibe vuruyor (yüzde 14,6 oranında
mutlak küçülme). Sanayi üretimi Haziran 2010'da krizden çıkıyor
(yüzde 0,8 oranında büyüme). Sonraki dönemde büyüme oranları
yüzde 1,3 ila yüzde 11,7 arasında kalıyor. Polonya sanayi üretimi
Aralık 2013 itibariyle kriz önceki en yüksek seviyesine göre
yüzde 6 oranında büyümüştü.
İspanya'da
sanayi üretimi Mart 2009'da yüzde 24,9 oranında mutlak küçülerek
dibe vuruyor ve bu güne kadar da krizden çıkamıyor. Kasım
2012'de sanayi üretimi 29,9 oranında küçülerek ikinci kez dibe
vuruyor. Bu ülkede sanayi üretimi Aralık 2008 ile Aralık 2012
arasında yüzde 20 ila yüzde 29,9 oranları arasında kalan bir
mutlak küçülme bandında seyrediyor.
Türkiye'de
sanayi üretimi Aralık 2008'de yüzde 28,9 oranında küçülerek
dibe vuruyor ve yüzde 0,6 oranında büyümeyle de Aralık 2010'da
krizden çıkıyor. Sonraki dönemin bazı aylarında (Nisan,
Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül 2011 ve Temmuz, Ekim 2012) yüzde
7,2'ye varan ama süreklilik arz etmeyen üretim düşüşlerine
rağmen sanayi üretimi kriz öncesi en yüksek seviyesine göre
Kasım 2012 itibariyle yüzde 11,4 oranında büyüyor.
Bu
ülke grubu sanayi üretiminde iki eğilim görüyoruz: Farklı
zamanlarda krizden çıkan ülkeler ve krizin şiddetlenerek devam
ettiği ülke (İspanya).
3-Yılın
çeyreklerine göre sanayi üretimi
3.1-Önde
gelen emperyalist ülkelerde yılın çeyreklerine göre sanayi
üretiminin seyri
Kriz
öncesinde üretimin en yüksek olduğu çeyreğe (ABD'de 2007'nin
son çeyreği, diğerlerinde 2008'in I. çeyreği,) göre bu ülke
ekonomilerinin 2012 sonu itibariyle krizden çıkamadıklarını
görüyoruz. Söz konusu bu ülkelerde sanayi üretimi 2009'un ilk üç
çeyreğinde dibe vuruyor (Fransa ve Almanya'da 2009'un II.
çeyreğinde; ABD ve Japonya'da 2009'un I. ve İngiltere'de de III.
çeyreğinde).
2012'in
son çeyreği itibariyle Alman sanayi üretimi kriz öncesindeki en
yüksek seviyesinin yüzde 94,4'üne (-5,6), Fransız sanayi üretimi
yüzde 86,4'üne (-13,6), İngiliz sanayi üretimi yüzde 86,6'sına
(-13,4), Japon sanayi üretimi yüzde 80,8'ine (-19,2) ve Amerikan
sanayi üretimi de yüzde 97,8'ine (-2,2) denk düşüyordu.
Demek
oluyor ki, bu ülkelerde sanayi üretimi, dolayısıyla ekonomi, kriz
öncesindeki en yüksek seviyesini 2012'nin son çeyreği itibariyle
de aşamamıştır. Açık ki, üretim dip noktadan itibaren bir
artış trendine girmiştir, ama kriz öncesindeki en yüksek
seviyesine henüz ulaşamamıştır.
Gelişmenin
böyle olduğunu aşağıdaki grafikte de görüyoruz.
3.2-BRIC
ülkelerinde yılın çeyreklerine göre sanayi üretiminin seyri
Grafik
BRIC ülkelerinde tamamen farklı bir gelişmenin olduğunu
gösteriyor.
2005=100
bazında Hindistan sanayi üretimi 2008'in ilk çeyreğinde yüzde
38,9 ve 2012'nin son çeyreğinde de yüzde 62,3 oranında büyüyor.
Büyüme oranlarında en önemli küçülme 2009'un ilk çeyreğinde
oluyor. Bu çeyrekte sanayi üretimi 2005=100 bazında yüzde 30,7
oranında büyüyor.
Brezilya
sanayi üretimi 2005=100 bazında 2009'un I. çeyreğinde sadece
yüzde 2,2 oranında mutlak küçülüyor ve 2011'in birinci
çeyreğine kadar önemsiz iniş-çıkışlarla sürekli artıyor.
2009'un ilk çeyreğinden sonra büyüme oranlarında süreklilik arz
eden bir küçülme görülüyor. 2012'nin son çeyreği itibariyle
sanayi üretiminde büyüme oranı 2008'in ilk çeyreğindekinden
daha geriydi. Sanayi üretiminin bu seyri bu ülkede sanayi
üretiminin yaşanmakta olan krizden etkilenme derecesini gösterir.
Rusya
sanayi üretiminde Brezilya sanayi üretimindeki gelişmeye paralel
bir durum görüyoruz. Tek fark, Rus sanayi üretiminde mutlak
küçülmenin olmamasıdır.
Rus
sanayi üretimi 2009'un ikinci çeyreğinden itibaren
inişsiz-çıkışsız olarak sürekli büyümüştür.
3.3-Avro
Alanı, AB, OECD-Avrupa, OECD-Toplam ve G-7 ülkelerinde yılın
çeyreklerine göre sanayi üretiminin seyri
Yukarıdaki
göstergede önemli olan, hangi sütunun hangi ülke grubunu temsil
ettiğinden veya ülke gruplarında büyüme oranlarının ne kadar
olduğundan ziyade sanayi üretiminin 2009'un ilk çeyreğinde dibe
vurmasından sonra 2010'un üçüncü ve dördüncü çeyreğine
kadar sürekli artması ve sonrasında da -genel anlamda 2011'den
sonra 2012 sonuna kadar büyümenin yaklaşık aynı seviyede
kalmasıdır. Yani belli bir durgunluk sürecine girmesidir.
3.4-İspanya
ve “gelişen“ bazı ülkelerde yılın çeyreklerine göre sanayi
üretiminin seyri
Grafikte
şunu görüyoruz: Söz konusu bu ülkelerde sanayi üretimi kriz
öncesinde en yüksek seviyesine 2008'in ilk çeyreğinde ulaşıyor.
Üretim Kore, Polonya ve Türkiye'de 2009'un ilk çeyreğinde,
Meksika ve İspanya'da da ikinci çeyreğinde dibe vuruyor.
Üretim
dibe vurduktan sonraki süreç, her bir ülkenin koşulları farklı
olduğu için farklı şekilleniyor: Örneğin Kore'de sanayi üretimi
oldukça kısa bire zaman zarfında krizden çıkıyor; 2009'un
üçüncü çeyreği. Polonya'da sanayi üretimi 2010'un ikinci
çeyreğinde, Türkiye'de 2010'un dördüncü çeyreğinde ve
Meksika'da da 2011'in ikinci çeyreğinde krizden çıkıyor.
İspanya'da ise sanayi üretiminde kriz, dip nokta seviyesinde devam
eden bir durgunluk sürecine giriyor.
2012
sonu itibariyle kriz öncesinde üretimin en yüksek seviyede olduğu
2008'in birinci çeyreğini Kore sanayi üretimi yüzde 20,7; Polonya
sanayi üretimi yüzde 10,3; Türkiye sanayi üretimi yüzde 6,7 ve
Meksika sanayi üretimi de yüzde 3,4 oranında aşıyor.
İspanya'da
sanayi üretimi ise ilk dibe vuruşundan sonra (2009'un ikinci
çeyreği ve -22,8 oranında mutlak daralma) 2011'in ilk çeyreğine
kadar nispeten istikrarlı bir biçimde artıyor ve mutlak daralma
oranı da -22,8'den -20,6'ya düşüyor veya kriz öncesi en yüksek
seviyesine göre 2009'un ikinci çeyreğinde yüzde 77,2'ye düşen
sanayi üretimi 2011'in ilk çeyreğinde yüzde 79,4'e çıkıyor.
Sonrasında ise İspanya'da sanayi üretimi istikrarlı bir biçimde
mutlak geriliyor. 2012 sonu itibariyle bu ülkede sanayi üretimi
2008'in ilk çeyreğine göre yaklaşık üçte bir (-28,7 oranında)
mutlak küçülmüştü. Bu, en azından krizin şimdiye kadarki
sürecinde İspanyol sanayi üretimi için ikinci dibe vuruştur.
4-Yıllara
göre sanayi üretimi
OECD
toplamında sanayi üretiminin yıllık gelişmesini aşağıdaki
grafikte görüyoruz.
Burada
iki olgu görüyoruz. Birincisi sanayi üretimi yıllık bazda
2008'deki seviyesini aşamamıştır, dolayısıyla OECD toplamı
genelinde kriz devam etmektedir. İkincisi sanayi üretimi 2011-2012
döneminde bir durgunluk sürecine girmiştir. Böylece doğal
olarak, yukarıda aylık ve yılın çeyrekleri bazında göstermeye
çalıştığımız üretimde durgunluk süreci yıllık veriler
bazında da görülür olmuştur.
4.1-
21. yüzyılda emperyalist ülkelerde yıllara göre sanayi üretimi
Aşağıdaki
grafiği okumaya çalışalım:
Yaşanmakta
olan kriz, 2000-2004 kriziyle karşılaştırıldığında oldukça
ağırdır. Özellikle Fransa ve İngiltere açısından böyledir.
Krizden
çıkmaya en yakın ülke Almanya'dır; bu ülkede sanayi üretimi
2011'de 2005'teki veya kriz öncesindeki en yüksek üretim
seviyesini (2007) aşmıştı (yüzde 0,7 büyüme). Ama bunun
istikrarsız bir gelişme olduğunu 2012 verileri gösteriyor. Alman
sanayi üretimi 2012 sonu itibariyle kriz öncesindeki en yüksek
üretim seviyesinin gerisinde kalıyor; yüzde 0,2 oranında mutlak
küçülme.
Grafikte
yaşanmakta olan kriz öncesinde üretimin en yüksek olduğu yıla
(2007) göre 2012 itibariyle Fransa'da sanayi üretiminin yüzde
11,4, Almanya'da yüzde 0,2, Japonya'da yüzde 14,1, İngiltere'de
12,2 ve ABD'de de yüzde 2,8 oranında mutlak küçüldüğünü
görüyoruz.
4.2-Avro
Alanı, AB, OECD-Avrupa, OECD-Toplam ve G-7 ülkelerinde
yıllara
göre sanayi üretiminin seyri
Aşağıdaki
çizelgede ülke gruplarına göre sanayi üretimindeki eğilimi
oldukça açık bir biçimde görüyoruz.
Üretimin
krizden önceki en yüksek seviyesine göre (2007) sanayi üretimi
bu ülke gruplarında 2008 yılında yüzde 1,9 ila yüzde 2,9
arasında mutlak küçülüyor. Üretimde mutlak küçülme 2009
yılında
yüzde
16,8 ila yüzde 13,8 arasında değişen oranlarda devam ediyor.
2010'da üretim 2009'a göre yüzde 13,8-16,8 mutlak küçülme
bandından yüzde 10,5-7 küçülme bandına çıkıyor, yani üretim
belli oranlarda artıyor. Ama 2011 ve 2012 döneminde üretim her bir
ülke grubunda farklı boyutlarda da olsa yüzde 9,8-3,4 mutlak
küçülme bandında kalıyor. Bu durum bu ülke gruplarında sanayi
üretiminin durgunluk sürecinde olduğunu göstermektedir. Ülke
grupları tek tek ele alınsa da aynı sonuca varılır. Örneğin
2011-2012 arasında OECD toplamında sanayi üretiminde büyüme
farkı 0,7; OECD-Avrupa'da 1,6; G-7 ülkelerinde 0,7; AB'de 1,9 ve
Avro Alanında da 2,2 puandır. Üretimin kriz öncesindeki en yüksek
seviyesine göre (2007) 2011 ve 2012 yıllarında üretimin büyüme
oranları arasındaki fark bu kadar.
4.3-BRIC
ülkelerinde yıllara göre sanayi üretiminin seyri
2005=100
bazında sanayi üretiminde büyüme oranları 2008'den 2009'a
Rusya'da yüzde 14,5'ten yüzde 3,8'e ve Brezilya'da da yüzde
12,4'ten yüzde 4,1'e geriliyor. Ama sonraki yıllarda büyüme
oranları Rusya'da 2010'da yüzde 12,4'e, 2011'de yüzde 17,7'ye ve
2012'de de yüzde 20,7'ye; Brezilya'da 2010'da yüzde 15'e, 2011'de
yüzde 15,4'e çıkıyor ve 2012'de de yüzde 12,5 olarak
gerçekleşiyor.
Çin
hariç BRIC ülkelerinde yıllara göre sanayi üretiminin seyri
|
|||
Yıllar
|
Brezilya
|
Hindistan
|
Rusya
|
2000
|
85.8
|
74.2
|
|
2001
|
87.1
|
76.2
|
|
2002
|
89.5
|
79.9
|
|
2003
|
89.6
|
85.2
|
|
2004
|
97.0
|
94.4
|
|
2005
|
100
|
100
|
100
|
2006
|
102.8
|
110.9
|
|
2007
|
109.0
|
128.3
|
|
2008
|
112.4
|
138.1
|
|
2009
|
104.1
|
138.4
|
|
2010
|
115.0
|
151.9
|
|
2011
|
115.4
|
159.2
|
|
2012
|
112.5
|
160.4
|
120.7
|
Kaynak:
http://stats.oecd.org/Index.aspx?DataSetCode=MEI_REAL#
|
Sanayi
üretimi bazında krizden hemen hiç etkilenmeyen ülke Hindistan; bu
ülkede sanayi üretimi 2000-2012 arasında sürekli artmıştır.
Çin
ekonomisinin durumu:
Yukarıdaki
grafikte sanayide katma değer bazında Çin ekonomisinin krizden
etkilenme seyrini görüyoruz. İlk etkilenme krizde olan ülkelerde
sanayi üretiminin dibe vurduğu 2009 yılında oluyor. 2008'den
2009'a katma değerde büyüme oranı yüzde 9,9'dan yüzde 8,7'ye
düşüyor. Özellikle “yükselen ülkeler”in 2010'da krizden
çıkmasının ve krizde olan emperyalist ülkelerde de üretimde
artışın olduğu 2010'da Çin sanayi üretiminde de hızlı bir
yükseliş görülüyor ve sanayi katma değer artışı 2009'da
yüzde 8,7'den 2010'da yüzde 12,1'e fırlıyor (3,4 puanlık bir
artış). 2010-1012 arasında ise Çin sanayi üretiminde süreklilik
arz eden bir üretim artış oranlarında küçülme görülüyor.
Büyüme oranları 2010'da yüzde 12,1'den 2011'de yüzde 10,4'e ve
2012'de de yüzde 7,9'a düşüyor (2010'dan 2012'ye 4,2 puanlık bir
küçülme).
Aşağıda
ayrıca göstereceğimiz gibi Çin ekonomisi belli bir “soğuma”
sürecine girmiştir.
4.4-İspanya
ve “gelişen“ bazı ülkelerde sanayi üretiminin yıllara göre
seyri
Yukarıdaki
grafikte bu ülke ekonomilerinin her iki dünya krizinden nasıl
etkilendiğini görüyoruz. 2000-2004 dünya krizi sürecinde Kore,
Polonya ve Türkiye'de sanayi üretiminde güçlü gerileme olurken
Meksika ve İspanya sanayi üretimi krizi “hafif” atlatıyor.
Yaşanmakta olan kriz sürecinde ise başta İspanya olmak üzere
Türkiye ve Meksika oldukça güçlü etkileniyor.
Bu
ülkeler arasında sadece İspanya sanayi üretimi 2008'den bu yana
2005'teki üretim seviyesine ulaşamamış, Meksika'da sanayi üretimi
de krizin en derin yılında (2009) 2005'teki seviyesinin altına
düşmüştür.
Aşağıdaki
grafik kriz öncesinde üretimin en yüksek seviyede olduğu yıllara
göre hazırlanmıştır. Bu durumda İspanya, Meksika ve Türkiye
için 2007=100 ve Kore ve Polonya için de 2008=100 baz alınmıştır.
Krizden
en az etkilenen ülke Kore'dir. Bu ülkede sanayi üretimi 2008'e
göre 2009'da ancak yüzde 0,1 oranında gerilemiştir.
Polonya
sanayi üretimi 2008'e göre 2009'da yüzde 3,8 oranında mutlak
gerilemiştir.
Meksika'da
sanayi üretimi 2007'ye göre 2008'de yüzde 0,2 ve 2009'da yüzde
7,8 ve 2010'da da yüzde 2,2 oralarında mutlak küçülürken
Türkiye'de sanayi 2008'de yüzde 0,5 ve 2009'da da yüzde 10,4
oranlarında mutlak gerilemiştir. İspanya sanayi üretiminde ise
mutlak küçülme 2008'de yüzde 7,2, 2009'da yüzde 21,9, 2010'da
yüzde 21,2, 2011'de yüzde 22,4 ve 2012'de de yüzde 27,1
oranlarında olmuştur.
Baz
alınan yıla göre sanayi üretimi 2012'de Kore'de yüzde 24,1,
Polonya'da yüzde 15,6, Türkiye'de yüzde 13 ve Meksika'da da yüzde
5,3 oranlarında artmıştır.
Bu
ülkelerin krizde olmamaları dünya ekonomisinin krizden çıktığı
anlamına gelmez. Aşağıdaki grafik ekonomik krizin devam ettiğini
göstermektedir.
Sadece
ABD'de devlet desteğiyle Dow Jones hisse senedi endeksi mali kriz
öncesindeki en yüksek seviyesini aşabilmiştir. Diğer ülkelerde
Mart 2013 itibariyle hisse senedi değerleri yerde sürünmektedir.
5-
Ekonomik kriz ile sermaye hareketi arasındaki ilişki
Sermaye
ve üretimin uluslararasılaşma koşulları değişkendir:
Uluslararası
ekonomik ilişkileri liberalleştirme veya “küreselleşme” adına
atılan adımlar sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının
önündeki ulusal engellerin yıkılmasında ifadesini bulmaktalar.
Bu neoliberal anlayışın veya dayatmanın sonucunda düzenliliğin
yerini düzensizlik, kurallı işleyişin yerini kuralsızlık
almıştır. Sıra bu neden böyle oluyor sorusuna gelince akıl
almaz, her türlü mantık dışı cevaplar alabilirsiniz. Kimin bu
konuda hangi akıl almaz cevabı verdiği o kadar önemli değil.
Önemli olan düzenleme ve düzensileştirme arasındaki diyalektik
bağın her an ortadan kaldırılabilirliğe, değişime bağlı
olduğudur. Bu da en çok veya doğrudan kriz dönemlerinde açığa
çıkar. Yaşanmakta olan kriz sürecinde kendi sermayesini korumak,
onun çıkarlarını savunmak için şu veya bu devletin aldığı
korumacı tedbirler saymakla bitmez. Bu da göstermektedir ki,
düzenleme ve düzensileştirme arasındaki diyalektik bağ ulusal
sermayelerin çıkarlarına, dolayısıyla devletlerin ulus
çıkarların koruma anlayışına bağlıdır. Bunun böyle ve başka
türlü olmadığını, olamayacağını ve burada bir değişmezlik,
geriye dönüşün olamayacağı anlayışının ne denli yanlış,
mantık dışı olduğunu aşağıdaki verilerle gösterebiliriz.
Birleşmiş
Milletler'e üye ülke sayısı yanılmıyorsam 193. 2000-2011
arasında değişimleri uygulayan ülkele sayısı 41 ila 80
arasında değişiyor. 2004'te değişimleri uygulayan ülke sayısı
zirve yaparak 80'e çıkıyor, ama 2008'de de 41'e düşerek dibe
vuruyor. Neden bu dönemlerde zirve yapıyor veya dibe vuruyor? Açık
ki, bunun konjonktürel gelişme ile doğrudan bir bağı vardır;
2004'te dünya ekonomisi krizden çıkıyor, sermaye her tarafta
yatırım yapmak için hazır ve önündeki engellerin yıkılmasını
istiyor ve birçok devlet kendi sermayesinin çıkarı için veya
birçok devlet de dayatmaların sonucunda uyguladığı kuralları
kaldırıyor. Gerçekten de değişimleri uygulayan devlet sayısının
zirve yaptığı 2004 yılında düzenleyici değişim sayısı da
zirve yaparak 166'ya çıkıyor. Ama 2008'de, yaşanmakta olan krizin
başlangıç yılında değişimleri uygulayan devlet sayısı 41'e
düşerek dibe vuruyor ve düzenleyici değişim sayısı da 69'a
düşüyor. 2011'de değişimleri uygulayan devlet sayısı 44'e
çıkıyor, ama düzenleyici değişim sayısı 44'e düşüyor. Bu
değişimi ekonomik krizden bağımsız olarak açıklayabilir
misiniz? Açıklayamazsınız:
Yıllar
|
Değişimleri
uygulayan ülke sayısı
|
Düzenleyici
değişim sayısı
|
Serbest.
/teşvik
|
Düzenleme
/kısıtlama
|
Belirsiz
/tarafsız
|
Serbest.
/teşvik
oranı
|
Düzenleme/
kısıtlama
oranı
|
2000
|
45
|
81
|
75
|
5
|
1
|
94
|
6
|
2001
|
51
|
97
|
85
|
2
|
10
|
98
|
2
|
2002
|
43
|
94
|
79
|
12
|
3
|
87
|
3
|
2003
|
59
|
126
|
114
|
12
|
0
|
90
|
10
|
2004
|
80
|
166
|
144
|
20
|
2
|
89
|
11
|
2005
|
77
|
145
|
119
|
25
|
1
|
83
|
17
|
2006
|
74
|
132
|
107
|
25
|
0
|
81
|
19
|
2007
|
49
|
80
|
59
|
19
|
2
|
76
|
24
|
2008
|
41
|
69
|
51
|
16
|
2
|
76
|
24
|
2009
|
45
|
89
|
61
|
24
|
4
|
72
|
28
|
2010
|
57
|
112
|
75
|
36
|
1
|
68
|
32
|
2011
|
44
|
67
|
52
|
15
|
0
|
78
|
22
|
Kaynak:
UNCTAD, WIR 2012, s. 76.
|
Göz
önünde canlandırmak için yukarıdaki tabloyu grafikleştirelim.
Açık
ki, konjonktürde kriz yoksa değişimleri uygulayan ülke ve
değişim sayısı artıyor. Konjonktürde kriz varsa değişimleri
uygulayan ülke ve değişim sayısı azalıyor.
Söz
konusu dönemde serbestleştirme/teşvik ve düzenleme/kısıtlama
oranlarının değişimini de aşağıdaki grafikte görüyoruz.
II-
GSMH'NIN GELİŞMESİNE GÖRE ÜLKE VE ÜLKE GRUPLARININ
DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ YERİ
Önde
gelen emperyalist ülkelerde GSMH'nın gelişme seyri
Dünya
ekonomisinin durumuna bir de GSMH açısından bakalım:
(Ayrıca
belirtilmediyse buradaki veriler Dünya Bankası kaynaklıdır.
www.google.com/publicdata/explore?ds=d5bncppjof8f9_&ctype=l&strail=false&bcs=d&ns).
Dünya
çapında brüt üretim 1970'de 12,2 trilyon dolardan 2011'de 42,5
trilyon dolara çıkıyor; yüzde 248,4 oranında veya yaklaşık 3,5
misli bir artış.
Aynı
dönemde ABD'de brüt üretim 3,7 trilyon dolardan 11,9 trilyon
dolara çıkıyor; yüzde 221,6 oranında veya 3,2 misli bir artış.
Yine
aynı dönemde Japonya'da brüt üretim 1,7 trilyon dolardan 5,2
trilyon dolara çıkıyor; yüzde 205,9 oranında veya 3 misli bir
artış.
ABD
ve Japonya'yı verili dönemi iki sürece ayırarak (1970-1990 ve
1990-2011) ele alırsak şu farklılaşmayı görürüz:
1970-1990
arasında Japonya'da brüt üretim ABD'dekine nazaran oldukça hızlı
artıyor; brüt üretim 1970-1990 arasında ABD'de yüzde 89,2
oranında artarken Japonya'da yüzde 152,9 oranında artıyor.
Ama
1990-2011 döneminde durum tamamen değişiyor. Bu dönemde brüt
üretim ABD'de yüzde 70 oranında artarken Japonya'da ancak yüzde
20,9 oranında artıyor.
Brüt
üretimin büyüme hızı ABD'de yavaşlıyor (1970'den 1990'a yüzde
89,2'den 1990-2011 arasında yüzde 70'e düşüyor. Ama Japonya'da
brüt üretim artışı hızı neredeyse duruyor; 1970-1990 döneminde
yüzde 152,9 oranında artan brüt üretim 1990-2011 arasında ancak
yüzde 20,9 oranında artabiliyor, üretim 7,3 milsi yavaşlıyor.
Almanya'da
brüt üretim 1970-1990 arasında yüzde 77,8 ve 1990-2011 arasında
da yüzde 37,5 oranında; Fransa'da brüt üretim 1970-1990 arasında
yüzde 83 ve 1990-2011 arasında da yüzde 36 ve İngiltere'de de
keza aynı dönemlerde yüzde 57 ve yüzde 64 oranlarında artıyor.
İlk
döneme göre ikinci dönemde brüt üretim İngiltere hariç diğer
ülkelerde farklı oranlarda yavaşlıyor.
Bu
eşitsiz gelişme koşullarında başka bir ülke -Çin- ön plana
çıkmaya başlamıştır. Bu gelişmeyi de aşağıda ele alacağız.
Bazı
“yükselen” ülkelerde ve İspanya'da GSMH'nın gelişme seyri
Söz
konusu bu ilkelerde 1990-2011 arasında brüt üretimin gelişmesine
bakalım:
1990'da
bu ülkeler arasında brüt üretim bakımından en güçlü konumda
olan İspanya, 2001'de üçüncü sıraya düşüyor. Bu ülkede brüt
üretim 1990'da 436,4 milyar dolardan 2011'de 698,9 miyar dolara
çıkarak yüzde 60 oranında artıyor.
Bu
ülkeler arasında 1990'da üçüncü sırada yer alan Güney Kore
2011'de birinci sıraya çıkıyor. Bu ülkede brüt üretim 1990'da
295,4 milyar dolardan 2011'de 832,8 milyar dolara çıkarak yüzde
yaklaşık yüzde 182 oranında artmıştır.
Bu
ülkeler arasında brüt üretim yüzde 231 oranla en hızlı olarak
Malezya'da artıyor. Verili dönem içinde üretim artışı
Meksika'da yüzde 82, Türkiye'de yüzde 128, Endonezya'da yüzde 173
ve Polonya'da da (1991-2011) yüzde 128 oranlarında gerçekleşiyor.
BRICS
ülkelerinde (Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya ve G. Afrika) GSMH'nın
gelişme seyri
1990
ve 2011'deki ülke konumlarını karşılaştıralım:
1990'da
Brezilya 429,2 milyar dolarlık brüt üretimle bu ülkeler arasında
ilk sırada yer alıyor. Brüt üretim 2011'de 925,8 milyar dolara
çıkıyor (yüzde 115,7 oranında bir artış) ama Brezilya bu
ülkeler arasında üçüncü sıraya düşüyor.
1990'da
445,9 milyar dolarlık üretimle ikinci sırada olan Çin 2011'de
birinci sıraya çıkıyor. 2011'de 3,5 trilyon dolara varan brüt
üretim 1990'dan 2011'e yüzde yüzde 695 oranında, yaklaşık 7,9
misli artıyor.
1990'da
385,1 milyar dolarlık brüt üretimle üçüncü sırada yer alan
Rusya 2011'de üretimi 416,1 milyar dolara çıkmasına rağmen
(yüzde 8 oranında bir artış) dördüncü sıraya düşüyor.
1990'da
207 milyar dolarlık brüt üretimle dördüncü sırada yer alan
Hindistan 2011'de bir trilyon dolarlık üretimle ikinci sıraya
çıkıyor (yüzde 390 oranında veya 4,8 misli bir büyüme).
Bu
ülke grubuna sonradan katılan Güney Afrika, her iki dönemde de
beşinci sırada kalmıştır.
BRICS
ülkeleri içinde en hızlı gelişen Çin olmuştur. Onu Hindistan
ve daha geri seviyede Brezilya takip etmektedir.
Çin,
Hindistan, Brezilya, Rusya yaşanmakta olan dünya krizinden en çok
yararlanan ülkelerin başında gelmekteler.
III-DÜNYA
ÇAPINDA GENEL VE KAMU BORÇLANMASI – BORÇLANMA
KRİZİ
Parasal
mekanizmaları harekete geçirerek ekonomik krizin önünü alma veya
krizden çıkma veya da gerçekte iflas etmiş devletleri iflastan
kurtarma çabalarının sonuçları ortada. Trilyonlarla ifade
edilen o “kurtarma paketleri”yle, tekellerin hizmetine sunulan o
miktarlarla hiçbir ülke ekonomik krizden çıkmamıştır. Bu
türden tedbirler sadece ve sadece kamu borçlarının dramatik bir
artışına neden olmuştur. Örneğin AB devletlerinin resmi olarak
açıklanan borç miktarı 2008'de 7,8 trilyon avrodan 2012'nin
ikinci çeyreği itibariyle 10,8 trilyon avroya çıkmıştır. Yani
2,5 sene içinde yüzde 38,5 oranında artmıştır.
Kriz
öncesinde ABD'nin 10 trilyon dolara varan kamu borcu Eylül 2012
sonu itibariyle 16 trilyon dolara çıkmıştır; yüzde 60 oranında
bir artış.
Kamu
borçlanmasında mutlak bir sınır yoktur, görece bir sınır söz
konusudur. Borçların brüt yurt içi üretime oranı kıstas olarak
alınmaktadır. Bu bakımdan Japonya bir örnektir; bu ülkenin kamu
borç tutarı yurt içi brüt üretimin 2,5 mislidir (%250 oranında
bir fazlalık). Bu durumda Japonya'nın bu borcu ödeyebilmesi için
yurt için brüt üretimi devasa boyutlarda artırması
gerekmektedir. Ama Japonya uzun yıllar dünyanın ikinci büyük
ekonomisi olmasına rağmen kan kaybetmekten, “sürünen” bir
ekonomiyi yönetmeye çalışmaktan başka bir şey yapamamaktadır.
Borçlanma
ile üretim arasındaki dengenin bozulması birçok ülkenin iflasa
sürüklendiğini göstermektedir. Bu bakımdan Yunanistan bir
örnektir. Bu ülkeyi şimdi Güney Kıbrıs takip etmektedir. Sırada
İspanya, Portekiz gibi ülkeler de var.
Devletlerin
iflasını engellemek için alınan tedbirler, söz konusu ülkede
ekonomik gelişmeyi engelleyici bir rol oynamaktadır. Bu nedenledir
ki, kamu borçlarının yüksek olduğu ülkelerde ekonomik
gerileme/çöküş çok belirgindir.
Bunun
ötesinde işe yaramayan “destekleme paketleri”ni yeniden gündeme
getirmenin de artık pek olanağı kalmamıştır.
Kamu
borçlanmasının tarihsel seyri:
Kamu
borçlanması (bugünkü G-7 ülkeleri) 1880-1920 arasında yüzde 40
civarında kalıyor. Borçlanma oranı 1929-32 krizinden itibaren
yüzde 60'lardan ve II. Dünya Savaşı sonrasında yüzde 120'lere
kadar çıkıyor. Kontrol altına alınabilen kamu borçlanması
1970'li yıllarda yenide yüzde 40'lar seviyesine çekiliyor.
1980'lerden itibaren yeniden artıyor. Bu artışı sadece silahlanma
yarışında aramamak gerekir; esas itibariyle devletin uluslararası
rekabette tekelleri teşvik çabalarında aramak gerekir.
2000'den
bu yana kamu borçlanmasının gelişmiş ülkelerde ve G-7
ülkelerinde yüzde 80'lerden yüzde 110'un üzerine çıkıyor. Bu
artışta devletin destekleme adı altında tekelci sermayeye para
pompalamasının belirleyici rolü olmuştur.
Aynı
dönemde gelişen ülkelerde ise kamu borçlanması yüzde 50'lerden
yüzde 40'ın altına düşüyor.
Aşağıdaki
kamu borçlanma haritası bir durum tespitidir. Afrika'nın birkaç
ülkesini dışlarsak en çok borçlu olan ülkelerin yaşanmakta
olan krizin patlak verdiği merkezlerde olduğunu görüyoruz: Kuzey
Amerika ABD ve Kanada), AB ülkeleri ve Japonya.
Yukarıdaki
haritada kamu borçlanma krizinin öncelikle emperyalist ülkelerde
kamu borçlanma kriz olduğunu görüyoruz. Kuzey Amerika'da (ABD ve
Kanada), Japonya ve Avrupa'nın emperyalist ülkelerinde kamu
borçlarının bürüt yurt içi üretime oranının alt sınır
yüzde 80, üst sınır ise açık.
20.
yüzyılın son çeyreğinden günümüze kadarki zaman dilimini göz
önüne getirelim: Emperyalist ülkelerde büyüme oranlarında
küçülme; sanayisel büyümede ve kar oranlarında gerileme
gündeme geldiğinde “bay” tekelci sermaye yoğunlaştırılmış
ihracata yöneldi ve oradan da kendini “mali dünya”ya attı.
Spekülasyon üzerinden semirdi. Ama 2008'de patlayan krizle “mali
değerler” üzerinden kar olanağı kalmayınca “bay” mali
sermaye kendini devletin kucağına atarak “kurtarma” şemsiyesine
sığındı, borçlarını devletleştirdi, ama karları özel kaldı.
Şimdi
ise emperyalist devletler gırtlağına kadar borç içindeler. Öyle
ki, bizzat kurtarılması gerekenler durumuna düştüler. Eski
borçtan kurtulmanın tek yolu yeni borç anlayışını
uyguluyorlar.
Koşullar
değişti, kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının sonuçları
ortada. Örneğin 19. ve 20. yüzyıllarda Britanya İmparatorluğunun
sömürgesi veya ona bağımlı durumda olan ülkeler -ABD, Kanada,
Hindistan, Avustralya, bir çok Arap ülkesi, Afrika ülkeleri-
sergiledikleri gelişmeyle merkez ülke olan İngiltere'den
uzaklaştılar, ekonomik olarak onu geride bıraktılar.
İngiltere'nin yaşadığı bu süreçten bugün ABD, Fransa,
Almanya, İtalya, Japonya geçmektedir. İngiltere, diğer ülkelere
geleceklerini gösteriyor. Özellikle yaşanmakta olan kriz koşulları
birçok “yükselen” ülkenin tekil veya birleştirilmiş güç
olarak ABD'yi, AB'yi, Japonya'yı geride bıraktığını ve
bırakacağını göstermektedir.
Dünya
çapında toplam kamu borçlarının gelişme seyri:
Yukarıdaki
borçlanma haritasında dünya çapında kamu borcunun 2002'den
2013'e 11 sene içinde yüzde 167,5 oranında -yaklaşık 2,7 misli-
arttığını görüyoruz. Yıllar itibariyle borçlanma 2003'te
21,6; 2004'te 25,0; 2005'te 26,8; 2006'da 26,7; 2007'de 28,6; 2008'de
31,2; 2009'da 34,6; 2010'da 39,9; 2011'de de 44,6 ve 2012'de de 47,6
trilyon dolara çıkıyor. 2008-2012 arasında borçlanma oranınınki
yüksek artışın nedeni, krizden dolayı ekonomiyi kurtarma
paketleri için yapılan harcamalarda aranmalıdır (Bkz.:
http://www.economist.com/content/global_debt_clock).
Borçlanmanın
vahim boyutları toplam borcun GSYİH'ya oranında açığa çıkıyor.
Aşağıdaki grafik bazı ülkelerde toplam borçlanmanın GSYİH'ya
oranlarını göstermektedir. Bu bakımdan toplam borç,
İngiltere'nin GSYİH'nın 9, Japonya'da 6, Avrupa toplamında 4,
ABD'de 3 mislinde daha fazladır.
Devamı
2. makalede