deneme

21 Nisan 2013 Pazar

DÜNYA EKONOMİSİNİN KRİZ SEYRİ VE GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM (I)



DÜNYA EKONOMİSİNİN KRİZ SEYRİ VE GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM (I)

(Transatlantik Ekseninin Yerini Transpasifik Ekseni Alıyor)

2008'den bu yana devam eden dünya ekonomik krizi, sermaye açısından çok şeyin yolunda gitmediğini gösterdi. Özellikle II. Dünya Savaşından sonra o günün dünya ekonomisi koşullarına uygun olarak kurulan tekelci devlet kapitalizmi yapılanmaları artık gerektiği gibi işlevsel değil ve tekelci sermayenin çıkarlarına pek uygun düşmemektedir. Bunun ötesinde ve bu yapılanmaların bir parçası olarak yeni sömürgecilik de derin bir kriz içinde; dünün birçok yeni sömürgeleri bugün, yaşanmakta olan ekonomik krizin de iyiden iyiye açığa çıkardığı gibi bölgesel ve dünya pazarlarında rekabetçi bir güce sahip oldular. II. Dünya Savaşından sonra kurulan tekelci devlet kapitalizmi yapılanmasında esas amaç, Batının emperyalist ülkelerinin dünya ekonomisinde ve politikasında sarsılmayacak hakimiyetinin devamının sağlanmasıydı. Bu hakimiyet artık soru götürür olmuştur; “yükselen” ekonomiler olgusunun yanı sıra emperyalist ülkeler arasında güç dengeleri de değişmiştir. I. Dünya Savaşından sonra kapitalist dünya üretiminin merkezi Avrupa'dan Kuzey Amerika'ya kaymıştı. Şimdi de ABD ve AB'den Asya'ya kaymıştır. Bugüne kadar dünya ekonomisinde belirleyici bir rol oynayan ABD-Avrupa ekseninin yerini ABD-Asya ekseni almaya başlamıştır. Başka bir deyişle, transatlantik ekseninin yerini transpasifik ekseni alıyor.


2009/2010 döneminde dünya ekonomisinde görülen kısmi, geçici iyileşme emperyalist burjuvaziyi, krizden çıkılıyor diye umutlandırmıştı. Amerika'nın dev bankaları arka arkaya yıkılırken gelen mali tsunamiyi gören emperyalist ülkeler ve onlarla birlikte G-20'nin diğer ülkeleri, bir çok denemeden sonra -G-20 zirveleri- başta emperyalist ülkeler olmak üzere kendi aralarındaki çelişkileri geri plana itiyor gözükerek geçici bir kriz yönetimi oluşturabilmişlerdi. Amaç, dünya ekonomisini ve maliyesini kontrol edilebilir duruma getirmek, yani krizi sonlandırmaktı. Böylece kapitalist dünya sisteminin kontrolsüz istikrarsızlaşmasının ve dünya çapında bir devrimci krizin doğmasının önü alınmak istenmişti.
O dönemde -2009/2010 döneminde- geçici bir iyileşme sağlanabildiyse bunun tek nedeni devasa boyutlara varan, trilyon dolarla ifade edilen mali teşviktir. Bu teşvikle dünya ekonomisi ve mali sistemi yapay ve geçici olarak ayakta tutulabilmiştir.

Sermaye kıyımı geçici olarak durdurulabilmiştir. Ama o zamana kadar da dünya borsalarında buharlaşan sermaye miktarı korkunçtu: Söz konusu geçici iyileşme döneminden önce dünya borsalarında sermayeleşme 2007 sonu itibariyle yaklaşık 65 trilyon dolardan 2008 sonu itibariyle 35 trilyon dolara düşmüş, Ekim 2007'den Ekim 2008'e dünya borsalarında “değer” kaybı yüzde 43,4 oranında varmıştı. Veya 31 Ekim 2007'de 62,57 trilyon dolar olan dünya borsalarındaki sermayeleşme miktarı 6 Mart 2009'da 25,558 trilyon dolara, bu zaman zarfındaki kayıp miktarı da 37,01 trilyon dolara düşer, yani yüzde 59,2'ye varan bir sermaye kıyımı gerçekleşir.

Sermaye kıyımından kurtulmak için uluslararası tekeller fazlalık sermayelerini BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin, Güney Afrika'nın eklenmesiyle şimdi BRICS oldu) ülkelerine ve “yükselen pazarlar” diye tanımlanan Tayvan, Meksika, Tayland, Arjantin, Güney Kore, Türkiye gibi ülkelere transfer ederler. Esasen bunun sonucu olarak bu ülkelerde ekonomide belli bir canlanma, hatta yükseliş yaşanırken, başka Batının emperyalist ülkeleri olmak üzere çoğu ülkede ekonomi dibe vurur. Krizin merkezi ABD, Japonya ve özellikle de Avrupa'dır.
2010'dan günümüze kadarki gelişmeler, aşağıda da göstereceğimiz gibi dünya çapında ekonomik kriz sadece kontrol edilebilir duruma gelmiştir, ama krizden henüz çıkılamamıştır.

2008 sonunda G-20 ülkeleri, dünya mali ve ekonomik sisteminin çöküşle karşı karşıya kalmasını engellemek amacıyla devasa miktarda bir sermayeyi sisteme pompalamaya başladılar. Bilinen o “destekleme paketleri”nin toplam tutarı 27 trilyon dolara varmaktaydı. Ne pahasına? O güne kadar görülmemiş boyutlarda kamu borçlanması pahasına. Sisteme pompalanan bu miktar kaçınılmaz olarak spekülasyonun yeniden şişmesine neden olmuş ve türevlerle ticaret Haziran 2012'de 639 trilyon dolara kadar çıkmıştır. Bu miktar dünya brüt üretiminin yaklaşık on katına denk düşmektedir.

Kriz yönetimi, çözmesi gereken sorunu çözememiş, ekonominin krizden çıkışının yolunu açamamıştır, tersine çelişkilerin yığılmasına neden olmuş, dünya ekonomisindeki gelişmenin dengesizliği ve güçler dengesi sorunundan kaynaklanan çelişkiler giderek derinleşmiştir: Bir taraftan şimdiye kadar kapitalist dünya ekonomisine hakim olan ABD, Japonya ve AB ve diğer taraftan da BRICS ülkeleri ve diğer bazı “yükselen” ülkeler.

Dünya ekonomisine birbirine tam ters konumda olan iki eğilim, iki farklı gelişme damgasını vurmaktadır: Bir yanda eski kapitalist ülkelerde (ABD, AB, Japonya) devam eden kriz, diğer yanda da BRICS ülkelerinde, bir çok “yükselen” ülkelerde ekonominin canlanma ve yükseliş aşamasında olmasıdır.

Batının emperyalist ülkelerinin, G-20'nin kriz yönetiminden en çok BRICS ülkeleri yararlanmıştır. Örneğin bu ülkelerin dünya brüt üretimindeki payı 2000 yılında yüzde 8,9'dan 2011 yılında yüzde 20,2'ye çıkarak iki mislinden biraz fazla artmıştır. Böylece BRICS dünya ekonomisinin önemli bir potansiyeli, göz ardı edilemeyecek bir faktörü olmuştur. Bu gelişmenin diğer yüzü ise aynı dönem zarfında OECD'nin dünya brüt üretimindeki payının yüzde 81,2'den yüzde 65,9'a gerilemesidir.

Rusya hariç diğer BRICS ülkeleri eski sömürge ülkelerdi. Bu ülkelerde sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, üretime yönelik yatırımları ve bu ülkelerin tarım ülkesi olmaktan çıkarak sanayi ülkeleri olmaları sürecini de oldukça hızlandırmıştır. Böylece bu ülkeler bir taraftan dünya pazarları için üreten üretim merkezleri olurlarken, aynı zamanda dünya ürünleri, uluslararası tekeller için vazgeçilemez yeni ve büyüyen pazarlar olmuşlardır. Batının emperyalist ülkeleri ve uluslararası tekelleri için BRİCS ülkeleri ve başkaca “yükselen ekonomiler“ (ülkeler) adeta bir cankurtaran simidi oldular. Dünyanın başka alanlarında azami kar getirecek yatırım olanakları bulamadıkları için sermayeleri bu ülkelere yöneldi.

Şüphesiz ki, bu ülkeler krize girmeden de dünya ekonomisi krizden çıkabilir. Ama bu ülkelerin de devam eden krizin etkisiyle krize girmeyeceklerinin hiçbir garantisi yoktur. Bu ülke ekonomilerinde son dönemlerde görülen “soğuma“, yükselişin yavaşlaması, durgunluk eğilimleri, gelişmenin yönünün olumsuz olduğunun doğrudan işaretleridir.

Dünya ekonomisinde izlenen birçok olgu bu krizin daha belli bir dönem süreceği yönündedir. Krizin daha ne kadar devam edeceğini söylemek bir kehanet olur. Ama farklı sektörlerdeki durum, örneğin otomobil sektöründeki durum, Avrupa'da otomobil sanayinin en erken olarak 2016'da krizden çıkabileceğini göstermektedir. Bu demektir ki, Avrupa otomobil sanayisinde sabit sermaye kıyımına devam edilecek, yani işletmeler kapanacak ve işçiler sokağa atılacaktır.

2009/2010 döneminde emperyalist ülkelerin ve G-20'nin diğer ülkelerinin krizin seyrini etkilemek için ortaklaştırabildikleri tedbirlerden geriye bir şey kalmadı. O dönemde kendi sermayesini korumak için açıktan alınan tedbirler, bugün acımasız rekabet olarak derinleşmektedir. Otomobil sektöründeki durum bunu göstermektedir. Dünya çapında araçlara (burada otomobil) verilen yeni ruhsat sayısı 2007'de yaklaşık 59 milyondan 66 milyona çıkarak yüzde 11,9 oranında artmıştı. Aynı dönemde Avrupa'nın payı yüzde 27'den yüzde 19'a, Kuzey Amerika'nın payı yüzde 32'den yüzde 26'ya düşerken, Asya ve Pasifik alanlarında yüzde 25'ten yüzde 37'ye çıkmıştı. Bu, Avrupa ve Kuzey Amerika'da daha kapanacak çok sayıda otomobil işletmesinin ve sokağa atılacak binlerce işçinin olduğu anlamına gelir.

Tabii her zaman, özellikle de kriz dönemlerinde olduğu gibi birtakım bilir kişiler toplumun nabzını tutmak ve yönlendirmek için ekonominin geleceği, tahminen ne kadar büyüyeceği hakkında öngörülerde bulunurlar. Her nedense öne sürdükleri tahminler tutmaz ama işleri gereği tahminlerde bulunurlar. Bu tahminler durgunluk ve yüzde 3 ila yüzde 3,3 oranında büyüme arasında gidip gelmektedir. Bu ekonomi şamanlarının değerlendirmelerinin kıymet -i harbisi en fazlasıyla birkaç aydır. Birkaç ay sonra tahminlerini ya aşağıya ya da yukarıya doğru değiştirirler.

Ekonominin gelişme seyri üzerine hiç tahmin yapılamaz mı? Elbette yapılır. Ama bunu yapabilmek için ekonomik gelişmenin seyrini gerçekten de belirleyen konjonktürel itici güçlerin doğru tanımlanması gerekir. Bu açıdan baktığımızda kriz sürecinde kapitalist dünya ekonomisini ayakta tutan, işlevsel kılan merkezi itici güç, borçlanma dinamiğidir. Kapitalizm borçlanmayla ek talep yaratarak artı üretimini pazarlama yoluyla kendini üretmeye yönelmiştir. Böyle bir dinamiği üreten bizzat kapitalizmdir. Kapitalist ekonomi, sistemin kendi ürünü olan verimliliği karşısında talep oldukça yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle sistemin çarklarının dönebilmesi için kredi adı altında geleceğin muhtemel gelirlerine bugün el atılmakta, kapitalizm geleceği satarak çarkını çevirebilmektedir. 
 
Bahsettiğimiz “destekleme paketleri”yle borçlanma dinamiği “devletleştirilmişti”. Hiçbir devletin 2009/2010 dönemindeki boyutlarda borçlanacak durumu kalmamıştır. Ekonomiye müdahale en fazlasıyla belli sınırlar içinde olabilir. Mevcut durum, dünya ekonomisinin önümüzdeki dönemde krizin devam ettiği merkezlerin (ABD, Avrupa ve Japonya) yanı sıra krizde olmayan ülkelerde de farklı derecelerde de olsa belli bir genel “soğuma”, yavaşlama eğilimi içinde olacağını göstermektedir. Farklı derecelerde de olsa kapitalist dünya ekonomisinin bu merkezi alanlarında istikrarsızlık durgunluğa yol açacak boyutlardadır. En az istikrarsız gözüken Çin, özellikle istikrarsız durumda olan Avrupa ve istikrarsızlık ve istikralı olma arasında gidip gelen de ABD'dir.

Dünya ekonomisinin iç içe geçmişlik durumu, “dışarı”dan etkilenmeye bütün kapıları açmaktadır: ABD'de borçlanma başka ülkelerde -örneğin Çin- ekonomide konjonktürü canlandırıcı etkide bulunurken, bu üç merkezden birisinde ekonominin durgunluğa girmesi veya öngörülemeyen bir olumsuz gelişme, diğer merkezleri de olumsuz etkileyebilir. Amerikan ekonomisinin durgunluğa girmesi durumunda diğer merkezlerin bundan doğrudan etkilenmeleri kaçınılmaz olacaktır. 
 
Açık ki, emperyalist ülkelerin kriz yönetimcilerinin alınan tedbirlerle krizin sonlanacağı umudunu bizzat kriz kırmıştır ve dünya ekonomisi şu andaki seyriyle durgunluk aşamasına doğru ilerlemektedir. Şimdi krizin genel anlamda nasıl bir seyir izlediğini ve önümüzdeki dönemde de muhtemelen nasıl bir seyir izleyeceğini verilerle göstermeye çalışalım.

I- SANAYİ ÜRETİMİNİN SEYRİ

Krizin başlangıcından bu yana 1929-32 kriziyle karşılaştırma bağlamında dört makale yayımlanmıştı:

İlk makalede (1929-1932 ve 2007/2008 Dünya Krizleri Karşılaştırması - Haziran 2009 tarihli yazı) 1929-32 kriziyle şimdiki krizin ilk 14-15 aylık dönemini karşılaştırmıştık.

İkinci makalede (Kriz Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları I, II ve III - 18 Aralık 2009, 16 Ocak 2010 ve 24 Şubat 2010 tarihli makaleler) 1929-32 krizi ile şimdiki krizin ilk 20-21 aylık dönemini karşılaştırmıştık.

Üçüncü makalede (Kriz Karşılaştırması - Dünya Ekonomisi Üzerine Notlar, 15 Ağustos 2010 tarihli makale) şimdiki krizin ilk 27-28 aylık dönemini 1929-32 kriziyle karşılaştırmıştık.

Dördüncü makalede (Dünya Ekonomisinde Güncel Durum-Krizin Seyri ve Güçler Dengesinde Değişim, Mart/Nisan 2011 tarihli makale) yaşanmakta olan krizin 35-37 aylık dönemini karşılaştırmıştık.

Bu makalede ise 1929-32 kriziyle karşılaştırma yapmayacağız ve yaşanmakta olan krizi aylar (59-60 aylık dönem), yılın çeyrekleri ve yıllar bazında ele alarak kapitalist dünya ekonomisinde kriz seyrini göstermeye çalışacağız.(Ayrıca belirtilmediyse OECD verileri 5 Mart 2013 tarihli veri tabanına göredir).

1-Yaşanmakta olan krizin başlangıcından bu yana dünya aylık sanayi 
   üretiminin seyri

Krizden önce OECD toplamında sanayi üretimi en yüksek seviyesine yüzde 109,2 ile 2008 Ocak ve Şubat aylarında ulaşmıştır. “World trade monitor”un (http://www.cpb.nl/en/world-trade-monitor) verilerine göre kriz öncesinde aylık bazda dünya sanayi üretimi en yüksek seviyesine yüzde 135,6 oranla Şubat 2008'de ulaşmıştı. Aşağıdaki grafiklerde de göreceğimiz gibi OECD toplamı bazında sanayi üretimi kriz öncesindeki en yüksek seviyesine 60 ay sonra, 2012 Aralık sonu itibariyle ulaşamamıştır. “World trade monitor”un (bundan sonra WTM) verilerine göre ise dünya sanayi üretimi 27 ay sonra, Mayıs 2010'da krizden çıkıyor.

OECD toplamında sanayi üretimi Mart 2009'da yüzde 17,5 oranında mutlak küçülerek dibe vuruyor. Yaklaşık Ocak 2011'den bu yana aylara göre büyüme oranları arasından önemli bir farklılığın (iniş-çıkışın) olmadığı bir durgunluk sürecine giriliyor.

WTM'in verilerine göre ise dünya sanayi üretimi Şubat 2009'da yüzde 12,5 oranında mutlak gerileme ile dibe vuruyor ve sonrasında günümüze kadar sürekli artıyor.

Sanayi üretimindeki bu farklılık dünya ekonomisinin seyrinde iki eğilimin varlığını göstermektedir; bunlardan birisi dünya ekonomisinin krizden çıkmadığını, belli bir durgunluk aşamasında olduğunu ve ikinci eğilim de dünya ekonomisinin krizden çıktığını göstermektedir. Bu yazıda diğer şeylerin yanı sıra bu her iki eğilimi ve ne anlama geldiğini göstermeye çalışacağız. (OECD verileri 2005=100'den ve WTM verileri de 2000=100'den kriz öncesinde üretimin en yüksek ayı=100'e çevrilmiştir).

2-Önde gelen emperyalist ülkelerde aylara göre sanayi üretiminin 
   gelişme seyrine toplu bakış

2.1-Kriz öncesinin en yüksek üretim değerine göre aylar bazında 
      Alman,Fransız, İngiliz, Amerikan ve Japon sanayi üretiminin 
      gelişme    seyri

Aşağıdaki grafik OECD verilerine göre hazırlanmıştır. Ne gördüğümüzü birkaç cümleyle ifade edelim.

Fransız sanayi üretimi 2009'un Mart-Nisan (-19,2); Alman (-30,3) ve Japon (-34,3) sanayi üretimi Şubat; İngiliz sanayi üretimi (-13,3) Ağustos ve Amerikan sanayi üretimi de (-16,9) Haziran ayında dibe vuruyor. Bu ülkelerde sanayi üretimi daha sonrasında bu seviyelerde mutlak küçülmüyor, ama krizden de çıkamıyor: Aralık 2012 itibariyle kriz öncesindeki en yüksek seviyesine göre Fransız sanayi üretimi yüzde 15,1; Alman sanayi üretimi yüzde 5,3; İngiliz sanayi üretimi yüzde 13,3 ve Ocak 2013 itibariyle de Japon sanayi üretimi yüzde 18 ve Amerikan sanayi üretimi de yüzde 2 oranında mutlak küçülmüş durumdaydı.

Japonya hariç diğer ülkelerde sanayi üretimi yaklaşık 2010'un sonu itibariyle önemsiz oranlarda büyüme (ABD, Almanya) ve önemsiz oranlarda küçülme (Fransa, İngiltere); bir bütün olarak inişli-çıkışlı bir gelişme sergilemektedir. Bu durum bu ülkelerde sanayi üretiminin 2009'un ikinci yarısından yaklaşık 2010'un sonuna veya 2011'in ilk aylarına kadar belli bir canlanma, üretim artışı içinde olduğunu ve sonrasında da üretimin her bir ülke için farklı da olsa belli seviyelerde devam ettiğini göstermektedir.

2.2-Avro Alanı, AB, OECD-Avrupa, OECD-Toplam ve G-7 ülkelerinde 
      aylara göre sanayi üretiminin seyri

Çok sayıda ülke sanayi üretiminin bileşiminden oluşan aşağıdaki grafik yukarıda bahsettiğimiz eğilimi doğrudan desteklemektedir.


Sanayi üretimi Nisan 2009 itibariyle Avro Alanı'nda (-21,3), AB'de (-19,5), G-7 ülkelerinde (-19,8) ve OECD-Avrupa ülkelerinde (-18,8), Mart 2009 itibariyle OECD-Toplamında (-17,5) ve dünya sanayi üretimi de Şubat 2009 itibariyle (-12,5) dibe vuruyor, mutlak küçülüyor.
Sonraki dönemde dünya sanayi üretimi Mayıs 2010 itibariyle (yüzde 0,1) krizden çıkıyor ve Ocak 2013'te yüzde 10,9 oranından büyüyor.
Krizin dibe vurmasından sonrasında yaklaşık 2010'un ikinci yarısına kadar bu ülke gruplarında da sanayi üretimi dünya ölçeğinde olduğu gibi, ama daha küçük oranlarda bir büyüme sürecine (canlanma) giriyor. 2010'un yaklaşık ikinci yarısından veya daha genel ifade edersek 2011'in başından itibaren bu ülke gruplarında sanayi üretimi farklı oranlarda da olsa belli bir artış-eksiliş bandında seyrediyor. 2011'in sonundan itibaren bu ülke gruplarında sanayi üretiminin büyüme oranlarında bariz bir farklılaşma görülmektedir.

2.3-BRIC ülkelerinde aylara göre sanayi üretiminin seyri

Bu ülke grubunda yukarıdaki ülkelere göre farklı bir gelişme eğilimi görüyoruz. Brezilya'da sanayi üretimi 2005=100 bazında Ocak 2008'deki seviyesininden geriye düşüyor (Şubat, Mart, Ekim, Kasım Aralık 2008 arasında; Ocak 2009-Ocak 2010 arasında ve Haziran, Ağustos 2010'da). Üretimin mutlak gerilediği aylar da oluyor; Aralık 2008'de ve Ocak-Nisan 2009 arasında sanayi üretimi 2005=100'ün altına düşüyor.

Brezilya sanayi üretiminde olduğu gibi üretimde mutlak bir gerileme olmasa da aynı paralelde bir gelişmeyi Rus sanayi üretiminde de görüyoruz.

Bu veriler Brezilya ve Rusya'da sanayi üretiminin yaşanmakta olan krizden oldukça güçlü etkilendiğini, ama Hindistan sanayi üretiminde krizden etkilenmenin önemsiz olduğunu; en fazlasıyla dünya çapında krizin dip noktada olduğu dönemde etkilenmenin biraz bariz olduğunu görüyoruz.

Sanayi üretimi Hindistan'da yaklaşık 2010'un ilk aylarından, Rusya'da 2012'in başından ve Brezilya'da da 2010'un ortalarında itibaren artışı-eksilişi büyük oranlara varmayan bir inişli-çıkışlı sürece giriyor. Örneğin Rusya sanayi üretiminin 2012'nin Şubat-Aralık ayları arasındaki büyüme oranları arasında önemli bir fark yok. Aynı durum, inişli-çıkışlı da olsa 2010'un ikinci yarısından itibaren Brezilya ve daha belirgin iniş ve çıkışlarla 2010'un ilk aylarından itibaren Hindistan sanayi üretimi için de geçerlidir.

Aylara göre Çin sanayi üretimi

Aylık bazda Çin sanayi üretimi yaşanmakta olan krizden büyüme oranlarının gerilemesi bazında etkilenmiştir. 2006-2007 dönemindeki aylık büyüme oranları (yüzde 15 ila yüzde 20 arası) 2008'in ikinci yarısından itibaren yüzde 10 ila yüzde 5 arasında kalan büyüme oranlarına düşüyor. 2008'deki sert üretim gerilemesini 2009'da merdivenvari bir üretim artışı takip ediyor. Çin sanayi üretiminin dünya ekonomisinin genel seyrinden etkilenmesini 2010, 2011 ve 2012'de ortalama aylık büyümenin giderek küçülmesinde görüyoruz. Aylık sanayi üretimi 2012 genelinde yüzde 10 bandına kadar geriliyor. Sanayi üretimi 2012'nin Mart ayında yüzde 11,9, Nisan ayında yüzde 9,3, Mayıs ayında yüzde 9,6, Haziran ayında yüzde 9,5, Temmuz ayında yüzde 9,2, Ağustos ayında yüzde 8,9, Eylül ayında yüzde 9,2, Ekim ayında yüzde 9,6, Kasım ayında yüzde 10,1, Aralık ayında yüzde 10,3 ve 2013'ün Şubat ayında da yüzde 9,9 oranlarında büyüyor.

2.4- İspanya ve “yükselen” bazı ülkelerde aylara göre sanayi üretiminin 
       seyri

OECD verilerine göre 2005=100 bazında kriz öncesinde sanayi üretimi Türkiye'de 2008'in Ocak ayında (%125,8), Kore'de Nisan ayında (%125,1), Meksika Şubat ayında (%110,7), Polonya (%135,1) ve İspanya'da (%107,2) da Şubat ayında en yüksek noktasındaydı.

Kore'de sanayi üretimi Aralık 2008'de dibe vuruyor (22,5 mutlak küçülme), ama arkasından hızlı bir yükselişe geçerek Eylül 2009'da krizden çıkıyor (yüzde 3 oranında büyüme). Ocak 2013 itibariyle Kore sanayi üretimi kriz öncesindeki en yüksek seviyesine göre yüzde 20,3 oranında büyümüştür (veya 2005=100 bazında Nisan 2008'deki yüzde 25,1 oranındaki büyüme Ocak 2013'te yüzde 50,5 oranında büyümeye ulaşmıştır.

Meksika'da sanayi üretimi Mayıs 2009'da dibe vuruyor (yüzde 12,3 oranında mutlak küçülme). Sanayi üretimi ancak 2011'in Ekim ayında krizden çıkıyor (yüzde 0,4 oranında büyüme). Sonraki dönemde sanayi üretimi yüzde 1,4 ila yüzde 3,6 arasında değişen oranlarda büyüyor. Aralık 2012 itibariyle sanayi üretimi kriz öncesindeki en yüksek seviyesine göre ancak yüzde 1,4 oranında artmıştı.

Polonya'da sanayi üretimi Ocak 2009'da dibe vuruyor (yüzde 14,6 oranında mutlak küçülme). Sanayi üretimi Haziran 2010'da krizden çıkıyor (yüzde 0,8 oranında büyüme). Sonraki dönemde büyüme oranları yüzde 1,3 ila yüzde 11,7 arasında kalıyor. Polonya sanayi üretimi Aralık 2013 itibariyle kriz önceki en yüksek seviyesine göre yüzde 6 oranında büyümüştü.

İspanya'da sanayi üretimi Mart 2009'da yüzde 24,9 oranında mutlak küçülerek dibe vuruyor ve bu güne kadar da krizden çıkamıyor. Kasım 2012'de sanayi üretimi 29,9 oranında küçülerek ikinci kez dibe vuruyor. Bu ülkede sanayi üretimi Aralık 2008 ile Aralık 2012 arasında yüzde 20 ila yüzde 29,9 oranları arasında kalan bir mutlak küçülme bandında seyrediyor.

Türkiye'de sanayi üretimi Aralık 2008'de yüzde 28,9 oranında küçülerek dibe vuruyor ve yüzde 0,6 oranında büyümeyle de Aralık 2010'da krizden çıkıyor. Sonraki dönemin bazı aylarında (Nisan, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül 2011 ve Temmuz, Ekim 2012) yüzde 7,2'ye varan ama süreklilik arz etmeyen üretim düşüşlerine rağmen sanayi üretimi kriz öncesi en yüksek seviyesine göre Kasım 2012 itibariyle yüzde 11,4 oranında büyüyor.

Bu ülke grubu sanayi üretiminde iki eğilim görüyoruz: Farklı zamanlarda krizden çıkan ülkeler ve krizin şiddetlenerek devam ettiği ülke (İspanya).

3-Yılın çeyreklerine göre sanayi üretimi

3.1-Önde gelen emperyalist ülkelerde yılın çeyreklerine göre sanayi 
      üretiminin seyri

Kriz öncesinde üretimin en yüksek olduğu çeyreğe (ABD'de 2007'nin son çeyreği, diğerlerinde 2008'in I. çeyreği,) göre bu ülke ekonomilerinin 2012 sonu itibariyle krizden çıkamadıklarını görüyoruz. Söz konusu bu ülkelerde sanayi üretimi 2009'un ilk üç çeyreğinde dibe vuruyor (Fransa ve Almanya'da 2009'un II. çeyreğinde; ABD ve Japonya'da 2009'un I. ve İngiltere'de de III. çeyreğinde).

2012'in son çeyreği itibariyle Alman sanayi üretimi kriz öncesindeki en yüksek seviyesinin yüzde 94,4'üne (-5,6), Fransız sanayi üretimi yüzde 86,4'üne (-13,6), İngiliz sanayi üretimi yüzde 86,6'sına (-13,4), Japon sanayi üretimi yüzde 80,8'ine (-19,2) ve Amerikan sanayi üretimi de yüzde 97,8'ine (-2,2) denk düşüyordu.

Demek oluyor ki, bu ülkelerde sanayi üretimi, dolayısıyla ekonomi, kriz öncesindeki en yüksek seviyesini 2012'nin son çeyreği itibariyle de aşamamıştır. Açık ki, üretim dip noktadan itibaren bir artış trendine girmiştir, ama kriz öncesindeki en yüksek seviyesine henüz ulaşamamıştır.
Gelişmenin böyle olduğunu aşağıdaki grafikte de görüyoruz.



3.2-BRIC ülkelerinde yılın çeyreklerine göre sanayi üretiminin seyri




Grafik BRIC ülkelerinde tamamen farklı bir gelişmenin olduğunu gösteriyor.
2005=100 bazında Hindistan sanayi üretimi 2008'in ilk çeyreğinde yüzde 38,9 ve 2012'nin son çeyreğinde de yüzde 62,3 oranında büyüyor. Büyüme oranlarında en önemli küçülme 2009'un ilk çeyreğinde oluyor. Bu çeyrekte sanayi üretimi 2005=100 bazında yüzde 30,7 oranında büyüyor.

Brezilya sanayi üretimi 2005=100 bazında 2009'un I. çeyreğinde sadece yüzde 2,2 oranında mutlak küçülüyor ve 2011'in birinci çeyreğine kadar önemsiz iniş-çıkışlarla sürekli artıyor. 2009'un ilk çeyreğinden sonra büyüme oranlarında süreklilik arz eden bir küçülme görülüyor. 2012'nin son çeyreği itibariyle sanayi üretiminde büyüme oranı 2008'in ilk çeyreğindekinden daha geriydi. Sanayi üretiminin bu seyri bu ülkede sanayi üretiminin yaşanmakta olan krizden etkilenme derecesini gösterir.

Rusya sanayi üretiminde Brezilya sanayi üretimindeki gelişmeye paralel bir durum görüyoruz. Tek fark, Rus sanayi üretiminde mutlak küçülmenin olmamasıdır.
Rus sanayi üretimi 2009'un ikinci çeyreğinden itibaren inişsiz-çıkışsız olarak sürekli büyümüştür.

3.3-Avro Alanı, AB, OECD-Avrupa, OECD-Toplam ve G-7 ülkelerinde yılın 
      çeyreklerine göre sanayi üretiminin seyri
 



Yukarıdaki göstergede önemli olan, hangi sütunun hangi ülke grubunu temsil ettiğinden veya ülke gruplarında büyüme oranlarının ne kadar olduğundan ziyade sanayi üretiminin 2009'un ilk çeyreğinde dibe vurmasından sonra 2010'un üçüncü ve dördüncü çeyreğine kadar sürekli artması ve sonrasında da -genel anlamda 2011'den sonra 2012 sonuna kadar büyümenin yaklaşık aynı seviyede kalmasıdır. Yani belli bir durgunluk sürecine girmesidir.

3.4-İspanya ve “gelişen“ bazı ülkelerde yılın çeyreklerine göre sanayi 
      üretiminin seyri

Grafikte şunu görüyoruz: Söz konusu bu ülkelerde sanayi üretimi kriz öncesinde en yüksek seviyesine 2008'in ilk çeyreğinde ulaşıyor. Üretim Kore, Polonya ve Türkiye'de 2009'un ilk çeyreğinde, Meksika ve İspanya'da da ikinci çeyreğinde dibe vuruyor.

Üretim dibe vurduktan sonraki süreç, her bir ülkenin koşulları farklı olduğu için farklı şekilleniyor: Örneğin Kore'de sanayi üretimi oldukça kısa bire zaman zarfında krizden çıkıyor; 2009'un üçüncü çeyreği. Polonya'da sanayi üretimi 2010'un ikinci çeyreğinde, Türkiye'de 2010'un dördüncü çeyreğinde ve Meksika'da da 2011'in ikinci çeyreğinde krizden çıkıyor. İspanya'da ise sanayi üretiminde kriz, dip nokta seviyesinde devam eden bir durgunluk sürecine giriyor.

2012 sonu itibariyle kriz öncesinde üretimin en yüksek seviyede olduğu 2008'in birinci çeyreğini Kore sanayi üretimi yüzde 20,7; Polonya sanayi üretimi yüzde 10,3; Türkiye sanayi üretimi yüzde 6,7 ve Meksika sanayi üretimi de yüzde 3,4 oranında aşıyor.

İspanya'da sanayi üretimi ise ilk dibe vuruşundan sonra (2009'un ikinci çeyreği ve -22,8 oranında mutlak daralma) 2011'in ilk çeyreğine kadar nispeten istikrarlı bir biçimde artıyor ve mutlak daralma oranı da -22,8'den -20,6'ya düşüyor veya kriz öncesi en yüksek seviyesine göre 2009'un ikinci çeyreğinde yüzde 77,2'ye düşen sanayi üretimi 2011'in ilk çeyreğinde yüzde 79,4'e çıkıyor. Sonrasında ise İspanya'da sanayi üretimi istikrarlı bir biçimde mutlak geriliyor. 2012 sonu itibariyle bu ülkede sanayi üretimi 2008'in ilk çeyreğine göre yaklaşık üçte bir (-28,7 oranında) mutlak küçülmüştü. Bu, en azından krizin şimdiye kadarki sürecinde İspanyol sanayi üretimi için ikinci dibe vuruştur.

4-Yıllara göre sanayi üretimi

OECD toplamında sanayi üretiminin yıllık gelişmesini aşağıdaki grafikte görüyoruz.

Burada iki olgu görüyoruz. Birincisi sanayi üretimi yıllık bazda 2008'deki seviyesini aşamamıştır, dolayısıyla OECD toplamı genelinde kriz devam etmektedir. İkincisi sanayi üretimi 2011-2012 döneminde bir durgunluk sürecine girmiştir. Böylece doğal olarak, yukarıda aylık ve yılın çeyrekleri bazında göstermeye çalıştığımız üretimde durgunluk süreci yıllık veriler bazında da görülür olmuştur.

4.1- 21. yüzyılda emperyalist ülkelerde yıllara göre sanayi üretimi

Aşağıdaki grafiği okumaya çalışalım:
Yaşanmakta olan kriz, 2000-2004 kriziyle karşılaştırıldığında oldukça ağırdır. Özellikle Fransa ve İngiltere açısından böyledir.
Krizden çıkmaya en yakın ülke Almanya'dır; bu ülkede sanayi üretimi 2011'de 2005'teki veya kriz öncesindeki en yüksek üretim seviyesini (2007) aşmıştı (yüzde 0,7 büyüme). Ama bunun istikrarsız bir gelişme olduğunu 2012 verileri gösteriyor. Alman sanayi üretimi 2012 sonu itibariyle kriz öncesindeki en yüksek üretim seviyesinin gerisinde kalıyor; yüzde 0,2 oranında mutlak küçülme.


Grafikte yaşanmakta olan kriz öncesinde üretimin en yüksek olduğu yıla (2007) göre 2012 itibariyle Fransa'da sanayi üretiminin yüzde 11,4, Almanya'da yüzde 0,2, Japonya'da yüzde 14,1, İngiltere'de 12,2 ve ABD'de de yüzde 2,8 oranında mutlak küçüldüğünü görüyoruz.

4.2-Avro Alanı, AB, OECD-Avrupa, OECD-Toplam ve G-7 ülkelerinde 
      yıllara göre sanayi üretiminin seyri

Aşağıdaki çizelgede ülke gruplarına göre sanayi üretimindeki eğilimi oldukça açık bir biçimde görüyoruz.




Üretimin krizden önceki en yüksek seviyesine göre (2007) sanayi üretimi bu ülke gruplarında 2008 yılında yüzde 1,9 ila yüzde 2,9 arasında mutlak küçülüyor. Üretimde mutlak küçülme 2009 yılında yüzde 16,8 ila yüzde 13,8 arasında değişen oranlarda devam ediyor. 2010'da üretim 2009'a göre yüzde 13,8-16,8 mutlak küçülme bandından yüzde 10,5-7 küçülme bandına çıkıyor, yani üretim belli oranlarda artıyor. Ama 2011 ve 2012 döneminde üretim her bir ülke grubunda farklı boyutlarda da olsa yüzde 9,8-3,4 mutlak küçülme bandında kalıyor. Bu durum bu ülke gruplarında sanayi üretiminin durgunluk sürecinde olduğunu göstermektedir. Ülke grupları tek tek ele alınsa da aynı sonuca varılır. Örneğin 2011-2012 arasında OECD toplamında sanayi üretiminde büyüme farkı 0,7; OECD-Avrupa'da 1,6; G-7 ülkelerinde 0,7; AB'de 1,9 ve Avro Alanında da 2,2 puandır. Üretimin kriz öncesindeki en yüksek seviyesine göre (2007) 2011 ve 2012 yıllarında üretimin büyüme oranları arasındaki fark bu kadar.

4.3-BRIC ülkelerinde yıllara göre sanayi üretiminin seyri

2005=100 bazında sanayi üretiminde büyüme oranları 2008'den 2009'a Rusya'da yüzde 14,5'ten yüzde 3,8'e ve Brezilya'da da yüzde 12,4'ten yüzde 4,1'e geriliyor. Ama sonraki yıllarda büyüme oranları Rusya'da 2010'da yüzde 12,4'e, 2011'de yüzde 17,7'ye ve 2012'de de yüzde 20,7'ye; Brezilya'da 2010'da yüzde 15'e, 2011'de yüzde 15,4'e çıkıyor ve 2012'de de yüzde 12,5 olarak gerçekleşiyor.

Çin hariç BRIC ülkelerinde yıllara göre sanayi üretiminin seyri
Yıllar
Brezilya
Hindistan
Rusya
2000
85.8
74.2
75.6
2001
87.1
76.2
77.8
2002
89.5
79.9
80.3
2003
89.6
85.2
88.0
2004
97.0
94.4
95.0
2005
100
100
100
2006
102.8
110.9
106.4
2007
109.0
128.3
113.7
2008
112.4
138.1
114.5
2009
104.1
138.4
103.8
2010
115.0
151.9
112.4
2011
115.4
159.2
117.7
2012
112.5
160.4
120.7
Kaynak: http://stats.oecd.org/Index.aspx?DataSetCode=MEI_REAL#

Sanayi üretimi bazında krizden hemen hiç etkilenmeyen ülke Hindistan; bu ülkede sanayi üretimi 2000-2012 arasında sürekli artmıştır.

Çin ekonomisinin durumu: 
 

Yukarıdaki grafikte sanayide katma değer bazında Çin ekonomisinin krizden etkilenme seyrini görüyoruz. İlk etkilenme krizde olan ülkelerde sanayi üretiminin dibe vurduğu 2009 yılında oluyor. 2008'den 2009'a katma değerde büyüme oranı yüzde 9,9'dan yüzde 8,7'ye düşüyor. Özellikle “yükselen ülkeler”in 2010'da krizden çıkmasının ve krizde olan emperyalist ülkelerde de üretimde artışın olduğu 2010'da Çin sanayi üretiminde de hızlı bir yükseliş görülüyor ve sanayi katma değer artışı 2009'da yüzde 8,7'den 2010'da yüzde 12,1'e fırlıyor (3,4 puanlık bir artış). 2010-1012 arasında ise Çin sanayi üretiminde süreklilik arz eden bir üretim artış oranlarında küçülme görülüyor. Büyüme oranları 2010'da yüzde 12,1'den 2011'de yüzde 10,4'e ve 2012'de de yüzde 7,9'a düşüyor (2010'dan 2012'ye 4,2 puanlık bir küçülme).
Aşağıda ayrıca göstereceğimiz gibi Çin ekonomisi belli bir “soğuma” sürecine girmiştir.

4.4-İspanya ve “gelişen“ bazı ülkelerde sanayi üretiminin yıllara göre 
      seyri 
 


Yukarıdaki grafikte bu ülke ekonomilerinin her iki dünya krizinden nasıl etkilendiğini görüyoruz. 2000-2004 dünya krizi sürecinde Kore, Polonya ve Türkiye'de sanayi üretiminde güçlü gerileme olurken Meksika ve İspanya sanayi üretimi krizi “hafif” atlatıyor. Yaşanmakta olan kriz sürecinde ise başta İspanya olmak üzere Türkiye ve Meksika oldukça güçlü etkileniyor.

Bu ülkeler arasında sadece İspanya sanayi üretimi 2008'den bu yana 2005'teki üretim seviyesine ulaşamamış, Meksika'da sanayi üretimi de krizin en derin yılında (2009) 2005'teki seviyesinin altına düşmüştür.

Aşağıdaki grafik kriz öncesinde üretimin en yüksek seviyede olduğu yıllara göre hazırlanmıştır. Bu durumda İspanya, Meksika ve Türkiye için 2007=100 ve Kore ve Polonya için de 2008=100 baz alınmıştır.

Krizden en az etkilenen ülke Kore'dir. Bu ülkede sanayi üretimi 2008'e göre 2009'da ancak yüzde 0,1 oranında gerilemiştir.
Polonya sanayi üretimi 2008'e göre 2009'da yüzde 3,8 oranında mutlak gerilemiştir.
Meksika'da sanayi üretimi 2007'ye göre 2008'de yüzde 0,2 ve 2009'da yüzde 7,8 ve 2010'da da yüzde 2,2 oralarında mutlak küçülürken Türkiye'de sanayi 2008'de yüzde 0,5 ve 2009'da da yüzde 10,4 oranlarında mutlak gerilemiştir. İspanya sanayi üretiminde ise mutlak küçülme 2008'de yüzde 7,2, 2009'da yüzde 21,9, 2010'da yüzde 21,2, 2011'de yüzde 22,4 ve 2012'de de yüzde 27,1 oranlarında olmuştur.
Baz alınan yıla göre sanayi üretimi 2012'de Kore'de yüzde 24,1, Polonya'da yüzde 15,6, Türkiye'de yüzde 13 ve Meksika'da da yüzde 5,3 oranlarında artmıştır.

Bu ülkelerin krizde olmamaları dünya ekonomisinin krizden çıktığı anlamına gelmez. Aşağıdaki grafik ekonomik krizin devam ettiğini göstermektedir.
Sadece ABD'de devlet desteğiyle Dow Jones hisse senedi endeksi mali kriz öncesindeki en yüksek seviyesini aşabilmiştir. Diğer ülkelerde Mart 2013 itibariyle hisse senedi değerleri yerde sürünmektedir.


5- Ekonomik kriz ile sermaye hareketi arasındaki ilişki

Sermaye ve üretimin uluslararasılaşma koşulları değişkendir:
Uluslararası ekonomik ilişkileri liberalleştirme veya “küreselleşme” adına atılan adımlar sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının önündeki ulusal engellerin yıkılmasında ifadesini bulmaktalar. Bu neoliberal anlayışın veya dayatmanın sonucunda düzenliliğin yerini düzensizlik, kurallı işleyişin yerini kuralsızlık almıştır. Sıra bu neden böyle oluyor sorusuna gelince akıl almaz, her türlü mantık dışı cevaplar alabilirsiniz. Kimin bu konuda hangi akıl almaz cevabı verdiği o kadar önemli değil. Önemli olan düzenleme ve düzensileştirme arasındaki diyalektik bağın her an ortadan kaldırılabilirliğe, değişime bağlı olduğudur. Bu da en çok veya doğrudan kriz dönemlerinde açığa çıkar. Yaşanmakta olan kriz sürecinde kendi sermayesini korumak, onun çıkarlarını savunmak için şu veya bu devletin aldığı korumacı tedbirler saymakla bitmez. Bu da göstermektedir ki, düzenleme ve düzensileştirme arasındaki diyalektik bağ ulusal sermayelerin çıkarlarına, dolayısıyla devletlerin ulus çıkarların koruma anlayışına bağlıdır. Bunun böyle ve başka türlü olmadığını, olamayacağını ve burada bir değişmezlik, geriye dönüşün olamayacağı anlayışının ne denli yanlış, mantık dışı olduğunu aşağıdaki verilerle gösterebiliriz.

Birleşmiş Milletler'e üye ülke sayısı yanılmıyorsam 193. 2000-2011 arasında değişimleri uygulayan ülkele sayısı 41 ila 80 arasında değişiyor. 2004'te değişimleri uygulayan ülke sayısı zirve yaparak 80'e çıkıyor, ama 2008'de de 41'e düşerek dibe vuruyor. Neden bu dönemlerde zirve yapıyor veya dibe vuruyor? Açık ki, bunun konjonktürel gelişme ile doğrudan bir bağı vardır; 2004'te dünya ekonomisi krizden çıkıyor, sermaye her tarafta yatırım yapmak için hazır ve önündeki engellerin yıkılmasını istiyor ve birçok devlet kendi sermayesinin çıkarı için veya birçok devlet de dayatmaların sonucunda uyguladığı kuralları kaldırıyor. Gerçekten de değişimleri uygulayan devlet sayısının zirve yaptığı 2004 yılında düzenleyici değişim sayısı da zirve yaparak 166'ya çıkıyor. Ama 2008'de, yaşanmakta olan krizin başlangıç yılında değişimleri uygulayan devlet sayısı 41'e düşerek dibe vuruyor ve düzenleyici değişim sayısı da 69'a düşüyor. 2011'de değişimleri uygulayan devlet sayısı 44'e çıkıyor, ama düzenleyici değişim sayısı 44'e düşüyor. Bu değişimi ekonomik krizden bağımsız olarak açıklayabilir misiniz? Açıklayamazsınız:

2000 - 2011 arasında ulusal düzenleyici değişiklikler (önlemlerin sayısı)
Yıllar
Değişimleri uygulayan ülke sayısı
Düzenleyici değişim sayısı
Serbest.
/teşvik
Düzenleme
/kısıtlama
Belirsiz
/tarafsız
Serbest.
/teşvik oranı
Düzenleme/
kısıtlama oranı
2000
45
81
75
5
1
94
6
2001
51
97
85
2
10
98
2
2002
43
94
79
12
3
87
3
2003
59
126
114
12
0
90
10
2004
80
166
144
20
2
89
11
2005
77
145
119
25
1
83
17
2006
74
132
107
25
0
81
19
2007
49
80
59
19
2
76
24
2008
41
69
51
16
2
76
24
2009
45
89
61
24
4
72
28
2010
57
112
75
36
1
68
32
2011
44
67
52
15
0
78
22
Kaynak: UNCTAD, WIR 2012, s. 76.

Göz önünde canlandırmak için yukarıdaki tabloyu grafikleştirelim.


















Açık ki, konjonktürde kriz yoksa değişimleri uygulayan ülke ve değişim sayısı artıyor. Konjonktürde kriz varsa değişimleri uygulayan ülke ve değişim sayısı azalıyor.

Söz konusu dönemde serbestleştirme/teşvik ve düzenleme/kısıtlama oranlarının değişimini de aşağıdaki grafikte görüyoruz.


II- GSMH'NIN GELİŞMESİNE GÖRE ÜLKE VE ÜLKE GRUPLARININ 
     DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ YERİ

Önde gelen emperyalist ülkelerde GSMH'nın gelişme seyri

Dünya ekonomisinin durumuna bir de GSMH açısından bakalım:
(Ayrıca belirtilmediyse buradaki veriler Dünya Bankası kaynaklıdır.
www.google.com/publicdata/explore?ds=d5bncppjof8f9_&ctype=l&strail=false&bcs=d&ns).

Dünya çapında brüt üretim 1970'de 12,2 trilyon dolardan 2011'de 42,5 trilyon dolara çıkıyor; yüzde 248,4 oranında veya yaklaşık 3,5 misli bir artış.


 


Aynı dönemde ABD'de brüt üretim 3,7 trilyon dolardan 11,9 trilyon dolara çıkıyor; yüzde 221,6 oranında veya 3,2 misli bir artış.
Yine aynı dönemde Japonya'da brüt üretim 1,7 trilyon dolardan 5,2 trilyon dolara çıkıyor; yüzde 205,9 oranında veya 3 misli bir artış.
ABD ve Japonya'yı verili dönemi iki sürece ayırarak (1970-1990 ve 1990-2011) ele alırsak şu farklılaşmayı görürüz:
1970-1990 arasında Japonya'da brüt üretim ABD'dekine nazaran oldukça hızlı artıyor; brüt üretim 1970-1990 arasında ABD'de yüzde 89,2 oranında artarken Japonya'da yüzde 152,9 oranında artıyor.
Ama 1990-2011 döneminde durum tamamen değişiyor. Bu dönemde brüt üretim ABD'de yüzde 70 oranında artarken Japonya'da ancak yüzde 20,9 oranında artıyor.
Brüt üretimin büyüme hızı ABD'de yavaşlıyor (1970'den 1990'a yüzde 89,2'den 1990-2011 arasında yüzde 70'e düşüyor. Ama Japonya'da brüt üretim artışı hızı neredeyse duruyor; 1970-1990 döneminde yüzde 152,9 oranında artan brüt üretim 1990-2011 arasında ancak yüzde 20,9 oranında artabiliyor, üretim 7,3 milsi yavaşlıyor.

Almanya'da brüt üretim 1970-1990 arasında yüzde 77,8 ve 1990-2011 arasında da yüzde 37,5 oranında; Fransa'da brüt üretim 1970-1990 arasında yüzde 83 ve 1990-2011 arasında da yüzde 36 ve İngiltere'de de keza aynı dönemlerde yüzde 57 ve yüzde 64 oranlarında artıyor.

İlk döneme göre ikinci dönemde brüt üretim İngiltere hariç diğer ülkelerde farklı oranlarda yavaşlıyor.

Bu eşitsiz gelişme koşullarında başka bir ülke -Çin- ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu gelişmeyi de aşağıda ele alacağız.

Bazı “yükselen” ülkelerde ve İspanya'da GSMH'nın gelişme seyri

Söz konusu bu ilkelerde 1990-2011 arasında brüt üretimin gelişmesine bakalım:

1990'da bu ülkeler arasında brüt üretim bakımından en güçlü konumda olan İspanya, 2001'de üçüncü sıraya düşüyor. Bu ülkede brüt üretim 1990'da 436,4 milyar dolardan 2011'de 698,9 miyar dolara çıkarak yüzde 60 oranında artıyor.

Bu ülkeler arasında 1990'da üçüncü sırada yer alan Güney Kore 2011'de birinci sıraya çıkıyor. Bu ülkede brüt üretim 1990'da 295,4 milyar dolardan 2011'de 832,8 milyar dolara çıkarak yüzde yaklaşık yüzde 182 oranında artmıştır.

Bu ülkeler arasında brüt üretim yüzde 231 oranla en hızlı olarak Malezya'da artıyor. Verili dönem içinde üretim artışı Meksika'da yüzde 82, Türkiye'de yüzde 128, Endonezya'da yüzde 173 ve Polonya'da da (1991-2011) yüzde 128 oranlarında gerçekleşiyor.

BRICS ülkelerinde (Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya ve G. Afrika) GSMH'nın gelişme seyri




1990 ve 2011'deki ülke konumlarını karşılaştıralım:
1990'da Brezilya 429,2 milyar dolarlık brüt üretimle bu ülkeler arasında ilk sırada yer alıyor. Brüt üretim 2011'de 925,8 milyar dolara çıkıyor (yüzde 115,7 oranında bir artış) ama Brezilya bu ülkeler arasında üçüncü sıraya düşüyor.
1990'da 445,9 milyar dolarlık üretimle ikinci sırada olan Çin 2011'de birinci sıraya çıkıyor. 2011'de 3,5 trilyon dolara varan brüt üretim 1990'dan 2011'e yüzde yüzde 695 oranında, yaklaşık 7,9 misli artıyor.
1990'da 385,1 milyar dolarlık brüt üretimle üçüncü sırada yer alan Rusya 2011'de üretimi 416,1 milyar dolara çıkmasına rağmen (yüzde 8 oranında bir artış) dördüncü sıraya düşüyor.

1990'da 207 milyar dolarlık brüt üretimle dördüncü sırada yer alan Hindistan 2011'de bir trilyon dolarlık üretimle ikinci sıraya çıkıyor (yüzde 390 oranında veya 4,8 misli bir büyüme).
Bu ülke grubuna sonradan katılan Güney Afrika, her iki dönemde de beşinci sırada kalmıştır.
BRICS ülkeleri içinde en hızlı gelişen Çin olmuştur. Onu Hindistan ve daha geri seviyede Brezilya takip etmektedir.

Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya yaşanmakta olan dünya krizinden en çok yararlanan ülkelerin başında gelmekteler.
 
III-DÜNYA ÇAPINDA GENEL VE KAMU BORÇLANMASI – BORÇLANMA 
     KRİZİ

Parasal mekanizmaları harekete geçirerek ekonomik krizin önünü alma veya krizden çıkma veya da gerçekte iflas etmiş devletleri iflastan kurtarma çabalarının sonuçları ortada. Trilyonlarla ifade edilen o “kurtarma paketleri”yle, tekellerin hizmetine sunulan o miktarlarla hiçbir ülke ekonomik krizden çıkmamıştır. Bu türden tedbirler sadece ve sadece kamu borçlarının dramatik bir artışına neden olmuştur. Örneğin AB devletlerinin resmi olarak açıklanan borç miktarı 2008'de 7,8 trilyon avrodan 2012'nin ikinci çeyreği itibariyle 10,8 trilyon avroya çıkmıştır. Yani 2,5 sene içinde yüzde 38,5 oranında artmıştır.
Kriz öncesinde ABD'nin 10 trilyon dolara varan kamu borcu Eylül 2012 sonu itibariyle 16 trilyon dolara çıkmıştır; yüzde 60 oranında bir artış.

Kamu borçlanmasında mutlak bir sınır yoktur, görece bir sınır söz konusudur. Borçların brüt yurt içi üretime oranı kıstas olarak alınmaktadır. Bu bakımdan Japonya bir örnektir; bu ülkenin kamu borç tutarı yurt içi brüt üretimin 2,5 mislidir (%250 oranında bir fazlalık). Bu durumda Japonya'nın bu borcu ödeyebilmesi için yurt için brüt üretimi devasa boyutlarda artırması gerekmektedir. Ama Japonya uzun yıllar dünyanın ikinci büyük ekonomisi olmasına rağmen kan kaybetmekten, “sürünen” bir ekonomiyi yönetmeye çalışmaktan başka bir şey yapamamaktadır.

Borçlanma ile üretim arasındaki dengenin bozulması birçok ülkenin iflasa sürüklendiğini göstermektedir. Bu bakımdan Yunanistan bir örnektir. Bu ülkeyi şimdi Güney Kıbrıs takip etmektedir. Sırada İspanya, Portekiz gibi ülkeler de var.
Devletlerin iflasını engellemek için alınan tedbirler, söz konusu ülkede ekonomik gelişmeyi engelleyici bir rol oynamaktadır. Bu nedenledir ki, kamu borçlarının yüksek olduğu ülkelerde ekonomik gerileme/çöküş çok belirgindir.
Bunun ötesinde işe yaramayan “destekleme paketleri”ni yeniden gündeme getirmenin de artık pek olanağı kalmamıştır.

Kamu borçlanmasının tarihsel seyri:






Kamu borçlanması (bugünkü G-7 ülkeleri) 1880-1920 arasında yüzde 40 civarında kalıyor. Borçlanma oranı 1929-32 krizinden itibaren yüzde 60'lardan ve II. Dünya Savaşı sonrasında yüzde 120'lere kadar çıkıyor. Kontrol altına alınabilen kamu borçlanması 1970'li yıllarda yenide yüzde 40'lar seviyesine çekiliyor. 1980'lerden itibaren yeniden artıyor. Bu artışı sadece silahlanma yarışında aramamak gerekir; esas itibariyle devletin uluslararası rekabette tekelleri teşvik çabalarında aramak gerekir.

2000'den bu yana kamu borçlanmasının gelişmiş ülkelerde ve G-7 ülkelerinde yüzde 80'lerden yüzde 110'un üzerine çıkıyor. Bu artışta devletin destekleme adı altında tekelci sermayeye para pompalamasının belirleyici rolü olmuştur.
Aynı dönemde gelişen ülkelerde ise kamu borçlanması yüzde 50'lerden yüzde 40'ın altına düşüyor.

Aşağıdaki kamu borçlanma haritası bir durum tespitidir. Afrika'nın birkaç ülkesini dışlarsak en çok borçlu olan ülkelerin yaşanmakta olan krizin patlak verdiği merkezlerde olduğunu görüyoruz: Kuzey Amerika ABD ve Kanada), AB ülkeleri ve Japonya.

Yukarıdaki haritada kamu borçlanma krizinin öncelikle emperyalist ülkelerde kamu borçlanma kriz olduğunu görüyoruz. Kuzey Amerika'da (ABD ve Kanada), Japonya ve Avrupa'nın emperyalist ülkelerinde kamu borçlarının bürüt yurt içi üretime oranının alt sınır yüzde 80, üst sınır ise açık.

20. yüzyılın son çeyreğinden günümüze kadarki zaman dilimini göz önüne getirelim: Emperyalist ülkelerde büyüme oranlarında küçülme; sanayisel büyümede ve kar oranlarında gerileme gündeme geldiğinde “bay” tekelci sermaye yoğunlaştırılmış ihracata yöneldi ve oradan da kendini “mali dünya”ya attı. Spekülasyon üzerinden semirdi. Ama 2008'de patlayan krizle “mali değerler” üzerinden kar olanağı kalmayınca “bay” mali sermaye kendini devletin kucağına atarak “kurtarma” şemsiyesine sığındı, borçlarını devletleştirdi, ama karları özel kaldı.

Şimdi ise emperyalist devletler gırtlağına kadar borç içindeler. Öyle ki, bizzat kurtarılması gerekenler durumuna düştüler. Eski borçtan kurtulmanın tek yolu yeni borç anlayışını uyguluyorlar.
Koşullar değişti, kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının sonuçları ortada. Örneğin 19. ve 20. yüzyıllarda Britanya İmparatorluğunun sömürgesi veya ona bağımlı durumda olan ülkeler -ABD, Kanada, Hindistan, Avustralya, bir çok Arap ülkesi, Afrika ülkeleri- sergiledikleri gelişmeyle merkez ülke olan İngiltere'den uzaklaştılar, ekonomik olarak onu geride bıraktılar. İngiltere'nin yaşadığı bu süreçten bugün ABD, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya geçmektedir. İngiltere, diğer ülkelere geleceklerini gösteriyor. Özellikle yaşanmakta olan kriz koşulları birçok “yükselen” ülkenin tekil veya birleştirilmiş güç olarak ABD'yi, AB'yi, Japonya'yı geride bıraktığını ve bırakacağını göstermektedir.

Dünya çapında toplam kamu borçlarının gelişme seyri:

Yukarıdaki borçlanma haritasında dünya çapında kamu borcunun 2002'den 2013'e 11 sene içinde yüzde 167,5 oranında -yaklaşık 2,7 misli- arttığını görüyoruz. Yıllar itibariyle borçlanma 2003'te 21,6; 2004'te 25,0; 2005'te 26,8; 2006'da 26,7; 2007'de 28,6; 2008'de 31,2; 2009'da 34,6; 2010'da 39,9; 2011'de de 44,6 ve 2012'de de 47,6 trilyon dolara çıkıyor. 2008-2012 arasında borçlanma oranınınki yüksek artışın nedeni, krizden dolayı ekonomiyi kurtarma paketleri için yapılan harcamalarda aranmalıdır (Bkz.: http://www.economist.com/content/global_debt_clock).

Borçlanmanın vahim boyutları toplam borcun GSYİH'ya oranında açığa çıkıyor. Aşağıdaki grafik bazı ülkelerde toplam borçlanmanın GSYİH'ya oranlarını göstermektedir. Bu bakımdan toplam borç, İngiltere'nin GSYİH'nın 9, Japonya'da 6, Avrupa toplamında 4, ABD'de 3 mislinde daha fazladır.


















Devamı 2. makalede