“DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA
ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
“24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN
HİKAYESİ
Makale
10 - 11
SOSYALİZMİN
İNŞASINDA BAŞARILAR VE TROÇKİ
SSCB'nin
geri bir tarım ülkesinden ileri bir sanayi ülkesine dönüşmesi
için mücadele kolay olmamıştır. Ülkenin kısa zamanda fırtınalı
sanayileşmesinin sonuçlarından işçi sınıfı ve emekçi
kitleler hemen yararlanamamışlardı. Hatta tam tersi oldu:
Sosyalist inşanın ilk yıllarında halktan olağanüstü fedakarlık
talep edilmiş, karşılığında ise fazla bir şey verilememişti.
Sovyet insanı aç kalma pahasına ülkenin sosyalist inşasına
katılmıştı. Bütün güçler tek elde toplanmaksızın, öncelikle
üretim araçları sanayii kurulmaksızın Sovyet insanın tüketim
araçlarına sahip olma durumu olmayacaktı. Bu nedenle birinci beş
yılık planın hedefi en kısa zamanda Sovyet insanına yeterli
derecede tüketim araçları (gıda vs.) verebilmek değil, bunu
sağlayabilmenin koşullarını oluşturmaktı. Bu da üretim
araçları üreten sanayinin -ağır sanayinin- öncelikle
kurulmasından geçiyordu. Esas sorun, tüketim araçları eksikliğin
ortadan kaldırılabilmesi, insanların ihtiyaçlarını
giderebilmeleri; bütün bunların temini anlamına gelen tüketim
araçları sanayisinin kurulmasına temel teşkil eden üretim
araçları sanayinin kurulmasıydı.
Bunun
ötesinde bu sanayinin kurulması için kapitalist dünyadan alınan
makine ve krediler ülkede halkın tüketiminde kullanılan tarımsal
ürünlerle karşılanıyordu. Bu da tüketim araçlarında yaşanan
büyük sıkıntının bir nedeniydi.
Tabii
ki, başka bir yol da izlenebilirdi ve ülkenin mevcut ve potansiyel
olanakları, zenginlikleri öncelikle tüketim araçları sanayisinin
kurulması için seferber edilebilirdi. Bu durumda tüketim araçları
yetmezliği ortadan kaldırılabilir, belki de açlıktan vb. söz
edilmezdi. Ama böyle hareket etmekle de SSCB'nde sosyalizmin
kurulmasına temel teşkil eden sanayileşme gerçekleştirilmemiş
olurdu. Tam da böyle bir sanayileşmeyi Troçki savunuyordu. Daha
1922'de, Komünist Enternasyonal'in IV. Dünya Kongresi'ndeki
konuşmasında şöyle diyordu:
“Bunun
anlamı şudur: Biz, her şeyden önce oldukça fakiriz ve sanayinin
canlandırılmasına teknik ve mali güçlerimizi en acil ihtiyaç
duyulan yerde kullanarak başlamalıyız. En acil ihtiyaç duyulan
yer ise tüketimin başladığı yerdir; işçiler, köylüler ve
kızıl askerler. Açık ki, araçlar öncelikle oraya
gönderilmelidir. Ancak hazır ürün sanayi gelişirse, ağır
sanayinin sağlıklı bir gelişimi için imkan oluşacaktır. Hazır
ürün sanayinin ülkenin gerçek zenginliklerini almak ve kar
sağlamak için bize verdiği imkan ölçüsünde ağır sanayi için
bir temel de elde edeceğiz”
(1).
Troçki'nin
önerisine göre hareket edilmiş olsaydı ne olurdu? Sanayileşmeye
önce tüketim araçları sanayinin inşasıyla başlanmış olsaydı,
SSCB'nde sosyalizmin ekonomik altyapısı inşa edilmemiş olurdu.
Ekonomi ağır sanayi ve üretim araçları üreten sanayi bakımından
dış dünyaya, yani kapitalizme bağımlı kalırdı.
SSCB'deki
gelişme Lenin ve sonra da Stalin önderliğinde Bolşevik Parti'nin
sosyalizmi inşa etmek için öncelikle üretim araçları üreten
sanayiden başlanması gerektiği düşünce ve kararlarının ne
denli doğru olduğunu göstermiştir.
Bolşevik
Parti kararları doğrultusunda yürümekle SSCB'nin ne denli doğru
hareket ettiğini elde edilen sonuçlardan da görüyoruz.
Troçki
sosyalizmi bir hayal olarak görüyordu, ama Bolşevikler sosyalizmin
erişilemez olmadığını gösterdiler.
Troçki,
kapitalizmde imkansız olanın sosyalizmde mümkün olacağına
inanmadı, buna karşı mücadele etti. Ama Bolşevikler kapitalizmde
imkansız olanın sosyalizmde mümkün olduğunu gösterdiler.
Troçki,
sosyalizmin zafer olduğuna, kapitalizmin yegane alternatifi olduğuna
inanmıyordu ve sosyalizmin zaferine karşı mücadele etti, ama
Bolşevikler sosyalizmin zafer olduğunu gösterdiler.
Kapitalizmin
alternatifi sosyalizmdir'i ekonomik gelişme bakımından makale 8 ve
9'da somutlaştırdık. Burada aynı konuyu, karşılaştırma adına
yeniden ele almayacağız. Ama başka verilerle kısa bir
kapitalizm-sosyalizm karşılaştırması yapacağız.
Sosyalizm,
toplumun sınıfsal yapısının değişmesi demektir.
Sosyalizm
sömürücü sınıfların; burjuvazinin ve toprak beylerinin örgütlü
sınıf olarak tasfiye edilmesi demektir. Sosyalist toplum,
ilişkileri dostça olan; birbirleriyle uzlaşmaz çelişki ve ilişki
içinde olmayan sınıflardan; işçi sınıfından, emekçi
köylülerden ve aydınlardan oluşur. 1956 yılı başı itibariyle
SB'nde aileleriyle birlikte işçi ve ücretli memur sayısı
yaklaşık 117 milyon; yine aileleriyle birlikte kolhoz köylülerinin
ve kooperatiflerde örgütlü üreticilerin sayısı 82 milyon ve
aileleriyle birlikte bireysel köylülerin ve kooperatiflerde
örgütlenmemiş üreticilerin sayısı da yaklaşık bir milyondu.
Yukarıdaki
veriler 1930'lu yılların ikinci yarısından itibaren ara sosyal
tabakaların da eridiğini ve ekonomik yaşamda Sovyet toplumunun
ezici çoğunluğunun işçi sınıfı ve emekçi köylülerden
oluştuğunu göstermektedir (2).
Sosyalizm
yoksulluk ve açlık tanımaz!
Kapitalizm
yoksulluk ve açlık demektir!
Krizsiz
kapitalizm olmaz; kapitalizm kriz ve yoksulluk demektir. Sosyalizm
kriz tanımaz, sosyalizm refah demektir. Kapitalizm işsizliği,
açlığı, yoksulluğu yok eden sistem değildir. Ancak sosyalist
sistemde insanlık işsizliği, yoksulluğu, açlığı yok edebilir.
Kapitalizmde işsizlik, açlık ve yoksulluk sadece ve sadece
ekonominin krizde olduğu dönemlerde görülen olgular değildir;
kapitalist üretim koşullarında insanlık her zaman işsizliğin,
açlığın, yoksulluğun pençesindedir. Bırakalım 1929-1932 dünya
krizi döneminde kapitalist sistem açısından korkutucu boyutlara
varan; on milyonlarla ifade edilen işsizleri, açları, yoksulları
bir kenara, bugünün koşullarında da 100 milyonlarca insan açlık
ve yoksulluk içindedir. Yoksullar ile varlıklı olanlar arasındaki
fark 1969'da 1:30'dan 1990'da 1:60'a ve 2004'te de 1:90'a çıkmıştır;
40 sene içinde fark üç misli artmıştır. Yeterli gıda
alamayanların; açların sayısı 1969-1971 döneminde 878 binden
1995-1997 döneminde 825 bine düşmesine rağmen yeniden artmaya
başlayarak 2008'de bir milyar sınırını aşarak 1 milyar 20
milyona çıkmıştır.
Günde
2 dolardan daha az bir miktar kazanarak geçinmek zorunda kalan
çalışanların toplam çalışanlara oranı 2003 yılı
itibariyle Latin Amerika'da yüzde 33,1; Doğu Asya'da 49,2;
Güneydoğu Asya'da 58,8; Batı Asya ve Kuzey Afrika'da yüzde 30,4;
Sahra'nın alt kısmında yüzde 89; Orta, Doğu Avrupa ve eski SB
topraklarında yüzde 23,6 ve dünya çapında yüzde 49,7 idi. Bu
durumda 1 milyar 387 milyon insan yoksulluk içinde kıvranıyor
demektir (3).
İşsizlik,
açlık, yoksulluk sosyalizme yabancıdır. SSCB'nde sosyalizmin inşa
tecrübesi, dünyanın altıda biri kadar geniş bir coğrafyada
işsizliğin yok edilebileceğini, açlık ve yoksulluk kavramlarının
sosyalizme yabancı olduğunu göstermiştir. Aşağıdaki veriler
sosyalizmde bu gerçekliği yeteri kadar açıklamaktadır.
Sosyalizm
refah demektir!
Sosyalizm
sürekli kültür devrimi demektir!
Sovyet
emekçilerinin maddi ve kültürel yaşam koşullarının değişimi:
Kapitalizm
cehalet üretir, insanları bilgisizliğe mahkum eder. Kapitalizmde
üretim kar amaçlıdır, halkın maddi ve kültürel yaşam
standardını göz önünde tutmaz. Sosyalizmde tam tersi geçerlidir;
sosyalizmin amacı halkın maddi ve kültürel yaşam standardını
sürekli yükseltmektir. Sosyalizm kültür devrimidir. Veriler bunun
böyle olduğunu göstermektedir:
1917'den
1956'ya ekonomide işçi ve ücretli sayısı 4 mislinden fazla;
sanayi ve inşaat işçilerinin reel ücreti 4-8 misli; tarımda
emekçi köylünün reel geliri (çalışan başına ortalama) 6
misli; ordu hariç bütün okullarda, iş rezervleri okullarında ve
işletme okullarında ders alan kişi sayısı 3,6 misli; genel
eğitim okullarına gidenlerin sayısı 3,1; teknik ve başkaca
meslek orta okullarına (açık öğretim dahil) gidenlerin sayısı
37; yüksek okullara gidenlerin sayısı 16; askeri hizmetliler hariç
yüksek okul ve meslek okulu eğitimi alan uzmanların sayısı 33;
basılan kitap tirajı 11; gazetelerin günlük tirajı 16; kulüp
sayısı 536; halk kütüphanesi sayısı 10; bu kütüphanelerde
kitap sayısı 69; daimi kreşlerde yer sayısı 1757; diş doktoru
hariç doktor sayısı 14; hastane yatak sayısı 6,6 misli
artmıştır.
Sosyalizmde
hizmet sektörü ücretsizdir; halkın sağlığı, refahı ve
kültürel gelişmesi içindir. Kapitalizmde tam da tersi geçerlidir;
hizmet sektörü; sağlık, emeklilik, kültürel kurumlar
özelleştirilmekte, kazanç amaçlı yapılmaktadır.
Bilimsel
kurumların sayısı 1929'da 1263'ten 1957'de 2756'ya; bilim
insanlarının sayısı da 1914'te 10 binden 1956'da yaklaşık 240
bine çıkmıştır.
Her
türden kütüphane sayısı 1914'te 76 binden 1957'de 394 bine ve
kitap mevcudu da 46 milyondan 1489 milyona çıkmıştır.
Basılan
kitap sayısı 1923'te 15 binden 1956'da 60 bine ve baskı adedi de
85 milyondan 1107 milyona; aynı dönemde dergi sayısı 1609'dan
2501'e, bunların tirajı da 68 milyondan 420 milyona ve gazete
sayısı 889'dan 7537'ye, günlük tiraj da 3 milyondan 54 milyona
çıkmıştır.
SB'nde
konut yapımı (kolhozlar hariç devlet ve kooperatif örgütleri
tarafında inşa edilen konutlar) toplam alanı 1918-1928'de 3,9
milyon m2'den 1956'da 36,9 milyon m2'ye
çıkmıştır.
Sosyalizm
sağlık demektir!
Toplumsal
yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi sağlık alanında da
sosyalizm kapitalizmden üstünlüğünü göstermiştir.
SB’nde
ve bazı kapitalist ülkelerde doktor sayısı (askeri doktorlar
hariç):
Her
on bin kişiye düşen doktor sayısı SB'de 1917'de 1'den 1928'de
4'e, 1940'da 7'ye, 1951'de 13,9'dan 1957'de 16,9'a çıkarken bu sayı
1954'te ABD'de 12,7; 1951'de İngiltere'de 8,8; Fransa'da 1954'te 9;
İtalya'da 1951'de 12,3, Japonya'da 1954'de 10 ve Almanya'da da (Batı
Berlin hariç) 13,5 idi.
Diş
doktoru hariç doktor sayısı SB'de 1917’de 14,5 binden 1928’de
63,2 bine; 1940’da 140,8 bine; 1951'de yaklaşık 259 binden
1954'de 299 bine ve 1956’da da 329,4 bine çıkmıştır.. Diş
doktoru hariç doktor sayısı ABD'de 1954'de 206 bin; İngiltere'de
1951'de 44 bin; Fransa'da 1954'de yaklaşık 39 bin; İtalya'da
1951'de yaklaşık 58 bin; Japonya'da 1954'de yaklaşık 90 bin ve
Almanya'da da (Batı Berlin hariç) yaklaşık 68 bindi.
Askeri
hastaneler hariç hastanelerde
yatak sayısı 1917'de 149 binden 1928'de 245 bine, 1940'da
791 bine, 1956'da 1 milyon 361 bine ve 1956'da da 1 milyon 432 bine
çıkar.
SB,
anne ve çocuğun korunması ve bakımında dünyanın en ileri
ülkesi konumuna yükselmişti: Hamile ve loğusalar için yatak
sayısı 1913'te yaklaşık 7 binden 1928'de 27 bine, 1956'da da 179
bine çıkmıştır. Kreşlerde yer sayısı 1928'de 62 binden
1956'da 966 bine, şehirlerdeki çocuk yuvalarındaki çocuk sayısı
da aynı yıllarda 130 binden 1 milyon 882 bine çıkmıştır.
Cinsiyet
eşitliği ancak sosyalizmde gerçekleştirilebilir:
Sovyet
iktidarı kadınları ev işinden kurtarmak için bir dizi adımlar
atmıştır; bu çabaların bir sonucu olarak yemekhane sayısı
1924'te 3 binden 1928'de 15 bine; 1940'da 88 bine; 1950'de 95 bine ve
1956'da da 126 bine; buralarda ciro da 1924'te 0,14 milyar rubleden
1956'da 60,4 milyar rubleye; cironun gıda maddeleri toplam
satışındaki payı da 1924'te yüzde 10'dan 1945'te yüzde 27'ye
çıkmış ve 1956'da da yüzde 19 oranında gerçekleşmiştir.
1954
seçimleri itibariyle SSCB Yüksek Sovyeti'nde kadın temsilci oranı
yüzde 25,8'e; Birlik Cumhuriyetleri Yüksek Sovyeti'nde (1955
seçimi) yüzde 32,3'e; Özerk Cumhuriyetler Yüksek Sovyeti'nde de
(1955 seçimi) yüzde 31,2'ye çıkmıştır.
Ulusal
ekonominin çeşitli sektörlerinde çalışan kadın işçi ve
ücretli memur sayısı da sürekli artmıştır; örneğin toplam
ekonomide çalışan kadın işçi ve ücretli sayısı 1929'da yüzde
27'den 1930'da yüzde 30'a; 1940'da yüzde 38'e, 1945'te yüzde 55'e
çıkmış ve 1957'da da yüzde 45 olarak gerçekleşmiştir.
Teknik
okullarda ve başkaca meslek okullarında okuyanların 1927'de yüzde
38'i; 1940'da yüzde 55' ve 1956'da da yüzde 52'si ve yüksek
öğretim görenlerin 1927'de yüzde 28'i; 1940'da yüzde 58'i ve
1956'da da yüzde 51'i kadındı.
Ekonomide
çalışan yüksek okul ve orta dereceli okul eğitimi almış uzman
kadın sayısı 1928'de 151 binden 1941'de 864 bine ve 1956'da da 3
milyon 778 bine çıkmıştır; böylece toplam uzman içinde kadın
uzman oranı aynı yıllarda yüzde 29'dan yüzde 36'ya ve yüzde
60'a çıkmıştır.
Ekonomide
orta ve yüksek seviyede meslek eğitimi görmüş olan uzmanların
sayısı da 1913’te 190 binden 1928’de 521 bine; 1941’de 2400
bine ve 1956’da da 6257 bine çıkmıştır. Yani 1928’de yarım
milyondan biraz fazla olan uzman sayısı 12 misli artarak 6,2
milyona çıkmıştır. Bunların arasında yüksek derecede eğitim
gören uzmanların sayısı 1928’de 233 binden 1941’de 908 bine
ve 1956’da da 2633 bine çıkmıştır.
Sosyalizm
üretimde planlama demektir!
Kapitalizm
üretimde anarşi ve rekabet demektir!
Kapitalizmde
üretimde anarşi hakimdir, sosyalizmde planlı ekonomi esastır;
sosyalizm sanayileşmektir, üretici güçlerin özgür gelişmesidir;
kapitalizm çürümektir, durgunluktur, üretici güçlerin
tahribidir.
Sosyalizmde
ulusal ekonominin planlı, orantılı gelişme zorunluluğu ve bunun
mümkün olması üretim araçlarının toplumsal mülkiyette
(sosyalist mülkiyette) olmasından kaynaklanmaktadır. Ekonominin
planlı/orantılı gelişmesi, sosyalizmin nesnel ekonomik yasasıdır.
Bu yasanın gereği yerine getirilmeksizin sosyalizm inşa adilenmez.
Sosyalist ekonomide işgücünün ve üretim araçlarının
sosyalizmin temel ekonomik yasasıyla uyumluluk içinde dağılımı
bu yasaya göre gerçekleştirilir. Kapitalizmde ise bunun tam tersi
söz konusudur: Kapitalizmde üretimde anarşi ve rekabet söz
konusudur. Esas amaç kardır, iş gücünün sömürüsüdür.
Sosyalizmin
temel ekonomik yasasının merkezinde toplum vardır!
Kapitalizmin
temel ekonomik yasasının merkezinde sömürü vardır!
Sosyalist
sistemin karakteri konusunda fikir verici en önemli göstergelerden
birisi de üretim biçiminin temel yasasıdır. Burada bu yasayı ve
kapitalizmde temel ekonomik yasayı tanımlamakla yetiniyoruz.
Kapitalizmde
temel ekonomik yasa:
“Modern
kapitalizmin ekonomik temel yasasının en önemli özellikleri ve
gerekçeleri şöyle formüle edilebilir. Verili ülke nüfusu
çoğunluğunun sömürüsü, yıkımı ve yoksullaştırılmasıyla,
başka ülke halklarının, özellikle de geri ülkelerin
köleleştirilmesi ve sistematik talanıyla ve nihayetinde en yüksek
karı elde etmeye hizmet eden savaşlarla ve ekonominin
askerileştirilmesiyle kapitalist azami karın teminat altına
alınmasıdır” (4).
Sosyalizmde
temel ekonomik yasa:
“Sosyalizmin
ekonomik temel yasasının önemli özellikleri ve gereksinimleri
aşağı-yukarı şöyle formüle edilebilir: en gelişmiş teknik
temelinde sosyalist üretimin kesintisiz büyümesi ve devamlı
mükemmelleştirilmesi sayesinde bütün toplumun devamlı artan
maddi ve kültürel ihtiyaçlarını azami tatmininin teminat altına
alınmasıdır” (5).
“Bütün
toplumun devamlı artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami
tatmin edilmesinin teminat altına alınması –bu, sosyalist
üretimin amacıdır; en gelişmiş teknik temelinde sosyalist
üretimin kesintisiz büyümesi ve devamlı mükemmelleştirilmesi-
bu, amaca ulaşmak için araçtır.
Bu
sosyalizmin ekonomik temel yasasıdır” (6).
Kapitalizmle
karşılaştırıldığında sosyalizmde temel ekonomik yasa:
“Azami
karın teminat altına alınması yerine toplumun maddi ve kültürel
ihtiyaçlarının azami tatmininin teminat altına alınması;
yükselişten krize ve krizden yükselişe (gibi) kesintisiyle
üretimin gelişmesi yerine, üretimin kesintisiz büyümesi;
periyodik, toplumun üretici güçlerinin tahribatının refakat
ettiği tekniğin gelişmesindeki kesintilerin yerine en çok
gelişmiş teknik bazında üretimin devamlı
mükemmelleştirilmesi”dir (7).
Bu
yasa, toplumsal mülkiyetin gerçekleştirilmesiyle; sosyalist üretim
ilişkilerinin kurulmasıyla, yani kapitalist üretim/mülkiyet
ilişkilerinin yıkılması ve yeni (sosyalist) ekonomik koşulların
doğmasıyla geçerli olmaya başlar. Böylelikle, kapitalizmde amaç
olan azami kar için üretimin yerini, sosyalizmde amaç olan
ihtiyaçların azami tatmini için üretim alır.
“Sosyalist
üretimin amacı, ihtiyaçlarıyla insandır. Yani onun maddi ve
kültürel ihtiyaçlarının tatminidir... Sosyalist üretimin
amacı... bütün toplumun sürekli artan maddi ve kültürel
ihtiyaçlarının azami tatminidir” (8).
Ekim
Devrimi ve SSCB'nde sosyalizmin inşası, insanlığın gelişmesinde
çığır açıcı bir rol oynamıştır; sömürü, baskı, özel
mülkiyet sisteminin yıkılabileceğini; en demokratik sistemin;
proletarya diktatörlüğünün kurulabileceğini, sömürüsüz
sistemin, sosyalizmin inşa edilebileceğini; kapitalizmin
alternatifinin sosyalizm olduğunu göstermiştir.
11.
Makale
SOVYET
TOPLUMUNUN KARAKTERİ -
SOSYALİST
DEMOKRASİ VE TROÇKİ
Ekonomide
kapitalizmin yıkılması ve kalıntılarının da tasfiyesinden
sonra -bunun böyle olmadığını Troçki ve Troçkistler dahi
savunamaz- SSCB, Lenin'in daha 1922'de söylediğini gerçekleştirmiş
oldu; “NEP'in Rusya'sından”
sosyalist bir ülke kuruldu. SSCB'nde kapitalistleri var edecek maddi
koşullar kalmamıştı; bu ülkede artık kapitalist yoktu. Sanayi
ve ticarette özel kapitalist kalıntılar da tasfiye edildi. Geriye
kolhozlara ve kooperatiflere henüz katılmamış küçük özel
üreticiler kalmıştı; bunlar da ancak kendi emeğine dayanarak
ayakta kalabiliyorlardı. Yeni anayasa geriye kalan bu özel mülk
sahibi üreticilerin yabancı işgücü çalıştırmalarını
yasaklıyordu. Artık SSCB'nde bir insanın başka birisi tarafından
sömürülmesinin hiçbir olanağı kalmamıştı.
Kapitalizmin
olmadığı yerde kapitalistler de -bunun tersi de doğrudur-
olamazdı. Denklemi şöyle de kurabiliriz: Kapitalizmin olmadığı
yerde devlet kapitalizmi de olmaz. Ama böyle düşünmeyenler de
vardı. SSCB'nde en iyi durumda “devlet sosyalizmi”nin
bir biçimi hakimdir anlayışına karşı Stalin, 5 Mart 1936'da
“Pravda”da
yayımlanan Amerikalı gazeteci Roy Howard ile yaptığı söyleşide
şu cevabı verir:
“İnşa
ettiğimiz toplum asla “devlet sosyalizmi”
olarak tanımlanamaz. Bizim Sovyet toplumumuz sosyalist bir
toplumdur. Çünkü bizde fabrikalarda, işletmelerde, toprakta,
bankalarda, ulaştırma araçlarında özel mülkiyet kaldırıldı
ve yerine toplumsal mülkiyet getirildi. Oluşturduğumuz sosyal
organizasyon, henüz tamamen inşa edilmemiş, ama buna rağmen özü
itibariyle toplumun sosyalist organizasyonu olan Sovyetik, sosyalist
bir toplum olarak tanımlanabilir. Bu toplumun temeli toplumsal
mülkiyettir; yani devlet mülkiyeti, bütün halkın, kooperatif ve
kolhoz mülkiyeti. Ne İtalyan faşizminin ne de Alman ulusal
'sosyalizmi'nin böyle bir toplumla herhangi bir ortak yanı vardır.
Her şeyden önce orada fabrikalarda, işletmelerde, toprakta,
bankalarda, ulaştırma araçlarında vs. özel mülkiyete
dokunulmadığı için ve bunda dolayı Almanya'da ve İtalya'da
kapitalizm tamamen yürürlüktedir”
(1).
Oldukça
seyrek de olsa Troçki'nin SSCB'nden yana tavır aldığını da
görmekteyiz: SSCB'ne ve Stalin'e karşı bütün düşmanlığına
rağmen Troçki, Sovyet toplumunun temelinin sosyalist olduğunu
inkar etmez veya inkar edilemeyeceğini görmüştür. Bir toplumun
sosyal karakterinin belirlenmesinde üretim ilişkinlerinden başka
belirleyici kıstasın olamayacağını Troçki de bilir. Belki de bu
noktada Marksizmi reddeder duruma düşmemek için “SSCB'nin
Gelişmesinin Sorunları”
yazısında şöyle der:
“Sosyal
bir rejimin karakteri her şeyden önce mülkiyet ilişkileriyle
belirlenir. Toprağın, sanayi üretimi araçlarının ve mübadelenin
devlet dış ticareti tekelinde ulusallaştırılması SSCB'nin
toplumsal rejiminin temellerini oluşturur... Sınıf ilişkilerinin
temelini oluşturan bu mülkiyet ilişkileriyle bizim için Sovyetler
Birliği'nin karakteri proleter devlet olarak belirlenmiştir...
Sovyet
ekonomisinin şu andaki gerçekten devasa başarılarının imkanı,
pazar anarşisinin planlı alt edilmesinin ön koşulunu oluşturan
mülkiyet ilişkilerinin devrimci altüst oluşuyla meydana
getirilmiştir. Şu anda Sovyetler Birliği topraklarında gelişen
ekonomik büyümenin o ilerlemesini kapitalizm üretemez ve hiçbir
zaman da üretecek yetenekte değildir. Taklitçilerin yönetiminin
planlarının ve beklentilerinin aksine kendi yolunu açan
sanayileşmenin emsalsiz yüksek hızı, sosyalist iktisat
yöntemlerinin gücünü nihai olarak gösterdi. Emperyalistlerin
sözde Sovyet 'damping'ine karşı çılgın mücadelesi, onların
istemeden ama daha da gerçek biçimde Sovyet sanayi biçimlerinin
üstünlüğünü tanımasıdır”
(2).
Troçki
burada hem nalına hem de mıhına mı vuruyor? Bilemem, kendisine
sormak gerekirdi. Ama burada reddedemeyeceği bir gerçeği dile
getirirken bu gerçeğin yönetime rağmen gerçekleştiğini
söylüyor. Bir taraftan SSCB'nin sosyalist karakterini kabul ediyor,
diğer taraftan da “Epigon” (taklitçi) diye tanımladığı
yönetimdekilere rağmen bir gelişmedir diyor. Troçki,
“sanayileşmenin emsalsiz yüksek hızı”
Stalin'e,
parti yönetiminin iradesine rağmen
gerçekleştirilmiştir diyor. Peki, bunu kim gerçekleştirdi?
SSCB'de, SBKP(B)'de bilinen Stalin önderliğindeki parti
yönetiminden başka bir yönetim mi vardı da onun iradesiyle
gerçekleşti?
Troçki
bu, sağı solu belli olmaz. Önce “sanayileşmenin
emsalsiz yüksek hızı”
taklitçilerin iradesine rağmen gerçekleşti diyor, daha sonra ise
bu hızlı tempodan ve onun daha da hızlandırılmasından dolayı
aynı “taklitçileri”,
yani Stalin önderliğinde yönetimi eleştiriyordu.
Ama
her halükarda burada, Troçki'nin bu sözlerinde önemli olan,
eleştirisinden ziyade SSCB'nde gelişmiş olan toplumsal yapının
kapitalizmle bir ilişkisinin olmadığını, sosyalist olduğunu
kabul etmesidir. Mülkiyet ilişkilerinin temelden değişimi ile
sosyalist toplumun belirleyici ön koşulları oluşmuş demektir.
Troçki'nin SSCB'ndeki kabul ettiği bu gelişmeyi “bizim
için Sovyetler Birliği'nin karakteri proleter devlet olarak
belirlenmiştir”le
yumuşatmaya çalışması da meselenin özünde bir şey
değiştirmez.
SSCB'nin
toplumsal yapısını, sınıfsal karakterini, sosyalist demokrasiyi
değerlendirirken Troçki çelişkili görüşler savunur. Onun
anlayışındaki -hem öyle hem böyle demesindeki- temel faktör,
altyapı ile üst yapı arasındaki diyalektik bağı kavramamasından
ileri gelmektedir. Troçki'ye göre üretim araçlarının toplumsal
mülkiyette olduğu, ulusallaştırıldığı bir toplumda üst yapı
yozlaşabilir, ama alt yapının sınıfsal karakterini değiştiremez.
Şu koşul-bu koşul altında şöyle-böyle olabilir türünden
varsayımlarını değil de onun bu temel anlayışını ele
aldığımızda Troçki'nin belirttiğimiz temel hatasının
kaynağını görürüz. Aşağıdaki anlayışı onun bu temel
hatasını göstermek bakımından dikkati çekiyor.
“Kapitalizmin
Can Çekişme Mücadelesi ve IV. Enternasyonal'in Görevleri (Geçiş
Programı)” yazısında şunları yazıyor:
“Sovyetler
Birliği Ekim Devriminden bir işçi devleti olarak çıktı.
Sosyalist gelişme için gerekli bir ön koşul olan üretim araçları
üzerinde devlet mülkiyeti, üretici güçlerin süratle gelişmesi
olanağını yarattı. Ama aynı zamanda işçi devletinin aygıtı
tam bir yozlaşmaya uğradı; işçi sınıfının bir silahı
olmaktan işçi sınıfına karşı bürokratik şiddet uygulanması
ve giderek ülke ekonomisinin sabote edilmesi için bir silaha
dönüştü. Geri ve yalıtılmış bir işçi devletinin
bürokratlaşması ve bürokrasinin her şeye muktedir bir
ayrıcalıklı kasta dönüşmesi, tek ülkede sosyalizm teorisinin,
yalnızca teoride değil, pratikte de ortaya çıkan en ikna edici
yalanlanmasıdır” (3).
Ne
diyor Troçki burada?
1-Sovyetler
Birliği bir işçi devletidir.
2-Sosyalist
gelişme için gerekli bir ön koşul olan üretim araçları
üzerinde devlet mülkiyeti, üretici güçlerin süratle gelişmesi
olanağını yaratmıştır.
3- İşçi
devletinin aygıtı tam bir yozlaşmaya uğramıştır.
4- İşçi
sınıfının bir silahı olmaktan çıkarak, işçi sınıfına
karşı bürokratik zorun uygulanması ve giderek ülke ekonomisinin
sabote edilmesi için bir silaha dönüşmüştür.
5-Geri ve
yalıtılmış bir işçi devletinin bürokratlaşması ve
bürokrasinin her şeye muktedir bir ayrıcalıklı kasta dönüşmesi,
tek ülkede sosyalizm teorisinin teorik ve pratik bir sonucudur.
İlk
iki madde Troçki'nin SSCB'ni ilerici, hatta sosyalist gördüğünün
ifadesidir. Demek ki, tek ülkede de, en azından Troçki'nin kabul
buyuracağı seviyede bir sosyalist toplum kurulabiliyor. Ama burada
sorunumuz bu değil. Son üç maddede üretim araçlarının
toplumsal (devlet) mülkiyetini değiştirmeyen bir üst yapı
yazlaşmasından bahsediyor. Bu durumda ilerici ilişkiler (devlet
mülkiyeti) üzerinde yükselen üretim araçları gerici, ülke
ekonomisini sabote eden bir bürokrasi tarafından yönlendiriliyor.
Bu durumda bu “ekonomiyi sabote eden silaha dönüşmüş” üst
yapıya rağmen ülkede üretim araçları devlet mülkiyetinde
kalıyor -kalamaz diye bir anlayışım da yok- ve Troçki üretim
araçlarının toplumsal mülkiyetine sahip çıkarak, bu üst yapıyı
“siyasal devrim”le yıkmayı amaç ediniyor. Troçki bu
“yozlaşmış” üst yapının ekonomi üzerindeki etkisini üretim
araçlarının sınıfsal karakterini değiştiremeyecek derecede
önemsiz olduğunu savunuyor.
Troçki,
bürokrasinin bileşenlerini de ele alıyor, en azından sınıfsal
yapısını belirtiyor. Yukarıda adı geçen yazısından bir örnek
verelim:
“Bürokrasi
içinde sadece küçük bir azınlık oluşturan devrimci ögler,
edilgen biçimde de olsa proletaryanın sosyalist çıkarlarını
yansıtmaktadırlar. Durmaksızın çoğalan faşist, karşı
devrimci ögeler, sürekli açık bir planlılık içinde dünya
emperyalizminin çıkarlarını ifade etmektedirler. Komprador rolüne
aday bu ögeler, haklı olarak, yeni egemen katmanın ayrıcalıklı
durumunu ancak “Batı uygarlığı”nın, yani kapitalizmin
özümlenmesi adına millileştirmeye, kolektifleştirmeye ve dış
ticaret tekeline karşı çıkarak güvence altına alabileceğini
düşünmektedirler. Bu iki uç arasında, burjuva demokrasisine
doğru yönelen dağınık Menşevik, Sosyal devrimci, liberal
eğilimler bulunmaktadır” (4).
Anlayışlarını
madde madde sıralayalım:
1-Devrimci
ögeler bürokrasi içinde sadece küçük bir azınlığı
oluşturmaktadır.
2-
Edilgen biçimde de olsa bunlar proletaryanın sosyalist çıkarlarını
yansıtmaktadırlar.
3-
Faşist, karşı devrimci ögeler durmaksızın çoğalmaktadırlar.
4-
Bunlar sürekli açık bir planlılık içinde dünya
emperyalizminin çıkarlarını ifade etmektedirler.
5-
Bu iki uç arasında (devrimci ögeler ile karşı devrimci, faşist
ögeler arasında) burjuva demokrasisine doğru yönelen dağınık
Menşevik, Sosyal devrimci, liberal eğilimler bulunmaktadır.
Tamam
anladık, Troçki'nin “Bolşevik-Leninistleri”, yani “devrimci
ögeler” bürokrasi içinde azınlıktalar ve SSCB'nin
“sosyalist” olması için mücadele ediyorlar.
Troçki,
yukarıdaki anlayışıyla “Stalinist bürokrasi”yi, yani devlet,
parti, ordu ve sendikalardaki “bürokrasi”nin ezici çoğunluğunu
“faşist, karşı devrimci ögeler” olarak tanımlıyor ve
bunların “sürekli açık bir planlılık içinde dünya
emperyalizminin çıkarlarını” savunduklarını dile
getiriyor.
Bu
durumda SSCB'nde “bürokrasi” açık ki faşistleşmiştir;
SSCB'de faşist bir diktatörlük hakimdir ve bu diktatörlük
emperyalizmle işbirliği içindedir veya onun SSCB'deki uzantısıdır.
Nasıl oluyor da böyle bir üst yapı, toplumun alt yapısını
oluşturan ekonomik ilişkileri; üretim araçlarının devlet
(toplumsal) mülkiyette oluşunu değiştiremiyor? Nasıl oluyor da
bu durumda ekonomik yapı bakımından SSCB ilerici, en azından
savunulabilecek veya değiştirilmesine gerek duyulmayacak derecede
ilerici oluyor da onun yönlendiren üst yapı ezici çoğunluğu
bakımından “faşist, karşı devrimci” oluyor?
Troçki,
bu ve benzeri sorulara cevap verememiştir.
İki
sene öncesinde, 1936'da “İhanete Uğramış Devrimi”nde de
SSCB'ni şöyle tanımlıyordu:
“SSCB,
kapitalizm ile sosyalizm arasında duran çelişkili bir toplumdur,
bu toplumda; a)Üretici güçler devlet mülkiyetine sosyalist bir
karakter verebilmek için hala yeterli olmaktan çok uzaktır; b)
Sıkıntıların yarattığı ilkel birikim çabası, her yerde
planlı ekonominin sayısız gözeneklerinden sızıyor; c) Burjuva
karakterini koruyan paylaşım normları, yeni toplumsal
farklılaşmanın temelinde yatıyor; d) Ekonomik yükseliş yavaş
yavaş emekçilerin durumunu düzeltiyor ve ayrıcalıklı bir
tabakanın hızla oluşmasını körüklüyor; e) Toplumsal
çelişkileri kullanan bürokrasi, kendini sosyalizme yabancı,
denetimsiz bir kasta dönüştürmüştür; f) İktidar partisince
ihanete uğratılan toplumsal devrim, hala mülkiyet ilişkilerinde
ve emekçi kitlelerin bilincinde varlığını sürdürüyor; g)
Biriken çelişkilerin daha da gelişmesi, sosyalizme olduğu gibi,
geriye dönüp kapitalizme de yol açabilir; h) Karşı devrim
kapitalizme doğru aldığı yolda işçilerin direncini kırmak
zorunda kalacaktır; i) İşçiler sosyalizme doğru aldıkları
yolda bürokrasiyi devirmek zorunda kalacaklardır. Son çözümlemede
soru, yaşayan toplumsal güçlerin, hem ulusal düzeyde hem de tüm
dünyadaki mücadelesiyle karara bağlanacaktır”(5).
Ne
diyor Troçki?
1-Üretim
araçlarının (devlet mülkiyeti) sosyalist karakterli olabilmesi
için üretici güçlerin gelime seviyesi henüz yeterli değildir.
2-Sermaye
birikimi (Troçki buna “ilkel birikim” diyor) planlı ekonominin
gelişme seyrini etkiliyor.
3-Paylaşım
normları burjuva karakterli olduğu için yeni toplumsal
farklılaşmanın temelini oluşturuyor.
4-
Ekonomik yükselişten dolayı bir taraftan yavaş yavaş da olsa
emekçilerin durumunda iyileşme oluyor, ama diğer taraftan da
ayrıcalıklı bir tabakanın oluşması hızlanıyor.
5-
Bürokrasi, toplumsal çelişkileri kullanarak sosyalizme yabancı,
denetimsiz bir kasta dönüştürmüştür.
6-
Devrim, hakim parti tarafından ihanete uğratılmış olsa da hala
mülkiyet ilişkilerinde ve emekçi kitlelerin bilincinde varlığını
sürdürüyor.
7-
Biriken çelişkilerin daha da gelişmesi, hem sosyalizme hem de
kapitalizme yol açabilir.
8-
Kapitalizmi yeniden inşa etmek için karşı devrim, işçilerin
direncini kırmak zorunda kalacaktır.
9-
Sosyalizme doğru ilerlemek için işçi sınıfı, bürokrasiyi
devirmek zorunda kalacaklardır.
1936'da
üretim araçlarının (devlet mülkiyeti) sosyalist karakterli
olabilmesi için üretici güçlerin gelime seviyesi henüz yeterli
değildir dese de 1934'te “Savaş ve IV. Enternasyonal” yazısında
Troçki,
SSCB'nde “üretim ilişkilerinin yön
itibariyle sosyalist karakterini inkar ve örtbas eden” her
anlayışa karşı mücadele edecek derecede SSCB'ni savunuyordu
(6).
SSCB'nde
birikimi kapitalizmde ilkel birikimle karşılaştırmakla Troçki,
ekonomiden ne derece anlamadığını gösterir. Bunun ötesinde
planlı veya plansız olsun her ekonomik adım kaçınılmaz olarak
birikim sorununu gündeme getirir. Bu sorunu bir biçimde (iç
olanaklar, borçlanma, kredi biçiminde dış olanaklar) çözülmeden
ekonomide yatırım bir hayaldir. Troçki bunu bilmesi gerekirdi, ama
SSCB'nde sosyalizmin inşası için atılan her adıma karşı olma
pahasına bu saçmalıkları görüş olarak yazabildi.
Sosyalizmi
inşa sürecinde paylaşım normlarının komünist olmayacağını,
burjuva olacağını veya sosyalizm aşamasında paylaşım
normlarının burjuva özelliklerinden arındırılmış olmayacağını
“Gotha Programı Eleştirisi”nden öğreniyoruz. Sanırsam
Bolşevikler de o yazıdan öğrenmişlerdir. İsterseniz Marks'ın
bu konuda ne dediğini hatırlatalım:“Burada
ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan
değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir
komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel,
bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun
damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur”
(7).
Ekonomik
yükselişten dolayı bir taraftan yavaş yavaş da olsa emekçilerin
durumunda iyileşme oluyor, ama diğer taraftan da ayrıcalıklı
bir tabakanın oluşması hızlanıyor. Troçki'nin bu anlayışı,
yükselen bir ekonomide paylaşım normlarının burjuva karakterli
olması görüşünden kaynaklanıyor. Troçki'nin anlayışına göre
böyle bir gelişme kaçınılmazdır. Ona göre paylaşım normları
daha baştan komünist normlar olmalıdır, yani ücretlerde
eşitlemecilik daha baştan uygulanmalıdır. Bu sorunu “Sosyalizmde
Ücret Politikası, Sovyet Pratiği ve Troçki” başlıklı
makalede ele alacağımız için burada bu kadarlık açıklamayla
yetiniyoruz.
SSCB'nde
bürokrasi, toplumsal çelişkileri kullanarak sosyalizme yabancı,
denetimsiz bir kasta dönüşmüştür anlayışı da yukarıdaki
tespitinin mantıksal sonucudur; ekonomi yükseliyor, bu yükseliş
ayrıcalıklı tabakanın oluşmasını körüklüyor ve sonunda da
bu tabaka bir kasta dönüşüyor.
Troçki'nin
ne yazdığının farkında olup olmamasından bağımsız olarak
burada yaptığı proletarya diktatörlüğünü, sosyalist devleti
veya kendi deyimiyle “yazlaşmış işçi devleti”ni “sosyalizme
yabancı, denetimden çıkmış bir kast”la birbirine
karıştırmasıdır.
Devrim,
hakim parti tarafından ihanete uğratılmış olsa da hala
mülkiyet ilişkilerinde ve emekçi kitlelerin bilincinde varlığını
sürdürüyor. Bu anlayışın Türkçesi şudur: SSCB'nde üretim
ilişkilerini, mülkiyetin karakterini değiştirmeyi hedef alan bir
sosyal devrime ihtiyaç yoktur. Yapılması gereken üst payının,
yani “Stalinist bürokrasi”nin yıkılmasıdır, bunun içinde
“politik devrim” kaçınılmazdır.
Biriken
çelişkilerin daha da gelişmesi, hem sosyalizme hem de kapitalizme
yol açabilir. Troçki, bu tespitinde tamamen haklı. Ama bu tespit
kendisine ait değildir; bu tehlike Lenin ve Stalin tarafından daha
SSCB'nin kuruluş yıllarında sürekli vurgulanmıştır.
Kapitalizmi
yeniden inşa etmek için karşı devrim, işçilerin direncini
kırmak ve sosyalizme doğru ilerlemek için de işçi sınıfı,
bürokrasiyi devirmek zorunda kalacaklardır. Doğrudur. Bu konuda da
Troçki'ye katılıyorum. Ama Troçki'nin değerlendirme yaptığı
dönemin SSCB'nde böyle bir gelime olmamış, tam tersine işçiler
sosyalizmin inşası için mücadele etmişlerdir. Yoksa etmediler
mi? Yoksa sosyalizm SSCB'nde işçi sınıfı önderliğinde
kurulmadı mı? SSCB'nde işçi sınıfının kendi iktidarını;
proletarya diktatörlüğünü yıkma diye bir derdinin olmadığını
şu fani dünyada bir Troçki anlayamamıştır.
Bu
görüşleriyle Troçki'yi baş başa bırakarak devam edelim.
Ekim
Devrimi olgusu, Rusya'da sömürücü düzenin yıkıldığını ve
proletarya diktatörlüğünün kurulduğunu ifade eder. Proletarya
diktatörlüğünün kurulmasıyla birlikte sömürücü sınıflar
siyasi iktidardan hemen uzaklaştırılmışlardı. Bu sınıfların
ekonomiden; sanayi ve tarımdan tamamen uzaklaştırılmaları
Rusya'nın ekonomideki geri durumundan ve proletarya diktatörlüğünün
karşılaştığı zorluklardan dolayı biraz zaman almıştı.
Ekim
Devriminden sonra Sovyet halkı ve genç Sovyet devleti, daha
tarihinin başlangıcında emperyalist gericiliğin desteğini alan
iç ayaklanmalarla yüz yüze geldi. Şahlanan gericiliği alt
etmekle uğraşan Sovyet devleti, aynı zamanda iktisadi yıkım ve
yokluklara yol açan gerici direnişlerle de karşı karşıya idi.
Yaklaşık üç yıl süren bu süreçte, ekmeklik tahıl bile
bulunamaz hale geldiğinden, yalnızca savaş vurguncularının,
spekülatörlerin değil, yaygın küçük üretici köylünün de
ürün fazlası tahılına el koyan bir iktisadi politika izlemek
durumunda kalmıştı. “Savaş komünizmi” adı verilen
“şehir ve kırdaki kapitalist unsurların kalesini baskınla,
cepheden ele geçirme” politikası sona erdirildiğinde ülkede
iktisadi yaşam, ticaret neredeyse “ölüm” noktasına varmıştı.
Ülkede büyük bir iktisadi yıkım ve onun ağır sonuçları,
sosyalizmin inşasını imkansız kılacak bir ortam oluşturmuştu.
Bu durumda Bolşevik Parti ve Sovyet devleti, NEP (Yeni Ekonomik
Politika) ile kendisine yol açmaya çalıştı. NEP, sosyalist
devletin, iktisadi alanda kapitalizmin unsurlarının kendi
denetiminde gelişmesine izin veren, kimi ayrıcalıklar tanıyan bir
politikaydı. NEP, sosyalist devletin iktisadi zorunluluklar
nedeniyle geçici bir adımıydı. 1921’de ilan edilen NEP,
iktisadi yaşamı ve özellikle ticareti canlandırdı.
Bir
yıl sonra, 1922’de toplanan XI. Parti Kongresi, “kapitalizm
ile sosyalizm arasında ölüm kalım mücadelesi anlamına gelen”
NEP’in ilk sonuçlarını değerlendirdi. “NEP’le
amaçlanan sonuçlara ulaşıldığını” tespit ederek özel
sermayeye karşı taarruza hazır olun şiarıyla partinin ve ülkenin
önüne sosyalizmin inşasının yeni planını koydu. Sonuç
itibariyle ülke, Ekim Devriminden 1930’ların başına kadar,
kapitalizmin unsurlarıyla sürekli bir mücadele içinde, sanayinin
eski, geri ve yetersiz tekniğe dayalı halinden, tarımda ise geri,
ortaçağ tekniklerinin kullanıldığı küçük köylü
çiftçiliğinden, ticari alanda tüccar ve spekülatörlerin
egemenliğinden, sosyalist ekonomi ve sosyalist üretim ilişkilerinin
kesin hakimiyetine, sosyalist sanayi ve sosyalist kolektif tarıma
ulaştı.
1930’larda
Stalin’in durum değerlendirmesi şöyleydi:
“Şimdi
ekonominin bütün safhalarında sosyalist sistemin tam zaferi gerçek
oldu…
Bu,
insanın insan tarafından sömürüsünün yok edildiği,
kaldırıldığı, üretim araçları ve aletlerinin sosyalist
mülkiyetinin Sovyet toplumunun sarsılmaz temeli olarak gerçeklik
kazandığı anlamına gelir…
Toprak
beyleri sınıfı, bilindiği gibi daha iç savaşın muzaffer
bitişiyle yok edilmişti. Diğer sömürücü sınıflara gelince;
onlar da toprak beyleri sınıfının kaderini paylaştılar.
Sanayide kapitalistler sınıfı kayboldu. Tarımda kulaklar sınıfı
kayboldu. Ticaret alanında tüccarlar ve spekülatörler
kayboldu. Böylelikle bütün sömürücü sınıflar kayboldu.
Geriye
işçi sınıfı kaldı.
Geriye
köylüler sınıfı kaldı.
Geriye
aydınlar kaldı” (8).
Stalin,
burada 1930'lu yılların ilk yarısına kadar olan dönemdeki SB'nin
sınıfsal yapısını tanımlıyor. Bu dönemde yukarıdaki şekilde
değişime uğrayan sınıfsal yapının yerine hangi sınıfsal
yapının geldiğini ve bu yapının karakterini de şöyle
açıklıyor:
“Bu
değişmeler, birincisi, işçi sınıfıyla köylülük arasındaki,
keza bu sınıflarla aydınlar arasındaki sınır çizgilerinin
silindiğini, eski sınıfsal kapalılığın yok olduğunu
göstermiyor. Bu, bu sosyal gruplar arasındaki mesafenin giderek
azaldığı anlamına gelir.
İkinci
olarak bu değişmeler, bu sosyal gruplar arasındaki ekonomik
zıtlıkların giderek yok olmaya başladığını ve silindiklerini
kanıtlıyor.
Bu
değişmeler, nihayet onlar arasındaki siyasi zıtlıkların da
giderek yok olmaya başladığını ve silindiğini gösteriyor”(9).
Üretim
araçları üzerinde sosyalist mülkiyetin gerçekleşmesi, sömürücü
sınıfların, sınıf olarak yok olmaları ve geriye kalan “sosyal
tabakalar” arasındaki siyasi ve ekonomik zıtlıkların da
giderek kaybolması, Sovyet toplumunu komünizme götürecek olan
yolun açılmış olduğunu gösteriyordu.
5
Aralık 1936'da VIII. Sovyet Kongresi'nde SSCB'nin yeni anayasası oy
birliği ile kabul edildi. Stalin bu kongrede yaptığı konuşmanın
sonunda şunları söyler:
“Bu,
basit ve kısa bir biçimde, neredeyse protokol üslubuyla yazılmış,
Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin zaferinden, Sovyetler Birliği
emekçilerinin kapitalist kölelikten kurtuluşu gerçeğinden,
Sovyetler Birliği'nde tam gelişmiş ve kararlı demokratizmin
zaferinden söz eden tarihsel bir belge olacaktır.
Bu,
kapitalist ülkelerde milyonlarca dürüst insanın düşlediği ve
düşlemeye devam ettiği şeylerin Sovyetler Birliği'nde artık,
gerçekleştiğini kanıtlayan bir belge olacaktır.
Bu,
Sovyetler Birliği'nde gerçekleştirilmiş olanların, başka
ülkelerde de gerçekleştirilebileceğini kanıtlayan bir belge
olacaktır”(10).
Bütün
dünya SSCB anayasasındaki değişimi ilgiyle takip etmiştir. En
akla gelmez yorumlar ve umutlarla yeni anayasa ele alınmış ve
değerlendirilmiştir. Yeni anayasayla proletarya diktatörlüğünün
tasfiye edilip edilmeyeceği, burjuva demokrasisine geçilip
geçilmeyeceği, yeni anayasa ile SSCB'nin “demokratik”
ülkelere yakınlaşıp yakınlaşmayacağı vb. tartışma konusu
olmuştur.
1936
Anayasası, diğer adıyla “Stalinist Anayasa”
Sovyetler Birliği'nin daha önceki anayasalarından (1918 ve 1924)
birçok noktada farklılıklar içermekteydi. Bu farklılıklar Ekim
Devriminden sonraki gelişmelerde katedilen mesafenin anayasal
ifadeledirilmesinden başka bir anlam taşımıyor. Şimdi SSCB'de
anayasa olgusuna ve gelişmesine bakalım
(11).
SOVYET
ANAYASASI-SOVYET DEMOKRASİSİ
PROLETER
DEMOKRASİ - PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ
(12)
Sovyet
Anayasası-Stalinist Anayasa
Sovyet
Anayasası ve tarihsel gelişimi:
Burjuva
ve sosyalist anayasalar arasında bir karşılaştırma yapabilmek
için önce burjuva anayasanın anlamına bakmak gerekir.
Lenin
burjuva anayasa oluşumunu şöyle açıklıyor:
“Çeşitli
Avrupa ülkelerindeki anayasalar, bir taraftan feodalizm ve
mutlakıyetçilikle, diğer taraftan da burjuvazi, köylüler ve
işçiler arasında uzun ve zor sınıf mücadelesinin sonucuydu.
Yazılı ve yazılı olmayan anayasalar,... yeninin eski üzerine bir
dizi güçlükle kazanılan zaferlerden ve eskinin yeniye verdiği
bir dizi yenilgiden sonraki mücadelenin sonuçlarının
sadece bir tespitidir” (13).
Burada
burjuvazinin feodalizme ve mutlakıyete karşı mücadelesi ve
burjuva devrimlerinin zaferi söz konusudur. Bu mücadeleler sonucu
kabul edilen anayasalar da burjuva devrimlerinin en önemli
kazanımlarından birisiydi. Burjuvazi iktidara gelmişti ve onun
anayasası belli bir sınıfın, yani burjuvazinin çıkarlarını ve
iradesini ifade ediyordu. Böylelikle genel olarak anayasa, her bir
ekonomik toplum formasyonunda hakim olan sınıfın çıkarlarının
ve iradesinin doğrudan ifadesi olmaktadır.
Yapısı
ve formülasyonu ne denli farklı olursa olsun bütün burjuva
anayasaların belli ortak yönleri vardır. Bunları Stalin şöyle
belirtiyor:
1-“Burjuva
ülkelerin anayasaları yöntem olarak kapitalist toplum düzeninin
sarsılmazlığı inancından hareket ederler. Bu anayasaların esas
temelini kapitalizmin ilkeleri oluşturur. Kapitalizmin temel direği
şunlardır: Toprak, ormanlar, fabrikalar, işletmeler ve başka
üretim araçları ve aletleri üzerinde özel mülkiyet; insanın
insan tarafından sömürüsü; sömürücülerin ve sömürülenlerin
varlığı; toplumun bir kutbunda emekçi çoğunluğun yaşam
belirsizliği ve diğer kutupta da emekçi olmayan, ama yaşamı
güvence altına alınmış azınlığın israfı vs. vs.”.
2-“Burjuva
anayasalar, toplumun uzlaşmaz sınıflardan; zenginliklere sahip
olan sınıflardan ve hiçbir şeye sahip olmayan sınıflardan
oluştuğu anlayışını sessiz sedasız kabul eder”.
3-“Burjuva
anayasalar, ulusların ve ırkların eşit haklara sahip
olmadıklarını, tam haklara sahip olan ve tam haklara sahip olmayan
ulusların olduğunu sessiz sedasız kabul eder”.
4-“Demokratizm
açısından burjuva anayasalar iki gruba ayrılır. Gruplardan
birisi, vatandaşların eşitliğini ve demokratik özgürlükleri
reddeder,... diğer grup ise... demokratik ilkeleri kabul eder,
özellikle ön plana çıkartır, ama sınırlamalarla tamamen
sakatlar”.
5-“Burjuva
anayasalar, genel olarak vatandaşların biçimsel haklarını tespit
etmekle yetinir ve bu hakların gerçekleşmesinin koşullarıyla,
gerçekleşmesinin olanağıyla, gerçekleşmesi için (gerekli)
araçlarla ilgilenmez” (14).
Burjuva
anayasaların genel ve temel özellikleri böyle.
Sovyet
devletinin ilk kararnameleri:
Ekim
Devrimiyle ilk Sovyet Anayasasının kabulü arasında sekiz aylık
bir zaman dilimi vardır. Bu zaman dilimi içinde bir taraftan Sovyet
devleti gelişip güçlenirken, aynı zamanda sosyalist anayasa
ilkeleri de oluşmaya başlamış ve gelişmiştir. Sovyet
Anayasasının temelini teşkil eden bu ilkeler, ülkedeki mülkiyet
ve sınıf ilişkilerini yansıtıyorlardı.
Söz
konusu olan bu sekiz aylık dönemde genç Sovyet devleti, çıkartılan
kararnamelerde yasal düzenlemeleri sağlıyordu. Bu kararnameler,
Bütün Rusya Sovyet Kongresi, Bütün Rusya Merkezi Yürütme
Komitesi ve Halk Komiserleri Konseyi tarafından çıkartılıyordu.
Tarihe
“Ekim Kararnameleri” olarak
geçen bu ilk kararnameler, Sovyet düzeninin (devletinin)
gelişmesinde ve güçlenmesinde önemli rol oynamışlardı. Lenin;
Stalin ve Sverdlov'un imzalarını taşıyan bu kararnameler, aynı
zamanda kitlelerin inisiyatifini ve devrimci eylemlerini de
geliştiren, onları toplumsal ve ekonomik yaşamı örgütlemeye
çeken kararnamelerdi.
2
Kasım 1917'de “Rusya
Halklarının Hakları Deklarasyonu” Lenin ve Stalin'in
imzalarıyla yayınlandı. Bu deklarasyonda Sovyet iktidarının,
çarlık döneminde uygulanan ulusal baskı, ulusal kışkırtma vb.
politikalara son verdiği, Rusya halklarının birbirlerine güven
sağlamaları için dürüst ve açık bir politikanın uygulanacağı
açıklanıyordu (15).
20
Kasım 1917'de, yine Lenin ve Stalin'in imzasını taşıyan Doğu’nun
ve Rusya'nın Müslüman emekçilerine yapılan çağrı yayınlanır.
Bu çağrıda, Müslüman halkların yaşamlarını özgürce
şekillendirme hakları açıklanıyordu.
Sovyet
hükümeti, 4 Aralık 1917'de Ukrayna Halk Cumhuriyeti'nin ve 18
Aralık 1917'de de Finlandiya'nın bağımsızlığını tanır.
Sovyet
hükümetinin burada belirttiğimiz ve belirtemediğimiz bütün ilk
kararnameleri, Ekim Devriminin sonucunda doğan sosyalist toplumsal
ve devletsel düzeni yasal olarak ifade ediyordu. Bu kararnameler,
1918'de çıkartılan ilk Sovyet Anayasasına da yansır.
İlk
Sovyet Anayasası-Rus Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti
Anayasası, 1918
Ocak
1918'de III. Bütün Rusya Sovyet Kongresi toplanır. Kongre, Lenin
ve Stalin tarafından hazırlanan “Emekçi
ve Sömürülen Halkın Hakları Deklarasyonu”nu
ve "Rus Sovyet Cumhuriyeti’nin Federatif Yapılanması
Üzerine”kararı kabul eder.
“Rus
Sovyet Cumhuriyeti’nin Federatif Yapısı Üzerine”
kararnamesi Sovyet ülkesinin; sonradan kurulacak olan Sovyetler
Birliği'nin devlet düzeninin temellerini oluşturuyordu.
Kararnamenin bu öneminden dolayı burada, devlet formlarıyla ilgili
kısa bir açıklamaya yer vermeyi doğru buluyoruz.
Sovyet
devleti, çok uluslu federatif bir devletti. Bu devlet biçimi,
birçok burjuva ülkede de vardı. Ama burjuva ülkelerde çok uluslu
devletin; federatif devletin iki temel biçimi geçerliydi. Bunlardan
birisi üniter devletti. Bu biçime göre, devleti oluşturan ulusal
bölgeler, her türlü ulusal-devletsel bağımsızlıktan
mahrumdular. Çarlık Rusya'sı buna bir örnekti. İkincisini ise
tek tek bölgelerin (devletlerin, kantonların) birleşmesinden
oluşan federatif devletler oluşturuyordu. Bu türden bir devleti
oluşturan devletler veya kantonlar, merkezi hükümete bağlıydılar
ama iç işlerinde belli oranlarda da olsa bağımsız hareket
ediyorlardı/ediyorlar da. Bunlara, ABD, İsviçre ve Kanada birer
örnektir.
Devletsel
yapıda görülen bu iki temel biçimden hangisi geçerli olursa
olsun, esas olan, kapitalist koşullarda hakim ulus burjuvazinin,
federatif yapıyı oluşturan diğer ulusları baskı altında
tutmasıydı. Hem üniter ve hem de federatif devletlerde bu
böyledir.
Çok
uluslu Sovyet devletinin nasıl bir devlet olması gerektiği dönem
dönem tartışılmış ve böyle bir devleti kurma sürecinde
Bolşevik Parti, federatif devlet yapısında karar kılmıştı.
Bunun böyle kararlaştırılmasında Lenin ve Stalin'in rolü
belirleyici olmuştur.
Sovyetik
federatif devlet anlayışı, burjuvazinin federatif devlet
anlayışından tamamen farklıydı. Sovyet federasyonu, ulusların
gönüllü birliği üzerine yükseliyordu. Sovyet federasyonunu
oluşturan devletler, topraksal veya başka bakış açılarına göre
değil, ulusal varlık göz önünde tutarak kuruluyordu.
Nisan
1918'de - III. Sovyet Kongresinden hemen sonra, Bütün Rusya Merkezi
Yürütme Komitesi tarafından Stalin'in önderliğinde oluşturulan
Anayasa Komisyonu bir taslak hazırlar. Bu taslak, Bolşevik Parti
MK'sının Lenin önderliğindeki özel bir komisyonunda incelenir ve
onaylanır. 10 Temmuz 1918'de ise V. Bütün Rusya Sovyet Kongresi,
Rus Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti’nin (RSFSC) Anayasası’nı
kabul eder. Böylelikle ilk Sovyet Anayasası ilan edilmiş ve
yürürlüğe konmuş olur.
Bu
anayasanın bazı temel özellikleri şöyledir:
1-Anayasa,
proletarya diktatörlüğünü Sovyet ülkesinde yasama yetkili
biçimde teyit eder. Bütün merkezi ve yerel iktidar, Sovyet
devletinin siyasi temelini oluşturan işçi, asker ve köylü
temsilcilerinin Sovyetlerine verilmiştir.
2-Anayasa,
Sovyet devletinin ekonomik temelinin ilkelerini yasal olarak teyit
etmiştir.
3-Anayasa,
özgür ulusların özgür ittifakı temelinde kurulmuş olan
Sosyalist Sovyet Federasyonu’nu devlet inşası için temel ilke
olarak kabul etmiştir.
4-Anayasa
demokratik merkeziyetçilik temelinde inşa edilmiş devlet
egemenliğinin yerel ve merkezi organlarının oluşum ve faaliyet
sistemini tespit etmiştir.
Anayasa,
savaş nedenlerinden dolayı Avrupa'nın burjuva devletlerinde
anayasaların rafa kaldırıldıkları bir dönemde kabul edilmiştir.
RSFSC-Anayasası,
emekçiler için en geniş demokratik hakları ve özgürlükleri
güvence altına alıyordu; seçme ve bütün devlet organlarına
seçilme hakkı; inanç özgürlüğü, toplantı özgürlüğü vs.
Sovyet devleti bu hak ve özgürlükleri sadece açıklamamış,
onlardan yararlanılması için maddi koşullar da hazırlamıştır.
(Matbaalar, kağıt stoku, toplantı salonları vs.).
Bu
anayasada yer alan seçim hakkının bir özelliği vardı. Anayasa,
seçim hakkını, bütün sömürücülere, ruhban takımına, eski
polis ve jandarmalara veya eski düzeni savunduğu bilinen kişilere
vermiyordu. Seçim hakkındaki bu sınırlandırmalar, Sovyet
ülkesinin o zaman içinde bulunduğu tarihi durumdan
kaynaklanıyordu. Bu unsurlar sınıf düşmanıydılar,
emperyalizmle işbirliği içinde proletarya diktatörlüğünü
yıkmak için mücadele ediyorlardı. Bu unsurlara seçim hakkı
tanımamak, Sovyet devletinin onlara karşı yürüttüğü
mücadelenin bir biçimiydi.
Lenin,
bu sınırlandırmanın Sovyet iktidarı güçlenince, bu unsurların
kökü kazınınca ortadan kaldırılacağını sürekli
vurgulamıştır.
Bu
anayasada yer alan seçim hakkının başka bir özelliği daha
vardı. Bu özellik de tarihi koşullardan kaynaklanıyordu.
İşçilerin sayısal olarak az, köylülerin çok olmasından dolayı
işçi ve köylü temsilcileri, Sovyet seçimlerinde eşit normlara
göre seçilmiyorlardı. Sovyet iktidarı, Sovyetlerdeki işçilerin
payını artırmayı ve devlet yönetiminde işçi sınıfının
rolünü garantilemeyi amaçlıyordu. Böylelikle; eşit olmayan
seçimlerle Sovyet devleti, devlet yönetiminde işçi sınıfının
önder rolünü pekiştirmişti. Lenin, bu tedbirin de geçici
olduğunu, nesnel koşullardan kaynaklandığını, bu koşullar
ortadan kalkınca seçim sistemindeki bu tedbirin de ortadan
kalkacağını sürekli vurgulamıştır.
RSFSC-Anayasası,
eski Rusya toprakları üzerinde 1917-1921 döneminde kurulmuş olan
bütün diğer Sovyet Cumhuriyetleri için örnek olarak kabul
edilmiştir.
Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Anayasası, 1924
RSFSC-Anayasası,
ilk Sovyet anayasasıydı. 1924 Anayasası ise SSCB'nin kurulmasından
sonra kabul edildiği için ilk SSCB, ama ikinci Sovyet anayasasıydı.
Rusya
halklarının birleşmesi düşüncesinin temeli daha Ekim Devrimi
sürecinde atılmış ve iç savaş döneminde gelişmişti. Bu
dönemde (1917-1921), dört Sovyet Cumhuriyeti kurulmuştu: RSFSC,
Ukrayna, Beyaz Rusya ve Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan'dan
oluşan Transkafkasya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti. Bu
dönemde birleşik devlet eğilimi oldukça güçlüydü ve Bolşevik
Parti, X. Kongresinde mevcut cumhuriyetlerin birliğini sağlama
çalışmasını görev olarak tespit ediyordu.
İç
savaş döneminde iç ve dış düşmanlara karşı aynı cephede
mücadele eden bu cumhuriyetler arasında ilişkiler zaten vardı ve
bu ilişkiler, 1922 yılı başında anlaşmalı ilişkilere
dönüşmüştü. Fakat bu ilişkiler, cumhuriyetlerin gerçek
anlamda birleşmeleri için yeterli değildi. Bu cumhuriyetlerde,
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin oluşturulması için
1922'nin ikinci yarısında canlı bir siyasi kampanya yürütülmüş,
Lenin ve Stalin'in inisiyatifi üzerine 1922 yılı sonunda Sovyet
halklarının gönüllü devletsel birliği sağlanmıştı: Aralık
1922'de Bütün Birlik Sovyet Kongresi toplandı. 30 Aralık'ta ise
kongre, Stalin tarafından önerilen “Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin Kurulması Üzerine
Deklarasyon”u
ve “Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin Oluşturulması Üzerine
Anlaşma”yı
kabul etti. Böylelikle SSCB kurulmuş oldu
(16).
Sovyetler’in
Birinci Bütün Birlik Kongresinden hemen sonra Stalin önderliğinde
SSCB'nin ilk anayasasının hazırlık çalışması başlar. Bu
çalışmanın sonuçları -anayasa- Merkezi Yürütme Komitesi’nin
6.7.1923 tarihli oturumunda aldığı kararla yürürlüğe konur ve
Ocak 1924'te toplanan Sovyetler’in İkinci Bütün Birlik Kongresi
tarafından nihai olarak onaylanır (31 Ocak 1924).
SSCB'nin
ilk anayasasının bazı temel özellikleri:
Bu
anayasa, eşit haklara sahip birlik cumhuriyetlerinde emekçi
yığınların aktif katılımıyla hazırlanmıştır. Dolayısıyla
bu anayasa, bahsettiğimiz cumhuriyetlerdeki güçlü birlik
hareketinin bir sonucudur.
1-Bu
anayasa, SSCB'nin I. Sovyet Kongresi kararlarında dile getirilen
Sovyet cumhuriyetleri halklarının iradesini - sosyalist federasyon
temelinde çok uluslu Sovyet devletini kurmak- yasa formunda teyit
etmiştir. SSCB Anayasası’nda “Bu birlik, eşit haklara sahip
halkların gönüllü bir birleşmesidir” anlayışı yer alır.
2-Bu
anayasa, SSCB'nin ve birlik cumhuriyetlerinin hükümdarlığını
teyit eder. Anayasa, SSCB’nin ve birlik cumhuriyetlerinin yetki
alanlarını belirler.
3-Her
bir cumhuriyet, Birlik'ten ayrılma özgürlüğüne sahiptir.
4-Birlik
cumhuriyetlerinin vatandaşları, aynı zamanda SSCB vatandaşları
olarak kabul edilmiştir.
5-Bu
anayasa, Birlik'in egemenliğinin en yüksek organlarının sistemini
belirlemiştir. Bu sistem, SSCB Sovyet Kongresinden, iki kongre
arasında da SSCB Merkezi Yürütme Komitesinden ve bu komite de iki
meclisten- Birlik Sovyet’i ve Milliyetler Sovyet’i- oluşmuştur.
(Merkezi Yürütme Komitesi, her iki meclisin ortak oturumunda
başkanlığı seçer ve hükümeti oluşturur- SSCB Halk Komiserleri
Konseyi).
6-Bu
anayasa, devlet egemenliğinin en yüksek organlarının ve Birlik
cumhuriyetleri yönetiminin inşası için temel ilkeleri tespit
eder.
7-Bu
anayasa, Sovyet ülkesinde ekonominin eski haline getirilmesi,
sosyalist sanayileşmenin geliştirilmesi ve tarımın
kolektifleştirilmesi mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.
8-Bu
anayasa bütün dünyaya, bütün dünya emekçilerine ulusal sorunun
proleter enternasyonalizmi temelinde çözümünü göstermiş ve
eşit haklara sahip ulusların gerçek birliğinin sağlanışını
pratikte kanıtlamıştır.
1924
Anayasasının kabulünden sonra her bir birlik cumhuriyeti, bu
anayasayla uyumluluk içinde kendi anayasalarını hazırladılar ve
yürürlüğe koydular. İlk Sovyet Anayasası (1918) Lenin ve
Stalin'in önderliğinde, SSCB'nin ilk anayasası da Stalin'in
önderliğinde hazırlanmış ve uygulamaya konmuştu.
SSCB'nin
ikinci anayasası (1936)- Sosyalist Anayasa
1936
Anayasası'nın ne olup olmadığını ele almadan önce Troçki'nin
bu anayasayı nasıl değerlendirdiğine bakalım.
“İhanete
Uğrayan Devrim”inde bu konuda şunları söylüyor:
“Siyasal
alanda yeni anayasanın eskisinden ayrıldığı nokta, Sovyet tarzı
sınıf ve üretim gruplarına göre seçimden burjuva demokrasisinin
dayandığı sisteme, yani parçalanmış nüfusun güya “evrensel,
eşit ve dolaysız” denilen oylamasına dönüştür. Kısaca
belirtmek gerekirse bu, proletarya diktatörlüğünün hukuksal
olarak tasfiye edilmesidir” (17).
Troçki'nin
böyle değerlendirmesi doğaldır. Başka türden bir değerlendirme
beklenemezdi. Ne de olsa işçi devleti yozlaşmış, bürokrasi
hakim hale gelmiş! Ama her nedense Troçki yeni-eski anayasa
konusunda çok fazla, en azından bürokrasi üzerinde durduğu kadar
durmaz. Her fırsatı değerlendiren Troçki'nin proletarya
diktatörlüğünün hukuksal olarak nasıl yıkıldığını döne
döne anlatması dikkati çekicidir.
Genel
anlamda yeni anayasa ile proletarya diktatörlüğü tasfiye
edildikten sonra hakim bürokrasinin kendini hukuksal olarak
güvencelemesi ve burjuva düzene uyum sağlaması gerekiyordu. Bu
gelişmeyi de aynı kitabında şöyle anlatır:
“Sosyalist
ilkelerden burjuva ilkelere devasa bir geri adımı temsil eden yeni
anayasa, iktidar grubunun üstüne göre biçilip dikilmiş olup,
aşamaları Milletler Cemiyeti, küçük burjuva ailenin
restorasyonu, milisin yerini düzenli ordunun alması, rütbe ve
nişanların geri getirilmesi ve eşitsizliğin artması yararına
dünya devriminden vazgeçmek olan tarihsel yolu izlemektedir.
Hukuksal olarak bürokrasinin mutlakıyetini pekiştirmek suretiyle
yeni anayasa, yeni bir varlıklı sınıfın doğuşu için gereken
siyasal zemini yaratmaktadır” (18).
Bütün
dünyada şimdiye kadarki sosyalizm, sosyalist hukuk, sosyalist
anayasa tecrübeleri bakımından 1936-Anayasası'nın en gelişmiş,
örnek alınması gereken bir anayasa olduğunu biliyorduk. Bunun
böyle olmadığını Troçki'den öğrenmiş olduk. Peki, Troçki bu
iddialarını ne ile kanıtlıyor? SSCB'nde “küçük burjuva
ailenin yeniden kurumlaşmasının” kıstası nedir? İnsanın
içinden “aşk olsun” Troçki diyeceği geliyor! Sen ki o meşhur
treninle orduları dolaşarak, meydan muharebeleri “kazanarak”,
Kızıl Ordu'yu kurarak iç savaşın “baş” komutanı olmuştun.
Kapitalizmin varlığı (dış tehlike) koşullarında düzenli
ordunun -her ne kadar Marks'ın talebine uymuyorsa da- kaçınılmaz
olduğunu senden başka kim daha iyi bilebilir ki? Yani Stalin'e
karşıyım diye düzenli ordu zorunluluğuna da karşı olmak
zorunda değilsin ki? Herhalde II. Dünya Savaşına milis güçleriyle
katılıp o “büyük anavatan savaşını” milis ordularıyla
-düzensiz orduyla- kazanacaktın? Öyle mi?
Sıkça
olmasa da bazen “rütbe ve nişanların geri getirilmesi”nin
SSCB'nde sosyalizmin inşa edilmediğinin göstergeleri olarak dile
getirilmesini duyduğumda bu işin altında Troçki'nin olabileceği
hiç aklıma gelmemişti! Bir anayasanın sınıfsal karakterini
belirlemek için “rütbe ve nişanların geri getirilmesi”ni
temel gösterge olarak ele almak, savunulan düşüncenin ne denli
tutarsız olduğunu gösterir. “Rütbe ve nişanların geri
getirilmesi” bu konuda argüman olamaz demiyorum, ama bir dizi
temel argüman sayarsın ve ek olarak da bunları belirtirsin. O
zaman iddian bir anlam kazanır.
Yeni
anayasanın hangi “eşitsizliğin artması”na yol
açtığını birçok yerde ele aldık, aşağıda da ele alacağız.
Anlaşılmayan bir nokta da sosyalist bir ülkenin kendisi için yeni
bir anayasa oluşturmasının “dünya devriminden vazgeçmek”le
ne türden bir ilişkisinin olduğunu anlayamadım. Herhalde dünya
devrimine uygun düşen bir “dünya sosyalist anayasası”nından
bahsedilmesi gerekirdi denmek isteniyor.
Troçki'nin
savlarını doğrulanıp doğrulanmadığını anlamak için bir de
1936-Anayasası'na bakalım.
1924-1936
arasında Sovyetler Birliği'nde önemli gelişmeler olmuş; Sovyet
devleti gelişmesinin ilk aşamasından ikinci aşamasına geçmiş;
Sovyet ülkesinde ekonomi, sınıfsal yapı, ulusal ilişkiler vb.
alanlarda önemli değişmeler olmuş; Sosyalist sanayileşme
sağlanmış, tarım kolektifleştirilmiş, üretim araçlarının
mülkiyeti tamamen halkın (devletin) mülkiyetine geçmişti. Bütün
bunlara bağlı olarak devletin ve Sovyet hukukunun da işlevi
değişmişti; yukarıda ele aldığımız gibi Sovyetler Birliği'nde
sosyalizmin inşasında söz konusu olan sorunların bazıları
tamamen çözümlenmiş ve onların yerini yeni sorunlar/görevler
almıştı. Dolayısıyla NEP döneminin bir ürünü olan 1924
Anayasası, Sovyet ülkesinin yeni koşullarına; inşa edilmiş
sosyalizm koşullarına tekabül etmiyordu. Şüphesiz ki 1924'ten
1936'ya kadar olan dönem içinde birtakım yeni yasalar çıkartılmış,
yasa değişimleri yapılmıştı. Ama bunlar, daha ziyade devletin
inşasıyla ilgili yasalardı. Bir bütün olarak 1924 Anayasası,
‘30'lu yılların ilk yarısındaki Sovyetler Birliği'ni artık
ifade etmiyordu. 1918 ve 1924 Anayasaları, sosyalizmi kurma
hazırlığı içinde olan Sovyetler Birliği'nin anayasalarıydı.
1936'da ise sosyalizm inşa edilmişti. O halde, yeni anayasa bu
gelişmeyi ifade etmeliydi.
SSCB'nin
VII. Sovyet Kongresi, Şubat 1935'te 1924 Anayasasının
değiştirilmesi kararını alır ve yeni anayasanın hazırlanması
için Stalin önderliğinde bir anayasa komisyonu kurulur (7.2.1935).
Komisyon, Mayıs 1936'da anayasa taslağını hazırlar ve genel
tartışmaya sunar (11.6.1936).
Yeni
anayasa taslağı üzerine tartışma, diğer şeylerin yanı sıra
iki önemli ögeyi açığa çıkartır. Sovyet insanını
oluşturmada önemli bir yol alınmış, halkın ahlaki-siyasi
birliği sağlanmış ve Sovyet insanının Bolşevik Parti’ye ve
onun önderi Stalin'e olan sevgi, güven ve bağlılığı bir kez
daha kanıtlanmıştır.
Bu
anayasa taslağı üzerine tartışmaya
51,5 milyon insan katılır. Tartışma boyunca,
ülkenin her köşesinde sayısı 1,5
milyona varan yeni öneriler, düzeltmeler vs.
yapılır.
25
Kasım 1936'da da SSCB'nin Olağanüstü VII. Sovyet Kongresi başlar.
Stalin, bu kongrede yeni anayasa taslağı üzerine bir rapor sunar.
Kongre, taslak üzerine tam 10 gün tartışır ve 5 Aralık 1936'da
SSCB'nin yeni anayasasını kabul eder. (Anayasanın kabul edildiği
gün, Sovyetler Birliği’nde bayram günü ilan edilir;
SSCB-Anayasası Günü) ve Sovyet halkı, hazırlanmasındaki
rolünden dolayı bu anayasayı, Stalinist Anayasa diye tanımlar.
Stalinist
Anayasa’nın bazı önemli özellikleri:
Bu
özellikleri Stalin şöyle açıklıyor:
Birinci
özellik:
“SSCB'nin
yeni anayasa taslağı geride bırakılmış yolun özetidir, elde
edilmiş olan kazanımların özetidir. Yani o, fiilen ulaşılmış,
elde edilmiş olanın tespiti ve yasal teyididir”
(19).
İkinci
özellik:
“SSCB'nin
yeni anayasa taslağı, kapitalist toplum düzeninin yok edildiği
gerçeğinden, Sovyetler Birliği'nde sosyalist toplum düzeninin
zafere ulaştığı gerçeğinden kaynaklanmaktadır. SSCB yeni
anayasa taslağının esas temelini sosyalizmin ilkeleri
oluşturmaktadır. Sosyalizmin elde edilmiş ve gerçekleştirilmiş
temel direkleri şunlardır; emlak ve toprağa, ormanlara, fabrika ve
işletmelere ve başka üretim araçlarına ve aletlerine olan
sosyalist mülkiyet; sömürünün ve sömürücü sınıfların
ortadan kaldırılması; çoğunluğun yoksulluğunun ve azınlığın
müsrifliğinin ortadan kaldırılması; işsizliğin ortadan
kaldırılması; çalışmanın her çalışabilir vatandaşın,
"çalışmayan yememelidir" formülüne göre görev ve
şeref borcu olarak (algılanması); çalışma hakkı, yani her
vatandaşın garanti altına alınmış çalışma hakkı; dinlenme
hakkı; eğitim hakkı vs. Yeni anayasa taslağı sosyalizmin bu ve
benzeri temel direklerine dayanır, onları yansıtır ve yasama
yoluyla teyit eder” (20).
Üçüncü
özellik:
“SSCB'nin
yeni anayasa taslağı, toplumda uzlaşmaz sınıfların olmadığı
gerçeğinden; toplumun iki dost sınıftan -işçiler ve köylüler-
oluştuğu; bu emekçi sınıfların iktidarda oldukları toplumun
devletsel yönlendirilmesinin (diktatörlük) toplumun en ilerici
sınıfı olarak işçi sınıfının işi olduğu; anayasanın,
emekçiler açısından kabul edilir ve yararlı toplumsal durumların
teyit edilmesi için zorunlu olduğu gerçeğinden hareket eder”
(21).
Dördüncü
özellik:
“SSCB'nin
yeni anayasa taslağı tamamen enternasyonaldir. O, bütün ulusların
ve ırkların eşitliğinden hareket etmektedir. Deri rengindeki veya
lisandaki, kültür seviyesindeki veya devletsel gelişme
seviyesindeki farkların veya uluslar ve ırklar arasındaki herhangi
başka farkların, ulusların eşitsizliği için neden
görülemeyeceğinden hareket etmektedir. Bütün ulusların ve
ırkların, geçmişlerinden ve şimdiki durumlarından, güçlerinden
ve zaaflarından bağımsız olarak, toplumun iktisadi, toplumsal,
devletsel ve kültürel yaşamında eşit haklara sahip olduklarından
hareket eder” (22).
Beşinci
özellik:
“SSCB'nin
anayasa taslağı açısından aktif veya pasif vatandaş yoktur. Ona
göre bütün vatandaşlar aktiftir. Erkeklerin ve kadınların
“yerleşmiş olanların” ve “yerleşmiş olmayanlar”ın,
varlıklı olanları ve varlıklı olmayanları, eğitim görmüş
olanların ve eğitim görmemiş olanların hakları arasında fark
tanımaz. Anayasa açısından bütün vatandaşlar haklarında
eşittirler. Her vatandaşın toplumdaki konumunu varlık durumu,
ulusal köken, cinsiyet, mevki değil, bilakis kişisel yetenekler ve
kişisel çalışma belirler” (23).
Altıncı
özellik:
“Yeni
anayasa taslağının bir özelliği, kendisini vatandaşların
biçimsel haklarını tespitle sınırlamamasından, bilakis bu
hakların garantileri sorununa, bu hakların gerçekleştirilmesi
araçları sorununa önem vermesinden ibarettir. Anayasa,
vatandaşların haklarının eşitliğini sadece açıklamaz. Bilakis
bunu, sömürü rejiminin kaldırıldığı, vatandaşların her
türlü sömürüden kurtulduğu gerçeğinin yasal teyidiyle teminat
altına alır. Çalışma hakkını sadece ilan etmez. Bilakis,
Sovyet toplumunda krizlerin olmadığı gerçeğinin, işsizliğin
yok edildiği gerçeğinin yasal teyidiyle teminat altına alır.
Demokratik özgürlükleri sadece ilan etmez. Bilakis, onları belli
maddi araçlarla yasal yolla teminat altına alır. Bundan dolayı
yeni anayasa taslağının demokratizmi, "yöntem" ve
"genel kabul gören" demokratizm değil, sosyalist
bir demokratizmdir” (24).
Stalin,
Şubat 1935'te SBKP(B) MK Plenumu'ndan önce anayasanın
değiştirilmesi sorununu gündeme getirir. Plenumun görevlendirdiği
Molotov, konuyla ilgili olarak hazırladığı bir öneriyi VII.
Bütün Birlik Sovyet Kongresine sunar. Bu öneride anayasa
değişikliğinin hangi yönde olması gerektiği belirtilir.
1-”Seçim
sisteminin daha da demokratikleştirilmesi yönünde; tam eşit
olmayan seçimlerin yerine eşit seçimlerin, dolaylı seçimlerin
yerini dolaysız seçimlerin; açık seçimlerin yerine gizli
seçimlerin alması”.
2-”Anayasanın
sosyo-ekonomik tabanının SSCB'nin mevcut sınıf ilişkileri ile
anayasanın uyumluluğu suretiyle daha da belirginleştirilmesi”.
Anayasa
değişimindeki bu ana yönler, Lenin'in 1918 Anayasası için
belirttiği koşullara bağlı geçici durumların ortadan
kalktığının birer ifadesi olmuştur.
Sonraki
dönemde anayasa bazı noktalarda değiştirilmiş, yeni eklemeler
yapılmıştır.
1936
Anayasasının onaylandığında SSCB, 11 Birlik Cumhuriyeti’nden
oluşuyordu. Bu sayı daha sonra 16'ya çıkmıştır.
1944'te
Birlik Cumhuriyetleri’nin hükümranlık hakları genişletilmiş,
her bir cumhuriyete yabancı ülkelerle doğrudan ilişki kurma ve
kendi cumhuriyet birliklerini (ordu) oluşturma hakları tanınmıştır.
1946'da
(Mart) çıkartılan yasayla “Halk Komiserleri Konseyi”, “SSCB
Bakanlar Konseyi”ne çevrilmiş, Halk Komiserlikleri de
bakanlıklara dönüştürülmüştür. Aynı doğrultudaki
düzenleme, birlik ve otonom cumhuriyetlerde de gerçekleştirilmiştir.
Keza
Mart 1946'da çıkartılan yasayla SSCB Savcılığı "SSCB
Genel Savcılığı"na dönüştürülmüştür.
Sosyalist
Anayasa insanlığın tarihte varabildiği en ileri noktanın;
gelişmişliğinin doruk noktasının yasal ifadesi olmuştu; bu
anayasa Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşa edilmişliğini
çıkış noktası olarak alıyordu. İnşa edilmiş sosyalizm 1936
Anayasasının maddi temeliydi (25).
Sovyet
demokrasisi - Proleter demokrasi
Sovyet
demokrasisinin ne olup olmadığını, burjuva demokrasisine nazaran
milyon kere daha iyi olduğunu klasikleşmiş tanımlamalarla
açıklamayacağız, çıkış noktamız şu: Sovyetler Birliği'nde
sosyalist demokrasinin uygulanma koşulları oluşturulmuş ve
sosyalist demokrasi de bu koşulların gelişmesine paralel olarak
kapsamlaşmış ve gelişmiştir. Sosyalizmin maddi koşulları, aynı
zamanda sosyalist demokrasinin de maddi koşullarıdır. Bunların
neler olduğunu şimdiye kadar ele aldığımız konularda gösterdik.
Sosyalist anayasa, sosyalist demokrasinin varlığının,
gelişmesinin ve uygulanmasının en yoğun ve yalın ifadesidir.
Yukarıda Sovyet Anayasasının gelişmesini önemli noktalarında
ele almıştık. Burada ise Sovyet Anayasasını (25 Şubat 1947'deki
haliyle), sosyalist demokrasinin kapsamı ve uygulanışı açısından
bazı noktalarını ele alarak inceleyeceğiz. Yani bizim burada ele
aldığımız noktalar, siyasi-teorik açıklanması yapılmış ve
bununla yetinilmiş olan değil, tersine fiilen uygulanmış
olanlardır.
Sosyalist
demokrasinin maddi temeli-SSCB'nin toplum yapısı
SSCB
Anayasasının (1947) 1. bölümünde toplumun inşası ele
alınmaktadır. 12 maddeden oluşan bu bölümde Stalin'in deyimiyle
“sosyalizmin temel direkleri”nden bahsediliyor. Bütün
bunlar, sosyalist demokrasinin maddi temellerini oluşturuyor:
1.
madde: “Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, işçilerin ve köylülerin
sosyalist devletidir”.
2.
madde: “SSCB'nin siyasi temelini, emekçilerin
temsilcilerinin Sovyetleri oluştururlar...”.
3.
madde: “SSCB'de bütün iktidar, emekçilere aittir...”.
4.
madde: “SSCB'nin
ekonomik temelini, sosyalist ekonomi sistemi ve üretim araçlarının
ve aletlerinin sosyalist mülkiyeti oluşturur...”.
5.
madde: “SSCB'de sosyalist mülkiyet ya devlet mülkiyeti
(halkın ortak mülkiyeti) biçiminde veya da kooperatifsel-kolektif
iktisadi mülkiyet (tek tek kolhozların mülkiyeti, kooperatifsel
birliklerin mülkiyeti) biçiminde vardır”.
6.
madde: Toprak, zenginlikler (hazineler), sular, ormanlar,
işletmeler, fabrikalar, maden ocakları, maden işletmeleri, demir
yolları, su ve hava yolları, bankalar, posta ve telgrafçılık,
sovhozlar, MTİ belediye işletmeleri vs. devlet mülkiyetindedir,
yani halkın ortak mülkiyetindedir.
7.
madde: Kolhozlardaki ve kooperatifsel örgütlenmelerdeki
toplumsal işletmeler (buna canlı ve ölü envanter de dahil),
bunlar tarafından üretilen ürün ve binaları, kolhozların ve
kooperatifsel örgütlenmelerin toplumsal, sosyalist mülkiyetini
oluşturur.
Büyük
tarım işletmesi tüzüğüne göre her kolhoz ailesi, toplumsal
kolektif ekonomiden elde ettiği temel gelirden başka, kişisel
olarak kullandığı bir bahçeye (çiftliğe), şahsi mülkiyeti
olarak burada yan bir ekonomiye, bir eve, kullanım hayvanına, kümes
hayvanlarına, küçük bir tarım envanterine sahiptir.
8.
madde: Kolhozların elinde olan toprak, onlara ücretsiz ve
sınırsız bir kullanım için, yani ebediyen ve garantili olarak
verilmiştir.
9.
madde: SSCB'de hakim ekonomi biçimi olan sosyalist ekonomi
sisteminin yanı sıra, tek tek köylülerin ve küçük esnafın
şahsi çalışmasına dayanan ve yabancı işin sömürüsünü
dışlayan küçük özel iktisada yasal olarak müsaade edilir.
10.
madde: Vatandaşların kendi çalışmaları sonucu elde
ettikleri gelirlere ve tasarruflarına, konut ve yan ekonomilerine,
ev eşyalarına ve ev işlerine, konfor ve şahsi ihtiyaç eşyalarına
olan şahsi mülkiyet hakkı ve vatandaşların miras olarak şahsi
mülkiyetleri yasal olarak korunur.
11.
madde: SSCB'nin iktisadi yaşamı, devletsel ekonomi planıyla
toplumsal zenginliğin çoğaltılması amacı için; emekçilerin
maddi ve kültürel seviyesinin sürekli yükseltilmesi için;
SSCB'nin bağımsızlığının pekiştirilmesi için ve onun savunma
yeteneğinin artırılması için belirlenir ve yönlendirilir.
12.
madde: SSCB'de çalışma, çalışabilir durumda olan her bir
vatandaşın “çalışmayan yememelidir” ilkesine göre görevidir
ve şeref sorunudur.
SSCB'de
sosyalizmin “herkesten yeteneklerine göre herkese emeğine göre”
ilkesi gerçekleştiriliyordu
(26).
Sosyalist
demokrasinin ifadesi olarak Sovyetik devlet inşası
Sovyet
Anayasasının ikinci bölümünde devlet inşası ele alınıyor.
Konuya ilişkin bazı anayasa maddeleri şunlardır:
13.
madde: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, eşit haklara
sahip Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri’nin gönüllü birliği
temelinde oluşmuştur.
14.
madde: Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği’nin egemenlik ve devlet idaresinin en
yüksek organları biçiminde yetki kapsamı şöyledir; (Bunları
aşağıda belirteceğiz.)
15.
madde: Birlik Cumhuriyetlerinin hükümranlığı, SSCB
Anayasasının 14. maddesinde belirtilen sınırlarla tanımlanmıştır.
16.
madde: Her Birlik Cumhuriyeti, Cumhuriyetin özelliklerini hesaba
katan ve SSCB Anayasası ile tam uyumluluk içinde olan kendi
anayasasına sahiptir.
17.
madde: Her Birlik Cumhuriyeti, SSCB'den özgür ayrılma hakkına
sahiptir.
18.
madde: Birlik Cumhuriyetlerinin (devlet) sınırları, o
cumhuriyetin rızası olmaksızın değiştirilemez.
18-a.
Madde: Her Birlik Cumhuriyeti, yabancı devletlerle doğrudan
ilişki kurmak, onlarla anlaşmalar imzalamak ve diplomatik ve
konsolos temsilcileri teatisinde bulunmak hakkına sahiptir.
18-b.
Madde: Her Birlik Cumhuriyeti, kendi cumhuriyet birlikleri (ordu)
formasyonuna sahiptir.
19.
madde: SSCB Yasaları, bütün Birlik Cumhuriyetleri
topraklarında da aynı geçerliliğe sahiptir.
20.
madde: Bir Birlik Cumhuriyeti yasasının bir Birlik yasasıyla
uyuşmaması durumunda Birlik yasası geçerlidir.
21.
madde:
SSCB vatandaşları için müşterek bir Birlik vatandaşlığı
geçerlidir. Bir Birlik Cumhuriyetinin her vatandaşı SSCB
vatandaşıdır
(27).
Çarlık
döneminde Rusya'daki bütün uluslar korkunç bir baskı altındaydı.
Çarlık rejimi, akla gelebilen her türlü araçla bu ulusları
baskı altında tutuyor, sömürüyor, talan ediyor ve onların
ekonomik ve kültürel gelişmelerini engelliyordu.
Çarlık
rejimi, hakimiyetini istediği gibi sürdürebilmek için, bu
ulusları birbirlerine düşman etmenin her yolunu deniyordu.
Sınırları sık sık keyfi olarak değiştiriyor, bir ulusun bir
parçası, başka bir ulusun idare alanına veriliyordu. Böylelikle
de uluslar arasında düşmanlık kışkırtılıyor ve şovenizm,
emekçilerin birliği önünde aşılmaz bir engel oluyordu.
Çarlık
imparatorluğunun bütün bölgeleri eşit veya en azından birbirine
yakın bir iktisadi gelişme içinde değildi. Rusya veya Batıdan
Urallar’a kadar olan bölge, en gelişmiş bölgeydi. Sibirya ve
Orta Asya'da feodalizm hakimdi. Öyle ki, ataerkil ilişkiler de
önemliydi.
Bolşevik
Parti, bütün bu gerçekleri görüyordu. Yapılması gereken,
korkunç boyutlardaki iktisadi-kültürel farkın kapatılması,
derin ulusal kin ve düşmanlığın ortadan kaldırılması ve
ulusların gerçek kardeşliğinin ve birliğinin sağlanmasıydı.
Bu ise lafta, birtakım tumturaklı söz ve tespitle olmuyordu.
Ulusların birbirlerine karşı güvenlerinin maddi koşulları
sağlanmalıydı. Bu ise, ancak ve ancak sosyalizmle, sosyalist
demokrasinin gerçekten uygulanmasıyla gerçekleşebilirdi. SSCB
Anayasasının birinci maddesi, söz konusu ön koşulların
oluşturulmuşluğunun ifadesiydi. Şimdi önemli olan, bu ön koşul
veya maddi koşul üzerinde sosyalist demokrasinin yükselmesiydi.
Öyle de oldu.
Sovyetler
Birliği'nde sosyalizmin şu veya bu yönü eleştirilebilir. (Bunu
aşağıda biz de yapacağız). Ama Sovyetler Birliği'nde
sosyalizmin en az eleştirilmesi gereken bir alanı, ulusal sorunun
çözümüdür. Bu kadar çok sayıda ulus, milliyet, farklı etnik
kökenli topluluk, neredeyse hepsi birbirine düşman edilmiş bu
topluluklar, tarihi süreç açısından bakıldığında oldukça
kısa bir dönemde kaynaşabilmiş ve sosyalist Sovyet toplumunun
ahlaki-siyasi
birliğini gerçekleştirmişlerse, bunun bir hikmeti, bir anlamı
olmalıdır: Bunun hikmeti ve anlamı, sosyalizmin inşasında ve
sosyalist demokrasinin lafta değil, pratikte uygulanmış olmasında
aranmalıdır. İşte bu uygulamanın, ulusal sorun açısından en
önemli yansıdığı alan, anayasanın ikinci maddesinin konusudur;
Sovyetik devlet inşası.
Bu
yapıya biraz yakından bakalım:
Sovyetler
Birliği:
SSCB'nin
devlet yapısı burjuva ülkelerin devlet yapısından tamamen
farklıdır. SSCB her şeyden önce çok uluslu bir devlettir. 60'dan
fazla ulus, ulusal grup ve başka etnik kökeni farklı insan
grupları tarafından gönüllü birlik ilkesine göre kurulmuştur.
SSCB bir federasyondur; bir birlik devletidir. Bu, bir burjuva
federasyonu değil, özel tipte bir federasyondur; Sovyet
federasyonu; sosyalist bir devletin ifadesi olan Sovyet federasyonu,
ulusal devletlerin gönüllü birliği, eşit haklara sahip oluşları
ve ayrılma da dahil ulusların kendi kaderini tayin hakkının
tanınması ilkesi üzerinde yükselen bir yapıdır.
Sovyet
iktidarı, hiçbir ulusal-etnik fark gözetmeksizin emekçilerin
iktidarıdır. İktidarın emekçilerin elinde olması gerçeği
Sovyet federasyonunun, ulusları, etnik grupları birbirine düşman
etmeyen, tam tersine birbirine yaklaştıran, halkların/ulusların
dostluğunu ve kardeşliğini geliştiren; gelişmesinde ileride
olanların, gelişmesinde geride kalmış olanlara yardım etmelerini
sağlayan ve nihayetinde hangi ulusal-etnik kökenden olurlarsa
olsunlar Sovyet toplumunu oluşturan insanların siyasi-ahlaki
birliğini sağlayan bir federasyon olduğunu göstermektedir. Sovyet
federasyonunu oluşturan ulusal devletlerin (Birlik Cumhuriyetleri),
otonom cumhuriyetlerin, ulusal bölgelerin gösterdikleri gelişme;
ekonomik, kültürel vs. hem Ekim Devriminden sonra (iç savaş) ve
hem de II. Dünya Savaşında gösterdikleri dayanışma ve birlik,
zorla bir arada tutulmanın değil, belli bir gönüllülüğün,
belli bir demokrasi anlayışının ifadesi olabilirdi. Bu demokrasi
anlayışı, sosyalist demokrasi anlayışıdır.
1922'de
SSCB, dört Birlik Cumhuriyeti tarafından kuruldu. Bu sayı sonradan
16'ya çıktı. Bunlar, her alanda eşit haklara sahip, Stalin'in
deyimiyle Sovyetler Birliği'nin bütün zenginliklerini aynı ölçüde
paylaşan cumhuriyetlerdi.
Nasıl
ki anayasanın 13. maddesi SSCB'nin eşit haklara sahip sosyalist
Sovyet cumhuriyetlerinin gönüllü birliği temelinde kurulmuş bir
birlik devleti olduğunu tespit ediyorsa, aynı anayasanın 17.
maddesi de her Birlik Cumhuriyetinin SSCB'den özgürce ayrılma
hakkına sahip olduğunu tespit ediyor. Böylelikle gönüllü
birliğin gönülsüz birliğe dönüşmesi engelleniyor. Anayasa,
birleşmenin koşulunu ve ayrılmanın garantisini ifade ediyor. İşte
bu lafta değil, pratikte sosyalist demokrasi demektir.
Egemenlik
sorunu:
Yukarıda
(14. madde), aşağıda belirteceğiz dediğimiz yetki kapsamına
gelelim.
Anayasanın14.
maddesine göre SSCB'nin egemenlik alanları:
1-SSCB'nin
enternasyonal alanda temsili; her türlü anlaşma yapma veya
reddetme. Birlik Cumhuriyetlerinin dış ülkelerle ilişkileri için
geçerli tarzın tespiti.
2-Savaş
ve barış sorunları.
3-Yeni
Cumhuriyetlerin SSCB'ye kabulü.
4-SSCB
Anayasası’na uyulup uyulmadığının kontrolü, Birlik
Cumhuriyetleri anayasasının SSCB Anayasası ile uyumluluk içinde
olmasının sağlanması.
5-Birlik
Cumhuriyetleri arasındaki sınırların değişiminin onayı.
6-Birlik
Cumhuriyetleri çerçevesinde yeni bölgelerin, otonom
cumhuriyetlerin kuruluşunun onaylanması.
7-SSCB
savunmasının örgütlenmesi, SSCB silahlı kuvvetlerinin yönetimi,
Birlik Cumhuriyetleri ordu formasyonları için yön verici ilkelerin
tespiti.
8-Devlet
tekeli bazında dış ticaret.
9-Devlet
güvenliğinin korunması.
10-SSCB
ulusal ekonomi planlarının düzenlenmesi.
11-SSCB'nin
bütünlüklü bütçesinin ve bu bütçenin gerçekleşmesinin
onaylanması; Birlik bütçesindeki cumhuriyet ve yerel bütçelerdeki
vergi ve gelirlerin tespiti.
12-Bankaların,
sanayi ve tarım kuruluşlarının ve Birlik kapsamında önemi haiz
işletme ve ticaret kuruluşlarının idaresi.
13-Ulaşımın
(trafik), posta ve telgraf işlerinin idaresi.
14-Kur
(para) ve kredi sisteminin idaresi.
15-Devlet
sigortacılık işlerinin örgütlenmesi.
16-İstikrazların
(borç alma) kabulü veya verilmesi.
17-Toprağın
kullanılmasının, toprak zenginliklerinin, ormanların ve suların
kullanımının temel ilkelerinin tespiti.
18-Eğitim
ve sağlık alanında temel ilkelerin tespiti.
19-Ulusal
ekonomi istatistiğinin bütünlüklü sisteminin örgütlenmesi.
20-İş
yasası için temel esasların tespiti.
21-Mahkeme
teşkilatı ve mahkeme yöntemi; ceza ve medeni kanun üzerine yasa
çıkartmak.
22-Birlik
vatandaşlığı üzerine yasa çıkartmak, yabancıların hakları
üzerine yasa çıkartmak.
23-Evlilik
ve aile üzerine yasa çıkarımı için temel ilkelerin tespiti.
24-Bütün
Birlik için af çıkarma
(28).
SSCB
Anayasasının 14. maddesine göre her bir Birlik Cumhuriyeti, bu
maddelerde ifadesini bulan egemenlik haklarını SSCB'ye, onun
egemenlik ve devlet idaresinin en yüksek organlarına vermiştir.
Bunun nedeni oldukça açık; gönüllü birliğin fiilen
uygulanmasının sağlanması.
Bu
çerçeve, yani SSCB çerçevesi içinde her Birlik Cumhuriyetinin,
cumhuriyetin özgül koşullarını da göz önünde tutan egemenlik
hakları vardır. Her Birlik Cumhuriyeti, SSCB Anayasası ile
uyumluluk içinde, bağımsız bir devletin sahip olduğu egemenlik
hakları ne ise ona sahiptir. Dolayısıyla yukarıda sıraladığımız
birçok egemenlik hakkı ve doğrudan Birlik Cumhuriyetlerini
ilgilendiren bir dizi haklar (toplamı 25 madde), Birlik
Cumhuriyetlerinin anayasalarında da yer alıyor.
'40'lı
yıllarda Birlik Cumhuriyetlerinin egemenlik alanları daha da
genişletilmiştir. Örneğin, SSCB kurulurken bu birliğe verilen
yabancı devletlerle ilişki kurma hakkı, yeniden Birlik
Cumhuriyetlerine verilmiştir. Bu hakkı Ukrayna ve Beyaz Rusya,
Birleşmiş Milletler kurulurken kullanmışlar ve ona bağımsız
devlet olarak üye olmuşlardır. Ayrıca Birlik Cumhuriyetleri,
Kızıl Ordu'nun bir parçası olarak kendi ordularını kurma
hakkını da geri almışlardır.
Karşılıklı
güvenin olmadığı koşullarda bütün bunlar kağıtta kalan
tespitler olacaklar ve zor yoluyla uygulanacaklardı. Ama öyle
olmadı. SSCB'de karşılıklı güvenin maddi temelleri
yaratılmıştı. Sovyetler Birliği kapsamında ulusların ve etnik
azınlıkların birbirlerine güvenmelerinin maddi nedeni vardı. Bu
sosyalizmdi. Bu ifadesini, Sosyalist ulusal politikada, Sosyalist
anayasada buluyordu.
Ayrıca
Birlik Cumhuriyetlerinin bir parçası olan her bir otonom
cumhuriyet, otonom bölge, kendi anayasalarına ve ulusal devletsel
yapılarına sahiplerdi. Yani onların da kendi sınırları içinde,
dahil oldukları Birlik Cumhuriyetiyle uyumluluk içinde olan
egemenlik hakları vardı.
Sosyalist
demokrasinin ifadesi olarak SSCB egemenliğinin en yüksek organları
Anayasanın
30. maddesi, “SSCB'nin devlet otoritesinin (egemenliğinin,
çn) en yüksek organı, SSCB Yüksek Sovyetidir” diyor.
Egemenlik
sorununu, SSCB'nin en yüksek organlarını ele alan anayasanın 3.
bölümündeki maddeyi burada aktarmayacağız. Ama sosyalist
demokrasinin bu alanda nasıl uygulandığını ve sonuçlarını
kısa da olsa ele alacağız.
Devlet
egemenliğinin en yüksek organı olarak “SSCB En Yüksek Sovyeti”,
bütün Sovyet halklarının; bütün Sovyet insanının iradesini
temsil eder. Sovyetler Birliği'nde bu organın üstünde bir devlet
organı yoktu.
Anayasaya
göre SSCB'ye devredilmiş bütün haklar, bu organ veya onun
tarafından oluşturulan kurumlar tarafından icra edilir. Bu organ,
SSCB'de yasa çıkartma, yasama yetkisine sahip yegâne organdır,
yani birlik yasalarını çıkarma hakkı bu organa aittir. Bu
organın çıkardığı bütün yasalar, bütün Sovyet vatandaşlar
için geçerlidir. Hiçbir organ, hiçbir kurum, bu organın
çıkardığı yasaları değiştiremez ve geçersiz kılamaz. Bu
hak, bu organın kendisine aittir.
SSCB
Anayasasını değiştirme ve geliştirme hakkı da sadece ve sadece
bu organa aittir.
SSCB
En Yüksek Sovyeti'nin daha bir dizi doğrudan Sovyetler Birliği'ni
ilgilendiren konularda kendine ait olan yetki ve hakkı vardı.
Madde
33. “SSCB En Yüksek
Sovyeti, iki meclisten oluşur; Birlik Sovyeti ve Milliyetler
Sovyeti”.
Bu
organın iki meclisten oluşmasının yegâne nedeni Sovyetler
Birliği'nin çok uluslu bir devlet olmasıdır. Bu meclislerden
birisi (Birlik Meclisi) bütün emekçilerin ortak çıkarlarını
ifade ediyor. İkinci meclisi ise (Milliyetler Meclisi), ulusların
özgün (spesifik) çıkarlarını ifade eder.
Birlik
Meclisi, Sovyet vatandaşları tarafından seçim bölgesine ve her
temsilciye 300.000 vatandaş normuna göre seçilir. Bu sisteme göre,
burjuva ülkelerde söz konusu olan seçim eşitsizliği, Sovyet
ülkesinde geçersiz kılınmış oluyordu. Milliyetler Meclisi ise
Sovyet vatandaşları tarafından, ama Birlik Cumhuriyetlerine,
otonom cumhuriyetlere, otonom bölgelere ve ulusal bölgelere göre
seçilir. Kural şöyleydi; her Birlik Cumhuriyeti için 25 temsilci,
her otonom cumhuriyet için 11 temsilci, her otonom bölge için 5
temsilci ve her ulusal bölge için de 1 temsilci.
Her
iki meclis tamamen eşit haklara sahipti.
“Dört
senelik bir süre için seçilen SSCB En Yüksek Sovyeti”nin
(madde 36) “her iki meclisi; Birlik Sovyeti ve Milliyetler
Sovyeti eşit haklara sahiptir” (Madde 37).
SSCB
En Yüksek Sovyeti'nin bileşimi, Sovyet devletinin sosyalist bir
işçi-köylü devleti olduğunu gösterir. Örneğin 1946
seçimlerine göre, Birlik Meclisine seçilenlerin (toplam temsilci:
682) %42'si işçi (287 temsilci); %22'si köylü (151) ve geriye
kalan %36'sı da (244 temsilci) aydın -doktorlar, eğitimciler,
bilim adamları, ordu- temsilcilerinden oluşurken Milliyetler
Meclisine seçilenlerin (toplam 657 temsilci) %34,1'i işçi (224
temsilci); %30,1'i köylü (198 temsilci) ve %35,8'i (235 temsilci)
ücretli memur ve aydın temsilcilerinden oluşmaktaydı.
23
yaşına ulaşmış olan her Sovyet vatandaşı, SSCB'nin En Yüksek
Sovyeti’ne seçilebilir. Birlik ve otonom cumhuriyetlerin en Yüksek
Sovyeti'ne seçilmek için her Sovyet vatandaşının 21 yaşına
ulaşmış olması gerekir ve yerel Sovyetlere seçilmek içinde 18.
yaşını doldurması gerekir.
Her
Sovyet vatandaşı, etnik kökenine, dinine, eğitim seviyesine
bakılmaksızın seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Her Sovyet
vatandaşı, ikameti neredeyse orada değil, o anda neredeyse orada
seçime katılma hakkına sahiptir.
SSCB
Anayasası'nın V. bölümü devlet idaresi organlarını
ele alır:
Madde
64: “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, devlet
idaresinin en yüksek yürütme ve tasarruf hakkına sahip organı,
SSCB Bakanlar Konseyi’dir”.
Anayasanın
65. maddesine göre de bu konsey, SSCB En Yüksek Sovyeti’ne, bu
Sovyetin oturumları arasındaki zamanda ise SSCB En Yüksek Sovyeti
Başkanlığı’na karşı sorumludur ve hesap vermekle yükümlüdür.
SSCB
Bakanlar Konseyi’nin düzenlemeleri ve tasarrufları bütün SSCB
için geçerlidir (Madde 67).
SSCB
Anayasası'nın IV. ve VI. bölümlerinde Birlik
Cumhuriyetlerinin devlet idaresi organları ve devlet egemenliğinin
en yüksek organları ele alınıyor:
Birlik
Cumhuriyetlerinde de devlet egemenliğinin en yüksek organları ve
Birlik Cumhuriyetlerinin idaresi aynı sisteme göre; SSCB için
geçerli olan sisteme göre yapılanmıştır. Bunun böyle
olmasında, sosyalist Sovyetler Birliği'nin siyasi ve ekonomik
temelinin bütünlüklü olması belirleyici rol oynamıştır.
SSCB
En Yüksek Sovyeti ile Birlik Cumhuriyetleri En Yüksek Sovyeti
arasında belirleyici fark, Birlik Cumhuriyeti En Yüksek Sovyeti’nin
tek meclisten oluşmasıdır. (Birlik Meclisi). Milliyetlerin
çıkarları SSCB bazında Milliyetler Meclisi’nde dile getirildiği
için Birlik Cumhuriyetleri En Yüksek Sovyetleri’nde böyle bir
meclise gerek görülmemiştir.
SSCB
Anayasası'nın VII. bölümünde otonom cumhuriyetlerin devlet
idaresi organları ve devlet egemenliğinin en yüksek organları ele
alınıyor:
Otonom
cumhuriyetin devlet idaresi organları ve devlet egemenliğinin en
yüksek organları, Birlik Cumhuriyetleri için geçerli olan sisteme
göre inşa edilmiştir. Tabii yetki ve bakanların sayıları
bakımından bazı farklar vardı.
SSCB
Anayasası'nın VIII. bölümünde devlet egemenliğinin yerel
organları ele alınıyor:
Devlet
egemenliğinin yerel organları, emekçi temsilcilerinin
Sovyetleridir. Böylesi Sovyetler, bölgelerde, kazalarda, ulusal
bölgelerde, şehirlerde, köylerde, mezraalarda oluşturulan
Sovyetlerdir. Bu organlar, söz konusu bölge emekçileri tarafından
iki seneliğine seçilir.
Bu
organların görevleri:
“Emekçilerin
temsilcilerinin Sovyetleri, kendilerine devredilen idare organlarının
faaliyetini yönetirler, devlet düzeninin korunmasını, yasalara
uyulmasını ve vatandaşların haklarının korunmasını sağlarlar,
yerel iktisadi ve kültürel yapıyı yönetirler ve yerel bütçeyi
tespit ederler” (Madde 97).
SSCB'nin
Anayasası'nın IX. bölümünde mahkeme ve savcılık sorunu
ele alınır:
Sömürücü
toplumlarda mahkeme, hakim sınıfların bir organıdır ve
dolayısıyla onların çıkarlarına hizmet eder. Sosyalizmde ise
mahkeme, emekçilerin çıkarlarını, sosyalist düzeni korumaya
hizmet eder.
Sovyet
mahkeme organlarının faaliyetinin nasıl örgütleneceği; hangi
ilkelere göre örgütleneceği anayasa tarafından belirlenmiştir.
Anayasaya
göre sosyalist Sovyetler Birliği'nde yargılama, hüküm verme
yetkisine aşağıdaki mahkeme organları sahiptir: SSCB En Yüksek
Mahkemesi, Birlik Cumhuriyetlerinin En Yüksek Mahkemeleri, bölge
mahkemeleri, otonom bölge ve otonom cumhuriyet mahkemeleri ve SSCB
En Yüksek Sovyeti'nin kararıyla görevlendirilmiş özel mahkemeler
ve halk mahkemeleri.
SSCB
En Yüksek Mahkemesi, ülkenin en yüksek mahkeme organıdır ve
Sovyetler Birliği'ndeki ve Birlik Cumhuriyetlerindeki bütün
mahkeme organlarının faaliyeti, bu en yüksek mahkeme organının
denetimi altındadır.
SSCB'de
bütün mahkemeler seçilir. Halk mahkemeleri dışında bütün
mahkemeler, yerel ve en yüksek Sovyetler tarafından beş seneliğine
seçilir.
Halk
mahkemelerindeki seçim ise şöyledir: Anayasaya göre halk
mahkemeleri, söz konusu bölgenin vatandaşları tarafından genel,
doğrudan ve eşit seçim hakkı temelinde gizli oylama ile üç
yıllığına seçilirler. 23 yaşını doldurmuş ve sicili olmayan
her Sovyet vatandaşı, halk hakimi ve halk mahkemesi üyeliğine
seçilebilir.
Bütün
Sovyet organlarının seçiminde olduğu gibi halk mahkemelerinin
seçiminde de adaylar, toplumsal örgütler, birlikler, emekçilerin
toplantıları vb. tarafından tespit edilir.
Hakimler
bağımsızdır ve sadece yasaya tabidir (madde 112).
Mahkemeleri
bütün halkın izleyebilmesi için o bölgede geçerli olan dil
kullanılır.
Sovyet
Savcılığı
Yerel
iktidar organlarının kararlarında ve faaliyetlerinde bazen
yasalardan sapmaların olduğu, yasaların yanlış
değerlendirildikleri görülüyordu. Öyle ki, yasaların bilinçli
olarak yanlış kullanıldığı veya kötüye kullanıldığı da
oluyordu. Bunu, Sovyet kurumlarına sızmış olan sosyalizm
düşmanları yapıyorlardı. Bu nedenlerden dolayı özel bir devlet
organına gerek duyulmuştu. Bu organ, bütün bakanlıkların ve
onlara bağlı kurumların, bütün görevlilerin ve bütün Sovyet
vatandaşlarının yasalara uyup uymadığını denetlemekle
görevliydi.
Bu
organ, Sovyet Savcılığı olarak önce 1922'de RSFSC'de ve
sonraları da diğer Birlik Cumhuriyetlerinde kuruldu. SSCB Savcılığı
ise 20 Haziran 1933'te oluşturulmuştur.
Savcılığın
faaliyeti, mahkemelerin faaliyetiyle sıkı bir bağ içindedir.
Aynen Sovyet mahkemeleri gibi Sovyet Savcılığı da, sınıf
düşmanlarına; sabotajcılara, ajanlara, zarar vericilere vb. karşı
mücadele etmiştir.
Sosyalist
Sovyetler Birliği'nde savcılık kurumunu, en tepede SSCB Başsavcısı
temsil ediliyordu. Başsavcı, SSCB En Yüksek Sovyeti tarafından
yedi seneliğine atanırdı. Birlik ve otonom cumhuriyetlerin,
bölgelerin ve ulusal bölgelerin savcıları SSCB Başsavcısı
tarafından atanırdı. Daha alt seviyedeki yerleşim birimlerinin
savcıları Birlik Cumhuriyeti savcıları tarafından atanıyorlardı.
Beş seneliğine atanan bu savcıların atanmaları SSCB Başsavcısı
tarafından onaylanmak zorundaydı.
Atamanın
nedeni: Savcılar, yukarıda kısaca belirttiğimiz görevlerini
yerel organlardan bağımsız olarak yerine getirmeleri için
seçilmiyorlar, atanıyorlardı. Seçilme durumunda, onları seçen
yerel organlara bağlılık söz konusuyken, atama durumunda böyle
bir olasılık yoktu. Savcılar, sadece ve sadece SSCB Başsavcısı’na
bağımlıydılar.
Diğer
taraftan savcıların atanması, yerel iktidar organlarının
bağımsızlığını zedelemez. Çünkü savcı, Sovyetlerin yürütme
ve tasarruf yetkisinden farklı olarak idari iktidara sahip değil.
Savcı, doğrudan halk veya Sovyetleri tarafından seçilen mahkeme
gibi, karar da veremiyor. Bütün bu nedenlerden dolayı savcıların
atanması en demokratik yol olmaktaydı.
SSCB
Anayasası'nın X. bölümünde vatandaşların temel hakları ve
temel görevleri ele alınıyor:
1-“SSCB
vatandaşları, çalışma hakkına; yani işin nicel ve nitel
durumuna göre ücretlendirmedeki güvence altına alınmış çalışma
hakkına sahiptir”(madde 118).
...
2-“SSCB
vatandaşları, dinlenme hakkına sahiptir” (madde 119).
...
3-“SSCB
vatandaşları ,yaşlılık, hastalık ve malullük durumunda maddi
bakım hakkına sahiptir” (madde 120).
4-“SSCB
vatandaşları, eğitim hakkına sahiptir” (madde 121).
…
5-“SSCB'de
iktisadi, devletsel, kültürel, toplumsal ve siyasi yaşamın bütün
alanlarında kadın, erkek gibi aynı haklara sahiptir” (madde
122).
...
6-“SSCB
vatandaşlarının, iktisadi, devletsel, kültürel, toplumsal ve
siyasi yaşamın bütün alanlarındaki milliyet ve ırkından
bağımsız olarak eşitliği mutlak yasadır” (madde 123).
...
7-“Vatandaşların
vicdan özgürlüğünü sağlama amacıyla SSCB'de kilise devletten
ve okul kiliseden ayrılmıştır. Dini ibadetleri yerine getirme
özgürlüğü ve dine karşı propaganda özgürlüğü bütün
vatandaşların hakkıdır” (madde 125).
8-“Emekçilerin
çıkarlarıyla uyumluluk içinde ve sosyalist sistemin
pekiştirilmesi amacıyla SSCB'nin bütün vatandaşlarına a)
konuşma özgürlüğü; b)basın özgürlüğü; c)toplantı
özgürlüğü; d) sokakta yürüyüş ve gösteriler yasayla garanti
altına alınmıştır” (madde 125).
…
9-“İşçi
sınıfı saflarından ve emekçilerin başka tabakalarından en
aktif ve bilinçli vatandaşlar, sosyalist sistemin pekiştirilmesi
ve geliştirilmesi için mücadelelerinde emekçilerin öncüsü olan
ve emekçilerin bütün örgütlerinin, hem toplumsal ve hem de
devletsel yönetici çekirdeğini oluşturan Sovyetler Birliği
Komünist Partisi'nde (Bolşevik) birleşirken, emekçilerin
çıkarlarıyla uyumluluk içinde ve örgütlü kişisel hareketin ve
halk kitlelerinin siyasi aktivitesinin gelişmesi amacıyla SSCB
vatandaşlarına toplumsal örgütlerde birleşmek hakkı
verilmiştir: Sendikalarda, kooperatifsel birliklerde, gençlik
örgütlerinde, spor ve savunma örgütlerinde, kültür
derneklerinde, teknik ve bilimsel kurumlarda” (madde 126).
10-“SSCB
vatandaşlarına kişiye dokunulmazlık hakkı tanınmıştır. Hiç
kimse, mahkeme kararı veya savcılığın müsaadesi olmaksızın
tutuklanamaz” (madde 127).
11-
“Vatandaşların konutuna dokunulmazlık ve mektup sırrı
yasayla korunur” (madde 128).
12-“SSCB,
emekçilerin çıkarlarını savunmaktan dolayı veya bilimsel
faaliyetten dolayı veya ulusal kurtuluş mücadelesinden dolayı
takibata uğrayan yabancı devletlerin vatandaşlarına sığınma
hakkı tanır” (madde 129).
13-“SSCB'nin
her vatandaşı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin
Anayasası'na uymak, yasalara göre hareket etmek, çalışma
disiplinini korumak, toplumsal görevlerini dürüstçe yerine
getirmek, sosyalist toplum yaşamının kurallarına dikkat etmek
zorundadır” (madde 130).
14-“SSCB'nin
her vatandaşı, sosyalist mülkiyeti, Sovyet düzeninin kutsal ve
dokunulamaz temeli olarak, zenginliğin ve anavatan iktidarının
kaynağı olarak, bütün emekçilerin müreffeh ve kültürel yüksek
yaşamının kaynağı olarak korumak ve pekiştirmek zorundadır.
Toplumsal, sosyalist mülkiyete zarar veren, toplumsal
mülkiyeti çalan kişiler halkın düşmanıdırlar”
(madde 131).
15-“Genel
askeri hizmet, yasadır. SSCB'nin askeri güçlerinde askeri hizmet
SSCB vatandaşlarının şeref görevidir” (madde 132).
16-“Anavatanın
savunması, SSCB'nin her bir vatandaşının kutsal görevidir.
Vatana ihanet -asker yemininin tutulmaması, düşman safına geçmek,
devletin askeri gücüne zarar vermek, casusluk- en ağır suç
olarak yasanın bütün şiddetiyle cezalandırılır” (madde
133).
Burada
sıraladığımız Sovyet vatandaşlarının haklarıyla ilgili
maddelerin içeriklerinin ne derece gerçekleştirilip
gerçekleştirilmemiş oldu kanımızca, üzerinde fazla durulmaması
gereken bir meseledir. Bunun neden böyle olduğu oldukça açık.
Vatandaşın belirtilen haklara sahip olabilmesi için her şeyden
önce iktidarda olması gerekir ve sosyalist Sovyetler Birliği'nde
işçi ve köylü veya genel olarak emekçi formunda "vatandaş"
iktidardaydı; kendi düzenini kurmuş ve geliştirmişti. Demek
oluyor ki bu hakları kağıt üzerinde tanımanın değil, bizzat
yaşama geçirmenin maddi koşulları SSCB'de vardı. Üretim
araçlarının toplumun mülkiyetinde olmasından dolayı böyleydi.
Sosyalizmin kurulmuş olmasından dolayı böyleydi. Kısaca
Stalin’in dediği gibi “Sosyalizmin temel direklerinin”
Sovyet ülkesinde gerçekleştirilmiş olmasından dolayı böyleydi.
Tabii
bu yaşamın, sosyalist yaşamın, sistemin devam ettirilmesi ve
sınıfsız topluma doğru gelişmesinin sağlanması için onun
korunması gerekiyordu. İşte bu görev, Sovyet vatandaşının
kutsal göreviydi, sosyalist sistemi korumak bir onur sorunuydu.
SSCB'de
sosyalizmin başarılı inşası, Sovyet toplumunda siyasi-ahlaki
birliğin sağlanmış olması, fiilen, bütün bu haklardan
yararlanıldığının ve sorumlulukların da yerine getirildiğinin
doğrudan bir ifadesidir.
Sosyalist
Demokrasinin İfadesi Olarak Seçim Sistemi
SSCB
Anayasasının XI. bölümünde seçim sistemi ele alınıyor.
Bu seçim sistemi ne derece demokratikti? Bir de kısaca buna
bakalım:
1-“Emekçilerin
temsilcilerinin (milletvekillerinin, çn.) bütün Sovyetleri
için; SSCB'nin En Yüksek Sovyeti, Birlik Cumhuriyetleri’nin En
Yüksek Sovyetleri, emekçilerin bölge ve kaza Sovyeti, otonom
cumhuriyetlerin En Yüksek Sovyetleri, kazaların, şehirlerin kırsal
yerleşim birimlerinin... emekçilerinin temsilcilerinin Sovyetleri
için temsilcilerin seçimi, seçmen tarafından genel, eşit ve tek
dereceli seçim hakkı temelinde gizli oylama ile gerçekleştirilir”
(madde 134).
2-
“Temsilciler genel seçimle seçilirler. 18 yaşına
ulaşmış bütün SSCB vatandaşları ırka, milliyete, cinsiyete,
dini inanca, eğitim derecesine, bir yerde ikamet edip etmediğine,
sosyal kökenine, varlık durumuna ve eski faaliyetine bakılmaksızın
temsilcilerin seçimlerine katılma hakkına sahiptir. Zihni hasta
olanlar ve mahkeme tarafından seçim hakkı elinden alınan kişiler
istisnadır.
23
yaşına ulaşmış her SSCB vatandaşı ırka, milliyete, cinsiyete,
dini inanca, eğitim derecesine, bir yerde ikamet edip etmediğine,
sosyal kökenine, varlık durumuna ve eski faaliyetine bakılmaksızın
SSCB'nin En Yüksek Sovyet’inin temsilcisi olarak
seçilebilir” (madde 135).
3-“Temsilciler,
eşit seçimle seçilirler; her vatandaşın bir
oy hakkı vardır; bütün vatandaşlar, seçime aynı ilke (bazında)
katılırlar”(madde 136).
4-“Erkekler
gibi kadınlar da aynı seçme ve seçilme hakkına sahiptir”
(madde 137).
5-“SSCB
silahlı güçlerinin saflarında olan vatandaşlar, diğer bütün
vatandaşlar gibi, aynı seçme ve seçilme hakkına sahiptir”
(madde 138).
6-“Temsilciler,
doğrudan (direk, tek dereceli
seçim, çn.) seçimle seçilirler; kırsal ve şehir
Sovyetlerinden SSCB'nin En Yüksek Sovyeti’ne kadar emekçilerin
temsilcilerinin bütün Sovyetleri için seçim, vatandaşlar
tarafından doğrudan doğruya direk seçimle gerçekleştirilir”
(madde 139).
7-“Temsilcilerin
seçiminde oy kullanma gizlidir” (madde 140).
8-“Seçimler
için adayların tespiti seçim bölgelerine göre yapılır.
Adayları tespit etme hakkı toplumsal örgütlere ve emekçilerin
birliklerine verilmiştir; Komünist Parti örgütleri, sendikalar,
kooperatifler, gençlik örgütleri, kültür birlikleri”
(madde 141).
9-“Her
temsilci, faaliyeti ve emekçilerin temsilcileri Sovyeti’nin
faaliyeti üzerine seçmenlere hesap vermek zorundadır ve temsilci,
her an, seçmenlerin çoğunluğu tarafından yasanın tespit
ettiği biçimde görevden alınabilir” (madde 142).
Sovyet
anayasalarına baktığımızda (1918, 1924, 1936) özellikle seçim
sisteminde önemli değişmelerin olduğunu görürüz. 1918
Anayasası’nda yer almayan bir kısım anlayışlar, 1936
Anayasası’nda yer alıyor, Lenin'in, koşulların dayatmasından
dolayı böyle hareket ediyoruz, bu durum geçicidir. Koşullar
oluşunca bu kısıtlamalarda ortadan kalkacaktır vb. sözlerini
hatırlayalım, seçim sistemini bu değişimler açısından kısaca
açıklayalım.
Genel
ve eşit seçim hakkı sorunu:
Genel
seçim hakkından anlaşılması gereken, ülkenin yasayla tespit
edilmiş, yaşı gelmiş bütün vatandaşlarına seçimlere katılma
hakkının tanınmasıdır.
Eşit
seçim hakkından anlaşılması gereken ise, eşit kurallar bazında
seçimlere katılma hakkıdır. Sovyet devletinin gelişmesinin ilk
aşamasında genel seçim hakkı tam anlamıyla geçerli değildi. O
dönemde sömürücü sınıflar; kurulan sosyalist devleti;
proletarya diktatörlüğünü yıkmak isteyen, kapitalizmi restore
etmek isteyen güçler Sovyet iktidarına karşı acımasız bir
mücadele sürdürüyorlardı. Tam da bu nedenden dolayı genç
Sovyet devleti, bu azınlığa ve uşaklarına seçim hakkı
tanımamıştı. Ama Lenin’in belirttiği gibi bu durum geçiciydi.
Sosyalizmin inşasıyla sömürücü sınıfların kalıntıları
ortadan kalkmış ve bu unsurlara yönelik seçim hakkı
kısıtlamasının da maddi temeli, zorunluluğu kalmamış ve Sovyet
ülkesinde sosyalist anayasa ile gerçek anlamıyla genel seçim
hakkı bütün vatandaşlara tanınmıştı.
Yine
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk aşamasında seçim hakkında
belli bir eşitsizlik söz konusuydu. Seçim hakkında eşitsizlik,
imtiyaz demekti. Sovyet devletinin gelişmesinin ilk aşamasında
işçiler, bu imtiyaza sahiplerdi. Bunun nedeni vardı. Eşitsizlik,
şehir ve kır nüfusunun temsilcilik normlarında kendisini
gösteriyordu. 1924 Anayasası’na göre SSCB Sovyet Kongresinin
oluşum normu şöyleydi; şehir ve varoşlar için her temsilciye
25.000 seçmen. Vilayet (sonraları bölge) Sovyet Kongrelerinde her
temsilci için 125.000 seçmen. Böylelikle işçilerin (şehir)
kırsal alana (köylüler) nazaran daha fazla temsilci sayısına
sahip olmaları sağlanmıştır.
Sovyetler
Birliği’nde sosyalizmin inşası, işçiler ile köylüler
arasındaki sınırların tedricen yok olmasını sağladığı için
sosyalist anayasa, bu gelişmeyi göz önünde tutarak, söz konusu
eşitsizliği ortadan kaldırmış ve tam anlamda eşit seçim
hakkını geçerli kılmıştır.
Anayasada
yer alan ve sosyalist Sovyetler Birliği'nde uygulanan genel ve eşit
seçim hakkı, ne denli demokratik olursa olsun hiçbir burjuva
ülkede yoktur. Burjuva anayasalarda genel ve eşit seçim hakkından
bahsedilir. Ama burjuvazi, bir dizi yasalarla, fiili engellerle genel
ve eşit seçim hakkını kullandırtmaz; etnik köken, ırk, yaş,
varlık (mal, mülk), eğitim durumu, bir yerde ikamet sorunu vs.
burjuva ülkelerde genel ve eşit seçim hakkının uygulanması
önündeki temel engellerdir ve bu engellerin hiçbirisi sosyalist
Sovyetler Birliği'nde yoktu.
Doğrudan
(tek dereceli) seçim ve gizli oy sorunu:
Tek
dereceli veya doğrudan (direk) seçim, bütün iktidar organlarının
temsilcilerinin doğrudan seçmenler tarafından seçilmesi anlamına
gelir. Sovyet devletinin gelişmesinin ilk aşamasında; sosyalist
anayasadan önceki dönemde durum biraz değişikti. O dönemde başka
bir seçim yöntemi geçerliydi. O dönemde seçmenler, şehir ve
kırsal yerel Sovyetler için temsilcileri doğrudan seçiyorlardı.
Ama daha yüksek iktidar organlarının temsilcileri şehir ve kırsal
yerel Sovyetlerin genel toplantılarında veya seçim için
düzenlenen kongrelerinde seçiliyorlardı. Şöyle; şehir ve kırsal
yerel Sovyetleri, bölge Sovyet kongresi için temsilci seçiyorlar.
Bölge Sovyet Kongresi, yürütme organını seçiyor ve daha geniş
bölge Sovyet kongresi için temsilci gönderiyor. Bunlar da kendi
yürütme organlarını seçiyorlar ve Birlik Cumhuriyeti Sovyet
Kongresi’ne ve Birlik Sovyet Kongresi’ne temsilciler
gönderiyordu. Kısaca; kırsal yerel ve şehir Sovyetleri hariç,
diğer bütün Sovyetler için seçimler dolaylıydı, tek dereceli
değildi.
Bu
sistem, tarihi koşullardan dolayı Sovyet anayasasında yer almıştı
ve devletin gelişmesinin ilk aşaması sürecinde de yerleşmişti.
Nedeni şuydu. Bu sisteme göre, gerekli olduğu her an bir Sovyet
kongresini hemen, zaman kaybetmeksizin toplama olanağına sahip
olunuyordu. İç savaş koşullarını ve onu takip eden yıllarda
ülke içinde sınıf mücadelesinin keskinleşmesini (Troçkizm vs.)
göz önüne getirirsek Sovyetler Birliği'nde her seviyede iktidar
organlarının süratli hareket etmesinde bu sistem yararlı
oluyordu. Kısaca; sömürücülere karşı sınıf mücadelesinin
şiddetle sürdüğü bir dönemde doğrudan (tek dereceli) seçime
geçme olanağı yoktu.
SB'de
sosyalizmin inşası, Sovyet devletinin güçlenmiş olması ve
Sovyet halkının siyasi-ahlaki birliğinin sağlanması, doğrudan
(tek dereceli) seçimlere geçişi olanaklı kılmıştı. Bu türden
seçimlerin dolaylı seçimlere göre üstün yönleri vardır.
Doğrudan seçimle, seçim hakkı olan her bir vatandaş, her bir
organın temsilci bileşimini doğrudan belirleme olanağına sahip
oluyordu. Tam da bu durum Sovyetler Birliği'nde seçim sisteminin en
demokratik seçim sistemi olduğunun başka bir ifadesiydi.
Birçok
burjuva ülkede dolaylı seçim yöntemi geçerlidir.
Gizli
oylama sorunu:
Sovyet
devletinin gelişmesinin ilk aşamasında oylama açıktı. Seçim,
toplantılarında el kaldırmakla yapılıyordu. Anayasada böyle bir
oylama yöntemine yer verilmemişti. Ama açık oylama yerleşmişti.
Bunun nedeni vardı. Sömürücü sınıfların Sovyet iktidarına
karşı mücadelesi devam ediyordu ve onların temsilcilerinin
Sovyetlere sızma ve bu iktidar organlarını kullanma olanağı
vardı. Tam da bunu engellemek, ajanların, halk düşmanlarının
Sovyetlere sızmasını engellemek için açık oylama yapılıyordu.
Böylelikle gizli ajanlar ve halk düşmanları, emekçilerin
temsilcilerinin Sovyetlere seçilmesini engelleyemiyorlardı. Açık
oylamayla kimin kime oy verdiği biliniyordu.
Adayların
tespiti sorunu:
Sovyetler
Birliği'nde adaylar, toplumsal örgütler ve emekçilerin birlikleri
tarafından tespit ediliyordu. Bunun anlamı şudur: Parti
örgütlerinden gençlik örgütlerine, sendikalardan kültür
örgütlenmelerine, kooperatiflerden kolhozlara ve sovhozlara,
işletmelerden orduya kadar bütün örgütlenmeler, kendi
toplantılarında adaylarını tespit ederler. Bu, Sovyet seçim
sisteminin ne denli demokratik olduğunu gösteren bir aday tespiti
yöntemidir. Çünkü bu yönteme göre bütün Sovyet vatandaşları,
adayların tespitine doğrudan katılmaktadır. Burjuva ülkelerde
ise böyle bir yöntem geçerli değildir. Burjuva ülkelerde siyasi
partiler, onların da seçime katılmayı hak etmiş olanları aday
tespiti yapar; çoğu kez de parti başkanının veya parti yönetici
organlarının gösterdikleri kişiler aday olarak tespit edilir.
Komünistler
ve partisizlerin seçim bloku sorunu:
Sovyet
toplumunda birbirine düşman sınıfların olmaması, halkın
siyasi-ahlaki birliğinin sağlanmış olması, komünistler ve
partisizlerin seçim blokunda da görülmektedir. Partili olsun veya
olmasın, Sovyet vatandaşları, belirttiğimiz gibi adaylarını
örgütlü olduğu alanlarda belirliyorlardı. Dolayısıyla orada,
partili olan ve partili olmayan da aday olarak tespit ediliyor ve
komünist parti seçimlerde kendini partisizlere karşı tecrit etme,
kendisiyle partisizler arasına mesafe koyma diye bir anlayışı
olmadığı için, tespit edilen partili aday, aynı zamanda
partisizlerin de ve partisiz aday da aynı zamanda partililerin
adayı olarak algılanırdı.
Burjuva
ülkelerde böyle bir anlayış yoktur, olamaz da. Çünkü sömürü
sistemi, toplumun düşman sınıflara bölünmüş olması buna
engeller.
Adayların
seçim propagandası sorunu:
Sovyet
devleti, tespit edilmiş, kayda geçmiş her adayın ve çeşitli
örgütlerin, seçim kampanyası yürütebilmeleri için mümkün
olan bütün imkanları karşılıksız sunar; salon, basın, radyo,
matbaa, seçim literatürü, plaket, portre, adayın biyografisi vs.
Burjuva
ülkelerde ise böyle bir anlayış yoktur. Bu ülkelerde devlet,
seçime katılma hakkını elde etmiş partilere maddi olanak sağlar.
Ama kişinin aday olması ve seçim kampanyası yürütmesi için ya
"zengin" olması ya da doğrudan parti tarafından
destekleniyor olması gerekir. Her halükarda Sovyet devletinin,
seçim kampanyası için adaylara sunduğu her türlü olanak,
burjuva ülkelerde, kelimenin tam anlamıyla bir hayaldir.
“Genel
seçimler, bazı kapitalist ülkelerde de; demokratik denen ülkelerde
de var ve tanınıyor. Ama orada seçimler hangi koşullarda
gerçekleştiriliyor? Sınıf çatışmaları koşullarında, sınıf
düşmanlığı koşullarında, kapitalistlerin, toprak beylerinin,
bankerlerin ve kapitalizmin başka köpek balıklarının seçmenler
üzerindeki baskıları koşullarında.
Böylesi
seçimler, genel, eşit, gizli ve tek dereceli seçimler de olsalar,
tamamen özgür ve tamamen demokratik seçimler olarak
adlandıramazlar.
Bunun
tersine bizde, bizim ülkemizde seçimler, tamamen başka koşullarda
gerçekleştiriliyor. Bizde kapitalistler, toprak beyleri,
dolayısıyla mülk sahiplerinin mülksüz sınıflar üzerindeki
baskısı yok. Bizde seçimler, işçilerin, köylülerin, aydınların
işbirliği koşullarında, karşılıklı güvenleri koşullarında,
söylemek isterim ki, bizde kapitalistler, toprak beyleri, sömürü
olmadığı için ve bizde esasen, halk üzerinde onun iradesini
çarpıtmak için, baskı uygulayabilecek kimse olmadığı için
karşılıklı dostluk koşullarında gerçekleşmektedir.
Tam
da bunun için bizim seçimlerimiz bütün dünyada yegâne gerçek,
özgür ve gerçek demokratik seçimlerdir” (29).
*
Kaynaklar:
Makale
10:
1)
L. Troçki; “Protokolle des
IV. Weltkongresses der Kommunistischen Internationale”, 1923,
Verlag der Kommunistischen Internationale, Hamburg, s. 279-280.
2)”40
Jahre Sowjetmacht in Zahlen”, s. 45. VEB Deutscher Zentralverlag,
Berlin 1958.
3)
Bkz.: ILO, 2005 verileri.
4)
Stalin; C. 15, “Ökonomische
Probleme des Sozialismus in der UdSSR”, s. 290.
5)Stalin;
agk, s. 29.
6)
Stalin; agk, s. 327.
7)
Stalin; agk, s. 292.
8)
Stalin; agk, s. 326.
Makale
11:
1)“Interview
Between J. Stalin and Roy Howard”, Mart, 1936. Publisher:
Red Star Press Ltd., London, 1978 –
www.marxists.org/reference/archive/stalin/works/1936/03/01.htm
2)
L. Trotzki; “Probleme der Entwicklung der UdSSR”, “Programm und
Platform der Linken Opposition im Kampf gegen Stalinfraktion”
içinde, s. 197-198, Intarlit, Dortmund, 1977.
3)
Leo Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der
IV. Internationale - (Das Übergangsprogramm)”, s. 22, Türkçesi;
s. 39/40.
4)
Leo Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der
IV. Internationale - (Das Übergangsprogramm)”, s. 23, Türkçesi;
s. 40.
5)
L. Trotzki; “Verratene Revolution
- IX. Was ist die UdSSR?”, “Die Geschichte hat die Frage des
Charakters der UdSSR noch nicht entschieden” ara başlığı
altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap09.htm.Türkçesi;
s. 347/348.
6)
Leo
Trotzki; Leon Trotsky; “War and the Fourth International”, “The
USSR and Imperialist War” ara başlığı altında,
www.marxists.org/archive/trotsky/1934/06/warfi.htm
7)METE;
C. 19, s. 20, “Gotha Programının Eleştirisi”.
8)
Stalin; C.14, s. 60/61, s.
74-75, “SSCB'nde Anayasa Taslağı Üzerine”.
9)Stalin;
C.14, s. 63/64, İnter Yayınları s. 77.
10)Stalin;
C. 14, s. 104, “SSCB'nde Anayasa Taslağı Üzerine”.
11)Anayasa
ve sosyalist demokrasi/proletarya diktatörlüğü ile ilgili anlatım
için bkz.: İbrahim Okçuoğlu; “SSCB'nde Sosyalizmin Zaferi ve
Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları”, Akademi Yayın, Temmuz
1911, s. 154-194.
12)Sovyet
Anayasası-Sovyet demokrasisi-proleter demokrasi - proletarya
diktatörlüğü ile ilgili veriler için bkz.: İbrahim Okçuoğlu;
“SSCB'nde Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası
Sorunları”, Akademi Yayın, Temmuz 1911, s. 114-194.
13)Lenin;
C.18, s. 557, “Wachsendes Missverhältnis”.
14)Stalin;
C.14, s. 67-70, SSCB Anayasa Taslağı Üzerine.
15)Agk,
s. 67-69.
16)Sovyetler’in
Birinci Bütün Birlik Kongresi’nde yukarıda belirttiğimiz dört
cumhuriyet temsil ediliyordu. Yani SSCB, bu dört cumhuriyetin
birliğiydi. Buna kısa bir zaman sonra başka cumhuriyetler -Özbek,
Türkmen ve Tacikistan- katıldı. Daha sonra kurulan cumhuriyetlerle
birlikte SSCB 15 cumhuriyetten oluşan bir birlik olmuştu.
17)
Leo Trotzki; “Verratene
Revolution-X. Die UdSSR im Spiegel der neuen Verfassung”
bölümünden, Türkçesi; s. 360 –
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap10.htm
18)
Leo Trotzki; Verratene Revolution - X.
Die UdSSR im Spiegel der neuen Verfassung” bölümünden,
Türkçesi; 370 -
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap10.htm
19)Stalin;
C. 14, s. 67, “SSCB Anayasası Taslağı Üzerine”.
20)Stalin;
agk, s. 67/68.
21)Stalin;
agk, s. 68.
22)Stalin;
agk, s. 69.
23)Stalin;
agk, s. 69/70.
24)Stalin;
agk, s. 70.
25)1918,
1924, 1936 Anayasalarıyla ilgili olarak bakınız: “Der
gesellschaftliche und Staatliche Aufbau der UdSSR” Berlin,
1950; “Sowjetisches Staatsrecht” bölüm IV; “Das
Staatsrecht der sozialistischen Staaten”, Deutsche Akademie
für Staats- und Rechtswissenschaft “Walter Ulbricht”
Berlin 1953; “Sowjetisches Staatsrecht”, J.N. Umanski;
Deutsche Akademie... Berlin 1955; Büyük Sovyet Ansiklopedisi, SSCB
bölümü C-1, s. 705-738, Alm. "Die Stalinsche Verfassung",
Berlin 1950; “Verfassung (Grundgesetz der Union der Sozialistischen
Sowjetrepubliken”, Berlin 1949.
26)Bu
12 maddenin konuları veya sosyalist demokrasinin maddi temelini
oluşturan bu konular üzerinde daha önce durulduğu için burada
bir daha ele almanın gereksiz olduğu anlayışındayız.
27)Bu
bölümün geriye kalan 10 maddesinde (22-29b) hangi Birlik
Cumhuriyetinde hangi otonom cumhuriyetlerin, ulusal bölgelerin vb.
olduğu sıralanmaktadır.
28)Bu
maddeleri buraya çevri formunda aktarmadık. Ama isteyen, çevri
olarak da değerlendirebilir.
29)
Stalin; C.14, s. 163, Seçmenler Toplantısında Konuşma, 11 Aralık
1937.