“ÇAPULCULAR”
İŞ BAŞINDA!
Aslında
her şey yolunda gidiyordu. Başbakan ABD'ye gidip gelmiş, orada
ilham ve dersle karışık güç almıştı. Kükremesi için hiçbir
neden yoktu; ne güzel sultanlaşıyordu, padişahlaşıyordu...
Üç-dört
ağaç için memleket birden bire karıştı. İstanbul
Taksim'den başlayarak Türkiye'de bir hayalet dolaşıyor oldu -
çapulcu hayaleti. Rejimin bütün güçleri bu hayaleti defetmek
üzere saldırdılar: Başbakanı, bakanları, valisi, polisi,
medyası vs.
“Çapulcu”
diye aşağıladıkları bu baldırı çıplaklardan çok korkmuş
olmaları gerekir. Haksız da değiller. Zaten burjuvazinin başına
ne geldiyse hep bu baldırı çıplakların, “çapulcular”ın
mücadelesinden gelmiştir. Ekim Devrimini de baldırı
çıplak diye aşağıladıkları Rus işçi sınıfı ve emekçi
yığınları gerçekleştirmişti. Nerede bir devrim, nerede bir
kalkışma, ayaklanma varsa, orada mutlaka ve mutlaka o “çapulcular”
vardır. “Arap Baharı”nda, Kürt ulusal mücadelesinde,
Yunanistan'da hep o baldırı çıplaklar, o “çapulcular” baş
rolü oynamışlardı.
“Dünyanın
lanetlileri”nin ayak sesleri bu memlekette de duyulmaya
başlayınca hükümet korkmaya, darbe kokusu almaya, dış
güçlerden bahsetmeye başladı.
*
Hükümet,
güç kullanarak itiraz edenin kafasına vurmaya, ezmeye, susturmaya,
coplamaya, sulamaya, gazlamaya bayağı alışmıştı. Ama bu sefer
tutmadı, baldırı çıplaklar, o “çapulcular”, “dünyanın
lanetlileri” yeter artık dedi ve yapılması gerekeni de yaptı.
Mayısın son günlerinde İstanbul Taksim meydanında çakılan
kıvılcım, ateş oldu bütün Türkiye'yi tutuşturdu. Taksim'in bu
işaret fişeği, faşist polis kuşatması ve saldırılarına karşı
emekçilerin, gençlerin ve kadınların devrimci uyanışı, eylemi,
isyanı ve ayaklanmasının startını verdi. Ayaklanma dalgası,
başta İstanbul Taksim meydanı, Ankara Kızılay meydanı, İzmir
Gündoğdu meydanı olmak üzere Türkiye'nin 70'den fazla iline
yayıldı. 300 bin kişilik polis ordusu, gaz bombaları, plastik
mermiler, tazyikli su, cop ve kalas darbeleriyle bir hafta içinde
iki eylemciyi katletti, yüzlercesini yaraladı. Binlerce gösterici
ise gözaltına alındı.
Bu
ayaklanma, yıllardır faşist zulme karşı emekçiler, gençler ve
kadınlarda biriken tepki ve öfkenin patlamasıdır! Dün Kürt
halkı “Edi Bese” diyerek serhildanları büyüttü. Bugün ise
Batı'da “Artık Yeter!” sloganları yükseliyor!
Faşist
AKP hükümeti, Taksim alanını “yayalaştırma” gerekçesiyle
1 Mayıs gösterileri için yasakladı. Adeta sıkıyönetim ilan
etti. Köprüleri, yolları ulaşıma kapattı. On binlerce polis ve
güvenlik gücüyle İstanbul'u kuşatma altına aldı. Devrimci ve
komünist güçler, ilerici partiler, sendikalar ve kitle örgütleri
fiili meşru mücadele çizgisinde faşist polis ablukası ve
saldırılarına karşı militanca direndi. Taksim'i
yeniden kazanma iradesi ve kararlılığı gösterdi.
Taksim
AKP hükümetinin saldırı menziline koyduğu baldırı çıplakların,
suçladığı “çapulcuların, sarhoşların,
ahlaksızların”, yani halkın alanıydı alanıydı.
AKP
hükümeti ve işbirlikçi tekelci sermaye, aynı zamanda emekçilerin
yaşam alanlarına da saldırıyor. Yeşil alanlara, emekçilerin
tarihsel ve kültürel değerlerine yöneliyor, bunları “kentsel
dönüşüm” adına yağmalıyor. Emekçileri kent merkezlerinden
kent dışına kaçırtmak, siyasetin, eylemin ve yaşamın dışına
itmek istiyor. Dolayısıyla kapitalist barbarlığın emekçileri ve
gençleri sürüklediği geleceksizlik, onları bugün
sokağa döküyor.
İsyan,
yönetime ve politikalarına karşıdır. İsyan edenler, yeni
gerici-faşist yasalara, kurumlaşmalara yönelen hükümete “dur”
diyor. Bu bir demokrasi isteği ve arzusunun yakıcılığıdır.
Faşist diktatörlükten kurtulma iradesi ve eylemidir.
Ayaklanmaya
katılan bütün toplumsal kesimlerin ortak paydası siyasal özgürlük
talebidir. Türkiye'de işçi sınıfı ve emekçiler,
örgütsüzleştirme ve sendikasızlaştırma saldırılarına karşı
direniyor. Zaten sınırlı olan ama çok görülerek gasp edilen
sendika, grev, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü istiyor. THY
grevi, bütün zorluklara rağmen devam ediyor. DİSK ve KESK iş
bırakarak genel direnişe katılıyor. Kadınlar, kadına yönelik
şiddete, hükümetin kürtaj yasağı ve “üç çocuk doğurma”
politikasına dur diyor. Aleviler inanç özgürlüğü, okullarda
zorunlu din dersinin, kendilerini sünnileştirerek asimile eden
Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılmasını istiyor.
Kürtler ulusal demokratik talepleri ve anadilde eğitim haklarını
istiyor. Öğrenciler parasız, özerk, özgür ve bilimsel eğitim
istiyor.
Halkın
birleşik mücadelesi biçiminde gelişen bu hareketi, egemen sınıf
kliği şovenist CHP ve diğer ulusalcı-faşist güçler, çeşitli
slogan ve sembollerle yedeklemek, sistem içinde tutmak istiyorlar ve
bu hareketi hükümetle hesaplaşmanın aracı yapmanın politika ve
taktiklerine başvurmaktadırlar. Demokrasi ve özgürlük düşmanı
bu güçlerin hareketi geriye çekme, aşındırma ve rotasından
çıkarma girişimlerine devrimci ve ilerici örgütlü güçler izin
vermeyecektir.
*
“Çapulcu”
dediğiniz halkın her sınıf ve tabakasından insanlara, gücünüzün
yetemeyeceğini gösterdiniz. Aslında sizi
çok iyi tanıyoruz. Neye muktedir olduğunuzu, mayanızda neyin
olmadığını çok iyi biliyoruz. Mayanızda insanlığın i’si,
demokrasinin d’si yoktur. Mayanızda baskı, sindirme, işkence ve
katliam vardır. Faşistsiniz, işkencecisiniz, katliamcısınız,
linççisiniz, uşaksınız. Bu gerçek yüzünüzü, sizi böyle
tanımayanlara veya tanımak istemeyenlere de gösterdiniz. “Tencere,
tava, hep aynı hava” pahalıya mal oldu!
Sizi
iyi tanırız: Karadeniz’de 15 komünisti katletmekle
“bu işi” bitireceğinizi sanmıştınız...
Aldığımız
yara büyüktü, ama “bir yanımızda Suphi, bir yanımızda
Nejat…”
yolumuza devam ettik.
Takrir
-i Sükun
ve “İstiklal Mahkemeleri”nizle
farklı düşünenleri, devrimcileri, komünistleri ve Kürt halkını
susturacağınızı, teslim alacağınızı sanmıştınız...
Olmadı…Susturamadınız,
teslim alamadınız… Onlarca Kürt isyanının patlak vermesini
engelleyemediniz…
Amacınız
ülkede “mezar suskunluğu” yaratmaktı. Yaratamadınız. Ama
işkence ve katliamda “üstün” olduğunuzu kanıtladınız...
Yolumuza
devam ettik…
Kavel’de
hak arayan işçileri katlederken bizi korkutacağınızı, bir daha
hak arama mücadelesine kalkışmayacağımızı sandınız, ama bu
sefer de yanıldınız.
Gençliği
prangaya vurarak bağımsızlık ufkunu karartacağınızı ve işçi
sınıfı ve emekçi yığınlarla kaynaşmasını engelleyeceğinizi
sanmıştınız. Darbe yaptınız…Mahirleri, Denizleri, İboları
bombalarla, darağacıyla, işkenceyle katletmesini becerdiniz.
Ama Anadolu toprağı binlerce, on binlerce Mahir, Deniz, İbo
doğurdu. İşçi sınıfının, emekçi yığınların ve Kürt
ulusunun sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelesini engelleyemediniz.
Gücünüz yeni bir darbe yapmaya yetti.
On binleri zindanlara attınız, işkenceden geçirdiniz. Yeniden
idam sehpaları kurdunuz. Gücünüz sokakta kurşuna dizmeye,
işkencede öldürmeye, idam etmeye yetiyordu. Cellatlıkta ve
işkence mesleğinde ne denli “üstün” olduğunuzu gösterdiniz.
Bizim
bildiğimizi siz de biliyorsunuz: Aramızdaki savaş, aynı zamanda
bir irade savaşıdır. Her yol ve yöntemle irademizi kırmaya
çalıştınız, ama olmadı! Başaramadınız ve başaramayacaksınız
da...
*
Ama
o kadar da korkmanıza gerek yok! “Gezi”den, Taksim'den bir
devrim çıkmaz. “Gezi”, Taksim sadece ve sadece bir mesafedir.
Korkuyu yenmenin, onbinler, yüzbinler olarak sokağa çıkmanın,
evet baskınıza, dayatmalarınıza, su ve gazınıza karşı
koymanın mesafesidir.
Korkmanız
gereken bir şey varsa, o da o “kırmızılı kadın”ın korku
duvarını yıkmış duruşudur...
Korkmayın,
korkmayın, “Gezi”den, Taksim'den bir devrim çıkmaz. Bu
mücadele uzun bir yürüyüştür, irade savaşıdır. Nefes ister.
Bu yol, düz değildir, engebelidir. Düşebilirsin. Önemli olan,
kalkıp yola devam etmektir. “Gezi”, Taksim bu uzun yürüyüşün
sadece bir durağıdır, içinde “işe yaramazlar” da olsa bu
böyledir...
Gazi’de
ödünüz patlamıştı. Şimdi de Gezi'den korkuyorsunuz. Gezi'den
o kadar korkmuşsunuz ki, size muhalefet eden sistemin savunucusu
yazılı ve görsel medyanın diğer kısmı, birkaç gün sustuktan
sonra “çapulcuları” şirinleştirmeye, hep o “çocuklar”dan
bahsetmeye başladı. Ne kadar da şirinlermiş, ne kadar da
yeteneklilermiş, ne kadar da yaratıcılarmış! “Provokatörler”le
kendileri arasına mesafe koymasını biliyorlarmış, sadece kendi
özgürlüklerini istiyorlarmış vs. vs.
O “çapulcular”a gücünüz
yetmez...Yeniyi, geleceği onlar temsil ediyor. Siz, geçmişi
temsil ediyorsunuz. Layık olduğunuz yer tarihin çöplüğüdür ve
o “çapulcular”ın sizi oraya göndereceğinden emin
olabilirsiniz…
Mayanız, baskıdan, talandan, sömürüden,
işkenceden, katliamdan ibarettir. Zavallısınız, güçsüzsünüz
veya gücünüz yaptığınızdan ibarettir!
O
“çapulcular”, özgürlüktür, demokrasidir, kurtuluştur,
sosyalizmdir. Onlar işçi sınıfıdır, emekçi yığınlardır.
Sömürüsüz, baskısız düzeni henüz dillendiremiyor olabilirler,
ama yarın dillendirmeyeceklerinin hiçbir garantisi yok. İşte
korkunuz bu.
Bir
adamınız sizi şöyle tanımlıyor:
“…Yeterli
kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr
ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını
kabartır: yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insanal
yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kâr ile, sahibini
astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet,
atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr
getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile
köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular" (T.
J. Dunning. Aktaran; Marks, Kapital, C. I, s., 788).
İşte
siz busunuz. Yok edilmekten başka hak ettiğiniz hiçbir şey yok.
Ve o “çapulcular”ın, baldırı çıplakların düzeninizi
yıkacağından emin olabilirsiniz. Ama bugün, ama yarın!