BREZİLYA'DA
HALK HAREKETİ*
Dünya
burjuvazisi birtakım “benzer” özelliklerinden dolayı ülkeleri
gruplara ayırarak kavramlar üretmekte oldukça tecrübelidir. En
son moda kavramlardan birisi BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve
Çin), sonrasında BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney
Afrika) ve MIST'tir (Meksika Endonezya, Güney Kore ve Türkiye). Bu
ülkeler genel anlamda “yükselen pazarlar”, “hızla yükselen
ülkeler” olarak tanımlanmaktalar. Her şeyin yolunda gittiği
sanılan bu ülkelerden Türkiye ve Brezilya'da patlak veren halk
hareketi, beklenmeyen bir gelişme olarak algılandı, şaşırtıcı
oldu.
Söz konusu
bu ülkeler 2008'den itibaren başlayan dünya ekonomik krizinden
kısmen şiddetli bir biçimde etkilenirken, kısa zamanda da krizden
çıkabilmişlerdir. Batı'nın emperyalist ülkeleri, ABD ve Japonya
kriz ile boğuşurlarken, bu ülkeler kısa zamanda krizden çıkarak
yüksek sayılabilecek büyüme oranlarına ulaşabilmişlerdir.
Neden böyle oldu sorusunun cevabı ayrı bir yazının konusudur.
Ama burada söylenmesi gereken şu: Başka nedenlerin yanı sıra
uluslararası bankaların ve tekellerin elinde birikmiş olan sermaye
bu ülkelere yatırıldı. Bu aşırı birikimde toplamı trilyon
dolarla ifade edilen “kriz programları”nın, “kurtarma
paketleri”nin rolü küçümsenmemelidir. Yani kriz sürecinde
dünya çapında yatırım alanı arayan bir para bolluğu vardı. Bu
ülkelere akan bu para ekonomide belli bir canlanmaya kaynaklık
etmiştir. Şimdi, daha doğrusu 2013 başından bu yana ise durum
değişmeye başladı. Örnekleyecek olursak:
Brezilya'da
sanayi 2005 = 100 bazında ve bir yıl öncesine göre 2006'da yüzde
2,8; 2007'de yüzde 6; 2008'de yüzde 3,1 oranında büyürken
2009'da yüzde 7,4 oranında küçülmüş, 2010'da yüzde 10,5 ve
2011'de ancak yüzde 0,3 oranında büyürken 2012'de yüzde 2,5
oranında küçülmüştür.
Hindistan'da
sanayi üretimi 2006'da yüzde 10,9; 2007'de yüzde 15,7; 2008'de
yüzde 7,6; 2009'da yüzde 0,2; 2010'da yüzde 9,8; 2011'de yüzde
4,8 ve 2012'de de ancak yüzde 0,8 oranında büyümüştür.
Rusya'da
sanayi üretimi 2006'da yüzde 6,4; 2007'de yüzde 6,9; 2008'de yüzde
0,7; 2009'da yüzde 9,3; 2010'da yüzde 8,3; 2011'de yüzde 4,7 ve
2012'de de yüzde 2,5 oranında büyümüştür.
Türkiye'de
sanayi üretimi 2006'da yüzde 7,3 ve 2007'de yüzde 7 oranlarında
büyürken 2008'de yüzde 0,5 ve 2009'da da yüzde 9,9 oranlarında
küçülmüştür. 2010'da büyüme oranı yüzde 12,8, 2011'de yüzde
10,1 ve 2012'de de yüzde 2,5 oranlarında gerçekleşmiştir
(Bakınız: http://stats.oecd.org/Index.aspx?DataSetCode=MEI_REAL#).
Çin de ise
sanayi üretimi 2006'da yüzde 29,5; 2007'de 22,9; 2008'de yüzde
9,9; 2009'da yüzde 8,7; 2010'da yüzde 12,1; 2011'de yüzde 10,4 ve
2012'de de yüzde 7,9 oranlarında gerçekleşmiştir.
Burada bizi
ilgilendiren, kriz döneminde bu ülkelerde sanayi üretiminin ne
denli gerilediği değil, sanayi üretiminde büyüme oranlarının
son iki yılda, özellikle de 2012 yılında oldukça gerilemiş
olmasıdır.
Brezilya,
Çin ile ekonomik ilişkilerinde avantajlı bir konumdadır; bu
ilişkiler sayesinde ihracatı oldukça hızlı gelişmiştir.
Brezilya yüksek faizlerle ülkeye yabancı sermaye çekmiştir.
Yabancı sermaye çekmenin bir yolu tahviller ise diğer yolu da
özelleştirmeler olmuştur. Ekonomideki büyüme krediye bağımlı
bir büyüme olarak kalmıştır.
Brezilyada
hane borçlanması şimdiye kadar görülmemiş bir seviyeye
çıkmıştır. Büyümenin durması, ötesinde kriz, tüketimden
kaynaklı borçlanmanın felakete dönüşebileceğini
göstermektedir.
Ekonomideki
büyüme, zenginlik ile yoksulluk arasındaki farkı kapatmamış,
tam tersine sürekli açmıştır. Brezilya dünya çapında sosyal
eşitsizliğin çok derin olduğu ülkelerden biridir.
Brezilya'ya,
Latin Amerika'nın lokomotif ülkesi deniyor. Bu doğrudur, en
azından ekonomik gücü bakımından doğrudur. Dünya ekonomisinde
güçler dengesine baktığımızda bu ülkenin dünyanın altıncı
büyük ekonomisini oluşturduğunu görüyoruz. Brezilya'yı
ekonomik bakımdan güçlü kılan bir neden de kıyılarında
keşfedilen petrol ve doğal gaz yataklarıdır.
Brezilya'nın
büyümesi, büyüdükçe burjuvazisinin zenginleşmesi ve halkının
yoksullaşması Dilma döneminde de sürerek bugünlere gelinmiştir.
Bu
ülkelerde, daha doğrusu kapitalizmin nispeten hızlı horizontal ve
vartikal geliştiği ülkelerde köysel karakterli yapılar kısa bir
zaman dilimi içinde sanayisel yapılara dönüşebiliyor;
tarım-sanayi ülkesinin yerini sanayi-tarım ülkesi alıyor. Kırsal
alandan gelen milyonlarca insan şehirleri dolduruyor. Böylece
şehirlerde sayısal olarak hem işçi sınıfı hem de küçük
burjuva kesimler sorunlarıyla, toplumsal çelişkilerle birlikte
çoğalıyor. Öyle ki kırsal alanda gelen ve işçi olanların
emperyalist ülkelerdeki işçiler gibi hemen hemen aynı teknolojiyi
kullanarak üretiyor olmaları, onlarda kısa bir zaman dilimi içinde
gerçekleşen değişimin hangi eğilimlere yol açabileceğini
kestirmek oldukça güç oluyor; ama yeni yaşam, umutlar,
beklentiler, kurlan hayaller istenildiği gibi gerçekleşmiyor. Açık
ki tepki duymak için nedenler çok ve giderek de çoğalıyor.
Tepkinin biçimi, vesilesi şu veya bu ülkede farklı olabilir ama
sonuçta nedenler hemen hemen aynıdır. Türkiye'de “üç-beş
ağaç” Haziran Ayaklanmasına yol açmıştı, Brezilya'da ise
ulaşım ücretlerine yapılan yaklaşık 17,5 kuruşluk zam bu
ülkedeki halk hareketinde tetikleyici rol oynamıştır.
*
Sao Paulo ve
Rio de Jeneiro'da toplu ulaşım ücretlerine yapılan zamlar dar
kapsamlı gösterilerle protesto edildi. Ama protestolar bununla
sınırlı kalmadı; iki hafta içinde sorun toplu ulaşıma zam
meselesinden çıktı. Hareket adeta patladı; gösterilerin vesilesi
adeta unutuldu ve gerçek nedenler ön plana çıkmaya başladı.
Brezilya'da
Haziran ayında başlayan gösteriler son 20 senenin en büyük, en
kapsamlı gösterileri oldu. 100'den fazla şehirde yüz binlerce
insan sokakları doldurdu.
Brezilya'nın
son 10 yıllık dönemine baktığımızda en genel hatlarıyla şunu
görüyoruz: 2002'den bu yana İşçi Partisi (PT) aralıksız
iktidarda. Kriz yılındaki dalgalanmayı bir kenara korsak ekonomide
istikrarlı bir büyüme gerçekleşiyor. Buna bağlı olarak
çalışanların, işçi sınıfının sayısında ve gelirlerinde de
belli bir artış söz konusu. Ama PT-hükümeti verdiği sözleri
yerine getirmiyor. Örneğin tarım reformunu gerçekleştirmiyor,
çalışma koşullarında kötüleştirme yaygınlaşmaya devam
ediyor, büyümede dış borçlanma önemini koruyor, sendikal alanda
reform yapılamıyor, rüşvetin, kayırmacılığın, yolsuzlukların
haddi hesabı yok. PT-hükümeti gelir dağılımındaki eşitsizliğe
karşı mücadeleyi ciddiye almıyor. İki milyon kişi (nüfusun
ancak yüzde ikisi) ülke zenginliğinin yüzde 13'ünü elinde
tutuyor. Buna karşın nüfusun yarısını oluşturan 100 milyon
kişinin sahip olduğu zenginlik toplamı, yüzde birin payı kadar
(yüzde 13).
2010'da Lula
da Silva'dan sonra başkan olan Dilma Rousseff döneminde emekçilere
saldırılar, baskı altına alma çabaları ve ekonomik ve sosyal
haklarda kesintiler, sınırlandırmalar sürekli gündemde olmuştur.
Dünya Kupası için stadyum yapımına milyarlarca dolar ayıran,
sanayi için sübvansiyon ve destekleme musluklarını açan, oto
yolları, petrol kaynaklarını, havalimanlarını özelleştiren
Başkan Dilma yönetimindeki koalisyon hükümetidir. Aynı dönemde
özellikle büyük şehirlerde kiralar artmıştır, sağlık ve
eğitim kurumlarına ayrılan bütçe komik olmaya devam etmiştir.
Tarım tekelleri, orman alanlarını kullanma yasasına dayanarak
ağaç kıyımına devam ederken oralarda yaşayan yerli halkı kendi
topraklarından kovulmakta, sürgün edilmektedir. Toplu ulaşım
ücreti bakımından Brezilya, ortalama gelir üzerinden hesap
edilirse belkide dünyanın en pahalı ülkesidir. Ulaşım ağında
örgütlenme oldukça yetersizdir.
Tam da toplu
taşımacılık sorunları, biletlere yapılan zam bağlamında 13
Haziranda düzenlenen ve yaklaşık 15 bin kişinin katıldığı
gösteriye polis vahşice saldırmış ve bunun sonucu olarak
toplumsal gerginlik had safhaya çıkmıştır. 17 Haziranda bütün
Brezilya'da 250 binden fazla insan sokakları doldurmuştur. 19
Haziranda ise Sao Paulo ve Rio de Jeneiro belediye başkanları ve
Sao Paulo Federel Devleti valisi biletlere yapılan zammı ger
aldıklarını açıklamak zorunda kalmışlardır. Şüphesiz ki bu,
mücadelenin bir başarısıdır. Yapılan zammın geri alınmasıyla
gelişen protestolarının önünün alınacağı sanılmıştır. 20
Haziranda en azından 80 şehirde bir milyondan fazla insanın
sokakları doldurması, sorunun sadece biletlere yapılan zam
olmadığını göstermiştir.
Halk hareketinin yapısı ve örgütlenmesi:
Başlangıçta
hareketin önderliği Sao Paulo'dan küçük bir anarşist grubun
(“Movimento Passe Livre” - MPL- “Ücretsiz Geçiş Hareketi”)
elindeydi. Toplu ulaşım zamlarına karşı protestoları bu grup
örgütlemişti. Partileri reddeden, otoriteye karşı olan bu grup,
gelişen harekete örgütsel bir yapı kazandırılmasına da
karşıydı.
Bu anarşist
grup gösterilerde parti bayraklarının taşınmasına da karşıdır.
Bu anlayıştan dolayı 17 Hazirandaki ilk kitlesel gösteride
“partisiz” veya “partilere hayır” sloganı yaygınlaştırıldı.
Öyle ki, sol parti ve gruplardan bayraklarını indirmeleri,
taşımamaları talep edildi, onlara saldırıldı. Bundan dolayı 18
Hazirandaki gösterilerde kızıl bayraklar yoktu, onun yerine
Brezilya bayrakları dalgalandırıldı. Brezilya bayraklarını
taşıyan tabii ki bu küçük grup değildi. Harekete sağcı,
faşist gruplar sızmıştı. 20 Hazirandan sonra birçok şehirde
düzenlenen gösterilerde sol partilerin, grupların ve sendikaların
kendilerini ifade etmeleri, bayraklarını taşımaları engellendi,
onlara saldırıldı. Öyle ki, Sao Paulo'da faşistler bir sol bloka
saldırdı ve ulusalcı kitle tarafından bu blokun faşistler
tarafından dövülmesi ve yürüyüşten dışlanması alkışlandı.
Kitle içinden “Orduya geri dönüş”, “Lula hapishaneye”
sloganlarının yükselmesi tesadüfi değildi.
Ülkenin en
önemli sendikaları, onların çatı örgütü CUT (Central Unica
dos Trabalhadores, -Sendikal Merkezi Örgütlenme) hareketin
başlangıcında şaşkınlık içindeydiler ve gelişmelere mesafeli
duruyorlardı. Müdahale etmeleri, taraf olmaları gerektiğini
anladıkların da ise çok geç kalmışlardı. Bir çok çatı
örgütünün 11 Temmuzda ulusal bir protesto ve eylem günü
örgütlemek için bir araya gelmeleri, böyle bir karar almaları
çok geç kalındığının açık ifadesidir. Zamanında müdahale
etmiş olsalardı, harekete taraf olsalardı, faşistlerin,
ulusalcıların hareket alanını sınırlandırmış olabilirlerdi.
21 Haziranda
kitle hareketi doruk noktasına ulaşmıştı. 100'den fazla şehirde
düzenlenen gösterilere 1,2 milyondan fazla insan katılmıştı.
Toplu ulaşıma zammın geri alınmasına, devlet başkanı Dilma'nın
reformlar yapılacak diye açıklamasına rağmen bir milyondan fazla
insan sokakları doldurmuştu. Açık ki sorun sadece biletlere zam
ve Dilma'nın açıklaması değildi. Protesto eden kitle politik
değişimler talep etmekteydi. Sürecin aleyhine geliştiğini ören
Dilma, halk hareketine sahip çıkmaya, barışçıl gösteriler
“demokrasinin parçası”dır demeye başladı. Reformlar üzerine
halk oylaması yapılsın öndersinde bulunan, alt yapı için 17
milyar dolarlık yatırım sözünü veren de odur.
Hareket,
başından beri düzenli polis birliklerinin bir kolunu oluşturan
askeri polis birlikleriyle çatışma içinde gelişmiştir. Burjuva
medya toplumu göstericilere karşı kışkırtmıştır. Harekete
sızan polis vandalizmle ifade edilen kırıp dökme, yıkma,
bankalara, alış-veriş yerlerine saldırma, otobüsleri yakma,
metro istasyonlarını tahrip etme işlerini üstlenmiş ve anarşist
eğilimli bir kısım genç de bu eylemlere katılmıştır.
Türkiye'de
Haziran Ayaklanmasında “üç-beş ağaç”ın oynadığı rolü
Brezilya halk hareketinde biletlere yapılan zam oynamıştır.
Vesile farklı ama neden aynı: Hükümet politikasından duyulan
rahatsızlık, halkın çıkarına olmayan uygulamalar, polis baskısı
vs. Toplu ulaşım zammına karşı düzenlenen dar kapsamlı
protestoların bir halk hareketine dönüşeceğini çoğu insan
beklemiyordu. Hareket kısa zamanda örgütleyicisi MLP'denin
kontrolünden çıkmıştı. Hareketin homojen olmayan, hetorejen
yapısı, çoğunlukta örgütsüz kitlenin varlığı başlangıçta
anarşistlerin örgütlü mücadeleye karşı düşmanlığının ses
getirmesine elverişli bir zemin oluşturmuştu. Bu durum aynı
zamanda sızmalara da açık kapı bırakmaktaydı.
Brezilya
burjuvazisi 50 milyarderi ve 150 binden fazla milyoneriyle
övünebilir. Ama altyapı sorunları çözülmemiştir, adeta
isteksiz uygulanan destekleme programlarıyla oluşturulmaya
çalışılan yeni bir “orta tabaka” planı tutmamıştır;
böylece toplumda zengin-yoksul ayrımı giderek derinleşen bir
uçurum olarak kalmıştır. Ekonomide büyüme oranlarının son
bir-iki yılda gerilemesi işsizlerin sayısının artmasına neden
olmuştur. Resmi açıklamaya göre enflasyon oranı yüzde 6,5'e
varmıştır. Temel gıda maddelerinin fiyatları daha hızlı
artmıştır. PT-hükümeti döneminde üniversite mezunlarının
sayısı bir misli artmış ve bunlar mesleklerine denk düşen
ücretlendirmeyle iş bulamamaktalar. Hareketin bileşenlerine
baktığımızda gençlerin, öğrencilerin (üniversite), yüksek
okul bitirenlerin çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Yine bu kesimin
çoğunluğu ilk defa kitle hareketine katılıyor.
Sivil karşı devrimci müdahale:
Ulusalcı,
faşist medya ve partiler gelişen hareketten yararlanmaya, harekete
ulusalcı bir yön vermeye çalışmışlardır. Gösterileri
başlangıçta kriminel, yasa dışı işler yapan unsurların işi
olarak yansıtmışlar, ama sonraları, özellikle de 18 Hazirandan
itibaren gelişen hareket üzerinde etkili olmak için adımlar
atmışlardır. Brezilya bayrağıyla gösterilere katılma ve
ulusal marşı söyleme çağrısı yapanlar ve uygulayanlar onlardı.
İşverenler Birliği FIESP'nin binasına devasa bir Brezilya bayrağı
asanlar da onlardı. Hareket boyunca “yolsuzluklara karşı
mücadele” sloganını kullanmışlardır. Onların bu sloganı
aslında “PT-hükümetine karşı mücadele” anlamına
gelmekteydi.
20
Hazirandaki o büyük gösteride ulusalcı medyanın etkisi oldukça
belirgindi. Zamlara, dünya kupasına, eğitim ve sağlık
sistemindeki aksamalara karşı mücadelenin yerini kürtaj hakkına,
yolsuzluklara karşı mücadele almış ve askeri darbe çağrıları
yükselmişti. Aynı dönemde, kendilerine ulusalcı diyen grupların
solculara ve sendikalara karşı açık provokasyonları sıklaşmış,
sürekli olarak “partilere hayır”, “kızıllar defolsun”,
“Küba'ya git” türünden sloganlar atılmış ve
yaygınlaştırılmıştır. Rio de Jeneiro'da CUT'un sendika
bayrağını yakanlar da onlardı.
Bu
gelişmeler üzerine, hareketin ilk örgütleyicisi olan MPL, Sao
Paulo'da gösteriden çekilmiştir.
Harekette
yer alan yüz binlerce insanın hepsinin sağcı, ulusalcı,
antikomünist olduğu söylenemez. Sol örgütlerin ve partilerin
gösteri için çağrı yapmamaya başlamalarından ve alana ulusalcı
sloganların hakim olmasından sonra gösterilere katılım güçlü
bir biçimde düşmüştür. Bu durum Sao Paulo'da çok bariz bir
biçimde görülmüştür. Başka şehirlerde ise hareket sağ ve sol
olarak ikiye bölünmüştür. Hala zamlara karşı mücadelenin söz
konusu olduğu Belo Horizonte gibi şehirlerde ise gösterilere genel
olarak sol örgütler ve oluşturdukları ittifaklar damgasını
vurmuştur.
Hareketin
kendiliğindenci karakterini, örgütsüz yapısını çok iyi
değerlendiren ulusalcı, faşist güçler, gösterilerin siyasi
yönünü değiştirmek için planlı hareket etmişlerdir. Örneğin
anarşistlerden “partilere hayır” sloganını devralırken,
kitlenin taleplerinden rüşvetçiliğe, kayırmacılığa, yüksek
vergilere, yolsuzluklara, cinayetlere karşı mücadele taleplerini
sahiplenmişlerdir. Halkın haklı taleplerini, öfkesini faşist,
ulusalcı çıkarları için yönlendirmeye çalışmışlardır.
Bundan da başarısız kaldıkları söylenemez.
Hareketin bileşimi:
Göstericilerin
çoğunluğu gençlerden, yüksek okul öğrencilerinden, liseli
öğrencilerden, “çalışanlar”dan, serbest meslek
sahiplerinden, işçilerden oluşmaktaydı. Gösterilere katılanların
yüzde 84'ü herhangi bir siyasi partiyi desteklemiyor, yüzde 71'i
ilk defa gösteriye katılıyor, yüzde 55'i 25 yaşın altında,
yüzde 77'lik bölümü yüksek oklu mezunu, yüzde 81'i facebook
üzerinden katılıyor. Halk hareketinde öne sürülen taleplere
baktığımızda hareketin bileşenlerinin sınıfsal yapısı da
görülüyor: Halk hareketi, yukarıda da belirtildiği gibi öğrenci
gençlikten şehir yoksullarına, işçi sınıfından, tarım
proletaryasından yerlilere kadar uzanan oldukça geniş bir emekçi,
aydın yelpazesini ifade ediyordu. Talepler toplumun en önemli
ekonomik ve sosyal sorunlarını dile getiriyordu. Bu nedenle de
katılım milyonlarla ifade ediliyordu.
Ulusalcıların
katılımından dolayı hareketin karakteri çelişkiliydi. Brezilya
halk hareketinde birbirine zıt iki güç yer alıyordu: Bir tarafı
ekonomik ve demokratik haklar için mücadele eden sol, demokratik
güçlerin oluşturduğu ittifaklar temsi ediyordu. Diğer tarafta
ise açık ve örtülü faşist, ulusalcı güçler yer almaktaydı.
Bunlar, doğrudan büyük burjuvazinin bir kısmının desteğini
alarak ve yönlendirmesine göre hareket ediyorlardı. Hareketi
bölmek, etkisiz kılmak ve haklı talepleri de benimsiyor gözükerek
hareket ediyorlar ve “sol” ittifaklara saldırıyorlardı.
Aslında onların mücadelesi Dilma hükümetine karşı mücadeleydi.
Hareketin nedenleri:
Brezilya'da
halk hareketinin nedenlerini birkaç nokta altında toparlayabiliriz:
1-Ekonomik
büyümenin gerilemesinden doğan sorunlar.
2-Hükümetin
eğitim, sağlık ve başkaca kamu hizmetini ilgilendiren sektörlerde
uyguladığı kısıtlamalar.
3-Hükümetin
Brezilya'nın dünya gücü olacağı doğrultusunda sürdürdüğü
propaganda ve halkın yaşam koşullarındaki sefil durum.
4-Genç
neslin sadece PT-hükümetleri döneminde yetişmiş ve bilinçlenmiş
olması, daha önceki tarih kitaplardan tanıması. Bu gençlik
PT'yi, PT de onları birbirlerinin doğrudan karşıtı olarak
görmektedir. Yeni nesil PT ile PSDB (Brezilya Sosyal Demokrat
Partisi) arasında önemli bir fark görmemektedir.
Çoğu
göstericinin siyasal yaşamına PT-hükümetleri döneminde
atılması, bu süreçte bilinçlenmesi, sadece Lula ve Dilma'yı ve
PT-hükümetinin politikalarını ve uygulamalarını tanıyor olması
ve benimsememesi, hareketin seyrinde olumlu-olumsuz etkili olmuştur.
Brezilya
halk hareketi Türkiye medyasında her ne kadar Haziran sonlarına
doğru yer almış olsa da hareketin başlangıcı çok gerilere
gider. Bahsettiğimiz anarşist eğilimli MPL, 2006'dan bu yana
ulaşımın parasız yapılması için her yıl bazen oldukça
kitleselleşen eylemler düzenler. Örneğin “otobüs isyanı”
diye bilinen 2012'nin Ağustos-Eylül aylarında düzenlenen
gösteriler önemliydi. Aynı içerikli gösteriler 2013'ün Mart
ayında da devam etmişti.
Gösterilerin
patlak vermesinde toplu ulaşıma yapılan zamlar oldukça önemli
bir rol oynamıştır. Şüphesiz ki, tek neden, geniş kesimlerin
tek talebi bundan ibaret değildi. Bu talebi oldukça önemli kılan,
Brezilya'da -petrol üreten ülkelerden birisi olmasına rağmen-
dünyanın en pahalı toplu taşımacılığının yapılıyor
olmasıdır. Bu nedenle bu talep, toplu taşıma araçlarını
kullanan herkesi doğrudan ilgilendirmektedir.
Brezilya
yolsuzluk skandallarıyla çalkalanan ülkelerden birsidir. Kamu
hizmetleri için ayrılan bütçenin çarçur edilmesi, başkalarının
eline geçmesi ve bunun açığa çıkması geniş emekçi kesimlerin
öfkesine neden olmaktadır.
Ülke devasa
altyapı, ulaşım sorunlarıyla, eğitim ve sağlık alanlarında
oldukça ciddi sorunlarla karşı karşıyayken, milyar dolarlarla
ifade edilen paraların 2013 Konfederasyon Kupasına, 2014 Dünya
Kupasına, 2016 Yaz Olimpiyatlarına ayrılması, halkın birikmiş
başka bir öfke kaynağını oluşturmaktadır.
Diğer
şeylerin yanı sıra bütçedeki dengesizliğin boyutları da bir
öfke kaynağıdır; bir taraftan kamu hizmetleri için ayrılan pay
düşerken, başta turizm ve inşaat sektörleri olmak üzere bir
kısım burjuvazinin kasalarına milyarlar aktarılıyor.
Enflasyon
almış başını gidiyor, ötesinde temel gıda maddelerinde
fiyatlar daha hızlı artıyor, vergiler oldukça yüksek, ücretler
düşük. Bunlar da birer öfke kaynağı olmuşlardır.
Bütün
bunlar Brezilya halk hareketinde birikmiş, geniş yığınları
doğrudan ilgilendiren toplumsal bir rahatsızlığın, öfkenin
belirleyici olduğunu göstermektedir. Ne Türkiye'de ve ne de
Brezilya'da milyonlar “ekonomi büyüyor, daha ne istiyorsunuz”
demagojisini artık yutmamaktadır. Doğru her iki ülkede de ekonomi
özellikle son 10 yılda -AKP ve PT-hükümetleri döneminde- oldukça
büyümüştür. Ama toplumsal sorunlar da artmış ve
yaygınlaşmıştır. Türkiye'de muhafazakar, Brezilya'da “solcu”
kılıflarla uygulanan neoliberal politikalar geniş yığınlarda
tepki, öfke birikimine neden olmuştur.
Aslında PT,
şu an yaşanmakta olan durumu, kendi hükümetine karşı sürdürülen
protesto nedenlerini ortadan kaldıracağım vaadiyle seçmenden oy
alarak 2002'de iktidara gelmişti. Bugünün tablosu, 2002 öncesinin
tablosudur. Şüphesiz, Lula hükümetiyle birlikte ekonomide ciddi
bir büyüme gerçekleştirilmiş, halkın yaşam koşullarında
kısmen, sınırlı bir iyileştirme olmuştur. Ama neo-liberal
uygulamalar çerçevesinde büyüyen ekonomiden en çok yerli ve
yabancı tekeller yararlanmışlardır. Mali sektör, Lula döneminde
olağanüstü karlar elde etmiştir. Doğru, IMF'ye olan borç
ödenmiştir, ama yerli sermaye sahiplerinden yüksek faiz karşılığı
alınan borç paralarla ödenmiştir. Diğer taraftan işçi ve
emekçilerin durumunda ciddi iyileştirmeler olmamıştır; bir taraf
zenginleşirken, diğer taraf daha da yoksullaşmıştır.
Elde edilen bazı sonuçlar ve hareketin yetmezlikleri:
Hareketin
kendiliğindenci karakterine, katılımcıların yüzde 84'ü
herhangi bir siyasi partiyi destekliyor olmamasına ve yüzde 71'inin
de ilk defa gösteriye katılıyor olmasına rağmen milyonlarca
işçi, emekçi, gençlik kitlesi sokakları doldurmuştur. Bunun
nedenini Brezilya işçi sınıfının mücadele geleneğinde de
aramak gerekir. Bunun nedenini aynı zamanda öne sürülen
taleplerin geniş yığınların çıkarlarını dillendirmiş
olmasında da aramak gerekir.
Taleplerin
önemli bir kısmı federal hükümet tarafından kabul edilmiştir.
Toplu ulaşıma yapılan zamlar tamamen geri alınmıştır.
Yolsuzlukların, rüşvetin üstünü örtme, yargı yolunu kapatma
anlamında gündemde olan anayasa değişikliği önerisi geri
alınmıştır. Ülkenin en önemli zenginlik kaynaklarından olan
petrolde devletin elde edeceği gelirin dörtte üçünün (yüzde
75) sağlık ve eğitim alanına ayrılması kabul ettirilmiştir.
Yolsuzluk,
rüşvet, kayırmacılık, görevi kötüye kullanma vb. suçlar, yüz
kızartıcı suç olarak kabul ettirilmiştir. Toplu taşımacılıkta
bilet fiyatlarındaki artışa neden olan vergiler kaldırılmıştır.
Altyapı hizmetlerinin geliştirilmesi kabul ettirilmiştir.
Enflasyonun kontrol altına alınması için ulusal bir projenin
hazırlanması kabul ettirilmiştir.
Dilma bolca
reform ve reformlar üzerine halk oylaması sözü verdi. Bakalım ne
olacak.
Son yıllarda
dünyanın çeşitli ülkelerinde gündeme gelen hareketlerde
gençliğin kitlesel olarak ön planda olması, kapitalizmin
alternatif olmamasının, geleceksizlikten başka sunacağı bir
şeyin olmamasının açık ifadesidir. Gençlik geleceğini
kapitalizmde aramamaya başlamıştır. Bundan dolayı birçok ülkede
patlak veren eylemler gençlikte yankı bulmuştur. Bu, Brezilya'da,
Türkiye'de Yunanistan'da, İspanya'da, Mısır'da,
“Occupy-Hareketi”nde böyle olmuştur.
Brezilya'da
gençlik, hakim sınıfların “fedakarlık” talebini
kabullenmemiştir.
Brezilya'da
halk hareketinin esas gövdesini oluşturan gençlik, emekçi, işçi
kitlesi siyasal örgütlülükten yoksundur. Gösterilere
katılanların yüzde 84'ünün herhangi bir partiyi desteklememesi
de durumun böyle olduğunu göstermektedir. Hangi ülkede olursa
olsun burjuvazi, örgütsüz kitlenin kolay bastırılacağını,
yönlendirileceğini ve eyleminin saman alevi gibi söneceğini çok
iyi bilmektedir. Bu nedenle de her fırsatta örgütsüzlüğün
propagandasını yapar. Kitlelerin örgütlü mücadeleden uzak
durması için örgütlü mücadeleyi, örgütleri karalar,
“marjinal”leştirir, dağıtmak için baskı araçlarını
kullanır. Brezilya'da “marjinal”leştirmeye de pek gerek
kalmamıştır. Birçok “sol” grup PT'yi desteklemiş, onunla
örgütsel bütünleşmemiş, ama dışarıdan desteklemiş ve
böylece onun hatalarına, “günahları”na toplum nezdinde ortak
olmuştur. Kitle sadece PT'yi değil, onu destekleyenleri de
karşısında görüyor. Bu durumda bu “sol” grupların emekçi
kitle ile bağ kurması PT için ne kadar zor ise bu gruplar için de
o kadar zor oluyor.
Üstesinden
gelemediği ve gelemeyeceği sorunlarından dolayı kapitalizm son
kertede toplumsal karakter kazanmış hoşnutsuzluklara, tepkilere,
öfkeye yol açmaktadır. Bunların vesilesi ne olursa olsun,
sonuçta hep aynı çelişkilerden; ekonomiden, toplumsal, sınıfsal
yapıdan ve ilişkilerden, burjuvazinin politikasından kaynaklanan
sorunlardır, kitlesel patlamalardır. Burjuvazi bu patlamaların
düzeni tehdit etmeyecek boyutlarda kalması için tedbir alır.
Brezilya'da bu iki biçimde gözüktü: Bir taraftan Devlet Başkanı
Dilma, gösterilerin “demokrasinin bir parçası” olduğunu
açıklayarak gösterileri anlayışla karşıladığını ifade
etmiş oldu. Ama diğer taraftan da sağcı, faşist, ulusalcı
güçler kitle hareketini sindirmek ve karakterini değiştirmek için
harekete geçtiler. Bu bir sindirime hareketiydi ve belli bir
aşamadan sonra sendikaların da eylem çağrısı yapmaması, bu
sindirme politikasının bir sonucudur.
Kendiliğindenci
mücadelenin ömrü belli bir yere kadardır. Örgütsüzlük, belli
bir stratejiden yoksunluk, devletin tedbirleri sonuçta
kendiliğindenci hareketin sınırlarını belirler. Türkiye'de
Haziran Ayaklanması semt parklarındaki toplantılara yayılarak
geri çekilirken, Brezilya'da adeta birden bire sonlanmıştır.
Brezilya'da
halk hareketi medyada da destek bulmuştur; az sayıda da olsa yeni
nesilden gazeteciler eylemlerle dayanışma içinde olduklarını
açıklamışlar, polis baskılarını, göstericilere karşı zor
kullanmalarını yazılarında ele almışlardır. Bunu yaparken de
polis baskısının bizzat hedefi olmuşlardır. Hükümetin,
polisin, burjuva medyanın yalanlarının, çarpıtılmış
haberlerinin, gösterileri kriminalize etme planlarının aşığa
çıkartılmasında, birçok yakma-yıkma eylemlerinin bizzat polisin
işi olduğunun anlaşılmasında bu gazetecilerin küçümsenemeyecek
bir rolü olmuştur.
Hükümetin,
polisin, medyanın meşru bir hareketi maniple etme, çarpıtma,
kriminalize etmeleri açığa çıktıkça, kitlelerin gösterilere
ilgileri daha da artmış ve hareket geniş yığınlar tarafından
desteklenmiştir. Örneğin 20 Haziranda Sao
Paulo ve Rio de Janeiro'da faşist grupların sosyal hareketlerden,
sendikalardan sol parti ve gruplardan oluşan bloklara saldırmaları
ve kızıl bayrak veya sol sembolleri olan T-Shirt taşıyanları
hedef almaları kısa zamanda bütün ülkede tepkilere neden oldu ve
bu nedenle kendiliğinden oluşan gösteriler üzerinden hareket
kitlesel karakter kazanmaya başladı. Bunda sosyal ağların da rolü
oldukça önemliydi.
Diğer
taraftan burjuva medyanın bir kısmı hareketin kontrolden çıkacağı
korkusuyla susmaktan, “penguen” programları yayımlamaktan
vazgeçerek kısmen de olsa olayları yansıtmaya, polis baskısından,
zor kullanımından bahsetmeye başlamıştır.
*) Bu yazı
Ağustos 2013'te hazırlanmıştır.