deneme

1 Temmuz 2014 Salı

UKRAYNA VE EMPERYALİSTLER ARASI ÇELİŞKİLER*



UKRAYNA VE EMPERYALİSTLER ARASI ÇELİŞKİLER*

Cenevre'de ABD, Rusya, AB ve Ukrayna'nın katılımıyla gerçekleştirilen konferanstan sonra yumuşamanın yerine emperyalistler arası çelişkilerin daha da keskinleştiğini;
karşılıklı tehditlerin savrulduğunu ve askeri tatbikatların yapıldığını gördük.
Dünyanın politik gündeminde ilk sırada yer alan Ukrayna sorunun
neden kaynaklandığını ve Ukrayna'yı bu denli önemli
yapanın ne olduğunu bu yazıda ele alacağız.
*
Sovyetler Birliği (bundan sonra SB) ve revizyonist blokun dağılmasından sonra burjuva medyada Orta ve Doğu Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu ülkelerinde muhalif güçlerin eylemlerinden sık sık bahsedilmeye başlandı. Batı’nın emperyalist burjuvazisi bu eylemleri “devrim” olarak tanımladı. Öne sürülen, “devrim” yapmaları talep edilen aktörler, eylemleri için medyada etkili, ve sembolik kavramlar kullandılar. Örneğin, Ukrayna’da “turuncu devrim”, Lübnan’da “sedir devrimi” girişimi, Gürcistan’da “gül devrimi”, Kırgızistan'da “Lale devrimi” gibi.


Burjuva medya bu “devrim”lerin sadece görünüşüyle, yansıyış biçimiyle ilgilendi ve stratejik amacın bilinmezlik içinde kalmasına öze gösterdi, arka planda duran güçlerin “demokrasi ihracatçıları” olduğunu işledi. “Devrim”lerin gerçekleştirildiği veya denemesinin yapıldığı bütün ülkelerde öne sürülen aktörlerin hemen hemen aynı yöntemi kullandıkları görüldü. Bunun ötesinde söz konusu ülkede çıkarı olan emperyalist ülkelerin yönlendirdiği ve finanse ettiği güya “hükümet dışı örgütler” ve onların söz konusu ülkelerdeki şubeleri, mali, teknik destek sunarak, taktik vererek aktörlerinin eylemlerine müdahil oldular.
Bu renkli “devrim”ler sonucunda söz konusu ülkelerin sınıfsal ilişkilerinde hemen hiçbir şey değişmedi, iktidar yapıları hemen hemen aynı kaldı. “Devrim” adına yapılan, iktidardaki Sovyet döneminden kalma hakim sınıf kliğinin yerini Batı yanlısı kliğin almasından başka bir şey değildi. Sadece Özbekistan gibi birkaç ülke, böylesi “devrim”lere karşı direnç gösterebildi.
Amerikan emperyalizmi amacına ulaşmak için askeri müdahalenin yanı sıra içten müdahaleyle, “barışçıl” müdahaleyle çıkarlarına tabi olmayan güçleri iktidardan uzaklaştırıyor ve çıkarlarına tabi olan güçleri iktidara getiriyor. Bu onun sürekli kullandığı bir yöntemdir. Amerikan emperyalizminin eski Sovyetler Birliği nüfuz alanında bulunan ülkelere askeri müdahalede bulunmaması ve görünüşte siyasal etkisinin zayıflaması onun bu alanlarda etkisiz olduğu yanılsamasına neden olmaktadır. Oysa durum, Ukrayna'daki gelişmelerin de gösterdiği gibi hiç de göründüğü gibi değildir. Bu ülkelerde Amerikan emperyalizminin siyasal gelişmelere müdahalesi oldukça derindir ve devam etmektedir. Bu müdahale, Ukrayna’daki ve Gürcistan’daki renkli “devrim”lere müdahalesinden daha da derindir. Renkli “devrim”ler buz dağının sadece görünen yanıdır.

Bush, Ocak 2006’da ulusa sesleniş konuşmasında şunları söylüyordu: “Her ulusta ve kültürde, dünyamızda despotluğun sona erdirilmesi amacıyla demokratik hareketlerin ve kurumların güçlenmesi için çaba harcamak ve desteklemek ABD’nin politikasıdır… Bugün Amerika dünya halklarına bir daha hitap ediyor: Despotluk ve umutsuzluk altında yaşayan herkes şunu bilmelidir: ABD, baskı altında tutuluşunuzu unutmayacaktır ve baskı altında tutanları affetmeyecektir. Eğer özgürlükten yanaysanız, biz de yanınızdayız. Baskı altında tutulan, hapse atılan veya mülteci konumunda olan demokratik reformcular şunu bilmeliler: Amerika, sizlerde…özgür ülkenizin gelecekteki önderlerini görmektedir”. Bush'un bu anlayışı Amerikan emperyalizminin her başkanı tarafından bir biçimde dile getirilmiştir. Bugün Obama da aynı anlayıştadır. Ukrayna ile ilgili olarak yapılan açıklamalar bunu göstermektedir.

Bu politikanın, özgürlük ve demokrasi “savunuculuğu”nun arkasında yatan çıplak Amerikan çıkarlarıdır; sadece herhangi çıkarlar değil jeopolitik çıkarlardır. Bu jeopolitikayı da Zbigniew Kazimierz Brzezinski belirlemektedir. Brzezany kasabası kökenli olan Brzezinski 1977-1981 yılları arasında J. Carter'ın ulusal güvenlik yardımcılığını yaptı. Barack Obama'nın başkan adaylığını destekledi. Obama da Brzezinski'yi “en seçkin düşünürlerimizden biri” olarak tanımladı.

ABD Başkanı hangi partiden olursa olsun Brzezinski'nin görüşleri hep dikkate alınmıştır. 1991'de SB'nin dağılmasından sonra gündeme getirdiği Avrasya jeopolitikası Amerikan emperyalizmi tarafından hala uygulanmaya çalışılmaktadır. ABD'nin Ukrayna'ya ve Gürcistan'a bakışıyla Brzezinski'nin Avrasya jeopolitik anlayışı arasında sıkı bir bağ vardır. Aslında arka planda ipleri elinde tutan, atılması gereken adımları belirleyen ve hata yapıldığında da bunu açıkça eleştiren Brzezinski'den başkası değildir.

SB'nin dağılmasından ve revizyonist blokun çökmesinden sonra Ukrayna, “büyük jepolitik oyun”un sonuçlandırılamamış bir sorunu olarak kaldı. 2004'teki “turuncu devrim” sadece geçici bir süreç olmaktan öteye gitmedi. Bu ülkenin dünya hakimiyeti bakımından Avrasya jeopolitikasında rolü, bu jeopolitik oyunda yer alan ABD ve Rusya gibi “oyuncular” tarafından daha baştan pekala biliniyordu ve bütün hazırlıklar ve çabalar da söz konusu oyunu nihai olarak sonuçlandırmaya hizmet ediyordu.

SB'nin dağılmasından sonra tek süper güç olarak kalan Amerikan emperyalizmi dünya hakimiyeti stratejisini gerçekleştirmek için Avrasya jeopolitikasını uygulamaya koydu. Bu jeopolitikanın uygulanmasında kaçınılmaz olarak karşı karşıya geleceği ülkeleri (Rusya, Çin ve İran) çembere almak için adımlar attı. Aşağıdaki haritada bunu görüyoruz.




















Çembere alma ve tecrit etme politikası yeni değildir. Sosyalist SB döneminde (Ekim Devriminden XX. Parti Kongresine, 1956) ve sonrasında revizyonist ve sosyal emperyalist SB döneminde de Amerikan emperyalizminin çıkarları temelinde kapitalist dünya, çembere alma ve tecrit etme politikasına göre hareket etmiştir. Güncel olarak Çin de bu çemberin içindedir. “Asya Pivot Stratejisi” Çin'i çembere alma stratejisidir.

ABD, Batılı müttefikleriyle birlikte Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini AB'ye ve NATO'ya kattı; dağılmış olan revizyonist blokun 12 ülkesi NATO üyesi yapıldı ve böylece NATO üzerinden ABD'nin askeri gücü Rusya sınırlarına dayandı. Hesap oldukça basitti; Rusya'nın her geri adımı, ABD için ileriye atılmış bir adımdı veya Rusya'nın ileriye atılmış her adımı ABD için geriye atılmış bir adımdı. Veya da Rusya için olumlu olan gelişme ABD için olumsuz bir gelişmeydi veya tersi.

Turuncu devrim”den sonra Ukrayna konusunda her iki tarafın planları çoktan hazırlanmış ve uygulanması için fırsat kollanıyordu. Ukrayna'da protestoları örgütleyen, kışkırtan ve devlet başkanı V. Yanukoviç'in görevden alarak doğrudan Batı yanlısı bir hükümetin görev başına getiren AB ve onun arkasında duran ABD'dir. Kırım'ın Ukrayna'dan ayrılması ve Rusya Federasyonu'na katılması ve şimdi de Doğu Ukrayna'da bazı bölgelerin de aynı doğrultuda adım atma eğilimi, açık ki Rus ordusunun silahlı unsurlarının “kurtarılmış bölge” oluşturmaya çalışması her iki tarafın önceden hazırlanmış planlarının uygulamasından başka bir şey değildir. Burada önemli olan, kimin daha çok savaş kışkırtıcılığı yaptığı değil, her iki tarafın da savaş kışkırtıcılığı yaptığıdır.

Ukrayna’nın Avrasya jeostratejisindeki ve emperyalist jeopolitikadaki yeri veya Ukrayna'yı önemli kılan nedir?

Jeopolitika ve strateji açısından Ukrayna:
Rusya'nın Dışişleri Bakanı Lawrow'un yeni Ukrayna hükümeti Rusça konuşan Ukraynalıların insani haklarını dikkate almıyor savı, Kırım'daki gelişmelerin Doğu Ukrayna'da da olabileceğine bir işarettir. Kırım'da Rusça konuşan ve kendini Rus olarak tanımlayanların haklarını korumak için önleyici koruma tedbiri çerçevesinde bu yarımada Rusya tarafından işgal ve arkasında da ilhak edilmişti. Aynı planın Doğu Ukrayna'da da uygulanması için -buradaki Rusların haklarının önleyici tedbirle korunması için- birtakım adımların atılacağı işaretleri yeteri kadar verilmektedir. Kırımı'ı önemli yapan oradaki deniz üssüdür. Rusya'nın Karadeniz filosu Sivastopol'da bulunuyor. Ukrayna ve Rusya arasında yapılan kiralama anlaşmasına göre de 2042'ye kadar orada bulunacak. Bu filo Rusya'nın en büyük dört deniz üssünden birisidir ve doğrudan Akdeniz'e açılış kapısıdır. Diğer taraftan bu filo, Ukrayna'nın NATO üyesi olması önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Bu durum ABD'nin planlarını, en azından Ukrayna'yı ulusal güvenlik stratejisi çerçevesinde NATO'ya bağlamasını engellemektedir. Mevcut haliyle Ukrayna, ABD ve AB açısından farklı nedenlerden dolayı önemli olmaktadır:
AB'nin sorunu veya önceliği Ukrayna'yı Avrupa'nın tahıl ambarı yapmak, doğu bölgesinde bulunun ağır sanayisinden, hammaddelerinden, madenlerinden ve boru hatlarından yararlanmaktır. Açık ki, Ukrayna, AB için iktisadi olarak birinci derecede önemlidir. Buna karşın ABD, Ukrayna'yı, Rusya'yı çembere almak, onu zayıflatmak için ele alıyor; NATO'ya alınması çabası da bunu açıkça göstermektedir. ABD, Ukrayna'nın konumunu jeopolitik açıdan, Avrasya jeopolitikasının, dünya hakimiyeti anlayışının bir parçası olarak okuyor.

Rusya'yı Avrupa'ya bağlayan boru hatları, yüksek gerilim hatları, demiryolu hatları gibi altyapının büyük kısmı Ukrayna sınırları içinde bulunmaktadır.
Ukrayna'da darbe sonunda iktidara gelen geçici hükümetle ABD ve AB, Rusya'yı Avrupa'ya bağlayan altyapının kullanılabilirliğini, Karadeniz filosunun sürekliliğini soru götürür hale getirmekte ve Rusya tarafından öncelikle ele alınan Avrasya Birliği'ni boşa çıkartmaktadır.

Yanukoviç'in zorla devrilmesiyle tampon devlet konumundaki Ukrayna'yı da kaybetmekle karşı karşıya kalan Rusya, bölgede stratejik olarak savunma durumuna düşüyor. Ukrayna'nın kaybedilmesinden sonra Gürcistan ve Moldavya'nın da tamamen kaybedilme olasılığı gündeme geliyor. Nitekim bu iki ülkenin üst düzey temsilcileriyle Mart başında bir araya gelen B. Obama. J. Biden ve J. Kerry Batıya bağımlılığın pekiştirilmesi için planlama yapmışlardı. Buna karşın Rusya, Kırım'ı işgal ve ilhak ederek ABD'yi “oldu-bitti” durumuyla karşı karşıya bırakmıştır.

Ukrayna'nın Amerikan çıkarları, ABD'nin dünya hakimiyeti jeopolitikası bakımından ne denli önemli olduğunu sürekli vurgulayan ve gerekli adımların atılmaması durumunda da hükümeti eleştiren Brzezinski'nin yanı sıra “Stratfor Enstitüsü” yöneticisi G. Friedman da “Önümüzdeki Yüz Yıl” kitabında Avrasya'da nelerle karşı karşıya kalınabileceğini ele almaktadır: Friedman'a göre Rusya mevcut haliyle dünya politikasında tecrit olmaya devam edecek, 1991'de kaybettiğinden daha fazla nüfuz kaybına uğrayacak ve Batı için ciddiye alınan bir tehlike olmaktan çıkacaktır.
Görüyoruz ki, bu konuda çok şey söylenebilir. Ukrayna'nın yeraltı zenginliklerinden bahsedebiliriz. Ama belirleyici olan Ukrayna'nın madenlerinden, eskimiş sanayisinden ziyade stratejik konumudur. Bu bağlamda gaz ve petrol boru hatlarının geçiş güzergahı olması da önemlidir. Şüphesiz ki, boru hatlarının geçiş güzergahı olması yeraltı zenginlikleriyle karşılaştırıldığında daha da önemlidir. Ama bütün bunların önünde iki “dünya” arasındaki coğrafi konumudur.

Avrasya jeopolitikası ancak belli bir bütünsellik içinde uygulanabilir bir dünya hakimiyeti anlayışıdır: Bu anlamda Ukrayna, Gürcistan ve Afganistan gibi ülkeler bu jeopolitikanın uygulanmasında “olmazsa olmaz” öneme sahiptirler. Örneğin Gürcistan'ın kaybedilmesi (Rusya hakimiyetine girmesi), Batı'nın, somutta da AB ve ABD'nin Hazar Havzası'ndan ve Orta Asya'dan kopartılması anlamına gelir. Öyleyse Gürcistan oldukça önemlidir. Aynı durum Ukrayna için de geçerlidir. Bu sefer Hazar Havzası'na ve Orta Asya'ya açılan kapı olmaktan ziyade AB ve ABD'nin batıda Rusya sınırlarına dayanmış olması bakımından.

Rusya, Orta Asya'nın dünya ekonomisi ile bağını kopartmak istiyor. Bu kopartma tecritlik değil, ilişkiyi doğrudan kontrol etmektir. Yani Rusya'nın çıkarlarına uygun olmayan bir Orta Asya-dünya ekonomisi bütünleşmesi olmamalıdır. Bu bütünleşme de bugünkü koşullarda ancak ve ancak Ukrayna ve Gürcistan üzerinden gerçekleştirilebilir veya engellenebilir.

Görüyoruz ki Ukrayna'nın önemi, ancak jeopolitik konumuyla açıklanabilir. Belirttiğimiz gibi bunu da jeopolitika açısından en iyi açıklayan Zbigniew Brzezinski'dir. Asında günümüzdeki ve gelecekteki AB, NATO ve özellikle de ABD'nin hegemonya politikasını anlamak için Z. Brzezinski'nin yazılarına, özellikle de “Yegane Dünya Gücü, Amerika'nın Hakimiyet Stratejisi” (1998) bakmak gerekir.

Yegâne Dünya Gücü...” kitabında Brzezinski “Avrasya satranç tahtası” diye tanımladığı Lizbon'dan Viladivostok'a kadar uzanan ve Avrupa ve Asya kıtalarından oluşan bu alanı dört bölgeye ayırır: Bu bölgelerden birisi bugünkü AB alanıdır. İkincisi Ortadoğu ve Orta Asya'nın bir kısmıdır. Üçüncüsü Çin ve ona komşu ülkelerdir. Dördüncüsü ise Avrasya'nın merkezidir, yani Rusya.

Brzezinski'nin bu konudaki düşüncesi aslında hiç de yeni değildir; en azından emperyalizmin tarihi kadar eski olan bir düşüncedir. 20. yüzyılın başında İngiliz jeopolitikacı H. Mackinder bu jeopolitik anlayışı gündeme getirir. Avrasya jeopolitikasının esas kurucusu Harold Mackinder'dir (1). 20. yüzyılın başında Mackinder'in İngliz emperyalizminin dünya hakimiyeti için şekillendirdiği Avrasya jeopolitikasını Brzezinski 20. yüzylın sonunda Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti konseptine dönüştürmüştür dersek abartmış olmayız.
Ukrayna, Avrasya jeopolitikasında hiçbir küresel aktörün, jeopolitika üretme yeteneği olan emperyalist ülkenin göz ardı edemeyeceği ülkedir. Bu anlamda Z. Brezezinski, “Avrupa-Atlantik alanının genişletilmesi, eski SB topraklarında yeni doğan bağımsız devletleri, özellikle de Ukrayna’yı entegre etmeyi gerekli kılmaktadır” der. Bu ülke, Amerikan emperyalizmine ve NATO’ya Avrasya jeopolitikasının gerçekleşmesi için olağanüstü olanak sunacak coğrafi bir konuma sahiptir. Ukrayna, Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasında veya eski SB cumhuriyetlerine yönelik politikasında özel bir öneme sahiptir. Onun bu önemi, Avrupa ve Asya kavşağında yer almasından doğan stratejik konumundan kaynaklanmaktadır. Güncel gelişmelerin de gösterdiği gibi Ukrayna, Rus ve Amerikan Avrasya jeopolitikası bazında özellikle Amerikan emperyalizmi ve Rus emperyalizmi arasındaki çıkar çatışmalarının kaderini belirleyecek derecede kilit bir ülke konumundadır.

Yüz ölçümü bakımından (603 700 km²) Avrupa’nın en büyük devleti olan Ukrayna'daki stratejik konumundan dolayı gelişmeler Avrupa’nın istikrarını etkileyebilir. Bu nedenden dolayı da Ukrayna önemlidir.

Ukrayna, Rusya’nın Karadeniz üzerinden sıcak denizlere açılmasını sağlayan bir kapıydı. Bunun yanı sıra Ukrayna, Rusya’yı Doğu Avrupa’ya ve oradan da Avrupa’ya ulaştıran vazgeçilemez bir koridordu. SB döneminde gerçekleştirilen ulaşım altyapı sisteminden dolayı Ukrayna’nın, Rusya ve Avrupa arasında bağlantı sağlama özelliği daha da güçlenmiştir. Rusya’dan Avrupa’ya enerjiyi taşıyan boru hatlarının hemen hepsi Ukrayna’ topraklarında geçmektedir. Tabii ki bu durum, Ukrayna’yı stratejik bakımdan daha da önemli kılmaktadır.
Bağımsız veya Batı yanlısı bir Ukrayna, stratejik konumundan dolayı Rusya’nın güçlenmesi ve jeopolitik açılımlarını gerçekleştirmesi önünde bir engeldir. Diğer bir ifadeyle Rus sermayesinin çıkarlarına tabi olmayan bir Ukrayna, Rusya'nın dünya gücü olması önünde doğal bir engel olur. Z. Brzezinski Ukrayna’nın jeopolitik konumunu ve Rusya için önemini, “Ukrayna’sız Rusya imparatorluk değildir” diye ifade eder.
Ukrayna'nın bu öneminden yararlanmak isteyenler sadece Rusya ve ABD ile sınırlı değildir. AB de bu ülkenin öneminin farkındadır. AB'nin, SB'nden ayrıldıktan sonra Ukrayna ile ilişkileri bunun böyle olduğunu göstermektedir.
AB açısından Ukrayna’nın jeopolitik konumu ikili bir anlam taşır:
-Ukrayna, Rusya ve Avrupa arasında bir köprü olmalıdır.
-Ukrayna, Rusya ve Avrupa arasında bir tampon bölgedir.
Her iki durumda da Ukrayna’nın AB için önemi, tahıl ambarı olmasından, yeraltı zenginliklerinden başka Rusya olgusundan da kaynaklanmaktadır. Rusya karşısında bağımsız bir devlet olarak Ukrayna ve AB-ABD yanlı politikası, AB'nin yayılmacılığını önemli derecede değiştirmektedir. Ukrayna, AB’nin Orta ve Doğu Avrupa genişlemesinden sonra bu entegrasyona komşusu olmuş ve AB ile Rusya arasında bir tampon bölge haline gelmiştir. Yani Ukrayna, AB için güvenlik bakımından da oldukça önemlidir. AB, Avrupa’nın istikrarını bağımsız bir Ukrayna’da görmektedir.

AB’nin Ukrayna politikasında özellikle Almanya yönlendirici bir rol oynamaktadır. Neden Almanya sorusunun cevabı Alman emperyalizminin AB içinde oynadığı rolde ve Almanya açısından Ukrayna’nın stratejik öneminde aramak gerekir. Buna ekonomi de dahildi.

Turuncu devrim” süreci ve güncel gelişmelerin de gösterdiği gibi ABD dışında AB ve AB içinde de özellikle Almanya, Ukrayna’nın gelecekte sahip olacağı niteliğe, yer alacağı konuma büyük ilgi duymaktadır.

Rusya, zayıf ve kendisine bağlı bir Ukrayna’dan yanadır. Bu nedenle Ukrayna’nın zayıf kalması, bağımsızlığını yitirmesi, kendisine bağlanması, ABD ve AB ile ilişkilerinin önemsizleşmesi için ellinden geleni yapmaktadır ve yapacaktır. Rusya, fırsatını buldukça ve bizzat örgütleyerek Ukrayna’daki Rus etniğini kışkırtarak, bu ülkenin parçalanarak önemsizleşmesini için şimdi olduğu gibi gelecekte de uğraşacaktır. Böyle bir gelişme ABD ve AB çıkarlarına doğrudan aykırıdır. Bu nedenle, Rusya’nın niyetini iyi tanıyan ABD ve AB, Ukrayna’nın böyle bir durumla karşı karşıya kalmaması için tedbirlerini alacaklardır. “Turuncu devrimi”nden günümüze kadarki süreçte Ukrayna'da yaşanan iktidar kavgası, değişimi bunu açıkça göstermektedir.

Bağımsız ve Batı yanlısı bir Ukrayna, Avrasya jeopolitiğini AB ve özellikle de ABD lehine değiştirir. Aynı şekilde, Rusya'ya bağımlı ve onun güdümünde olan entegrasyonlara katılan bir Ukrayna, Avrasya jeopolitiğini bu sefer Rus emperyalizmi lehine değiştirir.

Brzezinski, Amerikan emperyalizmine dünya hakimiyeti için yol gösteriyor. Bu hakimiyetin gerçekleştirilmesi için aynı zamanda NATO'nun, Avrasya'da ABD'nin “köprü başı” rolünü üstlenmesi gerekiyor. Nitekim bu amaç için de dağılan revizyonist blokun ülkeleri NATO üyesi yapıldılar.

Brzezinski “Yegane Dünya Gücü, Amerika'nın Hakimiyet Stratejisi” çalışmasında iki ülkeye veya bölgeye oldukça önem vermektedir. Bunlardan birisi Ukrayna'dır (Diğeri de Gürcistan'dır). Bu konuda şöyle der:

Ukrayna Avrasya satranç tahtasında yeni ve önemli bir alandır; jeopolitik bir odak noktasıdır, çünkü onun salt bağımsız devlet olarak varlığı Rusya'nın dönüşümüne katkıda bulunacaktır. Ukrayna olmaksızın Rusya bir Avrasya imparatorluğu olamaz. Ama Moskova, önemli yeraltı zenginliklerine sahip olan... Karadeniz'e açılan Ukrayna üzerinde hakimiyeti yeniden elde edecek olursa Rusya otomatik olarak Avrupa ve Asya'yı kapsayan güçlü bir imparatorluk olanaklarına sahip olmuş olur”.

Brzezinski'ye göre sadece Ukrayna'yı kontrol altına almak yetmiyor. Aynı zamanda Güney Kafkasya da kontrol altına alınmalıdır.

O halde bir de Gürcistan’ın emperyalist jeopolitikadaki yerine bakalım:
Yer altı zenginlikleri (altın, petrol ve doğal gaz vs.) bulunmayan, nükleer silahları olmayan bu Kafkas ülkesini stratejik açıdan önemli kılan, Hazar Havzası ve Avrasya’ya girişte, AB ve ABD için vazgeçilemez bir kapı konumunda olması ve Rusya ile NATO arasındaki ‘en sıcak sınırı’ oluşturmasıdır. Gürcistan, Avrasya’nın Hazar Havzası/Orta Asya bölgesine; enerji kaynaklarından dolayı emperyalist ülkelerin ve yerel güçlerin gözü olduğu bu bölgeye açılan en yakın kapıdır. Bu özelliğinden dolayı Hazar Havzası enerji kaynaklarının dünya pazarlarına taşınmasında Gürcistan önemli bir geçiş özelliğine sahiptir.

Amerikan emperyalizmi, Avrasya jeopolitik açılımında Gürcistan’ın kilit konumunu görüyor. Türk burjuvazisi de Kafkasya ve Orta Asya jeopolitikasında Gürcistan’ın oynadığı ve oynayacağı kilit rolün bilincinde. Çıkarları çakışan ABD ve Türkiye, Gürcistan’ın “bağımsızlığı” için veya Rusya’nın hegemonyasına yeniden girmemesi için bu ülkeye siyasi, ekonomik, askeri yardımda bulunuyorlar. Bu bakımdan Gürcistan Batı'nın elindedir.
Amerikan emperyalizmi, bu bölgenin enerji zenginliklerinin Rusya sınırları dışında kalan boru hatlarıyla dünya pazarlarına taşınmasını Rusya’ya karşı rekabetinin önemli bir sorunu olarak görüyor. Hazar Havzası enerjisinin Rusya dışında bir bölge üzerinden dünya pazarlarına taşımak, ancak ve ancak Gürcistan’dan geçen bir hatla mümkün olabilir. Bu durum Gürcistan’ı, Rusya, ABD, Türkiye ve AB nezdinde önemli kılmaktadır.

Rusya’nın Hazar Havzası ve Orta Asya’nın tamamına yeniden sahip olması, Güney Kafkasya’ya hâkim olmaktan geçmektedir. Güney Kafkasya’ya hâkim olmak da, bu bölgenin kapısı konumundaki Gürcistan’a hâkim olmaktan geçmektedir. Bu gerçekten hareketle Rusya, her fırsatı ve yöntemi kullanarak Gürcistan’ı kendine bağlamaya çalışmıştır ve çalışmaktadır.
Her halükarda Rusya, Gürcistan’dan vazgeçmiş değildir ve 2008 Rusya-Gürcistan savaşı da vazgeçmediğini göstermektedir. 7 Ağustos 2008'de başlayan ve 12 Ağustosta sonlandırılan Rusya-Gürcistan savaşı Rusya'nın Gürcistan karşısında üstünlüğünü ve Rus emperyalizminin “arka bahçesi”nde, Kafkaslar'da ve Orta Asya'da kendi çıkarlarına ters düşen, başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin çıkarına hizmet edecek gelişmelere silah gücü kullanarak müdahale edeceğini göstermiştir. Bu gücü Ukrayna'da da kullanmaya hazır olduğunu güncel gelişmeler göstermektedir. Rus emperyalizmi, Baltık ülkelerinin AB’ye girmelerini engelleyemedi. Doğu Avrupa’yı NATO’ya kaptırdı. Amerikan emperyalizminin Orta Asya’ya girmesini engelleyemedi. Gürcistan’dan sonra Ukrayna’yı da kaybetmekle karşı karşıya. Bu nedenle geriye kalanı kaptırmamak için mücadele ediyor. Jeopolitik kaygılardan dolayı Ukrayna ve Gürcistan Putin'e veya Rus emperyalizmine göre aşılmaması, dokunulmaması gereken iki kırmızı çizgi olmuştur.
Avrasya jeopolitikasının gerçekleştirilebilmesi için Rusya'nın önemsizleştirilmesi gerekiyor. Brzezinski bu anlayışını çok açık bir biçimde dile getirir: “ABD ve NATO ülkeleri...kararlı ve sürekli bir biçimde, en azından teorik olarak Rusya'ya dünya politikasında ikinci numara olma umudunu veren jeopolitik temelleri yıkıyorlar”.
Brzezinski'nin bu jeopolitik anlayışı Amerikan emperyalizmi tarafından aynen ve kararlı biçimde uygulanmıştır ve uygulanmasına devam edilmektedir.

Gürcistan'da “Gül devrimi” (2003), Ukrayna'da “Turuncu devrim” (2004), Kırgızistan'da “Lale devrimi” (2005) bu jeopolitikanın gerçekleştirilmesine hizmet ediyorlardı.

Şimdi bu konuyu biraz açalım:
Brzezinski söz konusu kitabında Ukrayna'nın jeopolitik konumunu ayrıntılı olarak ele alır. Analizini İngiliz jeopolitik uzmanı Halford J. Mackinder'ın (1861-1947) konseptine dayandırır. Bu anlamda aslında “oyuncular”ın değişiminde başka yeni bir şey söylememektedir. Mackender, Avrasya'nın ortasında bulunan “çekirdek bölge”den veya “merkezi bölge”den söz eder. Bu bölgeyi de tarihin odak noktası olarak görür. Coğrafi konumundan dolayı bölgeyi böyle tanımlar: Orta Asya ve Sibirya ele geçirilemez bir kale konumundadır. Denizlerde hakimiyet kurmuş güçler için ulaşılamaz. Bu nedenden dolayı saldırılar, işgaller hep bu merkezin veya Avrasya'nın kıyı bölgelerinde gerçekleştirilir. Bugün bu merkez bölge hakim olan güç Rusya'dır.

Mackinder Avrasya jeopolitikasında önemli bir yeri olan Doğu Avrupa'yı da ele alır. Şöyle der:
Doğu Avrupa'ya hakim olan merkez bölgeye hakim olur. Merkez bölgeye hakim olan dünya adasına hakim olur. Dünya adasına hakim olan dünyaya hakim olur”.

Brzezinski'nin de merkez bölge olarak tanımladığı bu bölge veya Avrasya karası dünya nüfusunun yüzde 75'ini barındırıyor, dünya üretiminin yüzde 60'ını sağlıyor ve aynı zamanda dünya çapında bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçü de bu bölgede bulunuyor. ABD dışında önde gelen emperyalist ülkelerin, jeopolitika üretme yeteneği olan ülkelerin hemen hepsi bu bölgede bulunmaktadır.

Brzezinski bu durumu şöyle açıklar:
Bütün olarak bu kıtanın iktidar potansiyeli, ABD’ninkini oldukça göreceli bırakıyor. Amerika’nın şansı, siyasi bir bütünlük oluşturmak için Avrasya’nın çok büyük olmasıdır.
Yani Avrasya, gelecekte de küresel hakimiyet için mücadelenin sürdürüleceği bir satranç tahtasıdır. Jeostratejik -jeopolitik çıkarların stratejik ele alınışı- satrançla karşılaştırılsa da bu satranç tahtası üzerinde sadece iki değil, bilakis çok ve değişik güçlerde oyuncular cirit atıyorlar. En önemli oyuncular, satranç tahtasının batısında, doğusunda, merkezinde ve güneyinde faaldirler. Hem batı, hem de doğu kıyı bölgeleri, yoğun nüfuslu bölgelerdir ve buralarda görece dar alanda çok sayıda güçlü devletler birbirlerini itip-kakıyorlar. ABD’nin gücünün doğrudan temsil edildiği yer, Avrasya’nın batısındaki dar bölgedir. Uzakdoğu karasında, giderek güçlenen ve bağımsızlaşan, devasa bir nüfus üzerinde hakim olan bir oyuncu var. Buna karşın, enerji dolu rakibinin adalar halkasıyla sınırlı toprağı ve küçük Uzakdoğu yarım adalarının yarısı Amerikan gücüne üs olarak hizmet ediyorlar.

Batı ve doğu kıyı bölgeleri arasında, devasa, az nüfuslu şimdilerde siyasi olarak istikrarsız ve örgütsel çözülme içinde olan orta alan yer alıyor; burası önceleri ABD’nin güçlü rakibi, Amerika’yı Avrasya’dan püskürtüp atmayı amaç edinmiş bir karşıtı tarafından ilhak edilmiştir. Bu büyük orta Avrasya platosunun güneyindeki siyasi anarşi içinde, ama enerji rezervleri bakımından zengin olan bu bölge hem Avrupa hem de doğu Asya devletleri için çok önemli olabilir ve en güneyinde bölgesel hegemonya için çabalayan nüfusu kalabalık bir devlet yer alıyor.

Bu devasa, acayip şekillenmiş Lizbon’dan Wladiwostok’a kadar uzanan Avrasya satranç tahtası, “Global play”in (küresel oyunun, çn.) sahnesidir. Orta alan, giderek daha güçlü olarak Batının genişleyen etki sahasına (Amerika’nın ağırlıklı olduğu saha) çekilebilirse, güney bölgesi, tek bir aktörün hakimiyetine girmezse ve Uzakdoğu’da ülkelerin olası bir birleşmesi, Amerika’yı doğu Asya kıyısı açıklarındaki deniz üslerinden kovmayı beraberinde getirmezse, ABD tutunabilir. Orta alanın devletleri, Batıyı reddederlerse, siyasi bir bütünlükte birleşirlerse ve güney üzerinde kontrolü ele geçirirlerse veya doğunun en büyük oyuncusuyla bir ittifak kurarlarsa Amerika’nın Avrasya’daki hakimiyeti dramatik olarak azalır. Doğunun iki büyük oyuncusu herhangi bir zaman birleştiklerinde de aynı durum olur. Nihayet, Avrupalı ortaklar Amerika’yı batı taraftaki üslerden kovarlarsa bu, muhtemelen kıtanın batı kıyısının sonuçta, orta bölgeye hakim olan yeniden canlanmış oyuncunun zorbalığı altına girmesi anlamına gelse de, aynı zamanda onun Avrasya satranç tahtasındaki oyuna katılımının sonu demektir”(2).

Bu jeopolitikanın gerçekleştirilmesi için atılan adımlar:
NATO ve AB'nin doğu genişlemesi:
Revizyonist blokun dağılmasından sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri adeta sırayla önce NATO üyesi ve sonra da AB üyesi oldular. Aşağıdaki haritalarda da gördüğümüz gibi NATO'nun hakimiyet alanı Rusya sınırlarına kadar uzanmış oldu.































Böylece Baltık Denizi'nden Karadeniz'e kadar uzanan 200 milyon nüfuslu 1.800.000 km²'lik bir alan NATO ve AB hakimiyetine girmiş oldu.
Bölünmüş Ukrayna:



















Dil ve buna bağlı olarak kültür sorunu Ukrayna'da siyasal bölünmeyi de ifade etmektedir. Ayrışma dil ve kültür sorununa göre şekillenmiştir. Ukraynaca konuşanlar ülkenin orta ve batı bölgelerinde yoğunluktayken, Rusça konuşanlar da ülkenin doğu ve güney bölgelerinde çoğunluğu oluşturmaktadır. Bu bölünme seçimlere de yansımaktadır. Ukrayna milliyetçiliğinin temsilcileri konumunda olan Timoşenko ve Yuşçenko oylarını orta ve batı Ukrayna'mdan alırken, Rusya yanlısı olan Yanukoviç oylarını doğu ve güney Ukrayna'dan almıştır.

Ekonomik farklılaşma da dil ve kültür farklılığına paralel bir yapılanma göstermektedir. Ülkenin doğusunda, Rusça konuşulan bölgelerde kömür ve çelik sanayi yoğunluktayken, batı ve orta bölgelerde daha ziyade tarım ve ilgili ekonomi ağırlıktadır.
Ukrayna'da bölünmüşlük tarafları destekleyenlere bakılarak da görülebilir veya dış destek ülkede siyasal çelişkilerin keskinleşmesine hizmet etmiştir. Bu gelişme en açık bir biçimde 2004 başkanlık seçimlerinden sonra “turuncu devrim” sürecinde görülmüştür. Ukrayna'yı kendi nüfuz alanında tutmak isteyen Rus emperyalizminin temsilcisi Putin, W. Yanukoviç'i desteklerden AB ve ABD, Batı yanlısı olan W. Yuşçenko'yu desteklemiştir. Bu destek G. Soros'un “Open Society Foundation”, Amerikan hükümetine yakınlığıyla bilinen “National Endownment for Democracy” veya “Freedom House” gibi vakıflar tarafından gerçekleştirilmiştir. Sadece Amerikan hüümeti 1991'den bu yana NGO'ların, çıkar gruplarının ve kurumlarının faaliyeti için beş milyar dolarlık bir yatırım yapmıştır.
Turuncu devrim” Batının Rusya karşısında Ukrayna'da elde ettiği oldukça önemli bir başarıydı.
Batı yanlısı Yuşçenko'nun başkan olmasıyla ülkede sular durulmadı, tam tersine çelişkiler, karşılıklı kışkırtmanın da etkisiyle giderek keskinleşti. Öyle ki 2004/2005'te Ukrayna bölünmenin eşiğine geldi: Rusya yanlısı politikacılar Kiev'den ayrılma tehdidini yinelerken, “turuncu devrim” yanlıları arasında bitmeyen iç çatışmalar patlak verdi ve başbakan Y. Timoşenko görevden alındı. NATO'nun 2008'deki Bükreş zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan'ın üyeliği üzerine uzlaşma sağlanamadı ve bu iki ülkenin NATO üyeliği gerçekleşmemiş oldu. ABD'nin sıkıştırmasına direnen Almanya ve Fransa'nın bu tavrı, 2008 savaşında Gürcistan'ın Rusya'ya yenilgisi NATO'nun doğu genişlemesinin son sınırına geldiğini göstermekteydi.

2010 başkanlık seçimlerinde politik kamplaşmanın yönü değişti: Timoşenko ile Rusya arasındaki ilişkilerde belli bir iyileşme olurken, ülkenin doğu bölgesinde ağır sanayi sermayesi eskisi gibi Rusya yanlısı olmaktan ziyade AB'ye üyelik eğilimi göstermeye başladı. Yeni başkan Yanukoviç her iki tarafa da (Batı ve Rusya) aynı mesafede durma, bağımsız politika izleme, NATO üyesi olmama, ama aynı zamanda Rusya, Beyaz Rusya ve Kazakistan tarafından oluşturulan “Gümrük Birliği”ne girmeme, buna karşı AB üyesi olma, “bloklar dışında kalma” politikası güdüyordu. Yanukoviç'e göre Ukrayna “AB ve Rusya arasında bir köprü” olmalıydı. Ama Timoşenko'nun tutuklanmasıyla bağlam içinde AB ile Ortaklık Anlaşmasının sonuçlanmasından sonra bazı AB ülkelerinin Ukrayna'ya eleştirel yaklaşımı Yanukoviç'in yeniden Rusya'ya yakınlaşmasına neden oldu, Putin'i Ukrayna'ya davet etti, “Gümrük Birliği” ile ortak çalışmaya ilgi duyduğunu açıkladı. Bu arada Rusya da Ukrayna güvenlik güçlerinin bir kısmını kendi amaçları için örgütledi. Bunda ne denli başarılı olduğunu Kırım'ın ilhak edilmesinde ve son olarak da doğu Ukrayna'da ordu güçlerinin saf değiştirmesinde görmekteyiz.
Enerji koridorunda Ukrayna'nın yeri:


  
















Rus gazına bağımlılık derecesi:
Ukrayna sorununda dolayı AB'nin Rusya ile ilişkilerini ABD gibi sonuna kadar gerdirme eğiliminde olmayacağı veya olamayacağı da düşünülmelidir. Nihayetinde AB için önemli olan Rusya ile ekonomik ilişkilerin tehlikeye girmemesidir. AB, ABD veya Rusya veya Çin gibi bir jeopolitika, dünya hakimiyeti stratejisi geliştiremeyeceğinin bilincindedir. Bunun tek nedeni AB'nin bir ekonomik entegrasyon olması ve içinde birbiriyle rekabet eden Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya gibi emperyalist ülkelerin olmasıdır. Bu ülkeleri ortaklaştıran, tekleştiren bir jeopolitika mümkün olamaz. Sermayeler ulusal kökenlere ayrılmış olduğu müddetçe, yani ulus devletler var olduğu müddetçe olamaz.
AB ve Rusya arasında çelişkilerin keskinleşmesi durumunda Avrupa ülkelerinin enerji temini bakımından nelerle karşı karşıya kalacağını aşağıdaki veriler göstermektedir:
Avrupa ülkelerinin Rus doğal gazına bağımlılık oranları: Estonya (%100); Letonya (%100); Litvanya (%100); Finlandiya (%100); Bulgaristan (%98); Çek Cumhuriyeti (%88); Slovakya (%79); Slovenya (%62); Macaristan (%60); Polonya (%60); İtalya (%36); Almanya (%35); Fransa (%20); İngiltere (%15) ve Romanya (%9).
AB-Rusya arasında çelişkilerin derinleşmesi durumunda rafa kaldırılmış olan Nabucco projesi yeniden gündeme getirilebilir.














Bu proje Hazar Havzasından Avrupa'ya enerji akımını Rusya sınırları dışında sağlamak için planlanmıştır. Maliyet sorununda dolayı rafa kaldırılan bu hattın yeniden gündemleştirilmesinde Ukrayna sorunu belirleyici bir önem taşımaktadır ve Türk burjuvazisinin de işine yarar.

Ukrayna'daki gelişmeler, saflaşmalar iç politik sorunlarla; demokrasi için mücadeleyle veya yolsuzluğa karşı mücadele ile açıklanamaz. Şüphesiz bunun için mücadele ettiğine inanarak gösterilere katılan sayısız insan vardır. Ama Ukrayna'nın coğrafi konumu, Rusya ve ABD+AB'nin soruna yaklaşımları burada Avrasya'da hakimiyet, uluslararası alanda hakimiyet için bir mücadelenin verildiği ve bu mücadelede, daha doğrusu rekabette Rusya ve ABD+AB'nin karşı karşıya durdukları oldukça açıktır. SB'nin dağılmasından bu yana bu alan (Ukrayna), her iki emperyalist merkez arasında bir istikrarsızlık alanıydı. Bu alanı istikrara kavuşturmak, yani kendi nüfuz alanına dönüştürmek için denemeler hep geçici kaldı ve bugüne gelindi.

Son birkaç ayda Ukrayna'da yaşanan gelişmeler dünyanın birçok ülkesinde yaşanmış olan ve yaşanan gelişmelerin bir parçasıdır. En son olarak bu Türkiye ve Brezilya'da yaşandı. Daha öncesinde “Arap Baharı”nda, Yunanistan'da, İspanya'da vs. görüldü. Şüphesiz ki, bu protesto hareketleri, ayaklanmalar birebir aynı değildir. Ülke özelliklerinden kaynaklanan farklılıklar vardır. Ama hepsinde ortak olan nokta, özgürlük, demokrasi için, yoksuluğa, işsizliğe, çürümüş düzen yapılarına karşı mücadeledir. Yine hemen hemen hepsinin ortak noktası bu mücadelelerin kendiliğindenci bir karakter taşımasıdır. Bu kitlesel gösterilerin, zor kullanmanın devreye girdiği bu protestoların kendiliğindenci bir karakter taşıması, devrimci önderlikten yoksun olduğunun açık ifadesidir. Devrimci önderlikten yoksunluk bu protestoları, on binlerin katıldığı bu eylemleri maniple etmeye açık hale getirmektedir. Bunu da örneğin Mısır'da olduğu gibi ordu, Ukrayna'da olduğu gibi Batı'nın örgütlediği milliyetçi ve faşist güçler kullanmaktadır. Kendiliğindencilik, şu veya bu emperyalist dış gücün ve mevcut iktidara karşı mücadele eden burjuva kanadın işçi sınıfı ve emekçi yığınların özgürlük ve demokrasi mücadelesini, yoksulluğa, sefalete, yolsuzluğa, çürümüşlüğe karşı mücadelesini kendi çıkarları için kullanmalarına yol açmaktadır.

Stratejik konumundan dolayı emperyalist merkezlerin çekişme, rekabet alanına dönüşen Ukrayna'da sermaye ve emperyalist hegemonya karşısında ortak hareket etmesi gereken güçler (işçi sınıfı ve emekçi yığınlar) etnik ayrım, şovenizm kışkırtılarak birbirlerini boğazlamanın eşiğine getirilmişlerdir. Amerikan emperyalizmi, dünya hakimiyeti anlayışının doğrudan bir yansıması olarak Rusya'yı kuşatmak, çember altına almak için Ukrayna'da iktidar savaşı veriyor. Ama bunu özgürlükten, demokrasiden bahsederek yapıyor. Rusya, bu çemberi yarmak için Ukrayna'daki Rus etniğini milliyetçilik temelinde kaşıyor. Sonuç ortada; Kiew'de hükümet darbesi ile Batı yanlıları iktidara gelirken, Rusya Kırım yarımadasını işgal ediyor ve Rusya Federasyonu topraklarına katıyor. Bununla da yetinmeyerek Doğu Ukrayna'da kent işgallerine girişiyor.

SB'nin dağılmasından sonra Ukrayna'da emekçi yığınlarda biriken işsizlik ve yoksulluktan kaynaklanan tepkiyi kullanan Batılı güçler (ABD ve AB) örgütledikleri “turuncu devrim”le Rus yanlısı iktidarı deviriyorlar ve kendi kuklaları olan iktidarı kuruyorlar. Ama bu emperyalist ülkelerin derdi emekçi yığınların sorunları olmadığı için, birikmeye devam eden sorunlar yeniden patlak veriyor; Batı yanlısı iktidarın yerine Rusya yanlısı iktidar geçiyor, şimdi de Rusya yanlısı iktidarın yerini yeniden Batı yanlısı bir iktidar alıyor.

Kasım 2013'te imzalanması beklenen AB ile Ortaklık Anlaşmasını Yanukoviç, Rusya'nın bastırmasından dolayı askıya aldığını açıklıyor. Gelişmenin istenildiği gibi olmadığını duyan Timoşenko (o zaman hapishanededir) çağrı yapıyor ve Kiew'de “bağımsızlık Meydanı” işgal ediliyor. Muhalefet hükümeti güvenoyu ile düşüremeyince sokağın gücünü harekete geçiriyor. O günlerde sadece başkent Kiew'de 500 bin insan sokaklara dökülüyor, birçok devlet binası işgal ediliyor ve faşist çetelerin çatışmalara katılmasıyla da onlarca insan ölüyor. Özellikle Ocak ayının sonunda protestoların Batı Ukrayna'nın başka kentlerine de yayılması ve hükümetin gösterilerle baş edememesi sonucunda Yanukoviç geri adım atıyor; muhalefetin isteklerini kabul ediyor. Başbakan ve 12 kentin valisi istifa ediyor. Ama muhalefet bu gelişmeyi değerlendireceğine Almanya'ya gidiyor; AB ve Almanya ile Ukrayna'da nasıl adım atamaları gerektiğini konuşuyor ve aldıkları direktifleri uygulamak için geri dönüyor. Sonrası malum: Şubat ortalarında başkanın yetkilerini sınırlandıran bir anayasa değişikliği tasarısı görüşülürken muhalefetten 40 milletvekili kürsüyü işgal eder, meclis çalışamaz hale getirilir. Dışarıda ise özellikle faşist çetelerin çabasıyla silahlı çatışmalar yoğunlaştırılır; buna polis güçleri silahla karşılık verir ve onlarca insan yaşamını yitirir. Şubat sonunda parlamento Yanukoviç'i görevden alır. Batı yanlısı hükümet kurulur, Kırım işgal edilir vs. vs.

Bütün bunların Ukrayna işçi sınıfı ve emekçi yığınlarının özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle, yolsuzluğa, rüşvete, işsizliğe karşı mücadelesiyle ne ilgisi olabilir? Açık ki işçi sınıfı ve emekçi yığınların sorunlarının çözümüzü için gösterileri, mücadelesi, devrimci bir önderlik olmadığı için emperyalist güçleri ve yerli işbirlikçileri tarafından kullanılmıştır.

Ukrayna, bugünkü gelişmelerin de gösterdiği gibi emperyalist çıkarların dayatılmasından dolayı bölünmenin eşiğine gelmiştir; aslında coğrafi olarak da bölünmüştür. Bu bölünme işçi sınıfı ve emekçi yığınları da konuşulan dile göre Batı yanlısı ve Rusya yanlısı olarak bölmüştür; bu etnik kökene göre bölünmedir.
Sonuç itibariyle:
Ukrayna'da politik gelişmeler emperyalistler arası çıkarlara göre şekillenmekte, şiddetlenmekte ve yumuşamaktadır.

Ukrayna politikasında bir taraftan AB ve ABD diğer taraftan da Rusya belirleyici olmaktadır. AB içinde Almanya AB'nin Ukrayna politikasını belirlemektedir. AB ve ABD'nin Ukrayna'ya yaklaşımında farklılık vardır: AB soruna daha ziyade ekonomik açıdan yaklaşırken, ABD jeopolitik açıdan yaklaşmaktadır. Ukrayna konusunda Çin Rusya'nın yanında yer alıyor, ama bunu güçlü bir biçimde dile getirmiyor. Aslında bir denge politikası izliyor: Ne Batı'nın zorlamasıyla iktidar değişimini ne de Rusya'nın ilhakçı girişimlerini mahkum ediyor. Bilinen oportünist politikasını uyguluyor: “Başka ülkelerin iç işlerine karışmamak”.
Ekonomik ilişkilerin geleceği bakımından Ukrayna'daki gelişmeler Çin'i de oldukça ilgilendirmektedir. (Kırım'ın Ukrayna'dan ayrılması veya Rus nüfusun yoğunlukta olduğu Doğu Ukrayna'nın ayrılması için olası bir referandumu destekleme veya desteklememe durumunun gündeme gelmesi Çin emperyalizmi açısında korkunç bir gerçeklikle karşı karşıya kalmak anlamına gelir. Bu durumda Tayvan'da, Doğu Türkistan'da (Sincan-Uygur), Tibet'te ve hatta Hong Kong'da ayrılık için referandumları kabul etmesi gerekir).

Ukrayna (ve Kırım da) Rusya'nın Karadeniz'e oradan da Akdeniz'e, dolayısıyla Okyanuslara açılan ve bu nedenden dolayı da oldukça stratejik öneme sahip olan bir ülkedir. Bu nedenle de Rusya, Ukrayna'dan vazgeçemez; bölme ve bir kısmına sahip olma pahasına da vazgeçemez.
AB ve ABD Ukrayna'da kitlesel protestoları emperyalist çıkarları için maniple etmişler, kullanmışlar ve soncunda da Rusya yanlısı gerici iktidarın yerine kendi çıkarlarını savunan başka gerici bir iktidarı getirmişlerdir. Buna karşılık olarak da Rusya Kırım yarımadasını işgal ve ilhak etmiş ve aynı planını Doğu Ukrayna'da da gerçekleştirmek için adımlar atmıştır.
SB'nin dağılmasından sonra Amerikan emperyalizmi Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirmek ve dünya hakimiyeti kurmak veya en azından mevcut konumunu devam ettirebilmek için adımlar atmıştır. Doğrudan bu jeopolitikayla ilişkili değilmiş gibi görünse de sürdürdüğü bir dizi savaşlar, vesayetli savaşları; örneğin Irak (1991), Balkan (1994-1996), Sırbistan (1999), Afganistan (2001), Irak (2003), renkli “devrim”ler ve Ukrayna'daki mevcut gelişmeler hep aynı jeopolitikanın birer yansımasıdır.

Ukrayna sorununu sürekli kaşıyan ve bugünkü duruma getiren aynı aktörler 17 Nisanda Cenevre'de bir araya gelerek neden oldukları veya kışkırtarak bugünkü duruma getirdikleri sorunun “çözümü”ne katkıda bulunacaklarını bütün dünyaya göstermeye çalıştılar. Savaş kışkırtıcıları adeta “barış meleği” kesildiler.
Görüşmeye ABD, Rusya, Ukrayna ve AB temsilcileri katıldılar. ABD Dışişleri Bakanı J. Kerry, Rusya Dışişleri Bakanı S. Lawrow, Ukrayna Dışişleri Bakanı A. Deschtschiza ve AB'nin dış işlerinden sorumlu olan C. Ashton'ın yaptıkları açıklama burjuva basın tarafından barışın sağlanması yolunda önemli bir başlangıç adımı olarak değerlendirildi. Gerçekte ise böyle bir şey yok; Cenevre görüşmesi umutsuzluğun açıklanmasından başka bir şey değildir. Ukrayna'da veya Ukrayna üzerine emperyalist bloklar arasında çekişme devam etmektedir. Ukrayna'da oyun çok açık ve askeri güç de kullanılarak oynandığı için müdahil olan emperyalist güçler, uluslararası alanda çok çabuk teşhir oldular. Bu nedenle sorunun çözümüne ne denli barışçıl yaklaştıklarını gösterme ihtiyacı duydular. Dörtlü zirve kundakçının itfaiyeci rolü üstlenmesinden başka bir anlam taşımamaktadır.
Açıklamada şöyle deniyor: “Bütün taraflar, her türden zor kullanmaya, gözdağı vermeye ve provokasyonlara son vermeliler. Katılımcılar, aşırıcılığın, ırkçılığın ve Yahudi düşmanlığı da dahil dinsel tahammülsüzlüğün bütün biçimlerini en sert biçimde mahkum ederler. Bütün illegal silahlı gruplar silahsızlandırılmalıdır. Bütün illegal olarak işgal edilmiş binalar meşru sahiplerine geri verilmelidir. Ukrayna şehirlerinde ve kazalarında illegal işgal edilmiş sokaklar, meydanlar veya başkaca kamuya açık bütün alanlar boşaltılmalıdır... Katılımcılar Ukrayna'nın iktisadi ve mali istikrarının önemini vurgularlar ve yukarıda belirtilen adımların atılması için yardım etmeye devam edeceklerini açıklarlar”.
Bu sözlerin inandırıcı bir yanı yok. Zirveden önceki günlerde, haftalarda Ukrayna'da iktidar kavgasını silahlı güçlerle sürdürenler şimdi “gözdağı verme”yi, “provokasyonları” mahkum ediyorlar. Bu açıklamadan sonra her iki emperyalist blok planlarını uygulamada önemli bir değişikliğe gitmemişler, bütün değişimler şekli olarak kalmıştır.
Savaş kışkırtıcıları bir zirveyle kendi kendilerini “barış meleği” ilan edeceklerinin sanıyorlar. ABD ve Rusya'yı jeopolitik anlayışlarından dolayı anlamakta güçlük çekmeyiz. Ama AB'ye ne oluyor? Son gelişmelerde, hükümet değişiminde (darbede) açıktan baş rol oynamıştı; açıktan Ukrayna milliyetçilerini ve faşistlerini desteklemişti. Ve birkaç gün sonrasında bunlar olmamış gibi barıştan bahsedebiliyor.
Ukrayna işçi sınıfı ve emekçi yığınlarının emperyalist güçlere ve onların işbirlikçilerine karşı mücadele etmekten başka bir kurtuluş yolları yoktur. Ne Batı yanlısı olmak ne de Rusya yanlısı olmak Ukrayna'yı kurtarır, bağımsızlaştırır. Her iki emperyalist taraf da Ukrayna'yı adeta protektoratlaştırmak, kendi emperyalist amaçlarına koşmak, jeopolitik çıkarları için üs olarak kullanmak amacındadır.
Ukrayna işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, Ekim Devrimi'nden ve SB'de ulusal sorunun çözümünden çıkartılması gereken derslerle, sonuçlarla mücadelelerini sürdürürken yalnız olmadıklarını, uluslararası işçi sınıfı ve emekçi yığınların, bütün anti-emperyalist, anti-faşist güçlerin, demokrasiden yana olan insanlığın desteğinden emin olmalılar.


*) Bu yazı Nisan 2014'de hazırlanmıştır.
*
1) Mackinder, Sibirya’nın merkez olduğu bir dünya haritası çiziyor ve kara parçalarını üç ana gruba ayırıyor:
1) Dünya adasının kalbi olarak Rusya’yı içine alan Avrasya.
2) Bu kalbi veya merkezi çevreleyen ve üç bölümden oluşan “kıyı ülkeleri kuşağı”:
a- Avrupa kıyı bölgeleri,
b- Yakın ve Ortadoğu’nun kurak bölgeleri ve
c- Asya’nın muson ülkeleri.
3)Afrika, Amerika ve Avustralya kıtalarından oluşan bir “dış kuşak”.


2) Z. Brzezinski “Yegane Dünya Gücü, Amerika'nın Hakimiyet Stratejisi”, s. 57/58.