UKRAYNA VE EMPERYALİSTLER ARASI ÇELİŞKİLER*
Cenevre'de
ABD, Rusya, AB ve Ukrayna'nın katılımıyla gerçekleştirilen
konferanstan sonra yumuşamanın yerine emperyalistler arası
çelişkilerin daha da keskinleştiğini;
karşılıklı
tehditlerin savrulduğunu ve askeri tatbikatların yapıldığını
gördük.
Dünyanın
politik gündeminde ilk sırada yer alan Ukrayna sorunun
neden
kaynaklandığını ve Ukrayna'yı bu denli önemli
yapanın
ne olduğunu bu yazıda ele alacağız.
*
Sovyetler
Birliği (bundan
sonra SB) ve revizyonist blokun dağılmasından sonra
burjuva medyada Orta ve Doğu Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu
ülkelerinde muhalif güçlerin eylemlerinden sık sık bahsedilmeye
başlandı. Batı’nın emperyalist burjuvazisi bu eylemleri
“devrim” olarak tanımladı. Öne sürülen, “devrim”
yapmaları talep edilen aktörler, eylemleri için medyada etkili, ve
sembolik kavramlar kullandılar. Örneğin, Ukrayna’da “turuncu
devrim”, Lübnan’da “sedir devrimi” girişimi, Gürcistan’da
“gül devrimi”, Kırgızistan'da “Lale devrimi” gibi.
Burjuva
medya bu “devrim”lerin sadece görünüşüyle, yansıyış
biçimiyle ilgilendi ve stratejik amacın bilinmezlik içinde
kalmasına öze gösterdi, arka planda duran güçlerin “demokrasi
ihracatçıları” olduğunu işledi. “Devrim”lerin
gerçekleştirildiği veya denemesinin yapıldığı bütün
ülkelerde öne sürülen aktörlerin hemen hemen aynı yöntemi
kullandıkları görüldü. Bunun ötesinde söz konusu ülkede
çıkarı olan emperyalist ülkelerin yönlendirdiği ve finanse
ettiği güya “hükümet dışı örgütler” ve onların söz
konusu ülkelerdeki şubeleri, mali, teknik destek sunarak, taktik
vererek aktörlerinin eylemlerine müdahil oldular.
Bu
renkli “devrim”ler sonucunda söz konusu ülkelerin sınıfsal
ilişkilerinde hemen hiçbir şey değişmedi, iktidar yapıları
hemen hemen aynı kaldı. “Devrim” adına yapılan, iktidardaki
Sovyet döneminden kalma hakim sınıf kliğinin yerini Batı yanlısı
kliğin almasından başka bir şey değildi. Sadece Özbekistan gibi
birkaç ülke, böylesi “devrim”lere karşı direnç
gösterebildi.
Amerikan
emperyalizmi amacına ulaşmak için askeri müdahalenin yanı sıra
içten müdahaleyle, “barışçıl” müdahaleyle çıkarlarına
tabi olmayan güçleri iktidardan uzaklaştırıyor ve çıkarlarına
tabi olan güçleri iktidara getiriyor. Bu onun sürekli kullandığı
bir yöntemdir. Amerikan emperyalizminin eski Sovyetler Birliği
nüfuz alanında bulunan ülkelere askeri müdahalede bulunmaması ve
görünüşte siyasal etkisinin zayıflaması onun bu alanlarda
etkisiz olduğu yanılsamasına neden olmaktadır. Oysa durum,
Ukrayna'daki gelişmelerin de gösterdiği gibi hiç de göründüğü
gibi değildir. Bu ülkelerde Amerikan emperyalizminin siyasal
gelişmelere müdahalesi oldukça derindir ve devam etmektedir. Bu
müdahale, Ukrayna’daki ve Gürcistan’daki renkli “devrim”lere
müdahalesinden daha da derindir. Renkli “devrim”ler buz dağının
sadece görünen yanıdır.
Bush,
Ocak 2006’da ulusa sesleniş konuşmasında şunları söylüyordu:
“Her ulusta ve kültürde, dünyamızda despotluğun sona
erdirilmesi amacıyla demokratik hareketlerin ve kurumların
güçlenmesi için çaba harcamak ve desteklemek ABD’nin
politikasıdır… Bugün Amerika dünya halklarına bir daha hitap
ediyor: Despotluk ve umutsuzluk altında yaşayan herkes şunu
bilmelidir: ABD, baskı altında tutuluşunuzu unutmayacaktır ve
baskı altında tutanları affetmeyecektir. Eğer özgürlükten
yanaysanız, biz de yanınızdayız. Baskı altında tutulan, hapse
atılan veya mülteci konumunda olan demokratik reformcular şunu
bilmeliler: Amerika, sizlerde…özgür ülkenizin gelecekteki
önderlerini görmektedir”. Bush'un bu anlayışı Amerikan
emperyalizminin her başkanı tarafından bir biçimde dile
getirilmiştir. Bugün Obama da aynı anlayıştadır. Ukrayna ile
ilgili olarak yapılan açıklamalar bunu göstermektedir.
Bu
politikanın, özgürlük ve demokrasi “savunuculuğu”nun
arkasında yatan çıplak Amerikan çıkarlarıdır; sadece herhangi
çıkarlar değil jeopolitik çıkarlardır. Bu jeopolitikayı da
Zbigniew
Kazimierz Brzezinski belirlemektedir. Brzezany kasabası kökenli
olan Brzezinski 1977-1981 yılları arasında J. Carter'ın ulusal
güvenlik yardımcılığını yaptı. Barack Obama'nın başkan
adaylığını destekledi. Obama da Brzezinski'yi “en seçkin
düşünürlerimizden biri” olarak tanımladı.
ABD
Başkanı hangi partiden olursa olsun Brzezinski'nin görüşleri
hep dikkate alınmıştır. 1991'de SB'nin dağılmasından sonra
gündeme getirdiği Avrasya jeopolitikası Amerikan emperyalizmi
tarafından hala uygulanmaya çalışılmaktadır. ABD'nin Ukrayna'ya
ve Gürcistan'a bakışıyla Brzezinski'nin Avrasya jeopolitik
anlayışı arasında sıkı bir bağ vardır. Aslında arka planda
ipleri elinde tutan, atılması gereken adımları belirleyen ve hata
yapıldığında da bunu açıkça eleştiren Brzezinski'den başkası
değildir.
SB'nin
dağılmasından ve revizyonist blokun çökmesinden sonra Ukrayna,
“büyük jepolitik oyun”un sonuçlandırılamamış bir sorunu
olarak kaldı. 2004'teki “turuncu devrim” sadece geçici bir
süreç olmaktan öteye gitmedi. Bu ülkenin dünya hakimiyeti
bakımından Avrasya jeopolitikasında rolü, bu jeopolitik oyunda
yer alan ABD ve Rusya gibi “oyuncular” tarafından daha baştan
pekala biliniyordu ve bütün hazırlıklar ve çabalar da söz
konusu oyunu nihai olarak sonuçlandırmaya hizmet ediyordu.
SB'nin
dağılmasından sonra tek süper güç olarak kalan Amerikan
emperyalizmi dünya hakimiyeti stratejisini gerçekleştirmek için
Avrasya jeopolitikasını uygulamaya koydu. Bu jeopolitikanın
uygulanmasında kaçınılmaz olarak karşı karşıya geleceği
ülkeleri (Rusya, Çin ve İran) çembere almak için adımlar attı.
Aşağıdaki haritada bunu görüyoruz.
Çembere
alma ve tecrit etme politikası yeni değildir. Sosyalist SB
döneminde (Ekim Devriminden XX. Parti Kongresine, 1956) ve
sonrasında revizyonist ve sosyal emperyalist SB döneminde de
Amerikan emperyalizminin çıkarları temelinde kapitalist dünya,
çembere alma ve tecrit etme politikasına göre hareket etmiştir.
Güncel olarak Çin de bu çemberin içindedir. “Asya Pivot
Stratejisi” Çin'i çembere alma stratejisidir.
ABD,
Batılı müttefikleriyle birlikte Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini
AB'ye ve NATO'ya kattı; dağılmış olan revizyonist blokun 12
ülkesi NATO üyesi yapıldı ve böylece NATO üzerinden ABD'nin
askeri gücü Rusya sınırlarına dayandı. Hesap oldukça basitti;
Rusya'nın her geri adımı, ABD için ileriye atılmış bir adımdı
veya Rusya'nın ileriye atılmış her adımı ABD için geriye
atılmış bir adımdı. Veya da Rusya için olumlu olan gelişme ABD
için olumsuz bir gelişmeydi veya tersi.
“Turuncu
devrim”den sonra Ukrayna konusunda her iki tarafın planları
çoktan hazırlanmış ve uygulanması için fırsat kollanıyordu.
Ukrayna'da protestoları örgütleyen, kışkırtan ve devlet
başkanı V. Yanukoviç'in
görevden alarak doğrudan Batı yanlısı bir hükümetin görev
başına getiren AB ve onun arkasında duran ABD'dir. Kırım'ın
Ukrayna'dan ayrılması ve Rusya Federasyonu'na katılması ve şimdi
de Doğu Ukrayna'da bazı bölgelerin de aynı doğrultuda adım atma
eğilimi, açık ki Rus ordusunun silahlı unsurlarının
“kurtarılmış bölge” oluşturmaya çalışması her iki
tarafın önceden hazırlanmış planlarının uygulamasından başka
bir şey değildir. Burada önemli olan, kimin daha çok savaş
kışkırtıcılığı yaptığı değil, her iki tarafın da savaş
kışkırtıcılığı yaptığıdır.
Ukrayna’nın
Avrasya jeostratejisindeki ve emperyalist jeopolitikadaki yeri veya
Ukrayna'yı
önemli kılan nedir?
Jeopolitika
ve strateji açısından Ukrayna:
Rusya'nın
Dışişleri Bakanı Lawrow'un yeni Ukrayna hükümeti Rusça konuşan
Ukraynalıların insani haklarını dikkate almıyor savı,
Kırım'daki gelişmelerin Doğu Ukrayna'da da olabileceğine bir
işarettir. Kırım'da Rusça konuşan ve kendini Rus olarak
tanımlayanların haklarını korumak için önleyici koruma tedbiri
çerçevesinde bu yarımada Rusya tarafından işgal ve arkasında da
ilhak edilmişti. Aynı planın Doğu Ukrayna'da da uygulanması için
-buradaki Rusların haklarının önleyici tedbirle korunması için-
birtakım adımların atılacağı işaretleri yeteri kadar
verilmektedir. Kırımı'ı önemli yapan oradaki deniz üssüdür.
Rusya'nın Karadeniz filosu Sivastopol'da bulunuyor. Ukrayna ve Rusya
arasında yapılan kiralama anlaşmasına göre de 2042'ye kadar
orada bulunacak. Bu filo Rusya'nın en büyük dört deniz üssünden
birisidir ve doğrudan Akdeniz'e açılış kapısıdır. Diğer
taraftan bu filo, Ukrayna'nın NATO üyesi olması önünde önemli
bir engel oluşturmaktadır. Bu durum ABD'nin planlarını, en
azından Ukrayna'yı ulusal güvenlik stratejisi çerçevesinde
NATO'ya bağlamasını engellemektedir. Mevcut haliyle Ukrayna, ABD
ve AB açısından farklı nedenlerden dolayı önemli olmaktadır:
AB'nin
sorunu veya önceliği Ukrayna'yı Avrupa'nın tahıl ambarı yapmak,
doğu bölgesinde bulunun ağır sanayisinden, hammaddelerinden,
madenlerinden ve boru hatlarından yararlanmaktır. Açık ki,
Ukrayna, AB için iktisadi olarak birinci derecede önemlidir. Buna
karşın ABD, Ukrayna'yı, Rusya'yı çembere almak, onu
zayıflatmak için ele alıyor; NATO'ya alınması çabası da bunu
açıkça göstermektedir. ABD, Ukrayna'nın konumunu jeopolitik
açıdan, Avrasya jeopolitikasının, dünya hakimiyeti anlayışının
bir parçası olarak okuyor.
Rusya'yı
Avrupa'ya bağlayan boru hatları, yüksek gerilim hatları,
demiryolu hatları gibi altyapının büyük kısmı Ukrayna
sınırları içinde bulunmaktadır.
Ukrayna'da
darbe sonunda iktidara gelen geçici hükümetle ABD ve AB, Rusya'yı
Avrupa'ya bağlayan altyapının kullanılabilirliğini, Karadeniz
filosunun sürekliliğini soru götürür hale getirmekte ve Rusya
tarafından öncelikle ele alınan Avrasya Birliği'ni boşa
çıkartmaktadır.
Yanukoviç'in
zorla devrilmesiyle tampon devlet konumundaki Ukrayna'yı da
kaybetmekle karşı karşıya kalan Rusya, bölgede stratejik olarak
savunma durumuna düşüyor. Ukrayna'nın kaybedilmesinden sonra
Gürcistan ve Moldavya'nın da tamamen kaybedilme olasılığı
gündeme geliyor. Nitekim bu iki ülkenin üst düzey temsilcileriyle
Mart başında bir araya gelen B. Obama. J. Biden ve J. Kerry Batıya
bağımlılığın pekiştirilmesi için planlama yapmışlardı.
Buna karşın Rusya, Kırım'ı işgal ve ilhak ederek ABD'yi
“oldu-bitti” durumuyla karşı karşıya bırakmıştır.
Ukrayna'nın
Amerikan çıkarları, ABD'nin dünya hakimiyeti jeopolitikası
bakımından ne denli önemli olduğunu sürekli vurgulayan ve
gerekli adımların atılmaması durumunda da hükümeti eleştiren
Brzezinski'nin yanı sıra “Stratfor Enstitüsü” yöneticisi G.
Friedman da “Önümüzdeki Yüz Yıl” kitabında Avrasya'da
nelerle karşı karşıya kalınabileceğini ele almaktadır:
Friedman'a göre Rusya mevcut haliyle dünya politikasında tecrit
olmaya devam edecek, 1991'de kaybettiğinden daha fazla nüfuz
kaybına uğrayacak ve Batı için ciddiye alınan bir tehlike
olmaktan çıkacaktır.
Görüyoruz
ki, bu konuda çok şey söylenebilir. Ukrayna'nın yeraltı
zenginliklerinden bahsedebiliriz. Ama belirleyici olan Ukrayna'nın
madenlerinden, eskimiş sanayisinden ziyade stratejik konumudur. Bu
bağlamda gaz ve petrol boru hatlarının geçiş güzergahı olması
da önemlidir. Şüphesiz ki, boru hatlarının geçiş güzergahı
olması yeraltı zenginlikleriyle karşılaştırıldığında daha
da önemlidir. Ama bütün bunların önünde iki “dünya”
arasındaki coğrafi konumudur.
Avrasya
jeopolitikası ancak belli bir bütünsellik içinde uygulanabilir
bir dünya hakimiyeti anlayışıdır: Bu anlamda Ukrayna, Gürcistan
ve Afganistan gibi ülkeler bu jeopolitikanın uygulanmasında
“olmazsa olmaz” öneme sahiptirler. Örneğin Gürcistan'ın
kaybedilmesi (Rusya hakimiyetine girmesi), Batı'nın, somutta da AB
ve ABD'nin Hazar Havzası'ndan ve Orta Asya'dan kopartılması
anlamına gelir. Öyleyse Gürcistan oldukça önemlidir. Aynı durum
Ukrayna için de geçerlidir. Bu sefer Hazar Havzası'na ve Orta
Asya'ya açılan kapı olmaktan ziyade AB ve ABD'nin batıda Rusya
sınırlarına dayanmış olması bakımından.
Rusya,
Orta Asya'nın dünya ekonomisi ile bağını kopartmak istiyor. Bu
kopartma tecritlik değil, ilişkiyi doğrudan kontrol etmektir. Yani
Rusya'nın çıkarlarına uygun olmayan bir Orta Asya-dünya
ekonomisi bütünleşmesi olmamalıdır. Bu bütünleşme de bugünkü
koşullarda ancak ve ancak Ukrayna ve Gürcistan üzerinden
gerçekleştirilebilir veya engellenebilir.
Görüyoruz
ki Ukrayna'nın önemi, ancak jeopolitik konumuyla açıklanabilir.
Belirttiğimiz gibi bunu da jeopolitika açısından en iyi açıklayan
Zbigniew Brzezinski'dir. Asında günümüzdeki ve gelecekteki AB,
NATO ve özellikle de ABD'nin hegemonya politikasını anlamak için
Z. Brzezinski'nin yazılarına, özellikle de “Yegane Dünya Gücü,
Amerika'nın Hakimiyet Stratejisi” (1998) bakmak gerekir.
“Yegâne
Dünya Gücü...” kitabında Brzezinski “Avrasya satranç
tahtası” diye tanımladığı Lizbon'dan Viladivostok'a kadar
uzanan ve Avrupa ve Asya kıtalarından oluşan bu alanı dört
bölgeye ayırır: Bu bölgelerden birisi bugünkü AB alanıdır.
İkincisi Ortadoğu ve Orta Asya'nın bir kısmıdır. Üçüncüsü
Çin ve ona komşu ülkelerdir. Dördüncüsü ise Avrasya'nın
merkezidir, yani Rusya.
Brzezinski'nin
bu konudaki düşüncesi aslında hiç de yeni değildir; en azından
emperyalizmin tarihi kadar eski olan bir düşüncedir. 20. yüzyılın
başında İngiliz jeopolitikacı H. Mackinder bu jeopolitik
anlayışı gündeme getirir. Avrasya jeopolitikasının esas
kurucusu Harold Mackinder'dir (1). 20. yüzyılın başında
Mackinder'in İngliz emperyalizminin dünya hakimiyeti için
şekillendirdiği Avrasya jeopolitikasını Brzezinski 20. yüzylın
sonunda Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti konseptine
dönüştürmüştür dersek abartmış olmayız.
Ukrayna,
Avrasya jeopolitikasında hiçbir küresel aktörün, jeopolitika
üretme yeteneği olan emperyalist ülkenin göz ardı edemeyeceği
ülkedir. Bu anlamda
Z. Brezezinski, “Avrupa-Atlantik
alanının genişletilmesi, eski SB topraklarında yeni doğan
bağımsız devletleri, özellikle de Ukrayna’yı entegre etmeyi
gerekli kılmaktadır” der.
Bu
ülke, Amerikan emperyalizmine ve NATO’ya Avrasya jeopolitikasının
gerçekleşmesi için olağanüstü olanak sunacak coğrafi bir
konuma sahiptir. Ukrayna, Amerikan emperyalizminin Avrasya
jeopolitikasında veya eski SB cumhuriyetlerine yönelik
politikasında özel bir öneme sahiptir. Onun bu önemi, Avrupa ve
Asya kavşağında yer almasından doğan stratejik konumundan
kaynaklanmaktadır. Güncel gelişmelerin de gösterdiği gibi
Ukrayna, Rus ve Amerikan Avrasya jeopolitikası bazında özellikle
Amerikan emperyalizmi ve Rus emperyalizmi arasındaki çıkar
çatışmalarının kaderini belirleyecek derecede kilit bir ülke
konumundadır.
Yüz
ölçümü bakımından (603 700 km²) Avrupa’nın en büyük
devleti olan Ukrayna'daki stratejik konumundan dolayı gelişmeler
Avrupa’nın istikrarını etkileyebilir. Bu nedenden dolayı da
Ukrayna önemlidir.
Ukrayna,
Rusya’nın Karadeniz üzerinden sıcak denizlere açılmasını
sağlayan bir kapıydı. Bunun yanı sıra Ukrayna, Rusya’yı Doğu
Avrupa’ya ve oradan da Avrupa’ya ulaştıran vazgeçilemez bir
koridordu. SB döneminde gerçekleştirilen ulaşım altyapı
sisteminden dolayı Ukrayna’nın, Rusya ve Avrupa arasında
bağlantı sağlama özelliği daha da güçlenmiştir. Rusya’dan
Avrupa’ya enerjiyi taşıyan boru hatlarının hemen hepsi Ukrayna’
topraklarında geçmektedir. Tabii ki bu durum, Ukrayna’yı
stratejik bakımdan daha da önemli kılmaktadır.
Bağımsız
veya Batı yanlısı bir Ukrayna, stratejik konumundan dolayı
Rusya’nın güçlenmesi ve jeopolitik açılımlarını
gerçekleştirmesi önünde bir engeldir. Diğer bir ifadeyle Rus
sermayesinin çıkarlarına tabi olmayan bir Ukrayna, Rusya'nın
dünya gücü olması önünde doğal bir engel olur. Z. Brzezinski
Ukrayna’nın jeopolitik konumunu ve Rusya için önemini,
“Ukrayna’sız Rusya imparatorluk değildir” diye ifade
eder.
Ukrayna'nın
bu öneminden yararlanmak isteyenler sadece Rusya ve ABD ile sınırlı
değildir. AB de bu ülkenin öneminin farkındadır. AB'nin, SB'nden
ayrıldıktan sonra Ukrayna ile ilişkileri bunun böyle olduğunu
göstermektedir.
AB
açısından Ukrayna’nın jeopolitik konumu ikili bir anlam taşır:
-Ukrayna,
Rusya ve Avrupa arasında bir köprü olmalıdır.
-Ukrayna,
Rusya ve Avrupa arasında bir tampon bölgedir.
Her
iki durumda da Ukrayna’nın AB için önemi, tahıl ambarı
olmasından, yeraltı zenginliklerinden başka Rusya olgusundan da
kaynaklanmaktadır. Rusya karşısında bağımsız bir devlet olarak
Ukrayna ve AB-ABD yanlı politikası, AB'nin yayılmacılığını
önemli derecede değiştirmektedir. Ukrayna, AB’nin Orta ve Doğu
Avrupa genişlemesinden sonra bu entegrasyona komşusu olmuş ve AB
ile Rusya arasında bir tampon bölge haline gelmiştir. Yani
Ukrayna, AB için güvenlik bakımından da oldukça önemlidir. AB,
Avrupa’nın istikrarını bağımsız bir Ukrayna’da görmektedir.
AB’nin
Ukrayna politikasında özellikle Almanya yönlendirici bir rol
oynamaktadır. Neden Almanya sorusunun cevabı Alman emperyalizminin
AB içinde oynadığı rolde ve Almanya açısından Ukrayna’nın
stratejik öneminde aramak gerekir. Buna ekonomi de dahildi.
“Turuncu
devrim” süreci ve güncel gelişmelerin de gösterdiği gibi ABD
dışında AB ve AB içinde de özellikle Almanya, Ukrayna’nın
gelecekte sahip olacağı niteliğe, yer alacağı konuma büyük
ilgi duymaktadır.
Rusya,
zayıf ve kendisine bağlı bir Ukrayna’dan yanadır. Bu nedenle
Ukrayna’nın zayıf kalması, bağımsızlığını yitirmesi,
kendisine bağlanması, ABD ve AB ile ilişkilerinin önemsizleşmesi
için ellinden geleni yapmaktadır ve yapacaktır. Rusya, fırsatını
buldukça ve bizzat örgütleyerek Ukrayna’daki Rus etniğini
kışkırtarak, bu ülkenin parçalanarak önemsizleşmesini için
şimdi olduğu gibi gelecekte de uğraşacaktır. Böyle bir gelişme
ABD ve AB çıkarlarına doğrudan aykırıdır. Bu nedenle,
Rusya’nın niyetini iyi tanıyan ABD ve AB, Ukrayna’nın böyle
bir durumla karşı karşıya kalmaması için tedbirlerini
alacaklardır. “Turuncu devrimi”nden günümüze kadarki süreçte
Ukrayna'da yaşanan iktidar kavgası, değişimi bunu açıkça
göstermektedir.
Bağımsız
ve Batı yanlısı bir Ukrayna, Avrasya jeopolitiğini AB ve
özellikle de ABD lehine değiştirir. Aynı şekilde, Rusya'ya
bağımlı ve onun güdümünde olan entegrasyonlara katılan bir
Ukrayna, Avrasya jeopolitiğini bu sefer Rus emperyalizmi lehine
değiştirir.
Brzezinski,
Amerikan emperyalizmine dünya hakimiyeti için yol gösteriyor. Bu
hakimiyetin gerçekleştirilmesi için aynı zamanda NATO'nun,
Avrasya'da ABD'nin “köprü başı” rolünü üstlenmesi
gerekiyor. Nitekim bu amaç için de dağılan revizyonist blokun
ülkeleri NATO üyesi yapıldılar.
Brzezinski
“Yegane Dünya Gücü, Amerika'nın Hakimiyet Stratejisi”
çalışmasında iki ülkeye veya bölgeye oldukça önem
vermektedir. Bunlardan birisi Ukrayna'dır (Diğeri de
Gürcistan'dır). Bu konuda şöyle der:
“Ukrayna
Avrasya satranç tahtasında yeni ve önemli bir alandır; jeopolitik
bir odak noktasıdır, çünkü onun salt bağımsız devlet olarak
varlığı Rusya'nın dönüşümüne katkıda bulunacaktır. Ukrayna
olmaksızın Rusya bir Avrasya imparatorluğu olamaz. Ama Moskova,
önemli yeraltı zenginliklerine sahip olan... Karadeniz'e açılan
Ukrayna üzerinde hakimiyeti yeniden elde edecek olursa Rusya
otomatik olarak Avrupa ve Asya'yı kapsayan güçlü bir imparatorluk
olanaklarına sahip olmuş olur”.
Brzezinski'ye
göre sadece Ukrayna'yı kontrol altına almak yetmiyor. Aynı
zamanda Güney Kafkasya da kontrol altına alınmalıdır.
O
halde bir de Gürcistan’ın emperyalist jeopolitikadaki yerine
bakalım:
Yer
altı zenginlikleri (altın, petrol ve doğal gaz vs.) bulunmayan,
nükleer silahları olmayan bu Kafkas ülkesini stratejik açıdan
önemli kılan, Hazar Havzası ve Avrasya’ya girişte, AB ve ABD
için vazgeçilemez bir kapı konumunda olması ve Rusya ile NATO
arasındaki ‘en sıcak sınırı’ oluşturmasıdır. Gürcistan,
Avrasya’nın Hazar Havzası/Orta Asya bölgesine; enerji
kaynaklarından dolayı emperyalist ülkelerin ve yerel güçlerin
gözü olduğu bu bölgeye açılan en yakın kapıdır. Bu
özelliğinden dolayı Hazar Havzası enerji kaynaklarının dünya
pazarlarına taşınmasında Gürcistan önemli bir geçiş
özelliğine sahiptir.
Amerikan
emperyalizmi, Avrasya jeopolitik açılımında Gürcistan’ın
kilit konumunu görüyor. Türk burjuvazisi de Kafkasya ve Orta Asya
jeopolitikasında Gürcistan’ın oynadığı ve oynayacağı kilit
rolün bilincinde. Çıkarları çakışan ABD ve Türkiye,
Gürcistan’ın “bağımsızlığı” için veya Rusya’nın
hegemonyasına yeniden girmemesi için bu ülkeye siyasi, ekonomik,
askeri yardımda bulunuyorlar. Bu bakımdan Gürcistan Batı'nın
elindedir.
Amerikan
emperyalizmi, bu bölgenin enerji zenginliklerinin Rusya sınırları
dışında kalan boru hatlarıyla dünya pazarlarına taşınmasını
Rusya’ya karşı rekabetinin önemli bir sorunu olarak görüyor.
Hazar Havzası enerjisinin Rusya dışında bir bölge üzerinden
dünya pazarlarına taşımak, ancak ve ancak Gürcistan’dan geçen
bir hatla mümkün olabilir. Bu durum Gürcistan’ı, Rusya, ABD,
Türkiye ve AB nezdinde önemli kılmaktadır.
Rusya’nın
Hazar Havzası ve Orta Asya’nın tamamına yeniden sahip olması,
Güney Kafkasya’ya hâkim olmaktan geçmektedir. Güney Kafkasya’ya
hâkim olmak da, bu bölgenin kapısı konumundaki Gürcistan’a
hâkim olmaktan geçmektedir. Bu gerçekten hareketle Rusya, her
fırsatı ve yöntemi kullanarak Gürcistan’ı kendine bağlamaya
çalışmıştır ve çalışmaktadır.
Her
halükarda Rusya, Gürcistan’dan vazgeçmiş değildir ve 2008
Rusya-Gürcistan savaşı da vazgeçmediğini göstermektedir. 7
Ağustos 2008'de başlayan ve 12 Ağustosta sonlandırılan
Rusya-Gürcistan savaşı Rusya'nın Gürcistan karşısında
üstünlüğünü ve Rus emperyalizminin “arka bahçesi”nde,
Kafkaslar'da ve Orta Asya'da kendi çıkarlarına ters düşen, başta
ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin çıkarına hizmet
edecek gelişmelere silah gücü kullanarak müdahale edeceğini
göstermiştir. Bu gücü Ukrayna'da da kullanmaya hazır olduğunu
güncel gelişmeler göstermektedir. Rus emperyalizmi, Baltık
ülkelerinin AB’ye girmelerini engelleyemedi. Doğu Avrupa’yı
NATO’ya kaptırdı. Amerikan emperyalizminin Orta Asya’ya
girmesini engelleyemedi. Gürcistan’dan sonra Ukrayna’yı da
kaybetmekle karşı karşıya. Bu nedenle geriye kalanı kaptırmamak
için mücadele ediyor. Jeopolitik kaygılardan dolayı Ukrayna ve
Gürcistan Putin'e veya Rus emperyalizmine göre aşılmaması,
dokunulmaması gereken iki kırmızı çizgi olmuştur.
Avrasya
jeopolitikasının gerçekleştirilebilmesi için Rusya'nın
önemsizleştirilmesi gerekiyor. Brzezinski bu anlayışını çok
açık bir biçimde dile getirir: “ABD ve NATO
ülkeleri...kararlı ve sürekli bir biçimde, en azından teorik
olarak Rusya'ya dünya politikasında ikinci numara olma umudunu
veren jeopolitik temelleri yıkıyorlar”.
Brzezinski'nin
bu jeopolitik anlayışı Amerikan emperyalizmi tarafından aynen ve
kararlı biçimde uygulanmıştır ve uygulanmasına devam
edilmektedir.
Gürcistan'da
“Gül devrimi” (2003), Ukrayna'da “Turuncu devrim” (2004),
Kırgızistan'da “Lale devrimi” (2005) bu jeopolitikanın
gerçekleştirilmesine hizmet ediyorlardı.
Şimdi
bu konuyu biraz açalım:
Brzezinski
söz konusu kitabında Ukrayna'nın jeopolitik konumunu ayrıntılı
olarak ele alır. Analizini İngiliz jeopolitik uzmanı Halford J.
Mackinder'ın (1861-1947) konseptine dayandırır. Bu anlamda aslında
“oyuncular”ın değişiminde başka yeni bir şey
söylememektedir. Mackender, Avrasya'nın ortasında bulunan
“çekirdek bölge”den veya “merkezi bölge”den söz eder. Bu
bölgeyi de tarihin odak noktası olarak görür. Coğrafi konumundan
dolayı bölgeyi böyle tanımlar: Orta Asya ve Sibirya ele
geçirilemez bir kale konumundadır. Denizlerde hakimiyet kurmuş
güçler için ulaşılamaz. Bu nedenden dolayı saldırılar,
işgaller hep bu merkezin veya Avrasya'nın kıyı bölgelerinde
gerçekleştirilir. Bugün bu merkez bölge hakim olan güç
Rusya'dır.
Mackinder
Avrasya jeopolitikasında önemli bir yeri olan Doğu Avrupa'yı da
ele alır. Şöyle der:
“Doğu
Avrupa'ya hakim olan merkez bölgeye hakim olur. Merkez bölgeye
hakim olan dünya adasına hakim olur. Dünya adasına hakim olan
dünyaya hakim olur”.
Brzezinski'nin
de merkez bölge olarak tanımladığı bu bölge veya Avrasya karası
dünya nüfusunun yüzde 75'ini barındırıyor, dünya üretiminin
yüzde 60'ını sağlıyor ve aynı zamanda dünya çapında bilinen
enerji kaynaklarının dörtte üçü de bu bölgede bulunuyor. ABD
dışında önde gelen emperyalist ülkelerin, jeopolitika üretme
yeteneği olan ülkelerin hemen hepsi bu bölgede bulunmaktadır.
Brzezinski
bu durumu şöyle açıklar:
“Bütün
olarak bu kıtanın iktidar potansiyeli, ABD’ninkini oldukça
göreceli bırakıyor. Amerika’nın şansı, siyasi bir bütünlük
oluşturmak için Avrasya’nın çok büyük olmasıdır.
Yani
Avrasya, gelecekte de küresel hakimiyet için mücadelenin
sürdürüleceği bir satranç tahtasıdır. Jeostratejik -jeopolitik
çıkarların stratejik ele alınışı- satrançla karşılaştırılsa
da bu satranç tahtası üzerinde sadece iki değil, bilakis çok ve
değişik güçlerde oyuncular cirit atıyorlar. En önemli
oyuncular, satranç tahtasının batısında, doğusunda, merkezinde
ve güneyinde faaldirler. Hem batı, hem de doğu kıyı bölgeleri,
yoğun nüfuslu bölgelerdir ve buralarda görece dar alanda çok
sayıda güçlü devletler birbirlerini itip-kakıyorlar. ABD’nin
gücünün doğrudan temsil edildiği yer, Avrasya’nın batısındaki
dar bölgedir. Uzakdoğu karasında, giderek güçlenen ve
bağımsızlaşan, devasa bir nüfus üzerinde hakim olan bir oyuncu
var. Buna karşın, enerji dolu rakibinin adalar halkasıyla sınırlı
toprağı ve küçük Uzakdoğu yarım adalarının yarısı Amerikan
gücüne üs olarak hizmet ediyorlar.
Batı
ve doğu kıyı bölgeleri arasında, devasa, az nüfuslu şimdilerde
siyasi olarak istikrarsız ve örgütsel çözülme içinde olan orta
alan yer alıyor; burası önceleri ABD’nin güçlü rakibi,
Amerika’yı Avrasya’dan püskürtüp atmayı amaç edinmiş bir
karşıtı tarafından ilhak edilmiştir. Bu büyük orta Avrasya
platosunun güneyindeki siyasi anarşi içinde, ama enerji rezervleri
bakımından zengin olan bu bölge hem Avrupa hem de doğu Asya
devletleri için çok önemli olabilir ve en güneyinde bölgesel
hegemonya için çabalayan nüfusu kalabalık bir devlet yer alıyor.
Bu
devasa, acayip şekillenmiş Lizbon’dan Wladiwostok’a kadar
uzanan Avrasya satranç tahtası, “Global
play”in
(küresel
oyunun, çn.) sahnesidir.
Orta alan, giderek daha güçlü olarak Batının genişleyen etki
sahasına (Amerika’nın ağırlıklı olduğu saha) çekilebilirse,
güney bölgesi, tek bir aktörün hakimiyetine girmezse ve
Uzakdoğu’da ülkelerin olası bir birleşmesi, Amerika’yı doğu
Asya kıyısı açıklarındaki deniz üslerinden kovmayı
beraberinde getirmezse, ABD tutunabilir. Orta alanın devletleri,
Batıyı reddederlerse, siyasi bir bütünlükte birleşirlerse ve
güney üzerinde kontrolü ele geçirirlerse veya doğunun en büyük
oyuncusuyla bir ittifak kurarlarsa Amerika’nın Avrasya’daki
hakimiyeti dramatik olarak azalır. Doğunun iki büyük oyuncusu
herhangi bir zaman birleştiklerinde de aynı durum olur. Nihayet,
Avrupalı ortaklar Amerika’yı batı taraftaki üslerden kovarlarsa
bu, muhtemelen kıtanın batı kıyısının sonuçta, orta bölgeye
hakim olan yeniden canlanmış oyuncunun zorbalığı altına girmesi
anlamına gelse de, aynı zamanda onun Avrasya satranç tahtasındaki
oyuna katılımının sonu demektir”(2).
Bu
jeopolitikanın gerçekleştirilmesi için atılan adımlar:
NATO
ve AB'nin doğu genişlemesi:
Revizyonist
blokun dağılmasından sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri adeta
sırayla önce NATO üyesi ve sonra da AB üyesi oldular. Aşağıdaki
haritalarda da gördüğümüz gibi NATO'nun hakimiyet alanı Rusya
sınırlarına kadar uzanmış oldu.
Böylece
Baltık Denizi'nden Karadeniz'e kadar uzanan 200 milyon nüfuslu
1.800.000 km²'lik bir alan NATO ve AB hakimiyetine girmiş oldu.
Bölünmüş
Ukrayna:
Dil
ve buna bağlı olarak kültür sorunu Ukrayna'da siyasal bölünmeyi
de ifade etmektedir. Ayrışma dil ve kültür sorununa göre
şekillenmiştir. Ukraynaca konuşanlar ülkenin orta ve batı
bölgelerinde yoğunluktayken, Rusça konuşanlar da ülkenin doğu
ve güney bölgelerinde çoğunluğu oluşturmaktadır. Bu bölünme
seçimlere de yansımaktadır. Ukrayna milliyetçiliğinin
temsilcileri konumunda olan Timoşenko ve Yuşçenko oylarını
orta ve batı Ukrayna'mdan alırken, Rusya yanlısı olan Yanukoviç
oylarını doğu ve güney Ukrayna'dan almıştır.
Ekonomik
farklılaşma da dil ve kültür farklılığına paralel bir
yapılanma göstermektedir. Ülkenin doğusunda, Rusça konuşulan
bölgelerde kömür ve çelik sanayi yoğunluktayken, batı ve orta
bölgelerde daha ziyade tarım ve ilgili ekonomi ağırlıktadır.
Ukrayna'da
bölünmüşlük tarafları destekleyenlere bakılarak da görülebilir
veya dış destek ülkede siyasal çelişkilerin keskinleşmesine
hizmet etmiştir. Bu gelişme en açık bir biçimde 2004 başkanlık
seçimlerinden sonra “turuncu devrim” sürecinde görülmüştür.
Ukrayna'yı kendi nüfuz alanında tutmak isteyen Rus emperyalizminin
temsilcisi Putin, W. Yanukoviç'i desteklerden AB ve ABD, Batı
yanlısı olan W. Yuşçenko'yu desteklemiştir. Bu destek G.
Soros'un “Open Society Foundation”, Amerikan hükümetine
yakınlığıyla bilinen “National Endownment for Democracy”
veya “Freedom House” gibi vakıflar tarafından
gerçekleştirilmiştir. Sadece Amerikan hüümeti 1991'den bu yana
NGO'ların, çıkar gruplarının ve kurumlarının faaliyeti için
beş milyar dolarlık bir yatırım yapmıştır.
“Turuncu
devrim” Batının Rusya karşısında Ukrayna'da elde ettiği
oldukça önemli bir başarıydı.
Batı
yanlısı Yuşçenko'nun başkan olmasıyla ülkede sular durulmadı,
tam tersine çelişkiler, karşılıklı kışkırtmanın da
etkisiyle giderek keskinleşti. Öyle ki 2004/2005'te Ukrayna
bölünmenin eşiğine geldi: Rusya yanlısı politikacılar Kiev'den
ayrılma tehdidini yinelerken, “turuncu devrim” yanlıları
arasında bitmeyen iç çatışmalar patlak verdi ve başbakan Y.
Timoşenko görevden alındı. NATO'nun 2008'deki Bükreş zirvesinde
Ukrayna ve Gürcistan'ın üyeliği üzerine uzlaşma sağlanamadı
ve bu iki ülkenin NATO üyeliği gerçekleşmemiş oldu. ABD'nin
sıkıştırmasına direnen Almanya ve Fransa'nın bu tavrı, 2008
savaşında Gürcistan'ın Rusya'ya yenilgisi NATO'nun doğu
genişlemesinin son sınırına geldiğini göstermekteydi.
2010
başkanlık seçimlerinde politik kamplaşmanın yönü değişti:
Timoşenko ile Rusya arasındaki ilişkilerde belli bir iyileşme
olurken, ülkenin doğu bölgesinde ağır sanayi sermayesi eskisi
gibi Rusya yanlısı olmaktan ziyade AB'ye üyelik eğilimi
göstermeye başladı. Yeni başkan Yanukoviç her iki tarafa da
(Batı ve Rusya) aynı mesafede durma, bağımsız politika izleme,
NATO üyesi olmama, ama aynı zamanda Rusya, Beyaz Rusya ve
Kazakistan tarafından oluşturulan “Gümrük Birliği”ne
girmeme, buna karşı AB üyesi olma, “bloklar dışında kalma”
politikası güdüyordu. Yanukoviç'e göre Ukrayna “AB ve Rusya
arasında bir köprü” olmalıydı. Ama Timoşenko'nun
tutuklanmasıyla bağlam içinde AB ile Ortaklık Anlaşmasının
sonuçlanmasından sonra bazı AB ülkelerinin Ukrayna'ya eleştirel
yaklaşımı Yanukoviç'in yeniden Rusya'ya yakınlaşmasına neden
oldu, Putin'i Ukrayna'ya davet etti, “Gümrük Birliği” ile
ortak çalışmaya ilgi duyduğunu açıkladı. Bu arada Rusya da
Ukrayna güvenlik güçlerinin bir kısmını kendi amaçları için
örgütledi. Bunda ne denli başarılı olduğunu Kırım'ın ilhak
edilmesinde ve son olarak da doğu Ukrayna'da ordu güçlerinin saf
değiştirmesinde görmekteyiz.
Enerji
koridorunda Ukrayna'nın yeri:
Rus
gazına bağımlılık derecesi:
Ukrayna
sorununda dolayı AB'nin Rusya ile ilişkilerini ABD gibi sonuna
kadar gerdirme eğiliminde olmayacağı veya olamayacağı da
düşünülmelidir. Nihayetinde AB için önemli olan Rusya ile
ekonomik ilişkilerin tehlikeye girmemesidir. AB, ABD veya Rusya veya
Çin gibi bir jeopolitika, dünya hakimiyeti stratejisi
geliştiremeyeceğinin bilincindedir. Bunun tek nedeni AB'nin bir
ekonomik entegrasyon olması ve içinde birbiriyle rekabet eden
Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya gibi emperyalist ülkelerin
olmasıdır. Bu ülkeleri ortaklaştıran, tekleştiren bir
jeopolitika mümkün olamaz. Sermayeler ulusal kökenlere ayrılmış
olduğu müddetçe, yani ulus devletler var olduğu müddetçe
olamaz.
AB
ve Rusya arasında çelişkilerin keskinleşmesi durumunda Avrupa
ülkelerinin enerji temini bakımından nelerle karşı karşıya
kalacağını aşağıdaki veriler göstermektedir:
Avrupa
ülkelerinin Rus doğal gazına bağımlılık oranları: Estonya
(%100); Letonya (%100); Litvanya (%100); Finlandiya (%100);
Bulgaristan (%98); Çek Cumhuriyeti (%88); Slovakya (%79); Slovenya
(%62); Macaristan (%60); Polonya (%60); İtalya (%36); Almanya (%35);
Fransa (%20); İngiltere (%15) ve Romanya (%9).
AB-Rusya
arasında çelişkilerin derinleşmesi durumunda rafa kaldırılmış
olan Nabucco projesi yeniden gündeme getirilebilir.
Bu
proje Hazar Havzasından Avrupa'ya enerji akımını Rusya sınırları
dışında sağlamak için planlanmıştır. Maliyet sorununda dolayı
rafa kaldırılan bu hattın yeniden gündemleştirilmesinde Ukrayna
sorunu belirleyici bir önem taşımaktadır ve Türk burjuvazisinin
de işine yarar.
Ukrayna'daki
gelişmeler, saflaşmalar iç politik sorunlarla; demokrasi için
mücadeleyle veya yolsuzluğa karşı mücadele ile açıklanamaz.
Şüphesiz bunun için mücadele ettiğine inanarak gösterilere
katılan sayısız insan vardır. Ama Ukrayna'nın coğrafi konumu,
Rusya ve ABD+AB'nin soruna yaklaşımları burada Avrasya'da
hakimiyet, uluslararası alanda hakimiyet için bir mücadelenin
verildiği ve bu mücadelede, daha doğrusu rekabette Rusya ve
ABD+AB'nin karşı karşıya durdukları oldukça açıktır. SB'nin
dağılmasından bu yana bu alan (Ukrayna), her iki emperyalist
merkez arasında bir istikrarsızlık alanıydı. Bu alanı istikrara
kavuşturmak, yani kendi nüfuz alanına dönüştürmek için
denemeler hep geçici kaldı ve bugüne gelindi.
Son
birkaç ayda Ukrayna'da yaşanan gelişmeler dünyanın birçok
ülkesinde yaşanmış olan ve yaşanan gelişmelerin bir parçasıdır.
En son olarak bu Türkiye ve Brezilya'da yaşandı. Daha öncesinde
“Arap Baharı”nda, Yunanistan'da, İspanya'da vs. görüldü.
Şüphesiz ki, bu protesto hareketleri, ayaklanmalar birebir aynı
değildir. Ülke özelliklerinden kaynaklanan farklılıklar vardır.
Ama hepsinde ortak olan nokta, özgürlük, demokrasi için,
yoksuluğa, işsizliğe, çürümüş düzen yapılarına karşı
mücadeledir. Yine hemen hemen hepsinin ortak noktası bu
mücadelelerin kendiliğindenci bir karakter taşımasıdır. Bu
kitlesel gösterilerin, zor kullanmanın devreye girdiği bu
protestoların kendiliğindenci bir karakter taşıması, devrimci
önderlikten yoksun olduğunun açık ifadesidir. Devrimci
önderlikten yoksunluk bu protestoları, on binlerin katıldığı bu
eylemleri maniple etmeye açık hale getirmektedir. Bunu da örneğin
Mısır'da olduğu gibi ordu, Ukrayna'da olduğu gibi Batı'nın
örgütlediği milliyetçi ve faşist güçler kullanmaktadır.
Kendiliğindencilik, şu veya bu emperyalist dış gücün ve mevcut
iktidara karşı mücadele eden burjuva kanadın işçi sınıfı ve
emekçi yığınların özgürlük ve demokrasi mücadelesini,
yoksulluğa, sefalete, yolsuzluğa, çürümüşlüğe karşı
mücadelesini kendi çıkarları için kullanmalarına yol
açmaktadır.
Stratejik
konumundan dolayı emperyalist merkezlerin çekişme, rekabet alanına
dönüşen Ukrayna'da sermaye ve emperyalist hegemonya karşısında
ortak hareket etmesi gereken güçler (işçi sınıfı ve emekçi
yığınlar) etnik ayrım, şovenizm kışkırtılarak birbirlerini
boğazlamanın eşiğine getirilmişlerdir. Amerikan emperyalizmi,
dünya hakimiyeti anlayışının doğrudan bir yansıması olarak
Rusya'yı kuşatmak, çember altına almak için Ukrayna'da iktidar
savaşı veriyor. Ama bunu özgürlükten, demokrasiden bahsederek
yapıyor. Rusya, bu çemberi yarmak için Ukrayna'daki Rus etniğini
milliyetçilik temelinde kaşıyor. Sonuç ortada; Kiew'de hükümet
darbesi ile Batı yanlıları iktidara gelirken, Rusya Kırım
yarımadasını işgal ediyor ve Rusya Federasyonu topraklarına
katıyor. Bununla da yetinmeyerek Doğu Ukrayna'da kent işgallerine
girişiyor.
SB'nin
dağılmasından sonra Ukrayna'da emekçi yığınlarda biriken
işsizlik ve yoksulluktan kaynaklanan tepkiyi kullanan Batılı
güçler (ABD ve AB) örgütledikleri “turuncu devrim”le Rus
yanlısı iktidarı deviriyorlar ve kendi kuklaları olan iktidarı
kuruyorlar. Ama bu emperyalist ülkelerin derdi emekçi yığınların
sorunları olmadığı için, birikmeye devam eden sorunlar yeniden
patlak veriyor; Batı yanlısı iktidarın yerine Rusya yanlısı
iktidar geçiyor, şimdi de Rusya yanlısı iktidarın yerini yeniden
Batı yanlısı bir iktidar alıyor.
Kasım
2013'te imzalanması beklenen AB ile Ortaklık Anlaşmasını
Yanukoviç, Rusya'nın bastırmasından dolayı askıya aldığını
açıklıyor. Gelişmenin istenildiği gibi olmadığını duyan
Timoşenko (o zaman hapishanededir) çağrı yapıyor ve Kiew'de
“bağımsızlık Meydanı” işgal ediliyor. Muhalefet hükümeti
güvenoyu ile düşüremeyince sokağın gücünü harekete
geçiriyor. O günlerde sadece başkent Kiew'de 500 bin insan
sokaklara dökülüyor, birçok devlet binası işgal ediliyor ve
faşist çetelerin çatışmalara katılmasıyla da onlarca insan
ölüyor. Özellikle Ocak ayının sonunda protestoların Batı
Ukrayna'nın başka kentlerine de yayılması ve hükümetin
gösterilerle baş edememesi sonucunda Yanukoviç geri adım atıyor;
muhalefetin isteklerini kabul ediyor. Başbakan ve 12 kentin valisi
istifa ediyor. Ama muhalefet bu gelişmeyi değerlendireceğine
Almanya'ya gidiyor; AB ve Almanya ile Ukrayna'da nasıl adım
atamaları gerektiğini konuşuyor ve aldıkları direktifleri
uygulamak için geri dönüyor. Sonrası malum: Şubat ortalarında
başkanın yetkilerini sınırlandıran bir anayasa değişikliği
tasarısı görüşülürken muhalefetten 40 milletvekili kürsüyü
işgal eder, meclis çalışamaz hale getirilir. Dışarıda ise
özellikle faşist çetelerin çabasıyla silahlı çatışmalar
yoğunlaştırılır; buna polis güçleri silahla karşılık verir
ve onlarca insan yaşamını yitirir. Şubat sonunda parlamento
Yanukoviç'i görevden alır. Batı yanlısı hükümet kurulur,
Kırım işgal edilir vs. vs.
Bütün
bunların Ukrayna işçi sınıfı ve emekçi yığınlarının
özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle, yolsuzluğa, rüşvete,
işsizliğe karşı mücadelesiyle ne ilgisi olabilir? Açık ki işçi
sınıfı ve emekçi yığınların sorunlarının çözümüzü için
gösterileri, mücadelesi, devrimci bir önderlik olmadığı için
emperyalist güçleri ve yerli işbirlikçileri tarafından
kullanılmıştır.
Ukrayna,
bugünkü gelişmelerin de gösterdiği gibi emperyalist çıkarların
dayatılmasından dolayı bölünmenin eşiğine gelmiştir; aslında
coğrafi olarak da bölünmüştür. Bu bölünme işçi sınıfı ve
emekçi yığınları da konuşulan dile göre Batı yanlısı ve
Rusya yanlısı olarak bölmüştür; bu etnik kökene göre
bölünmedir.
Sonuç
itibariyle:
Ukrayna'da
politik gelişmeler emperyalistler arası çıkarlara göre
şekillenmekte, şiddetlenmekte ve yumuşamaktadır.
Ukrayna
politikasında bir taraftan AB ve ABD diğer taraftan da Rusya
belirleyici olmaktadır. AB içinde Almanya AB'nin Ukrayna
politikasını belirlemektedir. AB ve ABD'nin Ukrayna'ya yaklaşımında
farklılık vardır: AB soruna daha ziyade ekonomik açıdan
yaklaşırken, ABD jeopolitik açıdan yaklaşmaktadır. Ukrayna
konusunda Çin Rusya'nın yanında yer alıyor, ama bunu güçlü bir
biçimde dile getirmiyor. Aslında bir denge politikası izliyor: Ne
Batı'nın zorlamasıyla iktidar değişimini ne de Rusya'nın
ilhakçı girişimlerini mahkum ediyor. Bilinen oportünist
politikasını uyguluyor: “Başka ülkelerin iç işlerine
karışmamak”.
Ekonomik
ilişkilerin geleceği bakımından Ukrayna'daki gelişmeler Çin'i
de oldukça ilgilendirmektedir. (Kırım'ın Ukrayna'dan ayrılması
veya Rus nüfusun yoğunlukta olduğu Doğu Ukrayna'nın ayrılması
için olası bir referandumu destekleme veya desteklememe durumunun
gündeme gelmesi Çin emperyalizmi açısında korkunç bir
gerçeklikle karşı karşıya kalmak anlamına gelir. Bu durumda
Tayvan'da, Doğu Türkistan'da (Sincan-Uygur), Tibet'te ve hatta Hong
Kong'da
ayrılık için referandumları kabul etmesi gerekir).
Ukrayna
(ve Kırım da) Rusya'nın Karadeniz'e oradan da Akdeniz'e,
dolayısıyla Okyanuslara açılan ve bu nedenden dolayı da oldukça
stratejik öneme sahip olan bir ülkedir. Bu nedenle de Rusya,
Ukrayna'dan vazgeçemez; bölme ve bir kısmına sahip olma pahasına
da vazgeçemez.
AB
ve ABD Ukrayna'da kitlesel protestoları emperyalist çıkarları
için maniple etmişler, kullanmışlar ve soncunda da Rusya yanlısı
gerici iktidarın yerine kendi çıkarlarını savunan başka gerici
bir iktidarı getirmişlerdir. Buna karşılık olarak da Rusya Kırım
yarımadasını işgal ve ilhak etmiş ve aynı planını Doğu
Ukrayna'da da gerçekleştirmek için adımlar atmıştır.
SB'nin
dağılmasından sonra Amerikan emperyalizmi Avrasya jeopolitikasını
gerçekleştirmek ve dünya hakimiyeti kurmak veya en azından
mevcut konumunu devam ettirebilmek için adımlar atmıştır.
Doğrudan bu jeopolitikayla ilişkili değilmiş gibi görünse de
sürdürdüğü bir dizi savaşlar, vesayetli savaşları; örneğin
Irak (1991), Balkan (1994-1996), Sırbistan (1999), Afganistan
(2001), Irak (2003), renkli “devrim”ler ve Ukrayna'daki mevcut
gelişmeler hep aynı jeopolitikanın birer yansımasıdır.
Ukrayna
sorununu sürekli kaşıyan ve bugünkü duruma getiren aynı
aktörler 17 Nisanda Cenevre'de bir araya gelerek neden oldukları
veya kışkırtarak bugünkü duruma getirdikleri sorunun “çözümü”ne
katkıda bulunacaklarını bütün dünyaya göstermeye çalıştılar.
Savaş kışkırtıcıları adeta “barış meleği” kesildiler.
Görüşmeye
ABD, Rusya, Ukrayna ve AB temsilcileri katıldılar. ABD Dışişleri
Bakanı J. Kerry, Rusya Dışişleri Bakanı S. Lawrow, Ukrayna
Dışişleri Bakanı A. Deschtschiza ve AB'nin dış işlerinden
sorumlu olan C. Ashton'ın yaptıkları açıklama burjuva basın
tarafından barışın sağlanması yolunda önemli bir başlangıç
adımı olarak değerlendirildi. Gerçekte ise böyle bir şey yok;
Cenevre görüşmesi umutsuzluğun açıklanmasından başka bir şey
değildir. Ukrayna'da veya Ukrayna üzerine emperyalist bloklar
arasında çekişme devam etmektedir. Ukrayna'da oyun çok açık ve
askeri güç de kullanılarak oynandığı için müdahil olan
emperyalist güçler, uluslararası alanda çok çabuk teşhir
oldular. Bu nedenle sorunun çözümüne ne denli barışçıl
yaklaştıklarını gösterme ihtiyacı duydular. Dörtlü zirve
kundakçının itfaiyeci rolü üstlenmesinden başka bir anlam
taşımamaktadır.
Açıklamada
şöyle deniyor: “Bütün
taraflar, her türden zor kullanmaya, gözdağı vermeye ve
provokasyonlara son vermeliler. Katılımcılar, aşırıcılığın,
ırkçılığın ve Yahudi düşmanlığı da dahil dinsel
tahammülsüzlüğün bütün biçimlerini en sert biçimde mahkum
ederler. Bütün illegal silahlı gruplar silahsızlandırılmalıdır.
Bütün illegal olarak işgal edilmiş binalar meşru sahiplerine
geri verilmelidir. Ukrayna şehirlerinde ve kazalarında illegal
işgal edilmiş sokaklar, meydanlar veya başkaca kamuya açık bütün
alanlar boşaltılmalıdır... Katılımcılar Ukrayna'nın iktisadi
ve mali istikrarının önemini vurgularlar ve yukarıda belirtilen
adımların atılması için yardım etmeye devam edeceklerini
açıklarlar”.
Bu
sözlerin inandırıcı bir yanı yok. Zirveden önceki günlerde,
haftalarda Ukrayna'da iktidar kavgasını silahlı güçlerle
sürdürenler şimdi “gözdağı verme”yi, “provokasyonları”
mahkum ediyorlar. Bu açıklamadan sonra her iki emperyalist blok
planlarını uygulamada önemli bir değişikliğe gitmemişler,
bütün değişimler şekli olarak kalmıştır.
Savaş
kışkırtıcıları bir zirveyle kendi kendilerini “barış
meleği” ilan edeceklerinin sanıyorlar. ABD ve Rusya'yı
jeopolitik anlayışlarından dolayı anlamakta güçlük çekmeyiz.
Ama AB'ye ne oluyor? Son gelişmelerde, hükümet değişiminde
(darbede) açıktan baş rol oynamıştı; açıktan Ukrayna
milliyetçilerini ve faşistlerini desteklemişti. Ve birkaç gün
sonrasında bunlar olmamış gibi barıştan bahsedebiliyor.
Ukrayna
işçi sınıfı ve emekçi yığınlarının emperyalist güçlere
ve onların işbirlikçilerine karşı mücadele etmekten başka bir
kurtuluş yolları yoktur. Ne Batı yanlısı olmak ne de Rusya
yanlısı olmak Ukrayna'yı kurtarır, bağımsızlaştırır. Her
iki emperyalist taraf da Ukrayna'yı adeta protektoratlaştırmak,
kendi emperyalist amaçlarına koşmak, jeopolitik çıkarları için
üs olarak kullanmak amacındadır.
Ukrayna
işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, Ekim Devrimi'nden ve SB'de
ulusal sorunun çözümünden çıkartılması gereken derslerle,
sonuçlarla mücadelelerini sürdürürken yalnız olmadıklarını,
uluslararası işçi sınıfı ve emekçi yığınların, bütün
anti-emperyalist, anti-faşist güçlerin, demokrasiden yana olan
insanlığın desteğinden emin olmalılar.
*)
Bu yazı Nisan 2014'de hazırlanmıştır.
*
1)
Mackinder, Sibirya’nın merkez olduğu bir dünya haritası çiziyor
ve kara parçalarını üç ana gruba ayırıyor:
1)
Dünya adasının kalbi olarak Rusya’yı içine alan Avrasya.
2)
Bu kalbi veya merkezi çevreleyen ve üç bölümden oluşan “kıyı
ülkeleri kuşağı”:
a-
Avrupa kıyı bölgeleri,
b-
Yakın ve Ortadoğu’nun kurak bölgeleri ve
c-
Asya’nın muson ülkeleri.
3)Afrika,
Amerika ve Avustralya kıtalarından oluşan bir “dış kuşak”.
2)
Z. Brzezinski “Yegane Dünya Gücü, Amerika'nın Hakimiyet
Stratejisi”, s. 57/58.