“DÜŞTÜYSEK
KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
“24
AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ
Makale
16/18
TROÇKİ
VE “ELEŞTİRMENLERİ”
“Sürekli
umutsuzluk” abidesi Troçki!
Yukarıda
birkaç yerde her ne kadar Troçki SSCB'ni savunuyor dediysek ve
“Troçki, tek ülkede sosyalizmin inşasını, SSCB'nde “rejim”in
ilerici olduğunu savunuyor” diye bir ara başlığa yer verdiysek
de bu görüşümüz pek doğru değil. Aslında Troçki'nin SSCB'ni
savunmaya hiç niyeti yoktu, yıkmaya niyeti vardı. Ama yeni kurduğu
Enternasyonal'inde SSCB'in sınıfsal karakteri üzerine patlak veren
tartışmalar Troçki'yi zor durumda bırakmıştı ve Troçki o
zamana kadar savunduğu “yozlaşmış işçi devleti” tezinin
doğruluğunu kanıtlamak için, istemeyerek de olsa SSCB'ni ve
“yozlaşmış işç devleti”nin üretim ilişkilerinde attığı
adımları sonuna kadar desteklemek, savunmak zorunda kalmıştı.
Şöyle de ifade edebiliriz: Troçki'nin “eleştirmenleri”,
Troçki'ye SSCB'ni savundurtmuşlardır ve Troçki de SSCB'ni “çakı”
gibi savunmuştur.
Burada
bu tartışmanın nedenlerini ve SSCB'nin sınıfsal karakteri
üzerine Troçkistlerin hala devam eden ve paramparça
olmalarının önemli bir nedeni olan o tartışmalarda öne sürülen
görüşleri bir makale boyutunda ele alacağız. Tartışmanın
taraflarını, öne sürülen teorileri makale kapsamında ele almak
mümkün değil. Bu nedenle ağırlığı özellik Troçki
(“yozlaşmış işçi devleti teorisi”) ve “eleştirmenleri”nden
Bruno Rizzi'nin (“yeni üretim biçimi teorileri”) görüşlerine
vereceğiz.
SSCB'nin
sınıfsal karakteri üzerine II. Enternasyonal'den geriye kalan
revizyonistlerin (2,5'uncu enternasyonalcilerin), Batı-Marksizmi
unsurlarının ve Troçkistlerin tartışmaları oldukça kapsamlı.
SSCB'nin gelişme seyri üzerine tartışmalar, öne sürülen
görüşleri, oluşturulan teorileri doğrudan etkilediğinden sorunu
dönemler bazında ele alarak kimin neyi savunduğunu göstermeye
çalışacağız. Yukarıda da belirttiğimiz gibi aslında burada
esas sorunumuz, SSCB'nin gelişmesi üzerine bütün görüşlerden
ziyade Troçki ve Troçkistlerin ve bir biçimde Troçkizme
“bulaşmış” olanların SSCB üzerine geliştirmiş oldukları
anlayışlardır. Bu bölümü bu türden anlayışlarla
sınırlandırmaya çalışacağız.
Birinci
dönem
Ekim
Devriminden toplumsal ve ekonomik alanda istikrarlaşmanın
başlangıcına kadarki süreç (1917-1929)
Ekim
Devrimi ve SSCB'nin kurulması uluslararası komünist ve işçi
hareketi içinde ve etrafında yer alan o dönemin önde gelen
teorisyenleri, parti önderleri, yöneticileri ve aydınları
arasında kapitalist gelişmesi geri bir ülkede sosyalist devrim ve
sosyalizmin kurulması eksenli ateşli tartışmalara neden olmuştur.
Sonradan geliştirilen birçok teorinin, bunun ötesinde
Batı-Marksizminin oluşmasında Ekim Devrimi ve SSCB'nin kurulması
olgusu belirleyici çıkış notasını oluşturmuştur.
Bu
dönemde kimler tartıştı diye sorarak şöyle bir tartışan
taraflar sıralaması yapabiliriz:
Bolşevikler
ile Kautsky (1854- 1938) arasında Lenin-Kautsky, Troçki-Kautsky ve
Buharin-Kautsky eksenli tartışmalar yürütülmüştür.
Bunun
ötesinde Bolşeviklerle R. Luksemburg (1871-1919) ve P. Levi
(1883-1930) arasında tartışmalar olmuştur.
C. Zetkin
(1857-1933), G. Lukacs (1885-1971) ve K. Kautsky (1854-1938) arasında
SSCB üzerine savunan-reddeden tartışmalar sürdürülmüştür.
Ekim
Devrimi, sosyalizmin inşası üzerine tartışmalara “sol
komünistler” de katılmışlar ve bu kampın önde gelenlerinden
H. Gorter (1864-1927), A. Pannekoek (1873-1960), O. Rühle
(1874-1943) görüşlerini açıklamışlardır. Bu tartışmalara
katılanlardan birisi de Karl Korsch'tur (1886-1961).
Bu
tartışmalarıN kısa bir özetini vermekle yetineceğiz:
O
dönemki tartışmalarda katılımcıların hemen hepsi, insanlık
tarihinin komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, sosyalist
toplum sıralamasına göre, birbirini takip ederek; bir sonrası
toplumun, kendinden önce gelen toplumdan gelişmenin daha üst bir
aşamasını temsil ettiği anlayışına göre hareket ediyordu.
Sadece Kautsky, bu sıralamayı kabul etse de her bir ülkende her
bir aşama olgunlaşmadan daha üst bir aşamaya geçilmemesi
gerektiğini öne sürüyordu. Yani Rusya'da Ekim Devrimi
gerçekleştirilmiştir, ama bu ülkede gelişmiş bir kapitalizm
olmadığı için sosyalizm de kurulamaz diyordu. Diğer
tartışmacılarda ise geri kapitalist gelişme koşullarında devrim
yapan bir ülke gelişmiş kapitalist ülkelerin yardımıyla
(örneğin R. Luksemburg) sosyalizmi kurabilir veya geri kapitalist
koşullarda devrim yapan ülke, ülkenin koşullarına uygun bir
ulusal politika (örneğin, Zetkin, Lukacs) ile sosyalizme geçebilir
düşünceleri hakimdi.
Tartışmalarda
tek ortak nokta veya ortaklaşmış çıkış noktası, Çarlık
Rusya'sının feodal kalıntıları olan geri kapitalist bir ülke
olduğuydu. Bu noktada görüş birliği vardı. Ama bundan
çıkartılan sonuçlar oldukça farklıydı. Farklı görüşleri
gruplaştıralım:
1-
Rusya'da koşullar (kapitalizm) sosyalizm için henüz
olgunlaşmamıştır ve sosyalizme geçmek için olgunlaşması
gerekir görüşünde olanlar. Bu görüşte olanları iki ana gruba
ayırabiliriz:
Birinci
grup: Bolşeviklerin sosyalizmi gerçekleştirme niyetinden bağımsız
olarak Ekim Devrimi, kapitalizmin gelişme yolunu açan bir burjuva
devrimdir. Bu görüş Gorter, Pannekoek, Rühle tarafından
savunuluyordu.
İkinci
grup: Ekim Devrimi, tarihsel yasallığı bir kenara iten
voluntarist bir girişimdir ve daha baştan başarısızlığa mahkum
olmuştur. Bu “piç yapı” kısa zamanda çökecektir. Bu görüşü
savunan da Kautsky'den başkası değildi.
2-Ekim
Devrimi proleter bir devrimdir; kapitalist gelişmesi geri bir ülkede
(bu durumda Rusya'da) belli koşullarda sosyalizmin inşası
mümkündür.
Bu
görüşte olanları üç grupta toplayabiliriz:
Birinci
grup: Kapitalist gelişmesi geri bir ülkede sosyalizmin inşası
oldukça risklidir; kapitalizme geri dönüş tehlikesi reel olarak
vardır. R. Luksemburg bu görüşteydi.
İkinci
grup: Henüz başlangıç aşamasında olan sosyalist toplum
önemli ölçüde istikrara kavuşmuştur, sağlamlaşmıştır.
Zetkin ve Lukacs bu görüşü savunuyorlardı.
Üçüncü
grup: Sosyalist toplumun ilk göstergelerine, başlangıcına
geçiş çabacı başarısız olmuştur; yavaş yavaş ilerleyen
karşı devrimle kapitalizmin yeniden kurulması
gerçekleştirilmiştir. Bu görüşü de Korsch savunuyordu.
Bolşeviklerin
ve Troçki'nin dışında kalan diğer tartışmacılar, somut
durumdan uzakta, somut durumu anlamadan tartışıyorlardı. Korsch
dışında hiç kimse SSCB'nde karşı devrimin gerçekleştiğini
savunmuyordu. 1924'ten itibaren Troçki, SSCB'nde Thermidorculuğun,
yani Stalin önderliğinde karşı devrimciliğin üst yapıda hakim
olmaya başladığını savunmuştur. Dolayısıyla bu dönemde bir
biçimde karşı devrimden bahseden iki tartışmacı vardı: Korsch
ve Troçki.
İkinci
dönem
Sosyalizmin
inşasının başlangıcından (planlı dönem) “Anavatan Savaşı”na
kadarki süreç - “Büyük Atılımlar”, “büyük
zaferler” dönemi (1929-1945)
Bu
dönemde birçok yeni teoriler geliştirilmiştir. Bunların hepsini
burada bir makale çerçevesinde ele almak imkansız. Bu nedenle,
yukarıda da belirttiğimiz gibi “devlet kapitalizmi teorileri”ni
belirterek geçeceğiz.
Devlet
kapitalizmi teorileri (Myasnikov, ,
Adler, Wagner, Worrall ve Pollock):
Bu
dönemde SSCB'nde devlet kapitalizmi hakimdirden hareketle teori
geliştirenlerin başında Gavriil İlyiç Myasnikov (1889-1945), F.
, Adler (1879-1960),
Helmut R. Wagner (1904-1989), R. L. Worrall ve Friedrich Pollock
(1894-1970) gelmektedir.
“Devlet
kapitalizmi” kavramı yeni değildir; XIX. Yüzyılın '90'lı
yıllarının başında sosyal demokrat G. Vollmar (Almanya)
tarafından reformist görüşlere karşı geliştirilmişti. Bu
kavramı Lenin de kullanır. Tabii Lenin'in bu kavrama yüklediği
anlam ile Myasnikov, ,Adler,
Wagner, Worrall, Pollock ve sonraları Cliff'in yüklediği anlam
birbirinden tamamen farklıdır.
Myasnikov,
, Adler, Wagner, Sovyet
sistemini veya ekonomik ve toplumsal yapılanmasını her ne kadar
“devlet kapitalizmi” olarak tanımlamışlarsa da bu
tanımlamalarını temellendirememişlerdir. Neredeyse tek temel
savları 'SSCB'nde artı değer üretimi, kapitalist sömürü” söz
konusudur. Bu üç yazara göre SSCB'de işgücü sömürülmektedir.
SSCB'nde “devlet kapitalizmi teorisi”ni esas temellendiren veya
bu alanda önemli çalışmalar yapan kişi R. L. Worrall'dır.
Üstelik bu çabasını “Marksist” değerler üzerine oturtan
Worrall, iddialıdır; işin içine Marks'ı, Kapital'i ve Engels'i
de karıştırır. Kapital'in üçüncü cildinde iki yerde işine
gelen anlayışlar keşfeder. Worrall, üçüncü ciltte Marks'ın
'üretim araçlarının varlıklı küçük bir grubun elinde
toplanmasından, çalışma sürecinin toplumsal örgütlenmesinden,
dünya pazarının oluşmasından, meta ve artı değer üretiminden
bahsettiğini ve bunları kapitalist üretim biçiminin temel
bileşenleri olarak gördüğünü yazar.
Yine
üçüncü ciltte Marks'ın anonim şirketlerde işletme müdürünün
başka sermayedarların sermayelerini yönlendirdiğini ve diğer
sermaye sahiplerinin de sadece “sermaye sahibi” olarak
kaldıklarını tespit ettiğini ve böylece özel sermayenin
kapitalist üretim biçimi çerçevesinde ortadan kaldırıldığını
yazar.
Engels'in
“Anti-Dühring”de hisse senedi temelinde sermayenin
gelişmesinden, büyük yatırımların tekil işletmeler tarafından
gerçekleşmesinin olanaksızlığından dolayı devletin yatırımcı
olmasından bahsettiğini yazar.
Bu
anlayışları -nasıl anladığını burada ele almanın hiçbir
anlamı yok- harmanlayan Worrall, kapitalizm kapitalizm olarak
kalırken, üretim araçlarının özel mülkiyette olmasının
kapitalizmin her gelişme aşaması için bir zorunluluk olmadığı;
kapitalizmin devlet mülkiyeti yönünde gelişmesinin son kertede
özel mülkiyetin gerçekten ortadan kaldırılmasına götürebileceği
sonucuna varır.
Devlet
ve sermayenin bir bütün olarak her şeye hakim olduğu bir toplumda
sosyalizmin teorik olarak mümkün olacağını göstermek isteyen
Worrall, Lenin'i de kendine şahit yapmayı unutmaz.
Worrall,
devamla teorik olarak mümkün olanın SSCB'nde fiilen
gerçekleştiğini iddia eder: SSCB'nde kapitalist temelde siyasi ve
ekonomik iktidar merkezleri kaynaşmıştır.
Bu
yazara göre “Stalinist bürokrasi” bir burjuva sınıf değildir;
onun yapısının özel mülkiyete dayalı burjuvazi ile herhangi bir
benzerliği yoktur. Ama “Stalinist bürokrasi”nin işleyiş
biçimi “normal” burjuvazininkiyle aynıdır.
Worrall,
SSCB bu duruma rağmen, bürokrasinin işçi sınıfına tabi olması
durumunda bir işçi devleti olabilir der; yani Sovyetler,
bürokrasinin politikasını belirleyecek durumda olurlarsa SSCB bir
işçi devleti olabilir. Ama SSCB'de bu geçerli değildir. Tam da bu
nedenden dolayı SSCB'nde devlet, işçi devleti olmak yerine
kapitalist devlet olmuştur.
Worrall,
SSCB'nin sermaye ihraç etmediğini, sömürgelerinin olmadığını,
bundan dolayı da kapitalist olmasına rağmen emperyalist olmadığı
anlayışındadır.
Worrall,
SSCB'nin kapitalizmden ziyade sosyalizme daha yakın olduğunu
savunur; SSCB'nde özel mülkiyet yok edilmiştir ve üretim araçları
üzerinde işçi sınıfının kontrolü de bürokrasi tarafından
engellenmektedir. Bu engelin ortadan kalkmasıyla bu “geçiş
aşaması” sosyalizme doğru gelişir. Bu noktalarda Worrall mı
Troçki kokuyor, yoksa Troçki mi Worrall kokuyor pek çıkartamadım!
Bu
yazara göre Sovyet kapitalizmi, Ekim Deviminin bir sonucudur;
yaklaşık 1923'ten itibaren SSCB'nde “on sene boyunca devam eden”
bir karşı devrim gerçekleşmiştir. Bunun bir nedeni nesnel
faktörse (ekonomik ve kültürel gerilik, köylü ağırlıklı
toplum yapısı vs.), diğer nedeni de öznel faktördür (1923-1929
döneminde Troçki'nin direnişinin zayıf olması). Anlaşıldı
Worrall Troçki kokuyor!
Pollock
1932'den beri kapitalizmin plan tekniklerini kullanarak yeni bir
denge yakalayabileceği üzerinde araştırma yapmaktaydı.
Geliştirdiği düşüncelerini 1941'de devlet kapitalizminin genel
teorisine dönüştürdü. Pollock teorisini doğrudan faşit
diktatörlüklerin hakim olduğu Almanya ve İtalya'daki gelişmelere
dayandırmaktaydı. Bu teorinin SSCB'nde geçerli olup olmayacağı
konusunda önce çekingen davransa da SSCB'nde devlet kapitalizminin
hakim olduğunu bu teorik açılımının bir parçası yapmıştır.
SSCB'nde
“devlet kapitalizmi” esprisi böyle başlar.
“Yozlaşmış
işçi devleti teorisi” (Troçki):
Almanya
ile SSCB arasında Saldırmazlık Anlaşmasının imzalanmasından ve
II. Dünya Savaşının patlak vermesinden sonra Troçkistler ve
küçük burjuva aydın kesiminde SSCB'nin sınıfsal karakteri
üzerine tartışma sesleri yükselmeye başladı. Özellikle SWP
(ABD) saflarında Troçki'ye aykırı sesler duyuluyordu. Bu partinin
önde gelen Max Shachtman (1904-1972), James Burnham (1905-1987) ve
Martin Abern/Martin Abramowitz (1898–1949) gibi unsurları SSCB'nin
“yozlaşmış işçi devleti” olarak tanımlanmasını
reddettiler. Tabii böylesi durumlarda Troçkistlerin yapabilecekleri
ilk iş hizip oluşturmaktır. Onlar da öyle yaptılar ve SWP
saflarında “azınlıkta olan fraksiyon” oluşturdular. Bu konuda
partinin görüşüne açıktan, hizip kurarak karşı çıktılar.
Bu hizbin
görüşlerini etkileyen de Bruno Rizzi'den başkası değildi. Bu
İtalyan yazar, SSCB'nde “bürokratik Kolektivizm” diye
tanımladığı yeni bir sistemin oluştuğundan bahsediyordu. Bu
sistem devlet mülkiyetinin bürokratik yönetimine dayanan sınıf
hakimiyetinin yeni bir biçimiydi.
Bu
görüşte olan B. Rizzi “Dünyanın Bürokratlaştırılması”
kitabında şöyle yazıyordu:
“Düşüncemize
göre SSCB'nde mülk sahibi olanlar bürokratlardır; çünkü
iktidarı onlar ellerinde tutuyorlar. Aynen burjuvazinin yaptığı
gibi ekonomiyi yönetiyorlar. Bütün sömürücü sınıfların
yaptığı gibi karları cebe indiriyorlar. Ücretleri ve fiyatları
tespit ediyorlar. Yineliyorum: Bunlar bürokratlardır. Toplumun
yönetiminde işçilerin hiçbir önemi yok. Bunun ötesinde artı
değerden de bir pay almıyorlar...
Gerçekten
de kolektif mülkiyet proletaryanın elinde bulunmuyor, aksine yeni
sınıfın elinde bulunuyor: Bu, SSCB'nde tamamlanmış olan,
totaliter devletlerde oluşum aşamasında bulunan bir sınıftır”(1).
Troçkistlerin
anlatımına bakarsanız, Troçki'nin her şeyi önceden bildiğini,
bu türden değerlendirmelere yabancı olmadığını görürsünüz.
Gerçekten de o dönemin tarihini biraz karıştıran her dünyalı
da aynı bilgileri edinir. Burada Troçki'ye özgü olan bir şey yok
ve bundan bir Troçki “öngörüsü” de çıkartılamaz. Yukarıda
sadece belirterek geçtiğimiz aynalayışlar, onların sahipleri,
tartışanları mutlaka ki, Troçki'nin gözünden kaçmamıştır.
Ama burada önemli olan, “IV. enternasyonal”in muhtemelen en
güçlü “partisi” içinden önde gelenlerin Troçki'nin
SSCB-tanımlamasına bir İtalyan yazarın görüşlerinin etkisinde
kalarak kazan kaldırmalarıdır. Kendi safından unsurlar tarafından
Troçki'nin “yozlaşmış işçi devleti” teorisi bombardımana
tutulmuştur. Bu, Troçki'nin umuduna yapılmış bir saldırıdır.
Troçki'ye
göre değerlendirmeleriyle Rizzi ve Burnham işçi sınıfının
devrimci rolünü reddediyorlardı. Troçki, kendi görüşüne
yönelmiş bu saldırıya cevap vermekte gecikmez:
“Marksizmin
Savunulması” makalesinden okuyalım:
“Sahte
Marksistlerin hayal kırıklığına uğramış ve cesareti kırılmış
temsilcilerinin bütün bu çeşitli türleri, önderliğin iflasının
sadece, proletaryanın devrimci görevini yerine getirmede
yeteneksizliğini “yansıttığı” varsayımından hareket
ediyorlar. Karşıtlarımızın hepsi bu düşünceyi açıkça ifade
etmiyorlar, ama hepsi -uç sollar, merkezciler, anarşistler,
Stalinistlerden söz etmeye gerek yok ve sosyal demokratlar-
yenilgiler için sorumluluğu kendilerinden öteliyor ve
proletaryanın omuzlarına yıkıyor. Onların hiçbiri,
proletaryanın sosyalist devrimi gerçekleştirmek için tam olarak
hangi koşullarda olması gerektiğini göstermiyor.
Yenilgilerin
nedeninin proletaryanın sosyal doğasında kök salmış olduğunu
kabul edelim, bu durumda modern toplumun durumu umutsuz vaka olarak
tanımlanmalıdır. Çürüyen kapitalizm koşullarında proletarya
sayısal ve kültürel olarak büyümüyor” (2).
Troçki'ye
göre Rizzi ve Burnham işçi sınıfının devrimci rolünü
reddediyorlar. Peki Troçki ne yapıyor veya işçi sınıfının
devrimci rolünü onlardan daha az mı reddediyor?: “Çürüyen
kapitalizm koşullarında proletarya sayısal ve kültürel olarak
büyümüyor”!
Yandaşları
veya “sol küçük burjuva aydınlar” diye tanımladığı
çevreler 1939/1940 döneminde Troçki'yi oldukça zorlamışlardır;
“yozlaşmış işçi devleti” teorisini geçersiz görmüşler ve
böylece de Troçki'yi “geçersiz” saymışlardır.
Şimdi
Troçki'nin “Yozlaşmış işçi devleti teorisi”nin ne olup
olmadığına bakalım:
Troçki'nin
bu teorisi iki temel anlayışın sonucudur. Birinci anlayış:
Sosyal bir devrimin kazanımları ancak ve ancak bir karşı devrimle
yok edilebilir. İkinci anlayış: Ekim Devrimi sosyal bir
devrimdir (sosyalist, proleter bir devrimdir) ve bunun sonucu da bir
işçi devletidir, yani proletarya diktatörlüğüdür. Troçki'ye
göre devrimde de, karşı devrimde de güç kullanmak esastır.
SSCB'nde
zora dayalı bir karşı devrim olmadığından dolayı devlet, “işçi
devleti” olarak tanımlanmalıdır. Diğer makalelerde de
gösterdiğimiz gibi SSCB'nde bürokratikleşme, yozlaşma şu veya
bu boyutlarda olabilir, ama zora dayalı karşı devrim olmadığı
müddetçe SSCB bir “işçi devleti”dir. Troçki'ye göre
SSCB'nde bürokrasinin diktatörlüğü giderek daha yoğun ve
kapsamlı olarak teröre başvuruyordu, yani ülkede siyasi durum
sürekli değişiyordu. Troçki bu değişen koşullar altında “işçi
devleti teorisi”nin geçerliliğini göstermek için teorisini
değişen durumlara uyumlu hale getirmek zorunda kalıyordu.
Troçki'nin
“işçi devleti” temellendirmesi ve kendine göre SSCB'ndeki
gelişme onu, teorisini geçerli kılmada zorlamıştır; bir
taraftan belirttiğim nedenlerden dolayı “işçi devleti
teorisi”ne sarılıyor, ama diğer taraftan da SSCB'deki
gelişmeleri kendine göre değerlendirmesi “işçi devleti
teorisi”ni çürütüyordu.
1931'de
yayımlanan “SSCB'nin Gelişmesinin Sorunları”
kitapçığında şunları yazar:
“İşçi
sınıfında Ekim Devriminin geleneği canlı ve güçlüdür. Sınıf
düşüncesi alışkanlığı tam kök salmıştır. Yaşlı nesilde
devrimci mücadelenin öğretisi ve Bolşevik stratejiden sonuçlar
çıkartmak unutulmamıştır. Halk ve özellikle proletarya
kitlelerinde eski hakim sınıflara ve onların partilerine karşı
kin yaşamaktadır. Kendi bütünlüğü içinde bu eğilimlerin
hepsi, sadece geleceğin yedeklerini değil, aksine Sovyetler
Birliği'ni işçi devleti olarak koruyan bugünkü canlı iktidarı
da oluşturmaktadır...
Bugünkü
Sovyet devletinin işçi devleti olarak tanınması, sadece,
burjuvazinin silahlı ayaklanma dışında siyasi iktidarı elde
edemeyeceği, SSCB proletaryasının da devrim olmaksızın, reform
yöntemleri ve araçlarıyla- bürokrasiyi kendine tabi kılma
olanağını kaybetmediği, partiyi yeniden canlandırmayacağı ve
diktatörlük rejimini iyileştirmeyeceği anlamına gelmez”
(3).
Ama
Troçki'nin SSCB'nde reform yoluyla iktidarı ele geçirme anlayışı,
kısa bir zaman içinde iktidarı devrimle ele geçirme anlayışına
dönüşür. Troçki'ye göre SSCB artık reform yoluyla
değiştirilemez. Bu durum Troçki'nin açmazıdır; ona göre SSCB
bir taraftan işçi devletidir, diğer taraftan da işçi devletinden
başka her şeydir. SSCB bir taraftan işçi devletidir, ama diğer
taraftan da reform yolu kapanmıştır, tek kurtuluş yeni bir
devrimdir. Teorisini kurtarmak için Troçki, Kautsky'den kaynaklanan
siyasi devrim, sosyal (ekonomik) devrim ayrımına sarılır. Troçki,
SSCB bir işçi devletidir, bu nedenle ekonomik yapıyı değiştiren
bir devrime değil, planlı ekonominin gelişmesi önündeki bütün
engelleri -bürokrasiyi- ortadan kaldıran bir devrime, yani siyasi
bir devrime ihtiyaç vardır anlayışına varmıştır.
Ama
Troçki “işçi devleti” anlayışından vazgeçmez. “İhanete
Uğramış Devrim”inde de “işçi devleti” kavramına sarılır.
Ama diğer taraftan da SSSCB'ne, SBKP(B)'ye, sosyalizmin inşasına
saldırmaya devam eder. Onun sorunu “işçi devleti” anlayışıyla
“bürokratikleşme”yi, “Stalinist rejim”i uyumlu hale
getirmektir. Troçki'ye göre Sovyet toplumu çelişkili bir
toplumdur; bir yanı sosyalisttir, diğer yanı sosyalist değildir:
Kapitalizmle sosyalizm arasında bir geçiş rejimidir. Yani Sovyet
devleti iki karakterlidir: Sovyet devleti “üretim araçlarının
toplumsallaştırılmış mülkiyetini koruduğu müddetçe
sosyalisttir, tüketim araçlarını kapitalist değer ölçüsü
paranın aracılığıyla gerçekleştirdiği müddetçe de
burjuvadır”.
“Burjuva
paylaşım normları maddi gücün büyümesini hızlandıracak
sosyalist amaçlara hizmet ediyor olmalıdır, ama sadece son
tahlilde. Devlet daha baştan dolaysız biçimde ikili bir karakter
taşır: Üretim araçlarında toplumsal mülkiyeti savunduğu ölçüde
sosyalisttir; tüketim maddelerinin paylaşımını, kapitalist bir
değer ölçüsüne ve bundan doğan bütün sonuçlara uygun biçimde
yapıldığı ölçüde burjuvadır” (4).
Troçki'ye
göre üretim safhasında sosyalist faktörler hakimdir; devletin dış
ticaret tekeli, sanayinin ulusallaştırılması, planlı ekonomi. Bu
nedenden dolayı SSCB bir işçi devletidir. Bu nedenlerden dolayı
bürokrasi burada kök salmış olamaz. Bürokrasi ancak ve ancak
dağıtım aşamasında; eksikliğin ve paylaşım normlarının
hakim olduğu alanda var olabilir.
“Bürokratik
iktidarın temeli, tüketim maddelerinin yetersizliği ve bu
yetersizlikte kaynağını bulan her şeye karşı mücadeledir.
Mağazada bol miktarda mal bulunduğunda alıcılar canları istediği
zaman alış-veriş yapmaya gelebilirler. Mal kıt olduğundaysa
kapıda kuyruk oluşturmak zorunda kalırlar. Kuyruk yeterince
uzadığında düzeni tesis etmek için bir polis memuru gerekir.
İşte Sovyet bürokrasisinin gücünün başlangıç noktası
bundur. Malı kime vereceğini, kimi bekleteceğini o “bilir”
(5).
Troçki'ye
göre devrim yapmış bir ülkede üretici güçler ne kadar az
gelişirse, bürokrasinin toplumsal ağırlığı da o ölçüde
büyük olur. Böyle bir bürokrasinin kendini
imtiyazlılaştırmasından doğal bir şey yoktur.
“Ürünlerin
dağıtımını yapanın bu işten kendine bir fayda sağlamadan
çıktığı şimdiye kadar görülmemiştir. Böylelikle toplumun
ihtiyacından öyle bir organ doğmuştur ki, gerekli toplumsal
işlevinin çok ötesine taşarak özerk bir etkene dönüşmüş ve
aynı zamanda tüm toplumsal organizmayı ciddi bir tarzda tehdit
eden bir kaynak haline gelmiştir” (6).
Troçki,
“yozlaşmış işçi devleti”, bu durumda SSCB uzun dönem var
olamaz anlayışını sürekli savunmuştur; ona göre planlı
ekonomi ve işçi demokrasisi, bu durumda planlı ekonomi ve işçi
devleti bir bütündür; biri olmazsa diğeri olamaz. Bu nedenle her
ikisi arasındaki uyuşmazlık, çelişki uzun dönem devam edemez;
yani SSCB'nde üretim araçlarının sosyalist mülkiyette oluşuyla
“Stalin bürokrasi”sinin hakimiyeti; bu çelişki uzun dönem
devam edemez. Tam da bu nedenden dolayı “İhanete Uğramış
Devrim”inde yozlaşmış işçi devletinin uzun dönem
var olamayacağını açıklar.
Bürokratik
çarpıtma, tanınmaz hale getirme sadece ve sadece kısa süreli bir
görünüm olabilirdi. P. Frank da Troçki'nin bu anlayışını
“Troçki için Stalinizm bir kazadır, tarihin süreklilik arz
eden bir yaratısı değildir” diye yorumlar.
Troçki'ye
göre bürokrasi, ölü doğmuş bir çocuktur. Kesilip atılması
gereken bir tümördür. Bu bağlamda Troçki, SSCB'ni tamir edilmesi
gereken bir otomobile benzetir; tamir edildikten sonra otomobilin
çalışması gibi, bürokrasi kesilip atıldıktan sonra SSCB
sosyalizm yolunda ilerler.
Troçki'nin
SSCB değerlendirmesiyle uluslararası durum değerlendirmesi
birleştirildiğinde nasıl bir çıkmaz içinde olduğu görülür.
Troçki'ye göre gelişmesinde kapitalizm son aşamasına gelmiştir.
“IV. Enternasyonal”in manifestosu olan “Geçiş Programı”nın
ana başlığının “Kapitalizmin Can Çekişme Mücadelesi ve
IV. Enternasyonal”in Görevleri” olması boşuna değildir.
Troçki'ye göre kapitalizmin çöküş aşaması uzun zamandan beri
devam etmektedir: Üretici güçler artık büyümemektedir; artık
artı değer üretilememektedir, yatırım yapma olanakları
kalmamıştır, kar elde edilememektedir; bütün sistem
durgunlaşmıştır; bütün sistem var olmak yok olmak krizi
içindedir; sürekli barbar ve ilkel özelliklerini ortaya
çıkartmaktadır. (Troçki'nin bu anlayışına dayanarak bugün de
böylesi kapitalizm değerlendirmesi yapanlar var).
Uluslararası
durum değerlendirmesi veya günümüzde “mahşer günü
tellallığı” yapanlara yol gösteren değerlendirmesi şöyleydi:
“Proleter
devrimin ekonomik ön koşulları, genelde kapitalist düzende
ulaşabileceği en yüksek olgunluk düzeyine ulaşmıştır.
İnsanlığın üretici güçleri durgunluk içindedir. Artık yeni
buluş ve teknik gelişmeler maddi zenginliğin yükselmesini
sağlayamamaktadır. Bütün kapitalist sistemin içinde bulunduğu
toplumsal kriz koşullarında konjonktürel krizler kitleleri
gittikçe ağırlaşan yokluk ve acılarla karşı karşıya
bırakmaktadır...Gerek demokratik gerekse de faşist rejimler, bir
iflastan diğerine yuvarlanmaktalar.
Burjuvazinin
kendisi de bir çıkış yolu görememektedir...
Faşizmin
çürümesi Almanya'da gamalı haç simgesi altında olduğu kadar,
Fransa'da özgürlük kepi simgesi altında da sürmektedir. Tek
çıkış yolu burjuvazinin devrilmesidir” (7).
Troçki,
SSCB'ni “çakı” gibi savunuyor, Stalin'i savunuyor, SBKP(B)'yi
savunuyor diyorum, ama Troçkistler bana inanmıyorlar! Uluslararası
durumu yukarıdaki gibi değerlendiren Troçki, her şeye rağmen,
Stalin'e, “Stalinist bürokrasi”ye rağmen SSCB'nin insanlığa
yol gösterebilecek durumda olduğuna inanır; SSCB yükselen bir
toplumu, kapitalizm de çöken toplumu ifade eder. Bu nedenle Troçki,
bir savaş durumunda kapitalizme karşı SSCB'nin koşulsuz
savunulmasından yanadır. Her ne kadar bu savunmanın içinde
SSCB'nde proletarya diktatörlüğünü yeni partiyle
“Bolşevik-Leninistler” önderliğinde “siyasi devrim”le
yıkma kusuru olsa da, SSCB'ni sonuna kadar savunalım çağrısı
yapar.
Troçki,
1930'lu yıllarda dünyanın oldukça istikrarsız olduğu
görüşündedir; patlak verecek savaş koşullarında -II. Dünya
Savaşı kastediliyor- proleter devrimler kapitalizmin ve “Stalinist
bürokrasi”nin varlığını tehdit edecekler ve sadece ve sadece
işçi devletinin bir geleceği olacaktır, anlayışındadır. Bu
anlamda 1939'da şunları söyler:
“Kesinkes
inandığımız gibi bu savaş (II.
Dünya Savaşını kastediyor- İ. O.) bir proleter devrime
neden olursa, kaçınılmaz olarak SSCB'nde bürokrasinin yıkılmasına
ve 1918'de olduğundan oldukça yüksek iktisadi ve kültürel
temelde Sovyet demokrasisinin yeniden canlanmasına götürecektir.
Bu durumda Stalinist bürokrasinin bir “sınıf” veya işçi
devletinde bir tümör olup olmadığı sorunu kendiliğinden
çözülecektir. Dünya devletinin gelişme sürecinde Sovyet
demokrasisinin sadece dönemsel bir geriye düşüş olduğunu herkes
anlayacaktır.
Ama
mevcut savaşın devrime değil, proletaryanın çöküşüne neden
olmayacağı kabul edilirse geriye başka bir olasılık kalıyor:
Tekelci kapitalizmin çürümeye devam etmesi, devletle kaynaşmasının
ilerlemesi ve hala var olduğu yerlerde demokrasinin yerini totaliter
bir rejimin alması” (8).
Troçki
“sosyalizm ve barbarlık” dışında bir alternatif tanımıyor.
Hala kapitalizm koşullarında yaşıyor olmamız, SSCB'nde
proletarya diktatörlüğünün, böylece sosyalizmin XX. Parti
Kongresinde Kruşçev revizyonistleri tarafından siyasi iktidarın
gasp edilmesiyle yıkılması ve yerine kurulan revizyonist sistemin
sonraki dönemde sosyal emperyalistleşerek 1991'e kadar varlığını
dürdürmesi ve ötesinde Troçki'nin “sürekli devrim”
anlayışına göre proletaryanın hiçbir ülkede devrim yapmaması
sadece ve sadece Troçki'nin bu öngörüsünün ne denli temelsiz
olduğunu gösterir.
“Yozlaşmış
işçi devleti” teorisinin geçerliliğini savunmak için Troçki,
SSCB'ni savunmak zorunda kalmıştır.
Yeni
Üretim Biçimi Teorileri
SSCB'nin
yeni bir toplumsal formasyon oluşturduğu üzerine teori; yeni
üretim biçimi teorisi her ne kadar B. Rizzi tarafından
geliştirilmiştir dense de bu teorinin oluşumunda Lucien Laurat
(1898-1973) ve Simone Weil'ın (1909-1943) rolü belirtilmelidir.
Lucien
Laurat (1898-1973):
1927'de
komünist hareketten ayrılarak sosyal demokratizm saflarında yer
alan ve bir ara Moskova'da üniversite doçentliği de yapan Laurat,
SSCB'nin yeni bir toplum formasyonu oluşturduğunu kapsamlı olarak
ilk analiz edendir. Lauray'a göre Ekim Devrimi tartışmasız
sosyalist bir devrimdir. 1917'de Rusya'nın sosyalizm için henüz
olgunlaşmadığı düşüncesi -Kautsky, Rühle, Gorter vs.
Tarafından savunulan düşünceler- Laurat için anlamsızdır; ona
göre bir ülke ne kadar gelişmiş, sosyalizm için ne kadar
olgunlaşmış olursa olsun, tek başına olduğu müddetçe dünyanın
kaynaklarından yararlanamaz.
Laurat,
Rusya'yı, uluslararası devrimin bir parçası olma koşuluyla
sosyalizme hazır olan bir ülke olarak görüyordu. O, bu noktada R.
Luksemburg ile aynı düşüncededir.
Laurat,
SSCB'nde bürokratlardan oluşan bir elit tabakanın kurumlaştığını,
başka ülkelerde devrimlerin gerçekleşmemesi ve proleter
kadroların da azlığından dolayı bu elit tabakanın ülkeye hakim
olduğu anlayışındadır. Laurat'a göre bürokrasi proleter kile
ile bağlarını sürekli kaybetmiştir; yeri doldurulamaz duruma
gelmiş, mülksüzleştirilen burjuvazinin mirasını yönetmeye
başlamıştır.
Laurat'a
göre Sovyet devleti, dünyanın en büyük kapitalistidir; sanayi ve
bankalar onun elindedir, işgücünü satın almaktadır. Yeni oluşan
Sovyet sisteminin kapitalist sistemle benzer olan yönleri çoktur.
Laurat,
SSCB'ni kapitalist gören görüşleri reddeder. Ama Marks'ın
kapitalizm analizi için kullandığı kavramları kullanır.
Laurat'a
göre SSCB'nde üretim araçları hukuken işçilerin elindedir, ama
devlet ve işletme yönetiminde asalak bürokrat kast hakimdir.
Laurat'a göre bu durumda Ekim Devrimi sonrasında devrim öncesi
koşullar, yani burjuva koşullar yeniden oluşturulmamıştır
(Korsch'a göre böyle olmuştu). Tam tersine tamamen yeni bir sistem
oluşmuştur.
Simone
Weil (1909-1943):
S.
Weil, 1934'te yayımladığı yazısında Laurat'ın “bürokrasi
tarafından uygulanan sömürünün mekanizması” anlayışını
müdürlerin ve teknokratların artan gücü anlayışıyla
birleştirir. Bu yazarın çıkış noktası şudur: Kapitalizmde
işbölümü ve uzmanlaşma giderek yaygınlaşmaktadır. Bunun
sonucu olarak bireyler toplumsal totaliterlikte neyin ne olduğunu
anlayamamaktalar. Uzmancılık her tarafta hakim olmaya başlamıştır.
Sayısız parçalara bölünmüş faaliyetin koordinasyonu
gereklidir. Bundan dolayı bu gerekliliği yerine getirmek için
idari işlevler ve bürokratizm olağanüstü güçlenmektedir. Bu
durumda işletmelerde bir üçlü güç veya odak noktası
doğmaktadır: İşletmenin pasif araçları olan işçiler; çöken
iktisadi sisteme dayanan kapitalistler ve gelişimi giderek daha çok
iktidara neden olan tekniğe dayanan yöneticiler.
Bu
üçlü güce dayanan sistemde kapitalistlerin dışlanması, işçi
iktidarının kurulmasıyla eş anlamlı değilidir; devre dışı
kalan kapitalistlerin yerini idari güçler alır ve bu da güçlü
bir bürokratik tabakanın oluşmasının temelini oluşturur.
Bürokrasinin hakimiyeti pekişirse, hakimiyetini yaşamın bütün
alanlarında geçerli kılmaya yönelir. Weil'a göre SSCB'nde böyle
olmuştur ve bu eğilimler SSCB dışında da görülmektedir. Her
tarafta üç bürokrasi güçlenmektedir: Sendikler, devlet ve
işletmeler. ABD'de, Roosevelt'in “New Deal”i ekonomiye
bürokratik müdahaleyi oldukça yoğunlaştırmıştır;
Hitler-Almanya'sında devlet ve işletme bürokrasisinin ortak
adımları görülmektedir.
Bruno
Rizzi (1901-1985):
Rizzi,
Bordigizm ve Troçkizm çevresinde yolunu şaşırmış bir öğrenci
ve kundura satıcısı olarak dolaşır. 1939'da Paris'te yayımladığı
“Dünyanın Bürokratlaştırılması” kitabıyla Troçki'nin
bile “eleştirmeni” olur. Açık ki görüşleriyle genellikle
Troçkist çevrelerde SSCB'nin sınıfsal yapısı üzerine
sürdürülen tartışmaları ve oluşmuş görüşleri çok
etkilemiştir. Aksi taktirde Troçki'nin tartışma muhatabı
olamazdı. Aslında Rizzi'nin kitabını tanıtan bizzat Troçki'nin
kendisi olmuştur.
Rizzi boş
birisi değildir; SSCB üzerine incelemeler yapmış birisidir.
Rizzi'nin “Dünyanın Bürokratlaştırılması” kitabında
Weil'ı bulmak mümkündür. Weil gibi Rizzi de dünyanın her
tarafında bürokrasinin gücünün arttığını görmektedir.
SSCB'ni de bürokrasinin hakim sınıf konumuna geldiği bir
toplumsal yapıya sahip ülke olarak değerlendirmektedir.
Her
ne kadar Rizzi, bu çalışmasında bürokratik görüngülerin
tarihsel-toplumsal gelişmesinin bir analizini yapmasa da sadece
SSCB'nde değil, Almanya, İtalya ve Japonya gibi faşist
diktatörlüklerin hakim olduğu ülkelerde de bürokrasinin sınıf
olarak oluştuğunu ve hakim konumda olduğunu savunur.
Rizzi,
burjuvaziyi kendini savunmak zorunda kalan “sosyal bakımdan ölü
bir güç” olarak tanımlar. Rizzi'nin gündeminde sosyalist devrim
değil, “bürokratik kolektivizm” durmaktadır.
Rizzi,
SSCB'nde Ekim Devriminin yenilgisinin doğrudan bir sonucu olarak
bürokrasinin hakim sınıf olarak yapılandığını savunur. Bu
yazara göre “devletin mülkiyeti, bürokrasiye,
toplumsallaştırılmasına rağmen, tamamen yeni sınıfa ait olup
olmamasından bağımsız olarak taşınabilir ve taşınamaz
varlıkların mülkiyetini verir”. Bu, toplumsal zenginliğe
kolektif tarzda el koyuştur. Böylece bürokratik kolektivizm,
kapitalizmi felce uğratan çelişiyi -üretimin toplumsal olması ve
üretime el koyuşun özel olması- daha yüksek bir seviyede
gündemleştirerek çözmüş olur.
Bruno
Rizzi şunu diyor:
“Sömürü
varlığını sürdürür. Ama insanın insanı sömürüsünün
yerini bir sosyal sınıfın diğer bir sınıfı sömürüsü alır”.
Rizzi'nin
anlayışına göre burada; bireysel sömürüden kolektif sömürüye
geçişte sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçişte görülen
sömürünün ters yönde gelişmesi tekrarlanmış olur. Rizzi şunu
diyor:
“Mülkiyet,
kolektif topluluk mülkiyetinden özel mülkiyete dönüşmüştür.
Şimdi ise sınıf mülkiyeti görünümünde yeniden kolektif bir
biçime kavuşmuştur”.
Rizzi'ye
göre “bürokratik kolektivizm”de sömürü; artı değerin elde
edilişi, devlet mekanizması üzerinden gerçekleştiriliyor. Devlet
mekanizması aynı zamanda baskı mekanizmasıdır. Bu durumda siyasi
ve iktisadi iktidar birbiriyle kaynaşmıştır. İşgücü talebi
artık kapitalistler tarafından değil de devlet tarafından
belirlenmektedir; bunun böyle olmasının nedeni ise devletin talep
tekelini elinde tutmasıdır. Ücretler, metaların fiyatı planda
tespit edilmiştir. Bu nedenle Rizzi, işçilerin özgür olduğunu
söylemenin doğru olmadığı görüşündedir:
“Sovyet
işçisinin sadece bir ustası var. O, işgücünü meta olarak
satamaz; seçim olanağı olmayan bir tutsaktır” (9).
Rizzi,
SSCB'nin kölecilikle karşılaştıracak derecede alçalır:
“Sömürü,
aynen köleci toplumda olduğu biçimde gerçekleşir; devletin
bağımlısı,
sadece ve sadece kendisini satın alan usta için
çalışır...yeniden üretimine ustanın olağanüstü ilgi duyduğu
hayvanları sürer, bakımını yapar“ (10).
Rizzi,
kölelerle Sovyet işçisi arasında önemli bir farkın olduğunun
farkındadır(!): Sovyet işçileri askerlik yapabilirler; onların
sahip olduğu bu “imtiyaza” köleler sahip değildir.
Rizzi'nin
SSCB'ni analiz yönteminin bilimsellikle bir ilişkisi yoktur;
SSCB'nde görmek istediğini gören bir yaklaşımdır. Savlarını
kanıtlayan bir analiz yok, savlarını temellendirebileceği veriler
yok. Aynı yaklaşım ABD, “New Deal” için de geçerlidir.
Rizzi, ne SSCB'inde ne de ABD'de yeni bir sınıfın oluşumunu
göstermektedir, sadece yeni bir sınıfın varlığını varsayım
olarak kabul etmektedir. Ama bu türden temel eksikliklerine rağmen
Rizzi, istatistik verileri dünya çapında kapitalizmden sonra
“bürokratik kolektivizm” gelmektedir, ancak ondan sonra
sosyalizm gelebilir teorisini kanıtlamak için kullanmıştır.
Rizzi'ye göre 'büyük üretim araçlarının ulusallaştırılması,
devletleştirilmesi, bireysel spekülasyona tabi olmayan iktisadi
planlama ve üretim; bütün bunlar bürokratik kolektivizmin büyük
kozlarıdır. Tarihsel açıdan böyle bir toplumun görevi,
dünyanın bütün üretimini örgütlü bir biçimde yükseltmektir'.
Rizzi,
“yeni üretim biçimi”nde -”bürokratik
kolektivizm”de- “tarihte son hakim sınıfın”, yani
bürokratların sınıfsız topluma, “sınıf ve mülk sahibi”
olarak kendi varlıklarını inkar edecek derecede daha yakın
olduklarını; bu “üretim biçimi”nde
“bürokratik-kolektiv hakimiyet sahiplerinin işçi sınıfına
burjuvaziden daha yakın” olduklarını; “Hitler'e,
Stalin'e vs. karşı bütün acı ve kin duygularının bir kenara
itilmesi” gerektiğini; “çünkü bu önderlerin, sanayiyi
rasyonelleştirmekle ilerici bir görevi yerine getirdiklerini”;
“onların da sadece, tarihin birer araçları
olduklarını”;”altın kafeste kişisel özgürlüğe özlem
duyduklarını” yazmayı da unutmaz.
Bruno
Rizzi'nin bütün “numarası” budur.
Troçki
böyle bir sapkının düşüncelerini neden bu denli ciddiye
almıştır diyorsanız, B. Rizzi'nin SWP'de taşları yerinden
oynatan etkisine bakmak gerekir.
James
Burnham (1905-1987) ve “yeni üretim biçimi”:
Rizzi'nin
kitabını yayımladığı yıl ABD'de Troçkist harekette SSCB
üzerine tartışmalar hız kazandı. Tabi işin öncesi de var.
1937'de J. Burnham ve J. Carter (1910–1970), SSCB artık işçi
devleti olarak tanımlanamaz diyerek Troçki'nin “işçi devleti
teorisi”ne karşı kazan kaldırmışlardı. Burnham, Finlandiya
ile SSCB arasındaki savaşı kastederek, SSCB'nin tavrının bir
işçi devletinin tavrı olamayacağından hareket ediyor ve “işçi
devleti” anlayışının eskidiğini savunuyordu. Burnham'e göre
SSCB'de artık yeni bir sınıf oluşmuştur; toplum sınıflı
topluma dönüşmüştür. Bu görüşüyle SWP içinde büyük bir
kitleyi etkiler. Etkilenenler arasında J. Carter (Joseph Friedman),
M. Shachtman, Cyril Lionel Robert James (1901-989), Irving Howe
(1920-1993) ve Saul Bellow (1915-2005) da vardı.
Taraflar
-bu durumda SWP'de Troçki yanlıları ile Burnham taraftarları
arasında sert tartışmalar başlar. Troçki, Meksika'dan gönderdiği
yazılarla duruma müdahale eder. Bu yazılarında B. Rizzi ve
Burnham'ın görüş ortaklığından bahseder. Böylesi sert
tartışmalardan sonra Troçkistler geleneksel, aslında ilkesel
tavırlarını sergilerler ve bölünürler. Burnham ve Shachtman
önderliğinde “Workers Party” kurulur. Bir sene sonra da Burnham
bu partiden ayrılır. 1941'de “Yönetsel Devrim” kitabını
yayımlar.
Burnham'in
bu çalışmasında ileri sürdüğü görüşlerle Rizz'nin
görüşleri birbirine oldukça yakındır.
Burnham'e
göre Almanya'da, Balkanlarda, Çin'de devrimlerin başarısız
kalması, Rusya'da devrimin beklenenden farklı sonuçlanması,
kapitalizmin yenilgisinin mutlaka sosyalizme götürmediğini
göstermiştir. SSCB'nde sosyalizmin başarısızlığı, işçi
sınıfının rolünün abartılmasıyla bağlam içinde
görülmelidir. Toplumun proleterleşmesi tek başına yeterli
değildir. İşçilerin yapısal acizliği, eğitim düzeyinin,
kalifiyeliğin gerilemesiyle daha da büyümüştür. Diğer taraftan
işletmelerde işletme sahipleriyle işçiler arasında yüksek
eğitimli, yüksek kalifiyeli mühendislerden yeni bir sosyal tabaka
oluşmuştur. Bu tabakanın varlığından dolayı artık, işçiler,
işletme sahibinin olmaması durumunda üretim sürecini yönetecek
durumda değiller.
Kapitalizmi
ortadan kaldıracak olanlar sadece ve sadece, üretim sürecini
yöneten menajerlerdir (müdürlerdir). Geleceğin hakim güçleri
olarak gördüğü müdürleri Burnham kavramsal olarak ayrıntılı
tanımlar: Kalifiye işçiler, kimyacılar, makine mühendisleri,
doğa bilimcileri vb. değil, sadece ve sadece dar anlamda
müdürlerdir. Bunlar genellikle üretim yöneticileri, teknik
yöneticiler, idari direktörler; devlet hizmetinde ise büro
direktörleri, başkaca yöneticilerdir.
Burnham'e
göre müdür hakimiyeti SSCB'nde oldukça gelişmiştir ve üretim
araçlarına sahip olanlar bunun meyvelerini de toplarlar. Bu anlamda
SSCB'nde müdürler hakim sınıf olmuştur.
Bu
filozofa göre Ekim Devrimi sosyalist devrim değildi; aksine
müdürlerin devrimiydi, SSCB, “müdürcülük yolunda” en çok
gelişmiş ülkedir.
Menajer
toplumu (müdürler toplumu) ancak planlı işlevsel olabilir, bu
nedenden dolayı da kapitalizmden üstündür. Böyle bir toplum,
SSCB'nde ve Almanya'da görüldüğü gibi bir dizi sosyal ve
ekonomik sorunu -örneğin işsizlik gibi- çözebilir.
Max
Shachtman (1904-1972):
Troçki'ye
karşı mücadelede başlangıçta Burnham ile beraber hareket eden
Shachtman, tartışmaya yazarak da katılmıştır. Shachtman, her
konuda Burnham gibi düşünmüyordu. Örneğin Ekim Devrimini
sosyalist devrim olarak görüyor ve bu devrimin kazanımlarının
“Stalinist karşı devrim” tarafından yok edildiğini
savunuyordu. Troçki'ni Ekim Devriminden sonra SSCB'de zora dayanan
bir karşı devrim olmadığı ve bundan dolayı Sovyet devleti bir
işçi devletidir anlayışına karşı Shachtman, Ekim Devrimi
“fiilen kan dökülmeden ve zora başvurulmadan” gerçekleşmiştir,
ancak “Stalinizm”in kurumlaşması çok cana mal olmuştur diye
gönderme yapıyordu.
Shachtman
mülkiyet biçimleri ve mülkiyet ilişkileri arasında ayrım yapar
ve şunu söyler: Şayet devlet üretim araçlarının önemli bir
kısmına sahipse, burada söz konusu olan, farklı mülkiyet
ilişkileriyle beraber var olabilen özgün bir mülkiyet biçimidir.
Ama sorun şudur: Devlete kim hakimdir? Devlet proletaryanın
elindeyse ve proletarya devlet üzerinden mülkiyeti kontrol
ediyorsa, bu durumda söz konusu olan bir işçi devletidir. Ama
proletarya siyasi olarak etkisizse; yani devlet üzerinde kontrolü
yoksa, ekonomi üzerinde de kontrolü yoktur; bu durumda işçi
devletinden bahsedilemez. SSCB'nde söz konusu olan da son durumdur;
proletarya siyasi olarak etkisizleştirilmiştir, devlet ve
dolayısıyla ekonomi üzerinde kontrolü yoktur. Shachtman'e göre
bürokratik karşı devrim, “işçi sınıfının kendi devleti
üzerindeki her bir kontrol olanağının yok edilmesidir”. Bunun
sonucu bürokratik üretim ilişkileridir; bu da bürokratlardan
oluşan yeni bir hakim sınıftır.
Bir
ayrım yapacak olursak:
B.
Rizzi ve J. Burnham bürokratik sınıfta geleceğin bütün dünya
üzerinde hakim gücünü görüyorlardı. Buna karşın M. Shachtman
bürokratik sınıfı bölgesel ve kısa vadeli bir gelişme olarak
görüyordu. Shachtman'e göre farklı faktörlerin bir araya
gelmesinin sonucunda “Stalinist bürokrasi” oluşmuştur;
uluslararası sosyalist devrimin gerçekleşmemesi, Rusya'da üretici
güçlerin geri gelişmişlik durumu bu faktörlerin başında gelir.
Gelişmiş ülkelerde devrimci mücadele sosyalist devrimlere yol
açacaktır, bu da SSCB'ni etkileyerek bürokratik diktatörlüğün
sonunu getirecektir.
Mario
Pedrosa (M. Lebrun) (1900-1981):
SSCB'nin
bir kısmı Alman faşistlerinin işgali altındayken ve Troçki ne
pahasına olursa olsun SSCB savunulmalıdır demişken ABD'de SWP,
özelikle 1941'de, ne pahasına olursa olsun SSCB'ni savunacağı
yerde -belki de Troçki'den kurtulmuş oldukları için- SSCB'nin
sınıfsal karakteri üzerine “The New International” dergisinde
tartışmaya hız kesmeden devam etti. Hemen bütün makalelerde
yukarıda belirttiğimiz anlayışlar savunuluyordu. Tek istisnayı o
dönem ABD'de bulunan Brezilyalı sanat eleştirmeni
M. Pedrosa oluşturuyordu. “Sovyet Toplumunda Kitle ve Sınıf”
makalesinde şu görüşü savunuyordu bu sanat eleştirmeni:
“Kendi
haline bırakıldığında her devlete içkin eğilim, sınıflar
üstü, toplum üstü olmaktır; bu durum emsalsiz tarihsel
durumlardan dolayı Rusya'da mümkündü ve belki tarihte ilk defa
tamamen etkisini gösterebilir. Sürecin bu gelişmesi, bürokrasiyi,
devletin cisimleşmesini kontrol etmek için proletaryanın,
belirleyici sınıfın zayıf olmasından dolayı mümkündü.
Bürokrasi, kendini devlet ile özdeşleştirdi. Bu özdeşleşme ile
bürokrasi, bürokrasi için mümkün olan mutlak bir gelişmeye
ulaştı” (11).
Pedrosa'a
göre esasen devletin hizmetçisi olan bürokrasi, devletin egemeni,
hakimi olmuştur. Toplum üzerinde hakimiyet kuran devlet, yani
bürokrasi, artık topluma karşı gelmeye başlamıştır, bütün
sınıfları atomize etme çabası içindedir. Engels'in dediği gibi
devlet özgürleşmiştir.
“Özgür
halk devleti özgür devlete dönüşmüştür. Bu terimlerin gramer
anlamına göre, özgür bir devlet, kendi yurttaşlarına karşı
özgür olan devlettir, yani despotik bir hükümeti olan devlettir”
(12).
Engels'in
bahsettiği ”özgür devlet” ile SSCB'nde proletarya
diktatörlüğü arasında ortak bir noktanın olmaması bu unsurları
zerre kadar ilgilendirmemiştir; bunların ufku burjuva devlet
anlayışını aşmamıştır. Sosyalizmde devlet, sosyalizmin
inşasının ortaya koyduğu gelişme sorunlarına göre sürekli
kendini yenilemek zorundadır; nihayetinde sosyalist devlet kendi
sonunu getirmek için örgütlenmiştir. Ama kendi sonunu getirene
kadar yapılması gerekeni yapmak zorundadır; yapılması gereken de
toplumsal gelişmenin her bir aşamasında farklıdır. Bu sorunların
ne olduğunu göremeyenler veya sorunun bir parçası olanalar,
SSCB'nde devletin zorunluluk sonucundaki uygulamalarını onun
sınıflar üstü bir konuma sahip olması olarak
yorumlayabilmişlerdir; SSCB'nde proletarya diktatörlüğünü
ekonomik ve toplumsal temellerinde kopartarak, bağımsızlaştırarak
ele almışlardır.
Rudolf
Hilferding (1877-1941):
Hilferding'in
teorisinde kendine özgü yan ağır basar, ama Rizzi ve Burnham'in
görüşleriyle de örtüşen yanları vardı. Her halükarda
Hilferding, bürokrasiyi hakim sınıf olarak görmez; onun hakim
sınıf olmadığı ve olamayacağı düşüncesindedir. Çünkü
bürokrasinin iç yapısı, bileşenlerinin özelliği bunun önünde
engeldir.
“Burjuvazi
her tarafta ve özellikle de Sovyet Rusya'da çok türel,
farklılıklar arz eden bir kitledir. Ona sadece, en küçük
memurdan generallere ve Stalin'e varana kadar kelimenin dar
anlamıyla devlet memurları değil, aynı zamanda bütün aşamalarda
sanayinin yöneticileri ve posta ve demiryolu memurları da dahildir.
Ve bu karmakarışık kitle homojen bir hakimiyet mi
gerçekleştiriyor? Onun temsilcisi nerede, kararlarını nasıl
alıyor, ne türden organları var?” (13).
Hilferding'e
göre açık ki bürokrasinin sınıfsal bir karakteri yoktur. Troçki
de bu görüştedir. Ama her ikisi arasında farklılıklar da
vardır. Örneğin Troçki, bürokrasinin asalak olduğu
düşüncesindedir. Hilferding ise bürokrasiyi işçi sınıfına ve
devletine bağımlı olan asalak bir yapı olarak görmez; ona göre
bürokrasi, devlet önderinin, Stalin'in bir aracıdır.
Hilferding'in
düşüncesini takip edersek varacağımız nokta şu: Devlet bütün
sınıflardan kopuyor, bağımsız bir güç oluyor, yani sınıfsız
bir mekanizma oluyor. Sınıfsız olduğu için, duruma bağlı
olarak iyi iş yapabileceği gibi kötü iş de yapabilir. Yani “iyi
insanların” elinde -örneğin sosyal demokratların- topluma
yararlı olabileceği gibi “kötü insanların” elinde -örneğin
Bolşeviklerin- topluma zararlı iş yapar!
“Koskoca”
Rudolf Hilferding'in SSCB'nde sosyalizmin inşası bağlamında
geldiği nokta işte bu.
Kısa
bir özet:
Sorunu
nasıl ele aldığımız diğer makalelerde açıldığı için
burada bu teorilerin eleştirisini ayrıca yapmayacağız.
Birçok
yazar ve akım için Ekim Devriminin kendisi şaşkınlık nedeni
olmuştur; Kapitalist geri bir ülkede sosyalist devrimin
gerçekleştirilmiş olması önce teoriye sığdırılamamıştır.
Sonra, kısa zamanda yıkılır düşüncesi yerini kurulan
iktidarın; SSCB'nin kalıcı olduğu düşüncesine bırakmıştır.
Ekim Devriminin değerlendirilmesinde üç farklı görüş öne
çıkmıştır:
a)Ekim
Devrimi proleter bir devrimdir.
b)Ekim
Devrimi burjuva bir devrimdir.
c)Ekim
Devrimi yeni bir hakim sınıfı iktidara getiren bürokratik bir
devrimdir.
Kim
ne savunuyordu şeması:
Ekim
Devriminin karakteri
|
||
Ekim
Devriminin sınıfsal karakteri
|
Savunucular
|
Devrimin
gelişmesi
|
Ekim
Devrimi proleter devrimdir
|
Troçki
|
Bürokratik
yozlaşma
|
Worrall
|
Burjuva
karşı devrim
|
|
Shachtman
|
Bürokratik
karşı devrim
|
|
Bolşevikler
ve dünya komünist hareketi
|
Proletarya
diktatörlüğü ve sosyalizmin inşası
|
|
Ekim
Devrimi burjuva devrimdir
|
Wagner
|
|
Ekim
Devrimi bürokratik devrimdir
|
Burnham
|
SSCB'nin,
sosyalizmin inşasının bu eleştirmenleri 1920'li yıllarda ülkenin
gelişmesinin nasıl şakileneceğini pek kestiremediklerinden, belki
de Troçki'nin iktidarı ele geçirme olasılığından dolayı bu
dönemde SSCB'nde zor kullanmaya dayalı bir karşı devrimin söz
konusu olmadığı noktasında ortaklaşırlar.
'30'lu
yılların başından itibaren SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün
sağlamlaştığını gören bu eleştirmenlerde SSCB'dne bir karşı
devrimin gerçekleştiği görüşü gelişir. “Yozlaşmış işçi
devleti teorisi”ne sıkı sıkıya sarılan Troçki dışındakilerde
-devlet kapitalizmi ve yeni üretim biçimi teorilerini savunanlarda-
farklı görüşler gelişir; bu görüşleri iki noktada
toplayabiliriz:
SSCB
tarihsel bakımdan bir istisna ve faşist düzenle yapısal
uyumluluğun olup olmadığı bakımından:
1-Adler
ve Shachtman, SSCB'nin istisna bir toplum olduğundan hareket
ederler.
2-Pollock
ve Horkheimer, SSCB'de faşizm türü bir toplumsal yapının
olduğundan hareket ederler.
3-Rizzi
ve Burnham, faşizm ve proletarya diktatörlüğünü (“Stalinizm”i)
eş anlamlı görürler.
Bürokrasinin
hakim bir sınıfı oluşturup oluşturmadığı bakımından:
Bu
konudaki farklı cevapları şöyle toparlayabiliriz:
1-Hilferding,
yapısal özelliklerinden dolayı bürokrasinin bir sınıf
oluşturamayacağı düşüncesindedir.
2-Pedrosa
bürokrasiyi, sınıf olmak için çaba harcayan bir grup olarak
görür.
3-Myasnikov,
Rizzi vb. bürokrasinin sınıf olduğu anlayışını savunurlar.
4-Troçki,
bürokrasinin sınıf olabileceği olasılığını reddetmez.
Üçüncü
dönem
II.
Dünya Savaşından XX. Parti Kongresine (1956) kadarki dönem
II. Dünya
Savaşının SSCB bakımından sonuçları malum: Troçkistlerin
bekledikleri gibi “Stalinist rejim” savaşın seyri içinde
yıkılmamış, tam tersine SSCB, proletarya diktatörlüğü
savaştan muzaffer çıkmıştır. Bunun ötesinde artık Ekim
Devriminin sonucu olarak kurulan SSCB de yalnız değildir; dünya
devriminin ilk adımı olduğunu gösterdi. Doğu ve Orta Avrupa'nın
birçok ülkesinde kurulan anti-faşist, anti-emperyalist demokratik
ülkeler (“halk demokrasisi” ülkeleri) SSCB yanında yer alarak
dünya sosyalist sistemini oluşturmanın ilk adımlarını da atmaya
başlamışlardı. Troçkistlerin, Bolşevikleri “ulusalcılık”la
suçlama nedeni de kalmamıştı. Daha sonrasında Çin devrimi de
kapitalist dünya sistemine vurulan büyük bir darbe oldu.
Bu
koşullarda Troçkistlerin yapacakları bir şey kalmamıştı;
SSCB'ne, SBKP(B)'ye, sosyalizmin inşasına saldırdıkları bütün
cephelerde ağır bir yenilgi almışlardı. Onlara karşı mücadele
edildiği için değil, tersine bu dönemde Troçkistler dünyayı
değiştiren, yaşamın içinde olan toplumsal güçlerle bağlarının
olmamasından dolayı kendi kendilerine tecrit olmuşlar ve sonunda
da birbirlerine düşmüşlerdir.
Troçkistlerin
bir yanını “Stalinist rejimler”, öbür yanını Çin devrimi,
başka bir yanını emperyalizme bağımlı ülkelerde
anti-sömürgeci, anti-emperyalist devrimler sarmıştır. Hangi
tarafa bakarlarsa baksınlar, kendileri dışında nesnel gelişmeler
görüyorlardı. Troçkist gruplar güç kaybına uğradılar; siyasi
yaşamları kararmıştı, kendi kendilerini tasfiyeye giriştiler;
bir kısmı “Stalinist”ler ve “sol burjuva radikalizmi”
içinde eridi. Geriye kalanlar da Troçkistler arası “iç savaşı”
başlattı. Başka türlü olamazdı.
Diğer
taraftan 1920'li ve 1930'lu yıllarda olduğu gibi, sosyal
demokratlar da artık SSCB'nin sınıfsal yapısı üzerine
tartışmalara katılmaz olmuşlardı. SSCB üzerine tartışmalar
artık dünya çapında oldukça daralmış bir çevre içinde, yani
Troçkistler arasında sürdürülüyordu. Bu tartışmalara “sol
komünist”, “radikal sosyalist” çevrelerden de katılanlar
oluyordu. Ama esas tartışmacılar Troçkistlerdi. Dünya batsa
umurlarında değildi; yenilgiyi sindirmek için tartışmaları,
bölünmeleri ve kendi Troçki'lerini yeniden tanımlamaları
gerekiyordu. Aynen öyle yaptılar.
Troçkistler
arası “iç savaş” döneminde SSCB'nin sınıfsal yapısı
üzerine teorilerinin durumu:
“Yozlaşmış
işçi devleti teorisi”:
Troçki
yaşasaydı ve “yozlamış işçi devleti teorisi”nin ne hallere
düştüğünü görseydi, yeni bir Rizzi bulup tartışır mıydı,
bunu bilemem, ama bu dönemde her Troçkist “eğilim” Troçki'nin
“yozlaşmış işçi devleti teorisi”ni olduğu gibi savunmaya
yanaşmıyordu. SSCB Troçkistleri zor durumda bırakmıştı.
Troçkistler arasında bu teoriyle bağlam içinde kavramsal sorunlar
patlak vermişti.
Troçki'nin
bu konudaki görüşünü bir daha belirtelim: “Stalin
bürokrasisi”, proleter devrimle yıkılacaktır. Şayet bu
gerçekleşmezse “Stalin bürokrasisi”, kapitalizmi yeniden inşa
eden bir karşı devrimle konumunu güçlendirecektir.
Troçki'nin
bu öngörüsünde uluslararası gelişmeler oldukça belirleyici
bir rol oynuyordu; Troçki, son yıllarında kapitalizmin
gelişmesinin son aşamasına geldiğinin propagandasını yapıyordu.
Alman faşistlerinin Hollanda ve Belçika'ya saldırmasından sonra
şunları yazıyordu:
“Kapitalist
dünyanın çıkış yolu yok; ancak sürüp giden bir can çekişme
hesaba katılabilir. On yılarca olmasa da uzun yıllar boyu sürecek
bir savaş, ayaklanmalar, kısa süreli silah bırakma, yeni savaşlar
ve yeni ayaklanmalara hazırlanmak gerekir” (14).
Troçi'nin
bu öngörüsü de gerçekleşmedi. II. Dünya Savaşından sonra
dünya kapitalizmi “can çekişme” aşamasına girmedi; tam
tersine yaklaşık 30 sene süren (1945-1974/75) bir istikrar
dönemine girdi. Şu veya bu emperyalizme bağımlı ülkeler dışında
“Bonapartizm”e ve faşizme, hakimiyet biçimi olarak baş vuran
gelişmiş ülke de görülmedi.
Troçki'nin
anlayışına göre zora başvurma, savaşlar, siyasi gelişmeleri
hızlandıracaktır. Bu anlamda şunları söyler:
“Dün,
on yıllarca olmasa da uzun yıllar uzakta gözüken bu büyük
görevler, önümüzdeki iki veya üç yılda, belki de daha erken
tehdit edici bir biçimde önümüzde yükselebilirler” (15).
Troçki
öngörüsünde bir kez daha yanılmıştır. “Can çekişme
aşaması”na girmeyen kapitalizm sürecinde SSCB'nde Troçki'nin
beklediği değişim de olmamıştır.
Savaş
sonrasında ancak kendine gelebilen Troçkistler, Troçki'nin
öngörülerinin birçok bakımdan gerçekliğe uymadığını
görmeye başladılar.
II.
Dünya Savaşının bitiminden hemen sonrasında “IV.
Enternasyonal” Paris'te ”II.
Enternasyonal Konferansı”
bildirgesinde (1946), 'savaş Avrupa'da beklediğimiz kapsamda ve
hızda bir devrimci yükselişe neden olmamıştır, ama dünya
çapında kapitalist dengeyi de tartışmasız bir biçimde
bozmuştur. Bozulan denge, uzun yıllar sürecek devrimci bir dönemi
açmıştır' türünden açıklamayla Troçki'nin öngörülerindeki
feci sübjektivizmi yumuşatmaya ve Troçkizmin geleceğini
kurtarmaya çalışmıştır (16).
Gerçeklere
sırt çeviren Troçkistler -herhalde ne olur ne olmaz mantığıyla
hareket etmiş olacaklar!- kapitalizmin “can çekişme aşaması”nda
değil de belli bir istikrar aşamasında olduğunu tartışmalı
buldular ve SSCB'de de “Stalin bürokrasisi”ne karşı
mücadelenin yükseleceğine bir daha inandılar. Ama bu seferde tam
tersi gerçekleşti. Uluslararası kapitalizm belli bir istikrar ve
yükseliş dinamiği yakaladı ve SSCB'nde sistemin çökeceğine
dair en ufak bir belirti görülmedi. Troçkistler bir kere daha umut
kırıklığIna uğradılar.
Troçkistler,
SSCB'nin sınıfsal karakteri üzerine tartışmalarından sonuç
çıkartmamış olacaklar ki, bu seferde “halk demokrasisi”
ülkeleri üzerine tartışmaya başladılar. 1947-1951 arasında
sürdürdükleri tartışmalarda üç farklı görüş
savunulmuştur:
Birinci
görüş: Ernest Mandel (1923-1995) Avrupa'nın bütün bu “halk
demokrasisi” ülkelerini kapitalist ülkeler olarak görüyordu.
İkinci
görüş: Michel Pablo(Michalis N. Rapti) (1911-1996) Yugoslavya
hariç diğer “halk demokrasisi” ülkelerini kapitalist ülkeler
olarak değerlendiriyordu. Yugoslavya'da iç savaş olmuş, bundan
dolayı işçi devletiymiş.
Üçüncü
görüş: Joseph Leroy Hansen (1910-19799 ve Bert Cochran
(1913-1984) bütün “halk demokrasisi” ülkelerini, kuruluşundan
bu yana bürokratik çarpıtılmış işçi devletleri olduklarını
savunuyorlardı.
1951'de
sonuçlanan tartışmaların galibi üçüncü görüş olmuştu.
“IV.
Enternasyonal” belgelerinde tartışmaların ne denli çetin
geçtiği görülmektedir:
1-
1947'de “IV. Enternasyonal” belgelerinde Avrupa'nın yeni kurulan
ve kurulmakta olan “halk demokrasisi” ülkeleri, geçiş
durumunda olan kapitalist ülkeler olarak tanımlanır.
SSCB
“uzun vadede, gerçekten yapısal bir
asimilasyonu gerçekleştiremeyecektir; böyle bir asimilasyon
kapitalizmin tahrip edilmesine neden olur. Ancak bu, büyük ölçüde
sadece proleter devrim tarafından gerçekleştirilir” (17).
2-
1949'daki değerlendirmede “SSCB ile
tampon bölge (söz
konusu “halk demokrasisi” ülkeleri kast ediliyor. “Tampon
bölge” kavramını emperyalist burjuvazinin kullandığı bir
kavramdır- İ. O.) arasındaki
toplumsal farklar, nicel olarak bakıldığında tampon bölge
toplumunun Sovyet toplumuna 'normal' kapitalist ülkelerden daha
yakın olduğu görülse de, nitelikseldir; bu anlamda SSCB gibi,
nicel olarak sosyalizmden ziyade kapitalizme daha yakındır” (18).
3-
1951'de savunulan görüş:
“Bu ülkelerin SSCB'ne yapısal asimilasyonu esas
itibariyle sonlanmış olarak görülmelidir ve bu ülkeler esas
itibariyle kapitalist ülkeler olmaktan çıkmışlardır” (19).
1951'de
varılan görüşün kaçınılmaz sonucu olarak Troçkistler,
SSCB'ni artık bir işçi devletinin prototipi olarak görmüyorlardı;
SSCB onlar için özgün bir durum olmuştu.
“Devlet
kapitalizmi teorileri”
Troçkistler
kendi aralarında tartışırlar da bölünme ve hizip örgütlenmesi
olmaz mı? “Yozlaşmış işçi devleti teorisi”ni dayattığı
zorluklar aşılamayınca, Troçkist “eğilim”lerin olduğu
birçok ülkede Troçkistler arasında muhalif örgütlenmeler
gündeme gelmiştir. Bu muhalif grupların çoğunluğu “devlet
kapitalizmi teorisi”ni savunuyorlardı. Bunların en büyük
destekçisi de Troçki'nin eşi Natalja
Iwanowna Sedowa'dı
(1882-1962).
Sedowa, daha 1946'da SSCB'nin işçi devleti olmaktan çıktığını
savunmaktaydı. 1951'de bu yüzden “IV. enternasyonal”den koptu.
Bunu nedenini SWP'ye yazdığı açık mektupta açıkladı:
Troçki
“Stalinizmin Rusya'da istikrarlaşmasının işçi sınıfının
ekonomik, politik ve sosyal durumunu kötüleştirdiğine ve zorba ve
imtiyazlı bir aristokrasinin zaferine götüreceğine sürekli
dikkat çekti. Şayet bu eğilim devam ederse bunun devrimin sonu
olacağını ve kapitalizmin yeniden inşasınına varılacağını
söyledi.
Ne
yazık ki bu, yeni ve beklenmeyen biçimlerde de olsa gerçekten
gerçekleşti. Dünyada, sosyalizmin otantik düşüncelerinin ve
taşıyıcılarının barbarca takibata uğradığı başka bir ülke
zor bulunur. Devrimin, Stalinizm tarafından tamamen yok edildiği
herkesin bilincinde olmalıdır. Buna rağmen, Rusya'nın bu aşağılık
rejim altında hala bir işçi devleti olduğunu söylüyorsunuz.
Bunu sosyalizme karşı bir darbe (vuruş-
İ.O.)
olarak görüyorum” (20).
Ygael
Gluckstein - Tony Cliff (1917-2000):
T. Cliff,
1946'da “yozlaşmış işçi devleti teorisi”ni ve “bürokratik
kolektivizm teorisi”ni sorguluyor ve eleştiriyordu. Bunun sonucu
olarak yaklaşık 1947'den beri “IV. Enternasyonal” Britanya
seksiyonunda “Rusya'da devlet kapitalizmi”ni savunma temelinde
muhalefet yürütüyordu. 1948'de bu konudaki görüşlerini
kitaplaştırdı ve “Stalinist Rusya'nın Doğası” başlığı
altında yayımladı.
T. Cliff
haksız da değildi; 1944'ten sonra Doğu Avrupa'daki gelişmeler;
yani Kızıl Ordu'nun Alman faşistlerini Berlin'e kadar kovalaması,
bu alanda bulunan ülkelerin kurtuluşu bu Troçkistin aklına pek
yatmamıştı. Daha doğrusu bu gelişme ile işçi devleti teorisi
arasında bir bağ kuramıyordu. Söylediği şuydu:
Birinci
adım: Eğer “halk demokrasisi” ülkeleri, işçi devletleriyse,
bu durumda Stalin, o ülkelerde proleter devrimleri gerçekleştiren
kişidir.
İkinci
adım: Bu gerçekten böyleyse, proleter çaba olmaksızın, bizzat
uğraşmaksızın işçi devletleri kurmak mümkündür.
Bu iki
adım sonucunda Cliff, bir ikilemle, iki olasılıkla karşı karşıya
kalır:
Birinci
olasılık: Söz konusu Doğu Avrupa ülkeleri, işçi devletleridir;
bu durumda işçi sınıfının kurtuluşu, kendi eserinden ziyade
başkalarının eseri olabilir.
İkinci
olasılık: İşçi sınıfı sadece kendini kurtarabilir. Bu durumda
ise “yozlaşmış işçi devleti teorisi”ni savunmak mümkün
değildir.
Cliff
kararını vermişti:
“Devlet
kapitalizmi teorisi düşüncesine varmam Rusya'da değer yasasının
veya Rusya'da iktisadi istatistiklerin uzun bir analizini yapmanın
sonucu değildir. Basit bir tespit sonucu bu teoriye vardım: İşçi
sınıfının kurtuluşu kendi eseriyse, toplumda olup-biteni
belirlemek için, işçiler iktidarda olmadan işçi devletine sahip
olunamayacağıdır.
Bu
durumda Troçki'nin söylediğiyle -Troçki'de esas olan işçilerin
bizzat çabasıdır- üretim ilişkileri arasında bir seçim yapmak
zorundaydım. Mülkiyet biçimini sorunun belirleyici olmaktan
dışlamaya karar verdim” (21).
Cliff,
işçi devleti teorisini savunmayı veya reddetmeyi Troçki'nin
1933'ten önce savunduğu anlayışa bağlıyordu. Cliff'e göre,
işçi sınıfı siyasi iktidarı icra edebiliyorsa ve üretim
araçları üzerinde kontrolü varsa orada bir işçi devletini
varlığından bahsedilebilir. Ama böyle bir durum söz konusu
değilse işçi devletinden bahsedilemez; işçi devletinin
yozlaşmış veya yozlaşmamış olması önemli değildir.
Soruna
böyle bakan Cliff, SSCB'nin 1917-1928 dönemini işçi devleti
dönemi olarak tanımlar. Ona göre ilk beş yıllık plan devrimci,
niteliksel bir değişimdir. Bürokrasi tam da bu dönemde
burjuvazinin tarihsel görevini yerine getirmeye başlamıştır;
yani ilkel birikimi oluşturmak ve proletaryanın saflarını
doldurmak.
Cliff,
SSCB'nde inşa edilen sosyalizmi “kapitalizmin ulaşabileceği en
son teorik sınır” olarak görür; bu da devlet kapitalizmidir;
yani Bolşevikler SSCB'nde sosyalizmi değil de “devlet
kapitalizmi”niş inşa etmiş olurlar!
Troçki'ye
göre proleter devrimden sonra işçi devleti, sosyalizme geçiş
aşamasını ifade eder. Cliff'e göre ise “Sovyet devlet
kapitalizmi” kapitalizmin bu devrimden önceki son geçiş
aşamasıdır.
Bu
durumda Troçki, “yozlaşmış işçi devleti”ni “siyasal
devrim”le, Cliff de “Sovyet devlet kapitalizmi”ni “sosyal
devrim”le yıkarak sosyalizme geçmeyi amaçlamış oluyorlar.
Bu
bölümde ele alınması gereken ve belirtilen nedenden dolayı ele
almadığımız yazarlar -teori tasnifine göre- şunlardır.
“Devlet
kapitalizmi teorisi” anlayışı çerçevesinde: Manuel Fernandez
Grandizo (1912-1989), Benjamin Peret (1899-1959), Cyril Lionel Robert
James, Raya Dunayevskaya/Rae Spiegel (1910-1987), Cornelius
Castoriadis (1922-1997), Claude Lefort (1924-2010), Amadeo Bordiga
(1889-1970).
“Yeni
üretim biçimi teorileri” anlayışı çerçevesinde: Josef
Guttmann (1902-1958), Fritz Sternberg (1895-1963), Dieter Cycon,
Paul Frölich (1884-1953), Leo Kofler (1907-1995), Isaac Deutscher
(1907-1967) vs. ne yazık ki atlıyoruz.
Kısa
bir özet:
“Yozlaşmış
işçi devleti teorisi” bakımında durum:
II.
Dünya Savaşından, aslında “Büyük Anavatan Savaşı”ndan
SSCB'nin muzaffer ve güçlü çıkması, Orta ve Doğu Avrupa
ülkelerinin kapitalist dünyadan kopmaları ve SSCB merkezli
sosyalist dünya sisteminin oluşumu için ilk adımların atılması
Troçkistleri tedirgin etmiştir. Onların derdi Troçki'nin
“yozlaşmış işçi devleti teorisi”nin geleceğinin ne
olacağıydı. Ya bu teoriyi gözden geçireceklerdi ya da savunmaya
devam edeceklerdi; ama bu durumda zaman faktörünü kabullenmemeleri
gerekirdi. Çünkü Troçki, “Stalin bürokrasisi”nin kısa
zamanda bir biçimde sonuçlanacağı düşüncesindeydi.
Diyebiliriz ki, Troçkistlerin çoğu, teorinin gözden
geçirilmesinden yana tavır almıştır. Troçki yaşasaydı
taraftarlarından hayatının en büyük darbesini almış olacaktı.
“Devlet
kapitalizmi teorisi” bakımından durum:
Bu
dönemde SSCB'nde “devlet kapitalizmi teorisi”nin taraftarları
arasında daha ziyade muhalif görüşte olanlar giderek etkili
olmaya, önder konuma gelmeye başladıklarını ve bu teori
zemininde farklı görüşlerin ortaya çıktığını görüyoruz.
Farklar sadece teorinin nedeni ile ilgili olmayıp, nedenin
özellikleriyle de ilgiliydi. Yani SSCB'nde “devlet
kapitalizmi”nden bahsedenler neden kapitalizmden bahsettiklerinin
ötesinde bu kapitalizmin özelliklerinden de bahsediyorlardı.
Bu
teorinin yorumu/açılımı zemininde farklılaşmayı şöyle tasnif
edebiliriz:
1-Cliff,
James ve Dunayevskaya; SSCB büyük bir sermayedir.
2-Bordiga;
SSCB küçük tekil sermayelerden ibarettir.
3-Cliff,
Lefort, Castoriadis, Bordiga, Peret ve Grandizo; SSCB'den hakim
sınıf vardır.
4-
Bordiga; SSCB' kaitalist gelişmenin başlangıç aşamasındadır.
5-
Cliff, Peret ve Grandizo; SSCB'nde kapitalist gelişmenin son aşaması
söz konusudur.
“Yeni
üretim biçimi teorileri” bakımından:
1-Guttmann
SSCB'nde “yeni sınıflı toplumun” çelişkilerini ve
dinamiklerini tanımlamaya çalışır.
2-SSCB'ni
tanımlamadan “etiketsiz” analiz yapalım diyenler (Alman dilinin
kullanıldığı ülkelerle, özellikle de Batı Almanya ile sınırlı
kalmıştır) soruna farklı açılardan yaklaşıyorlardı. Örneğin
bunlardan Frölich ve Sternberg, Asya Tipi Üretim Tarzı üzerinden,
bununla karşılaştırma yaparak SSCB'ni analiz etmeye
çalışıyorlardı.
3-Cycon'a
göre SSCB'nde aydınlar yeni sınıfı oluşturuyordu.
4-Koffler
ise bürokrasiyi SSCB'nde ilkel birikimin koordinatörü olarak
görüyordu.
Dördüncü
dönem
SSCB'nde
proletarya diktatörlüğünün yıkılmasından Çekeslovakya'nın
işgaline kadarki dönem (1956-1968)
1956'daSBKP(B)'nin
XX: Kongresi yapılır. Bu kongrede Kruşçev önderliğinde Sovyet
revizyonistleri siyasl iktidarı ele geçirerek proletarya
diktatörlüğünü yıkarlar. Yeniden düzenlemelerle kurdukları
revizyonist sistem ülkede kapitalizmin yeniden inşasının yolunu
açar.
SSCB'ndeki
bu tarihsel gelişmeler; sosyalizmin yenilmesi, Marksizm-Leninizme
revizyonist saldırı uluslararası komünist harekette çalkantılara
neden olur. Çin Komünist Partisi ve Arnavutluk Emek Partisi,
Kruşçev revizyonizmini ve SSCB'ndeki yeni yönlenmeyi mahkum
ederler. Aynı dönemde Küba ve Vietnam devrimleri gerçekleşir,
Afrika'da birçok ülke bağımsızlığını elde eder. Avrupa
gençlik hareketi de bu döneme damgasını vuran gelişmedir.
Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya'yı işgaliyle bu ülke
emperyalist karakterini de sergiler.
Şimdi
bu gelişmeler ışığında söz konusu teorilerin durumuna bakalım.
“Yozlaşmış
işçi devleti teorisi”:
Troçkistler
Troçki'nin “yozlaşmış işçi devleti teorisi”ni kurtarma
derdine düşmüşlerdi. Bu teorinin değiştirilmeden
savunulmasından yanadırlar. Ama yaşam değişmektedir. Nitekim
yukarıda belirttiğimiz gibi II. Dünya Savaşının bitiminden
hemen sonra “IV. Enternasyonal” Troçki'nin bu teorisinin temel
direklerinden biri olan zaman faktörünü -”Stalin bürokrasisi”
kısa ömürlüdür- teoriden çıkardı ve böylece teoride
yenilenme yapıldı. Artık Troçkistler derin bir nefes
alabilirlerdi; Troçki kurtarılmıştı, onun “yozlaşmış işçi
devleti teorisi” kurtarılmıştı. Artık uzun dönemi içeren bir
teorileri vardı ve hemen her gelişmede Troçki'nin teorisinin
doğrulandığını görebilirlerdi. Öyle de oldu. SBKP(B)'nin XX.
Kongresinde, Macaristan'da, Polonya'da; kısaca o dönemdeki hemen
her yeni gelişmede Troçki'nin yenilenmiş eski teorisinin
kanıtlandığını görmeye başladılar. 1957'de gerçekleştirilen
“IV. Enternasyonal”in “V. Dünya Kongresi” Troçki'nin
koşullara uydurularak yenilenmiş eski teorisinin kanıtlanıyor
olduğunu görerek gerçekten de “mest oluyordu”. “IV.
Enternasyonal”, kendini dünya işçi hareketi içinde “Stalinizmin
gelişmesini” öngörebilen ve doğru yorumlayan tek akım olarak
görüyordu. Ama E. Mandel gibi “IV. enternasyonal”in önde
gelenlerinden birisinin Troçki'nin 1939'da dile getirdiği “ya
kapitalizmin yeniden inşası ya da konsey demokrasisinin yeniden
tesisi” anlayışının artık geçerli olmadığını
söylemesi birçok Troçkist için arık pek de önemli değildi. Ama
önemli olması gerekirdi.
Mandel
şunu söylüyordu:
Troçki'nin
bu tespiti yaptığı dönemde -Hitler'in iktidara gelmesinden kısa
bir zaman sonra, 1933'te-, dünyanın geleceğini, hangi güç
dengelerinin oluşacağını, yeniden bir devrimler sürecine
girilip girilmeyeceğini 1935'te öngörmek mümkün değildi. Ama
II. Dünya Savaşı sonuçları, Yugoslavya, Çin devrimleri,
sömürgelerde devrimlerin gelişmesi ve Sovyet ekonomisinde görülen
sıçramalı büyüme, dünya çapında güç dengesinin devrimlerden
yana değiştiğini göstermektedir diyordu Mandel.
Bu
gelişmelerden dolayı dünya kapitalizmi oldukça zayıflamıştır
ve bu nedenden dolayı da Troçki'nin belirttiği karşı devrim
olasılığı artık pek mümkün gözükmemektedir anlayışına
varıyordu Mandel.
“Doğu
devrime açılmıştır, işçiler pasif tutumlarını terk ettiler,
bürokrasiyi artyık tolere etmiyorlar, işçiş sınıfı iktidara
gelmeye hazırlanıyor” diyen Mandel bayağı
coşmuştu, Macaristan ve Polonya'daki gelişmeleri göz önünde
tutarak (22).
Kabul
etmek gerekir ki, Troçkistler her dönem hemen her konuda ”doğru”
öngörüde bulunmuşlardır; bunu Troçki'den öğrenmişlerdir. Ama
yaşamın onların “doğru” öngörülerini doğrulamamış
olması pek de önemli değildir. “Stalinizm”in geleceği üzerine
öngörüleri de böyle bir öngörüdür.
Yukarıdaki
anlayışıyla Troçki'yi düzelten, koşullara uygun hale getiren,
belirtiğimiz diğer teorileri eleştiren Mandel, bu türden
çıkışlarıyla 1960'lardan itibaren Troçki'nin “yozlaşmış
işçi devleti teorisi”nin en önemli yenileyicisi olarak Troçkist
camia arasında yükseliyordu. Aslında Mandel da kendi Troçki'sini
oluşturmakla uğraşmaktaydı.
“Devlet
kapitalizmi teorisi”
T.
Cliff:
Cliff,
SSCB'ni bütünleşmiş büyük bir sermaye olarak görür; bu
sermaye dünya pazarlarına da açılmıştır ve özellikle de
Batının emperyalist ülkeleriyle silahlanma yarışına
katılmaktadır.
SSCB'nde
“devlet kapitalizmi teorisi”, 1950-1970 arasında SSCB'nde
silahlanma ve silah ihracı zemininde geliştirilmiştir. Silahlanma
eksenli olarak bu teori şunu diyor: II. Dünya Savaşından sonra
Batı'daki ekonomik yükselişin nedeni silahlanmadır. Aynı dinamik
SSCB için de oldukça önemli olmuştur.
“Yeni
üretim biçimi teorileri”
M.
Dyilas:
Bir
zamanlar “Yugoslavya Komünist partisi”nin en önemli ideoloğu
olan Milovan Djilas (1911-1995) SSCB-Yugoslavya
kopuşmasından sonra kendini Troçki'nin “eser”lerine vermiş ve
SSCB'ni Troçkist açıdan eleştirmeye başlamıştı. SSCB'nde işçi
sınıfı siyasi iktidarda değildir diyordu Dyilas.
1950'de
yayımlanan broşüründe “Sovyetler
Birliği'nde yeni bir sınıfın oluşumu için ekonomik temeller
yoktur. Orada devam eden ve dış göstergelerini gördüğümüz
süreç, kapitalizme geri dönüş anlamına gelmez ve gelemez; orada
söz konusu olan, sosyalizm temelinde ve çerçevesinde oluşmuş
olan yeni görüngülerdir” diyordu
Dyilas (23).
Dyilas'ın
bu değerlendirmesine açık ki, Troçki ilham kaynağı olmuştur.
Onun ”İhanete Uğrayan Devrim”inde bu türden tanımlamalar
yapılır.
Dyilas,
Yugoslavya'daki bürokratizmi de eleştirmeye başlayınca 1953'te
partiden dışlanır. 1956'da, Macaristan'daki gelişmelerden sonra
kaleme aldığı yazısında SSCB'ni ve Yugoslavya'yı göz önünde
tutarak bu ülkelerde “komünist bürokratlar”ın yeni bir sınıf
oluşturduğunu yazar (24).
1957'de
yayımlanan “Yeni Sınıf” kitabında yeni tipten bir hakim
sınıfın oluşması üzerine analizini derinleştirir. Rizzi,
Burnham, Shachtman'in görüşlerini anımsatan değerlendirmeler
yapar. Dyilas'a göre yeni sınıf bütün bürokrasiden değil,
sadece “parti bürokrasisi”nden oluşmaktadır (25).
“Yeni
üretim biçimi teorileri” çerçevesinde ele alınması gereken
diğer yazarları -Gaston Boeuve (1894-1969, Roman Rosdolsky
(1898-1967), Jacek Kuron (1934-2004), Karol Modzelewski (1937-?),
Karl A. Wittfogel (1896-1988), Herbert Marcuse (1898-19799 vs.-
belirttiğimiz nedenden dolayı geçiyoruz.
Kısa
bir özet:
Bu
dönmede söz konusu bu teorilerde kayda değer önemli bir
derinleşme olmamıştır. Belirttiğimiz nedenlerden dolayı
(SSCB'den sosyalizmin yenilgisi vb.) bu dönem bu teorilerin
gerçeklikle ne derecede örtüşüp örtüşmediği pek
sorgulanmamıştır. Bu dönem, “yozlaşmış işçi devleti” ve
“devlet kapitalizmi” teorileri bakımından kendini tekrarlamanın
dönemi olmuştur. Önemli sayılabilecek gelişme, daha ziyade M.
Dyilas, J. Kuron ve K. Modzelewsk'nin katkılarıyla “yeni üretim
biçimi” teorisi çerçevesinde olmuştur.
Beşinci
dönem
Çekoslovakya'nın
işgalinden revizyonist blokun dağılışına kadarki dönem
(1968-1990/1991)
Bu
bölümde, T. Cliff dışında “devlet kapitalizmi
teorileri”çerçevesinde ele alabileceğimiz Paul Mattick'i
(1904-1981) geçiyoruz.
“Yozlaşmış
işçi devleti teorisi”:
Bu
dönemde hem Cliff'in “devlet kapitalizmi teorisi”nde hem de
Troçki'nin “yozlaşmış işçi devleti” teorisinde göze çarpan
bir durgunluk görülmektedir. Ancak Troçki'nin teorisinde 1968'den
itibaren genişletmelerin yapıldığı; teorinin kapsamlaştırıldığı
görülmektedir. Bunu eski teorinin düzeltilmesi olarak da
anlayabiliriz. Her halükarda “yozlaşmış işçi devleti”
kavramının yerine giderek daha çok “geçiş toplumu” kavramı
kullanılmaya başlanmıştır. Bunda Troçkist felsefeci George
Novack'ın (1905-1992) belli bir rolü olmuştur. Bu felsefeciye göre
insanlık tarihinde kendine özgünlüğü olan birçok geçiş
toplumları olmuştur (26).
Diğer
taraftan Troçkistler de sürekli aynı şeyi tekrarlamaktan bıkmış
olacaklar ki, SSCB'nde geçiş toplumu anlayışını süreklilik arz
eden kendine özgü bir toplum formasyonu olarak yorumlamaya
başladılar. Bitmek, sonlanmak bilmeyen bir “zamana bağlı
yozlaşma” anlayışından bıkmışlardı.
Bu
dönemde “yeni üretim biçimi teorileri” çerçevesinde ve
“bürokratik kolektivizm teorileri” bağlamında ele alınması
gereken Svetozar Stoyanovic'i (1931-2010), Rizzi'nin görüşlerine
eleştirel bakarak katılan Antonio Carlo'u (1941-?) ve Umberto
Melotti'yi (1940-?), Moshe Machover'i (1936-?), John Fantham'i, Paul
Sweezy'yi (1910-2004); oluşmuş, kurumsallaşmış hakim sınıf
olmaksızın yeni üretim biçimi teorileri bağlamında Chris
Arthur'u (1940-?), Pierre Naville'i (1904-1993), Elmar Altvater'ı
(1938-?), Christel Neusüss'ü (1937-1988), Rudi Dutschke'yi de
(1940-1979) geçiyoruz.
Kısa
bir özet:
Bu
dönemdeki tartışmalar (1968 ve sonrası) oldukça yoğun ve
değişimliydi, oldukça kapsamlıydı. SSCB'nin sınıfsal karakteri
üzerine Troçki'nin, Cliff'in, Mandel'in öne sürdüğü teorilerde
belli bir tıkanma, bu anlamda belli bir yerinde sayma söz
konusuydu, ama çok sayıda yeni varsayımlar ortaya atılmıştı.
“Bürokratik kolektivizm”in çok sayıda farklı versiyonları
tanımlanmıştı; örneğin Rizzi'den, Burnham'den ve
Shachtman'den daha güçlü bir biçimde yeni hakim sınıfın
karakteri vurgulanır olmuştu. Örneğin Svetozar Stoyanovic bu
sınıfın ekonomik temeli yok, ama politik temeli var görüşünü
savunuyordu. Moshe Machover'e, John Fantham'e göre yeni sınıf
kapitalizmde olduğu gibi bir sınıf değildi veya Paul Sweezy 'ye
göre bu sınıfın iç dinamiği yoktu.
Bu
dönemde dikkati çeken -belki de en önemli gelişme- SSCB'nin
sınıfsal karakteri üzerine araştırma yapanlar arasında soruna
kendine özgü toplum, henüz kurumlaşmamış hakim bir sınıfın
olmadığı toplum olarak bakanların oldukça çoğalmasıydı.
Belki bu türden görüşlere sahip olanları sınıfsızlık
arayanlar olarak tarımlayabiliriz, ama bunların kendi aralarında
bir bütünlük oluşturmadıklarını da belirtelim. Öne sürülen
birçok görüş daha önceleri de dile getirilmişti. Bunların
arasında bir kısım yazar Rusya'nın geri gelişmiş kapitalist bir
ülke olmasıyla (kapitalist gelişmenin geriliğiyle) kendilerine
göre yeni sistemin oluşumu arasında bağ kurabiliyorlardı. Bunlar
açısından proletarya diktatörlüğü, inşa edilen sosyalizm
“yeni sistem” oluyordu. Carlo, Melotti, Dutschke, Bahro,
Schmiederer vb. düşüncedeydiler.
Sovyet
ekonomisinde yapısal dengesizliklerin olduğu üzerine düşünen ve
yazanlar da vardı. Bunlara göre üretici güçler ile üretim
ilişkileri arasında giderek artan bir çekilki söz konusudur. Bu
grupta olanlar arasında Carlo, Altvater und Neusüss, Conert,
Ticktin gibiler vardı.
Bu
değerlendirmeleri yananlar veya Troçki'nin “eleştirmenleri”
başlığı altında buraya kadar öne sürülen görüşler,
SBKP(B)'nin XX Kongre öncesi SSCB ve bu kongre sonrası SSCB
arasında nitel bir ayırım yapmıyorlar. Troçkistler XX. Parti
Kongresini ve sonuçlarını Troçki'nin görüşlerinin doğrulanması
olarak görecek derecede nesnel dünyadan kopuktular. Diğerleri de
onlardan farklı değildi.
SSCB'nin
her ne kadar ülke olarak 1917-1991 arasında süreklilik arz ederek
var olduysa da bu ülkenin gelişmesinde farklı, birbirine tamamen
zıt iki dönemin; Ekim Devriminden sonra sosyalizmin inşa döneminin
ve 1956'da, XX. Kongre ile proletarya diktatörlüğünün yıkıldığı
ve bürokratik kapitalizmin inşa yolunun açıldığı karşı
devrimci dönemin varlığıdır.
Şimdi
1917'den 1991'e bu teorileri savunanların bir dökümünü
çıkartalım.
SSCB'nin
sınıfsal yapısı üzerine teoriler
|
||||
Dönemler
|
Yozlaşmış
işçi
devleti teorisi
|
Devlet
kapitalizmi
teorisi
|
Bürokratik
kolektivizm veya yeni üretim biçimi teorisi
|
Diğerleri
|
1917-1928
|
||||
Gorter
|
Kautsky
|
|||
Pannekoek
|
Luxemburg
|
|||
Rühle
|
||||
Korsch
|
||||
1928-1945
|
||||
Troçki
|
Myasnikov
|
Laurat
|
Hilferding
|
|
Adler
|
Weil
|
|||
Wagner
|
Rizzi
|
|||
Worrall
|
Burnham
|
|||
Pollock
|
Shachtman
|
|||
Pedrosa
|
||||
1945-1956
|
||||
Mandel
|
Grandizo
|
Guttmann
|
Sternberg
|
|
Peret
|
Cycon
|
|||
James
|
Frölich
|
|||
Dunayevskaya
|
Kofler
|
|||
Castoriadis
|
||||
Lefort
|
||||
Cliff
|
||||
Bordiga
|
||||
1956-1968
|
||||
Mandel
|
Dyilas
|
Wittfogel
|
||
Kuroh
|
Rosdolsky
|
|||
Modzelewski
|
Boeuve
|
|||
1968-1991
|
||||
Mandel
|
Mattick
|
Stoyanovic
|
Dutschke
(Duçke)
|
|
Holmberg
|
Carlo
|
Simin
|
||
Bettelheim
|
Melotti
|
Bahro
|
||
Di
Leo
|
Fantham
|
Schmiederer
|
||
Machover
|
Ticktin
|
|||
Sweezy
|
Konrad
|
|||
Szeleny
|
||||
Feher
|
||||
Campeanu
|
||||
“Devlet
kapitalizmi teorisi” açısından durum:
1-Çoğu
yazara göre SSCB'nde kapitalizm, işçi sınıfının toplumsal
hakimiyeti elinde bulundurmadığı, ama var olduğu koşullarda
mümkündür; yani işçi sınıfı var, siyasi iktidarda değil ve
bu koşullarda SSCB'nde kapitalizm var olabilir. James, Mattick ve Di
Leo bunu SSCB'ni kapitalist olarak tanımlamak için yeterli
buluyorlar. Başka yazarlar SSCB'nin kapitalist olarak tanımlanması
için yukarıdaki koşulu yeterli bulmazlar; örneği Worrall buna
artı değer üretimini, Holberg de işgücünün sömürüsü için
üretim araçlarının kullanılmasını koşul olarak öne sürerler.
2-Grandizo'a
göre ücret giderleri en düşük seviyeye indirilirse ve artı
değer yatırımlar için kullanılırsa SSCB'nde kapitalizmden
bahsedilebilir.
3-T.
Cliff'e göre sermayeler arasında rekabet esastır ve bu rekabet
azami kar amacıyla yapılır; şayet bu varsa kapitalizmden
bahsedilebilir.
4-Bordiga'ya
göre (Bettelheim da aynı düşüncededir) kapitalizmden
bahsedebilmek için kar elde etmeye çalışan tekil sermayelerin
ayrışmış olması gerekir; kendi başlarına hareket ediyor
olmaları ve birbirleriyle pazar mekanizması üzerinden meta
değişimi yapmaları gerekir. Bordiga için bu koşul SSCB'de
kapitalizmin varlığı için yeterlidir. Bettelheim buna ek olarak
sermaye ile ücret arasında ayrımın olması gerektiğinden
bahseder.
Burada
“devlet kapitalizmi teorisi”nin belli başlı iki temsilcisinin
ön plana çıktığını görmekteyiz: Cliff ve Bettelheim. Her
ikisi de SSCB'nde kapitalizmden bahsedebilmek için burjuvazinin
varlığını ve rekabetin gerekliliğini koşul yapıyorlar. Cliff'e
göre bu rekabet dış ilişkilerde söz konusuyken (silah sanayi ve
ürünlerinin ihracı), Bettelheim rekabeti ülke içinde sermayeler
arasında görmektedir.
Her
ikisinin ortak yanı, SSCB'nde kapitalizmi, kapitalizmin Marksist
klasik tanımına göre yapmaya çalışmasıdır.
“Yozlaşmış
işçi devleti teorisi” açısından durum:
Bu
konuda Troçki'nin görüşlerini hatırlatalım:
SSCB'nde,
1924'ten itibaren giderek bürokratik bir rejim kurulmuştur. Bu
rejimi kuran bürokrasi asalaktır. Ürünlerin dağıtımı
aşamasındaki konumuna dayanarak kısa bir zaman için siyasi
iktidarı ele geçirmiştir, ama onun bu iktidarı işçi devletinin
karakterini değiştirmez.
Troçki,
bürokratik iktidarın kısa ömürlü olacağını sürekli
vurgulamıştır; bir biçimde Stalin gidecek onun yerini ben
alacağım psikolojisi içinde hareket etmiştir.
SSCB'nde
“bürokratik rejim”in kısa ömürlü olacağını Troçki neye
dayandırıyordu? Bu noktadaki temel anlayışı şuydu: Ekim Devrimi
henüz yenidir, işçi sınıfı tarafından unutulmamıştır, henüz
zihinlerden silinmemiştir ve bürokrasinin hakimiyetini yıkacaktır.
Troçki'ye
göre bu gerçekleşmezse; işçi sınıfı bürokrasinin
hakimiyetine son vermezse, belli bir zaman sonra devrimci coşku,
işçi sınıfının kendine güveni kalmayacaktır ve bu da
bürokrasinin hakim sınıf olarak gelişmesine olanak sağlayacaktır.
Troçki,
sosyalizmi inşa eden, proletarya diktatörlüğünü uygulayan
Sovyet işçi sınıfından kendi diktatörlüğüne karşı
ayaklanmasını bekliyordu. Sosyalizmi inşa eden işçi sınıfı
birkaç sene içinde proletarya diktatörlüğünün somut ifadesi
olan sosyalist devleti yıkacak veya “Stalin bürokrasisi”nin
elinden alacaktı.
“Bürokratik
kolektivizm” veya “yeni üretim biçimi teorisi” açısından
durum:
1-Weil,
Rizzi, Burnham, tamamen gelişmiş, emperyalist aşamasında olan
kapitalizmin sosyalizme geçmeden önce yani bir aşamadan
geçebileceğini, bürokratik kolektivizmden geçebileceğini
savunmuşlardır. Rizzi Almanya, İtalya ve SSCB'ni aynı kaba
koyarak değerlendirmiştir.
Bu
gruptaki yazarların bürokratik sınıfın hakimiyetinin neye
dayandığı konusunda farklı görüşlerde olduğunu görmekteyiz:
Bunların
bir kısmı SSCB'nde bürokratik sınıfın hakimiyeti ekonomiden
kaynaklanmaktadır derken (örneğin Weil, Burnham), bir kısımı
da bu hakimiyetin politik güçü elde tutmaktan kaynaklandığı
görüşündeydi (örneğin Dyilas und Stoyanovic).
SSCB'nin
sınıfsal yapısıyla bağlam içinde bu yazarların görüşlerini
farklı perspektiflere ayırarak da tasnif edebiliriz:
2-SSC'nde
proletarya diktatörlüğünü Bolşevik, Stalinist gelişme
diktatörlüğü olarak görenler:
Adler,
Kofler, Rosdolsky, Kuron,Modzelevski, Mattick, Carlo, Melotti,
Fantham, Machover, Schmiederer, Campeanu vb. Ekim Devriminin
gerçekleştirildiği dönemdeki Rusya geri gelişmiş bir
kapitalizmin hakim olduğu Rusya'ydı. Bu nedenden dolayı devrimden
sonra öncelikle sanayileşmenin sağlanması, birikimin
gerçekleştirilmesi için adımlar atılmıştır. Bu adımların
atılması toplumsal zorlama, diktatörlük uygulanmaksızın mümkün
değildi.
3-SSCB'nin
sosyo-ekonomik yapısının Asya Tipi Üretim Tarzıyla benzer
yanları vardır: Sternberg, Frölich, Simin, Konrad, Szelenyi bu
görüşte olanlardı. SSCB'nde proletarya diktatörlüğü, onlara
göre “Stalinizm” “doğu despotluğu”nun bir türü değildir,
ama ona benzeyen yanları vardır.
4-Rusya/SSCB
Batıdan tamamen farklı bir yapıya sahiptir:
Gorter,
Pannekoek, Wagner, Wittfogel bu görüşte olanlardı. Bunlara göre
devrim öncesi Rusya'sı ve SSCB geleneksel olarak Batı
değerlerinden uzak, ondan politik, kültürel ve ekonomik olarak
tamamen farklı olan bir yapıya sahiptir.
5-Sovyet
toplumu bir “piç oluşum”dur.
Kautsky,
Simin,Ticktin, Laurat ve Shachtman bu görüşte olanlardı. Bu
yazarlara göre SSCB, gerçek olmayan, içeriği olmayan, hiçbir
yere götürmeyen, insanlık tarihinin gelişme seyrinden bir
sapmanın ifadesidir.
Proletarya
diktatörlüğü, onlara göre Bolşevizm veya Stalinizm geçici bir
oluşumdur:
Kautsky,
Trotzki ve Pedrosa bu görüşü savunuyorlardı. Bunlara göre
Bolşevik, Stalinist diktatörlük, bürokrasi dedikleri proletarya
diktatörlüğü birkaç yıl içinde yıkılacak ve yerini
süreklilik arz edecek bir düzene bırakacaktı.
6-SSCB
bir geçiş toplumudur:
Bu
görüşte olanların başında Rizzi, Simin ve Bahro geliyordu.
Bunlara göre SSCB sınıflı toplum ile sınıfsız toplum arasında
bir rejimdir, sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçişin
birtakım özelliklerini taşmaktadır.
7-Stalinizm
ve faşizm aynı karakterli toplumsal formasyondur:
Laurat,
Weil, Rizzi, Burnham, Troçki, Rühle ve Pollock tarafından
savunulmaktaydı. Bunların bir kısmı (Laurat, Weil, Rizzi,
Burnham) yeni üretim biçimi üzerinden; Rühle ve Pollock da
totaliterizm/devlet kapitalizmi üzerinden aynı sonuca varmışlardır.
Troçki'nin “Stalinizm” ve faşizmin üst yapıda bazı
benzerliklere sahip olduğu görüşündeydi. Troçki, “SSCB'nde
planlı ekonomi”yi, “faşizm”i, “nasyonal sosyalizm”i ve
ABD'de “New Deal”i kastederek “bütün
bu rejimler şüphesiz ki, son kertede modern ekonominin kolektif
eğilimlerini belirleyen ortak özelliklere sahiptirler”
diyordu (27).
Troçki'nin
bu anlayışa varmasında B. Rizzi'nin etkili olduğu açıktır.
“Dünyanın Bürokratikleştirilmesi” kitabında B. Rizzi,
kapitalizm ile sosyalizm arasında yeni bir tarihsel aşamanın; yeni
bir üretim biçiminin oluştuğundan bahsediyor ve buna örnek
olarak da Almanya, ABD ve SSCB'ni veriyordu. Bu üç ülke ve üç
önder -Hitler, Stalin, Roosevelt- aynılaştırılarak yeni toplum
formasyonunun öncüleri yapılıyordu. B. Rizzi bu üç ülkeyi
aynılaştırırken, yukarıda gösterdiğimiz gibi Troçki de bu üç
ülke arasında birtakım benzerlikler buluyordu. Daha sonraları
“Menajerlerin Devrimi” kitabıyla Burnham ve “Yeni Sınıf”
kitabıyla da Dyilas yaklaşık aynı sonuçlara varıyorlardı.
8-SSCB'nde
devlet tamamen bağımsızlaşmıştır, kendi başına hareket
etmektedir:
Hilferding,
Pedrosa, Damus, Schmiederer bu görüşü savunmuşlardır, onlara
göre SSCB'nde ekonomi, politikaya tabi kılınmıştır.
9-SSCB'nde
elit tabakanın siyasi hakimiyeti “kafa-kol emeği”nin
ayrışmasına dayanmaktadır:
Özellikle
Weil ve Burnham -menajer sınıfı teorileri- bu görüşü
savunuyorlardı ve Cycon, Eggert, Konrad vd. de farklı açılardan
bu görüşe varıyorlardı. Bunlara göre elit tabakanın bilgi
birikimi, onların siyasi iktidarının temelini oluşturmaktadır.
10-SSCB'de
işçi sınıfı özgür değildir:
Rizzi,
Burnham ve Guttmann'in yazılarında bu anlayışa yer verilir. Bu
yazarlara göre SSCB'nde işçiler bir işletmeye (devlete)
işgüçlerini satmak zorunda olduklarından ve ülkede çalışma
yükümlülüğü geçerli olduğundan dolayı onların özgür
olmalarından bahsedilemez.
SSCB'nde
sosyalizmin inşasının belli bir aşamasından, Troçki'nin ”Stalin
rejimi” uzun ömürlü değildir, kısa bir zaman sonra çökecektir
öngörüsünün gerçekleşmeyeceği anlaşılmaya başlandıktan
sonra Troçkist camia teorilerini kurtarma derdine düşmüştür.
Örneğin “IV. Enternasyonal”, SSCB hala bir işçi devletidir
teorisini kurtarmak için işçi devletinin kurumlaşması için zora
dayalı proleter devrim mutlaka gereklidir anlayışından
vazgeçmiştir ve böylece “halk demokrasisi” ülkelerini işçi
devletleri olarak tanımlayabilmiştir. Bunun adı, nesnel
gerçeklerden hareketle değil, öznel olarak teoriyi kurtarmaya
maddi neden hazırlamaktır.
Buna
karşın T. Cliff, “devlet kapitalizmi teorisi”ni kurtarmak için
işçi devletinin kurumlaşması için zora dayalı proleter devrim
mutlaka gereklidir anlayışına sarılmış ve işçi devletinin
ortadan kalkması için zora dayalı bir karşı devrim mutlaka
gereklidir anlayışından vazgeçmiştir. Böylece SSCB'nde karşı
devrim olmaksızın işçi devletinin ortadan kaldırıldığını ve
“devlet kapitalizmi”nin hakim kılındığını savunabilmiştir.
Bunun adı, nesnel gerçeklerden hareketle değil, öznel olarak
teoriyi kurtarmaya maddi neden hazırlamaktır.
Sonuç:
Troçkistler
SSCB, sosyalizmin inşası, SCKP(B), Stalin üzerine on yıllarca
olmadığı söylediler, olmadık teoriler ürettiler, öyle ki
SSCB'ndeki somut gelişmeleri, teorilerini çürüten gelişmeleri,
kendi teorilerini kurtarmak için yorumlamaktan da geri kalmadılar.
Peki sonuçta ne oldu? Doğrulanan bir anlayışlarının olduğundan
bahsedebilir miyiz? Veya SSCB üzerine hangi görüşleri doğrulandı?
Hiçbir
Troçkist ve yukarıda bahsettiğimizin başkalarının teorileri
doğrulanmadı. Hepsi olmasa da başta Troçki olmak üzere bir
kısım Troçkist, Sovyet toplumunu kapitalizmden daha gelişmiş bir
toplum olarak gördü. Bu anlamda “siyasi devrim”le yıkmak
istedikleri “Stalin bürokrasisi”nin önemli, doğru adımlar
attığını kabul etti.
Troçkistler,
SSCB'nde ekonomide ve toplumda geçerli olan hareket dinamiğini;
ekonomiye yön veren sosyalizmin nesnel ekonomik yasalarının
geçerliliğini göremediler. Sandılar ki, SBKP(B)'nin ekonomiyle
ilgili kararları, birkaç bürokratın işidir. Troçkistler, temel
kararların arka planında etkide bulunan sosyalizmin nesnel ekonomik
yasaları olduğunu, Bolşeviklerin bu yasaların farkına
vardıklarını, keşfettiklerini, bilince çıkardıklarını ve
nihayetinde formüle ettiklerini göremediler. Bu nedenle Troçki bir
taraftan SSCB'ne, sosyalizmin inşasına, SBKP(B)'ye ve Stalin'e
emperyalist burjuvazinin ağzıyla ve kavramlarıyla saldırırken,
üst yapıyı “politik devrim”le yıkmak isterken, altyapıyı
koruma derdine düşerek çelişkili görüşleri savunmakta geri
kalmadı.
Troçki
gerçekleri görmeden öldü. Ama Troçkistler gerçekleri görme
yerine onun teorisini kurtarmak için gerçekleri çarpıtarak
birbirlerine düştüler. Örneğin SBKP(B)'in XX. Kongresi'ni
Troçki'nin görüşlerini doğrulayan kongre olarak gördüler,
adeta alkışladılar. Oysa bu kongre, Troçkistlerin kavramıyla
ifade edecek olursak “yozlaşmış işçi devleti”ni yıkan bir
kongre olmuştur.
SSCB
sosyalizmi inşa ederken Troçki başta olmak üzere ve onun
ölümünden sonra da “yozlaşmış işçi devleti teorisi”
yanlısı Troçkistler, “siyasi devrim”le SSCB'nde sosyalizmi
kurmak isterlerken başka Troçkistler, örneğin Cliff sosyal
devrimle “devlet kapitalizmi”ni yıkmayı ve sosyalizmi kurmayı
amaçladılar.
Troçkistlerin
SSCB üzerine teori oluşturma yöntemleri ve oluşturdukları
teoriler, burjuva teori oluşturma yöntemlerinden ve burjuva
aydınların, “Batı-Marksizmi” yanlılarının,
Post-Marksistlerin oluşturdukları teorilerden farklı değildir.
Hepsinin ortak yanı, SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün, inşa
edilenin sosyalizm olduğunun reddedilmesidir. Hepsinin ortak yanı,
sosyalist demokrasinin burjuva demokrasisi kıstaslarına göre
değerlendirmesidir.
SSCB
üzerine Troçki ve Troçkisterin ürettikleri her üç teori de
(“yozlaşmış işçi devleti teorisi”, “devlet kapitalizmi
teorisi” ve “bürokratik kolektivizm” veya “yeni üretim
biçimi teorisi”) 1917-1956 dönemi SSCB gerçeği tarafından
çürütülmüştür.
*
Makale
18
Şimdi
bir de SSCB'nde karşı devrim sürecinde yukarıda tanımlanan
Troçki'nin ve Troçkistlerin teorilerinin yerine bakalım:
Makale
18'deki anlatımlar “SSCB'nde Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin
Yeniden İnşası Sorunları” (İbrahim Okçuoğlu, Akademi
Yayın, Temmuz 1911) kitabının II.-VII. bölümlerinden
derlenmiştir. Yukarıda SSCB üzerine tanımlanan Troçkist
teorilerle bir karşılaştırma yapılsın diye buraya
aktarılmıştır.
SSCB’NDE
SOSYALİZMİN YIKILMASI VE
KAPİTALİZMİN
YENİDEN İNŞASI
“Bürokratın
en tehlikeli tipi, komünist bürokrattır”
(Stalin)
Sömürücü
Sınıfların Kalıntılarına Karşı Mücadele
Üretim
araçları üzerinde sosyalist mülkiyetin gerçekleşmesi, sömürücü
sınıfların, sınıf olarak yok olmaları ve geriye kalan “sosyal
tabakalar” arasındaki siyasi ve ekonomik zıtlıkların da giderek
kaybolması, Sovyet toplumunu komünizme götürecek olan yolun
açılmış olduğunu gösteriyordu; bu cephede durum böyleydi.
SB'de
sınıf mücadelesinin bu cephesinde yapılması gerekenin
yapıldığına inanıyoruz. Kapitalizmin yeniden inşasının
gündeme geldiği dönemi ve yeniden inşayı gerçekleştiren
güçleri göz önüne getirdiğimizde, bu güçlerin bu çevrelerden;
genel olarak eski sömürücü sınıfların artıklarından
oluşmamaları gerçeği, SB'de sınıf mücadelesinin bu cephesinde
verilen mücadelenin ne denli doğru olduğunu açıkça gösterir.
Karşı
devrime karşı mücadelenin bir yönü daha vardır: Cebinde parti
üyelik defteriyle dolaşanlar; bunlar, hem yıkılmış yerli
sömürücü sınıfların kalıntılarıyla hem de emperyalistlerle
işbirliği içinde hareket ederek SB'de proletarya diktatörlüğünü
yıkmak için hayatın her alanında karşı devrimci faaliyet
sürdürmüşlerdir. Partinin genel çizgisini saptırmaktan,
sabotajlara, komünistleri katletmeye, emperyalistler adına ajanlık
yapmaya varana kadar her türlü karşı devrimci faaliyet içinde
olmuşlardır. Bunların içinde Troçkistler de vardı.
Sovyet
iktidarı, Ekim Devriminden 1925'e kadar olan dönemde sayısız
karşı devrimci ayaklanmaları bastırmış, sabotajları açığa
çıkarmış ve sorumlularını mahkum etmiştir. Örneğin, sağ ve
“sol” sosyal devrimcilerin karşı devrimci faaliyetleri;
cumhuriyetlerde gerici, şoven ayaklanmalara karşı mücadele
(Azerbaycan, Türkistan, Tacikistan), anarşist grupların
bastırılması vs.
Sovyet
iktidarının bu alanda verdiği sınıf mücadelesi, eski hakim
sınıfların kalıntıları ve emperyalist güçler adına
proletarya diktatörlüğünü yıkmayı hedeflemiş olan karşı
devrimcileri tam anlamıyla darmadağın etmiştir/ezmiştir.
SB'de
kapitalizmin yeniden inşa sürecini göz önüne getirirsek, geriye
dönüşün dinamikleri arasında bu türden karşı devrimcilerin
olmaması, bu unsurlara karşı verilen mücadelenin ne denli sonuç
alıcı ve doğru olduğunu gösterir.
Buna
göre; SB'de kapitalist yeniden inşayı gerçekleştiren güçler
arasında eski sınıfların, kapitalist unsurların ve hainlerin
kalıntılarının olmadığını veya da hiç belirleyici
olmadıklarını görüyoruz. O halde, geriye dönüşün toplumsal
dinamiğini nasıl tanımlayabiliriz? Bunu tanımlamak için,
bürokratizm/küçük burjuva olgusunu ve bürokratizme/küçük
burjuvaziye karşı mücadeleyi ele almamız gerekir.
Küçük
Burjuvazi
Lenin
bunu 1921 yılında yazıyor. Rusya'da devrim gerçekleşmiş ve
küçük burjuva kesimlerin büyük kitlesi bu devrime katılmıştı.
Devrimden sonra ise bu tabakalar, proletarya diktatörlüğünü iki
tehlikeyle karşı karşıya getirmişlerdir:
Birinci
tehlike: Devrimden sonra umduğunu bulamayan bu
tabakaların bir kısmı, doğrudan karşı devrimci faaliyete
yönelmişti. Buna, Sosyal-devrimciler tipik örnektir.
İkinci
tehlike: Başlangıçta küçük burjuvazi bütün olarak,
sonra da devrim saflarında kaldığı kadarıyla kendi dünya
görüşünü SB'de sosyalizmin inşa sürecine taşımaya
başlamıştır. Diğer bir ifadeyle; SB'de proletarya, sadece
bahsettiğimiz düşmanlara karşı mücadele ile değil, aynı
zamanda parti, ordu, devlet, sendikalar içinde var olan küçük
burjuvazinin dünya görüşüne; sınıf bilincine, düşünce
tarzına karşı da mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu
mücadele, küçük burjuva dünya görüşüne ve bürokratizme
karşı mücadeledir.
Burjuvalaşmış
bürokrat:
Bu
konuda Stalin'in düşüncelerine başvuralım:
“Aydınlar,
asla sınıf olmamışlardır ve olamazlar da; toplumun bütün
sınıflarından gelme bir ara tabakadır ve öyle kalır. Eski
zamanda aydınlar, soylulardan, burjuvaziden, kısmen köylülükten
ve sadece az bir ölçüde de işçi sınıfından kaynaklanıyordu.
Bizim dönemde, Sovyet döneminde aydınlar, esas itibariyle
işçilerin ve köylülerin saflarından geliyorlar. Ama aydınlar,
nereden kaynaklanırlarsa kaynaklansınlar ve hangi karakteri
taşırlarsa taşısınlar, bir ara tabakadır ve sınıf
değildir”(1)
Bu
ara tabaka, sınıf
olmayan tabaka ileride SB'de kapitalist
yeniden inşanın toplumsal dinamiklerinden biri olarak, sınıf
olarak karşımıza çıkacaktır.
Bu
tabaka nasıl gelişti ve iktidarı gasp edebilecek bir revizyonist
güç olabildi?
Sovyet
tarihine, Lenin ve Stalin'in uyarılarına baktığımızda şunu
görürüz: Genç Sovyet iktidarı, burjuva aydınlardan uzmanlardan
yararlanmıştır. Evet, uzman güç olarak onlara ihtiyaç
duyulmuştur. Proletarya diktatörlüğü, onları sosyalizmin
inşasına çekmek için birtakım tavizler vermiş, imtiyazlı
konuma getirmiştir (2).
Bunların
dışında, Stalin'in bahsettiği komünist bürokratlar gündeme
gelmiştir. Ücret limitinin kaldırılmasıyla komünist
idareciler de birtakım imtiyazlar elde etmişlerdir. Bunlarda da,
burjuva aydınlarda/bürokratlarda görülen yaşam ve dünyaya bakış
tarzı gelişmeye başlamıştır.
Elde
edilen imtiyazlar ve bunun sonucu sağlanan refah, cepte parti
üyeliği defteri, üretimden sürekli kopuk olmak ve bu bağlamda
sınıf bilincinin zayıflaması; kitlelerden kopmak, bunun ötesinde,
kendini kitlelerin üzerinde görmek, onlara yukarıdan bakan tavır
ve anlayışlar içinde olmak vs. vs. Bütün bu özellikler,
bürokrat/küçük burjuva kesimde ortaya çıkan birliğin maddi
temellerini oluşturmuştur. Mevcut imtiyazları, sağlanmış
çıkarları korumak bütün küçük burjuvazinin, bürokratların
ortak amacı olmuştur.
Demek
ki aydınlardan başka pekala yönetici konumlara gelen işçi ve
teknik elemanlarda da burjuvalaşma-bürokratlaşma eğilimi doğuyor.
Kapitalist
yeniden inşanın bir dinamiğini de bu kesim oluşturmaktaydı.
Aynı
zamanda işçi sınıfı saflarından da ücret ve vasıf farkları
gibi nedenlerin sağladığı olanaklarla ayrıcalıklı bir tabaka
da revizyonizmin toplumsal dinamiklerine katılmıştır.
Garip
gelmesin; onlar, imtiyaz ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek
için örgütlenmemişlerdir bile! Bu, hem tehlikeliydi hem de
gereksizdi; parti, devlet, ordu, sendika, gençlik kurumları bu
bürokratları zaten örgütlüyordu. Onlar buralarda artık ortak
konum, çıkar ve imtiyazlar temelinde faaldiler. Hangi kurum olursa
olsun, bürokrasinin kendisi, bu unsurları örgütlüyordu.
Sosyalist
inşa ne kadar ilerlemiş olursa olsun sosyalizm, komünizme geçişte
bir geçiş toplumudur. Bu nedenle bu toplumda işçi sınıfı da
kendine yabancı anlayış ve düşüncelerden kaçınılmaz olarak
etkilenme ortamı ile karşılaşabilir ve bürokratlar/küçük
burjuva aydınlar, bu etkilemede belirleyici rol oynarlar; partide,
devlet kurumlarında, sendikalarda, kültürel alanlarda vs. zehir
saçmaya başlarlar, proleter dünya görüşünü yozlaştırırlar.
Sosyalist inşanın maddi ve manevi kaynaklarını yıpratırlar,
kuruturlar, kendi dünya görüşlerini, dünyaya bakış tarzlarını
hakim kılmaya çalışırlar ve bunların hepsini tabii ki sosyalist
toplumun şekillenmesi, ileriye doğru gelişmesi adı altında
yaparlar.
Toplumsal
örgütlenmenin bütün alanlarını örgüt olarak kullanan
bürokrasi/küçük burjuvazi, zamanla mevcut olanla, elde etmiş
olduğuyla yetinmemeye başlar; daha çoğunu, daha rahat hareket
etmeyi ve düşüncelerini dile getirmeyi ister. Bu kaçınılmazdır.
Sosyalist toplumun her bir gelişme sürecinde gündeme gelen yaşam
normlarından kopuk olmak; kendine özgü bir yaşam tarzı
sürdürmek, bu tabakaların temel istemleri olur. Bu da küçük
burjuva yaşam tarzına tekabül eden bir yaşam tarzı talep
etmekten başka bir anlama gelmez. Giderek kök salan bu yaşam
tarzı, kaçınılmaz olarak bu yaşama tekabül eden düşünce
tarzını da beraberinde getirir, geliştirir. Bu, küçük
burjuvazinin ara tabaka olma özelliğine tekabül eden bir geçiş
sürecidir. Küçük burjuvazi, burjuva olmak için çaba harcar,
burjuva olmanın özlemini çeker ve öyle olmak için de her fırsatı
değerlendirir. Sovyet bürokrasisindeki küçük burjuva da, burjuva
olmanın özlemini çekmiştir. Burjuva olmak için mücadele
etmiştir. Bu mücadele, kapitalist sınıfı oluşturmaktan,
kapitalizmi yeniden inşa etmekten başka bir anlam taşımıyordu.
Sovyet
bürokratı, burjuva bürokratın bütün özelliklerini taşıyor ve
onun eylem anlayışıyla hareket ediyordu. Burjuvalaşan Sovyet
bürokratı, daha yüksek mevkilere gelmek için çalışmış ve
sonuçta da bu mevkileri, sosyalist inşayı yıkmak ve kapitalizmi
yeniden inşa etmek için kullanmıştır.
Bürokratizme
Karşı Mücadele
Lenin
Ocak 1924'te öldü. Ekim Devriminden ölümüne kadar olan dönemde,
birçok yazısında bürokratizm tehlikesinden, ona karşı
mücadeleden bahsetti. Birçok uyarılarda bulundu. Proletarya
diktatörlüğü koşullarında işçi sınıfının siyasal yaşama
katılımı ve sert işçi denetimini öngörmesi, “ilkel
demokratizm” ile nitelendirildi. Bürokratizm tehlikesi o kadar
büyük boyutlara varmıştı ki, parti 1921'de kendini
“bürokratlaşmış,
dürüst olmayan, tutarlı olmayan, sahtekâr
unsurlar”dan
temizlemekle karşı karşıya kaldı ve 170 bin unsur, yani parti
üyelerinin dörtte biri partiden atıldı.
Stalin
döneminde ise bürokratizme karşı mücadele şiddetlenerek devam
etti. İki türden bürokrasiye karşı mücadele veriliyordu.
Birinci türden bürokrasi,
çarlık döneminden gelme unsurlardan (aydınlardan, uzmanlardan,
idarecilerden vs.) oluşuyordu.. Bu unsurlar, çarlık döneminde
küçük burjuvazinin önder tabakasını oluşturuyorlardı ve
kapitalist sınıfla bütünleşmişlerdi. Ekim Devriminden sonra ise
bu tabaka, şu veya bu şekilde yeni düzenle uyum içinde olduğunu
gösteriyordu. Ama bütün küçük burjuva alışkanlığını,
tavrını ve dünyaya bakışını da Sovyet bürokrasisine,
kurumlarına taşıyordu.
Bu
küçük burjuva unsurlara, Sovyet kurumlarındaki bu köstebeklere,
Menşeviklerin, sosyal devrimcilerin ve başka siyasi şekillenmelerin
aktif kesimlerini de katmak gerekir. Ekim Devriminden sonra bunların
birçoğu, hem parti üyesi olmuş hem de bürokraside yer almıştı.
Siyasi ve ideolojik yapıları gereği bunlar da kapitalizmle bağ
içindeydiler ve dolayısıyla anti-sosyalist küçük burjuva
anlayışlarını Sovyet kurumlarında, bürokrasisinde
yayabiliyorlardı.
SB'de
sertleşen sınıf mücadelesi, bu birinci türden bürokratların
birçok sabotajını açığa çıkartmış, birçok temizleme
hareketini gündeme getirmiştir. Kısaca, Sovyet iktidarı, bu
unsurlardan gelebilecek her türlü restorasyon tehlikesini ezmiş,
yok etmiştir.
Bürokratların
ikinci türünü Stalin'in, tanımladığı “komünist
bürokrat” türü oluşturur. Komünist bürokrat, parti
üyesidir. Belki de çok eski, çok değerli, büyük sınavlardan
geçmiş bir parti üyesidir. Üretimden, kitlelerden kopukluk, parti
ve devlet örgütlerinde sahip olduğu iktidar gücü, onda
yozlaşmanın tohumlarını oluşturmuştur. Böyle bir bürokrat,
Sovyet idarecisi, yozlaşma sürecindedir. Bu yozlaşma, küçük
burjuva bir fenomendir. Yaşam tarzı, dünyaya bakışı, çalışma
yöntemi vs. değişmeye başlar. Birinci türden bürokratların
yanı sıra, ikinci türden bürokratlar da böyle gelişir.
SB'de
birinci türden bürokrasi yok edilirken, ikinci türden bürokrasi
sosyalist yönetim biçimi adı altında gelişme olanağı
bulmuştur.
Bu
gelişmeyi Stalin şöyle anlatır:
“İlerlememizin
en kötü düşmanlarından birisi, bürokratizmdir. O, bütün
örgütlerimizde, hem parti örgütlerinde hem de komünist gençlik
birliği örgütlerinde hem sendikalarda hem de ekonomi örgütlerinde
yaşıyor. Bürokratlardan bahsedildiğinde genel olarak… eski
partisiz memurlar gösterilir…Yoldaşlar, bu tam doğru değildir.
Şayet, sadece eski bürokratlar söz konusu olsaydı, bürokratizme
karşı mücadele dünyanın en kolay meselesi olurdu. Kötü olan,
söz konusu olanın, eski bürokratların olmadığıdır. Söz
konusu olan, yeni bürokratlardır. Yoldaşlar, söz konusu olan
Sovyet iktidarına sempati duyan bürokratlardır. Söz konusu olan,
nihayet komünistlerin saflarından gelme bürokratlardır. Komünist
bürokrat, bürokratın en tehlikeli tipidir. Niçin? Çünkü o,
bürokratizmi parti üyeliği ile maskeliyor”
(3)
1930'un
sonuna gelindiğinde eski dönemden kalma bürokratların tehlikeli
olma durumu ortadan kaldırılıyordu. Ama bu tehlikenin yerini yeni
bürokratlar alıyorlardı. Yukarıya Stalin'den aktardığımız
anlayış, bu gelişmeyi çok açık bir şekilde gösteriyor. Eski
düzenden kalma bürokratların giderek tehlike olmaktan çıkmaları,
onların yerini “komünist bürokrat”ların alması.
Böylelikle Stalin, sosyalist düzeni yıkmada, kapitalizmi restore
etmede dış güçlerin yanı sıra iç tehlikenin, Sovyetler Birliği
somutunda yeni ve önemli boyutunu açıklıyordu; yeni tipte
bürokrat.
Şu
soru akla gelebilir. Mademki bürokrasi tehlike demektir, o halde
neden geliştiriliyor, yaygınlaştırılıyor? Her şeyden önce
ülke büyük, dolayısıyla da idare mekanizması büyük. Bunun
yanı sıra, ülke içindeki siyasi gelişme; parti içi tartışmalar
bürokrasinin, özellikle de yeni bürokrasinin gelişmesini sağlayan
neden oldu. Hangi platformdan olursa olsun muhalefetin (Troçkistler,
Buharinciler, Zinovyevciler vs.), doğru olan parti çizgisine
saldırması, parti-devlet ve ekonomi kurumlarını ele geçirmeye ve
yıkmaya çalışması, bütün bu süreçlerde merkeziyetçiliğin
ağır basması, bürokratizmin gelişmesi için uygun zeminin
doğuşuna katkıda bulundu. Sonuç itibariyle bu süreç,
parti-devlet ve ekonomi kurumlarında bürokrasinin güçlenmesini
kolaylaştırdı. Böylelikle güçlenen bürokrasi, parti, devlet,
ordu, ekonomi, gençlik vs. örgütlerini ayrık otu gibi sardı.
Bürokratizme
Karşı Mücadelenin Yolları
Bürokratizme
karşı mücadele, salt talimatlarla, yukarıdan düzenlemelerle,
salt güvenlik güçlerinin eylemleriyle yürütülmemiştir. Bu
mücadelede kitle hareketi, siyasi-ideolojik seviyenin yükseltilmesi,
sınıfsal uyanıklığın sürekli kılınması, keskinleştirilmesi
esas alınmıştır.
Moskova
mahkemelerinde, karşı devrimci grupların yıkıcı faaliyetlerinin
açığa çıkartılmasında ve bu unsurların cezalandırılmasında
güvenlik güçlerinin haklı temelde oynadığı rolden dolayı,
bürokratizme karşı mücadelede Stalin'in salt güvenlik güçlerine
dayandığını, ideolojik-siyasi mücadeleye önem vermediğini,
kitle inisiyatifini kırdığını söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz.
Sosyalist SB tarihinde, somut olarak da Stalin döneminde '30'lu
yılların ilk yarısına kadar kitlelerin inisiyatifi hiçbir zaman
kırılmamıştır, ideolojik, siyasi mücadele, II. Dünya Savaşı
dönemi hariç, hiçbir zaman geri plana itilmemiştir, ama
gevşemiştir.
Burada
şu soru akla gelebilir. 'İyi hoş da 1956'da siyasi iktidarı gasp
edecek kadar güçlenmiş olan bürokratlar nereden çıktılar?’
Şüphesiz ki onlar, SB'de sosyalizmi yıkmak için başka bir
gezegenden veya da kapitalist ülkelerden özel olarak
gönderilmemişlerdir. Bu unsurlar, Sovyet toplumu içinde doğup
geliştiler.
Sosyalist
toplumda, sosyalizmi yıkacak güçlerin doğması ve gelişmesi! Bu,
bazı hataların işlendiğine bir işaret değil midir? Evet öyle.
Stalin döneminde komünist bürokratların gelişmesine zemin
hazırlayan hatalar işlenmiştir. Ama aynı zamanda II.
Dünya Savaşı gibi nesnel bir dayatma, var olmak ve
yok olmak mücadelesinin kaçınılmaz olması, Sovyet toplumunda
geriye dönüşün güçlerinin gelişmesi için uygun bir ortam
oluşturmuştur.
...
“Komünist
Bürokrat”lara
Karşı Mücadele
Parti,
mücadeleyi bürokratik araçları kullanarak sürdürmüştü.
Bürokratik yapılarda ise bürokratlar yuvalanmışlardı.
Dolayısıyla işletme yöneticilerine karşı mücadelede
bürokratlar tarafsız kalamazlardı.
Bolşevik
Parti, işletme yöneticilerine karşı üretimin devletsel
yönetiminin zorunluluğunu ön plana çıkartarak sosyalizmi
savunuyordu. Ama bu yönetim sistemi ‘30’lu yıllardan kalmaydı.
Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, işçi sınıfını
aktifleştirerek, mücadeleye çekerek üretimin devletsel
yönetiminin zorunluluğunu, yani ‘30’lu yıllardan kalma yönetim
sistemini devrimci tarzda yenilemiş olsalardı, yapılması gereken
en doğruyu yapmış olurlardı. Ama bu yapılmadı. Bunun yerine,
geriye dönüşe karşı
mücadelede yetersiz mekanizmalarla, kendi içinde geriye dönüşün
unsurlarını barındıran mekanizmalarla karşı devrimin bir
kanadına; işletme yöneticilerine karşı mücadele ettiler.
O anda zafer kazanıldı, ama sorunun kendisi çözümlenmemişti.
Bürokratlar
ise üretimin devletsel yönetiminden yanaydılar. Çünkü bunda
onların çıkarları vardı. Evet bürokrasinin varlık nedeni
buydu. Dolayısıyla SB'de -daha doğrusu sosyalizmi inşa eden
bütün ülkelerde de- üretimin devletsel yönetiminde proletarya
diktatörlüğünün ve de bürokratların çıkarı vardı.
Sorunun
teorik yönünü biraz açalım. Marks ve Engels daha 1848’de
Manifesto’da şöyle diyorlardı:
“Proletarya,
siyasi hakimiyetini tüm sermayeyi burjuvazinin elinden adım adım
söküp almak, tüm araçlarını devletin, yani hakim sınıf olarak
örgütlenmiş proletaryanın elinde toplamak ve üretici güçlerin
toplamını elden geldiğince hızla arttırmak için kullanacaktır.
Elbette,
başlangıçta mülkiyet haklarını ve burjuva üretim koşullarını
zorla çiğnemeksizin; dolayısıyla da ekonomik bakımdan yetersiz
ve savunulamaz gibi görünen, ama hareketin süreci içinde
kendilerini aşan, eski toplum düzenini daha da fazla çiğnemeyi
gerektiren ve üretim biçimini tümüyle devrimcileştirmek
açısından kaçınılmaz olan bazı önlemler alınmaksızın bunu
gerçekleştirmek olanaksızdır” (4).
Burada
söylenen şu:
1-Devletleştirmek kaçınılmazdır.
2-Üretimin devletsel yönetimi kaçınılmazdır.
Ancak
bu adımlar atıldığında meta ekonomisi ilişkilerine ölümcül
bir darbe vurulmuş olur. Ancak bu adımlar atıldığında üretimin
toplumsal yönetiminin koşulları doğar.
Marks
ve Engels, bu tedbirlerin yetersiz ve savunulamaz olduğunu da
belirtiyorlar. Yani proletarya, sosyalist inşaya önce, yetersiz ve
savunulamaz tedbirleri almakla başlıyor. Başlangıç böyle. Marks
ve Engels, başlangıçtaki bu yetersiz ve savunulamaz tedbirlerle
yetinilemeyeceğini, onların süreç içinde aynı kalamayacaklarını
belirtiyorlar.
Süreç
içinde aynı kalamamak, iki türden gelişmeyi ifade eder. Bu
tedbirlerin yerini süreç içinde ya üretimin toplumsal yönetimi,
yani komünizme doğru gelişme ve komünizm alacaktır ya da aynı
kalınmakla çürüme başlayacak ve geriye dönüşün önü
açılacaktır.
Görüyoruz
ki bu tedbirler, bir durumda komünizme götürürken, bir başka
durumda da kapitalizme götürüyor.
Bu,
geçiş toplumu olan sosyalizmin “kaderi”dir.
SB’nin
durumuna bu açıdan bakalım:
Rusya,
sosyalizmin maddi ön koşullarının az ve yetersiz geliştiği bir
ülkeydi. Dolayısıyla Bolşevikler, geri bir ülkede sosyalizmi
kurmakla karşı karşıya kaldılar. Bunun ötesinde de tek ülkede
sosyalizmi kuruyorlardı. Yani Marks ve Engels’in belirttikleri o
“yetersiz ve savunulamaz tedbirlerin” süreç içinde
kendilerini aşma koşulları, genç SB'de az gelişmişti. Bu
durumda üretimin devletsel yönetimi anlayışı; o merkezi sistem,
iç ve dış tehlikelerden dolayı da kapsamlaştırıldı ve
devrimci tarzda aşılması güçleşti. Hele hele ‘50’li yıllara
gelindiğinde, karşı devrimci güç olarak şekillenen işletme
yöneticilerinin çıkışları/talepleri göz önüne
getirildiğinde, durumun vahameti daha da açığa çıkıyor.
Çarlık
döneminden kalma sınıflara karşı mücadele bazında “kim
kimi” sorunu, ‘30’lu yıllarda sosyalizm lehine
çözümlenmişti. Ama sosyalist
inşa sürecinde doğan yeni karşı devrimci güçlere karşı
mücadele bazında “kim kimi” sorununun önemi anlaşılmamıştı.
Öyle ki ‘50’li yıllarda, işletme yöneticilerinin
taleplerini yükselttikleri dönemde üretimin devletsel yönetimi
“reforme” edilseydi, sonucun nasıl olacağı pek
kestirilemezdi. Her halükarda Stalin önderliğinde Bolşevik Parti,
mevcut merkezi sistemi savunarak, işletme yöneticilerine karşı
mücadele etmiş, sosyalizmi bu tarzda bir mücadele ile savunmuştur.
Ama bu, parti önderliğinde işçi sınıfını ve geniş emekçi
yığınları harekete geçirerek mevcut devletsel yapıları
devrimci tarzda yıkıp-yenileme mücadelesi değildi. Bu durumda
Stalin ve Bolşevikler, Marks ve Engels’in bahsettikleri o
“yetersiz ve savunulamaz tedbirleri” savunarak sosyalizmi
savunmuş oluyorlardı.
Stalin
ve Bolşevik Parti bu savunuyu; üretimin devletsel yönetimini,
şüphesiz ki proletaryanın sınıfsal çıkarları açısından
yapıyorlardı. Bu anlayışta oldukları tartışmasızdır. Ama
üretimin devletsel yönetimini, mevcut merkezi yönetim sistemini,
yani bürokratik yapıları savunan başkaları da vardı. Demek
oluyor ki devlet mekanizması içinde komünistlerin dışında başka
güçler de üretimin devletsel yönetimini savunuyorlardı. Bunlar
da kendi çıkarları gerekli kıldığı için üretimin devletsel
yönetimini savunuyorlardı. Kimdi bunlar? Bürokratlar!
Burada
açıklanması gereken konu şu: Nasıl oluyor da veya hangi
nedenlerden dolayı bürokraside yer alan görevlilerin bir kısmı
imtiyaz ve özel çıkarlar peşinde koşabiliyorlardı?
Bu
türden gelişmelerin olabileceğini sosyalizmin geçiş toplumu
olması özelliğinde ve devletin yapısında aramak gerekir. Lenin
ve Stalin’in bürokratizme karşı uyarılarını ve mücadelelerini
göz önünde tutalım. Onlar, bu vesile ile bürokratizmin
zorunluluğunu ve tehlikeli olacağını da açıklıyorlardı.
Proletarya, siyasi iktidarı ele geçiriyor ve kendi diktatörlüğünü,
dolayısıyla da kendi devletini kuruyor. Proletarya, devlete kendi
çıkarlarını geçerli kılmak için ihtiyaç duyuyor. Ama devlet,
ne kadar proleter olursa olsun, geçiş döneminin devleti olduğu
için, kaçınılmaz olarak, toplumsal çıkarların savunulmasının
yanı sıra özel çıkarların da uçlanabileceği bir mekanizma
olmaktadır. Tabii bu açıkça yapılmaz. Sovyet örneğine
baktığımızda devlet görevlerinin ezici çoğunluğunun önceleri
toplumsal çıkarları savunduklarını görürüz. Ama süreç
içinde bu durum birçok devlet görevlisi açısından değişmeye
başlamıştır. Kendini gizlemesini bilen eski bürokrasiden kalma
unsurların yanı sıra, elde edilen imtiyazlar, karar verme
yetkisinin beraberinde getirdiği konumun kullanılması, sonuç
itibariyle devlet görevlilerinin çoğunun düşünme ve hareket
etme tarzını etkilemiş ve giderek de şekillendirmişti. Bunların
bir çoğu, özel çıkarlarını ve imtiyazlarını korumaya
başlamıştı. Toplumsal var oluş, bilinci belirler. Bu, her toplum
biçiminde, dolayısıyla sosyalizmde de geçerlidir. Bilerek veya
bilmeyerek, hangi nedenden dolayı olursa olsun, bir kısım devlet
görevlisi, “proletaryanın çıkarlarını”, “sosyalist
toplumun çıkarlarını” korumak adı altında kendi özel
çıkarlarını ve imtiyazlarını korur olmuşlardı.
Böyle
doğan ve şekillenen devlet görevlileri, tabii ki imtiyazlı
konumlarını kaybetmek istemeyeceklerdi. Ve dolayısıyla, üretimin
toplumsal yönetiminde, o merkezi yönetme sisteminde işçi sınıfına
ve onun aktif müdahale eğilimine karşı mücadele edecekti. Öyle
de oldu.
İşletme
yöneticileri, yönetimin ve üretimin yönlendirilmesinin
önerdikleri gibi yürütülmesini talep ederlerken, o devasa
bürokrasinin de dağıtılmasını talep etmiş oluyorlardı. Tabii
ki buna bürokrasi ve Bolşevik Parti karşıydı. İşletme
yöneticilerine; o özyönetimcilere karşı mücadeleyi, işçi
sınıfını harekete geçirerek, proletaryaya görev ve sorumluluk
vererek değil de doğrudan ve esasen devlet mekanizmasıyla
sürdürünce bürokrasiye “gün doğmuş” oldu. O “komünist
bürokrat”lar, hem kendilerini daha da gizleme olanağına
kavuşmuş ve hem de çıkar çatışması içinde oldukları işletme
temsilcilerine darbe vurmuş oluyorlardı. Ama bundan, Stalin’in
bilinçli olarak bürokratları kendi yanına çekerek işletme
yöneticilerine karşı mücadele ettiği sonucu çıkartılmamalıdır.
Böyle bir sonuç çıkartanlar, eleştirel iyi niyet yaklaşımının
ötesine geçmiş olurlar. Stalin
önderliğinde Bolşevik Parti, açık ki iki cepheye karşı
mücadele veriyordu: reform talep eden işletme yöneticilerine karşı
mücadele ve aynı zamanda devlet mekanizmasındaki ve başka birçok
üst yapı kurumlarındaki (sendikalar, ordu, vs.) bürokratlara
karşı mücadele.
Stalin,
o tartışmalarda bürokratların “her şeye
muktedir” anlayışlarını da, onlardaki
volontarizmi de eleştiriyordu (5).
Karışık
ve çıkarların çatıştığı, birbirini kestiği bir durum söz
konusuydu:
İşletme
yöneticileri, üretimin
toplumsal yönetimi, toplumsal çıkarlara göre üretim yerine,
üretimin işletme çıkarları temelinde yönetimini; yani son
kertede işletmelerin toplumsal çıkarlardan ziyade işletme
çıkarları temelinde -kâr-
üretim yapmasını talep ediyorlardı. Bu, üretim için üretim,
birikim için birikimdi.
Yönetici
kesim (bürokratlar) ise aynı eğilimi kendi açılarından
körüklüyorlardı: Plan hedefine ulaşılması, plan hedefinin
aşılması vs. Bütün bu ve başka kavramlarla ifade edilen
hedeflerin ve görevlerin yerine getirilmesi hem bir bütün
olarak bürokrasinin hem de söz konusu alan
bazında bürokrasinin başarısı oluyordu. Öyle ya elde
edilebilecek imtiyaz, olanaklar, kariyer vs. bürokratın çalışma
alanındaki başarısına bağlıydı. Örneğin bir üretim alanında
plan hedefine ulaşılmış ve aşılmışsa, o alanda sorumlu olan
bürokrasi başarılı oluyordu ve başarının nimetlerinden
bürokrasi, hiyerarşik sıralamaya göre yukarıdan aşağıya
yararlanıyordu. Şan, şöhret, her şeye muktedir güç olmak,
Sovyet devletinin başarıları vb.!
Bürokrasi,
Sovyet devletinin başarılarını, sosyalizmin başarılı inşasını,
proletarya diktatörlüğünün, Bolşevik Parti'nin eseri olarak
görmüyordu; bütün başarıları kendi eseri olarak görüyordu.
Her şeyi yapan, o devasa mekanizmaydı. Tabii ki bu durumda
bürokrasinin kendini, kendisi için kurumlaştırması durumunda ve
her şeye muktedir olma gücünü kendisinde görmesi durumunda,
toplumsal çıkarların da giderek kendisi için kurumlaşmayı
hedeflemiş olan bürokrasinin çıkarlarına tabi olmasından doğal
bir gelişme olabilir miydi? Öyle ki, bürokrasinin bir kesimi,
tabii yine toplum ve devlet “çıkarı” için, kendi özel
çıkarlarını savunmaya başladı. Bu, elde edilen imtiyazların,
olanakların, kariyerin savunulmasıydı. Bunun savunulması için de
kurum yaşamalıydı. Bürokratı var eden, bürokrasiydi, o
mekanizmaydı. O halde, o mekanizma olduğu gibi kalmalıydı.
O
“komünist bürokrat”lar, karşı devrimci faaliyet
sürdürmekte işletme yöneticilerine nazaran daha şanslıydılar.
Çünkü bürokrasi, devletin ve toplumun “işi”ni icra eden,
proletarya diktatörlüğünün “iş”lerini yürüten
mekanizmaydı. Gerçekten de bir bütün olarak bürokrasi,
başlangıçta toplumsal çıkarlara hizmet ediyordu. Ama süreç
içinde bürokrasinin bazı kesimleri, belirttiğimiz nedenlerden
dolayı, kendi çıkarını kollar olmuştu. Bu gelişmeyi diyalektik
olarak ifade edersek: Nicel değişmeler, gelişmelerinin belli bir
aşamasında nitel değişime uğrarlar. Diyalektiğin bu yasasının
konumuz açısından anlamı şudur: Bürokrasinin belli bir
kesimindeki nicel değişim, karşı devrimci bir nitelik almıştır.
“Komünist bürokrat” tanımlaması, bu değişimi ifade
ediyordu.
İnşa
süreci ne kadar ilerlemiş olursa olsun sosyalizm, sosyalizmdir,
komünizm değildir. Bu anlamda sosyalizm, üretim üzerine toplumsal
hakimiyetin kurulması sürecidir. Sosyalizmde bu hakimiyetin
çekirdeği vardır. Bütün sorun, bu çekirdeğin
geliştirilmesidir. Ama bu çekirdeğin olgunlaşması, yani üretim
üzerine toplumsal hakimiyetin sağlanması için atılan adım, bu
çekirdeğin yok olmasına neden olursa, işte orada geriye dönüşün
koşulları oluşturulmuş olur. İşte orada, üretim ve birikim,
toplumsal ihtiyaçların giderilmesi amacından; bu esas amaçtan
kopartılarak, kendisi için amaca çevrilmiş olur.
Bir
daha soralım: Bu unsurlar, eski düzenden; Çarlık düzeninden
kalma unsurlar mıydı ve örgütlü olarak mı o günlere
gelmişlerdi? Şüphesiz ki bu unsurlar Çarlık döneminden kalma
burjuva sınıfın unsurları değillerdi. Ekim Devriminden sonra ve
özellikle de ‘30’lu yıllarda burjuvazinin örgütsel var oluş
koşulları tamamen ortadan kaldırılmıştı. Bunun ötesinde,
Lenin’in tanımladığı gibi, kapitalist bir ilişkinin doğma ve
gelişme koşulları da yoktu. Öyleyse bu unsurlar nereden
çıkmışlardı? Bunlar, Stalin’in deyimiyle “komünist
bürokratlar”dı. Bunlar, Sovyet sisteminin yetiştirmiş
olduğu ve ‘30’lu yıllarda çıkartmış oldukları derslerle
kendilerini korumayı başaran ve sistem içinde ayrık otu gibi kök
salan küçük burjuva “komünist”lerdi. Bolşevikler ‘30’lu
yıllarda atılan adımların; gelişen üretim ilişkilerinin ve
yönetici tabakanın nasıl şekillendiğini tam anlamıyla
kavrayamamışlardı; sınıf düşmanının üzerine
idari mekanizmalarla gitmek, işçi sınıfını ve geniş emekçi
yığınların inisiyatifini sürekli
geliştirmemek, sonuçlarını bu açıdan da vermişti.
Bütün kararları alan yöneticiler ve “alınan kararları
uygulayan” işçiler arasındaki ilişkinin sonuçları,
Voznessenski’lerin ve Yaroşenko’ların doğması ve karşı
devrimci gücü oluşturması olmuştu.
Stalin
1936’da söylediğini hatırlayalım
(6)
.
1952’de ise şöyle diyordu:
“Sosyalist
toplumda... direniş örgütleyebilecek.... eski (ömrünü
doldurmuş, çn) sınıflar yoktur. Tabii ki
sosyalizmde de üretim ilişkilerindeki değişmelerin zorunluluğunu
kavramayan geri kalmış tembel güçler olacaktır. Ama tabii ki
çatışma olmaksızın kolayca onların üstesinden gelinebilir”
(7).
Gerçekten
de, ömrünü doldurmuş sınıflar 1952’de yoktu. Burası doğru.
Ama bu doğru, o dönemin Sovyet gerçeğini tam anlamıyla
aydınlatmıyordu. Stalin, “bürokratın en tehlikeli tipi,
komünist bürokrattır” tespiti yapmasına ve bu güçlerden
kaynaklanan tehlikeye dikkat çekmesine rağmen, kendisiyle tartışan
güçlerin gerçek gücünü tam anlamıyla görememişti. Yönetici
tabaka, o küçük burjuva tabaka, örgütleniyordu ve bütün
faaliyeti, siyasi iktidarı ele geçirmeye, proletarya diktatörlüğünü
yıkarak kapitalizmin yeniden inşasının yolunu açmaya ve inşa
etmeye yönelikti. Komünizme doğru gelişmenin yolunu kesmek
isteyenler, ömrünü doldurmuş sınıfların kalıntıları değil,
“yeni” sınıfın, yönetici
tabakadan oluşan sınıfın unsurlarıydı. Bu unsurlar,
kapitalizmi inşa edecek olan sosyo-ekonomik itici güçlerdi ve
sosyalist toplumun inşa sürecinde doğmuşlardı; parti, devlet,
ordu, sendika görevlileri, işletme yöneticiler vs. Bunlar,
toplumsal çıkarlardan ziyade kendi çıkarlarını düşünüyorlardı.
...
XIX.
Parti Kongresinde MK’nın siyasi raporunda Bolşeviklerin
hatalarından bahsediliyordu. İdeolojik faaliyetin küçümsenmesi,
zaafların üzerine Bolşevik ruhla gidilmemesi, kadro seçiminde ve
icraatın kontrolünde Bolşevik anlayıştan sapılması vb. Daha
önceki kongrelerde de birtakım hatalara dikkat çekilmişti. Ama bu
türden hatalar, ağır hatalar olsalar da, münferit olma, sistemin
özüne nüfuz edememe özelliğini taşıyorlardı. XIX. Kongrede
dile getirilen hatalar ise sistemin özüne nüfuz etmiş, sistemi
sarsan, oldukça ciddi ve kapsamlı hatalardı. Bu anlamda XIX.
Kongredeki hatalar ile daha önceki kongrelerde dile getirilen
hatalar arasında belirgin bir farkın olduğu, XIX. Kongrede dile
getirilen hataların münferit olmadıkları, münferit
olumsuzluklara yol açmadıkları, tersine köklü olumsuzluklara yol
açmış oldukları açıktır, tartışma götürmez bir
gerçekliktir. XIX. Kongrede ifade edilen eksikliklerden ve
belirtilen hatalardan dolayı bu türden unsurlar, açıktan,
tartışma adı altında karşı devrimci görüşler öne
sürebilecek güce gelmişlerdi.
Böylesi
hatalardan kaçınılabilinir miydi, bu unsurların doğmasına maddi
temel teşkil eden koşulların gelişmesi engellenebilir miydi?
Şüphesiz bu hatalardan kaçınılabilir ve bu unsurların doğmasına
maddi temel teşkil eden koşulların gelişmesi engellenebilirdi.
Bunun engellenememesi, Bolşeviklerin de kabul ettikleri belli
hataların işlenmesi, SB'de üretim ve mülkiyet ilişkisinin artık
sosyalist olmaktan çıkmış olduğunu asla göstermez. Bu hatalar
ve bu unsurların varlığı, sosyalist inşadan tamamen sapılmış
olmanın da ifadesi değildir. Bu hataların işlenmesinde ve bu
unsurların doğmasında, dünyanın ilk sosyalist ülkesini inşa
etmekten; ilk olmaktan kaynaklanan tecrübesizliğin rolü de
küçümsenemez. Rusya’nın koşulları göz önünde tutulursa
tecrübesizliğin belirleyici önemi haiz olduğu görülür. Bu
tecrübesizlik, geçiş sistemi olan sosyalizmin pratikte “el
yordamı” ile kuruluyor olduğunu içeriyordu.
Demek
oluyor ki:
Bolşeviklerin
elinde, geliştirilmiş bir geçiş toplumu teorisi; komünizme geçiş
toplumu teorisi yoktu. Yani ekonomide ve üst yapı kurumlarında,
toplumsal ilişkilerde gelişmiş bir sosyalizm teorisi yoktu.
Bolşevikler, sosyalist toplumu inşa sürecinde bu teoriyi
geliştirdiler ve genelleştirdiler. Ve bu kolay olmadı. Bunu
zorlaştıran faktörler, sadece, her alanda iç ve dış düşmanlara
karşı mücadeleyi ifade etmiyordu. Bolşevikler, geri seviyede olan
bir ekonomi ve üretim ilişkileri devralmışlardı. Karşı karşıya
kalınan zorlukların önemli bir kısmı bu durumdan
kaynaklanıyordu. Bütün bu noktalar göz önünde tutulmadan
yapılan bir değerlendirme, SB'de inşa edilen sosyalizmi, Bolşevik
Parti ve önderi Stalin’i inkâra,
mahkum etmeye götürecektir. O dönemin devasa ve başarılı
mücadeleleri içinde Stalin önderliğinde Bolşevik Parti,
enternasyonal komünist işçi hareketinin on yıllarca elde
edemediği tecrübeler elde etmiş ve bunları teorileştirmiştir.
Ama
eksik kalan, tam anlamıyla kavranamayan olgular da vardı. Yeni
gelişen sınıfa yaklaşım buna tipik bir örnektir. ‘50’li
yılların başında Stalin, sosyalizmin ölümcül bir tehlike ile
karşı karşıya olduğunu görmüştü. Ama bu tehlikenin
sosyo-ekonomik itici güçleri konusunda, bunların sınıfsal
karakteri konusunda yeteri derecede kavrayışın olduğu söylenemez.
Stalin, bir taraftan eski sınıfın kalmadığından bahsediyordu.
Bu doğruydu ve tehlike de bunlardan kaynaklanmıyordu. Aynı zamanda
Stalin, “komünist bürokrat”ları, “bürokratların
en tehlikeli tipi” olarak tanımlıyor ve böylece esas
tehlikenin güçlerine dikkati çekiyordu. Keza söz konusu
tartışmalar da tehlikenin kimlerden kaynaklanacağını
gösteriyordu. Stalin, bu unsurların düşüncelerinin ne anlama
geldiğini; bunların düşüncelerinin kapitalizmi yeniden inşaya
hizmet ettiğini pekala görmüştü. Bundan dolayıdır ki, bu
unsurlara karşı sert tavır alınmıştı. Ama bunlar idari-cezai
tedbirlerdi. Proletaryanın, geniş yığınların harekete
geçirilmesi düşünülmüyordu.
'40’lı
yılların sonunda, ‘50’li yılların başında SB'de karşı
devrimci güçler, “masum” ve “sol” önerilerle sosyalist
inşayı yıkmaya çalışıyorlardı. Bu tehlike, işletme
yöneticilerinden kaynaklanıyordu. Onlar, merkezi yönetim
sistemini kaldırmayı ve “ademi-i merkezi” bir yönetim
sistemi getirmeyi talep ediyorlardı. Amaç açıktı; bağımsız
karar vermek ve bağımsız hareket etmek.
Yugoslavya’da uygulanmış olan “özyönetim” sisteminin
esas sahipleri Voznessenski’ler, Yaroşenko’lar ve daha nice
Sovyet işletme yöneticileriydi. Stalin ve Bolşevik Parti, bu karşı
devrimci güçleri ezmişlerdi. Ama bu nihai bir eziş değildi.
Çünkü sorun kökten çözümlenmemişti.
Karşı
devrim, Stalin’in ölümünü beklemeye başladı.
...
SBKP(B)'nin
XX. Parti Kongresi-Burjuva Bürokratların Zaferi
1956'dan
sonra partide, devlette ve ekonomik kurumlarda önderlik burjuva
unsurların eline geçmiş, proleter dünya görüşü, ilişkileri,
idare yöntemleri, geri plana itilmiştir. Hâlâ
proleter olanlar, hâlâ
komünist olanlar mahkum edilmişler, direnenler de takibata maruz
kalmışlardır.
Kruşçev
ve şürekası, şüphesiz ki, doğrudan doğruya klasik kapitalizmi
kuramazlardı; onların kurdukları, yeni tipten bir kapitalizmdi. Bu
kapitalizm, klasik burjuvazinin tanıdığı özel mülkiyete, çıplak
burjuva özel mülkiyete dayanmıyordu. Bu kapitalizm, iktidarı ele
geçiren bürokrasinin ortak
sömürüsünün maddi temelini oluşturuyordu. Yani
bürokratların kapitalizmiydi. Bürokrat kapitalizmi. Bu
kapitalizmin sınıfsal temelini de, yeni tip burjuvazi/bürokratlar
oluşturuyordu.
Şunu
da biliyoruz. SB'de kapitalist restorasyonun toplumsal dinamikleri
iki türden bürokratların saflarından gelmedir. Bu unsurların
iktidarı gasp edene kadarki gelişme süreçlerini, özellikle
partili bürokratların gelişme süreci olarak görmek gerekiyor.
Ama, ne zamanki bu unsurlar, siyasi
iktidarı gasp ettiler ve Marksizm-Leninizmi, partinin genel
çizgisini revizyona tabi tuttular, işte onlar bu andaki teori ve
pratikleriyle modern revizyonizmin savunucuları, kendileri de birer
modern revizyonist oldular. SB'de modern revizyonistler,
cepte parti üyeliği defteri olan bürokratlardan, Stalin'in deyimi
ile “komünist bürokrat”lardan kaynaklanmıştır ve bu
unsurların önderliğinde sosyalizm, bürokrat kapitalizme, küçük
burjuva bürokratlar da modern revizyonistlere dönüşmüştür. Bu,
niceliğin birikerek, belli bir aşamadan sonra nitelik dönüşümüne
uğramasıdır. Bu, küçük burjuva dünya görüşünün, yaşam
tarzının vb. bürokratizm biçiminde gelişerek (nicel gelişme)
1956 darbesiyle modern revizyonizme (nitelik sıçraması) kızıl
maskeli burjuva karşı devrime dönüşmesidir.
Sovyetler
Birliği’nde geriye dönüş, bir başka ifadeyle üst yapı ve
altyapıda kapitalist/burjuva restorasyon, 1950'den önce mi
başlamıştı, yoksa 1956 darbesinden sonra mı başlamıştı’
sorusu, revizyonist/kapitalist blokun yıkılışından sonra da
güncelliğini korudu. Olguların ortaya çıkardığı gerçek,
restorasyonun 1956 darbesinden sonra başladığıdır.
Kruşçev,
işletme yöneticilerinin programını uygulamak için işe
koyulmakta gecikmedi. Daha 1954’te Sovyet idare sisteminin
eksikliklerini ve yapılan hataları kullanarak ekonomide bürokratik
yapılara karşı adeta savaş açmıştı (8).
Kruşçev
modern revizyonistleri partiyi, şekillenen hakim sınıf üstünde
ve bu sınıfın kanatları arasında dengeyi sağlayan ve siyasi
ipleri elinde tutan bir mekanizmaya dönüştürüyorlardı.
Dolayısıyla parti içinde her bir grubun görüşlerini savunanlar
vardı ve iktidar kavgasını da bunlar veriyorlardı. Yani
parti, yeni sınıfın şekillenmesine paralel olarak fraksiyonlara
ayrılıyordu.
SB'de
kapitalizmin, Titocu “özyönetim”
üzerinden yeniden inşasını engelleyen işçi sınıfı değildi.
Sovyet işçi sınıfı, siyasi olarak güçsüzleştirilmişti ve
gelişmelere müdahale edemeyecek kadar veya etse de sonuç
alamayacak kadar siyasi iktidardan uzaklaştırılmıştı,
örgütsüzleştirilmişti. Geriye parti ve devlet
mekanizmasında faal olan bürokrat kesim kalıyordu. Bu kesim,
özellikle parti bürokrasisi, zaten proletarya diktatörlüğünü,
işçi sınıfını “temsil” ediyordu.
Şekillenen
yeni hakim sınıfın kanatları arasında çıkar çatışması
olgusunun bizzat kendisi, işçi sınıfının siyasi iktidardan ne
denli uzaklaştırılmış olduğunu gösteren en önemli kıstastır.
Stalin’in ölümüne kadar olan dönemde işçi sınıfı,
proletarya diktatörlüğü ile yeni hakim sınıfın unsurları
arasında bir mücadele söz konusuydu. Ve geriye dönüşün bu
unsurları, aralarında çıkar çatışması olsa da, kendilerini
bir bütün olarak yok edebilecek güce, yani işçi sınıfına
karşı her halükarda ortak hareket ediyorlardı. Demek
ki işçi sınıfı, daha sonraki dönemde belirleyici önemi haiz
bir tehlike olmaktan çıkmış olmalı ki, yeni şekillenen hakim
sınıfın bu grupları kendi aralarında siyasi iktidar kavgası
verebiliyorlardı.
XX.
Parti Kongresinde, Şubat 1956’da durum değişir. Stalin’in
ölümünden sonra hızla güçlenen ve “ülkenin beyleri”
konumuna yükselen liberal işletme yöneticilerinin bu parti
kongresinde güç kaybına uğradıkları görülür. Peki ne
olmuştu?
Şekillenen
yeni sınıfın her iki kanadının ortak sınıfsal çıkarı şuydu;
işçi sınıfını siyasi iktidardan uzaklaştırmak, onu etkisiz
hale getirmek, amaçlarına ulaşmak için köylülüğü müttefik
güç olarak kullanmak ve nihayetinde üretim ve dağıtım (bölüşüm)
üzerinde yegâne belirleyici güç olmak. Esas amaç buydu ve
Stalin’in ölümünden sonra şekillenen yeni sınıfın söz
konusu ana grupları, bir taraftan ortaklaşa, bütünlüklü bir güç
olarak proletarya diktatörlüğünün temeline dinamit korken; işçi
sınıfını iktidardan uzaklaştırırken, kendi aralarında da
hakimiyet kavgası vermişler ve bu kavganın ilk aşamasında
liberal işletme yöneticilerinin çıkarları hakim olmuştu. Parti
ve devlet mekanizmasındaki bürokratik kesim, liberal işletme
yöneticilerinin talepleri doğrultusunda atılan adımlara bir yere
kadar ses çıkartmamış, ama belli bir noktadan sonra, gelişmenin
kendisini tamamen saf dışı bırakacağını anladıktan sonra,
buna karşı çıkmaya başlamıştı.
XX.
Parti Kongresinde işletme yöneticilerinin, fabrika müdürlerinin,
“ülkenin
beyleri”nin
haklarından bahsedilmez. Bu, her iki fraksiyonun, güç bakımından
nihai sonuç alacak durumda olmamalarının bir sonucudur. Bu dönemde
Kruşçev ve avene takımı, her iki grup arasında belli bir denge
kurmakla meşguldür. Öyle ki her iki grubun kendi çıkarları
doğrultusundaki açıklamalarında ileri gidilmemesi için
eleştiriler de yapılır. Parti
mekanizmasını kullanan Kruşçev, adeta bir Bonapart’tır ve
parti de bonapartizmin aracıdır. 5
Nisan 1956 tarihli Pravda’da yayınlanan temel bir makalede her iki
zararlı eğilimden ve bunlara karşı mücadelenin gerekli oluşundan
bahsedilir
(9).
Parti mekanizmasını elinde tutan Kruşçev, zararlı bu iki
eğilime karşı mücadele eden kişi/önder konumundadır. Ama
aslında o, her iki tarafın üstünde durmaya çalışandır.
Bu
iki kesim arasında çatışmanın çıkması kaçınılmazdı.
Sosyalizmin inşa sürecinde bürokrasinin bu iki kesimi arasında şu
veya bu konuda görüş ayrılığının olması gayet doğaldır.
Çünkü üretimin merkezi planlanması her zaman somut koşullara
tekabül etmeyebilir. Yani devlet ve parti, planlama mekanizmalarında
merkezi karar alan bürokrasi, bizzat üretim alanında olan ve somut
koşullarla doğrudan doğruya karşı karşıya kalan işletme
yöneticilerinin görüşleriyle aynı paralelde olmayabilir.
Proletarya diktatörlüğü koşullarında; sosyalizmin inşası
koşullarında bu iki kesim arasındaki muhtemel görüş ayrılığı
eleştiri-özeleştiri sürecinde, yoldaşça tartışmalarla
giderilir. Bu, SB'de böyle olmuştur. Ama ne zamanki yozlaşma
başlarsa, işte ondan sonra bürokrasinin bu iki kesimi arasındaki
görüş ayrılığı, çatışma, her bir kesimin kendi imtiyaz ve
çıkarları için mücadeleye dönüşür. Şüphesiz ki, her iki
taraf da mücadeleyi sosyalizmin geleceği için, gelişmesi için
sürdürdüğünü söyler. Ama bu, sadece bir maskedir. Niyet
başkadır. Niyet, mevcut imtiyaz ve özel hakları korumak ve
geliştirmektir. Bu mücadeleyi, bürokratik sınıfın, yeni
şekillenen bürokratik kapitalist sınıfın bu iki kesiminden
hangisi daha güçlü ve örgütlüyse o kazanır. Tabii bu
kesimlerden hangisinin güçlü olacağı, belirttiğimiz gibi,
ülkenin somut verili koşullarından kaynaklanır.
Karşı
devrimci nitel sıçrama; sosyalizmden revizyonizme geçiş, toplumu
komünizme doğru geliştirmeyi hedefleyen ve bu doğrultuda kararlı
ve tutarlı faaliyet sürdüren öznel gücün; devrimci öznel
faktörün etkisiz kaldığı anda, noktada gerçekleşmiştir.
SB'de böyle bir sıçramanın;
karşı devrimci dönüşümün Kruşçev’in iktisadi reformları
döneminde başlamadığını veya iktisadi reformlar vasıtasıyla
olmadığını görüyoruz. Reformlar, sadece birer sonuçtu.
Malenkov, XIX. Parti Kongresinde Sovyet toplumunda görülen
çürümeden bahsediyordu. Kruşçev revizyonistleri tam da bu
çürümenin ifadesiydi. Ve onlar, imtiyazlı tabaka konumundan
hakim sınıf konumuna gelmek için çaba harcıyorlardı. Stalin’in
sağlığı döneminde bu amaçlarına ulaşamadılar ve ölümünü
beklediler. SB'de karşı devrimci nicel birikim, Stalin’in
ölümünden sonra hızla gelişmiş ve XX. Parti Kongresi, karşı
devrimci güçlerin nitel sıçramayı gerçekleştirdikleri an
olmuştur. Demek oluyor ki süreç, Stalin döneminde başlıyor,
onun ölümünden sonra hızla gelişiyor ve XX. Parti Kongresinde de
yeni bir niteliğe bürünüyor. XX.
Parti Kongresi, SB'de sosyalizmden nihai olarak revizyonizme geçişin,
bu karşı devrimci sıçramanın gerçekleştirildiği
tarihsel-zamansal andı.
Sosyalist
inşa, geriye dönüşün olmayacağı, kapitalizmin yeniden
inşasının tamamen ortadan kaldırıldığı anlamına gelmez.
Özellikle meta üretiminin sınırlı da olsa var olduğu, değer
yasasının sınırlı da olsa geçerli olduğu koşullarda
kapitalizmi yeniden inşa etmenin maddi koşulları var demektir. Bu
konuda Stalin şöyle der:
“Bizde,
Sovyet ülkemizde kapitalizmin yeniden inşasını olanaklı
kılan koşullar var mıdır? Evet vardır. Belki de size garip
gelecek, ama bu bir gerçektir yoldaşlar. Kapitalizmi devirdik,
proletarya diktatörlüğünü kurduk ve güçlendirilmiş bir
tempoyla ve köy ekonomimizle kaynaşarak sosyalist sanayimizi
geliştiriyoruz. Ama kapitalizmin köklerini henüz söküp atamadık.
Peki nerede bulunuyor bu kökler? Bu kökler, meta üretiminde, kent
ve özellikle kır küçük üretiminde bulunuyor. Lenin’in dediği
gibi, kapitalizm gücünü küçük
üretimden
alır. Çünkü, ne yazık ki dünyamızda hâlâ
pek, pek çok büyük miktarda küçük üretim vardır. Oysa küçük
üretim durmadan her gün, her saat kendiliğinden ve geniş
ölçülerde kapitalizmi ve burjuvaziyi doğurur”
(10).
Bu
gelişmenin panzehiri proletarya diktatörlüğüdür, gelişen,
derinleşerek inşa edilen sosyalizmde meta üretiminin sınırlarının
sürekli daraltılması ve bu üretimin yok edilmesi ve böylece de
değer yasasının etki alanının ortadan kaldırılmasıdır. SB'de
sosyalizmin inşa süreci, proletarya diktatörlüğü var olduğu ve
meta üretiminin dar sınırları içinde yapıldığı müddetçe
kapitalizmi yeniden inşa tehlikesinin gerçekliğe dönüşemeyeceğini
göstermiştir. Ama XX. Parti Kongresinden sonra durumun tamamen
değiştiğini, proletarya diktatörlüğünün, sosyalist devletinin
“bütün halkın devleti”ne dönüştürüldüğünü,
bütün üretimin meta üretimi olarak kabul edildiğini ve
dolayısıyla değer yasasının bütün ekonomide geçerli olduğunun
kabul edildiğini görmekteyiz.
...
SB'de
üst yapı yozlaşmasaydı, altyapı yozlaşır mıydı, kapitalizmin
yeniden inşası mümkün olur muydu? Olmazdı. Çünkü sosyalist
üst yapı, altyapının; bu durumda sosyalist ekonominin gelişme
seyrini, sınıfsal karakterini doğrudan belirler. Bu nedenle SB'de
altyapının yozlaşması, kapitalist restorasyon, üst yapının
yozlaştığının açık ve doğrudan ifadesidir. Burada söz konusu
olan, üst yapı ile altyapı arasındaki diyalektik bağdır ve
karşılıklı etkilenmedir. Bu, oldukça karmaşıktır;
birbirlerini gelişme yönünde tetiklerler ve sonuçta aynı üretim
biçiminde buluşurlar, yani birbirine tekabül eden koşulları
oluştururlar. SB'de olan da buydu; yozlaşan üst yapı, kendine
uygun altyapının gelişmesinin yolunu açmış, onu tetiklemiş ve
kapitalist restorasyon gerçekleşmiştir.
Lenin,
“Marksizm, meta üretimi üzerine kurulmuş bir toplum,
gelişmesinin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak bizzat
kapitalizmin yoluna girecektir diye öğretiyor” der. SB'de de
ekonomi, gelişmesinin belli bir aşamasında, reformların açtığı
kapitalist yola bizzat girmiştir. Ekonomideki bütün reformlar,
kapitalizmin yeniden inşasına hizmet etmiştir. Dağıtım,
mübadele, ekonominin yönetimi, bizzat üretim, çeşitli
aşamalarında ekonomik reformlar tarafından kapitalist dönüşüme
uğradılar.
SB'de
üst yapının yozlaşma sürecinin ilerlemesi, mülkiyetin
karakterinde görülen değişmeler, işgücünün metaya dönüşmesi,
aynı zamanda kapitalist sömürünün yeniden geçerli kılındığı
anlamına gelir. Bu süreç, kapitalist meta üretiminin kaçınılmaz
sonucuydu. Başka türlü de olamazdı. Çünkü Marks’ın dediği
gibi, “meta üretimi, kendisine özgü
yasalarıyla uygunluk içinde, kapitalist üretim haline geldiği
ölçüde, meta üretimi ile ilgili mülkiyet yasaları da kapitalist
el koyma yasalarına dönüşür” (11).
...
Kaynaklar:
1)
Bruno Rizzi; “The Bureaucratisation of the World”, s. 18/19,
1939.
2)
(Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Das Proletariat und seine Führung” ara başlığı altında, s.
8, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
3)
L. Trotzki; “Probleme der Entwicklung der UdSSR", “Programm
und Platform der Linken Opposition im Kampf gegen Stalinfraktion”
içinde, s. 217, 218, 219, Intarlit, Dortmund, 1977.
4)
L. Trotzki; “Verratene Revolution”, “III. Sozialismus und
Staat” bölümünden, Türkçesi, s. 73).
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap05.htm.
5)
L.
Trotzki;
”Verratene Revolution, V. Sowjetthermidor”,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap05.htm.
7)
Leo Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der
IV. Internationale (Das Übergangsprogramm)”, s. 1 ve 2. Türkçesi;
s. 13-15.
8)
Leo Trotzki; Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” -
“Der gegenwärtige Krieg und das Schicksal der modernen
Gesellschaft” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
9)
Bruno Rizzi; “The Bureaucratisation of the World”, s. 24, 1939,
http://www.marxists.org/archive/rizzi/bureaucratisation/index.htm.
10)
Bruno Rizzi; “The Bureaucratisation of the World”, s. 24, 1939,
http://www.marxists.org/archive/rizzi/bureaucratisation/index.htm.
11)
M. Lebrun; “Mass and Class in Soviet Society”, The
New International,
May 1940,
12)
Marks-Engels
Toplu Eserleri;
C. 34, s. 128, Friedrich Engels'ten A. Bebel'e mektup, 18-28 Mart
1875.
13)
Cora Stephan (Hg.), „Zwischen den Stühlen oder über die
Unvereinbarkeit von Theorie und Praxis. Schriften Rudolf Hilferdings
1904 bis 1940“ Dietz Verlag J.H.W. Nachf. 1982, s. 293.
14)
L. Troçki; “Manifesto
of the Fourth International on Imperialist War and the Imperialist
War-Imperialist War And The Proletarian World Revolution” “The
problem of leadership” ara başlığı altında,
www.marxists.org/history/etol/document/fi/1938-1949/emergconf/fi-emerg02.htm).
15)
L. Troçki; “Manifesto
of the Fourth International on Imperialist War and the Imperialist
War-Imperialist War And The Proletarian World Revolution”, “Either
socialism or slavery” ara başlığı altında,
www.marxists.org/history/etol/document/fi/1938-1949/emergconf/fi-emerg02.htm.
16)
Bkz.:
http://www.marxists.org/history/etol/document/fi/1938-1949/fi-2ndconf/1946-conf01.htm.
20)
Natalia Sedova Trotsky; „Resignation from the Fourth
International“,
www.marxists.org/archive/sedova-natalia/1951/05/09.htm.
21)
Bkz.:
http://www.socialistreview.org.uk/article.php?articlenumber=11223,
From an interview with The Leveller, 1979.
22)
Emest Germain (Emest Mandel], »Prospects and Dynamics of the
Political Revolution
against the Bureaucracy«, Fourth International, Nr. 1 (Winter 1958).
23)
Milovan Djilas, On New Roads to socialism. Address delivered at the
pre-election rally of Beigrade students, 18 March 1950, Belgrad
(Jugoslavenska Knjiga) 1950, S. 12-13.
24).(Milovan
Djilas; “The Storni in Eastern Europa”, TheNewLeader, 19.
November 1956).
25)
Milovan Djilas; “The Storni in Eastern Europa”, TheNewLeader, 19.
November 1956).
(Milovan
Djilas; “The New Class. An Analysis ofthe Communist System”, New
York, 1957. Hier zit. nach der dt. Ausg.: Die neue Klasse. Eine
Analyse des kommunistischen Systems übers, v. Reinhard Federmann,
München (Kindler) 1960, s. 68.
26)
Bkz.:George Novack’s Understanding History, The Problem Of
Transitional Formations.
www.marxists.org/archive/novack/works/history/ch09.htm
George Novack; “The Problem of Transitional Formations”,
International Socialist Review, November-Dezember 1968.
27)
Leo Trotzki; Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Die
Theorie des “bürokratischen Kollektivismus” ara başlığı
altında, s. 6.
Makale
18
1)
Stalin; C.14, s. 80.
2)
Örneğin, önceleri, partide en yüksek maaş kırsal alan için 180
ruble, büyük şehirler için 250 ruble idi. Bu, '20'li yılların
sonuna kadar böyle kaldı. Burjuva aydınlar ise bu miktarın
birkaç mislini alıyorlardı ve imtiyazlıydılar (Örneğin konut
temini).
3)Stalin;
C. 1, s. 63.
4)
Marks-Engels Toplu Eserleri; C. 4, s. 481.
5)
“Bazı yoldaşlar, bilimin yasalarının, özellikle de sosyalizmde
politik ekonominin yasalarının nesnel karakterini inkâr
ediyorlar. Politik ekonomi yasalarının, insanların iradesinden
bağımsız cereyan eden süreçlerin yasallığını yansıttıklarını
inkâr
ediyorlar. Onlar, tarihin Sovyet devletine verdiği özel rol
nedeniyle Sovyet devletinin, önderlerinin politik ekonominin mevcut
yasalarını ortadan kaldırabilecekleri, yeni yasalar
“koyabilecekleri”, yeni yasalar “yaratabilecekleri”
anlayışındalar.
Bu
yoldaşlar, tamamen yanılıyorlar. Görüldüğü gibi onlar, nesnel
olarak, insanların iradesinden bağımsız olarak doğada ve
toplumda cereyan eden süreçlerin yasallığını yansıtan bilimin
yasalarını, hükümetlerin çıkardıkları, insanların iradesine
göre düzenlenen ve sadece hukuki gücü olan yasalarla birbirine
karıştırıyorlar”
(Stalin; C. 15, s. 255/256).
6)
“Toprak
beyleri sınıfı, bilindiği gibi daha iç savaşın muzaffer
bitişiyle yok edilmişti. Diğer sömürücü sınıflara gelince;
onlar da toprak beyleri sınıfının kaderini paylaştılar.
Sanayide kapitalistler sınıfı kayboldu. Tarımda kulaklar sınıfı
kayboldu. Ticaret alanında tüccarlar ve spekülatörler kayboldu.
Böylelikle bütün sömürücü sınıflar kayboldu.
Geriye
işçi sınıfı kaldı.
Geriye
köylüler sınıfı kaldı.
Geriye
aydınlar kaldı”
(Stalin; C. 14, s. 61, SSCB Anayasa Taslağı Üzerine).
7)
Stalin; C. 15, s. 302.
8)
Bkz.: 1954’ün
ilk baharında Yüksek Sovyet’teki konuşması.
9)
Bkz.: W. Leonhard; “Die Revolution entlässt ihre Kinder”, s.
210.
10)
Stalin; C. 11, s. 201/202, “Über die rechte Gefahr in der KPdSU
(B)”.
11)
Marks-Engels
Toplu Eserleri;
C. 23, s. 613, Kapital, C. 1, s. 613