deneme

17 Eylül 2014 Çarşamba

TROÇKİ VE “ELEŞTİRMENLERİ”



DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ

Makale 16/18

16. Makale

TROÇKİ VE “ELEŞTİRMENLERİ”

Sürekli umutsuzluk” abidesi Troçki! 
Yukarıda birkaç yerde her ne kadar Troçki SSCB'ni savunuyor dediysek ve “Troçki, tek ülkede sosyalizmin inşasını, SSCB'nde “rejim”in ilerici olduğunu savunuyor” diye bir ara başlığa yer verdiysek de bu görüşümüz pek doğru değil. Aslında Troçki'nin SSCB'ni savunmaya hiç niyeti yoktu, yıkmaya niyeti vardı. Ama yeni kurduğu Enternasyonal'inde SSCB'in sınıfsal karakteri üzerine patlak veren tartışmalar Troçki'yi zor durumda bırakmıştı ve Troçki o zamana kadar savunduğu “yozlaşmış işçi devleti” tezinin doğruluğunu kanıtlamak için, istemeyerek de olsa SSCB'ni ve “yozlaşmış işç devleti”nin üretim ilişkilerinde attığı adımları sonuna kadar desteklemek, savunmak zorunda kalmıştı. Şöyle de ifade edebiliriz: Troçki'nin “eleştirmenleri”, Troçki'ye SSCB'ni savundurtmuşlardır ve Troçki de SSCB'ni “çakı” gibi savunmuştur.


Burada bu tartışmanın nedenlerini ve SSCB'nin sınıfsal karakteri üzerine Troçkistlerin hala devam eden ve paramparça olmalarının önemli bir nedeni olan o tartışmalarda öne sürülen görüşleri bir makale boyutunda ele alacağız. Tartışmanın taraflarını, öne sürülen teorileri makale kapsamında ele almak mümkün değil. Bu nedenle ağırlığı özellik Troçki (“yozlaşmış işçi devleti teorisi”) ve “eleştirmenleri”nden Bruno Rizzi'nin (“yeni üretim biçimi teorileri”) görüşlerine vereceğiz.

SSCB'nin sınıfsal karakteri üzerine II. Enternasyonal'den geriye kalan revizyonistlerin (2,5'uncu enternasyonalcilerin), Batı-Marksizmi unsurlarının ve Troçkistlerin tartışmaları oldukça kapsamlı. SSCB'nin gelişme seyri üzerine tartışmalar, öne sürülen görüşleri, oluşturulan teorileri doğrudan etkilediğinden sorunu dönemler bazında ele alarak kimin neyi savunduğunu göstermeye çalışacağız. Yukarıda da belirttiğimiz gibi aslında burada esas sorunumuz, SSCB'nin gelişmesi üzerine bütün görüşlerden ziyade Troçki ve Troçkistlerin ve bir biçimde Troçkizme “bulaşmış” olanların SSCB üzerine geliştirmiş oldukları anlayışlardır. Bu bölümü bu türden anlayışlarla sınırlandırmaya çalışacağız.

Birinci dönem
Ekim Devriminden toplumsal ve ekonomik alanda istikrarlaşmanın başlangıcına kadarki süreç (1917-1929)

Ekim Devrimi ve SSCB'nin kurulması uluslararası komünist ve işçi hareketi içinde ve etrafında yer alan o dönemin önde gelen teorisyenleri, parti önderleri, yöneticileri ve aydınları arasında kapitalist gelişmesi geri bir ülkede sosyalist devrim ve sosyalizmin kurulması eksenli ateşli tartışmalara neden olmuştur. Sonradan geliştirilen birçok teorinin, bunun ötesinde Batı-Marksizminin oluşmasında Ekim Devrimi ve SSCB'nin kurulması olgusu belirleyici çıkış notasını oluşturmuştur.

Bu dönemde kimler tartıştı diye sorarak şöyle bir tartışan taraflar sıralaması yapabiliriz:
Bolşevikler ile Kautsky (1854- 1938) arasında Lenin-Kautsky, Troçki-Kautsky ve Buharin-Kautsky eksenli tartışmalar yürütülmüştür.

Bunun ötesinde Bolşeviklerle R. Luksemburg (1871-1919) ve P. Levi (1883-1930) arasında tartışmalar olmuştur.

C. Zetkin (1857-1933), G. Lukacs (1885-1971) ve K. Kautsky (1854-1938) arasında SSCB üzerine savunan-reddeden tartışmalar sürdürülmüştür.

Ekim Devrimi, sosyalizmin inşası üzerine tartışmalara “sol komünistler” de katılmışlar ve bu kampın önde gelenlerinden H. Gorter (1864-1927), A. Pannekoek (1873-1960), O. Rühle (1874-1943) görüşlerini açıklamışlardır. Bu tartışmalara katılanlardan birisi de Karl Korsch'tur (1886-1961).
Bu tartışmalarıN kısa bir özetini vermekle yetineceğiz:
O dönemki tartışmalarda katılımcıların hemen hepsi, insanlık tarihinin komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, sosyalist toplum sıralamasına göre, birbirini takip ederek; bir sonrası toplumun, kendinden önce gelen toplumdan gelişmenin daha üst bir aşamasını temsil ettiği anlayışına göre hareket ediyordu. Sadece Kautsky, bu sıralamayı kabul etse de her bir ülkende her bir aşama olgunlaşmadan daha üst bir aşamaya geçilmemesi gerektiğini öne sürüyordu. Yani Rusya'da Ekim Devrimi gerçekleştirilmiştir, ama bu ülkede gelişmiş bir kapitalizm olmadığı için sosyalizm de kurulamaz diyordu. Diğer tartışmacılarda ise geri kapitalist gelişme koşullarında devrim yapan bir ülke gelişmiş kapitalist ülkelerin yardımıyla (örneğin R. Luksemburg) sosyalizmi kurabilir veya geri kapitalist koşullarda devrim yapan ülke, ülkenin koşullarına uygun bir ulusal politika (örneğin, Zetkin, Lukacs) ile sosyalizme geçebilir düşünceleri hakimdi.

Tartışmalarda tek ortak nokta veya ortaklaşmış çıkış noktası, Çarlık Rusya'sının feodal kalıntıları olan geri kapitalist bir ülke olduğuydu. Bu noktada görüş birliği vardı. Ama bundan çıkartılan sonuçlar oldukça farklıydı. Farklı görüşleri gruplaştıralım:

1- Rusya'da koşullar (kapitalizm) sosyalizm için henüz olgunlaşmamıştır ve sosyalizme geçmek için olgunlaşması gerekir görüşünde olanlar. Bu görüşte olanları iki ana gruba ayırabiliriz:

Birinci grup: Bolşeviklerin sosyalizmi gerçekleştirme niyetinden bağımsız olarak Ekim Devrimi, kapitalizmin gelişme yolunu açan bir burjuva devrimdir. Bu görüş Gorter, Pannekoek, Rühle tarafından savunuluyordu.

İkinci grup: Ekim Devrimi, tarihsel yasallığı bir kenara iten voluntarist bir girişimdir ve daha baştan başarısızlığa mahkum olmuştur. Bu “piç yapı” kısa zamanda çökecektir. Bu görüşü savunan da Kautsky'den başkası değildi.

2-Ekim Devrimi proleter bir devrimdir; kapitalist gelişmesi geri bir ülkede (bu durumda Rusya'da) belli koşullarda sosyalizmin inşası mümkündür.

Bu görüşte olanları üç grupta toplayabiliriz:

Birinci grup: Kapitalist gelişmesi geri bir ülkede sosyalizmin inşası oldukça risklidir; kapitalizme geri dönüş tehlikesi reel olarak vardır. R. Luksemburg bu görüşteydi.

İkinci grup: Henüz başlangıç aşamasında olan sosyalist toplum önemli ölçüde istikrara kavuşmuştur, sağlamlaşmıştır. Zetkin ve Lukacs bu görüşü savunuyorlardı.

Üçüncü grup: Sosyalist toplumun ilk göstergelerine, başlangıcına geçiş çabacı başarısız olmuştur; yavaş yavaş ilerleyen karşı devrimle kapitalizmin yeniden kurulması gerçekleştirilmiştir. Bu görüşü de Korsch savunuyordu.

Bolşeviklerin ve Troçki'nin dışında kalan diğer tartışmacılar, somut durumdan uzakta, somut durumu anlamadan tartışıyorlardı. Korsch dışında hiç kimse SSCB'nde karşı devrimin gerçekleştiğini savunmuyordu. 1924'ten itibaren Troçki, SSCB'nde Thermidorculuğun, yani Stalin önderliğinde karşı devrimciliğin üst yapıda hakim olmaya başladığını savunmuştur. Dolayısıyla bu dönemde bir biçimde karşı devrimden bahseden iki tartışmacı vardı: Korsch ve Troçki.
İkinci dönem
Sosyalizmin inşasının başlangıcından (planlı dönem) “Anavatan Savaşı”na kadarki süreç - “Büyük Atılımlar”, “büyük zaferler” dönemi (1929-1945)
Bu dönemde birçok yeni teoriler geliştirilmiştir. Bunların hepsini burada bir makale çerçevesinde ele almak imkansız. Bu nedenle, yukarıda da belirttiğimiz gibi “devlet kapitalizmi teorileri”ni belirterek geçeceğiz.
Devlet kapitalizmi teorileri (Myasnikov, , Adler, Wagner, Worrall ve Pollock):
Bu dönemde SSCB'nde devlet kapitalizmi hakimdirden hareketle teori geliştirenlerin başında Gavriil İlyiç Myasnikov (1889-1945), F. , Adler (1879-1960), Helmut R. Wagner (1904-1989), R. L. Worrall ve Friedrich Pollock (1894-1970) gelmektedir.

“Devlet kapitalizmi” kavramı yeni değildir; XIX. Yüzyılın '90'lı yıllarının başında sosyal demokrat G. Vollmar (Almanya) tarafından reformist görüşlere karşı geliştirilmişti. Bu kavramı Lenin de kullanır. Tabii Lenin'in bu kavrama yüklediği anlam ile Myasnikov, ,Adler, Wagner, Worrall, Pollock ve sonraları Cliff'in yüklediği anlam birbirinden tamamen farklıdır.
Myasnikov, , Adler, Wagner, Sovyet sistemini veya ekonomik ve toplumsal yapılanmasını her ne kadar “devlet kapitalizmi” olarak tanımlamışlarsa da bu tanımlamalarını temellendirememişlerdir. Neredeyse tek temel savları 'SSCB'nde artı değer üretimi, kapitalist sömürü” söz konusudur. Bu üç yazara göre SSCB'de işgücü sömürülmektedir. SSCB'nde “devlet kapitalizmi teorisi”ni esas temellendiren veya bu alanda önemli çalışmalar yapan kişi R. L. Worrall'dır. Üstelik bu çabasını “Marksist” değerler üzerine oturtan Worrall, iddialıdır; işin içine Marks'ı, Kapital'i ve Engels'i de karıştırır. Kapital'in üçüncü cildinde iki yerde işine gelen anlayışlar keşfeder. Worrall, üçüncü ciltte Marks'ın 'üretim araçlarının varlıklı küçük bir grubun elinde toplanmasından, çalışma sürecinin toplumsal örgütlenmesinden, dünya pazarının oluşmasından, meta ve artı değer üretiminden bahsettiğini ve bunları kapitalist üretim biçiminin temel bileşenleri olarak gördüğünü yazar.

Yine üçüncü ciltte Marks'ın anonim şirketlerde işletme müdürünün başka sermayedarların sermayelerini yönlendirdiğini ve diğer sermaye sahiplerinin de sadece “sermaye sahibi” olarak kaldıklarını tespit ettiğini ve böylece özel sermayenin kapitalist üretim biçimi çerçevesinde ortadan kaldırıldığını yazar.

Engels'in “Anti-Dühring”de hisse senedi temelinde sermayenin gelişmesinden, büyük yatırımların tekil işletmeler tarafından gerçekleşmesinin olanaksızlığından dolayı devletin yatırımcı olmasından bahsettiğini yazar.

Bu anlayışları -nasıl anladığını burada ele almanın hiçbir anlamı yok- harmanlayan Worrall, kapitalizm kapitalizm olarak kalırken, üretim araçlarının özel mülkiyette olmasının kapitalizmin her gelişme aşaması için bir zorunluluk olmadığı; kapitalizmin devlet mülkiyeti yönünde gelişmesinin son kertede özel mülkiyetin gerçekten ortadan kaldırılmasına götürebileceği sonucuna varır.

Devlet ve sermayenin bir bütün olarak her şeye hakim olduğu bir toplumda sosyalizmin teorik olarak mümkün olacağını göstermek isteyen Worrall, Lenin'i de kendine şahit yapmayı unutmaz.

Worrall, devamla teorik olarak mümkün olanın SSCB'nde fiilen gerçekleştiğini iddia eder: SSCB'nde kapitalist temelde siyasi ve ekonomik iktidar merkezleri kaynaşmıştır.
Bu yazara göre “Stalinist bürokrasi” bir burjuva sınıf değildir; onun yapısının özel mülkiyete dayalı burjuvazi ile herhangi bir benzerliği yoktur. Ama “Stalinist bürokrasi”nin işleyiş biçimi “normal” burjuvazininkiyle aynıdır.

Worrall, SSCB bu duruma rağmen, bürokrasinin işçi sınıfına tabi olması durumunda bir işçi devleti olabilir der; yani Sovyetler, bürokrasinin politikasını belirleyecek durumda olurlarsa SSCB bir işçi devleti olabilir. Ama SSCB'de bu geçerli değildir. Tam da bu nedenden dolayı SSCB'nde devlet, işçi devleti olmak yerine kapitalist devlet olmuştur.
Worrall, SSCB'nin sermaye ihraç etmediğini, sömürgelerinin olmadığını, bundan dolayı da kapitalist olmasına rağmen emperyalist olmadığı anlayışındadır.

Worrall, SSCB'nin kapitalizmden ziyade sosyalizme daha yakın olduğunu savunur; SSCB'nde özel mülkiyet yok edilmiştir ve üretim araçları üzerinde işçi sınıfının kontrolü de bürokrasi tarafından engellenmektedir. Bu engelin ortadan kalkmasıyla bu “geçiş aşaması” sosyalizme doğru gelişir. Bu noktalarda Worrall mı Troçki kokuyor, yoksa Troçki mi Worrall kokuyor pek çıkartamadım!

Bu yazara göre Sovyet kapitalizmi, Ekim Deviminin bir sonucudur; yaklaşık 1923'ten itibaren SSCB'nde “on sene boyunca devam eden” bir karşı devrim gerçekleşmiştir. Bunun bir nedeni nesnel faktörse (ekonomik ve kültürel gerilik, köylü ağırlıklı toplum yapısı vs.), diğer nedeni de öznel faktördür (1923-1929 döneminde Troçki'nin direnişinin zayıf olması). Anlaşıldı Worrall Troçki kokuyor!
Pollock 1932'den beri kapitalizmin plan tekniklerini kullanarak yeni bir denge yakalayabileceği üzerinde araştırma yapmaktaydı. Geliştirdiği düşüncelerini 1941'de devlet kapitalizminin genel teorisine dönüştürdü. Pollock teorisini doğrudan faşit diktatörlüklerin hakim olduğu Almanya ve İtalya'daki gelişmelere dayandırmaktaydı. Bu teorinin SSCB'nde geçerli olup olmayacağı konusunda önce çekingen davransa da SSCB'nde devlet kapitalizminin hakim olduğunu bu teorik açılımının bir parçası yapmıştır.
SSCB'nde “devlet kapitalizmi” esprisi böyle başlar.
Yozlaşmış işçi devleti teorisi” (Troçki):
Almanya ile SSCB arasında Saldırmazlık Anlaşmasının imzalanmasından ve II. Dünya Savaşının patlak vermesinden sonra Troçkistler ve küçük burjuva aydın kesiminde SSCB'nin sınıfsal karakteri üzerine tartışma sesleri yükselmeye başladı. Özellikle SWP (ABD) saflarında Troçki'ye aykırı sesler duyuluyordu. Bu partinin önde gelen Max Shachtman (1904-1972), James Burnham (1905-1987) ve Martin Abern/Martin Abramowitz (1898–1949) gibi unsurları SSCB'nin “yozlaşmış işçi devleti” olarak tanımlanmasını reddettiler. Tabii böylesi durumlarda Troçkistlerin yapabilecekleri ilk iş hizip oluşturmaktır. Onlar da öyle yaptılar ve SWP saflarında “azınlıkta olan fraksiyon” oluşturdular. Bu konuda partinin görüşüne açıktan, hizip kurarak karşı çıktılar.

Bu hizbin görüşlerini etkileyen de Bruno Rizzi'den başkası değildi. Bu İtalyan yazar, SSCB'nde “bürokratik Kolektivizm” diye tanımladığı yeni bir sistemin oluştuğundan bahsediyordu. Bu sistem devlet mülkiyetinin bürokratik yönetimine dayanan sınıf hakimiyetinin yeni bir biçimiydi.
Bu görüşte olan B. Rizzi “Dünyanın Bürokratlaştırılması” kitabında şöyle yazıyordu:

Düşüncemize göre SSCB'nde mülk sahibi olanlar bürokratlardır; çünkü iktidarı onlar ellerinde tutuyorlar. Aynen burjuvazinin yaptığı gibi ekonomiyi yönetiyorlar. Bütün sömürücü sınıfların yaptığı gibi karları cebe indiriyorlar. Ücretleri ve fiyatları tespit ediyorlar. Yineliyorum: Bunlar bürokratlardır. Toplumun yönetiminde işçilerin hiçbir önemi yok. Bunun ötesinde artı değerden de bir pay almıyorlar...

Gerçekten de kolektif mülkiyet proletaryanın elinde bulunmuyor, aksine yeni sınıfın elinde bulunuyor: Bu, SSCB'nde tamamlanmış olan, totaliter devletlerde oluşum aşamasında bulunan bir sınıftır”(1).

Troçkistlerin anlatımına bakarsanız, Troçki'nin her şeyi önceden bildiğini, bu türden değerlendirmelere yabancı olmadığını görürsünüz. Gerçekten de o dönemin tarihini biraz karıştıran her dünyalı da aynı bilgileri edinir. Burada Troçki'ye özgü olan bir şey yok ve bundan bir Troçki “öngörüsü” de çıkartılamaz. Yukarıda sadece belirterek geçtiğimiz aynalayışlar, onların sahipleri, tartışanları mutlaka ki, Troçki'nin gözünden kaçmamıştır. Ama burada önemli olan, “IV. enternasyonal”in muhtemelen en güçlü “partisi” içinden önde gelenlerin Troçki'nin SSCB-tanımlamasına bir İtalyan yazarın görüşlerinin etkisinde kalarak kazan kaldırmalarıdır. Kendi safından unsurlar tarafından Troçki'nin “yozlaşmış işçi devleti” teorisi bombardımana tutulmuştur. Bu, Troçki'nin umuduna yapılmış bir saldırıdır.

Troçki'ye göre değerlendirmeleriyle Rizzi ve Burnham işçi sınıfının devrimci rolünü reddediyorlardı. Troçki, kendi görüşüne yönelmiş bu saldırıya cevap vermekte gecikmez:

“Marksizmin Savunulması” makalesinden okuyalım:
Sahte Marksistlerin hayal kırıklığına uğramış ve cesareti kırılmış temsilcilerinin bütün bu çeşitli türleri, önderliğin iflasının sadece, proletaryanın devrimci görevini yerine getirmede yeteneksizliğini “yansıttığı” varsayımından hareket ediyorlar. Karşıtlarımızın hepsi bu düşünceyi açıkça ifade etmiyorlar, ama hepsi -uç sollar, merkezciler, anarşistler, Stalinistlerden söz etmeye gerek yok ve sosyal demokratlar- yenilgiler için sorumluluğu kendilerinden öteliyor ve proletaryanın omuzlarına yıkıyor. Onların hiçbiri, proletaryanın sosyalist devrimi gerçekleştirmek için tam olarak hangi koşullarda olması gerektiğini göstermiyor.
Yenilgilerin nedeninin proletaryanın sosyal doğasında kök salmış olduğunu kabul edelim, bu durumda modern toplumun durumu umutsuz vaka olarak tanımlanmalıdır. Çürüyen kapitalizm koşullarında proletarya sayısal ve kültürel olarak büyümüyor” (2).
Troçki'ye göre Rizzi ve Burnham işçi sınıfının devrimci rolünü reddediyorlar. Peki Troçki ne yapıyor veya işçi sınıfının devrimci rolünü onlardan daha az mı reddediyor?: “Çürüyen kapitalizm koşullarında proletarya sayısal ve kültürel olarak büyümüyor”!

Yandaşları veya “sol küçük burjuva aydınlar” diye tanımladığı çevreler 1939/1940 döneminde Troçki'yi oldukça zorlamışlardır; “yozlaşmış işçi devleti” teorisini geçersiz görmüşler ve böylece de Troçki'yi “geçersiz” saymışlardır.

Şimdi Troçki'nin “Yozlaşmış işçi devleti teorisi”nin ne olup olmadığına bakalım:
Troçki'nin bu teorisi iki temel anlayışın sonucudur. Birinci anlayış: Sosyal bir devrimin kazanımları ancak ve ancak bir karşı devrimle yok edilebilir. İkinci anlayış: Ekim Devrimi sosyal bir devrimdir (sosyalist, proleter bir devrimdir) ve bunun sonucu da bir işçi devletidir, yani proletarya diktatörlüğüdür. Troçki'ye göre devrimde de, karşı devrimde de güç kullanmak esastır.
SSCB'nde zora dayalı bir karşı devrim olmadığından dolayı devlet, “işçi devleti” olarak tanımlanmalıdır. Diğer makalelerde de gösterdiğimiz gibi SSCB'nde bürokratikleşme, yozlaşma şu veya bu boyutlarda olabilir, ama zora dayalı karşı devrim olmadığı müddetçe SSCB bir “işçi devleti”dir. Troçki'ye göre SSCB'nde bürokrasinin diktatörlüğü giderek daha yoğun ve kapsamlı olarak teröre başvuruyordu, yani ülkede siyasi durum sürekli değişiyordu. Troçki bu değişen koşullar altında “işçi devleti teorisi”nin geçerliliğini göstermek için teorisini değişen durumlara uyumlu hale getirmek zorunda kalıyordu.

Troçki'nin “işçi devleti” temellendirmesi ve kendine göre SSCB'ndeki gelişme onu, teorisini geçerli kılmada zorlamıştır; bir taraftan belirttiğim nedenlerden dolayı “işçi devleti teorisi”ne sarılıyor, ama diğer taraftan da SSCB'deki gelişmeleri kendine göre değerlendirmesi “işçi devleti teorisi”ni çürütüyordu.

1931'de yayımlanan “SSCB'nin Gelişmesinin Sorunları kitapçığında şunları yazar:
İşçi sınıfında Ekim Devriminin geleneği canlı ve güçlüdür. Sınıf düşüncesi alışkanlığı tam kök salmıştır. Yaşlı nesilde devrimci mücadelenin öğretisi ve Bolşevik stratejiden sonuçlar çıkartmak unutulmamıştır. Halk ve özellikle proletarya kitlelerinde eski hakim sınıflara ve onların partilerine karşı kin yaşamaktadır. Kendi bütünlüğü içinde bu eğilimlerin hepsi, sadece geleceğin yedeklerini değil, aksine Sovyetler Birliği'ni işçi devleti olarak koruyan bugünkü canlı iktidarı da oluşturmaktadır...

Bugünkü Sovyet devletinin işçi devleti olarak tanınması, sadece, burjuvazinin silahlı ayaklanma dışında siyasi iktidarı elde edemeyeceği, SSCB proletaryasının da devrim olmaksızın, reform yöntemleri ve araçlarıyla- bürokrasiyi kendine tabi kılma olanağını kaybetmediği, partiyi yeniden canlandırmayacağı ve diktatörlük rejimini iyileştirmeyeceği anlamına gelmez (3).
Ama Troçki'nin SSCB'nde reform yoluyla iktidarı ele geçirme anlayışı, kısa bir zaman içinde iktidarı devrimle ele geçirme anlayışına dönüşür. Troçki'ye göre SSCB artık reform yoluyla değiştirilemez. Bu durum Troçki'nin açmazıdır; ona göre SSCB bir taraftan işçi devletidir, diğer taraftan da işçi devletinden başka her şeydir. SSCB bir taraftan işçi devletidir, ama diğer taraftan da reform yolu kapanmıştır, tek kurtuluş yeni bir devrimdir. Teorisini kurtarmak için Troçki, Kautsky'den kaynaklanan siyasi devrim, sosyal (ekonomik) devrim ayrımına sarılır. Troçki, SSCB bir işçi devletidir, bu nedenle ekonomik yapıyı değiştiren bir devrime değil, planlı ekonominin gelişmesi önündeki bütün engelleri -bürokrasiyi- ortadan kaldıran bir devrime, yani siyasi bir devrime ihtiyaç vardır anlayışına varmıştır.

Ama Troçki “işçi devleti” anlayışından vazgeçmez. “İhanete Uğramış Devrim”inde de “işçi devleti” kavramına sarılır. Ama diğer taraftan da SSSCB'ne, SBKP(B)'ye, sosyalizmin inşasına saldırmaya devam eder. Onun sorunu “işçi devleti” anlayışıyla “bürokratikleşme”yi, “Stalinist rejim”i uyumlu hale getirmektir. Troçki'ye göre Sovyet toplumu çelişkili bir toplumdur; bir yanı sosyalisttir, diğer yanı sosyalist değildir: Kapitalizmle sosyalizm arasında bir geçiş rejimidir. Yani Sovyet devleti iki karakterlidir: Sovyet devleti “üretim araçlarının toplumsallaştırılmış mülkiyetini koruduğu müddetçe sosyalisttir, tüketim araçlarını kapitalist değer ölçüsü paranın aracılığıyla gerçekleştirdiği müddetçe de burjuvadır”.
Burjuva paylaşım normları maddi gücün büyümesini hızlandıracak sosyalist amaçlara hizmet ediyor olmalıdır, ama sadece son tahlilde. Devlet daha baştan dolaysız biçimde ikili bir karakter taşır: Üretim araçlarında toplumsal mülkiyeti savunduğu ölçüde sosyalisttir; tüketim maddelerinin paylaşımını, kapitalist bir değer ölçüsüne ve bundan doğan bütün sonuçlara uygun biçimde yapıldığı ölçüde burjuvadır” (4).
Troçki'ye göre üretim safhasında sosyalist faktörler hakimdir; devletin dış ticaret tekeli, sanayinin ulusallaştırılması, planlı ekonomi. Bu nedenden dolayı SSCB bir işçi devletidir. Bu nedenlerden dolayı bürokrasi burada kök salmış olamaz. Bürokrasi ancak ve ancak dağıtım aşamasında; eksikliğin ve paylaşım normlarının hakim olduğu alanda var olabilir.
Bürokratik iktidarın temeli, tüketim maddelerinin yetersizliği ve bu yetersizlikte kaynağını bulan her şeye karşı mücadeledir. Mağazada bol miktarda mal bulunduğunda alıcılar canları istediği zaman alış-veriş yapmaya gelebilirler. Mal kıt olduğundaysa kapıda kuyruk oluşturmak zorunda kalırlar. Kuyruk yeterince uzadığında düzeni tesis etmek için bir polis memuru gerekir. İşte Sovyet bürokrasisinin gücünün başlangıç noktası bundur. Malı kime vereceğini, kimi bekleteceğini o “bilir” (5).
Troçki'ye göre devrim yapmış bir ülkede üretici güçler ne kadar az gelişirse, bürokrasinin toplumsal ağırlığı da o ölçüde büyük olur. Böyle bir bürokrasinin kendini imtiyazlılaştırmasından doğal bir şey yoktur.
Ürünlerin dağıtımını yapanın bu işten kendine bir fayda sağlamadan çıktığı şimdiye kadar görülmemiştir. Böylelikle toplumun ihtiyacından öyle bir organ doğmuştur ki, gerekli toplumsal işlevinin çok ötesine taşarak özerk bir etkene dönüşmüş ve aynı zamanda tüm toplumsal organizmayı ciddi bir tarzda tehdit eden bir kaynak haline gelmiştir” (6).
Troçki, “yozlaşmış işçi devleti”, bu durumda SSCB uzun dönem var olamaz anlayışını sürekli savunmuştur; ona göre planlı ekonomi ve işçi demokrasisi, bu durumda planlı ekonomi ve işçi devleti bir bütündür; biri olmazsa diğeri olamaz. Bu nedenle her ikisi arasındaki uyuşmazlık, çelişki uzun dönem devam edemez; yani SSCB'nde üretim araçlarının sosyalist mülkiyette oluşuyla “Stalin bürokrasi”sinin hakimiyeti; bu çelişki uzun dönem devam edemez. Tam da bu nedenden dolayı “İhanete Uğramış Devrim”inde yozlaşmış işçi devletinin uzun dönem var olamayacağını açıklar.
Bürokratik çarpıtma, tanınmaz hale getirme sadece ve sadece kısa süreli bir görünüm olabilirdi. P. Frank da Troçki'nin bu anlayışını “Troçki için Stalinizm bir kazadır, tarihin süreklilik arz eden bir yaratısı değildir” diye yorumlar.
Troçki'ye göre bürokrasi, ölü doğmuş bir çocuktur. Kesilip atılması gereken bir tümördür. Bu bağlamda Troçki, SSCB'ni tamir edilmesi gereken bir otomobile benzetir; tamir edildikten sonra otomobilin çalışması gibi, bürokrasi kesilip atıldıktan sonra SSCB sosyalizm yolunda ilerler.

Troçki'nin SSCB değerlendirmesiyle uluslararası durum değerlendirmesi birleştirildiğinde nasıl bir çıkmaz içinde olduğu görülür. Troçki'ye göre gelişmesinde kapitalizm son aşamasına gelmiştir. “IV. Enternasyonal”in manifestosu olan “Geçiş Programı”nın ana başlığının “Kapitalizmin Can Çekişme Mücadelesi ve IV. Enternasyonal”in Görevleri” olması boşuna değildir. Troçki'ye göre kapitalizmin çöküş aşaması uzun zamandan beri devam etmektedir: Üretici güçler artık büyümemektedir; artık artı değer üretilememektedir, yatırım yapma olanakları kalmamıştır, kar elde edilememektedir; bütün sistem durgunlaşmıştır; bütün sistem var olmak yok olmak krizi içindedir; sürekli barbar ve ilkel özelliklerini ortaya çıkartmaktadır. (Troçki'nin bu anlayışına dayanarak bugün de böylesi kapitalizm değerlendirmesi yapanlar var).
Uluslararası durum değerlendirmesi veya günümüzde “mahşer günü tellallığı” yapanlara yol gösteren değerlendirmesi şöyleydi:
Proleter devrimin ekonomik ön koşulları, genelde kapitalist düzende ulaşabileceği en yüksek olgunluk düzeyine ulaşmıştır. İnsanlığın üretici güçleri durgunluk içindedir. Artık yeni buluş ve teknik gelişmeler maddi zenginliğin yükselmesini sağlayamamaktadır. Bütün kapitalist sistemin içinde bulunduğu toplumsal kriz koşullarında konjonktürel krizler kitleleri gittikçe ağırlaşan yokluk ve acılarla karşı karşıya bırakmaktadır...Gerek demokratik gerekse de faşist rejimler, bir iflastan diğerine yuvarlanmaktalar.
Burjuvazinin kendisi de bir çıkış yolu görememektedir...

Faşizmin çürümesi Almanya'da gamalı haç simgesi altında olduğu kadar, Fransa'da özgürlük kepi simgesi altında da sürmektedir. Tek çıkış yolu burjuvazinin devrilmesidir” (7).

Troçki, SSCB'ni “çakı” gibi savunuyor, Stalin'i savunuyor, SBKP(B)'yi savunuyor diyorum, ama Troçkistler bana inanmıyorlar! Uluslararası durumu yukarıdaki gibi değerlendiren Troçki, her şeye rağmen, Stalin'e, “Stalinist bürokrasi”ye rağmen SSCB'nin insanlığa yol gösterebilecek durumda olduğuna inanır; SSCB yükselen bir toplumu, kapitalizm de çöken toplumu ifade eder. Bu nedenle Troçki, bir savaş durumunda kapitalizme karşı SSCB'nin koşulsuz savunulmasından yanadır. Her ne kadar bu savunmanın içinde SSCB'nde proletarya diktatörlüğünü yeni partiyle “Bolşevik-Leninistler” önderliğinde “siyasi devrim”le yıkma kusuru olsa da, SSCB'ni sonuna kadar savunalım çağrısı yapar.

Troçki, 1930'lu yıllarda dünyanın oldukça istikrarsız olduğu görüşündedir; patlak verecek savaş koşullarında -II. Dünya Savaşı kastediliyor- proleter devrimler kapitalizmin ve “Stalinist bürokrasi”nin varlığını tehdit edecekler ve sadece ve sadece işçi devletinin bir geleceği olacaktır, anlayışındadır. Bu anlamda 1939'da şunları söyler:

Kesinkes inandığımız gibi bu savaş (II. Dünya Savaşını kastediyor- İ. O.) bir proleter devrime neden olursa, kaçınılmaz olarak SSCB'nde bürokrasinin yıkılmasına ve 1918'de olduğundan oldukça yüksek iktisadi ve kültürel temelde Sovyet demokrasisinin yeniden canlanmasına götürecektir. Bu durumda Stalinist bürokrasinin bir “sınıf” veya işçi devletinde bir tümör olup olmadığı sorunu kendiliğinden çözülecektir. Dünya devletinin gelişme sürecinde Sovyet demokrasisinin sadece dönemsel bir geriye düşüş olduğunu herkes anlayacaktır.

Ama mevcut savaşın devrime değil, proletaryanın çöküşüne neden olmayacağı kabul edilirse geriye başka bir olasılık kalıyor: Tekelci kapitalizmin çürümeye devam etmesi, devletle kaynaşmasının ilerlemesi ve hala var olduğu yerlerde demokrasinin yerini totaliter bir rejimin alması” (8).

Troçki “sosyalizm ve barbarlık” dışında bir alternatif tanımıyor. Hala kapitalizm koşullarında yaşıyor olmamız, SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün, böylece sosyalizmin XX. Parti Kongresinde Kruşçev revizyonistleri tarafından siyasi iktidarın gasp edilmesiyle yıkılması ve yerine kurulan revizyonist sistemin sonraki dönemde sosyal emperyalistleşerek 1991'e kadar varlığını dürdürmesi ve ötesinde Troçki'nin “sürekli devrim” anlayışına göre proletaryanın hiçbir ülkede devrim yapmaması sadece ve sadece Troçki'nin bu öngörüsünün ne denli temelsiz olduğunu gösterir.

“Yozlaşmış işçi devleti” teorisinin geçerliliğini savunmak için Troçki, SSCB'ni savunmak zorunda kalmıştır.
Yeni Üretim Biçimi Teorileri

SSCB'nin yeni bir toplumsal formasyon oluşturduğu üzerine teori; yeni üretim biçimi teorisi her ne kadar B. Rizzi tarafından geliştirilmiştir dense de bu teorinin oluşumunda Lucien Laurat (1898-1973) ve Simone Weil'ın (1909-1943) rolü belirtilmelidir.
Lucien Laurat (1898-1973):
1927'de komünist hareketten ayrılarak sosyal demokratizm saflarında yer alan ve bir ara Moskova'da üniversite doçentliği de yapan Laurat, SSCB'nin yeni bir toplum formasyonu oluşturduğunu kapsamlı olarak ilk analiz edendir. Lauray'a göre Ekim Devrimi tartışmasız sosyalist bir devrimdir. 1917'de Rusya'nın sosyalizm için henüz olgunlaşmadığı düşüncesi -Kautsky, Rühle, Gorter vs. Tarafından savunulan düşünceler- Laurat için anlamsızdır; ona göre bir ülke ne kadar gelişmiş, sosyalizm için ne kadar olgunlaşmış olursa olsun, tek başına olduğu müddetçe dünyanın kaynaklarından yararlanamaz.

Laurat, Rusya'yı, uluslararası devrimin bir parçası olma koşuluyla sosyalizme hazır olan bir ülke olarak görüyordu. O, bu noktada R. Luksemburg ile aynı düşüncededir.
Laurat, SSCB'nde bürokratlardan oluşan bir elit tabakanın kurumlaştığını, başka ülkelerde devrimlerin gerçekleşmemesi ve proleter kadroların da azlığından dolayı bu elit tabakanın ülkeye hakim olduğu anlayışındadır. Laurat'a göre bürokrasi proleter kile ile bağlarını sürekli kaybetmiştir; yeri doldurulamaz duruma gelmiş, mülksüzleştirilen burjuvazinin mirasını yönetmeye başlamıştır.

Laurat'a göre Sovyet devleti, dünyanın en büyük kapitalistidir; sanayi ve bankalar onun elindedir, işgücünü satın almaktadır. Yeni oluşan Sovyet sisteminin kapitalist sistemle benzer olan yönleri çoktur.
Laurat, SSCB'ni kapitalist gören görüşleri reddeder. Ama Marks'ın kapitalizm analizi için kullandığı kavramları kullanır.
Laurat'a göre SSCB'nde üretim araçları hukuken işçilerin elindedir, ama devlet ve işletme yönetiminde asalak bürokrat kast hakimdir. Laurat'a göre bu durumda Ekim Devrimi sonrasında devrim öncesi koşullar, yani burjuva koşullar yeniden oluşturulmamıştır (Korsch'a göre böyle olmuştu). Tam tersine tamamen yeni bir sistem oluşmuştur.
Simone Weil (1909-1943):
S. Weil, 1934'te yayımladığı yazısında Laurat'ın “bürokrasi tarafından uygulanan sömürünün mekanizması” anlayışını müdürlerin ve teknokratların artan gücü anlayışıyla birleştirir. Bu yazarın çıkış noktası şudur: Kapitalizmde işbölümü ve uzmanlaşma giderek yaygınlaşmaktadır. Bunun sonucu olarak bireyler toplumsal totaliterlikte neyin ne olduğunu anlayamamaktalar. Uzmancılık her tarafta hakim olmaya başlamıştır. Sayısız parçalara bölünmüş faaliyetin koordinasyonu gereklidir. Bundan dolayı bu gerekliliği yerine getirmek için idari işlevler ve bürokratizm olağanüstü güçlenmektedir. Bu durumda işletmelerde bir üçlü güç veya odak noktası doğmaktadır: İşletmenin pasif araçları olan işçiler; çöken iktisadi sisteme dayanan kapitalistler ve gelişimi giderek daha çok iktidara neden olan tekniğe dayanan yöneticiler.
Bu üçlü güce dayanan sistemde kapitalistlerin dışlanması, işçi iktidarının kurulmasıyla eş anlamlı değilidir; devre dışı kalan kapitalistlerin yerini idari güçler alır ve bu da güçlü bir bürokratik tabakanın oluşmasının temelini oluşturur. Bürokrasinin hakimiyeti pekişirse, hakimiyetini yaşamın bütün alanlarında geçerli kılmaya yönelir. Weil'a göre SSCB'nde böyle olmuştur ve bu eğilimler SSCB dışında da görülmektedir. Her tarafta üç bürokrasi güçlenmektedir: Sendikler, devlet ve işletmeler. ABD'de, Roosevelt'in “New Deal”i ekonomiye bürokratik müdahaleyi oldukça yoğunlaştırmıştır; Hitler-Almanya'sında devlet ve işletme bürokrasisinin ortak adımları görülmektedir.
Bruno Rizzi (1901-1985):
Rizzi, Bordigizm ve Troçkizm çevresinde yolunu şaşırmış bir öğrenci ve kundura satıcısı olarak dolaşır. 1939'da Paris'te yayımladığı “Dünyanın Bürokratlaştırılması” kitabıyla Troçki'nin bile “eleştirmeni” olur. Açık ki görüşleriyle genellikle Troçkist çevrelerde SSCB'nin sınıfsal yapısı üzerine sürdürülen tartışmaları ve oluşmuş görüşleri çok etkilemiştir. Aksi taktirde Troçki'nin tartışma muhatabı olamazdı. Aslında Rizzi'nin kitabını tanıtan bizzat Troçki'nin kendisi olmuştur.

Rizzi boş birisi değildir; SSCB üzerine incelemeler yapmış birisidir. Rizzi'nin “Dünyanın Bürokratlaştırılması” kitabında Weil'ı bulmak mümkündür. Weil gibi Rizzi de dünyanın her tarafında bürokrasinin gücünün arttığını görmektedir. SSCB'ni de bürokrasinin hakim sınıf konumuna geldiği bir toplumsal yapıya sahip ülke olarak değerlendirmektedir.
Her ne kadar Rizzi, bu çalışmasında bürokratik görüngülerin tarihsel-toplumsal gelişmesinin bir analizini yapmasa da sadece SSCB'nde değil, Almanya, İtalya ve Japonya gibi faşist diktatörlüklerin hakim olduğu ülkelerde de bürokrasinin sınıf olarak oluştuğunu ve hakim konumda olduğunu savunur.

Rizzi, burjuvaziyi kendini savunmak zorunda kalan “sosyal bakımdan ölü bir güç” olarak tanımlar. Rizzi'nin gündeminde sosyalist devrim değil, “bürokratik kolektivizm” durmaktadır.
Rizzi, SSCB'nde Ekim Devriminin yenilgisinin doğrudan bir sonucu olarak bürokrasinin hakim sınıf olarak yapılandığını savunur. Bu yazara göre “devletin mülkiyeti, bürokrasiye, toplumsallaştırılmasına rağmen, tamamen yeni sınıfa ait olup olmamasından bağımsız olarak taşınabilir ve taşınamaz varlıkların mülkiyetini verir”. Bu, toplumsal zenginliğe kolektif tarzda el koyuştur. Böylece bürokratik kolektivizm, kapitalizmi felce uğratan çelişiyi -üretimin toplumsal olması ve üretime el koyuşun özel olması- daha yüksek bir seviyede gündemleştirerek çözmüş olur.
Bruno Rizzi şunu diyor:
Sömürü varlığını sürdürür. Ama insanın insanı sömürüsünün yerini bir sosyal sınıfın diğer bir sınıfı sömürüsü alır”.

Rizzi'nin anlayışına göre burada; bireysel sömürüden kolektif sömürüye geçişte sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçişte görülen sömürünün ters yönde gelişmesi tekrarlanmış olur. Rizzi şunu diyor:
Mülkiyet, kolektif topluluk mülkiyetinden özel mülkiyete dönüşmüştür. Şimdi ise sınıf mülkiyeti görünümünde yeniden kolektif bir biçime kavuşmuştur”.
Rizzi'ye göre “bürokratik kolektivizm”de sömürü; artı değerin elde edilişi, devlet mekanizması üzerinden gerçekleştiriliyor. Devlet mekanizması aynı zamanda baskı mekanizmasıdır. Bu durumda siyasi ve iktisadi iktidar birbiriyle kaynaşmıştır. İşgücü talebi artık kapitalistler tarafından değil de devlet tarafından belirlenmektedir; bunun böyle olmasının nedeni ise devletin talep tekelini elinde tutmasıdır. Ücretler, metaların fiyatı planda tespit edilmiştir. Bu nedenle Rizzi, işçilerin özgür olduğunu söylemenin doğru olmadığı görüşündedir:
Sovyet işçisinin sadece bir ustası var. O, işgücünü meta olarak satamaz; seçim olanağı olmayan bir tutsaktır” (9).

Rizzi, SSCB'nin kölecilikle karşılaştıracak derecede alçalır:
Sömürü, aynen köleci toplumda olduğu biçimde gerçekleşir; devletin bağımlısı, sadece ve sadece kendisini satın alan usta için çalışır...yeniden üretimine ustanın olağanüstü ilgi duyduğu hayvanları sürer, bakımını yapar“ (10).

Rizzi, kölelerle Sovyet işçisi arasında önemli bir farkın olduğunun farkındadır(!): Sovyet işçileri askerlik yapabilirler; onların sahip olduğu bu “imtiyaza” köleler sahip değildir.
Rizzi'nin SSCB'ni analiz yönteminin bilimsellikle bir ilişkisi yoktur; SSCB'nde görmek istediğini gören bir yaklaşımdır. Savlarını kanıtlayan bir analiz yok, savlarını temellendirebileceği veriler yok. Aynı yaklaşım ABD, “New Deal” için de geçerlidir. Rizzi, ne SSCB'inde ne de ABD'de yeni bir sınıfın oluşumunu göstermektedir, sadece yeni bir sınıfın varlığını varsayım olarak kabul etmektedir. Ama bu türden temel eksikliklerine rağmen Rizzi, istatistik verileri dünya çapında kapitalizmden sonra “bürokratik kolektivizm” gelmektedir, ancak ondan sonra sosyalizm gelebilir teorisini kanıtlamak için kullanmıştır. Rizzi'ye göre 'büyük üretim araçlarının ulusallaştırılması, devletleştirilmesi, bireysel spekülasyona tabi olmayan iktisadi planlama ve üretim; bütün bunlar bürokratik kolektivizmin büyük kozlarıdır. Tarihsel açıdan böyle bir toplumun görevi, dünyanın bütün üretimini örgütlü bir biçimde yükseltmektir'.
Rizzi, “yeni üretim biçimi”nde -”bürokratik kolektivizm”de- “tarihte son hakim sınıfın”, yani bürokratların sınıfsız topluma, “sınıf ve mülk sahibi” olarak kendi varlıklarını inkar edecek derecede daha yakın olduklarını; bu “üretim biçimi”nde “bürokratik-kolektiv hakimiyet sahiplerinin işçi sınıfına burjuvaziden daha yakın” olduklarını; “Hitler'e, Stalin'e vs. karşı bütün acı ve kin duygularının bir kenara itilmesi” gerektiğini; “çünkü bu önderlerin, sanayiyi rasyonelleştirmekle ilerici bir görevi yerine getirdiklerini”; “onların da sadece, tarihin birer araçları olduklarını”;”altın kafeste kişisel özgürlüğe özlem duyduklarını” yazmayı da unutmaz.
Bruno Rizzi'nin bütün “numarası” budur.

Troçki böyle bir sapkının düşüncelerini neden bu denli ciddiye almıştır diyorsanız, B. Rizzi'nin SWP'de taşları yerinden oynatan etkisine bakmak gerekir.
James Burnham (1905-1987) ve “yeni üretim biçimi”:
Rizzi'nin kitabını yayımladığı yıl ABD'de Troçkist harekette SSCB üzerine tartışmalar hız kazandı. Tabi işin öncesi de var. 1937'de J. Burnham ve J. Carter (1910–1970), SSCB artık işçi devleti olarak tanımlanamaz diyerek Troçki'nin “işçi devleti teorisi”ne karşı kazan kaldırmışlardı. Burnham, Finlandiya ile SSCB arasındaki savaşı kastederek, SSCB'nin tavrının bir işçi devletinin tavrı olamayacağından hareket ediyor ve “işçi devleti” anlayışının eskidiğini savunuyordu. Burnham'e göre SSCB'de artık yeni bir sınıf oluşmuştur; toplum sınıflı topluma dönüşmüştür. Bu görüşüyle SWP içinde büyük bir kitleyi etkiler. Etkilenenler arasında J. Carter (Joseph Friedman), M. Shachtman, Cyril Lionel Robert James (1901-989), Irving Howe (1920-1993) ve Saul Bellow (1915-2005) da vardı.
Taraflar -bu durumda SWP'de Troçki yanlıları ile Burnham taraftarları arasında sert tartışmalar başlar. Troçki, Meksika'dan gönderdiği yazılarla duruma müdahale eder. Bu yazılarında B. Rizzi ve Burnham'ın görüş ortaklığından bahseder. Böylesi sert tartışmalardan sonra Troçkistler geleneksel, aslında ilkesel tavırlarını sergilerler ve bölünürler. Burnham ve Shachtman önderliğinde “Workers Party” kurulur. Bir sene sonra da Burnham bu partiden ayrılır. 1941'de “Yönetsel Devrim” kitabını yayımlar.
Burnham'in bu çalışmasında ileri sürdüğü görüşlerle Rizz'nin görüşleri birbirine oldukça yakındır.
Burnham'e göre Almanya'da, Balkanlarda, Çin'de devrimlerin başarısız kalması, Rusya'da devrimin beklenenden farklı sonuçlanması, kapitalizmin yenilgisinin mutlaka sosyalizme götürmediğini göstermiştir. SSCB'nde sosyalizmin başarısızlığı, işçi sınıfının rolünün abartılmasıyla bağlam içinde görülmelidir. Toplumun proleterleşmesi tek başına yeterli değildir. İşçilerin yapısal acizliği, eğitim düzeyinin, kalifiyeliğin gerilemesiyle daha da büyümüştür. Diğer taraftan işletmelerde işletme sahipleriyle işçiler arasında yüksek eğitimli, yüksek kalifiyeli mühendislerden yeni bir sosyal tabaka oluşmuştur. Bu tabakanın varlığından dolayı artık, işçiler, işletme sahibinin olmaması durumunda üretim sürecini yönetecek durumda değiller.

Kapitalizmi ortadan kaldıracak olanlar sadece ve sadece, üretim sürecini yöneten menajerlerdir (müdürlerdir). Geleceğin hakim güçleri olarak gördüğü müdürleri Burnham kavramsal olarak ayrıntılı tanımlar: Kalifiye işçiler, kimyacılar, makine mühendisleri, doğa bilimcileri vb. değil, sadece ve sadece dar anlamda müdürlerdir. Bunlar genellikle üretim yöneticileri, teknik yöneticiler, idari direktörler; devlet hizmetinde ise büro direktörleri, başkaca yöneticilerdir.

Burnham'e göre müdür hakimiyeti SSCB'nde oldukça gelişmiştir ve üretim araçlarına sahip olanlar bunun meyvelerini de toplarlar. Bu anlamda SSCB'nde müdürler hakim sınıf olmuştur.

Bu filozofa göre Ekim Devrimi sosyalist devrim değildi; aksine müdürlerin devrimiydi, SSCB, “müdürcülük yolunda” en çok gelişmiş ülkedir.
Menajer toplumu (müdürler toplumu) ancak planlı işlevsel olabilir, bu nedenden dolayı da kapitalizmden üstündür. Böyle bir toplum, SSCB'nde ve Almanya'da görüldüğü gibi bir dizi sosyal ve ekonomik sorunu -örneğin işsizlik gibi- çözebilir.
Max Shachtman (1904-1972):
Troçki'ye karşı mücadelede başlangıçta Burnham ile beraber hareket eden Shachtman, tartışmaya yazarak da katılmıştır. Shachtman, her konuda Burnham gibi düşünmüyordu. Örneğin Ekim Devrimini sosyalist devrim olarak görüyor ve bu devrimin kazanımlarının “Stalinist karşı devrim” tarafından yok edildiğini savunuyordu. Troçki'ni Ekim Devriminden sonra SSCB'de zora dayanan bir karşı devrim olmadığı ve bundan dolayı Sovyet devleti bir işçi devletidir anlayışına karşı Shachtman, Ekim Devrimi “fiilen kan dökülmeden ve zora başvurulmadan” gerçekleşmiştir, ancak “Stalinizm”in kurumlaşması çok cana mal olmuştur diye gönderme yapıyordu.

Shachtman mülkiyet biçimleri ve mülkiyet ilişkileri arasında ayrım yapar ve şunu söyler: Şayet devlet üretim araçlarının önemli bir kısmına sahipse, burada söz konusu olan, farklı mülkiyet ilişkileriyle beraber var olabilen özgün bir mülkiyet biçimidir. Ama sorun şudur: Devlete kim hakimdir? Devlet proletaryanın elindeyse ve proletarya devlet üzerinden mülkiyeti kontrol ediyorsa, bu durumda söz konusu olan bir işçi devletidir. Ama proletarya siyasi olarak etkisizse; yani devlet üzerinde kontrolü yoksa, ekonomi üzerinde de kontrolü yoktur; bu durumda işçi devletinden bahsedilemez. SSCB'nde söz konusu olan da son durumdur; proletarya siyasi olarak etkisizleştirilmiştir, devlet ve dolayısıyla ekonomi üzerinde kontrolü yoktur. Shachtman'e göre bürokratik karşı devrim, “işçi sınıfının kendi devleti üzerindeki her bir kontrol olanağının yok edilmesidir”. Bunun sonucu bürokratik üretim ilişkileridir; bu da bürokratlardan oluşan yeni bir hakim sınıftır.

Bir ayrım yapacak olursak:
B. Rizzi ve J. Burnham bürokratik sınıfta geleceğin bütün dünya üzerinde hakim gücünü görüyorlardı. Buna karşın M. Shachtman bürokratik sınıfı bölgesel ve kısa vadeli bir gelişme olarak görüyordu. Shachtman'e göre farklı faktörlerin bir araya gelmesinin sonucunda “Stalinist bürokrasi” oluşmuştur; uluslararası sosyalist devrimin gerçekleşmemesi, Rusya'da üretici güçlerin geri gelişmişlik durumu bu faktörlerin başında gelir. Gelişmiş ülkelerde devrimci mücadele sosyalist devrimlere yol açacaktır, bu da SSCB'ni etkileyerek bürokratik diktatörlüğün sonunu getirecektir.

Mario Pedrosa (M. Lebrun) (1900-1981):
SSCB'nin bir kısmı Alman faşistlerinin işgali altındayken ve Troçki ne pahasına olursa olsun SSCB savunulmalıdır demişken ABD'de SWP, özelikle 1941'de, ne pahasına olursa olsun SSCB'ni savunacağı yerde -belki de Troçki'den kurtulmuş oldukları için- SSCB'nin sınıfsal karakteri üzerine “The New International” dergisinde tartışmaya hız kesmeden devam etti. Hemen bütün makalelerde yukarıda belirttiğimiz anlayışlar savunuluyordu. Tek istisnayı o dönem ABD'de bulunan Brezilyalı sanat eleştirmeni M. Pedrosa oluşturuyordu. “Sovyet Toplumunda Kitle ve Sınıf” makalesinde şu görüşü savunuyordu bu sanat eleştirmeni:
Kendi haline bırakıldığında her devlete içkin eğilim, sınıflar üstü, toplum üstü olmaktır; bu durum emsalsiz tarihsel durumlardan dolayı Rusya'da mümkündü ve belki tarihte ilk defa tamamen etkisini gösterebilir. Sürecin bu gelişmesi, bürokrasiyi, devletin cisimleşmesini kontrol etmek için proletaryanın, belirleyici sınıfın zayıf olmasından dolayı mümkündü. Bürokrasi, kendini devlet ile özdeşleştirdi. Bu özdeşleşme ile bürokrasi, bürokrasi için mümkün olan mutlak bir gelişmeye ulaştı” (11).
Pedrosa'a göre esasen devletin hizmetçisi olan bürokrasi, devletin egemeni, hakimi olmuştur. Toplum üzerinde hakimiyet kuran devlet, yani bürokrasi, artık topluma karşı gelmeye başlamıştır, bütün sınıfları atomize etme çabası içindedir. Engels'in dediği gibi devlet özgürleşmiştir.

Özgür halk devleti özgür devlete dönüşmüştür. Bu terimlerin gramer anlamına göre, özgür bir devlet, kendi yurttaşlarına karşı özgür olan devlettir, yani despotik bir hükümeti olan devlettir” (12).

Engels'in bahsettiği ”özgür devlet” ile SSCB'nde proletarya diktatörlüğü arasında ortak bir noktanın olmaması bu unsurları zerre kadar ilgilendirmemiştir; bunların ufku burjuva devlet anlayışını aşmamıştır. Sosyalizmde devlet, sosyalizmin inşasının ortaya koyduğu gelişme sorunlarına göre sürekli kendini yenilemek zorundadır; nihayetinde sosyalist devlet kendi sonunu getirmek için örgütlenmiştir. Ama kendi sonunu getirene kadar yapılması gerekeni yapmak zorundadır; yapılması gereken de toplumsal gelişmenin her bir aşamasında farklıdır. Bu sorunların ne olduğunu göremeyenler veya sorunun bir parçası olanalar, SSCB'nde devletin zorunluluk sonucundaki uygulamalarını onun sınıflar üstü bir konuma sahip olması olarak yorumlayabilmişlerdir; SSCB'nde proletarya diktatörlüğünü ekonomik ve toplumsal temellerinde kopartarak, bağımsızlaştırarak ele almışlardır.
Rudolf Hilferding (1877-1941):
Hilferding'in teorisinde kendine özgü yan ağır basar, ama Rizzi ve Burnham'in görüşleriyle de örtüşen yanları vardı. Her halükarda Hilferding, bürokrasiyi hakim sınıf olarak görmez; onun hakim sınıf olmadığı ve olamayacağı düşüncesindedir. Çünkü bürokrasinin iç yapısı, bileşenlerinin özelliği bunun önünde engeldir.

Burjuvazi her tarafta ve özellikle de Sovyet Rusya'da çok türel, farklılıklar arz eden bir kitledir. Ona sadece, en küçük memurdan generallere ve Stalin'e varana kadar kelimenin dar anlamıyla devlet memurları değil, aynı zamanda bütün aşamalarda sanayinin yöneticileri ve posta ve demiryolu memurları da dahildir. Ve bu karmakarışık kitle homojen bir hakimiyet mi gerçekleştiriyor? Onun temsilcisi nerede, kararlarını nasıl alıyor, ne türden organları var?” (13).
Hilferding'e göre açık ki bürokrasinin sınıfsal bir karakteri yoktur. Troçki de bu görüştedir. Ama her ikisi arasında farklılıklar da vardır. Örneğin Troçki, bürokrasinin asalak olduğu düşüncesindedir. Hilferding ise bürokrasiyi işçi sınıfına ve devletine bağımlı olan asalak bir yapı olarak görmez; ona göre bürokrasi, devlet önderinin, Stalin'in bir aracıdır.

Hilferding'in düşüncesini takip edersek varacağımız nokta şu: Devlet bütün sınıflardan kopuyor, bağımsız bir güç oluyor, yani sınıfsız bir mekanizma oluyor. Sınıfsız olduğu için, duruma bağlı olarak iyi iş yapabileceği gibi kötü iş de yapabilir. Yani “iyi insanların” elinde -örneğin sosyal demokratların- topluma yararlı olabileceği gibi “kötü insanların” elinde -örneğin Bolşeviklerin- topluma zararlı iş yapar!

Koskoca” Rudolf Hilferding'in SSCB'nde sosyalizmin inşası bağlamında geldiği nokta işte bu.

Kısa bir özet:
Sorunu nasıl ele aldığımız diğer makalelerde açıldığı için burada bu teorilerin eleştirisini ayrıca yapmayacağız.
Birçok yazar ve akım için Ekim Devriminin kendisi şaşkınlık nedeni olmuştur; Kapitalist geri bir ülkede sosyalist devrimin gerçekleştirilmiş olması önce teoriye sığdırılamamıştır. Sonra, kısa zamanda yıkılır düşüncesi yerini kurulan iktidarın; SSCB'nin kalıcı olduğu düşüncesine bırakmıştır. Ekim Devriminin değerlendirilmesinde üç farklı görüş öne çıkmıştır:

a)Ekim Devrimi proleter bir devrimdir.
b)Ekim Devrimi burjuva bir devrimdir.
c)Ekim Devrimi yeni bir hakim sınıfı iktidara getiren bürokratik bir devrimdir.

Kim ne savunuyordu şeması:

Ekim Devriminin karakteri
Ekim Devriminin sınıfsal karakteri
Savunucular
Devrimin gelişmesi


Ekim Devrimi proleter devrimdir
Troçki
Bürokratik yozlaşma
Worrall
Burjuva karşı devrim
Shachtman
Bürokratik karşı devrim
Bolşevikler ve dünya komünist hareketi
Proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmin inşası
Ekim Devrimi burjuva devrimdir
Wagner

Ekim Devrimi bürokratik devrimdir
Burnham

SSCB'nin, sosyalizmin inşasının bu eleştirmenleri 1920'li yıllarda ülkenin gelişmesinin nasıl şakileneceğini pek kestiremediklerinden, belki de Troçki'nin iktidarı ele geçirme olasılığından dolayı bu dönemde SSCB'nde zor kullanmaya dayalı bir karşı devrimin söz konusu olmadığı noktasında ortaklaşırlar.

'30'lu yılların başından itibaren SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün sağlamlaştığını gören bu eleştirmenlerde SSCB'dne bir karşı devrimin gerçekleştiği görüşü gelişir. “Yozlaşmış işçi devleti teorisi”ne sıkı sıkıya sarılan Troçki dışındakilerde -devlet kapitalizmi ve yeni üretim biçimi teorilerini savunanlarda- farklı görüşler gelişir; bu görüşleri iki noktada toplayabiliriz:
SSCB tarihsel bakımdan bir istisna ve faşist düzenle yapısal uyumluluğun olup olmadığı bakımından:
1-Adler ve Shachtman, SSCB'nin istisna bir toplum olduğundan hareket ederler.
2-Pollock ve Horkheimer, SSCB'de faşizm türü bir toplumsal yapının olduğundan hareket ederler.
3-Rizzi ve Burnham, faşizm ve proletarya diktatörlüğünü (“Stalinizm”i) eş anlamlı görürler.

Bürokrasinin hakim bir sınıfı oluşturup oluşturmadığı bakımından:
Bu konudaki farklı cevapları şöyle toparlayabiliriz:
1-Hilferding, yapısal özelliklerinden dolayı bürokrasinin bir sınıf oluşturamayacağı düşüncesindedir.
2-Pedrosa bürokrasiyi, sınıf olmak için çaba harcayan bir grup olarak görür.
3-Myasnikov, Rizzi vb. bürokrasinin sınıf olduğu anlayışını savunurlar.
4-Troçki, bürokrasinin sınıf olabileceği olasılığını reddetmez.
Üçüncü dönem
II. Dünya Savaşından XX. Parti Kongresine (1956) kadarki dönem
II. Dünya Savaşının SSCB bakımından sonuçları malum: Troçkistlerin bekledikleri gibi “Stalinist rejim” savaşın seyri içinde yıkılmamış, tam tersine SSCB, proletarya diktatörlüğü savaştan muzaffer çıkmıştır. Bunun ötesinde artık Ekim Devriminin sonucu olarak kurulan SSCB de yalnız değildir; dünya devriminin ilk adımı olduğunu gösterdi. Doğu ve Orta Avrupa'nın birçok ülkesinde kurulan anti-faşist, anti-emperyalist demokratik ülkeler (“halk demokrasisi” ülkeleri) SSCB yanında yer alarak dünya sosyalist sistemini oluşturmanın ilk adımlarını da atmaya başlamışlardı. Troçkistlerin, Bolşevikleri “ulusalcılık”la suçlama nedeni de kalmamıştı. Daha sonrasında Çin devrimi de kapitalist dünya sistemine vurulan büyük bir darbe oldu.

Bu koşullarda Troçkistlerin yapacakları bir şey kalmamıştı; SSCB'ne, SBKP(B)'ye, sosyalizmin inşasına saldırdıkları bütün cephelerde ağır bir yenilgi almışlardı. Onlara karşı mücadele edildiği için değil, tersine bu dönemde Troçkistler dünyayı değiştiren, yaşamın içinde olan toplumsal güçlerle bağlarının olmamasından dolayı kendi kendilerine tecrit olmuşlar ve sonunda da birbirlerine düşmüşlerdir.
Troçkistlerin bir yanını “Stalinist rejimler”, öbür yanını Çin devrimi, başka bir yanını emperyalizme bağımlı ülkelerde anti-sömürgeci, anti-emperyalist devrimler sarmıştır. Hangi tarafa bakarlarsa baksınlar, kendileri dışında nesnel gelişmeler görüyorlardı. Troçkist gruplar güç kaybına uğradılar; siyasi yaşamları kararmıştı, kendi kendilerini tasfiyeye giriştiler; bir kısmı “Stalinist”ler ve “sol burjuva radikalizmi” içinde eridi. Geriye kalanlar da Troçkistler arası “iç savaşı” başlattı. Başka türlü olamazdı.

Diğer taraftan 1920'li ve 1930'lu yıllarda olduğu gibi, sosyal demokratlar da artık SSCB'nin sınıfsal yapısı üzerine tartışmalara katılmaz olmuşlardı. SSCB üzerine tartışmalar artık dünya çapında oldukça daralmış bir çevre içinde, yani Troçkistler arasında sürdürülüyordu. Bu tartışmalara “sol komünist”, “radikal sosyalist” çevrelerden de katılanlar oluyordu. Ama esas tartışmacılar Troçkistlerdi. Dünya batsa umurlarında değildi; yenilgiyi sindirmek için tartışmaları, bölünmeleri ve kendi Troçki'lerini yeniden tanımlamaları gerekiyordu. Aynen öyle yaptılar.

Troçkistler arası “iç savaş” döneminde SSCB'nin sınıfsal yapısı üzerine teorilerinin durumu:
Yozlaşmış işçi devleti teorisi”:
Troçki yaşasaydı ve “yozlamış işçi devleti teorisi”nin ne hallere düştüğünü görseydi, yeni bir Rizzi bulup tartışır mıydı, bunu bilemem, ama bu dönemde her Troçkist “eğilim” Troçki'nin “yozlaşmış işçi devleti teorisi”ni olduğu gibi savunmaya yanaşmıyordu. SSCB Troçkistleri zor durumda bırakmıştı. Troçkistler arasında bu teoriyle bağlam içinde kavramsal sorunlar patlak vermişti.

Troçki'nin bu konudaki görüşünü bir daha belirtelim: “Stalin bürokrasisi”, proleter devrimle yıkılacaktır. Şayet bu gerçekleşmezse “Stalin bürokrasisi”, kapitalizmi yeniden inşa eden bir karşı devrimle konumunu güçlendirecektir.

Troçki'nin bu öngörüsünde uluslararası gelişmeler oldukça belirleyici bir rol oynuyordu; Troçki, son yıllarında kapitalizmin gelişmesinin son aşamasına geldiğinin propagandasını yapıyordu. Alman faşistlerinin Hollanda ve Belçika'ya saldırmasından sonra şunları yazıyordu:
Kapitalist dünyanın çıkış yolu yok; ancak sürüp giden bir can çekişme hesaba katılabilir. On yılarca olmasa da uzun yıllar boyu sürecek bir savaş, ayaklanmalar, kısa süreli silah bırakma, yeni savaşlar ve yeni ayaklanmalara hazırlanmak gerekir” (14).

Troçi'nin bu öngörüsü de gerçekleşmedi. II. Dünya Savaşından sonra dünya kapitalizmi “can çekişme” aşamasına girmedi; tam tersine yaklaşık 30 sene süren (1945-1974/75) bir istikrar dönemine girdi. Şu veya bu emperyalizme bağımlı ülkeler dışında “Bonapartizm”e ve faşizme, hakimiyet biçimi olarak baş vuran gelişmiş ülke de görülmedi.
Troçki'nin anlayışına göre zora başvurma, savaşlar, siyasi gelişmeleri hızlandıracaktır. Bu anlamda şunları söyler:
Dün, on yıllarca olmasa da uzun yıllar uzakta gözüken bu büyük görevler, önümüzdeki iki veya üç yılda, belki de daha erken tehdit edici bir biçimde önümüzde yükselebilirler” (15).
Troçki öngörüsünde bir kez daha yanılmıştır. “Can çekişme aşaması”na girmeyen kapitalizm sürecinde SSCB'nde Troçki'nin beklediği değişim de olmamıştır.
Savaş sonrasında ancak kendine gelebilen Troçkistler, Troçki'nin öngörülerinin birçok bakımdan gerçekliğe uymadığını görmeye başladılar.
II. Dünya Savaşının bitiminden hemen sonrasında “IV. Enternasyonal” Paris'te II. Enternasyonal Konferansı bildirgesinde (1946), 'savaş Avrupa'da beklediğimiz kapsamda ve hızda bir devrimci yükselişe neden olmamıştır, ama dünya çapında kapitalist dengeyi de tartışmasız bir biçimde bozmuştur. Bozulan denge, uzun yıllar sürecek devrimci bir dönemi açmıştır' türünden açıklamayla Troçki'nin öngörülerindeki feci sübjektivizmi yumuşatmaya ve Troçkizmin geleceğini kurtarmaya çalışmıştır (16).

Gerçeklere sırt çeviren Troçkistler -herhalde ne olur ne olmaz mantığıyla hareket etmiş olacaklar!- kapitalizmin “can çekişme aşaması”nda değil de belli bir istikrar aşamasında olduğunu tartışmalı buldular ve SSCB'de de “Stalin bürokrasisi”ne karşı mücadelenin yükseleceğine bir daha inandılar. Ama bu seferde tam tersi gerçekleşti. Uluslararası kapitalizm belli bir istikrar ve yükseliş dinamiği yakaladı ve SSCB'nde sistemin çökeceğine dair en ufak bir belirti görülmedi. Troçkistler bir kere daha umut kırıklığIna uğradılar.
Troçkistler, SSCB'nin sınıfsal karakteri üzerine tartışmalarından sonuç çıkartmamış olacaklar ki, bu seferde “halk demokrasisi” ülkeleri üzerine tartışmaya başladılar. 1947-1951 arasında sürdürdükleri tartışmalarda üç farklı görüş savunulmuştur:
Birinci görüş: Ernest Mandel (1923-1995) Avrupa'nın bütün bu “halk demokrasisi” ülkelerini kapitalist ülkeler olarak görüyordu.

İkinci görüş: Michel Pablo(Michalis N. Rapti) (1911-1996) Yugoslavya hariç diğer “halk demokrasisi” ülkelerini kapitalist ülkeler olarak değerlendiriyordu. Yugoslavya'da iç savaş olmuş, bundan dolayı işçi devletiymiş.

Üçüncü görüş: Joseph Leroy Hansen (1910-19799 ve Bert Cochran (1913-1984) bütün “halk demokrasisi” ülkelerini, kuruluşundan bu yana bürokratik çarpıtılmış işçi devletleri olduklarını savunuyorlardı.
1951'de sonuçlanan tartışmaların galibi üçüncü görüş olmuştu.
“IV. Enternasyonal” belgelerinde tartışmaların ne denli çetin geçtiği görülmektedir:
1- 1947'de “IV. Enternasyonal” belgelerinde Avrupa'nın yeni kurulan ve kurulmakta olan “halk demokrasisi” ülkeleri, geçiş durumunda olan kapitalist ülkeler olarak tanımlanır.
SSCB “uzun vadede, gerçekten yapısal bir asimilasyonu gerçekleştiremeyecektir; böyle bir asimilasyon kapitalizmin tahrip edilmesine neden olur. Ancak bu, büyük ölçüde sadece proleter devrim tarafından gerçekleştirilir” (17).
2- 1949'daki değerlendirmede “SSCB ile tampon bölge (söz konusu “halk demokrasisi” ülkeleri kast ediliyor. “Tampon bölge” kavramını emperyalist burjuvazinin kullandığı bir kavramdır- İ. O.) arasındaki toplumsal farklar, nicel olarak bakıldığında tampon bölge toplumunun Sovyet toplumuna 'normal' kapitalist ülkelerden daha yakın olduğu görülse de, nitelikseldir; bu anlamda SSCB gibi, nicel olarak sosyalizmden ziyade kapitalizme daha yakındır” (18).
3- 1951'de savunulan görüş: “Bu ülkelerin SSCB'ne yapısal asimilasyonu esas itibariyle sonlanmış olarak görülmelidir ve bu ülkeler esas itibariyle kapitalist ülkeler olmaktan çıkmışlardır” (19).
1951'de varılan görüşün kaçınılmaz sonucu olarak Troçkistler, SSCB'ni artık bir işçi devletinin prototipi olarak görmüyorlardı; SSCB onlar için özgün bir durum olmuştu.
Devlet kapitalizmi teorileri”

Troçkistler kendi aralarında tartışırlar da bölünme ve hizip örgütlenmesi olmaz mı? “Yozlaşmış işçi devleti teorisi”ni dayattığı zorluklar aşılamayınca, Troçkist “eğilim”lerin olduğu birçok ülkede Troçkistler arasında muhalif örgütlenmeler gündeme gelmiştir. Bu muhalif grupların çoğunluğu “devlet kapitalizmi teorisi”ni savunuyorlardı. Bunların en büyük destekçisi de Troçki'nin eşi Natalja Iwanowna Sedowa'dı (1882-1962). Sedowa, daha 1946'da SSCB'nin işçi devleti olmaktan çıktığını savunmaktaydı. 1951'de bu yüzden “IV. enternasyonal”den koptu. Bunu nedenini SWP'ye yazdığı açık mektupta açıkladı:
Troçki “Stalinizmin Rusya'da istikrarlaşmasının işçi sınıfının ekonomik, politik ve sosyal durumunu kötüleştirdiğine ve zorba ve imtiyazlı bir aristokrasinin zaferine götüreceğine sürekli dikkat çekti. Şayet bu eğilim devam ederse bunun devrimin sonu olacağını ve kapitalizmin yeniden inşasınına varılacağını söyledi.

Ne yazık ki bu, yeni ve beklenmeyen biçimlerde de olsa gerçekten gerçekleşti. Dünyada, sosyalizmin otantik düşüncelerinin ve taşıyıcılarının barbarca takibata uğradığı başka bir ülke zor bulunur. Devrimin, Stalinizm tarafından tamamen yok edildiği herkesin bilincinde olmalıdır. Buna rağmen, Rusya'nın bu aşağılık rejim altında hala bir işçi devleti olduğunu söylüyorsunuz. Bunu sosyalizme karşı bir darbe (vuruş- İ.O.) olarak görüyorum” (20).
Ygael Gluckstein - Tony Cliff (1917-2000):
T. Cliff, 1946'da “yozlaşmış işçi devleti teorisi”ni ve “bürokratik kolektivizm teorisi”ni sorguluyor ve eleştiriyordu. Bunun sonucu olarak yaklaşık 1947'den beri “IV. Enternasyonal” Britanya seksiyonunda “Rusya'da devlet kapitalizmi”ni savunma temelinde muhalefet yürütüyordu. 1948'de bu konudaki görüşlerini kitaplaştırdı ve “Stalinist Rusya'nın Doğası” başlığı altında yayımladı.

T. Cliff haksız da değildi; 1944'ten sonra Doğu Avrupa'daki gelişmeler; yani Kızıl Ordu'nun Alman faşistlerini Berlin'e kadar kovalaması, bu alanda bulunan ülkelerin kurtuluşu bu Troçkistin aklına pek yatmamıştı. Daha doğrusu bu gelişme ile işçi devleti teorisi arasında bir bağ kuramıyordu. Söylediği şuydu:

Birinci adım: Eğer “halk demokrasisi” ülkeleri, işçi devletleriyse, bu durumda Stalin, o ülkelerde proleter devrimleri gerçekleştiren kişidir.

İkinci adım: Bu gerçekten böyleyse, proleter çaba olmaksızın, bizzat uğraşmaksızın işçi devletleri kurmak mümkündür.

Bu iki adım sonucunda Cliff, bir ikilemle, iki olasılıkla karşı karşıya kalır:
Birinci olasılık: Söz konusu Doğu Avrupa ülkeleri, işçi devletleridir; bu durumda işçi sınıfının kurtuluşu, kendi eserinden ziyade başkalarının eseri olabilir.

İkinci olasılık: İşçi sınıfı sadece kendini kurtarabilir. Bu durumda ise “yozlaşmış işçi devleti teorisi”ni savunmak mümkün değildir.
Cliff kararını vermişti:
Devlet kapitalizmi teorisi düşüncesine varmam Rusya'da değer yasasının veya Rusya'da iktisadi istatistiklerin uzun bir analizini yapmanın sonucu değildir. Basit bir tespit sonucu bu teoriye vardım: İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseriyse, toplumda olup-biteni belirlemek için, işçiler iktidarda olmadan işçi devletine sahip olunamayacağıdır.

Bu durumda Troçki'nin söylediğiyle -Troçki'de esas olan işçilerin bizzat çabasıdır- üretim ilişkileri arasında bir seçim yapmak zorundaydım. Mülkiyet biçimini sorunun belirleyici olmaktan dışlamaya karar verdim” (21).

Cliff, işçi devleti teorisini savunmayı veya reddetmeyi Troçki'nin 1933'ten önce savunduğu anlayışa bağlıyordu. Cliff'e göre, işçi sınıfı siyasi iktidarı icra edebiliyorsa ve üretim araçları üzerinde kontrolü varsa orada bir işçi devletini varlığından bahsedilebilir. Ama böyle bir durum söz konusu değilse işçi devletinden bahsedilemez; işçi devletinin yozlaşmış veya yozlaşmamış olması önemli değildir.

Soruna böyle bakan Cliff, SSCB'nin 1917-1928 dönemini işçi devleti dönemi olarak tanımlar. Ona göre ilk beş yıllık plan devrimci, niteliksel bir değişimdir. Bürokrasi tam da bu dönemde burjuvazinin tarihsel görevini yerine getirmeye başlamıştır; yani ilkel birikimi oluşturmak ve proletaryanın saflarını doldurmak.

Cliff, SSCB'nde inşa edilen sosyalizmi “kapitalizmin ulaşabileceği en son teorik sınır” olarak görür; bu da devlet kapitalizmidir; yani Bolşevikler SSCB'nde sosyalizmi değil de “devlet kapitalizmi”niş inşa etmiş olurlar!

Troçki'ye göre proleter devrimden sonra işçi devleti, sosyalizme geçiş aşamasını ifade eder. Cliff'e göre ise “Sovyet devlet kapitalizmi” kapitalizmin bu devrimden önceki son geçiş aşamasıdır.
Bu durumda Troçki, “yozlaşmış işçi devleti”ni “siyasal devrim”le, Cliff de “Sovyet devlet kapitalizmi”ni “sosyal devrim”le yıkarak sosyalizme geçmeyi amaçlamış oluyorlar.
Bu bölümde ele alınması gereken ve belirtilen nedenden dolayı ele almadığımız yazarlar -teori tasnifine göre- şunlardır.

Devlet kapitalizmi teorisi” anlayışı çerçevesinde: Manuel Fernandez Grandizo (1912-1989), Benjamin Peret (1899-1959), Cyril Lionel Robert James, Raya Dunayevskaya/Rae Spiegel (1910-1987), Cornelius Castoriadis (1922-1997), Claude Lefort (1924-2010), Amadeo Bordiga (1889-1970).
Yeni üretim biçimi teorileri” anlayışı çerçevesinde: Josef Guttmann (1902-1958), Fritz Sternberg (1895-1963), Dieter Cycon, Paul Frölich (1884-1953), Leo Kofler (1907-1995), Isaac Deutscher (1907-1967) vs. ne yazık ki atlıyoruz.

Kısa bir özet:
“Yozlaşmış işçi devleti teorisi” bakımında durum:
II. Dünya Savaşından, aslında “Büyük Anavatan Savaşı”ndan SSCB'nin muzaffer ve güçlü çıkması, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin kapitalist dünyadan kopmaları ve SSCB merkezli sosyalist dünya sisteminin oluşumu için ilk adımların atılması Troçkistleri tedirgin etmiştir. Onların derdi Troçki'nin “yozlaşmış işçi devleti teorisi”nin geleceğinin ne olacağıydı. Ya bu teoriyi gözden geçireceklerdi ya da savunmaya devam edeceklerdi; ama bu durumda zaman faktörünü kabullenmemeleri gerekirdi. Çünkü Troçki, “Stalin bürokrasisi”nin kısa zamanda bir biçimde sonuçlanacağı düşüncesindeydi. Diyebiliriz ki, Troçkistlerin çoğu, teorinin gözden geçirilmesinden yana tavır almıştır. Troçki yaşasaydı taraftarlarından hayatının en büyük darbesini almış olacaktı.
“Devlet kapitalizmi teorisi” bakımından durum:
Bu dönemde SSCB'nde “devlet kapitalizmi teorisi”nin taraftarları arasında daha ziyade muhalif görüşte olanlar giderek etkili olmaya, önder konuma gelmeye başladıklarını ve bu teori zemininde farklı görüşlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Farklar sadece teorinin nedeni ile ilgili olmayıp, nedenin özellikleriyle de ilgiliydi. Yani SSCB'nde “devlet kapitalizmi”nden bahsedenler neden kapitalizmden bahsettiklerinin ötesinde bu kapitalizmin özelliklerinden de bahsediyorlardı.
Bu teorinin yorumu/açılımı zemininde farklılaşmayı şöyle tasnif edebiliriz:
1-Cliff, James ve Dunayevskaya; SSCB büyük bir sermayedir.
2-Bordiga; SSCB küçük tekil sermayelerden ibarettir.
3-Cliff, Lefort, Castoriadis, Bordiga, Peret ve Grandizo; SSCB'den hakim sınıf vardır.
4- Bordiga; SSCB' kaitalist gelişmenin başlangıç aşamasındadır.
5- Cliff, Peret ve Grandizo; SSCB'nde kapitalist gelişmenin son aşaması söz konusudur.
“Yeni üretim biçimi teorileri” bakımından:
1-Guttmann SSCB'nde “yeni sınıflı toplumun” çelişkilerini ve dinamiklerini tanımlamaya çalışır.
2-SSCB'ni tanımlamadan “etiketsiz” analiz yapalım diyenler (Alman dilinin kullanıldığı ülkelerle, özellikle de Batı Almanya ile sınırlı kalmıştır) soruna farklı açılardan yaklaşıyorlardı. Örneğin bunlardan Frölich ve Sternberg, Asya Tipi Üretim Tarzı üzerinden, bununla karşılaştırma yaparak SSCB'ni analiz etmeye çalışıyorlardı.
3-Cycon'a göre SSCB'nde aydınlar yeni sınıfı oluşturuyordu.
4-Koffler ise bürokrasiyi SSCB'nde ilkel birikimin koordinatörü olarak görüyordu.

Dördüncü dönem
SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün yıkılmasından Çekeslovakya'nın işgaline kadarki dönem (1956-1968)
 
1956'daSBKP(B)'nin XX: Kongresi yapılır. Bu kongrede Kruşçev önderliğinde Sovyet revizyonistleri siyasl iktidarı ele geçirerek proletarya diktatörlüğünü yıkarlar. Yeniden düzenlemelerle kurdukları revizyonist sistem ülkede kapitalizmin yeniden inşasının yolunu açar.

SSCB'ndeki bu tarihsel gelişmeler; sosyalizmin yenilmesi, Marksizm-Leninizme revizyonist saldırı uluslararası komünist harekette çalkantılara neden olur. Çin Komünist Partisi ve Arnavutluk Emek Partisi, Kruşçev revizyonizmini ve SSCB'ndeki yeni yönlenmeyi mahkum ederler. Aynı dönemde Küba ve Vietnam devrimleri gerçekleşir, Afrika'da birçok ülke bağımsızlığını elde eder. Avrupa gençlik hareketi de bu döneme damgasını vuran gelişmedir. Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya'yı işgaliyle bu ülke emperyalist karakterini de sergiler.
Şimdi bu gelişmeler ışığında söz konusu teorilerin durumuna bakalım.
Yozlaşmış işçi devleti teorisi”:
Troçkistler Troçki'nin “yozlaşmış işçi devleti teorisi”ni kurtarma derdine düşmüşlerdi. Bu teorinin değiştirilmeden savunulmasından yanadırlar. Ama yaşam değişmektedir. Nitekim yukarıda belirttiğimiz gibi II. Dünya Savaşının bitiminden hemen sonra “IV. Enternasyonal” Troçki'nin bu teorisinin temel direklerinden biri olan zaman faktörünü -”Stalin bürokrasisi” kısa ömürlüdür- teoriden çıkardı ve böylece teoride yenilenme yapıldı. Artık Troçkistler derin bir nefes alabilirlerdi; Troçki kurtarılmıştı, onun “yozlaşmış işçi devleti teorisi” kurtarılmıştı. Artık uzun dönemi içeren bir teorileri vardı ve hemen her gelişmede Troçki'nin teorisinin doğrulandığını görebilirlerdi. Öyle de oldu. SBKP(B)'nin XX. Kongresinde, Macaristan'da, Polonya'da; kısaca o dönemdeki hemen her yeni gelişmede Troçki'nin yenilenmiş eski teorisinin kanıtlandığını görmeye başladılar. 1957'de gerçekleştirilen “IV. Enternasyonal”in “V. Dünya Kongresi” Troçki'nin koşullara uydurularak yenilenmiş eski teorisinin kanıtlanıyor olduğunu görerek gerçekten de “mest oluyordu”. “IV. Enternasyonal”, kendini dünya işçi hareketi içinde “Stalinizmin gelişmesini” öngörebilen ve doğru yorumlayan tek akım olarak görüyordu. Ama E. Mandel gibi “IV. enternasyonal”in önde gelenlerinden birisinin Troçki'nin 1939'da dile getirdiği “ya kapitalizmin yeniden inşası ya da konsey demokrasisinin yeniden tesisi” anlayışının artık geçerli olmadığını söylemesi birçok Troçkist için arık pek de önemli değildi. Ama önemli olması gerekirdi. 
 
Mandel şunu söylüyordu:
Troçki'nin bu tespiti yaptığı dönemde -Hitler'in iktidara gelmesinden kısa bir zaman sonra, 1933'te-, dünyanın geleceğini, hangi güç dengelerinin oluşacağını, yeniden bir devrimler sürecine girilip girilmeyeceğini 1935'te öngörmek mümkün değildi. Ama II. Dünya Savaşı sonuçları, Yugoslavya, Çin devrimleri, sömürgelerde devrimlerin gelişmesi ve Sovyet ekonomisinde görülen sıçramalı büyüme, dünya çapında güç dengesinin devrimlerden yana değiştiğini göstermektedir diyordu Mandel.
Bu gelişmelerden dolayı dünya kapitalizmi oldukça zayıflamıştır ve bu nedenden dolayı da Troçki'nin belirttiği karşı devrim olasılığı artık pek mümkün gözükmemektedir anlayışına varıyordu Mandel.
Doğu devrime açılmıştır, işçiler pasif tutumlarını terk ettiler, bürokrasiyi artyık tolere etmiyorlar, işçiş sınıfı iktidara gelmeye hazırlanıyor” diyen Mandel bayağı coşmuştu, Macaristan ve Polonya'daki gelişmeleri göz önünde tutarak (22).

Kabul etmek gerekir ki, Troçkistler her dönem hemen her konuda ”doğru” öngörüde bulunmuşlardır; bunu Troçki'den öğrenmişlerdir. Ama yaşamın onların “doğru” öngörülerini doğrulamamış olması pek de önemli değildir. “Stalinizm”in geleceği üzerine öngörüleri de böyle bir öngörüdür.

Yukarıdaki anlayışıyla Troçki'yi düzelten, koşullara uygun hale getiren, belirtiğimiz diğer teorileri eleştiren Mandel, bu türden çıkışlarıyla 1960'lardan itibaren Troçki'nin “yozlaşmış işçi devleti teorisi”nin en önemli yenileyicisi olarak Troçkist camia arasında yükseliyordu. Aslında Mandel da kendi Troçki'sini oluşturmakla uğraşmaktaydı.

Devlet kapitalizmi teorisi”

T. Cliff:
Cliff, SSCB'ni bütünleşmiş büyük bir sermaye olarak görür; bu sermaye dünya pazarlarına da açılmıştır ve özellikle de Batının emperyalist ülkeleriyle silahlanma yarışına katılmaktadır.

SSCB'nde “devlet kapitalizmi teorisi”, 1950-1970 arasında SSCB'nde silahlanma ve silah ihracı zemininde geliştirilmiştir. Silahlanma eksenli olarak bu teori şunu diyor: II. Dünya Savaşından sonra Batı'daki ekonomik yükselişin nedeni silahlanmadır. Aynı dinamik SSCB için de oldukça önemli olmuştur. 
 
Yeni üretim biçimi teorileri”

M. Dyilas:
Bir zamanlar “Yugoslavya Komünist partisi”nin en önemli ideoloğu olan Milovan Djilas (1911-1995) SSCB-Yugoslavya kopuşmasından sonra kendini Troçki'nin “eser”lerine vermiş ve SSCB'ni Troçkist açıdan eleştirmeye başlamıştı. SSCB'nde işçi sınıfı siyasi iktidarda değildir diyordu Dyilas.

1950'de yayımlanan broşüründe “Sovyetler Birliği'nde yeni bir sınıfın oluşumu için ekonomik temeller yoktur. Orada devam eden ve dış göstergelerini gördüğümüz süreç, kapitalizme geri dönüş anlamına gelmez ve gelemez; orada söz konusu olan, sosyalizm temelinde ve çerçevesinde oluşmuş olan yeni görüngülerdir” diyordu Dyilas (23).
Dyilas'ın bu değerlendirmesine açık ki, Troçki ilham kaynağı olmuştur. Onun ”İhanete Uğrayan Devrim”inde bu türden tanımlamalar yapılır.

Dyilas, Yugoslavya'daki bürokratizmi de eleştirmeye başlayınca 1953'te partiden dışlanır. 1956'da, Macaristan'daki gelişmelerden sonra kaleme aldığı yazısında SSCB'ni ve Yugoslavya'yı göz önünde tutarak bu ülkelerde “komünist bürokratlar”ın yeni bir sınıf oluşturduğunu yazar (24).

1957'de yayımlanan “Yeni Sınıf” kitabında yeni tipten bir hakim sınıfın oluşması üzerine analizini derinleştirir. Rizzi, Burnham, Shachtman'in görüşlerini anımsatan değerlendirmeler yapar. Dyilas'a göre yeni sınıf bütün bürokrasiden değil, sadece “parti bürokrasisi”nden oluşmaktadır (25).
“Yeni üretim biçimi teorileri” çerçevesinde ele alınması gereken diğer yazarları -Gaston Boeuve (1894-1969, Roman Rosdolsky (1898-1967), Jacek Kuron (1934-2004), Karol Modzelewski (1937-?), Karl A. Wittfogel (1896-1988), Herbert Marcuse (1898-19799 vs.- belirttiğimiz nedenden dolayı geçiyoruz.
Kısa bir özet:
Bu dönmede söz konusu bu teorilerde kayda değer önemli bir derinleşme olmamıştır. Belirttiğimiz nedenlerden dolayı (SSCB'den sosyalizmin yenilgisi vb.) bu dönem bu teorilerin gerçeklikle ne derecede örtüşüp örtüşmediği pek sorgulanmamıştır. Bu dönem, “yozlaşmış işçi devleti” ve “devlet kapitalizmi” teorileri bakımından kendini tekrarlamanın dönemi olmuştur. Önemli sayılabilecek gelişme, daha ziyade M. Dyilas, J. Kuron ve K. Modzelewsk'nin katkılarıyla “yeni üretim biçimi” teorisi çerçevesinde olmuştur.
Beşinci dönem
Çekoslovakya'nın işgalinden revizyonist blokun dağılışına kadarki dönem (1968-1990/1991)

Bu bölümde, T. Cliff dışında “devlet kapitalizmi teorileri”çerçevesinde ele alabileceğimiz Paul Mattick'i (1904-1981) geçiyoruz.
Yozlaşmış işçi devleti teorisi”:
Bu dönemde hem Cliff'in “devlet kapitalizmi teorisi”nde hem de Troçki'nin “yozlaşmış işçi devleti” teorisinde göze çarpan bir durgunluk görülmektedir. Ancak Troçki'nin teorisinde 1968'den itibaren genişletmelerin yapıldığı; teorinin kapsamlaştırıldığı görülmektedir. Bunu eski teorinin düzeltilmesi olarak da anlayabiliriz. Her halükarda “yozlaşmış işçi devleti” kavramının yerine giderek daha çok “geçiş toplumu” kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Bunda Troçkist felsefeci George Novack'ın (1905-1992) belli bir rolü olmuştur. Bu felsefeciye göre insanlık tarihinde kendine özgünlüğü olan birçok geçiş toplumları olmuştur (26).

Diğer taraftan Troçkistler de sürekli aynı şeyi tekrarlamaktan bıkmış olacaklar ki, SSCB'nde geçiş toplumu anlayışını süreklilik arz eden kendine özgü bir toplum formasyonu olarak yorumlamaya başladılar. Bitmek, sonlanmak bilmeyen bir “zamana bağlı yozlaşma” anlayışından bıkmışlardı.
Bu dönemde “yeni üretim biçimi teorileri” çerçevesinde ve “bürokratik kolektivizm teorileri” bağlamında ele alınması gereken Svetozar Stoyanovic'i (1931-2010), Rizzi'nin görüşlerine eleştirel bakarak katılan Antonio Carlo'u (1941-?) ve Umberto Melotti'yi (1940-?), Moshe Machover'i (1936-?), John Fantham'i, Paul Sweezy'yi (1910-2004); oluşmuş, kurumsallaşmış hakim sınıf olmaksızın yeni üretim biçimi teorileri bağlamında Chris Arthur'u (1940-?), Pierre Naville'i (1904-1993), Elmar Altvater'ı (1938-?), Christel Neusüss'ü (1937-1988), Rudi Dutschke'yi de (1940-1979) geçiyoruz.
Kısa bir özet:
Bu dönemdeki tartışmalar (1968 ve sonrası) oldukça yoğun ve değişimliydi, oldukça kapsamlıydı. SSCB'nin sınıfsal karakteri üzerine Troçki'nin, Cliff'in, Mandel'in öne sürdüğü teorilerde belli bir tıkanma, bu anlamda belli bir yerinde sayma söz konusuydu, ama çok sayıda yeni varsayımlar ortaya atılmıştı. “Bürokratik kolektivizm”in çok sayıda farklı versiyonları tanımlanmıştı; örneğin Rizzi'den, Burnham'den ve Shachtman'den daha güçlü bir biçimde yeni hakim sınıfın karakteri vurgulanır olmuştu. Örneğin Svetozar Stoyanovic bu sınıfın ekonomik temeli yok, ama politik temeli var görüşünü savunuyordu. Moshe Machover'e, John Fantham'e göre yeni sınıf kapitalizmde olduğu gibi bir sınıf değildi veya Paul Sweezy 'ye göre bu sınıfın iç dinamiği yoktu.

Bu dönemde dikkati çeken -belki de en önemli gelişme- SSCB'nin sınıfsal karakteri üzerine araştırma yapanlar arasında soruna kendine özgü toplum, henüz kurumlaşmamış hakim bir sınıfın olmadığı toplum olarak bakanların oldukça çoğalmasıydı. Belki bu türden görüşlere sahip olanları sınıfsızlık arayanlar olarak tarımlayabiliriz, ama bunların kendi aralarında bir bütünlük oluşturmadıklarını da belirtelim. Öne sürülen birçok görüş daha önceleri de dile getirilmişti. Bunların arasında bir kısım yazar Rusya'nın geri gelişmiş kapitalist bir ülke olmasıyla (kapitalist gelişmenin geriliğiyle) kendilerine göre yeni sistemin oluşumu arasında bağ kurabiliyorlardı. Bunlar açısından proletarya diktatörlüğü, inşa edilen sosyalizm “yeni sistem” oluyordu. Carlo, Melotti, Dutschke, Bahro, Schmiederer vb. düşüncedeydiler.
Sovyet ekonomisinde yapısal dengesizliklerin olduğu üzerine düşünen ve yazanlar da vardı. Bunlara göre üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında giderek artan bir çekilki söz konusudur. Bu grupta olanlar arasında Carlo, Altvater und Neusüss, Conert, Ticktin gibiler vardı.
Bu değerlendirmeleri yananlar veya Troçki'nin “eleştirmenleri” başlığı altında buraya kadar öne sürülen görüşler, SBKP(B)'nin XX Kongre öncesi SSCB ve bu kongre sonrası SSCB arasında nitel bir ayırım yapmıyorlar. Troçkistler XX. Parti Kongresini ve sonuçlarını Troçki'nin görüşlerinin doğrulanması olarak görecek derecede nesnel dünyadan kopuktular. Diğerleri de onlardan farklı değildi.

SSCB'nin her ne kadar ülke olarak 1917-1991 arasında süreklilik arz ederek var olduysa da bu ülkenin gelişmesinde farklı, birbirine tamamen zıt iki dönemin; Ekim Devriminden sonra sosyalizmin inşa döneminin ve 1956'da, XX. Kongre ile proletarya diktatörlüğünün yıkıldığı ve bürokratik kapitalizmin inşa yolunun açıldığı karşı devrimci dönemin varlığıdır.
Şimdi 1917'den 1991'e bu teorileri savunanların bir dökümünü çıkartalım.

SSCB'nin sınıfsal yapısı üzerine teoriler
Dönemler
Yozlaşmış
işçi devleti teorisi
Devlet
kapitalizmi teorisi
Bürokratik kolektivizm veya yeni üretim biçimi teorisi
Diğerleri
1917-1928






Gorter

Kautsky


Pannekoek

Luxemburg


Rühle




Korsch


1928-1945





Troçki
Myasnikov
Laurat
Hilferding


Adler
Weil



Wagner
Rizzi



Worrall
Burnham



Pollock
Shachtman




Pedrosa

1945-1956





Mandel
Grandizo
Guttmann
Sternberg


Peret

Cycon


James

Frölich


Dunayevskaya

Kofler


Castoriadis




Lefort




Cliff




Bordiga


1956-1968





Mandel

Dyilas
Wittfogel



Kuroh
Rosdolsky



Modzelewski
Boeuve
1968-1991





Mandel
Mattick
Stoyanovic
Dutschke (Duçke)


Holmberg
Carlo
Simin


Bettelheim
Melotti
Bahro


Di Leo
Fantham
Schmiederer



Machover
Ticktin



Sweezy
Konrad




Szeleny




Feher




Campeanu






“Devlet kapitalizmi teorisi” açısından durum:
1-Çoğu yazara göre SSCB'nde kapitalizm, işçi sınıfının toplumsal hakimiyeti elinde bulundurmadığı, ama var olduğu koşullarda mümkündür; yani işçi sınıfı var, siyasi iktidarda değil ve bu koşullarda SSCB'nde kapitalizm var olabilir. James, Mattick ve Di Leo bunu SSCB'ni kapitalist olarak tanımlamak için yeterli buluyorlar. Başka yazarlar SSCB'nin kapitalist olarak tanımlanması için yukarıdaki koşulu yeterli bulmazlar; örneği Worrall buna artı değer üretimini, Holberg de işgücünün sömürüsü için üretim araçlarının kullanılmasını koşul olarak öne sürerler.
2-Grandizo'a göre ücret giderleri en düşük seviyeye indirilirse ve artı değer yatırımlar için kullanılırsa SSCB'nde kapitalizmden bahsedilebilir.

3-T. Cliff'e göre sermayeler arasında rekabet esastır ve bu rekabet azami kar amacıyla yapılır; şayet bu varsa kapitalizmden bahsedilebilir.

4-Bordiga'ya göre (Bettelheim da aynı düşüncededir) kapitalizmden bahsedebilmek için kar elde etmeye çalışan tekil sermayelerin ayrışmış olması gerekir; kendi başlarına hareket ediyor olmaları ve birbirleriyle pazar mekanizması üzerinden meta değişimi yapmaları gerekir. Bordiga için bu koşul SSCB'de kapitalizmin varlığı için yeterlidir. Bettelheim buna ek olarak sermaye ile ücret arasında ayrımın olması gerektiğinden bahseder.
Burada “devlet kapitalizmi teorisi”nin belli başlı iki temsilcisinin ön plana çıktığını görmekteyiz: Cliff ve Bettelheim. Her ikisi de SSCB'nde kapitalizmden bahsedebilmek için burjuvazinin varlığını ve rekabetin gerekliliğini koşul yapıyorlar. Cliff'e göre bu rekabet dış ilişkilerde söz konusuyken (silah sanayi ve ürünlerinin ihracı), Bettelheim rekabeti ülke içinde sermayeler arasında görmektedir.
Her ikisinin ortak yanı, SSCB'nde kapitalizmi, kapitalizmin Marksist klasik tanımına göre yapmaya çalışmasıdır.
“Yozlaşmış işçi devleti teorisi” açısından durum:

Bu konuda Troçki'nin görüşlerini hatırlatalım:
SSCB'nde, 1924'ten itibaren giderek bürokratik bir rejim kurulmuştur. Bu rejimi kuran bürokrasi asalaktır. Ürünlerin dağıtımı aşamasındaki konumuna dayanarak kısa bir zaman için siyasi iktidarı ele geçirmiştir, ama onun bu iktidarı işçi devletinin karakterini değiştirmez.

Troçki, bürokratik iktidarın kısa ömürlü olacağını sürekli vurgulamıştır; bir biçimde Stalin gidecek onun yerini ben alacağım psikolojisi içinde hareket etmiştir.

SSCB'nde “bürokratik rejim”in kısa ömürlü olacağını Troçki neye dayandırıyordu? Bu noktadaki temel anlayışı şuydu: Ekim Devrimi henüz yenidir, işçi sınıfı tarafından unutulmamıştır, henüz zihinlerden silinmemiştir ve bürokrasinin hakimiyetini yıkacaktır.
Troçki'ye göre bu gerçekleşmezse; işçi sınıfı bürokrasinin hakimiyetine son vermezse, belli bir zaman sonra devrimci coşku, işçi sınıfının kendine güveni kalmayacaktır ve bu da bürokrasinin hakim sınıf olarak gelişmesine olanak sağlayacaktır.

Troçki, sosyalizmi inşa eden, proletarya diktatörlüğünü uygulayan Sovyet işçi sınıfından kendi diktatörlüğüne karşı ayaklanmasını bekliyordu. Sosyalizmi inşa eden işçi sınıfı birkaç sene içinde proletarya diktatörlüğünün somut ifadesi olan sosyalist devleti yıkacak veya “Stalin bürokrasisi”nin elinden alacaktı.
“Bürokratik kolektivizm” veya “yeni üretim biçimi teorisi” açısından durum:
1-Weil, Rizzi, Burnham, tamamen gelişmiş, emperyalist aşamasında olan kapitalizmin sosyalizme geçmeden önce yani bir aşamadan geçebileceğini, bürokratik kolektivizmden geçebileceğini savunmuşlardır. Rizzi Almanya, İtalya ve SSCB'ni aynı kaba koyarak değerlendirmiştir.

Bu gruptaki yazarların bürokratik sınıfın hakimiyetinin neye dayandığı konusunda farklı görüşlerde olduğunu görmekteyiz:
Bunların bir kısmı SSCB'nde bürokratik sınıfın hakimiyeti ekonomiden kaynaklanmaktadır derken (örneğin Weil, Burnham), bir kısımı da bu hakimiyetin politik güçü elde tutmaktan kaynaklandığı görüşündeydi (örneğin Dyilas und Stoyanovic).
SSCB'nin sınıfsal yapısıyla bağlam içinde bu yazarların görüşlerini farklı perspektiflere ayırarak da tasnif edebiliriz:
2-SSC'nde proletarya diktatörlüğünü Bolşevik, Stalinist gelişme diktatörlüğü olarak görenler:
Adler, Kofler, Rosdolsky, Kuron,Modzelevski, Mattick, Carlo, Melotti, Fantham, Machover, Schmiederer, Campeanu vb. Ekim Devriminin gerçekleştirildiği dönemdeki Rusya geri gelişmiş bir kapitalizmin hakim olduğu Rusya'ydı. Bu nedenden dolayı devrimden sonra öncelikle sanayileşmenin sağlanması, birikimin gerçekleştirilmesi için adımlar atılmıştır. Bu adımların atılması toplumsal zorlama, diktatörlük uygulanmaksızın mümkün değildi.
3-SSCB'nin sosyo-ekonomik yapısının Asya Tipi Üretim Tarzıyla benzer yanları vardır: Sternberg, Frölich, Simin, Konrad, Szelenyi bu görüşte olanlardı. SSCB'nde proletarya diktatörlüğü, onlara göre “Stalinizm” “doğu despotluğu”nun bir türü değildir, ama ona benzeyen yanları vardır.

4-Rusya/SSCB Batıdan tamamen farklı bir yapıya sahiptir:
Gorter, Pannekoek, Wagner, Wittfogel bu görüşte olanlardı. Bunlara göre devrim öncesi Rusya'sı ve SSCB geleneksel olarak Batı değerlerinden uzak, ondan politik, kültürel ve ekonomik olarak tamamen farklı olan bir yapıya sahiptir.

5-Sovyet toplumu bir “piç oluşum”dur.
Kautsky, Simin,Ticktin, Laurat ve Shachtman bu görüşte olanlardı. Bu yazarlara göre SSCB, gerçek olmayan, içeriği olmayan, hiçbir yere götürmeyen, insanlık tarihinin gelişme seyrinden bir sapmanın ifadesidir.
Proletarya diktatörlüğü, onlara göre Bolşevizm veya Stalinizm geçici bir oluşumdur:
Kautsky, Trotzki ve Pedrosa bu görüşü savunuyorlardı. Bunlara göre Bolşevik, Stalinist diktatörlük, bürokrasi dedikleri proletarya diktatörlüğü birkaç yıl içinde yıkılacak ve yerini süreklilik arz edecek bir düzene bırakacaktı.

6-SSCB bir geçiş toplumudur:
Bu görüşte olanların başında Rizzi, Simin ve Bahro geliyordu. Bunlara göre SSCB sınıflı toplum ile sınıfsız toplum arasında bir rejimdir, sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçişin birtakım özelliklerini taşmaktadır.
7-Stalinizm ve faşizm aynı karakterli toplumsal formasyondur:
Laurat, Weil, Rizzi, Burnham, Troçki, Rühle ve Pollock tarafından savunulmaktaydı. Bunların bir kısmı (Laurat, Weil, Rizzi, Burnham) yeni üretim biçimi üzerinden; Rühle ve Pollock da totaliterizm/devlet kapitalizmi üzerinden aynı sonuca varmışlardır. Troçki'nin “Stalinizm” ve faşizmin üst yapıda bazı benzerliklere sahip olduğu görüşündeydi. Troçki, “SSCB'nde planlı ekonomi”yi, “faşizm”i, “nasyonal sosyalizm”i ve ABD'de “New Deal”i kastederek “bütün bu rejimler şüphesiz ki, son kertede modern ekonominin kolektif eğilimlerini belirleyen ortak özelliklere sahiptirler” diyordu (27).

Troçki'nin bu anlayışa varmasında B. Rizzi'nin etkili olduğu açıktır. “Dünyanın Bürokratikleştirilmesi” kitabında B. Rizzi, kapitalizm ile sosyalizm arasında yeni bir tarihsel aşamanın; yeni bir üretim biçiminin oluştuğundan bahsediyor ve buna örnek olarak da Almanya, ABD ve SSCB'ni veriyordu. Bu üç ülke ve üç önder -Hitler, Stalin, Roosevelt- aynılaştırılarak yeni toplum formasyonunun öncüleri yapılıyordu. B. Rizzi bu üç ülkeyi aynılaştırırken, yukarıda gösterdiğimiz gibi Troçki de bu üç ülke arasında birtakım benzerlikler buluyordu. Daha sonraları “Menajerlerin Devrimi” kitabıyla Burnham ve “Yeni Sınıf” kitabıyla da Dyilas yaklaşık aynı sonuçlara varıyorlardı.

8-SSCB'nde devlet tamamen bağımsızlaşmıştır, kendi başına hareket etmektedir:
Hilferding, Pedrosa, Damus, Schmiederer bu görüşü savunmuşlardır, onlara göre SSCB'nde ekonomi, politikaya tabi kılınmıştır.
9-SSCB'nde elit tabakanın siyasi hakimiyeti “kafa-kol emeği”nin ayrışmasına dayanmaktadır:
Özellikle Weil ve Burnham -menajer sınıfı teorileri- bu görüşü savunuyorlardı ve Cycon, Eggert, Konrad vd. de farklı açılardan bu görüşe varıyorlardı. Bunlara göre elit tabakanın bilgi birikimi, onların siyasi iktidarının temelini oluşturmaktadır.

10-SSCB'de işçi sınıfı özgür değildir:
Rizzi, Burnham ve Guttmann'in yazılarında bu anlayışa yer verilir. Bu yazarlara göre SSCB'nde işçiler bir işletmeye (devlete) işgüçlerini satmak zorunda olduklarından ve ülkede çalışma yükümlülüğü geçerli olduğundan dolayı onların özgür olmalarından bahsedilemez.
SSCB'nde sosyalizmin inşasının belli bir aşamasından, Troçki'nin ”Stalin rejimi” uzun ömürlü değildir, kısa bir zaman sonra çökecektir öngörüsünün gerçekleşmeyeceği anlaşılmaya başlandıktan sonra Troçkist camia teorilerini kurtarma derdine düşmüştür. Örneğin “IV. Enternasyonal”, SSCB hala bir işçi devletidir teorisini kurtarmak için işçi devletinin kurumlaşması için zora dayalı proleter devrim mutlaka gereklidir anlayışından vazgeçmiştir ve böylece “halk demokrasisi” ülkelerini işçi devletleri olarak tanımlayabilmiştir. Bunun adı, nesnel gerçeklerden hareketle değil, öznel olarak teoriyi kurtarmaya maddi neden hazırlamaktır.
Buna karşın T. Cliff, “devlet kapitalizmi teorisi”ni kurtarmak için işçi devletinin kurumlaşması için zora dayalı proleter devrim mutlaka gereklidir anlayışına sarılmış ve işçi devletinin ortadan kalkması için zora dayalı bir karşı devrim mutlaka gereklidir anlayışından vazgeçmiştir. Böylece SSCB'nde karşı devrim olmaksızın işçi devletinin ortadan kaldırıldığını ve “devlet kapitalizmi”nin hakim kılındığını savunabilmiştir. Bunun adı, nesnel gerçeklerden hareketle değil, öznel olarak teoriyi kurtarmaya maddi neden hazırlamaktır.
Sonuç:
Troçkistler SSCB, sosyalizmin inşası, SCKP(B), Stalin üzerine on yıllarca olmadığı söylediler, olmadık teoriler ürettiler, öyle ki SSCB'ndeki somut gelişmeleri, teorilerini çürüten gelişmeleri, kendi teorilerini kurtarmak için yorumlamaktan da geri kalmadılar. Peki sonuçta ne oldu? Doğrulanan bir anlayışlarının olduğundan bahsedebilir miyiz? Veya SSCB üzerine hangi görüşleri doğrulandı?

Hiçbir Troçkist ve yukarıda bahsettiğimizin başkalarının teorileri doğrulanmadı. Hepsi olmasa da başta Troçki olmak üzere bir kısım Troçkist, Sovyet toplumunu kapitalizmden daha gelişmiş bir toplum olarak gördü. Bu anlamda “siyasi devrim”le yıkmak istedikleri “Stalin bürokrasisi”nin önemli, doğru adımlar attığını kabul etti.
Troçkistler, SSCB'nde ekonomide ve toplumda geçerli olan hareket dinamiğini; ekonomiye yön veren sosyalizmin nesnel ekonomik yasalarının geçerliliğini göremediler. Sandılar ki, SBKP(B)'nin ekonomiyle ilgili kararları, birkaç bürokratın işidir. Troçkistler, temel kararların arka planında etkide bulunan sosyalizmin nesnel ekonomik yasaları olduğunu, Bolşeviklerin bu yasaların farkına vardıklarını, keşfettiklerini, bilince çıkardıklarını ve nihayetinde formüle ettiklerini göremediler. Bu nedenle Troçki bir taraftan SSCB'ne, sosyalizmin inşasına, SBKP(B)'ye ve Stalin'e emperyalist burjuvazinin ağzıyla ve kavramlarıyla saldırırken, üst yapıyı “politik devrim”le yıkmak isterken, altyapıyı koruma derdine düşerek çelişkili görüşleri savunmakta geri kalmadı.

Troçki gerçekleri görmeden öldü. Ama Troçkistler gerçekleri görme yerine onun teorisini kurtarmak için gerçekleri çarpıtarak birbirlerine düştüler. Örneğin SBKP(B)'in XX. Kongresi'ni Troçki'nin görüşlerini doğrulayan kongre olarak gördüler, adeta alkışladılar. Oysa bu kongre, Troçkistlerin kavramıyla ifade edecek olursak “yozlaşmış işçi devleti”ni yıkan bir kongre olmuştur.

SSCB sosyalizmi inşa ederken Troçki başta olmak üzere ve onun ölümünden sonra da “yozlaşmış işçi devleti teorisi” yanlısı Troçkistler, “siyasi devrim”le SSCB'nde sosyalizmi kurmak isterlerken başka Troçkistler, örneğin Cliff sosyal devrimle “devlet kapitalizmi”ni yıkmayı ve sosyalizmi kurmayı amaçladılar.

Troçkistlerin SSCB üzerine teori oluşturma yöntemleri ve oluşturdukları teoriler, burjuva teori oluşturma yöntemlerinden ve burjuva aydınların, “Batı-Marksizmi” yanlılarının, Post-Marksistlerin oluşturdukları teorilerden farklı değildir. Hepsinin ortak yanı, SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün, inşa edilenin sosyalizm olduğunun reddedilmesidir. Hepsinin ortak yanı, sosyalist demokrasinin burjuva demokrasisi kıstaslarına göre değerlendirmesidir.

SSCB üzerine Troçki ve Troçkisterin ürettikleri her üç teori de (“yozlaşmış işçi devleti teorisi”, “devlet kapitalizmi teorisi” ve “bürokratik kolektivizm” veya “yeni üretim biçimi teorisi”) 1917-1956 dönemi SSCB gerçeği tarafından çürütülmüştür.

*

Makale 18

Şimdi bir de SSCB'nde karşı devrim sürecinde yukarıda tanımlanan Troçki'nin ve Troçkistlerin teorilerinin yerine bakalım:
Makale 18'deki anlatımlar “SSCB'nde Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları” (İbrahim Okçuoğlu, Akademi Yayın, Temmuz 1911) kitabının II.-VII. bölümlerinden derlenmiştir. Yukarıda SSCB üzerine tanımlanan Troçkist teorilerle bir karşılaştırma yapılsın diye buraya aktarılmıştır.



SSCB’NDE SOSYALİZMİN YIKILMASI VE
KAPİTALİZMİN YENİDEN İNŞASI


Bürokratın en tehlikeli tipi, komünist bürokrattır” (Stalin)
Sömürücü Sınıfların Kalıntılarına Karşı Mücadele

Üretim araçları üzerinde sosyalist mülkiyetin gerçekleşmesi, sömürücü sınıfların, sınıf olarak yok olmaları ve geriye kalan “sosyal tabakalar” arasındaki siyasi ve ekonomik zıtlıkların da giderek kaybolması, Sovyet toplumunu komünizme götürecek olan yolun açılmış olduğunu gösteriyordu; bu cephede durum böyleydi.

SB'de sınıf mücadelesinin bu cephesinde yapılması gerekenin yapıldığına inanıyoruz. Kapitalizmin yeniden inşasının gündeme geldiği dönemi ve yeniden inşayı gerçekleştiren güçleri göz önüne getirdiğimizde, bu güçlerin bu çevrelerden; genel olarak eski sömürücü sınıfların artıklarından oluşmamaları gerçeği, SB'de sınıf mücadelesinin bu cephesinde verilen mücadelenin ne denli doğru olduğunu açıkça gösterir.

Karşı devrime karşı mücadelenin bir yönü daha vardır: Cebinde parti üyelik defteriyle dolaşanlar; bunlar, hem yıkılmış yerli sömürücü sınıfların kalıntılarıyla hem de emperyalistlerle işbirliği içinde hareket ederek SB'de proletarya diktatörlüğünü yıkmak için hayatın her alanında karşı devrimci faaliyet sürdürmüşlerdir. Partinin genel çizgisini saptırmaktan, sabotajlara, komünistleri katletmeye, emperyalistler adına ajanlık yapmaya varana kadar her türlü karşı devrimci faaliyet içinde olmuşlardır. Bunların içinde Troçkistler de vardı.

Sovyet iktidarı, Ekim Devriminden 1925'e kadar olan dönemde sayısız karşı devrimci ayaklanmaları bastırmış, sabotajları açığa çıkarmış ve sorumlularını mahkum etmiştir. Örneğin, sağ ve “sol” sosyal devrimcilerin karşı devrimci faaliyetleri; cumhuriyetlerde gerici, şoven ayaklanmalara karşı mücadele (Azerbaycan, Türkistan, Tacikistan), anarşist grupların bastırılması vs.
Sovyet iktidarının bu alanda verdiği sınıf mücadelesi, eski hakim sınıfların kalıntıları ve emperyalist güçler adına proletarya diktatörlüğünü yıkmayı hedeflemiş olan karşı devrimcileri tam anlamıyla darmadağın etmiştir/ezmiştir.
SB'de kapitalizmin yeniden inşa sürecini göz önüne getirirsek, geriye dönüşün dinamikleri arasında bu türden karşı devrimcilerin olmaması, bu unsurlara karşı verilen mücadelenin ne denli sonuç alıcı ve doğru olduğunu gösterir.

Buna göre; SB'de kapitalist yeniden inşayı gerçekleştiren güçler arasında eski sınıfların, kapitalist unsurların ve hainlerin kalıntılarının olmadığını veya da hiç belirleyici olmadıklarını görüyoruz. O halde, geriye dönüşün toplumsal dinamiğini nasıl tanımlayabiliriz? Bunu tanımlamak için, bürokratizm/küçük burjuva olgusunu ve bürokratizme/küçük burjuvaziye karşı mücadeleyi ele almamız gerekir.

Küçük Burjuvazi
Lenin bunu 1921 yılında yazıyor. Rusya'da devrim gerçekleşmiş ve küçük burjuva kesimlerin büyük kitlesi bu devrime katılmıştı. Devrimden sonra ise bu tabakalar, proletarya diktatörlüğünü iki tehlikeyle karşı karşıya getirmişlerdir:
Birinci tehlike: Devrimden sonra umduğunu bulamayan bu tabakaların bir kısmı, doğrudan karşı devrimci faaliyete yönelmişti. Buna, Sosyal-devrimciler tipik örnektir.
İkinci tehlike: Başlangıçta küçük burjuvazi bütün olarak, sonra da devrim saflarında kaldığı kadarıyla kendi dünya görüşünü SB'de sosyalizmin inşa sürecine taşımaya başlamıştır. Diğer bir ifadeyle; SB'de proletarya, sadece bahsettiğimiz düşmanlara karşı mücadele ile değil, aynı zamanda parti, ordu, devlet, sendikalar içinde var olan küçük burjuvazinin dünya görüşüne; sınıf bilincine, düşünce tarzına karşı da mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu mücadele, küçük burjuva dünya görüşüne ve bürokratizme karşı mücadeledir. 
 
Burjuvalaşmış bürokrat:
Bu konuda Stalin'in düşüncelerine başvuralım:
Aydınlar, asla sınıf olmamışlardır ve olamazlar da; toplumun bütün sınıflarından gelme bir ara tabakadır ve öyle kalır. Eski zamanda aydınlar, soylulardan, burjuvaziden, kısmen köylülükten ve sadece az bir ölçüde de işçi sınıfından kaynaklanıyordu. Bizim dönemde, Sovyet döneminde aydınlar, esas itibariyle işçilerin ve köylülerin saflarından geliyorlar. Ama aydınlar, nereden kaynaklanırlarsa kaynaklansınlar ve hangi karakteri taşırlarsa taşısınlar, bir ara tabakadır ve sınıf değildir”(1)

Bu ara tabaka, sınıf olmayan tabaka ileride SB'de kapitalist yeniden inşanın toplumsal dinamiklerinden biri olarak, sınıf olarak karşımıza çıkacaktır.
Bu tabaka nasıl gelişti ve iktidarı gasp edebilecek bir revizyonist güç olabildi?
Sovyet tarihine, Lenin ve Stalin'in uyarılarına baktığımızda şunu görürüz: Genç Sovyet iktidarı, burjuva aydınlardan uzmanlardan yararlanmıştır. Evet, uzman güç olarak onlara ihtiyaç duyulmuştur. Proletarya diktatörlüğü, onları sosyalizmin inşasına çekmek için birtakım tavizler vermiş, imtiyazlı konuma getirmiştir (2).
Bunların dışında, Stalin'in bahsettiği komünist bürokratlar gündeme gelmiştir. Ücret limitinin kaldırılmasıyla komünist idareciler de birtakım imtiyazlar elde etmişlerdir. Bunlarda da, burjuva aydınlarda/bürokratlarda görülen yaşam ve dünyaya bakış tarzı gelişmeye başlamıştır.

Elde edilen imtiyazlar ve bunun sonucu sağlanan refah, cepte parti üyeliği defteri, üretimden sürekli kopuk olmak ve bu bağlamda sınıf bilincinin zayıflaması; kitlelerden kopmak, bunun ötesinde, kendini kitlelerin üzerinde görmek, onlara yukarıdan bakan tavır ve anlayışlar içinde olmak vs. vs. Bütün bu özellikler, bürokrat/küçük burjuva kesimde ortaya çıkan birliğin maddi temellerini oluşturmuştur. Mevcut imtiyazları, sağlanmış çıkarları korumak bütün küçük burjuvazinin, bürokratların ortak amacı olmuştur.

Demek ki aydınlardan başka pekala yönetici konumlara gelen işçi ve teknik elemanlarda da burjuvalaşma-bürokratlaşma eğilimi doğuyor.
Kapitalist yeniden inşanın bir dinamiğini de bu kesim oluşturmaktaydı.

Aynı zamanda işçi sınıfı saflarından da ücret ve vasıf farkları gibi nedenlerin sağladığı olanaklarla ayrıcalıklı bir tabaka da revizyonizmin toplumsal dinamiklerine katılmıştır.

Garip gelmesin; onlar, imtiyaz ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için örgütlenmemişlerdir bile! Bu, hem tehlikeliydi hem de gereksizdi; parti, devlet, ordu, sendika, gençlik kurumları bu bürokratları zaten örgütlüyordu. Onlar buralarda artık ortak konum, çıkar ve imtiyazlar temelinde faaldiler. Hangi kurum olursa olsun, bürokrasinin kendisi, bu unsurları örgütlüyordu.

Sosyalist inşa ne kadar ilerlemiş olursa olsun sosyalizm, komünizme geçişte bir geçiş toplumudur. Bu nedenle bu toplumda işçi sınıfı da kendine yabancı anlayış ve düşüncelerden kaçınılmaz olarak etkilenme ortamı ile karşılaşabilir ve bürokratlar/küçük burjuva aydınlar, bu etkilemede belirleyici rol oynarlar; partide, devlet kurumlarında, sendikalarda, kültürel alanlarda vs. zehir saçmaya başlarlar, proleter dünya görüşünü yozlaştırırlar. Sosyalist inşanın maddi ve manevi kaynaklarını yıpratırlar, kuruturlar, kendi dünya görüşlerini, dünyaya bakış tarzlarını hakim kılmaya çalışırlar ve bunların hepsini tabii ki sosyalist toplumun şekillenmesi, ileriye doğru gelişmesi adı altında yaparlar.

Toplumsal örgütlenmenin bütün alanlarını örgüt olarak kullanan bürokrasi/küçük burjuvazi, zamanla mevcut olanla, elde etmiş olduğuyla yetinmemeye başlar; daha çoğunu, daha rahat hareket etmeyi ve düşüncelerini dile getirmeyi ister. Bu kaçınılmazdır. Sosyalist toplumun her bir gelişme sürecinde gündeme gelen yaşam normlarından kopuk olmak; kendine özgü bir yaşam tarzı sürdürmek, bu tabakaların temel istemleri olur. Bu da küçük burjuva yaşam tarzına tekabül eden bir yaşam tarzı talep etmekten başka bir anlama gelmez. Giderek kök salan bu yaşam tarzı, kaçınılmaz olarak bu yaşama tekabül eden düşünce tarzını da beraberinde getirir, geliştirir. Bu, küçük burjuvazinin ara tabaka olma özelliğine tekabül eden bir geçiş sürecidir. Küçük burjuvazi, burjuva olmak için çaba harcar, burjuva olmanın özlemini çeker ve öyle olmak için de her fırsatı değerlendirir. Sovyet bürokrasisindeki küçük burjuva da, burjuva olmanın özlemini çekmiştir. Burjuva olmak için mücadele etmiştir. Bu mücadele, kapitalist sınıfı oluşturmaktan, kapitalizmi yeniden inşa etmekten başka bir anlam taşımıyordu.

Sovyet bürokratı, burjuva bürokratın bütün özelliklerini taşıyor ve onun eylem anlayışıyla hareket ediyordu. Burjuvalaşan Sovyet bürokratı, daha yüksek mevkilere gelmek için çalışmış ve sonuçta da bu mevkileri, sosyalist inşayı yıkmak ve kapitalizmi yeniden inşa etmek için kullanmıştır.

Bürokratizme Karşı Mücadele
Lenin Ocak 1924'te öldü. Ekim Devriminden ölümüne kadar olan dönemde, birçok yazısında bürokratizm tehlikesinden, ona karşı mücadeleden bahsetti. Birçok uyarılarda bulundu. Proletarya diktatörlüğü koşullarında işçi sınıfının siyasal yaşama katılımı ve sert işçi denetimini öngörmesi, “ilkel demokratizm” ile nitelendirildi. Bürokratizm tehlikesi o kadar büyük boyutlara varmıştı ki, parti 1921'de kendini “bürokratlaşmış, dürüst olmayan, tutarlı olmayan, sahtekâr unsurlar”dan temizlemekle karşı karşıya kaldı ve 170 bin unsur, yani parti üyelerinin dörtte biri partiden atıldı.

Stalin döneminde ise bürokratizme karşı mücadele şiddetlenerek devam etti. İki türden bürokrasiye karşı mücadele veriliyordu. Birinci türden bürokrasi, çarlık döneminden gelme unsurlardan (aydınlardan, uzmanlardan, idarecilerden vs.) oluşuyordu.. Bu unsurlar, çarlık döneminde küçük burjuvazinin önder tabakasını oluşturuyorlardı ve kapitalist sınıfla bütünleşmişlerdi. Ekim Devriminden sonra ise bu tabaka, şu veya bu şekilde yeni düzenle uyum içinde olduğunu gösteriyordu. Ama bütün küçük burjuva alışkanlığını, tavrını ve dünyaya bakışını da Sovyet bürokrasisine, kurumlarına taşıyordu.

Bu küçük burjuva unsurlara, Sovyet kurumlarındaki bu köstebeklere, Menşeviklerin, sosyal devrimcilerin ve başka siyasi şekillenmelerin aktif kesimlerini de katmak gerekir. Ekim Devriminden sonra bunların birçoğu, hem parti üyesi olmuş hem de bürokraside yer almıştı. Siyasi ve ideolojik yapıları gereği bunlar da kapitalizmle bağ içindeydiler ve dolayısıyla anti-sosyalist küçük burjuva anlayışlarını Sovyet kurumlarında, bürokrasisinde yayabiliyorlardı.

SB'de sertleşen sınıf mücadelesi, bu birinci türden bürokratların birçok sabotajını açığa çıkartmış, birçok temizleme hareketini gündeme getirmiştir. Kısaca, Sovyet iktidarı, bu unsurlardan gelebilecek her türlü restorasyon tehlikesini ezmiş, yok etmiştir.

Bürokratların ikinci türünü Stalin'in, tanımladığı “komünist bürokrat” türü oluşturur. Komünist bürokrat, parti üyesidir. Belki de çok eski, çok değerli, büyük sınavlardan geçmiş bir parti üyesidir. Üretimden, kitlelerden kopukluk, parti ve devlet örgütlerinde sahip olduğu iktidar gücü, onda yozlaşmanın tohumlarını oluşturmuştur. Böyle bir bürokrat, Sovyet idarecisi, yozlaşma sürecindedir. Bu yozlaşma, küçük burjuva bir fenomendir. Yaşam tarzı, dünyaya bakışı, çalışma yöntemi vs. değişmeye başlar. Birinci türden bürokratların yanı sıra, ikinci türden bürokratlar da böyle gelişir.

SB'de birinci türden bürokrasi yok edilirken, ikinci türden bürokrasi sosyalist yönetim biçimi adı altında gelişme olanağı bulmuştur.
Bu gelişmeyi Stalin şöyle anlatır:
İlerlememizin en kötü düşmanlarından birisi, bürokratizmdir. O, bütün örgütlerimizde, hem parti örgütlerinde hem de komünist gençlik birliği örgütlerinde hem sendikalarda hem de ekonomi örgütlerinde yaşıyor. Bürokratlardan bahsedildiğinde genel olarak… eski partisiz memurlar gösterilir…Yoldaşlar, bu tam doğru değildir. Şayet, sadece eski bürokratlar söz konusu olsaydı, bürokratizme karşı mücadele dünyanın en kolay meselesi olurdu. Kötü olan, söz konusu olanın, eski bürokratların olmadığıdır. Söz konusu olan, yeni bürokratlardır. Yoldaşlar, söz konusu olan Sovyet iktidarına sempati duyan bürokratlardır. Söz konusu olan, nihayet komünistlerin saflarından gelme bürokratlardır. Komünist bürokrat, bürokratın en tehlikeli tipidir. Niçin? Çünkü o, bürokratizmi parti üyeliği ile maskeliyor” (3)
1930'un sonuna gelindiğinde eski dönemden kalma bürokratların tehlikeli olma durumu ortadan kaldırılıyordu. Ama bu tehlikenin yerini yeni bürokratlar alıyorlardı. Yukarıya Stalin'den aktardığımız anlayış, bu gelişmeyi çok açık bir şekilde gösteriyor. Eski düzenden kalma bürokratların giderek tehlike olmaktan çıkmaları, onların yerini “komünist bürokrat”ların alması. Böylelikle Stalin, sosyalist düzeni yıkmada, kapitalizmi restore etmede dış güçlerin yanı sıra iç tehlikenin, Sovyetler Birliği somutunda yeni ve önemli boyutunu açıklıyordu; yeni tipte bürokrat.

Şu soru akla gelebilir. Mademki bürokrasi tehlike demektir, o halde neden geliştiriliyor, yaygınlaştırılıyor? Her şeyden önce ülke büyük, dolayısıyla da idare mekanizması büyük. Bunun yanı sıra, ülke içindeki siyasi gelişme; parti içi tartışmalar bürokrasinin, özellikle de yeni bürokrasinin gelişmesini sağlayan neden oldu. Hangi platformdan olursa olsun muhalefetin (Troçkistler, Buharinciler, Zinovyevciler vs.), doğru olan parti çizgisine saldırması, parti-devlet ve ekonomi kurumlarını ele geçirmeye ve yıkmaya çalışması, bütün bu süreçlerde merkeziyetçiliğin ağır basması, bürokratizmin gelişmesi için uygun zeminin doğuşuna katkıda bulundu. Sonuç itibariyle bu süreç, parti-devlet ve ekonomi kurumlarında bürokrasinin güçlenmesini kolaylaştırdı. Böylelikle güçlenen bürokrasi, parti, devlet, ordu, ekonomi, gençlik vs. örgütlerini ayrık otu gibi sardı. 
 
Bürokratizme Karşı Mücadelenin Yolları

Bürokratizme karşı mücadele, salt talimatlarla, yukarıdan düzenlemelerle, salt güvenlik güçlerinin eylemleriyle yürütülmemiştir. Bu mücadelede kitle hareketi, siyasi-ideolojik seviyenin yükseltilmesi, sınıfsal uyanıklığın sürekli kılınması, keskinleştirilmesi esas alınmıştır.

Moskova mahkemelerinde, karşı devrimci grupların yıkıcı faaliyetlerinin açığa çıkartılmasında ve bu unsurların cezalandırılmasında güvenlik güçlerinin haklı temelde oynadığı rolden dolayı, bürokratizme karşı mücadelede Stalin'in salt güvenlik güçlerine dayandığını, ideolojik-siyasi mücadeleye önem vermediğini, kitle inisiyatifini kırdığını söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz. Sosyalist SB tarihinde, somut olarak da Stalin döneminde '30'lu yılların ilk yarısına kadar kitlelerin inisiyatifi hiçbir zaman kırılmamıştır, ideolojik, siyasi mücadele, II. Dünya Savaşı dönemi hariç, hiçbir zaman geri plana itilmemiştir, ama gevşemiştir.

Burada şu soru akla gelebilir. 'İyi hoş da 1956'da siyasi iktidarı gasp edecek kadar güçlenmiş olan bürokratlar nereden çıktılar?’ Şüphesiz ki onlar, SB'de sosyalizmi yıkmak için başka bir gezegenden veya da kapitalist ülkelerden özel olarak gönderilmemişlerdir. Bu unsurlar, Sovyet toplumu içinde doğup geliştiler.
Sosyalist toplumda, sosyalizmi yıkacak güçlerin doğması ve gelişmesi! Bu, bazı hataların işlendiğine bir işaret değil midir? Evet öyle. Stalin döneminde komünist bürokratların gelişmesine zemin hazırlayan hatalar işlenmiştir. Ama aynı zamanda II. Dünya Savaşı gibi nesnel bir dayatma, var olmak ve yok olmak mücadelesinin kaçınılmaz olması, Sovyet toplumunda geriye dönüşün güçlerinin gelişmesi için uygun bir ortam oluşturmuştur.
...

Komünist Bürokrat”lara Karşı Mücadele

Parti, mücadeleyi bürokratik araçları kullanarak sürdürmüştü. Bürokratik yapılarda ise bürokratlar yuvalanmışlardı. Dolayısıyla işletme yöneticilerine karşı mücadelede bürokratlar tarafsız kalamazlardı.

Bolşevik Parti, işletme yöneticilerine karşı üretimin devletsel yönetiminin zorunluluğunu ön plana çıkartarak sosyalizmi savunuyordu. Ama bu yönetim sistemi ‘30’lu yıllardan kalmaydı. Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, işçi sınıfını aktifleştirerek, mücadeleye çekerek üretimin devletsel yönetiminin zorunluluğunu, yani ‘30’lu yıllardan kalma yönetim sistemini devrimci tarzda yenilemiş olsalardı, yapılması gereken en doğruyu yapmış olurlardı. Ama bu yapılmadı. Bunun yerine, geriye dönüşe karşı mücadelede yetersiz mekanizmalarla, kendi içinde geriye dönüşün unsurlarını barındıran mekanizmalarla karşı devrimin bir kanadına; işletme yöneticilerine karşı mücadele ettiler. O anda zafer kazanıldı, ama sorunun kendisi çözümlenmemişti.

Bürokratlar ise üretimin devletsel yönetiminden yanaydılar. Çünkü bunda onların çıkarları vardı. Evet bürokrasinin varlık nedeni buydu. Dolayısıyla SB'de -daha doğrusu sosyalizmi inşa eden bütün ülkelerde de- üretimin devletsel yönetiminde proletarya diktatörlüğünün ve de bürokratların çıkarı vardı.

Sorunun teorik yönünü biraz açalım. Marks ve Engels daha 1848’de Manifesto’da şöyle diyorlardı:

Proletarya, siyasi hakimiyetini tüm sermayeyi burjuvazinin elinden adım adım söküp almak, tüm araçlarını devletin, yani hakim sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde toplamak ve üretici güçlerin toplamını elden geldiğince hızla arttırmak için kullanacaktır.

Elbette, başlangıçta mülkiyet haklarını ve burjuva üretim koşullarını zorla çiğnemeksizin; dolayısıyla da ekonomik bakımdan yetersiz ve savunulamaz gibi görünen, ama hareketin süreci içinde kendilerini aşan, eski toplum düzenini daha da fazla çiğnemeyi gerektiren ve üretim biçimini tümüyle devrimcileştirmek açısından kaçınılmaz olan bazı önlemler alınmaksızın bunu gerçekleştirmek olanaksızdır” (4).

Burada söylenen şu:
1-Devletleştirmek kaçınılmazdır.
2-Üretimin devletsel yönetimi kaçınılmazdır.
Ancak bu adımlar atıldığında meta ekonomisi ilişkilerine ölümcül bir darbe vurulmuş olur. Ancak bu adımlar atıldığında üretimin toplumsal yönetiminin koşulları doğar.

Marks ve Engels, bu tedbirlerin yetersiz ve savunulamaz olduğunu da belirtiyorlar. Yani proletarya, sosyalist inşaya önce, yetersiz ve savunulamaz tedbirleri almakla başlıyor. Başlangıç böyle. Marks ve Engels, başlangıçtaki bu yetersiz ve savunulamaz tedbirlerle yetinilemeyeceğini, onların süreç içinde aynı kalamayacaklarını belirtiyorlar.

Süreç içinde aynı kalamamak, iki türden gelişmeyi ifade eder. Bu tedbirlerin yerini süreç içinde ya üretimin toplumsal yönetimi, yani komünizme doğru gelişme ve komünizm alacaktır ya da aynı kalınmakla çürüme başlayacak ve geriye dönüşün önü açılacaktır.
Görüyoruz ki bu tedbirler, bir durumda komünizme götürürken, bir başka durumda da kapitalizme götürüyor.
Bu, geçiş toplumu olan sosyalizmin “kaderi”dir.

SB’nin durumuna bu açıdan bakalım:
Rusya, sosyalizmin maddi ön koşullarının az ve yetersiz geliştiği bir ülkeydi. Dolayısıyla Bolşevikler, geri bir ülkede sosyalizmi kurmakla karşı karşıya kaldılar. Bunun ötesinde de tek ülkede sosyalizmi kuruyorlardı. Yani Marks ve Engels’in belirttikleri o “yetersiz ve savunulamaz tedbirlerin” süreç içinde kendilerini aşma koşulları, genç SB'de az gelişmişti. Bu durumda üretimin devletsel yönetimi anlayışı; o merkezi sistem, iç ve dış tehlikelerden dolayı da kapsamlaştırıldı ve devrimci tarzda aşılması güçleşti. Hele hele ‘50’li yıllara gelindiğinde, karşı devrimci güç olarak şekillenen işletme yöneticilerinin çıkışları/talepleri göz önüne getirildiğinde, durumun vahameti daha da açığa çıkıyor.

Çarlık döneminden kalma sınıflara karşı mücadele bazında “kim kimi” sorunu, ‘30’lu yıllarda sosyalizm lehine çözümlenmişti. Ama sosyalist inşa sürecinde doğan yeni karşı devrimci güçlere karşı mücadele bazında “kim kimi” sorununun önemi anlaşılmamıştı. Öyle ki ‘50’li yıllarda, işletme yöneticilerinin taleplerini yükselttikleri dönemde üretimin devletsel yönetimi “reforme” edilseydi, sonucun nasıl olacağı pek kestirilemezdi. Her halükarda Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, mevcut merkezi sistemi savunarak, işletme yöneticilerine karşı mücadele etmiş, sosyalizmi bu tarzda bir mücadele ile savunmuştur. Ama bu, parti önderliğinde işçi sınıfını ve geniş emekçi yığınları harekete geçirerek mevcut devletsel yapıları devrimci tarzda yıkıp-yenileme mücadelesi değildi. Bu durumda Stalin ve Bolşevikler, Marks ve Engels’in bahsettikleri o “yetersiz ve savunulamaz tedbirleri” savunarak sosyalizmi savunmuş oluyorlardı.

Stalin ve Bolşevik Parti bu savunuyu; üretimin devletsel yönetimini, şüphesiz ki proletaryanın sınıfsal çıkarları açısından yapıyorlardı. Bu anlayışta oldukları tartışmasızdır. Ama üretimin devletsel yönetimini, mevcut merkezi yönetim sistemini, yani bürokratik yapıları savunan başkaları da vardı. Demek oluyor ki devlet mekanizması içinde komünistlerin dışında başka güçler de üretimin devletsel yönetimini savunuyorlardı. Bunlar da kendi çıkarları gerekli kıldığı için üretimin devletsel yönetimini savunuyorlardı. Kimdi bunlar? Bürokratlar!

Burada açıklanması gereken konu şu: Nasıl oluyor da veya hangi nedenlerden dolayı bürokraside yer alan görevlilerin bir kısmı imtiyaz ve özel çıkarlar peşinde koşabiliyorlardı?

Bu türden gelişmelerin olabileceğini sosyalizmin geçiş toplumu olması özelliğinde ve devletin yapısında aramak gerekir. Lenin ve Stalin’in bürokratizme karşı uyarılarını ve mücadelelerini göz önünde tutalım. Onlar, bu vesile ile bürokratizmin zorunluluğunu ve tehlikeli olacağını da açıklıyorlardı. Proletarya, siyasi iktidarı ele geçiriyor ve kendi diktatörlüğünü, dolayısıyla da kendi devletini kuruyor. Proletarya, devlete kendi çıkarlarını geçerli kılmak için ihtiyaç duyuyor. Ama devlet, ne kadar proleter olursa olsun, geçiş döneminin devleti olduğu için, kaçınılmaz olarak, toplumsal çıkarların savunulmasının yanı sıra özel çıkarların da uçlanabileceği bir mekanizma olmaktadır. Tabii bu açıkça yapılmaz. Sovyet örneğine baktığımızda devlet görevlerinin ezici çoğunluğunun önceleri toplumsal çıkarları savunduklarını görürüz. Ama süreç içinde bu durum birçok devlet görevlisi açısından değişmeye başlamıştır. Kendini gizlemesini bilen eski bürokrasiden kalma unsurların yanı sıra, elde edilen imtiyazlar, karar verme yetkisinin beraberinde getirdiği konumun kullanılması, sonuç itibariyle devlet görevlilerinin çoğunun düşünme ve hareket etme tarzını etkilemiş ve giderek de şekillendirmişti. Bunların bir çoğu, özel çıkarlarını ve imtiyazlarını korumaya başlamıştı. Toplumsal var oluş, bilinci belirler. Bu, her toplum biçiminde, dolayısıyla sosyalizmde de geçerlidir. Bilerek veya bilmeyerek, hangi nedenden dolayı olursa olsun, bir kısım devlet görevlisi, “proletaryanın çıkarlarını”, “sosyalist toplumun çıkarlarını” korumak adı altında kendi özel çıkarlarını ve imtiyazlarını korur olmuşlardı.

Böyle doğan ve şekillenen devlet görevlileri, tabii ki imtiyazlı konumlarını kaybetmek istemeyeceklerdi. Ve dolayısıyla, üretimin toplumsal yönetiminde, o merkezi yönetme sisteminde işçi sınıfına ve onun aktif müdahale eğilimine karşı mücadele edecekti. Öyle de oldu.

İşletme yöneticileri, yönetimin ve üretimin yönlendirilmesinin önerdikleri gibi yürütülmesini talep ederlerken, o devasa bürokrasinin de dağıtılmasını talep etmiş oluyorlardı. Tabii ki buna bürokrasi ve Bolşevik Parti karşıydı. İşletme yöneticilerine; o özyönetimcilere karşı mücadeleyi, işçi sınıfını harekete geçirerek, proletaryaya görev ve sorumluluk vererek değil de doğrudan ve esasen devlet mekanizmasıyla sürdürünce bürokrasiye “gün doğmuş” oldu. O “komünist bürokrat”lar, hem kendilerini daha da gizleme olanağına kavuşmuş ve hem de çıkar çatışması içinde oldukları işletme temsilcilerine darbe vurmuş oluyorlardı. Ama bundan, Stalin’in bilinçli olarak bürokratları kendi yanına çekerek işletme yöneticilerine karşı mücadele ettiği sonucu çıkartılmamalıdır. Böyle bir sonuç çıkartanlar, eleştirel iyi niyet yaklaşımının ötesine geçmiş olurlar. Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, açık ki iki cepheye karşı mücadele veriyordu: reform talep eden işletme yöneticilerine karşı mücadele ve aynı zamanda devlet mekanizmasındaki ve başka birçok üst yapı kurumlarındaki (sendikalar, ordu, vs.) bürokratlara karşı mücadele.

Stalin, o tartışmalarda bürokratların “her şeye muktedir” anlayışlarını da, onlardaki volontarizmi de eleştiriyordu (5).
Karışık ve çıkarların çatıştığı, birbirini kestiği bir durum söz konusuydu:
İşletme yöneticileri, üretimin toplumsal yönetimi, toplumsal çıkarlara göre üretim yerine, üretimin işletme çıkarları temelinde yönetimini; yani son kertede işletmelerin toplumsal çıkarlardan ziyade işletme çıkarları temelinde -kâr- üretim yapmasını talep ediyorlardı. Bu, üretim için üretim, birikim için birikimdi.

Yönetici kesim (bürokratlar) ise aynı eğilimi kendi açılarından körüklüyorlardı: Plan hedefine ulaşılması, plan hedefinin aşılması vs. Bütün bu ve başka kavramlarla ifade edilen hedeflerin ve görevlerin yerine getirilmesi hem bir bütün olarak bürokrasinin hem de söz konusu alan bazında bürokrasinin başarısı oluyordu. Öyle ya elde edilebilecek imtiyaz, olanaklar, kariyer vs. bürokratın çalışma alanındaki başarısına bağlıydı. Örneğin bir üretim alanında plan hedefine ulaşılmış ve aşılmışsa, o alanda sorumlu olan bürokrasi başarılı oluyordu ve başarının nimetlerinden bürokrasi, hiyerarşik sıralamaya göre yukarıdan aşağıya yararlanıyordu. Şan, şöhret, her şeye muktedir güç olmak, Sovyet devletinin başarıları vb.!

Bürokrasi, Sovyet devletinin başarılarını, sosyalizmin başarılı inşasını, proletarya diktatörlüğünün, Bolşevik Parti'nin eseri olarak görmüyordu; bütün başarıları kendi eseri olarak görüyordu. Her şeyi yapan, o devasa mekanizmaydı. Tabii ki bu durumda bürokrasinin kendini, kendisi için kurumlaştırması durumunda ve her şeye muktedir olma gücünü kendisinde görmesi durumunda, toplumsal çıkarların da giderek kendisi için kurumlaşmayı hedeflemiş olan bürokrasinin çıkarlarına tabi olmasından doğal bir gelişme olabilir miydi? Öyle ki, bürokrasinin bir kesimi, tabii yine toplum ve devlet “çıkarı” için, kendi özel çıkarlarını savunmaya başladı. Bu, elde edilen imtiyazların, olanakların, kariyerin savunulmasıydı. Bunun savunulması için de kurum yaşamalıydı. Bürokratı var eden, bürokrasiydi, o mekanizmaydı. O halde, o mekanizma olduğu gibi kalmalıydı.

O “komünist bürokrat”lar, karşı devrimci faaliyet sürdürmekte işletme yöneticilerine nazaran daha şanslıydılar. Çünkü bürokrasi, devletin ve toplumun “işi”ni icra eden, proletarya diktatörlüğünün “iş”lerini yürüten mekanizmaydı. Gerçekten de bir bütün olarak bürokrasi, başlangıçta toplumsal çıkarlara hizmet ediyordu. Ama süreç içinde bürokrasinin bazı kesimleri, belirttiğimiz nedenlerden dolayı, kendi çıkarını kollar olmuştu. Bu gelişmeyi diyalektik olarak ifade edersek: Nicel değişmeler, gelişmelerinin belli bir aşamasında nitel değişime uğrarlar. Diyalektiğin bu yasasının konumuz açısından anlamı şudur: Bürokrasinin belli bir kesimindeki nicel değişim, karşı devrimci bir nitelik almıştır. “Komünist bürokrat” tanımlaması, bu değişimi ifade ediyordu.
İnşa süreci ne kadar ilerlemiş olursa olsun sosyalizm, sosyalizmdir, komünizm değildir. Bu anlamda sosyalizm, üretim üzerine toplumsal hakimiyetin kurulması sürecidir. Sosyalizmde bu hakimiyetin çekirdeği vardır. Bütün sorun, bu çekirdeğin geliştirilmesidir. Ama bu çekirdeğin olgunlaşması, yani üretim üzerine toplumsal hakimiyetin sağlanması için atılan adım, bu çekirdeğin yok olmasına neden olursa, işte orada geriye dönüşün koşulları oluşturulmuş olur. İşte orada, üretim ve birikim, toplumsal ihtiyaçların giderilmesi amacından; bu esas amaçtan kopartılarak, kendisi için amaca çevrilmiş olur.
Bir daha soralım: Bu unsurlar, eski düzenden; Çarlık düzeninden kalma unsurlar mıydı ve örgütlü olarak mı o günlere gelmişlerdi? Şüphesiz ki bu unsurlar Çarlık döneminden kalma burjuva sınıfın unsurları değillerdi. Ekim Devriminden sonra ve özellikle de ‘30’lu yıllarda burjuvazinin örgütsel var oluş koşulları tamamen ortadan kaldırılmıştı. Bunun ötesinde, Lenin’in tanımladığı gibi, kapitalist bir ilişkinin doğma ve gelişme koşulları da yoktu. Öyleyse bu unsurlar nereden çıkmışlardı? Bunlar, Stalin’in deyimiyle “komünist bürokratlar”dı. Bunlar, Sovyet sisteminin yetiştirmiş olduğu ve ‘30’lu yıllarda çıkartmış oldukları derslerle kendilerini korumayı başaran ve sistem içinde ayrık otu gibi kök salan küçük burjuva “komünist”lerdi. Bolşevikler ‘30’lu yıllarda atılan adımların; gelişen üretim ilişkilerinin ve yönetici tabakanın nasıl şekillendiğini tam anlamıyla kavrayamamışlardı; sınıf düşmanının üzerine idari mekanizmalarla gitmek, işçi sınıfını ve geniş emekçi yığınların inisiyatifini sürekli geliştirmemek, sonuçlarını bu açıdan da vermişti. Bütün kararları alan yöneticiler ve “alınan kararları uygulayan” işçiler arasındaki ilişkinin sonuçları, Voznessenski’lerin ve Yaroşenko’ların doğması ve karşı devrimci gücü oluşturması olmuştu.

Stalin 1936’da söylediğini hatırlayalım (6) . 1952’de ise şöyle diyordu:
Sosyalist toplumda... direniş örgütleyebilecek.... eski (ömrünü doldurmuş, çn) sınıflar yoktur. Tabii ki sosyalizmde de üretim ilişkilerindeki değişmelerin zorunluluğunu kavramayan geri kalmış tembel güçler olacaktır. Ama tabii ki çatışma olmaksızın kolayca onların üstesinden gelinebilir” (7).

Gerçekten de, ömrünü doldurmuş sınıflar 1952’de yoktu. Burası doğru. Ama bu doğru, o dönemin Sovyet gerçeğini tam anlamıyla aydınlatmıyordu. Stalin, “bürokratın en tehlikeli tipi, komünist bürokrattır” tespiti yapmasına ve bu güçlerden kaynaklanan tehlikeye dikkat çekmesine rağmen, kendisiyle tartışan güçlerin gerçek gücünü tam anlamıyla görememişti. Yönetici tabaka, o küçük burjuva tabaka, örgütleniyordu ve bütün faaliyeti, siyasi iktidarı ele geçirmeye, proletarya diktatörlüğünü yıkarak kapitalizmin yeniden inşasının yolunu açmaya ve inşa etmeye yönelikti. Komünizme doğru gelişmenin yolunu kesmek isteyenler, ömrünü doldurmuş sınıfların kalıntıları değil, “yeni” sınıfın, yönetici tabakadan oluşan sınıfın unsurlarıydı. Bu unsurlar, kapitalizmi inşa edecek olan sosyo-ekonomik itici güçlerdi ve sosyalist toplumun inşa sürecinde doğmuşlardı; parti, devlet, ordu, sendika görevlileri, işletme yöneticiler vs. Bunlar, toplumsal çıkarlardan ziyade kendi çıkarlarını düşünüyorlardı.
...
XIX. Parti Kongresinde MK’nın siyasi raporunda Bolşeviklerin hatalarından bahsediliyordu. İdeolojik faaliyetin küçümsenmesi, zaafların üzerine Bolşevik ruhla gidilmemesi, kadro seçiminde ve icraatın kontrolünde Bolşevik anlayıştan sapılması vb. Daha önceki kongrelerde de birtakım hatalara dikkat çekilmişti. Ama bu türden hatalar, ağır hatalar olsalar da, münferit olma, sistemin özüne nüfuz edememe özelliğini taşıyorlardı. XIX. Kongrede dile getirilen hatalar ise sistemin özüne nüfuz etmiş, sistemi sarsan, oldukça ciddi ve kapsamlı hatalardı. Bu anlamda XIX. Kongredeki hatalar ile daha önceki kongrelerde dile getirilen hatalar arasında belirgin bir farkın olduğu, XIX. Kongrede dile getirilen hataların münferit olmadıkları, münferit olumsuzluklara yol açmadıkları, tersine köklü olumsuzluklara yol açmış oldukları açıktır, tartışma götürmez bir gerçekliktir. XIX. Kongrede ifade edilen eksikliklerden ve belirtilen hatalardan dolayı bu türden unsurlar, açıktan, tartışma adı altında karşı devrimci görüşler öne sürebilecek güce gelmişlerdi.

Böylesi hatalardan kaçınılabilinir miydi, bu unsurların doğmasına maddi temel teşkil eden koşulların gelişmesi engellenebilir miydi? Şüphesiz bu hatalardan kaçınılabilir ve bu unsurların doğmasına maddi temel teşkil eden koşulların gelişmesi engellenebilirdi. Bunun engellenememesi, Bolşeviklerin de kabul ettikleri belli hataların işlenmesi, SB'de üretim ve mülkiyet ilişkisinin artık sosyalist olmaktan çıkmış olduğunu asla göstermez. Bu hatalar ve bu unsurların varlığı, sosyalist inşadan tamamen sapılmış olmanın da ifadesi değildir. Bu hataların işlenmesinde ve bu unsurların doğmasında, dünyanın ilk sosyalist ülkesini inşa etmekten; ilk olmaktan kaynaklanan tecrübesizliğin rolü de küçümsenemez. Rusya’nın koşulları göz önünde tutulursa tecrübesizliğin belirleyici önemi haiz olduğu görülür. Bu tecrübesizlik, geçiş sistemi olan sosyalizmin pratikte “el yordamı” ile kuruluyor olduğunu içeriyordu.

Demek oluyor ki:
Bolşeviklerin elinde, geliştirilmiş bir geçiş toplumu teorisi; komünizme geçiş toplumu teorisi yoktu. Yani ekonomide ve üst yapı kurumlarında, toplumsal ilişkilerde gelişmiş bir sosyalizm teorisi yoktu. Bolşevikler, sosyalist toplumu inşa sürecinde bu teoriyi geliştirdiler ve genelleştirdiler. Ve bu kolay olmadı. Bunu zorlaştıran faktörler, sadece, her alanda iç ve dış düşmanlara karşı mücadeleyi ifade etmiyordu. Bolşevikler, geri seviyede olan bir ekonomi ve üretim ilişkileri devralmışlardı. Karşı karşıya kalınan zorlukların önemli bir kısmı bu durumdan kaynaklanıyordu. Bütün bu noktalar göz önünde tutulmadan yapılan bir değerlendirme, SB'de inşa edilen sosyalizmi, Bolşevik Parti ve önderi Stalin’i inkâra, mahkum etmeye götürecektir. O dönemin devasa ve başarılı mücadeleleri içinde Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, enternasyonal komünist işçi hareketinin on yıllarca elde edemediği tecrübeler elde etmiş ve bunları teorileştirmiştir.

Ama eksik kalan, tam anlamıyla kavranamayan olgular da vardı. Yeni gelişen sınıfa yaklaşım buna tipik bir örnektir. ‘50’li yılların başında Stalin, sosyalizmin ölümcül bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu görmüştü. Ama bu tehlikenin sosyo-ekonomik itici güçleri konusunda, bunların sınıfsal karakteri konusunda yeteri derecede kavrayışın olduğu söylenemez. Stalin, bir taraftan eski sınıfın kalmadığından bahsediyordu. Bu doğruydu ve tehlike de bunlardan kaynaklanmıyordu. Aynı zamanda Stalin, “komünist bürokrat”ları, “bürokratların en tehlikeli tipi” olarak tanımlıyor ve böylece esas tehlikenin güçlerine dikkati çekiyordu. Keza söz konusu tartışmalar da tehlikenin kimlerden kaynaklanacağını gösteriyordu. Stalin, bu unsurların düşüncelerinin ne anlama geldiğini; bunların düşüncelerinin kapitalizmi yeniden inşaya hizmet ettiğini pekala görmüştü. Bundan dolayıdır ki, bu unsurlara karşı sert tavır alınmıştı. Ama bunlar idari-cezai tedbirlerdi. Proletaryanın, geniş yığınların harekete geçirilmesi düşünülmüyordu.

'40’lı yılların sonunda, ‘50’li yılların başında SB'de karşı devrimci güçler, “masum” ve “sol” önerilerle sosyalist inşayı yıkmaya çalışıyorlardı. Bu tehlike, işletme yöneticilerinden kaynaklanıyordu. Onlar, merkezi yönetim sistemini kaldırmayı ve “ademi-i merkezi” bir yönetim sistemi getirmeyi talep ediyorlardı. Amaç açıktı; bağımsız karar vermek ve bağımsız hareket etmek. Yugoslavya’da uygulanmış olan “özyönetim” sisteminin esas sahipleri Voznessenski’ler, Yaroşenko’lar ve daha nice Sovyet işletme yöneticileriydi. Stalin ve Bolşevik Parti, bu karşı devrimci güçleri ezmişlerdi. Ama bu nihai bir eziş değildi. Çünkü sorun kökten çözümlenmemişti.
Karşı devrim, Stalin’in ölümünü beklemeye başladı.
...

SBKP(B)'nin XX. Parti Kongresi-Burjuva Bürokratların Zaferi

1956'dan sonra partide, devlette ve ekonomik kurumlarda önderlik burjuva unsurların eline geçmiş, proleter dünya görüşü, ilişkileri, idare yöntemleri, geri plana itilmiştir. Hâlâ proleter olanlar, hâlâ komünist olanlar mahkum edilmişler, direnenler de takibata maruz kalmışlardır.
Kruşçev ve şürekası, şüphesiz ki, doğrudan doğruya klasik kapitalizmi kuramazlardı; onların kurdukları, yeni tipten bir kapitalizmdi. Bu kapitalizm, klasik burjuvazinin tanıdığı özel mülkiyete, çıplak burjuva özel mülkiyete dayanmıyordu. Bu kapitalizm, iktidarı ele geçiren bürokrasinin ortak sömürüsünün maddi temelini oluşturuyordu. Yani bürokratların kapitalizmiydi. Bürokrat kapitalizmi. Bu kapitalizmin sınıfsal temelini de, yeni tip burjuvazi/bürokratlar oluşturuyordu.
Şunu da biliyoruz. SB'de kapitalist restorasyonun toplumsal dinamikleri iki türden bürokratların saflarından gelmedir. Bu unsurların iktidarı gasp edene kadarki gelişme süreçlerini, özellikle partili bürokratların gelişme süreci olarak görmek gerekiyor. Ama, ne zamanki bu unsurlar, siyasi iktidarı gasp ettiler ve Marksizm-Leninizmi, partinin genel çizgisini revizyona tabi tuttular, işte onlar bu andaki teori ve pratikleriyle modern revizyonizmin savunucuları, kendileri de birer modern revizyonist oldular. SB'de modern revizyonistler, cepte parti üyeliği defteri olan bürokratlardan, Stalin'in deyimi ile “komünist bürokrat”lardan kaynaklanmıştır ve bu unsurların önderliğinde sosyalizm, bürokrat kapitalizme, küçük burjuva bürokratlar da modern revizyonistlere dönüşmüştür. Bu, niceliğin birikerek, belli bir aşamadan sonra nitelik dönüşümüne uğramasıdır. Bu, küçük burjuva dünya görüşünün, yaşam tarzının vb. bürokratizm biçiminde gelişerek (nicel gelişme) 1956 darbesiyle modern revizyonizme (nitelik sıçraması) kızıl maskeli burjuva karşı devrime dönüşmesidir.
Sovyetler Birliği’nde geriye dönüş, bir başka ifadeyle üst yapı ve altyapıda kapitalist/burjuva restorasyon, 1950'den önce mi başlamıştı, yoksa 1956 darbesinden sonra mı başlamıştı’ sorusu, revizyonist/kapitalist blokun yıkılışından sonra da güncelliğini korudu. Olguların ortaya çıkardığı gerçek, restorasyonun 1956 darbesinden sonra başladığıdır.
Kruşçev, işletme yöneticilerinin programını uygulamak için işe koyulmakta gecikmedi. Daha 1954’te Sovyet idare sisteminin eksikliklerini ve yapılan hataları kullanarak ekonomide bürokratik yapılara karşı adeta savaş açmıştı (8).
Kruşçev modern revizyonistleri partiyi, şekillenen hakim sınıf üstünde ve bu sınıfın kanatları arasında dengeyi sağlayan ve siyasi ipleri elinde tutan bir mekanizmaya dönüştürüyorlardı. Dolayısıyla parti içinde her bir grubun görüşlerini savunanlar vardı ve iktidar kavgasını da bunlar veriyorlardı. Yani parti, yeni sınıfın şekillenmesine paralel olarak fraksiyonlara ayrılıyordu.
SB'de kapitalizmin, Titocu “özyönetim üzerinden yeniden inşasını engelleyen işçi sınıfı değildi. Sovyet işçi sınıfı, siyasi olarak güçsüzleştirilmişti ve gelişmelere müdahale edemeyecek kadar veya etse de sonuç alamayacak kadar siyasi iktidardan uzaklaştırılmıştı, örgütsüzleştirilmişti. Geriye parti ve devlet mekanizmasında faal olan bürokrat kesim kalıyordu. Bu kesim, özellikle parti bürokrasisi, zaten proletarya diktatörlüğünü, işçi sınıfını “temsil” ediyordu.

Şekillenen yeni hakim sınıfın kanatları arasında çıkar çatışması olgusunun bizzat kendisi, işçi sınıfının siyasi iktidardan ne denli uzaklaştırılmış olduğunu gösteren en önemli kıstastır. Stalin’in ölümüne kadar olan dönemde işçi sınıfı, proletarya diktatörlüğü ile yeni hakim sınıfın unsurları arasında bir mücadele söz konusuydu. Ve geriye dönüşün bu unsurları, aralarında çıkar çatışması olsa da, kendilerini bir bütün olarak yok edebilecek güce, yani işçi sınıfına karşı her halükarda ortak hareket ediyorlardı. Demek ki işçi sınıfı, daha sonraki dönemde belirleyici önemi haiz bir tehlike olmaktan çıkmış olmalı ki, yeni şekillenen hakim sınıfın bu grupları kendi aralarında siyasi iktidar kavgası verebiliyorlardı.

XX. Parti Kongresinde, Şubat 1956’da durum değişir. Stalin’in ölümünden sonra hızla güçlenen ve “ülkenin beyleri” konumuna yükselen liberal işletme yöneticilerinin bu parti kongresinde güç kaybına uğradıkları görülür. Peki ne olmuştu?

Şekillenen yeni sınıfın her iki kanadının ortak sınıfsal çıkarı şuydu; işçi sınıfını siyasi iktidardan uzaklaştırmak, onu etkisiz hale getirmek, amaçlarına ulaşmak için köylülüğü müttefik güç olarak kullanmak ve nihayetinde üretim ve dağıtım (bölüşüm) üzerinde yegâne belirleyici güç olmak. Esas amaç buydu ve Stalin’in ölümünden sonra şekillenen yeni sınıfın söz konusu ana grupları, bir taraftan ortaklaşa, bütünlüklü bir güç olarak proletarya diktatörlüğünün temeline dinamit korken; işçi sınıfını iktidardan uzaklaştırırken, kendi aralarında da hakimiyet kavgası vermişler ve bu kavganın ilk aşamasında liberal işletme yöneticilerinin çıkarları hakim olmuştu. Parti ve devlet mekanizmasındaki bürokratik kesim, liberal işletme yöneticilerinin talepleri doğrultusunda atılan adımlara bir yere kadar ses çıkartmamış, ama belli bir noktadan sonra, gelişmenin kendisini tamamen saf dışı bırakacağını anladıktan sonra, buna karşı çıkmaya başlamıştı.

XX. Parti Kongresinde işletme yöneticilerinin, fabrika müdürlerinin, “ülkenin beyleri”nin haklarından bahsedilmez. Bu, her iki fraksiyonun, güç bakımından nihai sonuç alacak durumda olmamalarının bir sonucudur. Bu dönemde Kruşçev ve avene takımı, her iki grup arasında belli bir denge kurmakla meşguldür. Öyle ki her iki grubun kendi çıkarları doğrultusundaki açıklamalarında ileri gidilmemesi için eleştiriler de yapılır. Parti mekanizmasını kullanan Kruşçev, adeta bir Bonapart’tır ve parti de bonapartizmin aracıdır. 5 Nisan 1956 tarihli Pravda’da yayınlanan temel bir makalede her iki zararlı eğilimden ve bunlara karşı mücadelenin gerekli oluşundan bahsedilir (9). Parti mekanizmasını elinde tutan Kruşçev, zararlı bu iki eğilime karşı mücadele eden kişi/önder konumundadır. Ama aslında o, her iki tarafın üstünde durmaya çalışandır.

Bu iki kesim arasında çatışmanın çıkması kaçınılmazdı. Sosyalizmin inşa sürecinde bürokrasinin bu iki kesimi arasında şu veya bu konuda görüş ayrılığının olması gayet doğaldır. Çünkü üretimin merkezi planlanması her zaman somut koşullara tekabül etmeyebilir. Yani devlet ve parti, planlama mekanizmalarında merkezi karar alan bürokrasi, bizzat üretim alanında olan ve somut koşullarla doğrudan doğruya karşı karşıya kalan işletme yöneticilerinin görüşleriyle aynı paralelde olmayabilir. Proletarya diktatörlüğü koşullarında; sosyalizmin inşası koşullarında bu iki kesim arasındaki muhtemel görüş ayrılığı eleştiri-özeleştiri sürecinde, yoldaşça tartışmalarla giderilir. Bu, SB'de böyle olmuştur. Ama ne zamanki yozlaşma başlarsa, işte ondan sonra bürokrasinin bu iki kesimi arasındaki görüş ayrılığı, çatışma, her bir kesimin kendi imtiyaz ve çıkarları için mücadeleye dönüşür. Şüphesiz ki, her iki taraf da mücadeleyi sosyalizmin geleceği için, gelişmesi için sürdürdüğünü söyler. Ama bu, sadece bir maskedir. Niyet başkadır. Niyet, mevcut imtiyaz ve özel hakları korumak ve geliştirmektir. Bu mücadeleyi, bürokratik sınıfın, yeni şekillenen bürokratik kapitalist sınıfın bu iki kesiminden hangisi daha güçlü ve örgütlüyse o kazanır. Tabii bu kesimlerden hangisinin güçlü olacağı, belirttiğimiz gibi, ülkenin somut verili koşullarından kaynaklanır.

Karşı devrimci nitel sıçrama; sosyalizmden revizyonizme geçiş, toplumu komünizme doğru geliştirmeyi hedefleyen ve bu doğrultuda kararlı ve tutarlı faaliyet sürdüren öznel gücün; devrimci öznel faktörün etkisiz kaldığı anda, noktada gerçekleşmiştir. SB'de böyle bir sıçramanın; karşı devrimci dönüşümün Kruşçev’in iktisadi reformları döneminde başlamadığını veya iktisadi reformlar vasıtasıyla olmadığını görüyoruz. Reformlar, sadece birer sonuçtu. Malenkov, XIX. Parti Kongresinde Sovyet toplumunda görülen çürümeden bahsediyordu. Kruşçev revizyonistleri tam da bu çürümenin ifadesiydi. Ve onlar, imtiyazlı tabaka konumundan hakim sınıf konumuna gelmek için çaba harcıyorlardı. Stalin’in sağlığı döneminde bu amaçlarına ulaşamadılar ve ölümünü beklediler. SB'de karşı devrimci nicel birikim, Stalin’in ölümünden sonra hızla gelişmiş ve XX. Parti Kongresi, karşı devrimci güçlerin nitel sıçramayı gerçekleştirdikleri an olmuştur. Demek oluyor ki süreç, Stalin döneminde başlıyor, onun ölümünden sonra hızla gelişiyor ve XX. Parti Kongresinde de yeni bir niteliğe bürünüyor. XX. Parti Kongresi, SB'de sosyalizmden nihai olarak revizyonizme geçişin, bu karşı devrimci sıçramanın gerçekleştirildiği tarihsel-zamansal andı.
Sosyalist inşa, geriye dönüşün olmayacağı, kapitalizmin yeniden inşasının tamamen ortadan kaldırıldığı anlamına gelmez. Özellikle meta üretiminin sınırlı da olsa var olduğu, değer yasasının sınırlı da olsa geçerli olduğu koşullarda kapitalizmi yeniden inşa etmenin maddi koşulları var demektir. Bu konuda Stalin şöyle der:
Bizde, Sovyet ülkemizde kapitalizmin yeniden inşasını olanaklı kılan koşullar var mıdır? Evet vardır. Belki de size garip gelecek, ama bu bir gerçektir yoldaşlar. Kapitalizmi devirdik, proletarya diktatörlüğünü kurduk ve güçlendirilmiş bir tempoyla ve köy ekonomimizle kaynaşarak sosyalist sanayimizi geliştiriyoruz. Ama kapitalizmin köklerini henüz söküp atamadık. Peki nerede bulunuyor bu kökler? Bu kökler, meta üretiminde, kent ve özellikle kır küçük üretiminde bulunuyor. Lenin’in dediği gibi, kapitalizm gücünü küçük üretimden alır. Çünkü, ne yazık ki dünyamızda hâlâ pek, pek çok büyük miktarda küçük üretim vardır. Oysa küçük üretim durmadan her gün, her saat kendiliğinden ve geniş ölçülerde kapitalizmi ve burjuvaziyi doğurur (10).

Bu gelişmenin panzehiri proletarya diktatörlüğüdür, gelişen, derinleşerek inşa edilen sosyalizmde meta üretiminin sınırlarının sürekli daraltılması ve bu üretimin yok edilmesi ve böylece de değer yasasının etki alanının ortadan kaldırılmasıdır. SB'de sosyalizmin inşa süreci, proletarya diktatörlüğü var olduğu ve meta üretiminin dar sınırları içinde yapıldığı müddetçe kapitalizmi yeniden inşa tehlikesinin gerçekliğe dönüşemeyeceğini göstermiştir. Ama XX. Parti Kongresinden sonra durumun tamamen değiştiğini, proletarya diktatörlüğünün, sosyalist devletinin “bütün halkın devleti”ne dönüştürüldüğünü, bütün üretimin meta üretimi olarak kabul edildiğini ve dolayısıyla değer yasasının bütün ekonomide geçerli olduğunun kabul edildiğini görmekteyiz.
...
SB'de üst yapı yozlaşmasaydı, altyapı yozlaşır mıydı, kapitalizmin yeniden inşası mümkün olur muydu? Olmazdı. Çünkü sosyalist üst yapı, altyapının; bu durumda sosyalist ekonominin gelişme seyrini, sınıfsal karakterini doğrudan belirler. Bu nedenle SB'de altyapının yozlaşması, kapitalist restorasyon, üst yapının yozlaştığının açık ve doğrudan ifadesidir. Burada söz konusu olan, üst yapı ile altyapı arasındaki diyalektik bağdır ve karşılıklı etkilenmedir. Bu, oldukça karmaşıktır; birbirlerini gelişme yönünde tetiklerler ve sonuçta aynı üretim biçiminde buluşurlar, yani birbirine tekabül eden koşulları oluştururlar. SB'de olan da buydu; yozlaşan üst yapı, kendine uygun altyapının gelişmesinin yolunu açmış, onu tetiklemiş ve kapitalist restorasyon gerçekleşmiştir.
Lenin, “Marksizm, meta üretimi üzerine kurulmuş bir toplum, gelişmesinin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak bizzat kapitalizmin yoluna girecektir diye öğretiyor” der. SB'de de ekonomi, gelişmesinin belli bir aşamasında, reformların açtığı kapitalist yola bizzat girmiştir. Ekonomideki bütün reformlar, kapitalizmin yeniden inşasına hizmet etmiştir. Dağıtım, mübadele, ekonominin yönetimi, bizzat üretim, çeşitli aşamalarında ekonomik reformlar tarafından kapitalist dönüşüme uğradılar.
SB'de üst yapının yozlaşma sürecinin ilerlemesi, mülkiyetin karakterinde görülen değişmeler, işgücünün metaya dönüşmesi, aynı zamanda kapitalist sömürünün yeniden geçerli kılındığı anlamına gelir. Bu süreç, kapitalist meta üretiminin kaçınılmaz sonucuydu. Başka türlü de olamazdı. Çünkü Marks’ın dediği gibi, “meta üretimi, kendisine özgü yasalarıyla uygunluk içinde, kapitalist üretim haline geldiği ölçüde, meta üretimi ile ilgili mülkiyet yasaları da kapitalist el koyma yasalarına dönüşür” (11).
...

Kaynaklar:

1) Bruno Rizzi; “The Bureaucratisation of the World”, s. 18/19, 1939.
2) (Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Das Proletariat und seine Führung” ara başlığı altında, s. 8, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

3) L. Trotzki; “Probleme der Entwicklung der UdSSR", “Programm und Platform der Linken Opposition im Kampf gegen Stalinfraktion” içinde, s. 217, 218, 219, Intarlit, Dortmund, 1977.

4) L. Trotzki; “Verratene Revolution”, “III. Sozialismus und Staat” bölümünden, Türkçesi, s. 73). www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap05.htm.

5) L. Trotzki; ”Verratene Revolution, V. Sowjetthermidor”, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap05.htm.

6) L. Trotzki; “Verratene Revolution”, “V. Sowjetthermidor” bölümünden,

7) Leo Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale (Das Übergangsprogramm)”, s. 1 ve 2. Türkçesi; s. 13-15.

8) Leo Trotzki; Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” - “Der gegenwärtige Krieg und das Schicksal der modernen Gesellschaft” ara başlığı altında, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

9) Bruno Rizzi; “The Bureaucratisation of the World”, s. 24, 1939, http://www.marxists.org/archive/rizzi/bureaucratisation/index.htm.

10) Bruno Rizzi; “The Bureaucratisation of the World”, s. 24, 1939, http://www.marxists.org/archive/rizzi/bureaucratisation/index.htm.

11) M. Lebrun; “Mass and Class in Soviet Society”, The New International, May 1940,

12) Marks-Engels Toplu Eserleri; C. 34, s. 128, Friedrich Engels'ten A. Bebel'e mektup, 18-28 Mart 1875.

13) Cora Stephan (Hg.), „Zwischen den Stühlen oder über die Unvereinbarkeit von Theorie und Praxis. Schriften Rudolf Hilferdings 1904 bis 1940“ Dietz Verlag J.H.W. Nachf. 1982, s. 293.

14) L. Troçki; “Manifesto of the Fourth International on Imperialist War and the Imperialist War-Imperialist War And The Proletarian World Revolution” “The problem of leadership” ara başlığı altında, www.marxists.org/history/etol/document/fi/1938-1949/emergconf/fi-emerg02.htm).

15) L. Troçki; “Manifesto of the Fourth International on Imperialist War and the Imperialist War-Imperialist War And The Proletarian World Revolution”, “Either socialism or slavery” ara başlığı altında, www.marxists.org/history/etol/document/fi/1938-1949/emergconf/fi-emerg02.htm.

16) Bkz.: http://www.marxists.org/history/etol/document/fi/1938-1949/fi-2ndconf/1946-conf01.htm.

20) Natalia Sedova Trotsky; „Resignation from the Fourth International“,
www.marxists.org/archive/sedova-natalia/1951/05/09.htm.
21) Bkz.: http://www.socialistreview.org.uk/article.php?articlenumber=11223, From an interview with The Leveller, 1979.
22) Emest Germain (Emest Mandel], »Prospects and Dynamics of the Political Revolution against the Bureaucracy«, Fourth International, Nr. 1 (Winter 1958).

23) Milovan Djilas, On New Roads to socialism. Address delivered at the pre-election rally of Beigrade students, 18 March 1950, Belgrad (Jugoslavenska Knjiga) 1950, S. 12-13.

24).(Milovan Djilas; “The Storni in Eastern Europa”, TheNewLeader, 19. November 1956).

25) Milovan Djilas; “The Storni in Eastern Europa”, TheNewLeader, 19. November 1956).
(Milovan Djilas; “The New Class. An Analysis ofthe Communist System”, New York, 1957. Hier zit. nach der dt. Ausg.: Die neue Klasse. Eine Analyse des kommunistischen Systems übers, v. Reinhard Federmann, München (Kindler) 1960, s. 68.
26) Bkz.:George Novack’s Understanding History, The Problem Of Transitional Formations.
www.marxists.org/archive/novack/works/history/ch09.htm George Novack; “The Problem of Transitional Formations”, International Socialist Review, November-Dezember 1968.

27) Leo Trotzki; Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Die Theorie des “bürokratischen Kollektivismus” ara başlığı altında, s. 6.

Makale 18

1) Stalin; C.14, s. 80.
2) Örneğin, önceleri, partide en yüksek maaş kırsal alan için 180 ruble, büyük şehirler için 250 ruble idi. Bu, '20'li yılların sonuna kadar böyle kaldı. Burjuva aydınlar ise bu miktarın birkaç mislini alıyorlardı ve imtiyazlıydılar (Örneğin konut temini).
3)Stalin; C. 1, s. 63.
4) Marks-Engels Toplu Eserleri; C. 4, s. 481.
5) “Bazı yoldaşlar, bilimin yasalarının, özellikle de sosyalizmde politik ekonominin yasalarının nesnel karakterini inkâr ediyorlar. Politik ekonomi yasalarının, insanların iradesinden bağımsız cereyan eden süreçlerin yasallığını yansıttıklarını inkâr ediyorlar. Onlar, tarihin Sovyet devletine verdiği özel rol nedeniyle Sovyet devletinin, önderlerinin politik ekonominin mevcut yasalarını ortadan kaldırabilecekleri, yeni yasalar “koyabilecekleri”, yeni yasalar “yaratabilecekleri” anlayışındalar.
Bu yoldaşlar, tamamen yanılıyorlar. Görüldüğü gibi onlar, nesnel olarak, insanların iradesinden bağımsız olarak doğada ve toplumda cereyan eden süreçlerin yasallığını yansıtan bilimin yasalarını, hükümetlerin çıkardıkları, insanların iradesine göre düzenlenen ve sadece hukuki gücü olan yasalarla birbirine karıştırıyorlar” (Stalin; C. 15, s. 255/256).

6) “Toprak beyleri sınıfı, bilindiği gibi daha iç savaşın muzaffer bitişiyle yok edilmişti. Diğer sömürücü sınıflara gelince; onlar da toprak beyleri sınıfının kaderini paylaştılar. Sanayide kapitalistler sınıfı kayboldu. Tarımda kulaklar sınıfı kayboldu. Ticaret alanında tüccarlar ve spekülatörler kayboldu. Böylelikle bütün sömürücü sınıflar kayboldu.
Geriye işçi sınıfı kaldı.
Geriye köylüler sınıfı kaldı.
Geriye aydınlar kaldı” (Stalin; C. 14, s. 61, SSCB Anayasa Taslağı Üzerine).

7) Stalin; C. 15, s. 302.
8) Bkz.: 1954’ün ilk baharında Yüksek Sovyet’teki konuşması.
9) Bkz.: W. Leonhard; “Die Revolution entlässt ihre Kinder”, s. 210.
10) Stalin; C. 11, s. 201/202, “Über die rechte Gefahr in der KPdSU (B)”.
11) Marks-Engels Toplu Eserleri; C. 23, s. 613, Kapital, C. 1, s. 613