deneme

27 Eylül 2021 Pazartesi

DİKTATÖR ERDOĞAN ABD’DEN ELİ BOŞ MU DÖNDÜ?

 

DİKTATÖR ERDOĞAN ABD’DEN ELİ BOŞ MU DÖNDÜ?

Coğrafyanın Jeopolitikada Oynadığı Rol

 

Diktatör Erdoğan ABD’den eli boş dönmedi. Bunun böyle olduğunu yakınmalarından anlıyoruz. Diktatör ABD hakkında şimdiye kadar söylemediğini birkaç gün içinde arka arkaya sıraladı. Bunu yapmak zorundaydı, aksi taktirde kendi kendini bitirirdi. Ne dediğini alt alta sıralayalım:

-“İki NATO ülkesi olarak şu andaki gidiş pek hayra alamet değil.”

-“Türk-Amerikan ilişkilerinde sağlıklı bir sürecin işlediğini doğrusu söyleyemem.”

-“Bize sürekli S-400’ü dayatmalarını bir defa bizim kabul etmemiz mümkün değil. Bizim için S-400 işi bitmiştir. Buradan geri adım atmamız da mümkün değil. Amerika’nın bunu uluslararası diplomaside, ilişkilerde doğru bir yere oturtması gerekir. Ama şu ana kadar bunu oturtamadılar. Biz Türkiye olarak dürüst davranıyoruz, duruşumuz dürüsttür ama Amerika maalesef dürüst davranmadı, davranmıyor.”

-“Şunu da bilmeleri gerekir ki artık eski Türkiye de yok. Bu Türkiye başka bir Türkiye. Savunma sanayisinde de biz her geçen gün daha ileri gidiyoruz, daha ileri gideceğiz. Ama yarın ‘Niçin F-35’i almıyorsun?’ diyemezler. Vermezsen almayız. O zaman biz daha başka kapılara da müracaat ederiz.”

-”Sen bana şimdi Patriot vermeyeceksin, ondan sonra biz S-400’ü aldığımızda ‘Niye S-400’ü aldın?’ diyeceksin. Türkiye, kendi savunmasına yönelik ne gerekiyorsa onu alır. Gerekirse bunları üretmeye de başlar. Zaten şu anda başladık.”

-“Benim Başbakan, Cumhurbaşkanı olarak yaklaşık 19 yıllık yöneticilik hayatımda Amerika ile olan münasebetlerimde geldiğimiz nokta maalesef iyi bir nokta değil. Ben oğul Bush ile iyi çalıştım, sayın Obama ile iyi çalıştım, sayın Trump ile iyi çalıştım ama sayın Biden ile iyi başladık diyemem.”

-”İki NATO ülkesi olarak bizim çok daha farklı bir konumda olmamız gerekir. Eğer beklenen noktada değilsek, bunları da ifade etmek gerekir. Çünkü ben şu ana kadar Amerika'daki liderlerin hiçbiri ile böyle bir konum yaşamadım. Ama şu anda maalesef böyle bir durumdayız ve Amerika'da bizim münasebetlerimiz iki NATO ülkesi olarak bu olmamalı.”

-"Temennim odur ki iki NATO ülkesi olarak birbirimizle hasmane değil, dostane davranalım.” -"Biz bundan sonraki dönemde de kimse bizim, savunma sistemleri noktasında, hangi ülkeden, ne kadar, ne alacağımıza karar veremez. Bunun kararını verecek olan biziz."

"Türkiye birilerinin eline avucuna mı bakacak?"

Kusura bakmasınlar. Türkiye'nin güvenlik riskini kim paylaşacak? Türkiye kendi güvenliğini kendisi temin edemezse, acaba birilerinin eline avucuna mı bakacak? Sen bana Patriyot vermeyeceksin, hangi ülkeden hangi savunma sistemini aldığıma müdahale edeceksin... Böyle bir şey olamaz."

Basında bu “sistem”lerden, kırgınlıktan, umduğunu bulamamaktan yeteri kadar sonuç çıkartıldı, analizler yapıldı. Açıkçası işin o yanıyla pek ilgili değilim.

Diktatör Erdoğan'ın BM vesilesiyle gittiği ABD’de muhataplarıyla görüşememesinden çıkartılması gereken başka sonuçlar da var.

Daha önceki bir yazıda “Son Dönemde ABD-AB-Türkiye İlişkileri” (Marksist Teori, Sayı 47) ve “ABD/AB-Türkiye İlişkilerinde Yeni Bir Dönem Mi?” yazısında (http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2021/06/abdab-turkiye-iliskilerinde-yeni-bir.html#more) bazı tespitleri hatırlatmakta yarar var:

ABD Türkiye’den somut olarak ne istiyor?

Demokrasi, özgürlük vb. türünden ikiyüzlülüklerini bir kenara bırakalım. Taraflar arasındaki ilişkileri somutlaştırırsak kimin kimden ne istediği açığa çıkar:

1)Güney Kafksya (Azarbeycan-Ermenistan savaşı)

2)Ortadoğu:Suriye/Rojava; İdlib; Irak/Güney Kürdistan

3)Doğu Akdeniz

4)Kıbrıs

5)Libya

6)Rusya

Bu alanlardaki Türkiye-ABD ilişkilerinin niteliği nedir? Buralarda sadece bir gerginlik mi yoksa çelişkiler mi söz konusudur?

1-Güney Kafkasya (Azerbaycan-Ermenistan savaşı) ABD ile Türkiye arasında bir gerginliklik değil, açıktan birer çelişkidir. Türkiye ABD’ye rağmen Rusya ile işbirliği yaparak bu savaşa doğrudan müdahil olmuştur.

2- Suriye/Rojava, İdlib ve Irak/Güney Kürdistan eksenli Ortadoğu’da ABD ile Türkiye arasında bir gerginlikten değil, çıkar bazında bir çelişki yumağından bahsedebiliriz.

3-Doğu Akdeniz’de ABD ile Türkiye doğrudan karşı karşıyadır.

4-Kıbrıs'da ABD ve Türkiye doğrudan karşı karşıyadır.

5-Libya’da ABD ve Türkiye doğrudan karşı karşıyadır.

6-Türkiye’nin Rusya politikasına ABD doğrudan karşıdır.

Bundan sonra ne olacak?

ABD’nin Türkiye’yi zorlamak, eski düzene döndürmek için elinde devasa ekonomik potansiyel var, Türkiye’yi uluslararası alanda siyasi-diplomatik olarak zorlayabilir. Askeri alanda ambargo ile Türkiye’nin askeri gücünü zayıflatmaya çalışabilir, çalışıyor. Türkiye’de yeni bir darbe girişiminde bulunabilir. Ancak ABD, Türkiye’ye karşı silah (savaş açmak anlamında) kullanmaz. Türkiye’den korktukları için değil, jeopolitik nedenlerden dolayı Türkiye’yi tamamen kaybetmemek için.

Bu yazılarda ABD-Türkiye ilişkilerinin gelişme seyrinin nasıl olacağı üzerine bazı ihtimallerden de bahsedilmişti. Bunlardan birisi “Beyaz sayfa açalım, ikincisi “Bir reset; ilişkileri sıfırlayarak, yenide başlatmak olur mu?”, üçüncüsü de Bir restleşme olur mu? Mümkündür.”dü.

Bugün gelinen noktada ABD-Türkiye ilişkilerinde sessiz sedasız bir restleşme olduğunu görüyoruz.

Taraflar, karşılıklı ilişkilerin seyrini belirleyen hiçbir konuda taviz vermediler. O yazılarda aşağıdaki sorular sorulmuştu. Şimdi cevabını da verebiliriz:

-Türkiye, ABD istiyor diye Orta Asya’nın fiziki yolunu açan, Rusya’nın hiçbir emperyalist gücü yaklaştırmadığı Güney Kafkasya'dan çıkar mı? Çıkmadı.

-Türkiye, ABD istiyor diye Güney Kürdistan’daki üslerini terk eder mi? Terk etmedi.

-Türkiye, ABD istiyor diye Rojava’daki işgal alanlarından çıkar mı? Çıkmadı.

-Türkiye, ABD istiyor diye SDG ile barışabilir mi, Suriye’nin kuzeyinde Kürt oluşumunu kabul eder mi? Barışmadı ve kabul etmedi.

-Türkiye, ABD istiyor diye Kıbrıs'dan çıkar mı? Çıkmadı.

-Türkiye, ABD istiyor diye Libya’dan çıkar mı? Çıkmadı.

-Türkiye, ABD istiyor diye Doğu Akdeniz’de kıyıdaş ülke olarak hakkı olan MEB’den vaz geçer mi? Vaz geçmedi.

-Türkiye, ABD istiyor diye Ege Denizi’nde Yunanistan ile sorunlarının, Yunanistan dayatmasına göre çözülmesini kabul eder mi? Kabul etmedi.

-Türk burjuvazisi, ABD istiyor diye “Mavi Vatan” doktrininden vaz geçer mi? Vaz geçmedi.

-Türk burjuvazisi, “Anadolu’nun savunması”nı “Mavi Vatan”dan başlatma anlayışından vaz geçer mi? Vaz geçmedi.

-Türkiye, ‘S-400’den geri adım atmayacağız’dan vaz geçer mi? Vazgeçmedi.

Diktatör Erdoğan bu konuların hemen hepsini “kırmızı çizgi”, “ulusal çıkar” ilan etti: Çıkmam, kabul etmem diyor. Ne kadar direneceğini veya ilişkileri eskisi gibi devam ettirme kıvamına getirebilmek için ne kadar yumuşatılacağını göreceğiz. Son seyahat diktatörün direnmeye devam ettiğini göstermektedir.

Nihayetinde Amerikan emperyalizminin dünya jeopolitiğinde esas düşman Türkiye değil, Çin ve Rusya’dır. Bundan dolayı ABD’nin restleşmesinin arka planında hala ve ileriki zamanda da Türkiye’yi kazanmak vardır, olacaktır.

Kısaca: Bunca tantanadan, şovenizmden, asarım keserimden sonra geniş bir alanda giriştiği emperyalist politikadan, işgallerden vaz geçer mi? Son seyahat diktatörün direnmeye devam ettiğini göstermektedir.

Bu nedenlerden; çelişkilerin mevcut seyrinden dolayı diktatör Erdoğan ABD’den eli boş dönmemiştir. Elinde bir restleşme sepetiyle dönmüştür. Bu restleşme ileride hangi biçimler alır orası ayrı bir konu. Belki de ABD bu baskılama, ilişkileri gergin tutma tavrını ‘23 seçimlerine kadar devam ettirir. Destekliyorum dediği muhalefet seçimleri kazanırsa (Erdoğan'ın iktidarı bırakıp bırakmayacağından bağımsız olarak) yeniden istediği ilişkileri kurma ortamı oluşabilir. Erdoğan'ın kazanması durumunda geriye dönüşü olmayan bir yola girilmiş olur. Her halükarda Türkiye-ABD ilişkileri, Türkiye’nin boyun eğmemesi, direnmesi durumunda gergin/çelişkili olacaktır.

Aslında Türkiye söz konusu sorunlar bazından ABD’den bir şey istemiyor, sadece işime karışmayın, diyor. İsteyen taraf ABD. Ne istiyor? Bu işlerden vazgeç, eski Türkiye ol; ilişkilerimizi şimdiye kadar nasıl sürdürdüysek öyle sürdürelim diyor. Türkiye açısından kabul edilemez olan tam da budur. Türk burjuvazisi göz hizasında ilişki talep ediyor.

Türkiye’nin kendini kabul ettirmesi, dünya jeopolitiğinde yeni bir değişim sürecine neden olabilir. Şimdiye kadarki jeopolitik kurgulamalar altüst olabilir. Bu, Türkiye’nin yeni bir güç olarak kendini kabul ettirmesi demektir.

Sonuçta ya Türkiye kendini kabul ettirir veya da “şamar oğlanı” olur. Göreceğiz.

Türkiye, sahada elde ettiğini, masada onaylatmak peşindedir. Sürekli saldırı konumunda olamayacağını biliyor. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminden buyana sürekli yayılmacı bir politika izledi ve yayıldı da. Şimdi, bu yayılmacılığı diplomasi süreciyle kabul ettirmek peşinde. Bu nedenle Doğu Akdeniz’de sondaj gemilerini geri çekti, “Mavi Vatan”dan fazla söz etmiyor. Taviz verdiği, geri adım attığı için değil, masanın kurulmasına, sorunun diplomasi yoluyla çözümüne hazırım demek için yaptı, yapıyor.

Küçük burjuva düşünce tarzına göre, Erdoğan bu gelişmeden “eli boş döndü” ve şimdi de Putin’e yöneldi, ama onun karşısında zayıf bir konuma sahip türünden değerlendirmeler yapıyor. Bu değerlendirmelerin hepsinde dünya jeopolitikasında Türkiye’nin stratejik konumunun oynadığı rol göz önünde tutulmamaktadır. Neresinden bakarsanız bakın Doğu (Asya) ile Batı (Avrupa), Güney (Afrika, Okyanuslar) ile Kuzey (Rusya) arasında kavşak noktası bu coğrafyadır. Dünya hakimiyeti için jeopolitika üretme imkan ve yeteneğine sahip olan her bir emperyalist ülke, bu özelliğinden dolayı Türkiye ile ilişkilerini herhangi bir ülke ile ilişki olarak göremez. Bu nedenle ne ABD ne Rusya ve şimdi de ne Çin Türkiye’den vazgeçemez. Ülkenin bu özelliğinden dolayı Erdoğan şimdiye kadar iki ülke (ABD-Rusya) arasında uyguladığı taktiği şimdi üç ülke (ABD-Rusya-Çin) arasında uygulamak zorunda kalacaktır.

Putin, Erdoğan ile görüşmesinde soruna bu açıdan bakacaktır. Elbette Erdoğan’ı sıkıştıracaktır. Örneğin şu İdlib sorunu çözülsün diye, Kırım’a bu kadar atıfta bulunma diye vb. Belki de Esad ile buluşturmaya çalışacaktır. Ancak, elime fırsat geçti, meyveyi toplamaktansa, ağacı kökünden keseyim diye düşünmeyecektir. Bu coğrafyada Rusya’nın yanında olan bir Türkiye, Amerikan emperyalizmini perişan eder.

İkili görüşmelerde hangi sorunların nasıl ele alındığını birkaç gün sonra -29 Eylül- göreceğiz.

Rusya Türkiye’ye karşı “soğuk savaş” döneminin tavrını alamaz. O zaman saflar açıktı; bir taraftan Batı dünyası, diğer taraftan revizyonist dünya. Bir taraftan NATO, diğer taraftan Varşova Paktı. Jeopolitik olarak ikiye bölünmüş dünyanın hali böyleydi. Şimdi o dünya yok. Şimdi çok rekabet merkezli bir dünya ve yeniden saflaşma, müttefikleşme süreci söz konusu. Bu nedenle görüşmelerde Rusya, Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alacak, ama aynı zamanda İdlib sahasında, Kırım konusunda adım atması için diretecektir.

Ancak, Türkiye-ABD arasındaki bir hesaplaşma söz konusu olursa Rusya ve Çin, Türkiye’nin yanında yer alabilirler. Bunu kendi emperyalist, jeopolitik çıkarları için yapacaklardır. Rusya’nın güneye inmek için Boğazlara ne kadar ihtiyacı olduğu açık. ABD ve ortaklarının Çin’i denizden ablukaya alması başarılı olursa Çin’in dünyaya açılmak için tek kapısı Türkiye olur. “Bir kuşak bir yol”un kara ayağı, Afganistan-İran-Türkiye veya Orta Asya Türk cumhuriyetleri-Hazar Denizi-Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye’dir. Başka yol yok. Çin, Avrupa kapısına dayanmak istiyorsa Türkiye’nin çıkarlarını dikkate alacaktır.

Bu durumda ABD-Türkiye ekseni veya ilişkileri Türkiye/Rusya/Çin-ABD/AB eksenine, ilişkilerine dönüşür. Çin ve Rusya’nın jeopolitik çıkarları böyle bir eksenin oluşmasına uygun düşmektedir. Ancak Türkiye böyle bir eksen değişiminden yana mıdır, değil midir, bunu zaman gösterecek. Açık olan şudur ki, Türk burjuvazisi Batı ve Doğu arasında sıkışmış durumdadır. Bu sıkışmışlık durumu coğrafyanın ülkenin kaderini, geleceğini ne kadar ve nasıl etkilediğini de gösterir. Batı’yla yürümüyor Doğu ile yürür mü süreci ne kadar uzarsa her ikisi arasındaki sıkışmışlık durumu da o kadar uzar.