UKRAYNA’DA BİRBİRİNE “GEL GEL” EDENLER
VE
“AT PAZARLIĞI”
Dünyanın jeopolitik haline baktığımızda üç ülkenin “Ali kıran baş kesen”lik yaptığını görüyoruz. Bunlardan birisi gerileyen/çöken ve dünya hegemonyasında elinde olanı kaybetmeyerek ömrünü uzatmaya çalışan savunmadaki Amerikan emperyalizmi. İkincisi Putin önderliğinde yeniden toparlanan Rus emperyalizmi. Üçüncüsü ise ahtapot gibi dünyayı sarmaya çalışan Çin emperyalizmi. Bu üç ülke doğrudan dünya jeopolitikasına oynuyor. Tabii 2. , 3. kategoride yer alan bölgesel “Ali kıran baş kesen” ülkeler de var. Ancak, bu ülkelerin hiçbirisi tek başına veya kendi önderliğinde müttefikleriyle beraber dünya jeopolitikasına oynayacak güçte değiller ve artık öyle bir güç olmalarının maddi koşulları da pek kalmamıştır. İngiltere, ancak ABD ile ortaklık halinde hareket edebilir. Fransa’nın, “grande Nation” olarak böbürlenme, gidip işgal etme dönemi çoktan bitmiştir. Kanada, en fazlasıyla ABD’nin kuyruğuna takılır. İtalya’nın Akdeniz’de, Libya’da gözü vardır, ama kimin arkasından gideceği belli olmaz. Almanya’nın dış politikasında esas olan AB’yi kaybetmemektir. Ukrayna meselesinde savaş çığırtkanlığına katılmaması, ABD ile ters düşmesi, Rusya ile ekonomik, siyasi ilişkilere önem vermesi bu ülkenin nerede durmak istediğini gösterir. Japonya, ancak ABD ile ortak hareket ederek dünya jeopolitikasında yer alabilir. Hindistan’ın ne tarafa yaslanacağı; ABD’den yana mı, yoksa Rusya’dan yana mı tavır alacağı henüz pek belli değil. Aynı durum Türkiye için de geçerlidir. İran ise yerini çoktan belli etti.
AB, siyasal, “ulusal” bir birlik değildir, sadece ekonomik bir entegrasyondur; bu birliğin içinde önde gelen her bir emperyalist ülkenin kendi sermayesinin çıkarlarına göre politika belirlenmesini isteme diye bir derdi vardır. Bu nedenle AB hiçbir zaman jeopolitika üretecek yeteneğe sahip olamaz. Ancak, AB’yi Çin’e, Rusya’ya karşı harekete geçirebilmek için başka araçları kullanmak gerekir. Bu anlamda en önemli araç NATO’dur. “Rus tehdidi”ne karşı AB ancak yaptırımlardan bahseder, ama NATO farklı dilden konuşmak anlamına gelir. Bu nedenle ABD, AB’yi kendi politikasına yedeklemek için NATO’yu araç olarak kullanmaktadır.
Bu üç “Ali kıran baş kesen”, dünya jeopolitikasının seyrini doğrudan etkileyen iki geniş bölgede karşı karşı karşıyalar: 1-Asya-Pasifik bölgesi. 2-Doğu Avrupa.
Doğu Avrupa, Ukrayna merkezli ele alındığındaki tanımıyla, Ukrayna-Rusya-Karadeniz merkezli ele alındığındaki tanımı birbirinden oldukça farklıdır. Dolayısıyla bu bölgede oynanan jeopolitika oyunu da her iki tanımlamaya göre değişiyor. Ancak sorunun bugün gelinen aşamasında sadece Ukrayna merkezli tanımın pek önemi kalmamıştır. Bu perspektiften bakıldığında bu tanım en fazlasıyla Alman emperyalizmini yakından ilgilendirir. Ukrayna-Rusya arasında savaşı değil, “barış”ı istediğini, Ukrayna’ya silah göndermeyi reddederek açıklayan Almanya, Rusya ile iktisadi ve siyasi ilişkilerinin kesintiye uğratılmasından yana değil.
Duruma Ukrayna-Rusya-Karadeniz merkezli bakıldığında çok geniş kapsamlı, çok aktörün müdahil olduğu geniş bir alanı ilgilendiren jeopolitik hamleleri görüyoruz. Bu hamlelerin içinde Türkiye’yi çembere alma; Rusya’yı çembere alma; Montrö Boğazlar Sözleşmesini delme; Karadeniz’i bir ABD/NATO gölüne çevirme; Dedeağaç üzerinden Rusya’nin Ege Denizi trafiğini (Boğazlara giren çıkan) kontrol etme; Bulgaristan üzerinden daha ziyade Ukrayna için silah, asker, askeri araç sevkıyatını sağlama.
ABD, Baltık ülkelerinden Polonya sınırı, Ukrayna, Romanya, Bulgaristan (aynı zamanda Batı Karadeniz sahili) ve Yunanistan üzerinden Ege Denizi’ni (Dedeağaç-Girit hattı) birleştirerek, Doğu Akdeniz’e inen Baltık-Doğu Akdeniz hattını inşa etmeye çalışıyor. Görüldüğü kadarıyla ABD Rusya’yı bu hatta durdurmak, çembere almak istiyor. Amerikan jeopolitiği uğrunda bu hatta savaşması gerekenler de NATO ve AB’dir.
Akdeniz’den başlayarak Karadeniz’e, Ukrayna ve Baltık ülkelerine doğru gidelim. Amerikan emperyalizmi istediği Türkiye’ye yeniden kavuşmak için her türlü baskının yanı sıra ülkeyi çevrelemek için fiili adımlar da atmaya başladı. Güney Kıbrıs, silah sevkıyatı ve üslerle askerileştirildi. Yunanistan ile 1990’da imzalanan Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması güncellendi. Bu anlaşmaya göre ABD Yunanistan’da çok sayıda üs talep etti ve kuruyor. Amerikan talebi 20’den fazla üs kurmaktır. Dikkati çeken Girit ve Dedeağaç’a büyük yatırımlar yapmasıdır. ABD bunu yapmak zorundadır, çünkü konvansiyonel kapasitesiyle artık dünyanın her tarafında kendi çıkarına göre hareket etmeyen ülkeleri hizaya getirme durumu kalmadı. Bunun ötesinde esas askeri ağırlığı Asya-Pasifik bölgesine kaydırdığı veya kaydırıyor olduğu için başka bölgelerden, örneğin Akdeniz’den bir kısım deniz gücünü çekmek zorunda kalıyor. Varlığını sürdürebilmek için de üs kapasitesini genişletiyor. Bu nedenle de Yunanistan'a devasa yatırımlar yapmaktadır.
Amerikan emperyalizmi açısından Girit-Dedeağaç hattı oldukça kritiktir. Her ne kadar jeopolitik ağırlık merkezini Asya-Pasifik’e kaydırmış olsa da Baltık ülkelerinden Ukrayna/Karadeniz, Romanya, Bulgaristan Yunanistan hattı Rusya’yı bu alana sıkıştırmak, bu alanda çevrelemek için tutulması gerekmektedir. Akdeniz’den yukarıya doğru bu alanda Girit-Dedeağaç hattı oldukça önemlidir.
Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’ni kontrol eden ABD, Rusya’nın ümüğüne çökebilir, çünkü Rusya’nın dış ticaretinin yüzde 60’dan fazlası bu deniz güzergahından geçiyor.
Esas yığınak Girit-Dedeağaç hattında yapılmaktadır. Bu yığınak karadan Bulgaristan ve Romanya üzerinden Ukrayna’ya ulaştırılmaktadır. Bu nedenle Girit-Dedeağaç (Yunanistan)-Bulgaristan, Romanya ve Moldova hattı çok önemlidir. Tabii, bir kısım yığınak da Tuna nehri üzerinden sağlanacaktır.
Dedeağaç sadece bir sevkiyat merkezi değildir. Belki bu, Dedeağaç’ın tali yanıdır. Dedeağaç’a yerleşen ABD’nin esas amacı hem Rusya’yı hem de Türkiye’yi kontrol etmektir.
Çanakkale ve İstanbul boğazlarını ve dolayısıyla Marmara Denizini kontrol etmek Rusya’nın güneye tek giriş yolunu kontrol etmek anlamına gelir. Rusya’dan çıkan ve Rusya’ya giden bütün deniz trafiği Amerikan kontrolü altında demektir. Aynı kontrol durumu Türkiye için de geçerlidir.
Girit-Dedeağaç ekseninde Girit, Doğu Akdeniz’in kontrolü için oldukça uygundur. Amerikan emperyalizmi Girit üzerinden Türkiye ve Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini de kontrol etmeye çalışacaktır.
Girit-Dedeağaç ekseni Ege Denizi’nin tamamının kontrol edilmesi anlamına gelir.
Dedeağaç Amerikan emperyalizmi için aynı zamanda bir sıçrama tahtasıdır. Karadeniz’e kıyıdaş olmadığı için ABD’nin bu denizde askeri olarak istediği gibi hareket etmesi mümkün değil. Ama en kısa zamanda Karadeniz’deki gelişmelere müdahil olabilmesi için Bulgaristan ve Romanya’ya kısa zamanda ulaşabilir.
Dedeağaç aynı zamanda Bir Yol Bir Kuşak projesi bağlamında Çin’e karşı da önemlidir. Nihayetinde bu proje Türkiye’den geçerek Kapıkule’de AB sınırlarına varmaktadır. ABD, bu bölgeye yerleşerek resmen bu kapıyı tutmuş oluyor.
Dedeağaç, Türkiye’nin batıdan, Rusya’nın da güneyden çevrelenmesinin merkezi konumundadır. Aslında hem Türkiye hem de Rusya jeopolitik olarak Amerikan emperyalizmi tarafından kuşatılıyor: Batıda Ege Denizi, güneyde de Kıbrıs Rum kesimi-Girit hattıyla kuşatılıyor. Bu kuşatma Dedeağaç-Ege Denizi-Girit- Kıbrıs Rum kesimi-Suriye hattı olarak uzatılabilir.
Aynı kuşatılmışlık durumu Rusya için de geçerlidir. Rusya, Baltık ülkeleri, Polonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Ukrayna ve Gürcistan üzerinden çevrelenmiş durumdadır. Sadece Türkiye, Rusya’ya karşı Amerikan çevrelemesine katılmıyor. Nasıl ki, ABD yukarıda adı geçen ülkeleri Rusya’ya karşı kışkırtıyor, kendi çıkarlarına göre çevreleme için kullanmayı yoğunlaştırmaya çalışıyorsa aynı politikasını Türkiye üzerinde de sürekli denemektedir. Bunun en tipik örneği Montrö Boğazlar Sözleşmesinin delinmesi için sürekli bastırmasıdır.
Bir taraftan Türkiye ve Rusya jeopolitik kuşatılma bakımından aynı konumdayken, diğer taraftan jeopolitik olarak birbirlerine rakiptir. Aynı durum Rusya ve Çin için de geçerlidir.
Türkiye ve Rusya jeopolitiğini birbirine bağlayan iki faktör var. Bunlardan birisi Türk boğazlarıdır. Rusya İstanbul-Çanakkale boğazlarından geçmek zorundadır, aksi taktirde Kuzey kutbunu ve Pasifik kıyılarını kullanarak Akdeniz’e veya örneğin Afrika’ya ulaşabilir. Bunun mantıklı bir yanı olmayacağına göre Rusya Türkiye ile iyi geçinmeye çalışacaktır.
Diğer taraftan Türk dünyası; Türk Devletleri Teşkilatı Rusya’yı Çin sınırına kadar güneyden kuşatmaktadır. Türk Devletleri Teşkilatı jeopolitik kurumsallaşmadır. Rusya için şimdilik bir sorun olmasa da Rus jeopolitiğinin bir gözü sürekli bu alandaki gelişmede olacaktır.
Rekabet ve ortaklık arasında gidip gelen Türkiye-Rusya ilişkileri veya yine rekabet ve ortaklık arasında gidip gelen Türkiye ABD ilişkileri, Türkiye’nin hangi eksende yer alacağına bağlı olarak kaçınılmaz biçimde değişecektir. Coğrafi (stratejik) konumu itibariyle Türkiye Baltık ülkelerinden Doğu Akdeniz’e uzanan hattın jeopolitik olarak en hassas alanıdır. Türkiye, Rusya-Çin yanında yer alarak ABD/NATO’ya veya ABD/NATO yanında yer alarak Rusya/Çin’e devasa bir jeopolitik darbe vurabilir. Şimdilik her iki güç arasında gidip geliyor; belli bir denge politikası uyguluyor. Bu politikanın uygulanmasını örneğin Suriye sahasında gördük. Burada sorun, bu denge politikasının nereye kadar gideceğinden ziyade söz konusu bu alanda Türkiye’nin tavrının ne olacağıdır. Önümüzdeki dönemde dünyanın nasıl, hangi eksenlerde kutuplaşacağı artık bellidir; bir tarafta ABD, diğer taraftan da şimdilik Çin ve Rusya. Her iki taraf için stratejik bakımdan belirleyici önemi haiz bu coğrafya ne ABD ve nede Rusya/Çin tarafından gözden çıkartılabilir. Ukrayna krizine, Karadeniz sorununa, Montrö Boğazlar Sözleşmesine, Libya ve Doğu Akdeniz’e, Suriye’ye, Türk Devletleri Teşkilatına yaklaşım bakımından Türkiye’nin tavrı hangi tarafta durmak eğiliminde olduğunu gösterecektir.
Şöyle de ifade edebiliriz: Türkiye-ABD, Türkiye-Rusya ilişkileri dünya hegemonyasına oynayan iki jeopolitik güç ile ilişkilerdir. Buna yakında Çin de katılacak. Bu nedenle Türkiye’nin bu bölgede atacağı her adım, Ukrayna krizinde alacağı tavır ABD/AB/NATO tarafından olduğu kadar Rusya ve Çin tarafından da izlenmektedir. (Devrimci hareketin Türkiye’yi sömürge veya yarı sömürge, emperyalizme bağımlı ülke olarak görmesi sorunun özünde hiçbir şey değiştirmez.) Her iki taraf da Türkiye’yi jeopolitik çıkarları için kaybetmek istemeyecektir. Rusya açısından Ukrayna’ya SİHA satımı, örneğin Türkiye’nin Ukrayna’ya karşı NATO çerçevesinde bir savaşa pasif katılımı (üye olduğu için) hesabı sonra sorulabilecek, ama şimdi göz ardı edilmesi gereken “günahlar” olabilir. Bir Ukrayna savaşı durumunda Türkiye’nin Rusya ile geliştirdiği ilişkiler ABD tarafından da hesabı sonra sorulabilecek, ama şimdi göz ardı edilmesi gereken “günahlar” olabilir.
Ancak, NATO’nun müdahil olduğu bir Ukrayna savaşında Türkiye’nin tavrı, hangi tarafta durduğuna bağlı olarak Güney Kafkasya’da, Orta Asya’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Karadeniz’de ve başka alanlarda taraflaşacaktır; bu alanlarda veya başka sorunlarda ya ABD yanlısı veya da Rusya yanlısı olacaktır. Böyle bir savaşın maddi koşulları henüz yok ama olursa bu, Ukrayna bağlamında dünya jeopolitikasında güçler arasında ayrışmanın ilk adımı olur.
Diğer taraftan Türkiye, kendini aktör durumuna getireceğini sandığı hamle girişiminde bulunmak istiyor. Özellikle bu bağlamda “ara buluculuk” önerisi önemlidir. Ancak, ne Rusya ne de ABD Türkiye’ye böyle bir rol verir. Ama sadece bu önerinin kendisi diktatörün içeride ve uluslararası alanda imajının parlatılmasına yarayabilir. Belki de diktatör “ara buluculuk” önerisiyle buna oynamış olabilir.
Çin, son 30 senede; SSCB’nin dağılmasından bu yana hızlı bir gelişme göstermiştir. Şimdiye kadar gelişen emperyalist ülkelerden farklı olarak “Ali kıran baş kesen”likten ziyade “yumuşak gücü”nü emperyalist politikaları için kullanmıştır, kullanmaktadır. “Bir yol bir kuşak” projesiyle; sermaye ihracıyla (ülkeleri borçlandırmasıyla), başka ülkelerde alt yapı yatırımlarıyla, limanlar, topraklar kiralamasıyla, bir kısım klasik emperyalizme bağımlı olan ülkeleri kendi yanına çekebilmiş, siyasi ve ekonomik gücünü Asya, Afrika ve Latin Amerika’da yayabilmiştir.
Sonuç itibariyle:
Bu jeopolitik “it dalaşı”nda Çin, ABD’nin dünya hakimiyetine meydan okuyan, yeniden paylaşım talep eden taraftır.
ABD, gerileyen/çöken hegemon güçtür; mevcut varlığını korumak için saldırarak savunmada olan güçtür. Amerikan emperyalizmi gerilemesinin bu aşamasında savunmasını ancak saldırganlıkla gerçekleştirebileceğini göstermektedir. Aslında ona saldıran yok. Ne Rusya ne de Çin ABD’ye saldırmaktadır. Çin gelişmesiyle, dünyanın yeniden paylaşımını talep etmektedir. Kimden? ABD’den. ABD kaybetmektedir. Sadece Rusya ve Çin karşısında değil, örneğin İran, Türkiye gibi ülkeler karşısında da kaybetmektedir. Her ülke eskisi gibi Amerikan çıkarları için ABD’ye hizmet etmekten yana değil. Örneğin ABD, artık Türkiye’yi istediği gibi yönetemiyor,Türkiye’nin dış politik açılımlarını belirleyemiyor, emperyalist politikalarının önüne geçemiyor. ABD-Türkiye arasındaki kriz alanları belli, ABD’nin Türkiye’ye veya Türkiye’nin ABD’ye yakınlaştığı bir sorun yok. Bu durumda Amerikan emperyalizmi sadece Çin ve Rusya’ya karşı kaybetmiyor, başka ülkelere karşı da kaybediyor. Kaybetmemek için savunuyor, savunusunu daha da saldırgan olmakla gerçekleştiriyor. Bugün Ukrayna krizinde bunu çok açık bir biçimde yaşıyoruz. Kışkırtan, Rusya’ya “gel gel” diyen, Ukrayna’da askeri yığınak yapan, NATO’yu devreye sokan, AB’yi Ukrayna için harekete geçiren, Karadeniz'de Türkiye’yi Rusya’ya karşı kışkırtmaya çalışan, Montrö Boğazlar Sözleşmesini delmeye teşvik eden, Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO üyeliğiyle Rusya’ya karşı kışkırtan ABD’den başkası değildir. Bütün bunlar gerileyen bir hegemon gücün elinde kalanı daha da saldırgan olmakla, savaş çığırtkanlığı yapmakla savunmaya çalıştığını göstermektedir.
Rusya’nın ABD ile günümüzdeki hesaplaşmasında saldırganlık yok. Ama bu onun “Ali kıran baş kesen” olmadığını göstermez. 2008’de Gürcistan’a saldırdığında “Ali kıran baş kesen”di. Daha öncesinde Afganistan’ı “Ali kıran baş kesen”likle işgal etti. Keza Kırım’ın işgali de bir “Ali kıran baş kesen”liktir. Jeopolitikanın ruhunda savaş, istila, işgal vardır. Ancak Rus emperyalizmi Ukrayna’nın (aynı zamanda Gürcistan’ın da) NATO üyesi olmalarının Amerikan emperyalizminin Rus sınırlarına dayanması anlamına geldiğinden hareketle buna müsaade etmeyeceğini söylüyor.
Ancak bu söylem sadece doğru değil, başka bir taktiği de, “Ali kıran baş kesen”liği de içermektedir. Bu taktiğin; Rusya’nın NATO’yu sınırlarından uzak tutma taktiğinin aynı zamanda başka bir amacı var; ABD’ye eskisi gibi NATO’yu ve AB’yi sorunsuz bir biçimde kendi çıkarlarına koşamayacağını göstermek. Nitekim Ukrayna üzerine savaş çığırtkanlığının dozajı biraz artırılınca AB’den çatlak sesler yükselmeye başlamış ve NATO’nun Doğu Avrupa’daki yeni üyeleri dışında savaşa pek niyetli olmayan üyeleri de belli olmaya başlamıştır. Örneğin Almanya, Fransa, Türkiye tavırlarını bu yönde gösteriyorlar.
ABD, Rusya’nın bir kısım askeri gücünü Doğu Avrupa’da bağlayabilir. Ama aynı sorun ABD için de geçerlidir. ABD mevcut durum göz önünde tutulursa kime güvenerek güçlerinin bir kısmını Asya-Pasifik bölgesine çekecek? Avrupa’da, daha doğrusu AB içinde yeteri kadar çatlak sesler ortaya çıktı. ABD bu sesleri duymak istemeyebilir. Kendisine karşı çıkan çatlak sesler ABD’nin artık eskisi gibi koalisyonlar kuracak durumda olmadığını göstermektedir. Baskı politikası da artık pek işe yaramıyor. Bunu 2. Irak savaşı döneminde denedi ve Avrupa ikiye bölünde; ABD çıkarları için Irak’ı istilaya hazır AB ülkeleri ve buna katılmak istemeyen AB ülkeleri. 2003’te Irak'ı işgale hazırlık döneminde o zamanın ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’in Avrupa’yı savaşa katılmak isteyenler ve istemeyenler olarak iki kategoriye ayırdığını düşünelim. Şimdi de benzer bir durum yaşanmaktadır. Örneğin Almanya. NATO çerçevesinde Ukrayna’ya ağır silah göndermeyeceğini açıkladı. Aynı zamanda silahlar Alman menşeli olduğu için Estonya’nın Ukrayna’ya ağır silahlar göndermesine de karşı çıktı. Alman donanma komutanının istifası (istifa ettirilmesi) da bu yönde değerlendirilmelidir.
Diğer taraftan Fransa da NATO’nun Ukrayna üzerinden Rusya ile bir çatışmaya girmesine sıcak bakmıyor.
En fazlasıyla İngiltere ABD ile Rusya’ya karşı ortak hareket etmekten çekinmiyor, ABD’nin kışkırtıcı politikalarına katılıyor, uzman asker gönderiyor.
Amerikan emperyalizmi kendi yeni jeopolitik doktrinini ve Ukrayna konusuna müttefiklik ilişkisini anlama bakımından birkaç kez kendi ayağına sıktı:
-Rusya’yı esas düşman, Çin’i baş rakip olarak ilan etti.
-Ama yeni jeopolitik doktrinini Çin merkezli geliştirmeye başladı; askeri güçlerini Asya-Pasifik bölgesine kaydırma esprisi.
-Sonuçta ne o ne bu dercesine her iki ülkeyi, yani Rusya ve Çin’i birlikte kuşatmaya girişti.
-Ukrayna krizinde Rusya’nın “gel gel” taktiğini anlamadı.
-Ve savaşa hazırlık bakımından yanında çatlak ses çıkartan AB ve isteksiz NATO buldu.
Churchill’in dediği gibi, “ABD, diğer bütün yanlış alternatifleri denedikten sonra daima doğrusunu yapar.’’ Ancak şunu eklemeliyiz: ABD hala yanlış alternatifleri denemekle meşgul.
Rusya’nın ABD’ye sınırlarını gösterme taktiğinin başarısız olduğu söylenemez. Rusya dünyanın gözü önünde Ukrayna sınırına 100 bin asker sevk etti, devasa silah ve teçhizat yığdı. Ukrayna’ya saldıracağı psikolojisini öyle işledi ki, ABD bunu, Rusya’yı dünyanın gözünde saldırgan ülke olarak göstermek bakımından kullanmaya çalıştı. Arkasında çatlak ses çıkartan bir AB ve isteksiz bir NATO gördü.
Savaş çığırtkanlığını başka açılardan da ele almak gerekir. Bu doğrudan bir psikolojik savaştır. Karşılıklı tehdit, gözdağı, silah ve asker yığınağı taraflardan birinin geri adım atmasına neden olabilir. Geri adım atan kaybeden taraftır. Kazanan taraf da tek kurşun atmadan kazanmış olur. Her iki taraf da bu kazanımın veya kaybetmenin uluslararası alanda ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir. ABD kazanan olursa, hegemon güç olarak ömrünü biraz daha uzatmış, NATO da hala işlevsel olduğunu göstermiş, AB de Amerikan hegemonyasına bir müddet daha tahammül etmek zorunda kalmış olur. ABD, uluslararası alanda “Ali kıran baş kesen”lik yapmaya devam eder; Çin’i çembere almak için müttefiklik ilişkileri kolaylaşır.
Rusya kazandığında, Rus jeopolitiği adeta yeniden doğmuş olur; Rusya’nın uluslararası prestiji artar; ABD’nin Rusya’nın sınırlarına yaklaşması mümkün olmayabilir. ABD ve NATO ile sorunlu ülkeler Rusya’ya sempatiyle bakabilirler, bu anlamda Rusya’nın Afrika’daki nüfuzu etkili olmaya başlar.
Ukrayna savaşı, dünya jeopolitikasında saflaşmaya gebe olan bir savaş olacağı için kazanan taraf dünya hakimiyeti rekabetine bir adım önde başlamış olur.
Çin’in şimdilik yumuşak gücünü kullanıyor olması onun “Ali kıran baş kesen” olmadığını göstermez. Tayvan meselesinde tam bir “Ali kıran baş kesen”. Keza Güney Çin Denizi’nde bazı adaları işgal etmesi, sahiplenmeye çalışması o denize kıyıdaş olan ülkelerle yapılan bir anlaşmanın sonucu değildir, tam bir zorbalıktır, tam “Ali kıran baş kesen”liktir.
Çin bu yüzünü ileride daha açık bir biçimde göstermek zorunda kalacak, ABD ile hegemonya rekabeti bunu kaçınılmaz kılacaktır.
Şimdi Ukrayna’nın geleceği üzerine ABD-Rusya arasındaki “it dalaşı” bir tür “at pazarlığı”na dönüşebilir. Karşılıklı diş gösterme, savaş kışkırtıcılığı, “Ali kıran baş kesen”lik doruk noktasına gelmektedir. Ukrayna’da her iki tarafın doğrudan müdahil olacağı bir savaş için dünya ortamı hiç uygun değildir. Bunun bir intihar olacağını her iki taraf da biliyor. Bu nedenle son anda kriz dondurulur. Aynen Balkanlarda olduğu gibi.
Ukrayna'da her iki tarafın savaşa müdahil olmasının koşulları yok. Amerikan emperyalizmi arkasını toparlayacak; müttefiklerine söz geçirecek durumda değil. Rusya hem ekonomik olarak hem de Orta Asya’da nelerin olabileceği karanlığı içinde bu savaşa yanaşmaz. En fazlasıyla ayrılıkçılar ile Ukrayna bir müddet savaşır ve kontrollü yenişememe olacağı için krizin dondurulduğu bir anlaşma yapılır.