SOÇİ’DE ÇITA YÜKSELTİLDİ!
ERDOĞAN-PUTİN GÖRÜŞMESİ
Erdoğan-Putin
görüşmesinde (5 Ağustos 2022) her iki ülke arasındaki
ilişkilerin bu denli kapsamlı, derinleşmesi açık ve jeopolitik
merkezli ele alınacağı birçok çevreyi şaşırttı. Batı ne der
sorularının yanı sıra, Rusya ile bu ilişkilerin sonu nereye
varır kaygıları da dile getirildi.
Diktatör, kalabalık bir heyetle Soçi’ye gitti. Heyette yer alanlar (Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Ticaret Bakanı Mehmet Muş, Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan, İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir) görüşmelerin ne denli kapsamlı olduğunu göstermektedir.
Türkiye-Rusya arasında Ekonomik İşbirliği Mutabakat Zabtı imzalandı. Mutabakat zabtı, Ticaret Bakanı Mehmet Muş ve Rusya Başbakan Yardımcısı Aleksandr Novak tarafından imzaladı.
Novak, "Ticaret, ekonomi ve neredeyse tüm sektörlerde ilişkilerimizin gelişimini yeni bir düzeye taşıyan müzakereler çerçevesinde bugün çok önemli kararlar alındı" dedi.
Novak’ın açıklamalarına göre, Rusya ile Türkiye arasında özellikle ulaştırma, sanayi, tarım, turizm ve bilgi teknolojileri alanında işbirliği geliştirilecek.
Novak, Rusya ile Türkiye arasındaki doğal gaz ticaretiyle ilgili önemli kararlar alındığını, doğal gaz ödemelerinde kısmen rubleyle başlanıp, ulusal para birimlerine geçileceğini açıkladı.
Akkuyu Nükleer Santrali'nin 2023 yılında faaliyete geçmesi de alınan kararlar arasında.
Diğer bölgeler (örneğin Libya) üzerinde olduğu gibi Suriye üzerinde de duruldu. Toplantının ağırlık noktasını Rojava’nın oluşturacağı, diktatör yeni bir Rojava “seferi” için Rusya’nın onay vermesi için dil dökeceği genel beklentiydi. Anlaşılan pek öyle olmamış. Gündemin ilk sırasında yer alması beklenen Suriye-Rojava sorunu, yapılan açıklamalara bakılırsa üzerinde pek fazla durulan bir sorun olmamış.
Diktatörün “Sayın Putin konuyla ilgili Türkiye’ye yönelik adil bir yaklaşım sürdürüyor. Terörle mücadele noktasında her zaman yanımızda olacağını özellikle de ifade ediyor. Burada şunu bize ima ediyor: ‘Mümkün olduğunca bunları, rejimle birlikte çözme yolunu tercih ederseniz çok daha isabetli olur’ gibi bir yaklaşımı var. Biz de diyoruz ki, şu anda bizim istihbarat örgütümüz Suriye istihbaratıyla zaten bu konuları yürütüyor ama bütün mesele netice almak. Eğer istihbaratımız, Suriye istihbaratıyla bu çalışmayı yürütürken, buna rağmen hala orada terör örgütleri fellik fellik at oynatıyorsa bu konuda bize destek vermeniz gerekiyor diyoruz. Bu konuda da mutabakatımız var.” açıklaması, bu konuda Rusya’nın tavrını ve toplantının da bu tavrı değiştirmeyeceğini bildiklerini göstermektedir.
4 saatlik bir görüşme süresinde tarafların ekonomik, mali, turizm, enerji, askeri, ticari... konularda tartışarak o anlaşmaları imzalamış olamazlar. Orada daha öncesinden hazırlanmış olan anlaşmalar imzalanmıştır. Peki, diktatör ve Putin başbaşa ve arkasından heyetler toplantısında ne konuşulmuş olabilir? Ne konuşulduğunu ve konuşmanın kapsam ve derinliğini diktatörün şu sözlerinden anlıyoruz: “Siyasi, ekonomik ve ticari alanlarda birçok konuları ele aldılar ve şimdi de bizim bu konulardan sonra buna bir adeta nokta koymamız inanıyorum ki Türkiye-Rusya ilişkilerinde çok farklı bir sayfayı da açacaktır. Gerek enerjide gerek Karadeniz hattının tarımda, tahılda buradan atılan adımlar, turizmde yapılan görüşmeler, ulaşımla ilgili olarak atılan adımlar ki bütün bunlarla beraber bölgedeki bazı adımların atılması, bunlar gerek heyetlerimizin yaptığı, ama bizim de bugün başa başa bu ikili görüşmeyi yapmak suretiyle Türkiye ve Rusya'nın bölgede oynadığı rolü ortaya koyması bakımından çok önemli.”
Diktatör diyor ki, siyasi, ekonomik, ticari alanlarda bir çok konuyu ele aldık ve anlaşmaya vardık ve bu alanlarda aynı görüşte olmamız “Türkiye-Rusya ilişkilerinde çok farklı bir sayfayı da açacaktır.”
Bu görüşme Tahran zirvesinden (20 Temmuz 2022) 16 gün sonra gerçekleşiyor. Tahran zirvesi de NATO zirvesinden (29-30 Haziran 20229 20 gün sonra gerçekleşmişti. Tahran zirvesinin formatı başka olduğu için her iki taraf Soçi’de bir araya gelerek değişen dünya koşullarında pozisyon belirlemeye çalışmışlardır.
Ortadoğu’dan Doğu Akdeniz ve Libya’ya, Karadeniz’den Kafkasya’ya; Kafkasya’dan Orta Asya’ya; Baltık ülkelerinden Yunanistan’a; Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğinden Avrupa’da enerji krizine varana dek Amerikan ve Rusya jeopolitiğini ve Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren konular üzerine karşılıklı olarak görüşler dile getirilmiştir.
Soçi toplantısı “kurallara dayalı uluslararası dünya düzeni”nin savunulması için NATO’nun yeni “Stratejik Konsept”ini açıklamasından 4-5 hafta sonra gerçekleşiyor. Bu konsept Çin’in yanı sıra Rusya’yı da düşman hedef olarak görüyor. Şimdi, NATO’nun bu konseptini imzalayan Türkiye de, en azından imzaladığı için, Çin ve Rusya’yı düşman hedef olarak görmek zorundadır. Buna rağmen NATO’nun, Batı dünyasının ortak düşmanlarıyla, en azından somut durumda Rusya ile ilişkilerini hemen her alanda kapsamlaştıran ve derinleştiren adımlar atıyor. Her iki tarafın (ABD/NATO ve Rusya/Çin) dünya hakimiyeti için jeopolitik doktrinlerini uygulamaya çalıştıkları; müttefiklik ilişkilerini gözden geçirdikleri (yaygınlaştırdıkları ve yeni üyeler kazanmaya çalıştıkları); Rusya-Ukrayna savaşının devam ettiği; bu jeopolitik savaş merkezli pozisyonların güçlendirildiği bir süreçte gerçekleşen bir toplantının/zirvenin çok şey ifade etmesi gerekmez mi? Gerekir. Bu zirvenin ana konusu, ABD/NATO’nun savunacağını ilan ettiği “kurallara dayalı dünya düzeni”nin her iki ülke açısından gündeme getirdiği konulardır. Zaten bu bir biçimde ifade ediliyor.
Soçi’de imzalan 8 anlaşma ve ele alınan uluslararası konular Türkiye’nin ABD-Rusya arasındaki çelişkilere dayanan bölgesel/yerel denge politikasını şimdi uluslararası jeopolitik seviyede denge politikasına çıkartmış olduğunun işaretidir.
Bu durumda Rusya Türkiye’den ne isteyebilir?
Ukrayna savaşından dolayı Rusya kendisine karşı konan kapsamlı ambargoları delemin tek yolunun Türkiye ile kapsamlı ilişkilerden geçtiğini görüyor. Rusya aynı zamanda ABD/NATO’nun kendisini çevreleme adımlarından Türkiye ile ilişkileri geliştirmeden kurtulamayacağını da görüyor.
Baltık ülkelerinden Yunanistan’a (Girit adası) uzanan jeopolitik hat, Avrupa’yı Rusya’ya veya tersi, kapatıyor. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi olmasıyla Baltık Denizi de Rusya’ya kapatılmış olacak. Aynı şekilde bu iki ülkenin NATO üyeliği Kuzey Kutbu şeridini de Rusya’ya (esas olarak Çin’e) kapatacak. Bu durumda Rusya’nın denizlere açılması için elinde iki imkan kalmaktadır: Türkiye’nin çıkarlarını gözetmek ve Türk Boğazlarının açık kalmasını sağlamak. Bunu yapamazsa, dünya denizlerine açılmak için geriye kalan tek yol Vladivostok limanıdır. Bu limanı da Japonya çevreliyor. Rusya açısından nesnel durum bu.
Türkiye NATO üyesidir, bu üyeliğin gereğini yerine getirmek zorundadır. Yani NATO’nun yeni Stratejik Konsepti’ne göre Rusya’yı düşman olarak görmek zorundadır. Ancak, Türkiye’nin aynı zamanda ABD ile çelişkili olduğu durumlar/konular vardır. Diktatör, ABD’nin, NATO’nun, AB’nin her dediğine, her ambargolarına boyun eğmeyeceğiz, Ortadoğu’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, Libya’da; Kafkasya’da, Karadeniz’de, Ege Denizi’nde ulusal çıkarlarımızı savunacağız demeye devam ediyor. Bunlar da Türkiye’nin nesnel durumu.
NATO’nun Madrid Zirvesi öngününde imzalanan mutabakata uyulmazsa Finlandiya ve İsveç’in üyeliğini onaylamayız diyen Türkiye, bu tavrını sürdürüyor. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi olamamaları, Baltık Denizi’nin Rusya’ya kapanmaması, Kuzey Kutbu şeridinin de kapanmaması demektir. Bu, Rusya’nın istediği, ABD/NATO’nun ama hiç istemediği bir durumdur.
ABD/NATO, Karadeniz’i Rusya’ya karşı istedikleri gibi kullanamıyorlar. Karadeniz henüz bir NATO/ABD denizi değil. ABD/NATO, Rusya’yı bu deniz boyunca da çembere alamıyor. Bu durumda ABD’nin Kafkasya’ya ulaşımı ancak havadan gerçekleşiyor. Bu durumda, örneğin Gürcistan’ı her bakımdan fiziki olarak desteklemesi ancak hava yoluyla mümkün olabilir. Bunun ötesinde Kafkasya’da olamayan bir ABD, Yeltsin Rusya’sı koşulları da artık olmadığına göre, Hazar Havzasına ve Orta Asya’ya nasıl girecek?
Karadeniz’in ABD/NATO denizi olabilmesi ve Kafkasya ve Orta Asya’nın Amerikan çıkarlarına göre şekillendirilmesi için Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesini uygulamaması gerekir. Bu sözleşme uygulandığı müddetçe Amerikan jeopolitiği bu sahada uygulanamaz. Bu da Rusya’nın istediği, ama ABD/NATO’nun hiç istemediği bir durumdur.
Türkiye bu tavrını sürdürdüğü, nesnel olarak Amerikan jeopolitiğine ters düştüğü müddetçe Doğu Akdeniz, Libya ve Suriye’de Türkiye-Rusya ilişkileri her iki taraf için olumlu gelişecektir.
Rusya-Ukrayna savaşı ve beraberinde getirdiği kapsamlı ambargo şunu göstermiştir: Türkiye, Rusya için dünyaya, Avrupa’ya açılan tek kapıdır.
Türkiye, Rusya ve Ukrayna arasında sürdürdüğü, Ukrayna lehine taraflı “tarafsızlığı”yla, arabuluculuk çabalarıyla ve son olarak da tahıl anlaşmasıyla uluslararası alanda devasa bir saygınlık kazanmıştır ve diktatör de “şiştikçe şişmiştir”.
Şimdi Ukrayna tahılını ihraç ettiği için dünya çapında bir açlık krizinin önü alınmış gözüküyor. Soçi’de Rusya bizim tahılımız da ihraç edilsini gündeme getirdi.
Putin, Avrupa Türkiye’ye minnettar olmalıdır, diyor. En azından Türk akımı üzerinden gaz alabiliyor Avrupa. Böylece soğuk suyla duş almalarına, kışın soğuktan donmalarına gerek kalmayabilir. Bu ambargo delmekten başka bir şey değildir.
Avrupa/AB’nin enerji krizi, hemen kullanılabilir kaynak bulunmadığı müddetçe sürecek demektir. Kaynak çok, ama hemen kullanılabilir olan sınırlı. AB, başta da Almanya sorumluları çalmadıkları kapı bırakmadılar. Enerji veremeyiz diyen olmadı. Sorun, enerjiyi ulaştırmak için güzergahtı. Açık olan, sevkiyatın yapılabildiği tek güzergah Türkiye. TANAP boru hattı ve Türk Akımı Boru hattı. AB, bu kış bu hatlardan alabileceği enerjiye (gaz) bağlı olarak ya üşüyecek veya üşümeyecek, ekonomisini işler halde tutabilecek veya da krize girecek. Bu işin bu kadar basit olduğunu AB de biliyor.
Enerji sorunu son kertede AB ile ABD’yi karşı karşıya getirecektir. Amerikan çıkarları için AB’nin, başta da Almanya’nın daha ne kadar yetersiz enerjiye, fabrikaların kapanmasına boyun eğeceği, halkın huzursuzluğu göze alacağı bilinmez, ama bu durum uzun sürmez.
Enerji krizi AB ve ABD arasını açacaktır. Rusya ve Çin ile ekonomik ilişkisinin sürdürmek isteyen AB, başta da Almanya, ABD’ye gönülsüz boyun eğişini bir yerde sonlandıracaktır. ABD-AB arasındaki enerji sorunundan kaynaklı çelişkinin keskinleşmesi ABD’nin, AB’yi Rusya ve Çin’e karşı “köprü başı” olarak örgütleme hayalini yıkacaktır.
Soçi’de Türkiye-Rusya anlaşması, her ne kadar ekonomik, ticari, mali, turizm içerikli olsa da Batı için kabul edilir değildir. Jeopolitik düşmanlarla böylesi anlaşmalar onlara can suyu olacaktır, türünden düşünceler dile getiriliyor. Ancak, ABD/NATO, Türkiye’den istedikleri gibi hesap soracak durumda da değiller. Öyle olsaydı, bunun hesabını çoktan sorarlardı. Türkiye’yi eski, alışık oldukları, istediklerini yaptırdıkları Türkiye olarak yeniden kazanma umudundan hala vazgeçmiş değiller. Türkiye kaybedildiği zaman, Rusya ve Çin’e karşı Amerikan jeopolitiğinin bölgemizde sıfırlanacağının farkındalar. Ne Yunanistan ne bütün olarak Ortadoğu ne bütün olarak Güney Kafkasya Türkiye’nin stratejik konumunu doldurabilirler. Rusya ve ABD, Türkiye’nin sahip olduğu stratejik önemi ve bu konumun her iki tarafın jeopolitiksındaki vazgeçilemez yerini çok iyi biliyorlar. Üçüncü bilen de diktatör önderliğinde Türk burjuvazisidir.
Sonuç itibariyle şunu söyleyebiliriz. Yapılan anlaşmaların ötesinde stratejik ve jeopolitik önemi haiz olan konu ve alanlarda [Ortadoğu (Suriye, Rojava), Doğu Akdeniz, Libya, Güney Kafkasya (Ermenistan-Azerbaycan), Orta Asya,Yunanistan, muhtemelen Balkanlar (Kosova/Sırbistan), tahıl ihracı, enerji bağlamında AB, NATO bağlamında Finlandiya-İsveç] amaç ve elde edilebilir çıkar bakımından birbirini tamamen dışlayan üç güç (ABD-Rusya-Türkiye) bu konu ve alanlarda hakimiyet derdindeler. Üçü birden olamaz. Ya ABD veya da Rusya. Her biri tek başına da olamaz. Bu durumda ya Rusya’ya karşı ABD-Türkiye veya da ABD’ye karşı Rusya-Türkiye...
ABD ve Rusya soruna dünya jeopolitiği ve bu jeopolitikte iddiaları açısından bu sahalara hakim olmak gerekir diye bakarlarken, Türkiye bölgesel hakimiyet, bölgesel jeopolitika açısından bakmaktadır. Türkiye, hangisiyle beraber hareket edersem edeyim mutlaka çıkarım olmalıdır diyor.
Kimsenin kimseye güveni yok. Ne ABD’nin ne de Rusya’nın Türkiye’ye ve Türkiye’nin de ne ABD/NATO’ya ne de Rusya’ya güveni var.
Amerikan emperyalizmi, Türkiye’ye ‘ulusal çıkarım’ dediği her alanda (Suriye, Libya, Karadeniz, Ege Denizi, Doğu Akdeniz) ve her konuda (ambargo, S-400, savaş uçakları, Yunanistan’ın silahlandırılması ve bu ülkedeki üsler) havucun ucunu göstererek sopayla yaklaşıyor, Rus emperyalizmi ise yukarıda belirtilen zorunluluklardan dolayı havuçla yaklaşıyor.
Türkiye’nin her yanı adeta yanıyor, ateş topu. Her tarafındaki gelişme, müdahil olsun veya olmasın gelip Türkiye’yi buluyor. Bunun nedeni Türkiye’nin stratejik konumu ve bu stratejik konumun dünya hakimiyeti peşinde olan ülkelerin jeopolitikasındaki önemidir. Bir taraftan “kurallara dayalı dünya düzeni” ve diğer taraftan da bu düzenin reddi coğrafyamızda derin bir jeopolitik fay hattı olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki, “taraf olmazsan bertaraf olursun” formatında çıkıyor.
Yine de, bahsedilen anlaşmalar dışında ele alınan konularda Türkiye’nin ABD-Rusya arasında denge politikasında çıtayı bölgesel olmaktan küresel olmaya çıkartıp çıkartmadığını zaman içinde göreceğiz. Ancak, diktatörün bu oyundan maskara olarak çıkma ihtimalinin de hala yüksek olduğunu söylemek gerekir.