Türkiye, Balkanlar-Kafkasya/Hazar Havzası-Ortadoğu/Doğu Akdeniz üçgeninin merkezini oluşturmaktadır. Türkiye, bu üçgen içinde ayakta kalabilmenin ötesinde en güçlü ülkedir. Kaderi, coğrafyayla hiçbir ülkede görülmemiş derecede bütünleşmiştir. Dünya hegemonyası için rekabet eden emperyalist ülkelerin jeopolitiği bir biçimde Türkiye’yi ya doğrudan veya da dolaylı olarak ilgilendiriyor, etkiliyor. Örneğin ABD ve Rusya’nın jeopolitiği doğrudan etkilerken ve bundan dolayı da ilgilendirirken, Çin’in jeopolitiği şimdilik dolaylı bir etkide bulunuyor. Bunun nedeni Türkiye’nin stratejik konumudur. Türk burjuvazisi bu gerçeklikten kurtulamayacağını, “rahat” bırakılmayacağını anlamıştır.
Bu konumundan/öneminden dolayı dünya hegemonyasına oynayan; bu hegemonya için jeopolitik doktrin geliştiren ülkeler (ABD, Rusya, Çin) Türkiye’yi kendi yanına çekmek için “havuç” ve “sopa” yöntemini kullanıyorlar. Şimdilik “sopa” Amerikan emperyalizminin, “havuç” da Rus emperyalizminin elinde. Belirtilen bu bölgeler üzerine rekabette Türk burjuvazisi, oynayacağı rolün farkında. Bu rolü şimdilik ABD-Rusya arasında sürdürdüğü denge politikasıyla oynuyor. Ancak, bu denge politikasının giderek zorlaştığını da görüyor...
Üçgen (Balkanlar-Kafkasya-Ortadoğu) ateş çemberi olmaktan cehennem ateşine dönüşüyor. Bu çemberin ortasında yer alan tek ülke Türkiye’dir:
Bir tarafında Ukrayna-Rusya arasında devam eden sıcak savaş var...
Bir tarafında Batı Balkanlar’da sürekli diri tutulan ve işine gelen tarafından ara sıra tetiklenen çelişkiler...
Başka bir tarafında; Suriye’de doğrudan müdahil olduğu sıcak savaş devam ediyor...
Doğu Akdeniz’de tetikte bekleyiş sürüyor...
Bir tarafında; Güney Kafkasya’da “barış” ortamı zorlamayla devam ediyor...
Libya’da tetikte bekleyiş sürüyor...
Şimdi de ABD’nin Yunanistan-Türkiye ilişkilerine (Ege Denizi, adalar, Kıbrıs, Doğu Akdeniz) açıktan Yunanistan yanlısı olarak müdahil olması ve bu ülkede deniz, kara, hava üsleri kurması ve silah yığınağı yapması (Özellikle Dedeağaç) diktatörü kara kara düşündürüyor.
ABD açısından Yunanistan’ın hiçbir zaman Türkiye olamayacağını düşünüyor, ama...
Aslında “ama”sı açık. Amerikan emperyalizmi, Yunanistan’daki üsleri ve silah yığınağıyla Türkiye’yi sıkıştırmak ve böylece “döve döve” kendi çizgisine çekmek istiyor. Amerikan emperyalizmi, yeniden kendi kontrolüne giren bir Türkiye istiyor. Bugünkü Türkiye’yi “kontrol dışına çıkmış müttefik” olarak görüyor.
ABD, Türkiye’yi “yola getirmek” için Yunanistan’ı kullanıyor...
İyi de bu sıkıştırmayı, kışkırtmayı neden son zamanlarda ve Yunanistan üzerinden yapıyor? ABD’yi rahatsız eden, bazen de çileden çıkartan Türkiye, Rusya ve İran arasında gerçekleştirilen Tahran zirvesi ve Türkiye-Rusya arasında gerçekleştirilen Soçi zirvesidir. ABD, bir arayış içinde olan Türkiye’yi “gitti gidecek” olarak görüyor. Bunu Rusya da görüyor ve bu nedenle Türkiye ile ilişkilerini genel stratejisinin, jeopolitikasının bir parçası yapmaya çalışıyor. Soçi’de yeni olan bu.
Türkiye’nin Batı ile, özellikle de ABD ile ilişkilerinin inişli çıkışlı olması, keskinleşen çelişkilere dönüşmesi yeni değil. ABD kendi başına; kendi jeopolitik anlayışına göre hareket eden Türkiye’den oldukça rahatsız: Doğu Akdeniz, Suriye, Ukrayna, Libya, Güney Kafkasya, Karadeniz, Rusya ile kapsamlaşan ve derinleşme eğilimleri olan ilişkiler. Bu sahalarda Türkiye ABD’nin hiç beklemediği adımlar atıyor. Bu adımlar onun jeopolitik çıkarlarına zarar veren, bazen hiçe sayan adımlardır.
Yani, Türkiye’nin bağımsız hareket etmesi, en azından ABD’den bağımsız hareket etmesi, Amerika’nın jeopolitik planlarına uymaması, kendi planlarını öne çıkarması ABD’nin en çok rahatsız olduğu bir durumdur...
Finlandiya ve İsveç’in apar topar NATO’ya üye yapılmak istenmesinin esas nedeni Baltık ülkelerinden Yunanistan’a (Girit adası) uzanan jeopolitik hattın Kuzey Kutbuna kadar çekilmesidir. Böylece bir taraftan Baltık Denizi Rus jeopolitiğine kapanırken, Kuzey Kutbu da aynı şekilde Rusya ve Çin’e kapatılmış olacaktır. Bu hat, Türkiye dışarıda bırakılarak örülüyor. Belki de ABD, ‘artık sana fazla ihtiyacım kalmadı’, demek istiyor!
Ancak, ABD’nin Türkiye’den vazgeçecek hali yok. Nasıl vazgeçsin? Coğrafi konumu her yöne açık (Karadeniz, Kafkasya, Orta Asya, Akdeniz, Afrika), jeopolitik getirisi tartışma götürmez bu coğrafya dünya jeopolitikasında söz sahibi olan, olmak isteyen her emperyalist ülke için vazgeçilmezdir. ABD için de vazgeçilmezdir.
Amerikan emperyalizmi, Avrasya’ya girmek için artık tek kapının Türkiye olduğunun bilincindedir. Ama Türkiye de bunun bilincinde...
Rusya, Türkiye’yi yanına çekmeye çalışmaktadır. Bunun işaretleri var (Soçi, Suriye).
Unutmamak gerekir ki, Baltık Denizi ve Kuzey Kutbu (buzları eriyen ve deniz nakliyatında kullanılabilir olan Rusya kıyı şeridinin İskandinavya kıyılarında kesilmesi) Rusya’ya kapanırsa Türk Boğazları Rus jeopolitiği için vazgeçilemez olur. Bu durumda Rusya, istese de istemese de Türkiye ile iyi geçinmek zorunda kalır. Aksi durumda sadece Boğazlar Rusya için “daralmaz”, aynı zamanda Karadeniz de bir ABD/NATO denizi olur.
Rusya açısından seçim bu. Rusya’nın daveti üzerine Soçi’de gerçekleştirilen Putin-Erdoğan görüşmesinin içeriği tam bilinmiyor. 4 saat boyunca ne konuşmuş olabilirler?
Bu görüşme sonrasında Türkiye’nin Rojava’ya saldırı planı değişmedi, ama Suriye ile ortaklaşa hareket etme düşüncesi gündeme geldi. Açık ki, yeni bir resim oluşuyor ve Suriye bu kapsamlı, yeni oluşan resmin sadece bir parçası...
Bu resimde Türkiye-Rusya ilişkilerinin yeni bir aşamaya doğru geliştiği görülmelidir. Rusya’nın bu işbirliğine ihtiyacı büyük.
Anlaşılan o ki,Türkiye-Rusya arasında küresel ve bölgesel sorunlar daha stratejik bir çerçeve, anlayış içinde ele alınacak. Bu anlamda Rojava’ya saldırının erteleniyor olması, Esad ile işbirliği meselesi ve nihayetinde Putin’in Erdoğan’ı Eylül’de gerçekleşecek olan ŞİÖ zirvesine daveti oldukça manidardır.
Karadeniz’den, Kafkasya’dan, Doğu Akdeniz’den, Orta Asya’dan ABD/NATO’yu uzak tutmak, Rusya’nın olduğu gibi Türkiye’nin de çıkarınadır...
Türkiye şimdiye kadar etkili olduğu alanları kesin korumak istiyor. Ancak, bunu açıktan yapamıyor. Aksi taktirde birkaç sahada aynı anda açık çatışmayı göze alması gerekir. Örneğin Rojava’da ABD’nin etkili olduğu sahaya saldırması, Ege Denizi’nde olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de çatışmalı ortamın oluşmasını beraberinde getirebilir. Bu durumdan kaçınmak için diktatör “iyi” bir müttefik arayışında. Bu müttefik de, görünen o ki, Putin’den başkası değil. Örneğin Doğu Akdeniz’de Rus donanmasıyla boy göstermek...
Özbekistan’da ŞİÖ zirvesi vesilesiyle Putin ile görüşmesinde bilinen gündemin ötesinde kim bilir daha neler konuşulacaktır. Göreceğiz.
ŞİÖ zirvesine katılmakla Türkiye, Batı’ya ‘sana muhtaç değilim, çaresiz değilim’ mesajı verecek. ŞİÖ zirvesi hiçbir şeye yaramasa da diktatör açısından en azından buna yarar.
Dünyanın engellenemez yeni bir kutuplaşma süreci, Türkiye’nin, ABD-Rusya ve Çin jeopolitiği; her iki tarafın dünya hegemonyası rekabeti arasında sıkışacağını göstermektedir. Ancak şunu da unutmamak gerekir: Dünya jeopolitiğinde en çetin hatlardan birisi Türkiye’dir. Bu nedenle geleceğin kutuplaşmasında belirleyici öneme sahiptir.
Ne tarafta yer alacağını veya “denge politikası”nı nasıl sürdüreceğini göreceğiz.