deneme

16 Ocak 2023 Pazartesi

PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ VE SOSYALİZM AYRIMI ÜCRETLENDİRME BAKIMINDAN NE ANLAMA GELİR?


IV. Makale

 

PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ VE SOSYALİZM AYRIMI 

ÜCRETLENDİRME BAKIMINDAN NE ANLAMA GELİR?

 

Ücret Konusunda Lenin ve Troçki’yi Anlamak


Gerçi sosyalizmde ücret bağlamında hukuk konusuna yeteri kadar değindik. Ama işin içine Troçki karışınca bu sorun üzerinde biraz daha durmak gerekir diye düşünüyorum.

Hangi Troçkist örgütün temel yazılarına bakarsanız bakın, değişmeyen bazı temel anlayışları mutlaka bulacaksınız. Bu anlayışlar, dünyada ne kadar Troçkist örgüt varsa hepsinin ortak yönüdür. Troçki’yi farklı değerlendirebilirler, ama bu konuda hepsine yön veren Troçi’nin anlayışıdır. Bu örgütlerin, kendi ifadeleriyle “eğilim”lerin her biri kendisi için bir Troçki inşa etmiştir. Ama yine de hepsinin kesin olan ortak anlayışları vardır. Bu anlayışlardan birisi, komünizmin ilk evresi/aşaması olarak tanımlanan sosyalizmdir; bu bağlamda SSCB, Stalin’dir. Troçki, sosyalizmi sınıfsız, devletsiz bir toplum olarak değerlendirir. Ancak, buna, sosyalizme ulaşabilmek için toplumun bir geçiş döneminden geçmesi gerektiğini, bu geçiş döneminin de proletarya diktatörlüğü olduğunu iddia eder. Bu durumda:

Birinci adım: Kapitalizm yıkılacak.

İkinci adım: Proletarya diktatörlüğü kurulacak (geçiş dönemi).

Üçüncü adım: Proletarya diktatörlüğünden komünizmin ilk evresi olan sosyalizme, Troçki’ye göre sınıfsız ve devletsiz topluma geçiş.

Dördüncü adım: Komünist toplumun ilk evresinden (sosyalizmden) üst, nihai evresine geçiş (Herhalde bu evre olgunlaşmış komünizm olması gerekir).

Bunun konumuzla, sosyalizmde ücret sorunuyla ne gibi bir ilişkisi var diye sorabilirsiniz. Doğrudan ilişkisi var. Sosyalizmde devlet, hukuk, işgücü kavram olarak yanlış anlaşılırsa varılacak sonuç da yanlış olacaktır.

Öncelikle şunu belirtelim: Troçki ve Troçkist grupların yapmış oldukları bu ayrım; kapitalizmden sosyalizme ve sosyalizmden (komünist toplumun ilk evresi) de komünizme (komünizmin üst evresi) geçiş anlayışlarının nesnel dünyada hiçbir karşılığı yoktur. Bu konudaki iddialarına zemin teşkil edecek nesnel bir gerçeklik yoktur. Troçkistler savlarını doğrulamak için Marks ve Lenin’e de isteyerek baş vurmazlar. Çünkü Marks ve Lenin’in bu konudaki analizleri Troçki’nin değerlendirmesini çürüten analizlerdir.

Bunlara değinmeden Troçki’nin ücret konusundaki hayalperestliğini anlayamayız.

Troçki yeni bir görüş atıyor ortaya. Bu görüşün merkezinde kapitalizmden komünizme geçiş süreci -kapitalizmden sosyalizme geçişte devlet vardır (proletarya diktatörlüğü), sosyalizm devletsiz ve sınıfsızdır- durmaktadır.

Troçki neyi savunuyordu? İşte düşünceleri:

Sosyalizm sınıfsız bir toplumdur. Marks ve Engels sosyalizmi, sınıfsız ve meta kategorisinin olmadığı değer yasasının etkisinin emek miktarını ölçmekle, herkese emeğine göre ilkesini uygulamakla sınırlı olduğu bir toplum olarak tanımlar.

Troçki gerçekten de cüretkar bir hamle yapıyor, bilimsel sosyalizmin, komünizmin tarihini; en azından proletarya diktatörlüğü-sosyalizm-komünizm bağlamında yeniden yazıyor. Marks ve Engels'i yeniden yorumluyor. Bunu yaparken kullandığı yöntem çok şeyi çağrıştırıyor. Yöntem ve neye dayanarak bu iddialarda bulunduğu gerçekten karanlıkta kalıyor.

Komünistler olarak, Marksist-Leninistler olarak, şayet Marksizm-Leninizm’i savunup da Komünistler, Marksist-Leninistler, Marksizm-Leninizm kavramlarını kullanmaktan ürküyorsanız “sosyalistler” olarak Marks'tan, Engels'ten, Lenin'den, Stalin'den, E. Hoca'dan, hatta Mao'dan da şunu öğrenmiştik: ‘Proletarya diktatörlüğü sosyalizmin devlet biçimidir. Demek ki, Marksizm-Leninizm bizi yanıltmış. Meğersem proletarya diktatörlüğü kapitalizmden sosyalizme geçişin zorunlu bir aşamasıymış veya noktasıymış’ diyebilirsiniz. Ancak, durum pek de öyle Troçki’nin ve takipçilerinin iddia ettikleri gibi gözükmüyor. Örneğin Marks, “Fransa'da Sınıf Mücadeleleri” yazısında şu tespiti yapıyor:

Bu sosyalizm genel olarak, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin sürekliliğinin ilânıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.”(1)

Sosyalizmle proletarya diktatörlüğü arasındaki diyalektik bağı burada görüyoruz. Marks'ın proletarya diktatörlüğü üzerine söylediği oldukça açık: Proletarya diktatörlüğü kapitalizmden komünizme geçene kadar; yani bütün sosyalizm boyunca devam eden bir “geçiş noktası”dır.

Bu “nokta”yı açarsak:

- Sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması,

- Sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması,

- Bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması,

- Bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesi.

Bütün bunlar sosyalizmin inşasının içeriğini oluştur ve bunların gerçekleşmesi için devrim sürekli kılınır ve bu sürekliliğin iktidar biçimi de proletarya diktatörlüğüdür.

Marks, J. Weydemeyer'e yazdığı 5 Mart 1852 tarihli mektubunda da aynı konuyla ilgili olarak şunu der: “Benim yeni olarak yaptığım,...sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını; bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını göstermekten ibarettir.”

Demek ki, proletarya diktatörlüğü, Troçki ve Troçkistlerin iddia ettiği gibi, kapitalizmden sosyalizme geçişin değil, “bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişe” kadar devam eden sürecin, dönemin; yani sosyalizmin iktidardır.

Gotha Programı Eleştirisi”nden birbirini tamamlayan tespitler:

1) “Şu soruyla karşı karşıya kalıyoruz: Komünist bir toplumda devlet, hangi değişikliğe uğrayacaktır? Başka bir deyişle, böyle bir toplumda devletin bugünkü işlevlerine benzer hangi toplumsal işlevler bulunacaktır? Bu soru, ancak bilimsel yoldan yanıtlanabilir.”

2)“Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrim yolu ile geçiş dönemi yer alır. Buna bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.”(2)

3)“Program, ne şimdiki devleti ne de komünist toplumdaki geleceğin devletini ele almıştır.”

Peki, Marks burada hangi devletten bahsediyor?

Marks birincisinde “komünist bir toplumda devlet”ten ve onun “hangi değişikliğe” uğrayacağından bahsediyor. Troçki ve Troçkistler ise proletarya diktatörlüğünün sosyalizm olmadığı, sosyalizmde devletin olmayacağı üzerine demagoji yapıyorlar. Marks ise burada, bırakalım komünizmin ilk aşamasında (sosyalizmde) devletin olmayacağını bir kenara, tam tersi olarak, devletin olacağını söylüyor ve görevlerinin ne olacağını soruyor.

İkincisinde söylenen oldukça açık: Burada Marks, kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinden değil, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinden bahsediyor, tam da bu süreci sosyalizm olarak tanımlıyor ve bu süreçte de sosyalist devletin proletarya diktatörlüğü olarak örgütlendiğini açıklıyor.

Üçüncüsünde Marks, eleştirdiği programın (Gotha Programı) “ne şimdiki devleti” (yani o zamanki Alman devletini) ne de komünist toplumdaki -yani sosyalizmdeki- geleceğin devletini ele almadığını” yazıyor. Her iki durumda da Marks, devletten, aynı zamanda komünist toplumdaki (sosyalizmdeki) devletten de bahsetmektedir.

Troçki ve Troçkistlerin, kendi görüşlerini doğrulatmak için Marks'ı adeta baskı altında tutuyorlar;
O’na söylemediğini söyletiyorlar. “Suyun kaynağına dönelim” derken Troçki ve Troçkistler “suyun kaynağını” kurutuyorlar, en azından bulandırıyorlar!

Troçki ve Troçkistlerin ne diyorlar?

Bütün sosyalizm boyunca değil, kapitalizmden sosyalizme geçmek için proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır.

Marks ise proletarya diktatörlüğünü, sosyalizmi inşa etmek için; komünizme geçene kadar ihtiyaç duyulan bir araç olarak görüyor.

Kim doğruyu söylüyor? Sosyalizmde devlet olmaz diyen Troçki ve Troçkistler mi doğruyu söylüyorlar yoksa sosyalizmde devlet vardır, bunun biçimi de proletarya diktatörlüğüdür diyen Marks mı? Komünizmin ilk aşamasında, yani sosyalizmde devletten bahseden Marks, aynı yazısında komünizmin ilk aşamasını, yani sosyalizmi tanımlar ve bağrında taşıdığı çelişkileri açıklayarak sosyalizmde neden devlet kaçınılmazdıra açıklık getirir (Tekrar pahasına da olsa bu konudaki anlayışını aktaralım): “Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak üretici (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü, bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin birey olarak çalışma zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve bu belge ile toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır.”(3)

Böylece komünizmin ilk aşaması olan sosyalizm, kaçınılmaz olarak karşımıza kapitalist toplumun birtakım özelliklerini taşıyan bir toplum olarak çıkıyor. En azından bunu Marks iddia ediyor. Bu durumda sosyalizmde meta üretiminin olması, paylaşımın, herhangi bir “adalet” anlayışına göre değil de, emeğe göre yapılması (eşit olmaması) doğal değil mi?

Marks, bilimsel cüretle sosyalizmde, yani komünizmin ilk aşamasında -Troçki ve Troçkistlerin devlet yok, meta üretimi yok dediği aşamada- meta değişiminden bahsediyor. (Tekrar pahasına da olsa bu konudaki anlayışını aktaralım): “Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilkenin aynıdır. İçerik ve biçim değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: Bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir.”(4)

SSCB'de sosyalizmi kurma sürecinde Lenin ve özellikle de Stalin, Marks'ın bu anlayışına göre hareket etmişlerdir.

Marks, komünizmin ilk aşamasındaki toplumun çelişkilerinden, kapitalizmden devraldığı özelliklerden ve bu toplumda komünizmin son aşamasında olması gerekenlerin olamayacağından; tüm toplumu kapsayan toplumsal mülkiyetin gerçekleşmesi için uzun bir süreçten ve bu süreç içinde emeğe göre paylaşımdan, etki alanı sınırlandırılmış olsa da meta üretiminin ve dolayısıyla değer yasasının doğallığından bahsediyor. Troçki ve Troçkistler ise zinhar olmaz diyorlar. Ama komünist toplumun ilk evresinde, yani sosyalizmde “meta değişimini düzenleyen ilkenin aynısı olan bir ilke”den bahseden Marks'tan başkası değil. Yani sosyalizmde meta üretimi, emeğe göre ücret (paylaşım) oluyor.

Bu konu üzerinde biraz duralım. İlk evresinde komünizm, yani sosyalizm, henüz olgunlaşmamış, açılıp serpilmemiş komünizmdir; eski toplumun, bu durumda kapitalizmin izlerinden, geleneklerinden henüz tamamen arınmamıştır. Hal böyle olunca komünizmin bu aşamasında; devlet biçimi proletarya diktatörlüğü olan sosyalizm aşamasında “burjuva hukuk ufkunun dar” çerçevesi varlığını; etkisini sürdürmeye devam eder. Bu burjuva hukukun, (bazen burjuva hak olarak da çevriliyor Türkçeye) tüketim araçlarının paylaşımına da sirayet etmesi kaçınılmazdır. Burjuva hukuk, burjuva devleti önkoşul yapar. Troçki ve Troçkistler de bilirler ki, hak, hukuk normlarını geçerli kılan bir mekanizma olmaksızın bir hiçtir. Marks'ın Gotha Programı Eleştirisi'ndeki anlatımına göre komünizmin ilk aşamasında, yani sosyalizmde burjuva hukuk/hak, burjuvazi; burjuva devlet olmaksızın proletarya diktatörlüğü koşullarında belli bir dönem etkili olacaktır. Doğada ve toplumda yaşam bize her adımda, her anda yeninin içinde eskinin kalıntılarının var olduğunu göstermektedir. Marks, bu diyalektik yönteme göre toplumların gelişmesini analiz etmiştir; keyfi olarak komünizme, ilk aşamasında da olsa bir parça “burjuva hukuk” ilave etmemiştir; sadece ve sadece kapitalizmin (eskinin) bağrında doğan yeni toplumda (sosyalizm, komünizmin ilk aşaması) siyasi ve ekonomik olarak kaçınılmaz olanın ne olduğunu analiz etmiştir. Bunda anlaşılmayan bir şey olmaması gerekir, ama Troçki ve Troçkistler ısrarla burada Marks'ı anlamak istemiyorlar. Bu nedenle sosyalizmde, komünizmin ilk aşamasında tam olgunlaşmış bir toplumsal mülkiyetin olamayacağını, bunun sosyalizm geliştikçe gelişeceğini, meta üretiminin var olacağını, ama sosyalizmin; komünizmin bu ilk aşamasının gelişmesine paralel olarak yok olacağını; tüketim araçlarında değer yasasının geçerli olacağını, ama sosyalizmin; komünizmin bu ilk aşamasının gelişmesine paralel yok olacağını anlamıyorlar. SSCB'de sosyalizmin inşasında eski-yeni toplum ilişkisinin nasıl ele alındığını; yeninin içinde eskinin kalıntılarının varlığı ve buna karşı mücadelede Lenin'den, Stalin'den, Bolşevik Partiden öğrenme, sosyalizmin tecrübelerini analiz etme diye bir derdi yoktu Troçki’nin. Troçki’nin kendine dert edinmediğini Troçkistler neden dert edinsinler değil mi?

Marks, komünizmin ilk evresinde “eski toplumun benleri”nin varlığından; “burjuva hukuk”tan, “eşitsizlik”ten, “Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilkenin aynıdır”dan; yani kapitalist kategorilerin var olacağından bahsediyor. Troçki ve Troçkistler ise hala kapitalizmden sosyalizme geçişle, sosyalizmden komünizme geçişle uğraşıyorlar.

Görüyoruz ki, Troçki ve Troçkistler Marks’a “sınıfsız, devletsiz, meta üretimsiz, parasız sosyalizm” söylettiremiyorlar.

Acaba Lenin’e bunu söylettirebilecekler mi? Bir de buna bakalım.

Lenin'e “sınıfsız, devletsiz, parasız, metasız sosyalizm” söylettirme çabası...

Buyurun, Lenin’e göre komünizmin ilk aşamasındaki devlet:

Komünizm, ilk evresinde, ilk aşamasında, ekonomik bakımdan, henüz adamakıllı olgun, geleneklerin veya da kapitalizmin kalıntılarından henüz büsbütün kurtulmuş olamaz. Bu yüzden, komünist rejimde, bu rejimin ilk evresinde, ‘burjuva hukukunun sınırlı ufku’ korunur; bu ilginç olayın nedeni budur. Kuşkusuz, burjuva hukuku, tüketim nesnelerinin bölüşümü bakımından, zorunlu olarak bir burjuva devlet'e dayanır; çünkü, koyduğu kurallara uymaya zorlamaya yetenekli bir aygıt olmaksızın, hukuk hiçbir şey değildir.

Bundan şu sonuç çıkar ki, komünist rejimde, belirli bir zaman boyunca, yalnızca burjuva hukuk değil, burjuva devlet de sürer -ama burjuvazisiz burjuva devlet!”(abç)(5)

Lenin'in Sovyet pratiğine ışık tutacak olan şu anlayışı da Troçki ve Troçkistlerin Marks-Lenin ayrımını tamamen çürütmektedir:

Öyleyse komünizmin ilk evresi, adalet ve eşitliği gerçekleştiremez; zenginlik bakımından insanlar arasındaki farklılıklar, hem de haksız farklılıklar sürecektir; ama insanın insan tarafından sömürülmesi de olanaksız olacaktır, çünkü üretim araçları, yani fabrikalar, makineler, toprak vb. üzerinde, özel mülkiyet olarak, egemenlik kurulamayacaktır ... Marks, yalnız üretim araçlarının bireyler tarafından mal edilmesi ‘haksızlığını’ yıkmakla başlamak zorunda olan, ama öteki haksızlığı: tüketim nesnelerinin (gereksinimlere göre değil) ‘emeğe göre’ bölüşümü haksızlığını birdenbire yıkmakta yeteneksiz bulunan komünist toplumun gelişme akışını gösterir...

Marks, yalnızca insanlar arasındaki kaçınılmaz eşitsizliği değil, üretim araçlarının tüm toplumun ortak mülkü haline dönüşümünün (sözcüğün alışılmış anlamında ‘sosyalizm’in), tek başına bölüşümdeki kusurları ve ürünler ‘emeğe göre’ dağıtıldığına göre, egemen olmakta devam eden ‘burjuva hukuku’nun eşitsizliğini ortadan kaldırmayacağı gerçeğini de sıkı sıkıya hesaba katar...

Demek ki, komünist toplumun (genellikle sosyalizm adı verilen) birinci evresinde, ‘burjuva hukuku’ tamamen değil, ancak kısmen, ancak ekonomik devrimin yapılmış bulunduğu ölçüde, yani ancak üretim araçlarıyla ilgili olarak yürürlükten kaldırılmıştır. ‘Burjuva hukuku’, bireylerin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetini tanıyordu. Sosyalizm üretim araçlarını ortaklaşa bir mülkiyet haline getirir. İşte bu ölçüde, ama ancak bu ölçüde ‘burjuva hukuku’ yürürlükten kaldırılmış olur.

Ama bunun dışında, ürünlerin bölüşümü ve çalışmanın toplum üyeleri arasındaki dağılımının düzenleyicisi olmak bakımından (burjuva hukuku) yürürlükte kalır. ‘Çalışmayan yemez’: Bu sosyalist ilke, daha şimdiden (yani sosyalizmde veya komünist toplumun ilk evresinde, bn.) gerçekleşmiştir; ‘eşit nicelikte emeğe, eşit nicelikte ürün’: Bu öteki sosyalist ilke de, şimdiden gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, bu henüz komünizm değildir ve henüz, eşit olmayan insanlara eşit olmayan (gerçekte eşit olmayan) bir emek tutarı için, eşit bir nicelikte ürün veren ‘burjuva hukuku’nu ortadan kaldırmaz.

İşte bu bir ‘sakınca’dır, der Marks; ama bu sakınca, komünizmin ilk evresinde kaçınılmaz bir şeydir, çünkü, kapitalizm yıkıldıktan hemen sonra, insanların, hiçbir tür hukuk kuralı olmaksızın toplum için çalışmayı hemen öğrenecekleri, ütopyaya düşmeden düşünülemez; kaldı ki, kapitalizmin ortadan kalkışı, böylesine bir değişikliğin ekonomik öncüllerini hemencecik vermez.

Oysa ‘burjuva hukuku’ kurallarından başka kural yoktur.

Bir yandan üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyetini korurken, bir yandan da emek eşitliğini ve ürünlerin bölüşümündeki eşitliği korumakla yükümlü bir devletin zorunluluğu, bu nedenle sürer.

Bundan böyle, kapitalistler olmadığı, sınıflar ve dolayısıyla tepesine binilecek bir sınıf olmadığı için devlet söner.

Ama, gerçek eşitsizliği onaylayan ‘burjuva hukuku’ korunmasına devam edildiğine göre, devlet henüz büsbütün yok olmamıştır. Devletin büsbütün sönmesi için, tam komünizmin gerçekleşmesi gerekir.“(6)

Aslında burada, bu konuda sözün bittiği yere geldik.

Şu Lenin'e bakın! Öyle kapitalizmden sosyalizme geçiş; sosyalizmden (yani komünist toplumun ilk evresinden) komünizme (üst evresine) geçiş demiyor, adeta “damardan giriyor” ve “Kapitalizmden komünizme geçiş”te devletten bahsederek Troçki ve Troçkistlere karşı çıkıyor, evet onları eleştiriyor: “Kapitalizmden komünizme geçiş döneminde, bastırma gene zorunludur; ama bu kez sömürülen bir çoğunluk tarafından sömürücü bir azınlığa karşı uygulanır. Özel aygıt, özel bastırma makinesi, yani ‘devlet’, gene zorunludur, ama bu artık gerçek anlamda bir devlet değil, bir geçiş devletidir... Nihayetinde, ancak komünizm, devleti büsbütün gereksizleştirir; çünkü o zaman, sırtı yere getirilecek hiç kimse, hiçbir sınıf anlamında ‘hiç kimse’ yoktur.”(7)

Troçki ve Troçkistleri ücret konusunda da istediğiniz kadar “oldukları gibi görünmeye, göründükleri gibi olmaya” çağırabilirsiniz. Lenin, Stalin ve Bolşevik Parti çağırdılar. Ama onlar bildiklerini yapmaya devam ettiler, şimdi de devam ediyorlar. Troçki “devrimcilik” döneminde hiçbir zaman “olduğu gibi görünmedi, göründüğü gibi olmadı”. Ancak, karşı devrimin ateşli savunucusu olarak “olduğu gibi göründü, göründüğü gibi oldu”. O da Marksizm-Leninizm’e, Stalin’e, SSCB’ye, sosyalizme düşmanlıktır.

Sonuç itibariyle K. Marks ne diyordu?

Aslında Marks “Gotha Programı Eleştirisi”nde ücret konusunda eşitsizliği, burjuva hakkın/hukukun neden geçerli olmak zorunda olduğunu ve bunun komünizmin üst evresine kadar devam edeceğini, dolayısıyla o evreye varana kadar devletin de var olacağını aşağıdaki ilki kısa, ikincisi uzun (üç parçaya böldüm) ve sonuncusu da kısa üç paragrafta açıklıyor.

Sosyalizmde konumuz bağlamında “eşit hak” “ilkesel olarak burjuva hak”tır. Dolayısıyla burada “eşit hak” adına hiç de “eşit olmayan bir hak, “burjuva hak” geçerlidir:

Demek ki, meta değişiminde eşdeğer değişimi yalnızca ortalama olarak varolduğu, tek tek durumlarda olmadığı halde, ilke ile pratiğin ortak çekişme içerisinde olmamasına karşın, eşit hak, burada, hâlâ ilke olarak burjuva haktır.”

Her ne kadar ‘eşit hak’ konusunda bir ‘ilerleme’ söz konusuysa da burada ‘eşit hak’, ilerlemeye rağmen ‘hala burjuva sınırlar içinde kalan bir hak’tır. Yani üreticinin ‘eşit hakkı’, topluma sunduğu işin/çalışmanın, diğerlerinin sunduğu iş/çalışma ile ‘eşit’ olamayacağından dolayı ‘eşit olmayan hak’ka dönüşür. Ölçü harcanan iş olduğu için sonucu kaçınılmaz olarak eşitsizlik olur.” (abç)

Peki, bu fark, eşitsizlik nereden doğuyor? Çalışan/üreten her bir işçinin fiziksel ve zihinsel farklılığından doğuyor; biri diğerinden daha fazla üretiyor, biri diğerinden daha fazla(uzun) çalışabiliyor. Bu durumda harcanan işin ölçü olabilmesi için saptanabilir olması gerekir. Bu da işin süresi ve yoğunluğu üzerinden yapılabilir. Bu süreçte “eşit hak”tan yola çıkılıyor, ama üreticinin fiziki ve zihinsel farklılığından dolayı “eşit olmayan bir” sonuç/ürün ortaya çıkıyor. İşte bu, eşit olmayan çalışmadan dolayı kaçınılmaz olan “eşit olmayan hak”tır:

Ama bu ilerlemeye karşın, eşit hak, hâlâ burjuva sınırlar içerisinde kalmaktadır. Üreticinin hakkı, sunmuş olduğu emekle orantılıdır; buradaki eşitlik, ölçümün eşit bir ölçüt ile, emek ile yapılması olgusudur. Ama bir insan, bedensel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir, böylece aynı süre içerisinde daha fazla emek sağlayabilir veya da daha uzun süre çalışabilir ve emeğin bir ölçü görevi yerine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu saptanılmalıdır, yoksa bir ölçü birimi olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır.”(abç)

Çalışan/üreten herkes işçi/üreten olduğu için bu “hak” sınıf farkı tanımıyor. Ancak, her bir işçinin/üreticinin eşit olmayan fiziksel, zihinsel bireysel özellikleri/yetenekleri var. Bu yetenekler, her bir işçinin/üreticinin bireysel üretme/çalışma kapasitesini eşitsiz kılıyor. Dolayısıyla bu eşitsizlikten dolayı, eşit olması gereken “hak”, “eşitsizliğe dayanan bir hak” oluyor; “eşit hak”, ortaya “eşit olmayan bir hak” çıkartıyor. Burada “eşit” olması gereken “hak”kın, “eşitsiz hak”ka dönüşmesinin ölçüsü de herkesin sadece işçi olarak hesaba katılmasıdır:

(Bu hak) “Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes bir diğeri gibi yalnızca bir işçidir; ama eşit olmayan bireysel yetenekleri ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Demek ki bu, özünde, her hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır. Niteliği gereği, hak, ancak aynı ölçüt kullanıldığında söz konusu olabilir; ama eşit olmayan bireyler (ve bunlar eşit olsalardı ayrı ayrı bireyler olamazlardı) yalnızca aynı açıdan değerlendirildiklerinde, yalnızca belirli bir yönden ele alındıklarında, örneğin, bu durumda olduğu gibi, geri kalan her şeyden tecrit ederek yalnızca işçi olarak hesaba katıldıklarında, aynı bir ölçütle ölçülebilirler.”(abç)(8)

Eşit hak”kı, “eşit olmayan hak”ka dönüştüren diğer bir faktör de şudur: Evli olmak, olmamak; çocuksuz, az çocuklu, çok çocuklu olmak vs. Bütün bunlar, “eşit iş harcaması” gerçekleştirseler de “toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanmaları” önünde engel olmaktadır; yani “eşit hak” kaçınılmaz olarak “eşit olmayan hak”ka dönüşmektedir; “toplumsal tüketim fonundan” biri diğerinden daha fazla almaktadır:

Ayrıca, bir işçi evlidir, öteki değildir; birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır, vb., vb.. Bu durumda eşit emek sarfettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri gerçekten ötekinden çok alacaktır, biri ötekinden daha zengin olacaktır, vb.. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için, hak, eşit olacak yerde, eşit olmamalıydı.”(abç)

Neden böyle oluyor? “Eşit hak”, “ilahi adalet”, “her türden işe eşit ücret” neden gerçekleşmiyor, komünist toplumun alt evresinde? Bunu da Marks şöyle cevaplandırıyor:

Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz.” (abç)(9)

Bu sözlerde bir gizem var mı? Yok.

Bu sözlerde anlaşılmayan bir şey var mı? Yok.

Bu sözlerde yanlış olan bir şey var mı? Yok.

Peki, burada söyleneni reddetmek ne demek?

Bu konuda; sosyalizmde ücretlendirme konusunda Marks ve Engels gibi düşünüyorum demektir.

Kim bunlar? Lassalle, Proudhon, Dühring, Troçki vs.

Peki, kim Marks ve Engels gibi düşünüyor?

Lenin ve Stalin.

Bir Değerlendirme:

Sosyalizmde ücret konusunda Marks-Engels’in görüşleri Lenin ve Stalin tarafından yeni kurulan Sovyetler Birliği, sosyalizmin inşası koşullarında uygulanmıştır.

Bolşevikler, ücretlendirme teorini Sovyet pratiğinde el yordamıyla (deneme-yanılma) uygulamaya çalışmışlar ve bunu yaparken de Marks'ın bu konuda Gotha Programı Eleştirisi”deki tespitlerini ilke olarak kabul etmişlerdir.

Sovyet pratiğinde ücret makasının “açılıp-kapanması” veya sürekli açılmış olması konusunda görüş açıklamadan önce Ekim Devriminden bu konuda son noktanın konulduğu 1917-1932 arasında Bolşeviklerin deneyleri analiz edilseydi, herhalde ücret konusunda ne türden bir idealize edişle karşı karşıya kalınmış olduğunu görülürdü. SSCB’yi, sosyalizmin inşasını güya eleştirenler, sadece bu konuda değil, başka konularda da, ana hat, teori, genel anlamda pratik doğruydu, ama şöyle-böyle önemsiz veya vahim hatalar da yapıldı demiyorlar. Ya siyah veya da beyaz diyorlar. İstenen açık: Proletarya diktatörlüğü kurulduğuna, hakim olduğuna göre ücret sorunu da şip-şak çözülmüş olması gerekirdi, diyorlar. Öyle ki, bu sorunun daha '20'li yıllarda çözülmesini de istiyorlar.

Peki, düşüncemizde, teorimizde neyi idealize ediyoruz? Marks'ın “Gotha Programı Eleştirisi”nde hiçbir zaman söylemediğini idealize ediyoruz. Marks, “Gotha Programı Eleştirisi”nde sosyalizmde, kapitalizmin devam eden, toplumsal ve ekonomik yapıda etkili olan kalıntılarından dolayı, komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmde ücretlerin işin niteliğine göre farklı olacağını, bunun kaçınılmaz olduğunu yazar. Hiç kimse, Marks sosyalizmde ücret konusunda teorik olarak makası bayağı açmış, burjuva “hak”tan, “hukuk”tan, ücretin kaçınılmaz olarak eşit olmayacağından bahsediyor demiyor. Ancak, iş, Marks’ın sosyalizmde ücret konusundaki görüşünün uygulanmasına gelince (Uygulayanlar da Bolşevikler) ücret makası da bayağı açılmış, diye veryansın ediliyor. Açık ki, bu insanlar; en azından sosyalizmde ücret konusunda Sovyet pratiğinin “eleştirmenleri”, bu konuda ne Marks'ın “Gotha Programı Eleştirisi”nde söylediğini ve ne de onun teorisini ilkeselleştirerek uygulayan Bolşevik Partiyi anlamışlar. Bu “eleştirmenler”in bir kısmı, belki de çoğunluğu Sovyet pratiğini eleştirirken ne Marks'ın teorisini anlıyorlar ne de o teoriyi idealize ediyorlar. Başka bir şeyi idealize ediyorlar. O da şu: SSCB’de 1922'e kadar uygulanan eşitlemecilik. O zaman bunun kavgasını verdiler. Günümüzün Troçkistleri ise sosyalizmde ücret sorununu, SSCB’de sosyalizm kurulmadığının, tek ülkede sosyalizmin olamayacağının demagojisini yapmak için kullanıyorlar. Üstatları Troçki’nin bu konudaki eklektizmini; hem öyle hem de böyle çıkmazını bilmiyor olamazlar.

Bu türden “eleştirmenler” ücret farklılığının, “eşitsizliğinin” ve bunun kaçınılmazlığının nesnel gerçeklikten kaynaklandığını anlamak istemiyorlar.

Ücret farklılığında sınıf bilincinin gelişme seviyesinin yanı sıra teknolojik gelişme ve bu teknolojinin ekonomide kullanılma yaygınlığının önemini anlamıyorlar: Teknolojinin üretimde yoğun kullanımı sonuçta işin ağırlığı/hafifliği; nitelik ve nicelik farklarını ortadan kaldırabilir/kaldırır ve böylece de farklı ücretlendirmenin teknoloji bağlamında maddi zemini ortadan kalkar; bu da son kertede ücret makasının daralmasına neden olur; daha önce teknoloji bağımlı olarak farklı nitelikte olan iş teknoloji ile ortadan kalkınca daha önce farklı iş sürecinde olan işçiler üretimi adeta düğmeye basarak yapabilirler (bu durumda iş niteliği düğmeye basmaya indirgenmiş olur) ve düğme büyüklüğüne göre de ücret farkı olmayacağına göre eşitlenme sağlanmış olur bu alanda da böylece ücrette farklılık ortadan kalkar, eşitlik sağlanır.

Nedense böyle düşünmüyorlar. Bunun yerine ücret makasının açılmasından bahsediyorlar ve yanlış efendim, diyorlar. Peki, doğrusu ne? Herhalde “üstat” Troçki’nin dediği gibi “Her türlü emek için eşitlenmiş ücret!”

Ücret makasının açılıp kapanması konusunda bazı gerçekleri gözardı ederseniz, makasın daha baştan, olmasa da giderek en kısa zamanda kapandığını görürsünüz. Troçki, belki de böyle düşündüğü için “Her türlü emek için eşitlenmiş ücret!” demiş! Burada bazı gerçekleri gözardı etme yöntemi şudur: Bütün “ilahi adalet”çiler, eşitlemeciler, ücretlendirmede işin nitelik-nicelik çeşitliliğini; ne kadar az iş türü varsa o kadar az ücretlendirme farklılığı; ne kadar çok ise o kadar çok ücretlendirme farklılığı vardırı, nesnel gerçeklik olarak görmelerine rağmen; ne kadar az sayıda farklı iş nitelikleri varsa o kadar az ücretlendirme farklılığı ve tersi söz konusu olacağına rağmen, bu gerçeklerin önüne hukuku koyarak bir çırpıda sorunu çözmüş oluyorlar.

İş çeşitliliği nereden kaynaklanır? Ekonominin ve toplumun gelişmesinden kaynaklanır. Bu gelişmeye teknolojik gelişme eşlik etmezse ücretlendirme makası açılır, ederse teknoloji, iş türlerinin nitelik ve nicelik bakımından aynı seviyeye getirir; bu da ücret makasının daralması, kapanması demektir.

Öyle anlatılıyor ki, ücretlendirme makasını açan sanki Stalin'dir. Hayır, bu makasın sosyalizmde önce açılacağını, komünizme doğru da kapanmaya başlayacağını Mark söylemiş ve Lenin de yorumlamıştır; uygulayan da Stalin olmuştur. “Gotha Programı Eleştirisi’’nde komünizmin ilk aşamasıyla ilgili olarak Marks'ın anlatımı bunu göstermektedir.

Sosyalizmde ücretlerde farklılaşma, farklı ücret cetvelleri; “makasın açılması” nesnel bir yasa olmasa da açık ki bir yasallıktır. Bunun yasa değil de yasallık olmasının nedeni teknolojinin, bilimin, araştırmanın, sınıf bilincinin sosyalizmin inşası sürecinde belirleyici rol oynamalarıdır; bu alanlardaki gelişme makasın kapanmasına doğrudan hizmet eder. Sonuçta, sosyalizmin inşası sürecindeki ilerleme, makasın açılmasının doruk noktasına varıldığından sonra, aynı makas kapanmaya başlar; yasallık da doruk noktasına varır ve sonrasından giderek maddi zemini, varoluş nedeni ortadan kalkmaya başladığı için ücretlerde eşitlenme süreci başlar. Bu süreç sosyalizmin olgunlaşma sürecidir, bu sürecin bir adım ötesi komünizmdir.

Gotha Programı Eleştirisi”nde Marks’ın dediği gibi sosyalist inşanın başlangıç evrelerinde çalışan bireyin topluma tam olarak verdiğini tam olarak geri alması; “hak”kının yenmemesi için ücretlerde farklılık, “makasın açılması” kaçınılmazdır, Bu durum sosyalizmde bir yasallıktır. Bu yasallığın gereği yerine getirilmeden sosyalizmin inşası da söz konusu olamaz.

Bu yasallığın nedenlerini bir daha belirtirsek:

Peki, bu ilkeyi kaçınılmaz kılan, yasallık yapan nedir?

1) İşçi sınıfının kültürel düzeyinin yeterince yüksek olmaması.

2) İşçi sınıfında sınıf bilincinin gelişme seviyesinin geri olması.

3) Genel teknolojik gelişmenin ve işçi sınıfının teknik düzeyinin yeterince yüksek olmaması.

4) Kafa ve kol işi (“emeği”) arasındaki çelişkinin hala sürüyor olması.

5)İş/çalışma üretkenliğinin, tüketim araçları bolluğu yaratmak için hala yeterince yüksek olmaması.

6)Ücretlendirmede işin nitelik-nicelik çeşitliliğinin rolü; ne kadar az iş türü var ise o kadar az ücretlendirme farklılığı; ne kadar çok iş türü var ise o kadar çok ücretlendirme farklılığı vardır. Sosyalist inşanın başlangıcında üretim sürecinde nitelik ve nicelik bakımından iş çeşitliliği sayısal olarak çoktur. Bu durum da ücret farklılığını doğrudan etkiler.

İş çeşitliliği neden kaynaklanır? Ekonominin ve toplumun gelişme seviyesinden kaynaklanır. Bu gelişmeye teknolojik gelişme eşlik etmezse ücretlendirme makası açılır da açılır (başlangıç yasallığı), ederse teknoloji, iş türlerini nitelik ve nicelik bakımından zamanla aynı seviyeye getirir; bu da ücret makasının daralması demektir (yasallığın yokoluşu).

Sonuç itibariyle: Komünizmin ilk evresinin, adalet ve eşitliği gerçekleştirememesi; zenginlik bakımından insanlar arasındaki farklılıkları, hem de haksız farklılıkların ortadan kaldırılamaması, ifadesini, “ilahi adalet”te, “ebedi adalet”te veya “her türden ücretin eşitlenmesi”nde değil, diğer şeylerin yanı sıra “insanlar arasındaki kaçınılmaz eşitsizlik”te, ücret farklılığında bulmaktadır.

Ürünlerin bölüşümü ve çalışmanın toplum üyeleri arasındaki dağılımının düzenleyicisi olmak bakımından (burjuva hukukun) yürürlükte olması”, ücret farklılığının sosyalizmde kaçınılmaz olduğu anlamına gelir.

Kapitalizm yıkıldıktan hemen sonra, insanların, hiçbir tür hukuk kuralı olmaksızın toplum için çalışmayı hemen öğrenecekleri, ütopyaya düşmeden düşünülemez (ve) kapitalizmin ortadan kalkışı, böylesine bir değişikliğin ekonomik öncüllerini hemencecik vermeyeceği” için sosyalizmde bir “kaçınılmazlık”tır. Bu “kaçınılmazlık” ifadesini aynı zamanda “ilahi adalet”te, “ebedi adalet”te veya “her türden ücretin eşitlenmesi”nde değil, diğer şeylerin yanı sıra “insanlar arasındaki kaçınılmaz eşitsizlik”te, ücret farklılığında bulmaktadır.

Bunlar sosyalizmin ilkeleridir. Bu gerçekliklerden dolayı sosyalizmde toplumun tüketim araçları, toplum üyelerinin gereksinimlerine göre değil, toplum için harcanan işe/çalışmaya göre paylaştırılmak zorundadır.(10)

Peki, bu zorunluluk, bu yasallık, bu burjuva adaletsizlik, bu burjuva hak/hukuk ne zaman ortadan kalkar?

1)İşçi sınıfının kültürel düzeyinin yeterince yüksek olduğu koşullarda.

2)İşçi sınıfının teknik düzeyinin yeterince yüksek olduğu koşullarda.

3)Kafa ve kol işi (“emeği”) arasındaki çelişkinin ortadan kalktığı koşullarda.

4)Herkesin yeteneğine göre çalıştığı koşullarda.

5)Toplumdan yaptığı işe göre değil, kültürel seviyesi yüksek bir insan olarak ihtiyacı kadarını aldığı koşullarda.

6)İş/çalışma üretkenliğinin, tüketim araçları bolluğu yaratacak derecede gelişmiş olduğu koşullarda. 

Bunlar da komünizmin ilkeleridir. Bunların gerçekleştiği koşullarda insanlar yaptığı işe göre değil, gelişmiş bir insan olarak, toplumun ihtiyaçlarına göre çalışma ve toplumdan gerekli duyduğu kadar tüketim araçları alma bilincine varmış demektir.”(2. ve 3. makalelerden)

Eşit işe eşit ücret”, söz konusu bu yasallağın gerçekleştirilmediği koşullarda mümkün değildir.

Materyalist tarih anlayışı, üretimin ve üretimden sonra, üretilen ürünlerin değişiminin, her toplumsal rejimin temelini oluşturduğu; tarihte görülen her toplumda, ürünlerin bölüşümünün ve ürünlerin bölüşümü ile birlikte, sınıflar veya da zümreler biçimindeki toplumsal eklemlenmenin üretilen şeye, bunun üretiliş biçimine ve üretilen şeylerin değişim tarzına göre düzenlendiği tezinden hareket eder. Sonuç olarak, bütün toplumsal değişikliklerin ve bütün siyasal altüst oluşların son nedenlerini insanların kafasında, ölümsüz doğruluk ve ölümsüz adalet üzerindeki artan kavrayışlarından değil, üretim ve değişim biçiminin değişikliklerinde aramak gerekir; onları, ilgili dönemin felsefesinde değil, iktisadında aramak gerekir. Eğer varolan toplumsal kurumların usa-aykırı ve adaletsiz oldukları, usun budalalık ve iyiliğin kötülük durumuna geldiği sonucuna varılırsa, bu, üretim yöntemleri ve değişim biçimlerinde, daha eski iktisadi koşullara uyarlanmış toplumsal rejimin artık bağdaşamadığı gizli dönüşümler olduğunun bir göstergesinden başka bir şey değildir. Bu, aynı zamanda, farkına varılan düzgünsüzlükleri ortadan kaldırma araçlarının da -az çok gelişmiş bir durumda-, zorunlu olarak değişmiş üretim ilişkileri içinde bulundukları anlamına gelir. Öyleyse, insanın bu araçları kafasında uydurması değil, ama beyni yardımıyla, göz önünde bulunan maddi üretim olguları içinde bulması gerekir.” (11)

Sosyalizmde ücretlendirmede belirleyici yasallık nedenlerini, bunların kaçınılmazlığını göz önüne almayan her ücretlendirme anlayışı bir uydurmadır; ilahi adalet adına, ebedi adalet adına, eşitlemecilik adına saçmalık derecesinde birer ütopyadır. Bu anlamda Proudhon’u da, Lassalle’ı da, Dühring’i de, Troçki’si de birer uydurmacıdır, hayalperesttir.

Bu hayalperestler, üretimin ve üretilen ürünlerin değişiminin, her toplumsal düzenin temelini oluşturduğunu anlamayacak kadar gerçek yaşamdan kopuktular.

Bu hayalperestler tarihte görülen her toplumda üretim ve ürünlerin paylaşımının aynı zamanda sınıfsal bir sorun olduğunu ve bu sorunun sınıfların toplumsal konumlanmasında, mülkiyet ve paylaşımın sınıfsal karakterinde belirleyici olduğunu anlayacak durumda değillerdi.

Bu nedenlerden dolayı bu hayalperestler, gerçek yaşama, üretim ve paylaşıma sırt çevirerek toplumsal değişikliklerin ve bütün siyasal altüst oluşların nihai nedenlerini, üretim ve değişim biçiminin değişikliklerinde aramak yerine insanların kafasında, ölümsüz doğruluk ve ölümsüz adalet üzerindeki artan kavrayışlarında aramışlardır.

Materyalist tarih anlayışına göre hareket eden Bolşevikler, SSCB’de, inşa edilen sosyalizmde ücretlendirme sorununu doğru çözümlemişlerdir. Onlara yol gösteren dünya proletaryasının dört önderinin (Marks, Engels, Lenin, Stalin) bu konudaki teorik açıklamalarıdır; bir bütün olarak, ideoloji olarak Marksizm-Leninizm’dir.

*

SSCB’de sosyalizmin inşa sorunlarını analiz etmek için somut verileri, pratiği ele almak gerekir. Bu makalelerde sosyalizmde ücretlendirme sorununu Bolşeviklerin nasıl ele aldıklarını, dayandıkları teori ve yöntem bakımından göstermeye; sosyalizmde ücretin neden farklı olduğunu, neden ücrette eşitlemeciliğin olamayacağını belli yasallıklara dayandırarak açıklamaya çalıştım.

SSCB’de sosyalizmin inşasıyla, Bolşevik Partiyle, Lenin, Stalin ve Marksizm-Leninizm’le sorunu olanın yapması gereken somut durumun somut analizidir. Bu yapılmaksızın; Sovyet gerçekliği, konumuz bağlamında ücretlendirmede farklılığın nedenleri araştırılmaksızın ve bu alanda verilen mücadele değerlendirilmeksizin üretilmiş olan ütopyaları yeniden pazarlamaktan öte bir şey yapılmış olmaz.

Bu konuyu doğrudan ilgilendiren ama kendisi de başlı başına bir konu olan iş verimliliğinin ayrı bir çalışma olacağını belirtmek isterim.


Kaynak/Açıklma:

1) Marks-Engels Toplu Eserleri (METE); C. 7, s. 89/90.

2) METE; C. 19, s. 28.

3) METE; C. 19, s. 20, “Gotha Programı Eleştirisi”.

4) METE; agy.

5) Lenin; C. 25, s. 485, Türkçe Seçme Eserleri; C. 7, s. 104/105, “Devlet ve Devrim”.

6) Lenin; agk., s. 480-482), Türkçe Seçme Eserleri; C. 7, s. 100/101, “Devlet ve Devrim”.

7) Lenin; agk., s. 477/478, Devlet ve Devrim, Türkçesi, s. 96/97.

8) METE; C. 19, 20/21. Marks; “Kritik des Gothaer Programms”.

9) Agy.

10) Bkz.: Stalin; C. 14, s. 33. ”Stahanovcuların I. Birlik Danışma Toplantısındaki Konuşması, 17 Kasım 1935.

11) METE; C. 20, s. 248-249, “Anti-Dühring...”.