deneme

6 Mart 2023 Pazartesi

6’LI MASA – 5’Lİ MASA FIRTINASI! KARŞI DEVRİMİN İKİ CEPHESİ ARASINDA TERCİH YAPMAK ZORUNDA DEĞİLİZ!

 

6’LI MASA – 5’Lİ MASA FIRTINASI!

KARŞI DEVRİMİN İKİ CEPHESİ ARASINDA TERCİH YAPMAK 

ZORUNDA DEĞİLİZ!


Seçmen, Cumhur İttifakı’yla Millet İttifakı Arasında Bir Tercih Yapmaya Zorlanmıyor. Seçmen Cumhur İttifakı’yla ABD/AB Arasında Bir Tercih Yapmaya Zorlanıyor.


(Bu yazı 5 Şubatta yazıldı. 6 Şubat depreminden dolayı bekletildi. Akşener’in 6’lı Masa’dan ayrılması seçimlerin ittifaklaşmaların ne olacağını yeniden ön plana çıkardı. Tamamlanmış bir yazı olduğu için içeriğini son gelişmelerden dolayı yeniden gözden geçirme yerine, ekleme yapacağım. Bakalım ne için heyecanlanıyoruz!)

Gerçekten de Mİ’nin yapması gerekeni ABD/AB kendi açısından farklı yöntem ve konularla yapıyor. ABD/AB “seçim” çalışmasını Mİ’den daha somut, daha açık, derdini teker teker sıralayarak, uygulamaya koyarak yapıyor. Öyle Mİ gibi 9 ana ve 75 alt başlık altından oluşan tamı tamına 2 bin 300 vaat ve politik anlayışın yer aldığı 244 sayfalık bir metin hazırlamıyor. Erdoğan gitmelidir diyor, Erdoğan’sız Türkiye istiyor. Diktatörün seçimle gitmeme ihtimalini de göz önüne alarak tehdit ediyor, baskı uyguluyor. Türkiye ile ilişkilerini ve çelişkilerini açıktan kaşıyor, kendi lehine bir seçim atmosferi oluşturmaya çalışıyor. Ancak, bütün bu ABD/AB kışkırtmaları, seçimle ilgisi olsun veya olmasın, diktatör tarafından tepe tepe kullanılacaktır. “Aferin”ci Babacan’a karşı diktatörün hışmı bu kadarla sınırlı kalmayacağı gibi, diğer konular da teker teker ele alınıp “dış düşman”a karşı milliyetçilik, Türk şövenizmi harlanacaktır.

Mutabakat metni yayımlandıktan sonra Altılı Masanın adı da değişti. Şimdi masa kendini resmen Millet İttifakı olarak tanımlıyor. Mİ programının tek amacı var: Batı (ABD/AB) ile sıkı bir işbirliği içinde ve Batı sermayesinin doğrudan katkısıyla AKP iktidarı döneminde işlevsizleştirilen “müesses nizamı” yeniden kurmaktır. Bundan anlaşılan da güçlendirilmiş parlamenter sistemi yeniden tesis etmektir. Ancak, bu programla, güya yeniden işlerlik kazandırılmak istenen kuvvetler ayrımıyla, mali disiplinle, toplamda mutabakat metninde sıralanan o proje, politika ve hedeflerle “eski” düzeni, “eski” Türkiye’yi restore etmek mümkün değildir. Altılı Masa hazırladığı bu programa ne kadar “sosyal devlet” görünümü verirse versin restore edilecek olan ne “sosyal devlet” olacaktır ne de neoliberalizm hakim kılınacaktır. Dünya yeni bir kutuplaşma sürecine girmiştir. Artık geriye dönüşümü olmayacak denen sermaye ve üretimin uluslararasılaşması (emperyalist küreselleşme) ve bununla birlikte neoliberalizm hızla ilerleyen iki kutuplu yeni dünya oluşumuna yenik düşmektedir; uluslararasılaşmış sermaye ve neoliberalizm artık dünyanın bir kısmıyla yetinmek zorunda kalacaktır. Bu nedenle, TÜSİAD’ın dönem dönem hazırladığı raporlara benzeyen Mİ’nin programı daha baştan işe yaramaz olmuştur.

Son NATO zirvesinde de açıklandığı gibi bugün savunulan “kurallara dayalı uluslararası düzen” Çin’in Amerikan emperyalizmine, genel anlamda Batı dünyasına meydan okumaya başlamasından bu yana farklı bir anlam kazanmıştır. Bu farklılık bu yüzyılın başındaki ve şimdiki dünyanın bir ve aynı dünya olmadığını göstermektedir. Bu değişimin farklında olmayan Mİ, adeta “tarih öncesi” bir program oluşturmuştur.

Bir karşılaştırma yapalım.

Neden Amerikan emperyalizmi, Batı emperyalizminin “saygın” gazete ve dergileri, mevcut nedenleri kullanarak veya yenilerini icat ederek Türkiye’deki bu seçime bu denli müdahil oluyorlar?

Batı dünyası (ABD/AB) Türkiye’den, Cİ’den ve Mİ’den ne istiyor? Daha somut olarak, Amerikan emperyalizmi açısından sorun ne? Sorun, salt gerginlik boyutunda mı yoksa jeopolitik içerikli mi? ABD/AB talepleri karşısından Cİ ve Mİ’nin tavrı ne?

Bu sorular sorulduğunda bilinen bazı gerçekler karşımıza çıkıyor. Nedir bu gerçekler?

AKP’nin iktidar olmasını en çok destekleyenler arasında ABD de vardı. Erdoğan’ı BOP Eşbaşkanlığına varana kadar allayıp pullayan da ABD’dir. Ancak, Erdoğan’ın Amerikan çıkarlarını gözetmeksizin politikalar geliştirmesi diktatöre karşı tavır değişikliğine neden oldu. Artık Erdoğan gitmesi gereken birisiydi. En fazlasıyla Erdoğan’sız AKP, iyi bir AKP olabilirdi. Olmadı.

Amerikan emperyalizminin ilk adımı 15 Temmuz (2016) darbe girişimi oldu.

-Rojava da dahil Suriye’de Türk-Amerikan politikaları farklılaştı.

-Türkiye, hava savunma sistemi vermediniz diye Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldı.

-Sadece bununla yetinmedi, siyasi, ekonomik, ticari ilişkilerini geliştirdi. Ukrayna savaşından dolayı ABD ve AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara katılmadı veya tam katılmadı. Tersine ilişkilerini kapsamlaştırdı ve derinleştirdi. “Bağımsız” tavır adı altında, Rusya’yı da, Ukrayna’yı da kaybetmek istemiyoruz diyerek her iki tarafla siyasi, ekonomik ve askeri ilişkileri sürdürdü.

-Rusya’nın çevrelenmesinde, Karadeniz’in Ukrayna savaşında kullanılması için ABD’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesini delme çabalarına, baskısına teslim olmadı.

-Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini koşullara bağladı.

Bunlar doğrudan Rus emperyalizminin de çıkarlarına uygun düşmektedir.

-Suriye/Rojava’da bildiğini okuyor. Doğu Akdeniz’de, Ege Denizi’nde Türkiye’nin çıkarları anlayışında ısrar ediyor.

-Libya’da bildiğini okuyor.

-Kıbrıs'da da bildiğini okuyor.

-Güney Kafkasya’da (Azerbaycan-Ermenistan savaşı) Azerbaycan’ın yanında yer alarak Batı’nın ve kısmen de Rusya’nın çıkarlarına ters adımlar atıyor.

-Bağımsız, en azından Amerikan silahlanma sanayisinden bağımsız olarak ulusal bir askeri-sanayi kompleksi geliştirdi.

Bütün bu alan ve konularda (en genel anlamda) Amerikan jeopolitikasıyla, AB çıkarlarıyla Türkiye’nin çıkarları artık örtüşmemektedir. Birkaç sene önce bunun adı ABD/AB-Türkiye arasındaki gerginlikti, Türkiye'nin yanlış politikasıydı. Artık bu, gerginlik ve yanlış politika olarak tanımlanmaktan çıkmış, resmen ve düpedüz jeopolitik bir içerik kazanmıştır.

Doğruluğundan yanlışlığından bağımsız olarak bunlar faşist diktatörlükle ABD/AB arasındaki çelişkilerdir. Çoğaltılabilir, ama sanırım bu kadarı da yeterlidir.

Şimdi, daha doğrusu son NATO zirvesinden bu yana Amerikan emperyalizmi Çin ve Rusya’ya karşı geriye kalan bütün dünyayı “kurallara dayalı uluslararası düzen” olarak görüyor ve bu düzenin savunulması, Rusya ve Çin’in çevrelenmesi ve boğulması için Çin ve Rusya dışında geriye kalan bütün dünyayı kendi jeopolitik çıkarlarını savunmaya çağırıyor veya zorluyor.

Bu yüzyıllın başından bu yana değişen dünya koşulları “kurallara dayalı uluslararası düzen”i de değiştirmiştir. Dünün “kurallara dayalı uluslararası düzen”i doğrudan neoliberalizm ve Amerikan hakimiyetiydi. Bugünün “kurallara dayalı uluslararası düzen”i ise doğrudan neoliberalizm ve Amerikan hakimiyeti olmaktan çoktan çıkmıştır. Dün ile bugün arasındaki fark bu.

İsteğimizden, öngörümüzden, teorik anlayışımızdan, genel değerlendirmemizden bağımsız olarak Türkiye, stratejik konumundan dolayı yeniden kutuplaşan dünya jeopolitikasında (her bir kutbun jeopolitikasında) ayırt edici bir rol oynamaktadır. Bu rolünden dolayı 2023 seçimleri ABD/AB’yi ilgilendirdiği kadar Rusya ve Çin’i de ilgilendirmektedir. Bu seçim bundan dolayı doğrudan bir jeopolitik önem kazanmıştır: Mİ kazanırsa ABD/AB kazanmış olacak. Cİ kazanırsa ABD/AB kaybetmiş olacak. Önceki bazı yazılarda da ele aldığım gibi bunun nasıl ağır bir kayıp olacağı başlı başına bir araştırma konusudur. Bu nedenle ABD/AB, Türkiye’yi kaybetmek istemeyecektir. Kazanmak için de tek umudu Mİ’dir. Diğer taraftan Rusya da (ve Çin de) Türkiye’yi kaybetmek istemeyeceklerdir. Bu iki ülkenin de tek umudu Cİ’dir.

Şimdi istediğiniz kadar evirip çevirebilirsiniz. Ancak, verilen oyun neye yarayacağını, neye yaraması gerektiğini Amerikan emperyalizmi yeni müdahale adımlarıyla değil, daha J. Biden, Başkan olmadan önce “muhalefeti destekleyeceğiz” diye açıklamıştı. Şimdi de o desteği, baskı kurarak, korkutmaya çalışarak, kalemşorlarına yazdırdıkları yazılarda öne sürülen senaryolarla sunuyorlar. Birkaç örnek: 1 Ocak 2023 tarihli Foreign Policy dergisinde (ABD) çıkan bir yazıda, Erdoğan’ın büyük bir seçim yenilgisine uğrayacağı, ülkenin “kan banyosu”na döneceği anlatılır. 21 Ocak 2023 tarihli The Economist dergisi, kapağına Erdoğan'ın fotoğrafını koyarak “Türkiye'nin yaklaşan diktatörlüğü” başlığını atar. İşlerine gelmediği için diktatörü daha yeni keşfediyor. Bloomberg’e göre Türkiye NATO'ya “kafa tutan ülke”dir, bu “kafa tutuşa” izin verilmemelidir. Almanya’da Stern dergisi (26 Ocak 2023) kapağında Erdoğan’ı “kundakçı” olarak tanımlıyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunda “Türkiye NATO’dan çıkartılmalıdır”a kadar varan açıklamalardan geçilmiyor, konsolosluk kapatma olayından bahsetmeye gerek yok.

Sonunda iş askeri müdahale senaryolarına kadar varır. Foreign Affairs'te (ABD Dış İlişkiler Konseyinin yayın organı) Henri Barkey imzasıyla çıkan “Türkiye’nin Dönüm Noktası: Erdoğan İktidarda Kalmak İçin Ne Yapacak?” başlıklı makalede sonuç itibariyle savunulan şu:

Ege ve Akdeniz’de Yunanistan-Türkiye arasında “kazara da olsa küçük çaplı bir çatışma” çıkartırsın. Aynı şekilde Rojava’da da “ABD’yle bir çatışma” çıkartırsın. Bunlara ilaveten “Kıbrıs’ın Türk kesimindeki statükoyu değiştirirsin”, böylece Türkiye’ye askeri müdahalenin nedenlerini oluşturursun.

Böyle olur veya olmaz. Önemli olan bu ve benzer baskı, kışkırtma ve senaryoların sistematik olarak yayınlanması ve seçimlere müdahale edilmek istenmesidir. Bunu yaparken Erdoğan’ın diktatörlüğünün, katliamcılığının, biz ekleyelim faşistliğinin, ırkçılığının yeni keşfediliyor olmasıdır. ABD ile arası iyiyken de Erdoğan aynı Erdoğan’dı. O zaman Amerika’nın çıkarlarına göre hareket ettiği için “iyi” Erdoğan’dı. Şimdi ise “en iyi” Erdoğan, iktidarda olmayan, iktidarı kaybetmiş Erdoğan’dır, deniyor.

Peki, bu konularda, en azından Batı’nın Türkiye’ye yönelttiği talepler, yukarıda bahsettiğimiz çatışmalı, çelişkili alan ve konularda Mİ ne düşünüyor?

Bu ittifakın sınıfsal karakterini belirleyen büyük burjuvazidir, işbirlikçi tekelci burjuvazidir, Batı sermayesiyle, IMF ile kolkola, içli-dışlı olmayı özlemiş olan TÜSİAD’dır. Peki, Batı’nın da özlediği o Türkiye’ye geri dönüşün sağlanması için, iktidara gelmesi durumunda Mİ ne yapmak zorundadır? Suriye’den/Rojava’dan, Güney Kürdistan’dan, Güney Kafkasya'dan, Kıbrıs'dan, Doğu Akdeniz’den, Libya’dan çekilmek zorundadır. Boğazları ABD/NATO güçlerine açmak ve Karadeniz’i ABD/NATO gölüne çevirmek zorundadır. Ege’de Yunanistan çıkarlarını kabul etmek zorundadır. Rusya ile “din düşmanı” olmasa da ABD’nin çıkarlarına hizmet edecek derecede düşman olmak zorundadır. Ukrayna savaşına doğrudan müdahil olmalıdır vs.

Peki, Mİ bunları yapar mı? Yapar, yapacak. Babacan ağzıyla, mutabakat metni gösterilerek dile getirilen Batı’dan “aferin” almak öyle kolay değildir. Karşılığı olmadan Batı günahını dahi vermez. Batı, “aferin” almak için dediklerimi yapacaksın diyor.

Peki, bunları yapınca veya Batı’nın taleplerini yerine getirince; son NATO zirvesinde açıklanan “kurallara dayalı uluslararası düzen”in Amerikan jeopolitikasının gerek gördüğü gibi fiili savunucusu olunca Türkiye’ye demokrasi ve özgürlük mü gelecek? Kürt ulusu ve etnik gruplar özgürleşecekler mi? Baskılar, katliamlar tarihin çöplüğüne mi atılacak? Ne olacak, faşist diktatörlük mü yıkılacak?

Bunların hiçbirisi olmayacak.

Diktatör, Türk burjuvazisinin ve sermayesinin en saldırgan, emperyalist yayılmacılığa oynayan, var ve güçlü olabilmek için silahlanmaya odaklanan kesiminin siyasi temsilcisidir. Emperyalist politikaları, yayılmacılığı devam ettirebilmek için diktatör, eskiden kalma “müesses nizam”ın artık yetersiz kaldığını, değişmesi gerektiğini görmektedir. Eski haliyle faşist diktatörlük emperyalist politika ve yayılmacılık için yeterli değil. Bu nedenle Hitler-vari bir faşist rejimin kurulması için bu seçimi mutlaka kazanması gerektiğinin bilincinde. 2023 seçimini kazanmak Cİ açısından faşist rejimin yeni dünya koşullarına göre yeniden yapılandırılması için bilinçli ve planlanmış adımını atmasına olanak sağlayacaktır.

Bu seçim burjuvazinin hakimiyet biçiminde bir değişimi beraberinde getirmeyecektir. Ya Mİ’nin özlemini duyduğu eski biçimiyle faşist diktatörlük veya da Cİ’nin, diktatörün gerçekleştirmek için yanıp tutuştuğu yeni biçimiyle faşist diktatörlük. Yani at, aynı at, sadece eyer değişecek.

Neresinden, hangi perspektiften bakarsanız bakın 2023 seçimine damgasını vuran dünya jeopolitiğinin Türkiye’ye, merkezinde Türkiye’nin bulunduğu Balkanlar-Karadeniz-Kafkasya-Ortadoğu-Doğu Akdeniz-Libya-Ege Denizi-Boğazlar-Orta Asya’ya yansımalarıdır. Bundan dolayı 2023 seçimi aynı zamanda yeniden kutuplaşan dünyanın her bir kutbunu doğrudan ilgilendirmektedir; hem ABD/AB’yi ve hem de Rusya/Çin’i.

Mİ’nin seçimi kazanması durumunda uygulanacak olan bu program değildir; uygulanacak olan ABD/AB/NATO çıkarlarıdır. Her şey yeniden düzenlenecektir; her şey Amerikan emperyalizminin bölgesel ve dünya jeopolitikasına uygun, hizmet eder duruma getirilecektir. Ama dünya jeopolitikası artık 20 sene öncekinden çok farklılaşmıştır. Bu nedenle Amerikan emperyalizminin 20 sene önceki Türkiye’den isteğiyle şimdiki isteği bir ve aynı olamaz. Bu nedenle seçimi kazanması durumunda Mİ, Türkiye’yi Amerikan jeopolitik çıkarlarına göre yeniden şekillendirecektir.

Mİ’nin seçimi kazanması demek Amerikan emperyalizminin istediği birinin Cumhurbaşkanı olması demektir. Peki, ABD, yeni Cumhurbaşkanına “hadi, Türkiye’yi nasıl istiyorsanız öyle restore edin” mi diyecek yoksa “restore edin ama restorasyonu Amerika’nın çıkarlarına göre gerçekleştireceksiniz” mi diyecek?

9 Ocak tarihli Washington Post gazetesinde yayımlanan “2023 yılının en önemli seçimi Türkiye’de olacak” başlıklı yazıda, bu seçimin sonucu “Washington ve Moskova’nın yanı sıra Avrupa, Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika’daki başkentlerdeki jeopolitik ve ekonomik hesaplamaları şekillendirecek” deniyor. Bunu yapacak olan da Mİ Cumhurbaşkanıdır. Bu Cumhurbaşkanı Türkiye’yi restore eden, eski “müesses nizamı” yeniden kuran değil, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını esas alan Cumhurbaşkanıdır. Ancak, Amerikan çıkarlarıyla uyumluluk içinde eski “müesses nizam” restore edilebilir. Bu da değişen dünya ve Türkiye koşullarına uygun değildir.

Haksızlık etmeyelim. Amerikancılık söz konusu olduğunda Altılı Masa’nın topu tek başına diktatörle aşık atamaz. Ne de olsa BOP’un (“Büyük Ortadoğu Projesi”) eşbaşkanlarından birisi Erdoğan’dı ve bununla böbürleniyordu. ABD-Türkiye arasında farklı politikalar, şu veya bu konudaki gerginlikler çelişkiye dönüşmemiş olsaydı diktatör baş Amerikancı olmaya devam ederdi. Ama o zamanlar artık geride kaldı. Şimdi ABD-Türkiye arasındaki sorunlar, stratejik ve jeopolitik bir karakter taşımaktalar.

Sonuçta Altılı Masa veya Mİ ortaya bir mutabakat metni çıkardı. Ancak, kimin cumhurbaşkanı adayı olacağı, hangi partinin ne kadar bakan veya milletvekili çıkaracağı, bürokraside kadroların paylaşımı konusunda “at pazarlığı” hala sürmektedir. Bu arada diktatör de seçim turlarını sürdürmektedir.

Peki, karşı devrimin bu iki cephesine karşı işçi sınıfı ve emekçiler; onların siyasal öznesi olma iddiasında bulunan örgütler ne yapıyorlar? Gerçekten bir cephe olma durumları var mı, yoksa bir kısmı “kendim buradayım ama gönlüm” başka yer de mi diyor veya “yetmez ama evet”te karar kıldığını açıklamaya mı hazırlanıyor?

Tabii, karşı devrimin her iki cephesine karşı işçi sınıfı ve emekçilerin de bir cephesi olmalıdır. Burada yeri gelmişken söyleyelim: Yukarıdaki anlatımımızdan anlaşılan şudur ki, karşı devrimin bu iki cephesi sadece bir seçim cephesi/bloklaşması değildir. Buradaki bloklaşma/cepheleşme eski müesses nizamı, yani faşist diktatörlüğü yeniden kurumsallaştırma, restore etmeyi amaç edinmekle, faşist diktatörlüğü dünya ve Türkiye’nin yeni koşullarına göre kurumsallaştırmak, inşa etmek isteyen bir bloklaşmadır/cepheleşmedir.

Burjuvazi açısından durum böyleyken “halkımız” arasında “siyasi güç” durumunda olan çok sayıda örgüt Mİ’den çok şey bekliyor. Öyle ki, yakın geçmişi faşist diktatörlük olarak dahi görmüyor ve Mİ’nin seçimi kazanması durumunda Cİ‘yla gelmekte olan faşizmin engellenebileceği hayaliyle yaşıyor. Kısacası, Mİ’den demokratikleşme bekliyor, özgürlüğe giden yolun açılacağını sanıyor. Bu nedenle “mal bulmuş mağribi gibi” Mİ’ye sarılıyor. Bunların kafası, düşünceleri karışık falan değil. Bunlar düpedüz küçük burjuva düşüncelere sahip olan, devrimle, düzeni değiştirmekle, sosyalizmle, Marksizm-Leninizm’le barışık olmayan, gerektiğinde bu kavramları içini boşaltarak kullanmaktan da geri kalmayan çevrelerdir. Bunlar ya doğrudan Mİ’nin destekçisi konumundalar veya da Emek ve Özgürlük İttifakı’nın (EÖİ) sınıfsal bazda tutarlı durması durumunda, zamanı gelince “yetmez, ama evet”çi olacaklardır.

Düşünebiliyor musunuz, burjuvazinin Mİ cephesi niçin ittifak oluşturduğunu; neye karşı mücadele edeceğini, neyi yıkıp neyi yeniden kuracağını ve bunu yaparken de kimden “aferin” beklediğini normal bir dünyalının anlayabileceği biçimde açıklıyor. Demokrasi ve özgürlük düşmanı olduğunu, işçi sınıfı ve emekçilerin sınıfsal düşmanı olduğunu, sermayenin, yabancı sermayenin, emperyalist güçlerin (ABD/AB/NATO) dostu, işbirlikçisi olduğunu açıklıyor. Buna rağmen bu ittifaktan, yani Millet İttifakı’ndan demokrasi ve özgürlük adına bir adımın atılacağını sanmak, saflığın ötesinde siyasal bir aymazlıktır, evet siyasal bir gericiliktir. Bu bir küçük burjuva sınıfsal gericiliğidir. Devrimci mücadelenin yükseliş koşullarında, işçi sınıfının güçlü mücadele koşullarında küçük burjuva örgütlerdeki bu siyasal gericilik; düzeni değiştirmemek, sosyalizm için mücadele eden işçi sınıfının önüne geçmek normaldir. Dünya devrimci tarihinde bunlar görülmüştür. Ama bugün Türkiye’de böyle bir sınıf mücadelesi yükselişi de yok, hele fiilen başlamış olan bu seçim döneminde böyle bir yükseliş hiç yok. Kim bilir, belki de derin bir öngörüyle gelecekte olacağı şimdi engellemeye çalışıyorlar. Hani şu “geliyor gelmekte olan” var ya, işte onu işçi sınıfının siyasi öznesi sloganlaştırsa, bundan anlaşılması gereken şu olur: “Devrim geliyor”! Bayağı derin bir öngörü değil mi?

Mİ ve Cİ karşısında 3. cephe çalışmasının “zevahiri kurtarmak” diye bir derdinin olmaması gerekir. Ama faaliyetlerin ilerleyiş tarzı böyle bir derdin olduğuna açık bir işarettir.

3. cephe, sınıfsal kavramla ifade edecek olursak işçi sınıfı ve emekçilerin cephesidir. Karşı devrimin, burjuvazinin ittifakları arasındaki bu it dalaşında taraf olma, kötünün içinde birazcık “iyi” olanı arama diye bir sorunu olamaz. Nasıl ki Cİ ve Mİ birer seçim metni/programı yayınlamışlarsa işçi sınıfı ve emekçilerin cephesi de burjuvaziye meydan okuyan bir programatik açıklama yapmak zorundadır. Bu, burjuvaziye meydan okuyan bir manifesto olmalıdır.

Sonuç:

Mİ perspektifinden bakıldığında Cİ kirlidir, çok kirlidir. Erdoğan gitmeli ve düzeni yıkılmalıdır.

Cİ perspektifinden bakıldığında Mİ, kirlidir, çok kirlidir, Batı’nın işbirlikçisidir, yıkıcıdır, “eski” Türkiye’nin savunucusudur.

Peki, devrim perspektifinden baktığımızda karşı devrimin bu iki cephesi nasıl gözüküyor? Karşı devrimin bu iki cephesi birbirine alternatiftir diye birini seçmek zorunda değiliz. Birisi “eski” Türkiye’yi yeniden kurmak istiyor, diğeri “yeni” Türkiye’nin kurumlaşmasını derinleştirmek, kapsamlaştırmak istiyor. Bu nedenle alternatifimiz ne “eski” Türkiye ne de “yeni” Türkiye’dir veya ne gelmesi engellenmek istenen “yeni” faşizmdir (faşist diktatörlüktür) veya ne yeniden kurumlaştırılmak istenen “eski” faşizmdir (faşist diktatörlüktür).

Özgürlük ve demokrasi için mücadele demek karşı devrimin, burjuvazinin bu her iki blokuna; Cumhur İttifakı’na ve Millet İttifakı’na karşı mücadele demektir.

Hala iktidarını yıkacak sömürgeci, sömürge, yarı sömürge vb. bir faşist diktatörlük aramakla meşgulüz. Ancak bu artık yeterli değil; karşımızda yeni bir jeopolitik, emperyalist güç doğuyor.

Bu gerçeği görmek ve ona göre hareket etmek zorundayız.

*

Yukarıdaki yazıya ekleme:

6’lı Masa’nın dağılması iki farklı tarafı çok yakından ilgilendirdi. Bu taraflardan birisi ABD/AB’den oluşan Batı cephesidir. Bu cephe, Erdoğan’ın artık gitmesi gerektiğini, gitmesi için muhalefetle ortak çalışacaklarını açıklayalı çok zaman olmuştu. Örneğin seçime nasıl müdahale edeceklerini Amerikan Başkanı J. Biden, daha başkan olmadan önce açıklamıştı. Gerçekten de bu müdahaleyi yapıyorlar. Bunu yaparken de nasıl bir Türkiye istediklerini açıklıyorlar. ABD’ye, IMF’ye, Avrupa cephesinde ise AB’ye biat etmiş, her dediklerini yapmaya hazır vaziyete gelmiş bir iktidar kurmak istiyorlar ve bu iktidar üzerinden ABD/AB/NATO’nun çıkarlarına aykırı gördükleri ne varsa hepsinin geri alınmasını talep ediyorlar.

ABD/AB, Türkiye’deki seçimi jeopolitik sonuçları olacak bir seçim olarak değerlendirmektedir. Bunun böyle olduğunu sadece Türkiye’den neyi talep ettiklerinden değil, basınlarında çıkan değerlendirmelerden de anlamaktayız. “6’lı Masa” krizi Batı basınını çok üzüyor!

6’lı Masa” oluşumunda Batı’nın seçimlere müdahale anlayışında birleştirici olan, görünüşte Erdoğan düşmanlığıdır. Esas slogan Erdoğan gitsin. Onun yerine kimin geleceğini de belirleyecek olan yine bu dış güçler olacaktır.

Eski “kadim” dostlarına, yani Erdoğan’a reva gördükleri bu düşmanlığın, bu nefretin nedeni çok açık. Yukarıdaki yazıda bu açıklanıyor.

2 Mart 2023’de Reuters, Batı'nın nasıl bir Türkiye istediğini ve bu istekleri yerine getirecek gücü açık açık yazdı.

6’lı Masa, şimdi ise “5’li Masa” seçimi kazanması durumunda Batı'ya tam biat, tam teslimiyet, ekonomin IMF’ye teslimi, Ukrayna savaşında açık taraflılık, Rusya ilişkilerinin Batı'nın çıkarlarına uygun hale getirilmesi.

Erdoğan’ın gitmesi, ABD/AB/NATO taleplerinin yerine getirilmesi için Batı’nın tek umudu bu “Masa”dır, yani Millet İttifakı’dır.

6’lı Masa”nın dağılması bazı küçük burjuva hayalci, bu Masa’da demokrasi arayanları, demokrasi ve özgürlüğü Batı’da arayanları, hangi nedenden dolayı olursa olsun kişiselleştirilmiş Erdoğan nefretçilerini bayağı rahatlattı.

İyi Parti gittiği için demokrasi cephesi genişleyecekmiş. 5 partili Millet İttifakı, hem HDP hem de sosyalist partilerle daha yakın bir işbirliğine girecekmiş. Ama 6 Mart itibariyle İyi Parti geri döndü!

Anlaşılan o ki, bu memlekette demokrasi cephesini temsil eden “6’lı Masa”, İyi Parti’nin varlığından dolayı bu görevini yerine getiremiyormuş. Bu partinin gitmesiyle “demokrasi cephesi büyüyecek” imkana kavuşmuş oluyor. Ama 6 Mart itibariyle İyi Parti geri döndü!

İyi Parti ayrıldıktan sonra ‘Millet İttifakı, HDP’nin de içinde bulunduğu Emek ve Özgürlük İttifakı ile daha yakın bir işbirliğine girebilme’ fırsatını bulmuştur. Bunun ötesinde ‘hem Emek ve Özgürlük İttifakı’nda hem de Sosyalist Güç Birliği’nde yer alan sosyalist partilerle de daha yakın bir işbirliği gündeme gelecekmiş. Ama 6 Mart itibariyle İyi Parti geri döndü!

Doğru. “Halil İbrahim” sofrasından bahseden Kılıçdaroğlu’dur: “Bu sofraya bu ülkenin tüm renklerini davet etmemiz gerekir..., yoksa bu ülke İflah olmaz... Türkiye'nin bütün renklerini birleştire birleştire kazanmak için yola çıktık. Böylece soframız gittikçe genişledi. Amaç aynı zamanda yeni, güzel bir Türkiye oluşturmaktı.” Bu anlayıştan hareketle sofrayı dar tutan İyi Parti engeli aşıldıktan sonra Kılıçdaroğlu, yeni sofrasına HDP başta olmak üzere “tüm renkleri davet ettiğini” açıkladı. Ama 6 Mart itibariyle İyi Parti geri döndü!

Umut etmek, etmemekten daha iyidir! Bu memlekette “Adilce yaşamak, yarışmak ve belki barışmak için” AKP’den kurtulmak gerektiğine, bunu da Akşener’den kurtulan CHP’nin yapabileceğine, Akşener’den kurtulmakla CHP’nin “nihayet" sağı birleştirmekten "kurtuldu”ğuna ve hatta tüm siyasi partileri tek adam karşısında birleştirebileceği bir viraja girdi”ğine canı gönülden inananlar da var. Ama 6 Mart itibariyle İyi Parti geri döndü!

TKP “halkımız”a çok güveniyor. Ama “halkımız” TKP’ye güveniyor mu?

Bu partiye göre “Saray iktidarını yenmek, saltanat sevdalılarını çöreklendikleri mevkilerden indirmek, şimdiye kadar işlenen suçların hesabını sormak ve güzel bir geleceği el birliğiyle inşa etmek; bütün bu tarihsel ve zorlu görevler bir kez daha halkımıza düşmüştür. Halkımız Saray karşısındaki iradesini ve kararlılığını koruyacak, AKP-MHP ittifakının karşısına ilkelerde uzlaşmış olarak, tek ve ortak bir adayla çıkmayı başaracak, böylelikle 20 yıllık karanlığa son verecektir.”

Hangi ilkelerde Kılıçdaroğlu’yla, Babacan’la, Davutoğlu’yla uzlaşılmış olunacak?

İyi hoş da, Türkiye’nin 20 sene öncesine kadar aydınlık içinde olduğunun tek bir emaresi var mı? Bu zulüm, bu baskı, bu faşizm, katliamlar, Kürt ulusunu yok sayma ve imha o zaman yok muydu?
“6’lı Masa” “5’li Masa”ya dönüştü. Kılıçdaroğlu’nun “Halil İbrahim” sofrası davetinden sonra, “6’lı Masa” dışında kalanlar; “Sosyalist Güç Birliği” oluşturanlar ve “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın bir kısım paydaşları yeni Millet İttifakı’nı Demokrasi İttifakına dönüştürürlerse hiç şaşmamak gerekir. Aslında “Demokrasi ve Devrim İttifakı” daha yakışık alır!
Buna da gerek kalmadı. 6 Mart itibariyle İyi Parti geri döndü!

Ne de olsa “tek Adam” iktidarını yıkacaklar ve yerine ABD ve AB’nin dizayn ettiği bir Türkiye kuracaklar. Yeniden kuracakları Türkiye her koşul altında Amerikan jeopolitikasına hizmet eden bir Türkiye olacaktır. Bu Türkiye’de ABD/AB/NATO, “mal bulmuş Mağribi” gibi Akşener’in dağıttığı masayı sahiplenmeye çalışan, ufku devrime, demokrasi ve özgürlüğe, faşizme karşı mücadeleye uzanamayan küçük burjuva yapılanmalara fırsat vermeyecektir veya Amerikan çıkarlarına hizmet ettiğiniz ölçüde önünüze siyaset kırıntısı atılacaktır. O kırıntı da atılmayacak. 6 Mart itibariyle İyi Parti geri döndü!

Şimdiye kadar hiç biriniz “6’lı” veya şimdi “5’li Masa”dan, yani karşı devrimin bu seçimde birbirine alternatif olan iki cephesinden birisi olan Millet İttifakı’nın ötesine geçen bir şey söylemediniz, bu ittifaktan bağımsız bir tavrınız olmadı. Millet İttifakı’nı destekleme, aynı cephede olma adına bağımsız bir aday bile çıkarmayı düşünmediniz. Hepiniz bir biçimde Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı adayı olarak gördünüz. Bu konuda Akşener en büyük destekçiniz. Ne de olsa 6 Martta bu yazıyı yayınlamadan önce Akşener de, “seçilebilir aday” ipinden “seçilemez aday” ipine sıçradı.

Siz kendinize güvenmiyorsunuz. Umudu, geleceğin inşasını kendinizde değil, Millet İttifakı’nda görüyorsunuz. Oysa bu ittifak ne istediğini açıkça söylüyor: “Eski”, yani AKP iktidarı öncesi Türkiye’yi yeniden inşa etmek, Batı’yla, yani ABD/AB ile ilişkileri yeniden düzenlemek. Peki, siz ne söylüyorsunuz? Hiç!

Sanıyorsunuz ki, “20 senelik karanlık” ortadan kalkarsa, yani “eski” Türkiye’ye geri dönülürse memlekete demokrasi ve özgürlük gelecek! Faşist diktatörlük 20 sene öncesinde de hakim değil miydi? Veya CHP bağlamında daha somut ifade edersek, 1970’li yıllardaki faşist saldırılarda, baskılarda, SHP bağlamında 1990’lı yıllardaki katliamlarında, örneğin Sivas ve Maraş katliamlarında bel bağladığınız bu CHP’nin hiç mi payı yok?

Bu nasıl bir anlayıştır ki, devrimcilikten bahsedenler karşı devrimin bir cephesine karşı diğer cephesi yanında yer alabiliyorlar; burjuvazinin bir bölüğüne karşı diğer bölüğüne teslim olabiliyorlar?

Bu nasıl bir anlayıştır ki, iktidara gelince ne yapacağını, Batı’nın da iktidara gelince ne yapmaları gerektiğini açık açık ifade ederken, Batı’ya (ABD/AB) teslim olanlarda (Mİ) ve aynı zamanda emperyalizmde medet umulabiliyor?

Bu nasıl bir anlayıştır ki, karşı devrimin Millet İttifakı cephesinin seçimi kazanması durumunda memlekete demokrasi ve özgürlüğün geleceği savunulmaktadır? Demokrasi ve özgürlükten Taksim’de basın açıklaması imkanına kavuşma anlaşılıyorsa buna bir diyeceğim yok. Ancak, demokrasi ve özgürlükten Kürt ulusal sorunu da çözülecektir deniyorsa siz Türk burjuvazisini, onun sömürgeci anlayışını, onun ırkçılığını, emperyalist politikalarını ve yayılmacılığını hiç anlamamışsınız.

Hangi açıdan bakarsanız bakın, karşı devrimin bu cephesini; Millet İttifakı’nı desteklemek aynı zamanda Amerikan emperyalizmini, AB çıkarlarını, IMF’yi desteklemek; Türkiye’nin Amerikan jeopolitikasına göre dizayn edilmesine ortak olmak demektir.

Bu nedenle özgürlük ve demokrasiden bahsedenler burjuvazinin her iki cephesine ve emperyalizme karşı kendi cephesinde buluşmak zorundadır.

Bu seçimin sonuçları uluslararası alanda iz bırakacaktır. Türkiye, Amerikan jeopolitikası ve Rusya/Çin jeopolitiği arasında, hangi tarafta duracağına bağlı olarak, yakın ve daha geniş bölgemizde (Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya üçgeninde) ve Orta Asya’da, Afrika’da yön tayin edici bir konuma sahiptir.

Şimdi, bu yazıyı yayınlamadan önce Akşener, “seçilebilir aday” ipinden “seçilemez aday” ipine sıçradı. Bu durumda Kılıçdaroğlu açtığı “Halil İbrahim sofrası”nı toplar mı? Göreceğiz.

Erken sevinenlerin halini de göreceğiz.