AB, Nice zirvesinde siyasi birliğine bir adım daha yakınlaşmayı, “Avrupa’yı birleştirmeyi” amaçlamıştı. Ama zirvedeki pazarlıklar ve elde edilen sonuçlar, AB’nin siyasi birliği sağlamaktan, Avrupa’yı birleştirmekten fersah fersah uzakta olduğunu gösterdi. Nice zirvesi, AB içinde çıkar çatışmalarını bir kez daha su yüzüne çıkardı.
AB, kendisini yapısal yenilemek ve yeni üyelerin alınması için hazırlanmak amacıyla Nice zirvesini düzenledi. Maastricht’ten sonra en anlamlı zirve olması gerekiyordu. Öyle de oldu; çıkar çatışmalarını bütün çıplaklığıyla yansıtma özelliği bakımından anlamlı bir zirve oldu. Alınan kararlar da çıkar çatışmasını yansıtan kararlar oldu.
Nice kararlarından sonra AB’de hiçbir şey daha kolay ve daha demokratik olmayacak. Tersine, işlerlik daha zor ve daha az demokratik olacak.
Nice zirvesi üye ülkeleri, “ulusal” çıkarlardan dolayı karşı karşıya getirdi. Özellikle emperyalist ülkelerin ulusal çıkar diye öne sürdükleri, tekelci sermayenin çıkarlarından başka bir şey değildi. Almanya, birleşmeden sonra AB’nin, nüfus bakımından da büyük ülkesi olmuş ve bunun karar mekanizmasında hesaba katılmasını talep ediyordu. Almanya’nın büyüklüğünden ve rekabetinden çekinen Fransa, buna karşı geliyor ve Almanya ile kendisi arasındaki güç eşitliğinin devamını talep ediyordu. Büyük Britanya ve İtalya gibi diğer büyük ülkeler de, Fransa gibi açıktan ifade etmeseler de, aynı anlayıştalar.
Yapısal reform, az nüfuslu ülkelerin AB mekanizmasındaki konumlarını zayıflatıyor. Nüfus yoğunluğundan dolayı, örneğin kurucu üyelerden Belçika, Hollanda, aday üyelerden Polonya’nın, Romanya’nın gerisine düşüyorlar. Bu nedenden dolayı Belçika’nın başını çektiği grup, zirveyi terk tehdidini savurdu. Bunun ötesinde AB fonlarından en çok yararlanan Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi ülkeler, yeni üyelerle birlikte AB’nin 27 üyeye çıkmasıyla aldıkları miktarın azalacağı kaygısını düştüler.
Nice’de her bir ülkenin kendisi açısından bir sorunu vardı ve her bir ülke, Avrupa’nın birliğinin kendi sorununun dikkate alınması temelinde sağlanabileceğine inanıyor. Yani bu gidiş, siyasi birliği sağlamaya değil, güçlü olanın hâkimiyetinin açıkça kabulüne götürüyor.
Alınan bazı kararlara:
-Genişleme:
AB, aday üyelerin koşulları yerine getirmeleri durumunda, 2002 yılı sonu itibariyle yeni üye alabilecek durumda olacağını açıkladı. Süreç, kararlaştırıldığı gibi devam ederse, yeni üyeler 2004’teki Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılacaklar.
-Çoğunluğa göre karar:
Bakanlar Konseyi’nde şimdiye kadar oybirliğini zorunlu kılan AB Anlaşmasının 40 kadar maddesi, oy çoğunluğuna göre işlem görecek.
-Oy ağırlığı:
AB Bakanlar Konseyinde dört büyük ülkenin (Almanya, Fransa, İtalya ve Büyük Britanya) her birinin 29 oyu olacak (şimdiye kadar her birinin 10’ar oyu vardı). Bu dört ülkeyi 27’şer oyla İspanya ve Polonya takip ediyor.
-AB Komisyonu:
2005’ten itibaren her ülke, Brüksel’e bir komiser gönderme hakkına sahip olacak. Ancak, üye sayısı 27 olunca komiser sayısı da yeniden gözden geçirilecek.
-Askeri politika:
Toplantıda AB’ye özgü askeri politikada karar kılındı. Ama İngiltere’nin çekincelerinden dolayı NATO ile ilişkiler konusunda açıklama yapılmadı.
Portekiz Başbakanı Guterres’in görüşüne göre Nice’de “büyük devletler darbe yaptı”lar. Gerçekten de öyle oldu. Nice’de alınan bütün kararlar dört büyük devletin lehine. Şimdi bu dört emperyalist ülke, AB’yi kendi çıkarları için daha pervasız kullanacaklar.
Yeni oy ağırlığı büyük devletlerin işine yarıyor: 27 üyelik AB’de 17 en küçük ülkenin toplam nüfusu Almanya’nınki kadar (82 milyon). Bakanlar Konseyinde bu ülkelerin toplam oy sayısı 57 iken Almanya’nınki 10 olacaktı. Şimdi durum değişti. Bakanlar Konseyinde oy dağılımı dört büyük devletin lehine değiştirildi.
AB Bakanlar Konseyinde oy sayısı 87’den 346’ya çıkartıldı.
Avrupa Parlamentosunda nüfus çoğunluğu belirleyici. Bu yöntemde de karlı olan Almanya. Mevcut nüfusla elde ettiği sandalye sayısı 99. Buna karşın B. Britanya’nınki 72(15 eksik), Fransa’nınki 72 (15 eksik), İtalya’nınki 72 (15 eksik), İspanya’nınki 50 (14 eksik, Polonya’nınki 50, Romanya’nınki 33. Lüksemburg hariç AB’nin mevcut üyeleri 3 ila 6 arasında sandalye kaybına uğradılar.
Avrupa Parlamentosunda toplam parlamenter sayısı 626’dan 732’ye çıkıyor.
Oy çoğunluğu da büyük devletlerin işine yarıyor. Oybirliği ile karar yerine oy çoğunluğunun koşul olarak getirilmesiyle büyük devletler, istedikleri gibi karar alabilecekler. Örnek; şimdiye kadar nitelikli oy çoğunluğu (ülkelerin nüfus büyüklüğüne göre oy sayısından oluşan çoğunluk) yüzde 71 idi. Bu oran yüzde 73,5’e çıkartıldı. Ama AB’nin üç büyük ülkesi, oy sayısı yeterli olmayan Malta, Kıbrıs, Lüksemburg, Slovenya ve Estonya dışında herhangi bir küçük (oy sayısı yeterli) üye ülke ile ortak hareket ederek herhangi bir kararı engelleyebileceği gibi, istediği kararı da alabilir. Bundan da en çok yararlanan yine Almanya. 82 milyonluk nüfusu ile Almanya, herhangi başka iki büyük ülke ile birlikte her kararı bloke edebilir veya istediği kararı aldırabilir.
Nice zirvesinde Türkiye de yer aldı. AB’nin bu zirvesinde üye ülkelerin yanı sıra aday ülke olarak Türkiye’nin de katılması ve Başbakanın “aile fotoğrafı”nda yer alması burjuvaziyi, en azından AB’cileri sevindirdi. Ne de olsa Türkiye restini çekmiş, Fransa da “Ankara’nın restini gördük” açıklamasını yapmış ve AB, açıkladığı katılım belgesinde Türkiye’nin talep ettiği değişikliği yapmıştı. Böylece Türkiye, ilk aşamada, zirveye katılım koşulu yaptığı noktalarda (Kıbrıs ve Ege sorunları) istediğini koparmış oldu. Ama bu, sorunun sadece bir yönüydü. Katılım Ortaklığı Belgesiyle Helsinki’nin gerisine düşen AB, Nice’de Helsinki kararları seviyesine gelmiş oldu. Hepsi bu kadar.
AB, ileriye dönük yeniden yapılanma planında Türkiye'’e yer vermiyor. Bu planda Türkiye yok, en azından 2010 yılına kadar yok.
Türkiye’nin AB’ye üye olmaya hazır olup olmadığı işin hikâye tarafı. Türkiye, hazırlık bakımından diğer aday üyelerden, en azından bir kısmından hiç de geri değil. AB için sorun olan, Türkiye’nin büyüklüğü, ABD ile ilişkisi ve jeostratejik konunu nasıl kullanacağı.
Üye olma durumunda Türkiye, AB’nin karar mekanizmasında en azından Almanya kadar ağırlığa sahip olacak. Bakanlar Konseyinde Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere’nin yanı sıra 29 oya sahip olacak. Avrupa Parlamentosu’nda da Almanya gibi 99 sandalyeye sahip olacak. Bu gücüyle Türkiye, örneğin İngiltere veya Fransa ve bir-iki küçük ülke ile birlikte AB’yi karar almasında yönlendirebilecek duruma gelecek. Bunu kendi çıkarına mı, yoksa ABD’nin çıkarına mı yapacağı pek de önemli değil. Önemli olan ağırlığın kendisi ve bu Almanya’yı korkutan nedendir.
Gelinen süreç şunu gösteriyor:
Kıbrıs ve Ege sorunları öne sürülerek Türkiye’nin üyelik sürecini sürüncemede bırakma taktiği artık geride kaldı. AB, Türkiye’yi, karar mekanizmasındaki ağırlığını da hesaba katarak ya üye yapacak, ya da yapmayacak. Her iki durumda da Türkiye’nin jeostratejik konumu/önemi belirleyici olacaktır. Türkiye’nin AB üyeliğine kararı verdirecek olan AB ile ABD’nin bölgemizdeki rekabetidir.