DİE’nin en son açıklamalarına göre sanayi üretimi Mart ayında, bir yıl öncesinin aynı ayına göre yüzde 18,7 oranında artmış. Şubat ayına göre de bu artış yüzde 22 oranında gerçekleşmiş. Bu yılın ilk üç ayındaki büyüme oranı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,5 oranında.
Son aylarda kapasite kullanımındaki belli artışlar, ihracattaki gelişme, mevcut stokların eritilmiş olması, sonuç itibariyle sanayi üretiminde canlanmanın, en azından canlanmaya doğru bir gelişmenin olacağının işaretlerini veriyorlardı.
Sanayi üretiminde görülen bu büyüme, krizin atlatıldığı anlamına gelir mi? Gelmez. Krizin patlak verdiği dönemden bugüne kadar burjuva politikacılar yaptıkları açıklamalarda hep yanıldılar. Geniş yığınların tepkisini törpülemek ve onları umutlandırmak için krizden “ha çıktık ha çıkıyoruz” oyununu oynadılar. Türkiye’nin jeostratejik öneminden ve özellikle Amerikan emperyalizmi açısından vazgeçilemez bir üs olmasından dolayı pompalanan ve on milyarlarla ifade edilen IMF ve Dünya Bankası kredileriyle mali sektör ve borçlanma çarkı yeniden döndürülme durumuna getirildi. Ama devletin iki yakası bir araya gelmedi. Buna rağmen, yoğun dış destekle, en azından görülebilir bir dönem için borç alma ve ödeme yeteneğine sahip konuma getirildi.
Türkiye, üç krizi aynı anda yaşadı ve dördüncüsüne ramak kaldı: Mali kriz, hükümet krizi bazında siyasi kriz ve fazla üretim krizi. Dördüncüsü de önlenebilen borçlanma krizi. Yoğun dış mali destek, daha doğrusu yoğun borçlanma ile mali kriz aşıldı. Devletin tepesindeki tepişme de geride kaldı. Ama maddi değerlerin üretimindeki; sanayideki kriz atlatılamadı. İlk iki krizin (kapitalist üretimde mali krizin, kapitalizmin makineli üretim aşamasında yasallığı, patlak verme zorunluluğu olmadı için) iradi olarak, alınan tedbirlerle atlatılması mümkün oldu. Ama fazla üretim krizi, istenildiği kadar tedbir alınsın, teşvik edilsin, patlak vermesine neden olan çelişkilerini çözmeden atlatılması imkansızdır. Alınan tedbirlerle krizin seyri, olumlu veya olumsuz etkilenebilir, ama çelişkilerini çözmeden ortadan kaldırılması sağlanamaz.
Son birkaç aydan bu yana görülen kıpırdanmalara bakarsak, sanayi üretiminde yeni bir devreviliğe geçebilmek için yeteri kadar sabit sermaye kıyımı yapıldığını (teknoloji yenilenmesi), stokların eritildiği, ücretlerin daha da baskı altına alınabileceği koşulların oluşturulduğu (krizden dolayı yüz binlerce işçinin sokağa atılması ve işçiler arasında işyeri rekabetinin ücretlerin düşürülmesine neden olma olasılığı) ve üretebilme koşullarının oluşmaya başladığı anlaşılıyor. Bu, sadece bir başlangıç.
Ekonominin konjonktür devreviliği hala kriz aşamasında. Canlanma aşamasına geçişin emareleri çoğalmasına rağmen, hala kriz aşamasında. Ekonominin bir bütün olarak krizden çıkabilmesi için 2001 yılı itibariyle yüzde 9,4 oranındaki mutlak küçülmeyi aşması gerekir.
IMF ve DB’nın dayatmalarını kabul ederek bu borçları alabildiniz.
Neoliberal politikaları kabul etmenin sonucu olarak iç pazarı yabancı sermayeye tamamen açtınız.
Emekçi yığınlardan vergi adı altında topladığınız haraçlarla kurulan devlet işletmelerini ve bu sermayenin kaynağı bakımından ulusal olan maddi varlıkları yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çektiniz.
Amerikan emperyalizminin çıkarlarını, kendi çıkarlarınız gibi kabil ettiniz.
Çürümüş düzeninizi ayakta tutmak için aldığınız tedbirler, Türkiye’yi 70 milyon için zindan olmaktan çıkarmadı.
Toplamı milyonlarla ifade edilen işçinin işsiz kalması ve esnafın iflas etmesi pahasına bugüne geldiniz.
Diz boyu açlığın, sefaletin, demokratik haklardan yoksunluğun, eğitimsizliğin, o yiğit insanların direnerek yaşamdan ayrılmasının baş sorumlusu sizlersiniz.
Krizden “ha çıktık ha çıkacağız” dediğiniz süreçte ülkeyi bu hale getirdiniz.