deneme

11 Ağustos 2002 Pazar

AMERİKA, NEYİNE GÜVENİYORSUN?

Amerikan emperyalizmi, salt emperyalizm olgusundan dolayı da saldırgandır. Amerikan emperyalizmi, her ne kadar “yeni dünya düzeni”ni gerçekleştirmediyse de bugün açısından en güçlü rekabet merkezidir. Soru şu: Amerikan emperyalizminin saldırganlığı, gelişen bir emperyalist gücün; dünyayı yeniden paylaşmayı talep eden emperyalist bir gücün saldırganlığı mıdır, yoksa gücünün doruk noktasını aşan ve mevcut hegemonyasını korumak ve devam ettirmek isteyen bir gücün saldırganlığı mıdır? Veya da Amerika emperyalizmi, tek başına bütün rakiplerine karşı savaşacak güçte midir veya müttefiksizlik durumunda kaybeder mi?
Revizyonist bloğun çökmesinden ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Amerikan emperyalizmi, emperyalistler arası güçler dengesinin tamamen kendisinden yana değişmesinden yararlanarak 21. Yüzyılda da dünya hegemonal gücü kalmak için geliştirdiği jeopolitika doğrultusunda hareket etmiştir. Amerikan emperyalizminin jeostratejistleri de ABD’nin bugünkü gücünün ebedi olmadığını biliyorlar ve 21. Yüzyılın en azından ilk yarısında dünyada tek hegemon güç olarak kalmayı sağlayacak jeopolitikalar geliştiriyorlar. Amerikan emperyalizmi, bu amacını gerçekleştirmek için SB’nin dağılmasından sonra elini çabuk tutarak birçok cehpede mücadeleye girişmiştir. Birincisi, SB’nin dağılmasından kaynaklanan “boş” alanları doldurmaya çalışmıştır. İkincisi, kendisine rakip olabilecek ve jeopolitika geliştirme yeteneğinde olan güçlerin önünü almaya çalışmış ve üçüncüsü de “soğuk savaş”ın zorunlu kıldığı müttefiklik anlayışının maddi temeli kalmadığı için, 21. Yüzyıl hâkimiyetine tekabül edebilecek yeni müttefik arayışına girişmiştir. Bu nedenle Amerikan emperyalizmi, 1991’den bu yana –daha önceki dönemdekilerden farklı koşullarda- sürekli savaş içindedir. ABD, Körfez’de, Balkanlar’da, Afganistan’da, Somali’de vs. NATO ve BM şemsiyesi altında savaşmıştır. Şimdi de Irak’a yeni bir saldırı hazırlığı içinde.
Bu yazımızda cevaplandırmaya çalışacağımız soru şu: Bütün bunları yapan bu saldırgan ne denli güçlüdür? Onda gelişen bir emperyalizmin gücü mü, yoksa gerileme, çöküş sürecine girmiş bir emperyalist ülkenin saldırganlığı mı söz konusudur?
“ Dünyada Amerika’nın rolü”nü ele alan “Economist”in Haziran sonu özel sayısında bu ülkeye ilişkin bazı sayılara yer veriyor.
-Dünya nüfusu 6 milyar. Bunun yüzde 4,7’si ABD’de yaşıyor.
-Dünya brüt üretim tutarı 314 trilyon Dolar. Bunda ABD’nin payı yüzde 31,2.
-Dünya çapında askeri harcamaların tutarı 811,5 milyar Dolar. Bu miktar içinde ABD’nin payı yüzde 36,3.
-Dünya çapında araştırma harcamalarının miktarı toplam olarak 652,7 milyar Dolar. ABD’nin payı yüzde 40,6.
-Dünya çapında sinema için harcanan miktar (film izlemek için harcanan miktar) 18,2 milyar Dolar. Bunda ABD’nin payı yüzde 83,1.
Bu verilere göre dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 5’ni oluşturan ABD, ekonomi, militarizm ve araştırma alanlarında dünyanın en güçlü ülkesi durumunda. Sinema ile ilişkin veriler ise, ABD’nin dünya çapında kültür egemenliğini göstermeye hizmet etmektedir.
Bu veriler, ABD’nin, kapitalist üretim biçimi sürecinde dünyanın gelmiş geçmiş en güçlü devleti olduğunu gösterir mi? Göstermez. Zamanının koşulları içinde Büyük Britanya, ABD’den daha güçlüydü. Bir kaç gösterge; 1820’de B. Britanya’nın, dünya üretimindeki payı yüzde 50 idi. Buna karşın ABD’ninki ancak yüzde 10. 1870’de B. Britanya’nın payı yüzde 32 iken ABD’ninki de yüzde 23’tü. İngiltere’nin dünya ticaretindeki payı 1840’da yüzde 22,9’dan 1870’de yüzde 25,3’e çıkarken, ABD’ninki yüzde 9,4’ten yüzde 9,1’e düşmüştür. İngiltere, dünya sömürge alanının 1877’de yüzde 21,2’sini ve 1913’te de yüzde 29,7’sini kontrol ederken, ABD, 1913’te ancak yüzde 0,3’ünü kontrol ediyordu. ( Bu veriler için bkz.: İ. Okçuoğlu; Rekabetin Tarihi 2, Ceylan Yayınları)
Bu veriler, 19 yüzyılın B.Britanya’nın yüz yılı olduğunu, bu ülkenin bu dönemde en güçlü ülke olduğunu gösterir. 1900’lere gelindiğinde, emperyalist çağa girerken B.Britanya, dünyanın en güçlü ülkesi olma özelliğini kaybetmeye başlamıştı. Onda yükselen bir gücün değil, çöküş sürecine girmiş olan, elindekini en azından korumaya çalışan, hâkimiyetini devam ettirme çabası içinde olan bir gücün saldırganlığı söz konusuydu. 1900’e gelindiğinde İngiltere’nin dünya nüfusundaki pay yüzde 2,3, dünya sanayi üretimindeki payı yüzde 18 (ABD’nin dünya nüfusundaki payı yüzde 4,6 ve sanayi üretimindeki payı da yüzde 31 idi. Almanya’nınki ise sırayla3,4 ve yüzde 16’ıydı).
“ Üzerinde güneş batmayan” B.Britanya imparatorluğunun çöküşü, Amerikan emperyalizminin kaçınılmaz geleceğidir.
Birinci Dünya Savaşı, Alman emperyalizminin dünyayı yeniden paylaşmak talebinin; yani emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesinin sonucuydu. Adres B.Britanya idi. İkinci Dünya Savaşı, yine Alman emperyalizminin dünyayı yeniden paylaşma talebi sonucunda patlak verdi. Yeniden paylaşmak, paylaşmak isteyenin mevcut paylaşılmışlıktan memnun olmadığını ve paylaşılmışlıktan memnun olana karşı savaşa hazır olduğunu gösterir. Bu, her iki dünya savaşında da Almanya ve İngiltere’yi karşı karşıya getirmiştir. Ama bu arada, özellikle 1. Dünya Savaşı sonrasında ve ‘30’lu yılların başında dünya mali merkezi Avrupa’dan ABD’ye kaymış ve bu ülke kapitalist dünyanın en güçlü ülkesi olarak gelişmiştir. Bu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında tartışma götürmez bir gerçeklik olmuştur. Süreci, sanayi üretimi bazında canlandıralım:
İngiltere’nin dünya sanayi üretimindeki payı 1820’de yüzde 50’den 1850’de yüzde 39’a, 1910’de yüzde 18’e, 1920’de 14’e, 1950’ yüzde 8,7’ye ve 1990’da da yüzde 3,1’e düşüyor. ABD’nin payı da, aynı yıllarda, yüzde 10’dan yüzde 15’e, yüzde 31’e, yüzde 46,9’a çıkıyor ve 1950’de yüzde 38,5’e ve 1990’da da yüzde 25,5’e düşüyor.
Bu veriler, kapitalizmde eşit olmayan gelişme yasasının işlerliğinin sadece bir göstergesidir.
İngiltere, ekonomik olarak giderek zayıflamasına rağmen askeri gücü devam ediyordu. Aynı durum ABD için de geçerli. Bugün ABD için, 1920’de olduğu gibi dünya sanayi üretiminin yüzde 46,9’una sahip olmak bir hayaldir. Ama ABD bugün, dünya sanayi üretiminin (1990) yüzde 25,5’ine sahip olmasına rağmen, askeri olarak, 1920’lerden daha güçlüdür. Demek oluyor ki, siyasi ve askeri güç gelişiminin doruk noktası, ekonomik hâkimiyetin doruk noktası ile mutlaka eş zamanlı olmuyor. Yukarıdaki veriler de bunun böyle olduğunu gösteriyorlar.
Şüphesiz ki ABD, bugün dünyanın en güçlü ülkesi. Ama yüzyıllık geçmişi ile karşılaştırdığımızda ABD’nin çöküş sürecinde olan bir emperyalist güç olduğunu görüyoruz. Yukarıdaki veriler bunu gösteriyorlar. Amerikan emperyalizmi dünya sanayi üretimi bakımından bugün, 1920’lerdeki gücünün yaklaşık yarısına, 1950’deki gücünün yüzde 66’sına sahip. Yani, 1920’de dünya sanayi üretiminin neredeyse yarısına sahip olan ABD, bugün ancak dörtte birine sahip.
Amerikan emperyalizmini oldukça güçlü gösteren, evet olduğundan da güçlü gösteren olgu, SB ve revizyonist bloğun dağılmasıdır. Bu bloğun çöküşü, ABD’yi “hiper güç” konumuna getirmiştir. Çünkü SB önderliğinde revizyonist blok dışında ABD’nin gücüne şu veya bu şekilde yaklaşan başka bir güç, ne o zaman ve ne de bugün var. (1990’ da SB’nin dünya sanayi üretimindeki payı –yüzde 26,9-ABD’ninkinden –yüzde 25,5- fazlaydı. Bunun bir abartı olduğu açıktır. Revizyonist kalemşorlar, sistemleri dağılırken bile, “sosyalizmin” dehşetli gelişmesinden bahsetmekten geri kalmamışlardır.)
ABD’nin bugünkü ordusunda 1,4 milyon modern teçhizatlı askeri görev yapıyor. Bunların yaklaşık 250 bini yer küreye yayılmış 725 askeri tesiste görev yapıyor. (Bunlardan 17’si tam teçhizatlı üstür.)
Bu gücü ayakta tutmak için harcamaların yüksek olması gerekir. Ama pek de öyle değil. 2000 yılında Amerikan savunma giderler toplamı 300 milyar dolardı. Bu devasa miktar, geçmiş dönemle karşılaştırılırsa küçüktür. Başka bir karşılaştırma. Brüt üretim kıstas alındığında ABD’nin bu yılki askeri harcamalarının iktisadi gücünün ancak yüzde 3’üne eş düştüğünü görüyoruz. 1980’li yıllarda, Reagan döneminde bu oran yüzde 6 idi. Brüt üretime göre bugünkünden iki misli daha fazla bir harcama söz konusuydu.
Diğer taraftan ABD’nin bugünkü askeri üstünlüğü son yılların kapsamlı bir silahlanma programına dayanmıyor. ABD dışında diğer bütün ülkelerin, SB’nin dağılmasından sonra da Rusya’nın, 1980’li yıllardaki silahlanma seviyelerinden görece hızlı olarak gerilemeleri ve ABD’nin bu alanda daha yavaş hareket etmesi, onu güçlü kılmıştır. Yani diğer emperyalist ülkeler görece hızlı “silahsız”lanırlarken, ABD, görece yavaş “silahsız“lanmış ve bu, ABD’yi askeri olarak güçlü kılmıştır. Burada da revizyonist bloğun çöküşü, Amerikan emperyalizmini olduğundan daha güçlü gösteren bir faktör olmuştur. Bugün Rusya’nın 60 milyar dolara varan askeri harcaması karşısında Amerika’nın 300 milyar dolarlık askeri harcaması, tabii ki bu ülkeyi güçlü kılacaktır.
Şüphesiz ki ABD, AB’li rakiplerinden de daha fazla askeri harcama yapmakta. Örnek; Fransa ve B.Britanya’nın askeri harcamaları, brüt üretimlerinin yaklaşık yüzde 2,5’ne tekabül ediyor. Almanya’nınki de yüzde 1,5.
Vietnam savaşı döneminde askeri harcamalar brüt üretimin yüzde 9’una eşitti. Irak’a karşı savaşın da askeri harcamaları bu orana çıkartacağı hesaplanıyor.
ABD, gerçekten “tek dişi kalmış canavar” konumunda. Vietnam savaşı ile başlayan; daha doğrusu 1950’lerden sonraki savaşlar ve askeri harcamaları, reel ücretlerdeki artışın düşmesine, yaşam seviyesinin düşmesine, sağlık sisteminin çöküşüne neden olmuş ve geniş yığınların Vietnam savaşına, silahlanmaya karşı tavır almalarını beraberinde getirmiştir.
Savaşla ekonomik kriz arasındaki ilişkiyi yanlış anlayanlar, neredeyse, ABD, ekonomiyi krizden çıkartmak için savaşıyor diyorlar. Şüphesiz savaşın böyle bir etkisi de var. Ama şuna ne demeli: Bush başkan olduğunda (20 Ocak 2001) Dow Jones 10600 seviyesindeydi. Şimdi ise 8000 seviyesinde, yani yüzde 24 oranında bir gerileme.
Hegemonya için anahtar teknolojiye sahip olmak yetmiyor. Birçok emperyalist ülke, rekabet gücü olan teknolojiyi geliştirecek durumda. Bunun ötesinde atom tekniğe de sahip olmak yetmiyor. Birçok geri kalmış ülkelerde (örneğin K. Kore, Pakistan) bu teknolojiye sahipler. Dünyanın en zengin ülkesi, en borçlu ülke durumundadır. 400 milyar dolarlık borcu çevirebilmek için ABD, her çalışma gününde ülkeye 2 milyar dolar çekmek zorunda.
ABD, rakibi AB’nin para birimi Euro’nun dolaşıma çıkmasını engelleyemedi, istikrarsızlaştıramadı bile.
ABD, şimdiye kadar 1900’lü yılın başlarında İspanya’ya, Küba’ya ve sonraları da Vietnam’a karşı tek başına savaşmıştı. Ama bugün, Irak, Afganistan savaşlarının ve şimdi de Irak’a saldırı hazırlıklarının gösterdiği gibi askerlerini konuşlandıracak, üs olarak kullanacak yer ve bu temelde de müttefik aramak zorunda kalmıştır.
Amerikan emperyalizmi gerileme sürecine girmiştir. Onun saldırganlığı, gerileyen gücün saldırganlığıdır. Tarih sahnesinden çekileceğini, yerini başka güçlerin alacağını biliyor. Ama 21. Yüzyıl, ne ABD’nin ne de başka emperyalist ülkelerin yüzyılı olacaktır. 21. Yüzyıl kapitalizmin tarih sahnesinden silindiği yüzyıl olacaktır.
21. yüzyılın karakterini ya barbarlık ya sosyalizm belirleyecektir