deneme

31 Ağustos 2002 Cumartesi

TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNİN BUGÜNKÜ SEYRİ


 
Tarihsel gelişmelere dayandırılan Türk ve Yunan burjuvazileri arasındaki düşmanlık, Marmara Depreminden sonra Ege Denizi’nin iki yakası arasında esen barış ve dostluk rüzğarına dönüştü adeta. Her iki ülkedeki deprem, Ege Denizi’nin her iki yakasındaki halklar arasında herhangi bir düşmanlığın olmadığını, aksine dostluk ve barışın özleminin duyulduğunu çok açık bir şekilde gösterdi. Depremden dolayı Yunanlı emekçi Türkiyeli, Türkiyeli emekçi de Yunanlı için ağladı. Bu, burjuvazinin düzenlediği halklar arası bir gösteri değildi. Bu, içtenliğin, dostluk ve barış özleminin açık ifadesiydi. Ege Denizi’nin her iki yakasındaki burjuvazinin körüklediği şovenizm, “ulusal” düşmanlık, adeta bir anda yıkıldı. Deprem, denizin her iki yakasındaki emekçileri buluşturdu ve bu, aslında her iki ülkede de burjuvazinin teşhiri anlamına geliyordu.

Deprem, Türk ve Yunan burjuvazilerinin yakınlaşmasının da bir vesilesi oldu. Deprem olmasaydı, nasıl bir vesile bulunurdu, bunu bilemeyiz, ama açık olan şu ki, dünya ve bölge politikası bu iki ülke arasında belli bir “yumuşama”nın kaçınılmaz olduğunu gösteriyordu ve bu zorunluluk da deprem dönemine denk düştü. Birisinin beyaz dediğine diğerinin siyah dediği ve sık sık savaş narası atan burjuvazi gitti ve her iki yakadaki hakim sınıflar “kırk yıllık” dost oldular!

Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar, her iki ülke burjuvazisinin sorunlarıdır ve bu sorunların hiç birisi çözümlenmemiştir. Kıbrıs, Ege, Kıta Sahanlığı vb. bir dizi sorun hala çözüm beklemekte. Kardak kayalıkları için savaşmaya yeltenenler, birbirlerine en sıcak mesajları gönderiyorlar ve neredeyse çocuklarını “baş-göz” edecek duruma geldiler. Ve Yunanistan burjuvazisi, en büyük “jestini” A. Öcalan’ın Türk burjuvazisine teslim edilmesinde gösterdi. Bu, her iki ülke burjuvazisi arasındaki ilişkilerin derecesini de gösteren bir gelişme olarak algılanmalıdır. Ama buna rağmen bu hızlı gelişme, Ege Denizi’nin her iki yakasındaki burjuvazinin dostluk ve barış özlemiyle açıklanamaz. Oynanan oyun oldukça büyük. Bu, Türk ve Yunan burjuvazilerinin boyunu aşan bir oyun ve bu oyun her iki yakadaki burjuvazinin, ikide bir savaş narası atmasına izin vermiyor. Her iki ülkedeki hakim sınıflar, “barışmak” ve “dost” olmak zorunda kaldılar.

Çok rekabet merkezli dünyamızda Amerikan emperyalizmi, 21. yüzyılda da hakimiyetini sürdürmek için jeopolitika geliştiriyor. Amerikan emperyalizmi, 21. yüzyıl stratejisi, yaygın deyimle ifade edecek olursak Avrasya jeopolitikası gereği, önem verdiği alan ve bölgelerde bu jeopolitikanın ve dolayısıyla jeostratejinin gerçekleştirilmesini zora sokan gelişmeleri, engelleri ortadan kaldırmak istiyor.

AB de, hakimiyet alanını genişletmek ve ABD ile rekabet yeteneğini güçlendirmek için, bu yöndeki politikasının gerçekleşmesi önündeki olası engelleri ortadan kaldırmak istiyor.

Her iki rekabet merkezi için önemli olan bu alanlardan birisi Balkanlardır. Türkiye ve Yunanistan açısından bakıldığında Kuzey ve Kuzeybatı Akdeniz’dir; Balkanlardan Ortadoğu’ya uzanan alandır. Bu alanda belirtilen sorunlarıyla Türkiye ve Yunanistan bulunuyorlar.

Bu durum, Türkiye-Yunanistan yakınlaşmasının, bu “yumuşama”nın Amerikan ve AB politikalarının bir dayatması olduğunu açıkça göstermektedir. ABD ve AB arasındaki rekabet, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sürekli gerginliği, “yumuşama”ya dönüştürmüştür. Her iki rekabet merkezi, kendi hegemonya çıkarları için her iki ülkenin “barış”masını istiyor. Bu “barış”ın sağlanmasının Kıbrıs sorununun çözümünden geçtiği biliniyor. Amerikan emperyalizmi, birbiriyle konuşan, “dostluk” ilişkileri içinde olan Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs sorununun çözümünde daha rahat hareket edebileceklerini ve bu sorunu, AB’yi karıştırmaksızın kendi çıkarına uygun bir şekilde çözebileceğini düşünüyordu.

Diğer taraftan, AB’nin bölgedeki faaliyetlerini izleyen ABD, A. Öcalan’ın yakalanmasıyla kimin neye muktedir olduğunu gösterdi. Bu konuda Yunan burjuvazisini, AB’ye rağmen, doğrudan Amerikan burjuvazisi yönlendirmiştir. A. Öcalan’ın yakalanmasıyla başlayan ve İmralı’da sonuçlanan süreç, bir bütün olarak AB’nin ve ayrıca da Yunanistan’ın Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi üzerinden Türkiye’yi köşeye sıkıştırma ve ABD aleyhine tavizler kopartma girişimlerini sonuçsuz bırakmıştır.

Ege’nin her iki yakasındaki bu iki ülke, ABD ve AB arasındaki rekabetin, hegemonya mücadelesinin gereklerine göre hareket etmek zorundadır.

Türkiye, AB’ye uyumluluk yasalarını çıkardı. Yunan burjuvazisi, “Türkiye’yi AB’ye biz taşıyacağız” söylemini sürdürüyor. Her iki ülke arasındaki “bahar havası” devam ediyor. Türkiye-AB ilişkileri her iki ülke arasındaki belirttiğimiz sorunların şu veya bu biçimde çözümünü dayatacak. Bundan kurtuluş yok. Açık ki Türkiye, “ulusal” sorun ilan ettiği ve stratejik önem verdiği Kıbrıs sorununun kendi aleyhine bir biçimde çözülmesinden kolay kolay vazgeçmeyecek. Türk burjuvazisi, önemsiz düzeltmelerin dışında, Ege sorununda da tavize yanaşmaya pek niyetli gözükmüyor. Yunan burjuvazisinin Ege politikası, bu denizin neredeyse tamamını Yunan kara sularına katıyor. Bunu Türkiye’de hiçbir iktidar kolay kolay kabullenemez.

Durum oldukça açık. Her iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği, kendi aralarındaki sorunlarını çözüp çözemeyecekleri emperyalistler arası çelişkilerin, somutta da AB ve ABD arasındaki dünya çapındaki ve bölgemizdeki rekabetin gelişme seyrine bağlı olacaktır. Bu rekabette, konumundan dolayı özellikle önem verilen ülke Yunanistan’dan ziyade Türkiye’dir. Bu nedenle Türkiye’yi kendi çıkarları için kullanmak isteyen AB ve ABD, Türk-Yunan ilişkilerinde şu veya bu şekilde Türk burjuvazisinin çıkarlarını da gözetmek zorunda kalacaktır.

Ama esas olan, sosyalist Türkiye ve Yunanistan arasında böylesi sorunların olmayacağıdır. Ege Denizi ve Kıbrıs Adası, her iki ülke arasında proleter enternasyonalizminin, gerçek barışın ve devrinin denizi ve adası olacaktır.