KAPİTALİST BİRİKİMİN GENEL YASASI VE İŞÇİ SINIFININ DURUMU-SERMAYE BİRLEŞMESİ İLE İŞSİZLİK ARASINDAKİ BAĞ
Sermaye birikimi yoksulluk üretmektedir. Bu, kapitalist üretim biçiminin nesnel bir yasasıdır.
1970’lerden bu yana kapitalist üretimde süregelen durgunluk; inişler-çıkışlar gösteren küçük oranlı büyüme, kapitalist üretim sürecinde değişmelerin olduğunun ve bundan dolayı da sermaye birikiminin, maddi değerlerin üretiminde çalışan (sömürülen) işçilerin sayısında mutlak artışın artık bir kıstası olmadığını göstermektedir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Kapitalist üretim, giderek daha az sayıda artı değer üreten işgücüyle gerçekleştiriliyor. Bu nesnellik, aynı zamanda, işçi sınıfını tanımlamada üretimdeki konumun (artı değer üretiminin) yegane kıstas olarak alınamayacağını da gösterir. Bu gelişmeyi açıklamak için konuya ilişkin bazı kavramları kısaca açıklayalım.
Kapitalist birikimin genel yasasının tanımı:
K. Marks, kapitalist birikimin genel (veya da mutlak yasasını) şöyle formüle eder:
“Toplumsal zenginlik, işleyen sermaye, bu sermayenin hacmi ve enerjisi ve dolayısıyla proletaryanın mutlak kitlesi ve işinin üretkenliği ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur. Sermayenin gelişme gücü gibi mevcut işgücü de aynı nedenler vasıtasıyla gelişir. Bundan dolayı sanayi yedek ordusunun görece büyüklüğü, zenginliğin gücüne göre (onunla birlikte) artar. Ama bu yedek ordunun faal orduya oranı ne kadar büyük olursa, sefaleti, çalışma sırasında katlandığı ıstırapla ters orantılı olan toplam artı-nüfusun kitlesi de o kadar büyük olur. Nihayet, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak, genel yasasıdır” (Aç. Marks, Marks-Engels Toplu Eserler, C. 23, Kapital C. I, s. 673/674).
Açıklaması:
1-Kapitalist birikim antagonist karakterlidir.
2-Kapitalist birikimin mutlak, genel yasası, bir dizi önemli sosyo-ekonomik bağlamları içerir:
Birincisi; sermaye ve ücretli işi (çalışma), birbirlerini karşılıklı olarak koşullandırırlar.
a- Sermeye birikimi, işçi sınıfının büyümesine (sayısal olarak çoğalmasına) neden olur.
b- Sermayenin birikim sürecinde bir kutupta sermaye giderek artar ve giderek daha az sayıda kapitalistin elinde toplanır, diğer kutupta ise nüfusun giderek artan bir kısmı işçiye dönüşür.
Marks’ın bu anlayışından, sermaye birikimi ve nüfusun sınıfsal kutuplaşmasının bir madalyonun iki yüzünü oluşturduğunun, bu kutuplaşmanın diyalektik bir bağ içinde olduğunu görüyoruz.
İkincisi; kapitalist birikimin genel yasasına göre artı-nüfus, sermaye birikiminin ve sermayenin organik bileşiminin artışı ölçüsünde doğar. Yani sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi ve sermayenin organik bileşiminin yükselmesi, görece nüfus fazlalığına neden olur. Demek oluyor ki görece nüfus fazlalığı, yani işsizlik, sermayenin birikim sürecinde doğuyor ve sermayenin organik bileşiminin yükselmesiyle ilişki içinde gelişiyor.
Üçüncüsü; kapitalist birikimin mutlak yasası, a) zenginliklerin ve iktidarın kapitalist sınıfın elinde toplanması ve b) işçi sınıfının artan sömürüsü ve baskı altına alınışı anlamına gelir.
Sermaye birikimi sürecinde ücretli işin sermayeye bağımlılığı artar ve her şey, bütün araçlar, ekonomik, mali, siyasi, idari vb. birikimin artışı ve üretimin gelişmesi için araçlara dönüştürülür.
Marks’ın bu anlayışına göre sermaye birikim süreci, aynı zamanda, bir kutupta zenginliğin birikimi, diğer kutupta da sömürü ve baskının birikimi demektir.
Dördüncüsü; kapitalist birikimin mutlak yasası, kapitalist birikimin tarihsel eğilimini de ifade eder:
a- Kapitalist birikim eninde sonunda, kapitalizmi yıkacak nesnel koşulları yaratır.
b- Kapitalist birikim, nihai olarak, bu üretim biçiminin tarihsel oluşunu, bir üst üretim biçimi tarafından (sosyalizm) yıkılacağını; toplumun kaçınılmaz olarak sosyalizme doğru geliştiğini ifade eder.
Bu tespitlerin bugünkü koşullarda ne derece hala geçerli olup olmadıklarına bakalım. Burada söz konusu olan, kapitalist birikimin genel/mutlak yasasını sorgulamak değildir. Bu yasanın geçerliliği tartışma dışıdır. Ama kapitalist üretim sürecindeki; sermaye birikimindeki içsel gelişmeler/değişimler, başka olguları da açığa çıkartmıştır. Bunu, sermaye birikimi ile işçi sınıfının büyümesi arasındaki ilişkide görmekteyiz.
Kapitalist birikimin mutlak, genel yasasının, açıklamaya çalıştığımız ikinci kısmının bazı noktaları artık gerçek anlamıyla geçerli değildir.
Kapitalist birikimin mutlak, genel yasası, bir dizi önemli sosyo-ekonomik bağlamları içeriyor. Bu sosyo-ekonomik bağlamların neler olduğunu yukarıda belirttik. Bunlar, kapitalist üretim biçiminin gelişmesine göre değişebilen, tarihsel olan bağlamlardır.
a- Sermaye ve ücretli işi (çalışma) birbirlerini karşılıklı olarak koşullandırıyorlar. Ama bu koşullandırma; sermaye birikimi, artık, eskiden olduğu gibi maddi değerlerin üretiminde çalışan işçi sınıfının büyümesine (sayısal olarak çoğalmasına) neden olmuyor. Tam tersine azalmasına neden oluyor.
b- Sermayenin birikim sürecinde bir kutupta sermaye giderek artıyor ve giderek daha az sayıda kapitalistin elinde toplanıyor. Ama diğer kutupta ise nüfusun giderek artan bir kısmı artık maddi değerlerin üretiminde çalışan işçiye dönüşmüyor.
c- Kapitalist birikimin genel yasasına göre artı-nüfus, sermaye birikiminin ve sermayenin organik bileşiminin artışı ölçüsünde doğuyor. Bu, tamamen doğru. Ama kapitalist birikimin genel yasasının bu yönünün/özelliğinin geçerliliğini açığa çıkartan koşullar, bugün, teknolojiye dayanan ekonomilerde artık pek görülmüyor: Sermaye yoğunlaşıyor ve merkezileşiyor ve sermayenin organik bileşimi yükseliyor. Ama mevcut kronik kitlesel işsizlikten dolayı, görece nüfus fazlalığına nasıl neden olduğu görülmüyor. Bu nedenden dolayı birtakım küçük burjuva avanak takımı, işçi sınıfının yok olduğundan, toplumun sınıfsal yapısının değiştiğinden vb. bahsedebiliyor. Böylece işçi sınıfı ve iktidar, perspektif olarak sosyalizm bir kenara atılıyor ve neoliberalizme, emperyalist küreselleşmeye karşı ve “sosyal devlet” için vatandaşların mücadelesi esas alınıyor.
Sonuç itibariyle:
Şimdiki durumda, en azından 1970’lerden bu yana bu sürecin gelişmiş kapitalist ülkelerde veya üretimde teknolojinin yoğun olarak kullanıldığı ülkelerde geçerli olmadığını görüyoruz. Sermaye birikimi, maddi değerlerin üretiminde (sanayi, tarım) çalışan işçi sınıfını sayısal olarak büyütmüyor. Tam tersine, teknolojik gelişmeden dolayı zorunlu çalışmaya duyulan ihtiyaç azalması veya asgariye inmesi, işçi sınıfının bu alanda çalışan kesiminin sayısal olarak azalmasına neden oluyor. Bu durum da kar oranını olumsuz etkiliyor; kar oranı düşmeye devam ediyor. Bu, Marksist teorinin değil, kapitalist üretim biçiminin bir çelişkisidir.
Çalışabilir olanların sayısı artıyor, ama bunların hepsi çalışma sürecine katılamıyorlar. Ancak çalışır durumda olanların çalışma sürecinden ayrılmaları (ölüm ve emeklilik) durumunda veya yeni iş yeri açılması durumunda çalışma sürecine katılabiliyorlar.
Artı değerin sermayeye dönüştürülmesine sermeye birikimi deniyor. Sermaye birikiminin iki yönü vardır. Veya artı değerin bir kısmı değişmeyen sermayeye dönüştürülür (üretim araçları hammadde vs. satın alınması) ve bir kısmı da değişken sermayeye dönüştürülür (yeni işgücüne ödenen sermaye).
Demek oluyor ki, sermaye birikimi veya artı değerin sermayeye dönüştürülmesi, işgücü ve üretim araçlarında talep artışı anlamına gelir. Soru şu: Bu, bugün de geçerli mi? Şüphesiz ki, sermaye birikiminin; artı değerin sermayeye dönüştürülmesi gerçeğinde bir değişme olmamıştır. Ama sermaye birikimi sürecinde birtakım değişmeler olmaktadır. Örneğin; günümüz kapitalizminde sermaye birikimi, her koşul altında işgücüne olan talebin artması anlamına gelmiyor. Firma birleşmelerine, devralmalara bakalım. Bu transaksiyonlar, aynı zamanda sermaye birikimi demektir. Ama bu birikimlerde (birleşmelerde) işçiler daha ziyade sokağa atılıyorlar; bu birleşmeler işçi sınıfını sayısal olarak çoğaltmıyor, büyümesine neden olmuyor Veya devasa boyutlarda değişmeyen sermaye ve sabit sermaye yatırımı sonucunda kurulan modern fabrikalara bakalım. Buralarda giderek, eskiye oranla daha az sayıda işgücüne ihtiyaç duyulduğunu görürüz. Demek ki, günümüz koşullarında sermaye birikimi; artı değerin sermayeye dönüştürülmesi, her koşul altında işçi sınıfının çalışan kesiminin sayısal artışı anlamına gelmiyor.
Marks şöyle der:
“Sermayenin büyümesi, onun değişken, işgücüne dönüşmüş bileşeninin büyümesini içerir ... Aynen basit yeniden üretimin, sermaye ilişkisinin kendisini, yani bir taraftan kapitalistlerin, diğer taraftan da ücretli işçilerin ilişkilerini sürekli olarak yeniden üretmesi gibi, gittikçe büyüyen bir ölçekte yeniden üretim, yani birikim de, büyüyen bir ölçekte sermaye ilişkisini, bir kutupta daha çok kapitalistleri ya da daha büyük kapitalistleri, diğer kutupta da daha çok ücretli işçileri yeniden üretir ... Öyleyse, sermaye birikimi, proletaryanın çoğalması demektir” (K. Marks. agk. s. 641, 642).
Bu tespitte yanlış olan bir şey yok. Ama günümüzdeki kapitalizmde görülen gelişmeler, bu anlayışın doğru kavranması için yeniden yorumlanmasını kaçınılmaz kılmaktadır. “Sermayenin büyümesi, onun değişken, işgücüne dönüşmüş bileşeninin büyümesini içerir” (Marks). Ama devasa boyutlarda sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi; dev şirket birleşmeleri, sermayenin değişken kısmının; işgücüne dönüşmüş bileşeninin mutlaka büyümesi anlamına gelmiyor. Tam tersi bir gelişmeyi görüyoruz. Şüphesiz ki, “sermayenin büyümesi, … sermaye ilişkisinin kendisini, yani bir taraftan kapitalistlerin, diğer taraftan da ücretli işçilerin ilişkilerini sürekli olarak yeniden üretmesi gibi, gittikçe büyüyen bir ölçekte yeniden üretim, yani birikim de, büyüyen bir ölçekte sermaye ilişkisini, bir kutupta daha çok kapitalistleri ya da daha büyük kapitalistleri, diğer kutupta da daha çok ücretli işçileri yeniden üretir ... Öyleyse, sermaye birikimi, proletaryanın çoğalması demektir” (Marks). Bu, bir gerçekliktir. Ama yeniden yorumlanması gerekir.
Çünkü bu anlayış maddi değerlerin üretimindeki değişken sermayenin büyümesi (bu alanda çalışan proletaryanın çoğalması) bazında artık pek geçerli değildir. Ama kapitalist sistemin dağıtım (dolaşım) ve hizmet sektörü bazında geçerlidir. Dolayısıyla bugün sermaye birikimi dendiğinde, proletaryanın maddi değerlerin üretiminde (sanayi ve tarım) değil de, daha ziyade hizmet sektöründe çoğalması anlaşılmalıdır.