deneme

13 Temmuz 2004 Salı

SERMAYE BİRİKİMİ YOKSULLAŞTIRIYOR VE İŞSİZLEŞTİRİYOR (I)



ÜRETİM VE İŞSİZLİK ARASINDAKİ BAĞ

Türkiye’de ekonominin gelişme seyri, daha doğrusu 2001 ekonomik krizinden bu yana gelişme seyri, bazı ekonomi analistlerini zor durumda bıraktı. Nasıl sorusu saymakla bitmez. Önce işe “ekonomi çöktü” ile başlandı. Sonra çöken ekonominin bir daha belini doğrultamayacağı üzerine ince hesaplı teoriler yapıldı. Olmadı. Ekonomi bir sene sonra krizinden çıktı ve sürekli büyüme trendi içinde. Yine bildik sorular, emperyalizme bağlı, gırtlağına kadar borçlu bir ülke ekonomisi nasıl büyür!

Büyüme reddedilemez olunca bu büyümenin ücretlere ve işsizliğe niçin yansımadığı sorulmaya başlandı. Şablon hep aynı: Kapitalist ekonominin gelişme seyrine uygun düşen reformist teorileri, işçi sınıfına kurtuluşun yolu olarak göstermek. Örneğin, ekonomide büyümenin ücretlere ve işsizliğe yansıması sorunu. Örneğin, kapitalizmde işsizlik sorunu.
Anadolu coğrafyasında “kapitalizm koşullarında işsizliği ortadan kaldıranlar” da vardır. Bir hokuspokusla, bir kata küllü ile reformizmden, Keynesçilikten Marksist teori üretmek, tabii ki yetenek işidir. Nihayetine söz konusu olan, işçi sınıfını mevcut düzen sınırlarına mahkum etmektir. Diline devrimcilik, sınıf, Marksizm kavramlarını dolayanları, işçi sınıfı pratikte görmek ister. Türkiye işçi sınıfı ekonomik büyümenin kendisine niçin yansımadığını bilmek istiyor. Ama cevap alamıyor.

Türkiye ekonomisi şu veya bu nedenle büyüyor anlayışı, işçi sınıfını kendinden şüphelenmeye götürür. Kapitalist bir ekonomi, şu veya bu nedenden dolayı büyümez ve küçülmez. Belli nedenlerden dolayı büyür ve küçülür. Reformizm bu belli nedenleri tanımlamaz. Onun teori kitabında bu açıklık yoktur. Kapitalist bir ekonominin belli nedenlerden dolayı büyüdüğünü veya küçüldüğünü söylersen, bu sefer de büyümenin bütün nimetlerine el koymanın kapitalistlerin bilerek uyguladığı politikaların kaçınılmaz bir sonucudur diyemezsin. Bu el koyma işi, yani sömürü, artı değer, sermayenin nesnel bir yasasıdır. Sermaye, işgücünü sömürürse ancak sermaye olur. Reformizm, sömürü ve artı değeri kapitalist ekonominin olmazsa olmazından çıkartıyor ve kapitalistin niyetine bırakıyor. Yani kapitalist “el koyma” politikası uygulamazsa, büyümenin nimetlerini adil paylaşma ortamı oluşur! Hele bir de sendikalar patronla uzlaşmazsa, yani biraz daha fazla ücret için mücadele ederse, kapitalizm cennete dönüşür! O zaman sosyalizme gerek kalmaz. Fransa Attac’ın önde gelenlerinden I. Ramonet efendi, zenginliklerimizden “dünyanın lanetine” bir parça versek, devrim sorunu, ayaklanma sorunu ortadan kalkar anlayışındadır. Devrim ve sosyalizm düşüncesini ortadan kaldırmak için Ramonet efendi ile coğrafyamızdaki reformistler aynı düşüncedeler.

Gerçekten de ekonomi şu veya bu biçimde büyür veya küçülür diyerek işçiyi kendinden, tarihi misyonundan şüphelenir hale getirirsen ve büyümenin bütün nimetlerine el koymayı kapitalistlerin politik tercihine indirgersen, Ramonet efendinin taktirini almış olursun. Tabii sorun, bölüşümden pay almak değil, ama üretimdeki sömürünün sınırlanmasıdır -ve elbette ortadan kaldırma mücadelesi olmadan sınırlama mümkün değildir- dersen, bunu ne Keynes ve ne de Ramonet efendi anlar. Çünkü “sosyal devlet” anlayışının bu önde gelenleri, bölüşümün daha “adaletli” olmasını ve sömürünün de daha “usturuplu” olmasını talep ediyorlar. Bu da yerli reformistlerin fikir babalarını nasıl kavradıklarını gösterir.

Herhangi bir kapitalist ekonominin büyümesine şaşılmıyor, ama sıra Türk ekonomisinin büyümesine gelince şaşılıyor. Nasıl olur da büyür! (Veya herhangi bir ülkede enflasyonun düşmesine şaşılmıyor, ama Türkiye’de enflasyon düşünce, nasıl olur deniyor. Sanki enflasyon, kapitalist ekonominin yasal bir görünümü!). Son dönemlerde, daha doğrusu son krizden bu yana ekonominin ve dolayısıyla sanayin sürekli ve hızlı büyümesi, ekonomik büyüme ve ekonominin krizde olmayışı ile işsizlik arasında ilişkiyi gündeme getirmiştir. Soru şu: ekonomi büyüyor, ama bu büyüme işsizliğe olumlu yansımıyor. Veya “Türkiye büyüyor da biz neden küçülüyoruz!” Neden?

Önceleri işsizlik sorunu ekonomik kriz dönemlerinde daha ziyade tartışılan bir konuydu. Özellikle geçen yüzyılın ‘70’li yıllarından bu yana bu konu gündemden hiç düşmemiştir. Ekonomi krizde olsa da, olmasa da sürekli tartışılan bir konu olmuştur. Burjuvazinin işsizlik sorununa çözüm diye ortaya attığı öneriler boş çıkmış ve bazı uygulamalar da gerçek durumu gizlemeye hizmet etmekten öte bir anlam taşımamıştır.

1970’lerden buyana kapitalist sistemde iki farklı yönelişin birbirleriyle mücadelesine şahit oluyoruz. Bir taraftan “sosyal devlet” anlayışının savunucuları, yani Keynesçiler diğer taraftan da neoliberalizmin savunucuları. Keynesçiler, sermayenin kendilerine; sosyal-politik anlayışlarına artık ihtiyacının kalmadığın görüyorlar. Ama buna rağmen, güya savaşarak, dövüşerek geri çekilmeye karar vermiş olmaları gerekir ki, dünya işçi sınıfını ve emekçi yığınları “başka bir dünya olasıdır”, “mümkündür”, “muhtemeldir” anlayışı etrafında örgütleyerek “sosyal devlet”e geri dönülebileceği anlayışını savunuyorlar ve bu doğrultuda “meydan muharebelerini” sürdürüyorlar. Bugün neoliberal politikalarla art arda yok edilen sosyal hakların yeniden elde edilebileceğine ve Keynesçi “tam istihdam” anlayışına göre işsizliğin toplumsal sorun olmaktan çıkartılabileceğine inanıyorlar. Buna karşın tekelci sermayenin; uluslararası tekellerin çıkarlarının sosyal-politik ifadesi olan neoliberalizm, sermaye hareketinin önündeki bütün engelleri yıkıyor.

Sermaye birikimi; yoğunlaşması ve merkezileşmesi devasa boyutlara varmasına rağmen, işsizlerin sayısı azalacağına artıyor. Ekonomi krizde olmasa da işsizlerin sayısı artıyor. Bunun böyle olmasının nedeni tabii ki neoliberal politikalarda aranamaz. İşçileri sokağa atan, politikanın kendisi değildir. İşçileri sokağa atan, sermayenin organik bileşimindeki gelişmedir, teknolojinin üretimde yoğun kullanımıdır.