1982’den bu yana İsrail, Lübnan’a karadan, denizden ve havadan en ağır ve kapsamlı saldırısını sürdürüyor. Bu saldırılarda yüzlerce masum insan katledildi. Ülkenin altyapısı tahrip edildi ve bombalamalarla yıkımına devam ediliyor. Hizbullah’a saldırı adı altında Beyrut mahalleleri bombalanıyor. Daha şimdiden ülkenin dünya ile kara, hava ve deniz bağlantısı kesildi.
Daha öncesinde Filistin’e saldıran İsrail, Gazze Şeridi’nde altyapıyı bombalayarak tahrip etmişti. Her iki saldırıda da esir alınan İsrail askerlerinin kurtarılması neden olarak gösterilmişti. Asker kaçırma olayı olmasaydı, bu saldırıları gerçekleştirmek için İsrail başka bir vesile bulacaktı. Çünkü bu saldırıların önceden planlandığı tartışma götürmez bir gerçekliktir. Açık ki, Amerikan emperyalizminin uzmanlarıyla birlikte hazırlanan bu saldırı, kaçırılan askerleri bulmasının çok ötesinde amaçların gerçekleştirilmesine hizmet edecektir.
İsrail, daha önce de vesileler bularak hazırlanmış saldırı planlarını uygulamaya koymuştu. İsrail’in Londra’daki elçisini öldürme girişimi bu ülkenin 1982’de Lübnan’a saldırmasının vesilesi olmuştu. O dönemki Amerikan Dışişleri Bakanı A. Haig, kasap A. Şaron’a, “açık seçik bir provokasyona” ihtiyaç var diyordu. 1982 saldırısı sonrasında Lübnan yıkıma uğratıldı ve ülkenin güneyi İsrail tarafından işgal edildi. Ama İsrail amacına ulaşamadı.
İsrail, Hizbullah’ı sınırlarından uzaklaştırmak ve kullandıkları füzelerin İsrail topraklarını vurmasını engellemek istiyor. Daha önce de, 1982’de Katyuşa füzelerinden korunmak için ülkenin güneyine girdiğini açıklamıştı. O zaman sonuç alamadığı gibi, bugün de sonuç alamayacak.
Amerikan emperyalizminin açıklanmış hedefi, Ortadoğu’da çıkarlarına hizmet etmeyen rejimleri değiştirmektir. Bunun bir sonucu olarak Lübnan’da ABD’nin onadığı hükümet işbaşına gelmişti. Anlaşılan o ki, Lübnan’daki mevcut rejim, ABD ve İsrail’in anlayışına göre Suriye ile ilişkileri gerçek anlamda kesmemiş ve Hizbullah’ı etkisizleştirememiştir. Bu saldırılarla İsrail ve ABD, Lübnan’da kendileri ile doğrudan işbirliği içinde olan, Amerikan ve İsrail çıkarlarını gözeten bir rejim istiyorlar ve bu saldırılar sonucunda Lübnan hakim sınıflarını istedikleri işbirliğini kabul edecek kadar yumuşatacaklarını sanıyorlar.
İsrail’in saldırıya devam kararlılığı ve Amerikan emperyalizminin açık desteği, bunun yanı sıra önde gelen, dünya politikasında söz sahibi olan ülkelerin susması, G-8 toplantısında sulandırılmış bir açıklamanın çıkması İsrail’i cesaretlendiriyor ve bu saldırının sadece Lübnan ve Filistin ile sınırlı kalmayacağını, başka ülkelere de sıçrayacağını veya başka ülkelere saldırı ve daha yoğun baskı için kullanılacağını gösteriyor.
Bölgede „yeni gerçeklik“ oluşturmaktan bahseden İsrail’in bu saldırılarla ulaşmak istediği asgari amaç, Hizbullah’ın fiziki yok edilmesi olabilir. Ama Hizbullah’ı fiziki yok etmek, başka güçlerin hareketlenmesini de gündeme getirecektir. Bu nedenle bu saldırılar sonucunda Lübnan, Amerikan-İsrail ortaklığı temelinde askeri işgal altına alınabilir. Bu durumda, Amerikan emperyalizminin anlayışına göre Hizbullah-Suriye ve Hizbullah-İran ilişkileri kesilmiş olur. Veya, yine bir vesile bulunarak Suriye ve İran, ABD ve İsrail hava güçleri tarafından bombalanabilir.
Amerikan emperyalizmi, Irak bataklığından kolay kolay çıkamayacağını anlamış durumda. Yenilgiden kurtulmak ve bölgeyi çıkarlarına göre şekillendirmek için Ortadoğu’da işgal ve savaş alanını genişletme yolunu seçebilir. Amaca ulaşmak için “sorunu kapsamlaştırmak” Amerikan Dışişleri Bakanı R. Rumsfeld’in anlayışıdır.
Amerikan emperyalizminin Ortadoğu politikası maceracı boyutlar almıştır. Bu nedenledir ki, AB, Rusya ve Çin gibi rakip emperyalist güçler, fazla ses çıkartmadan ABD’nin bölgeden kovulmasını adeta bekliyorlar. Revizyonist Blokun dağılmasından sonra dünya hegemonyası kurmak isteyen ABD, bu amacına ulaşmak için sürekli savaş içindedir. Özellikle Bush hükümetinin dış politikası askeri güç üstünlüğüne, en modern teknoloji ürünü olan silahlara dayanmaktadır. Bu politikanın iflas ettiğini görmemek siyasal körlüktür. Afganistan, Irak, Filistin işgallerine ve direnişlerine şimdi de muhtemelen Lübnan, Suriye ve İran işgalleri ve direnişleri eklenecektir.
Filistin, Afganistan ve Irak işgali, Amerikan emperyalizminin ve Siyonizm’in bütün vahşetine rağmen bölge halklarının direnme iradesinin kırılmadığını, bu iradeyi kıramayacaklarını göstermektedir. Afganistan’da 28 milyonun, Irak’ta 26 milyonun direnme iradesini kıramayan Amerikan emperyalizmi Suriye’de 18 milyonun ve İran’da da 75 milyonun iradesini kıramayacaktır.