deneme

3 Nisan 2007 Salı

SERMAYE BİRİKİMİNİN VE YOKSULLUĞUN BOYUTLARI






Rahmetli De Gaulle’ün bir söz var: „Ortak yanları olan iki politikacı tipi vardır; her ikisi de yalan söyler. Aralarında sadece bir fark vardır: Bunlardan birisi, söylediği yalanlara inanıldığına şaşıp kalır. Diğeri ise söylediği yalanlara bizzat inanır“. Bu türden politikacıların karşılaştıkları yegâne zorluk, her gün yalan söylemekten ziyade, „körün“ de gördüğü gerçeklerin üstünü kapatmak için nasıl yalan söylemek gerektiğinden ibarettir. Nesnel gerçeklik en kabadayı yalancıları bile zorda bırakmakta. Bundan 10-15 sene önce ne denmişti? Küreselleşme demokrasidir, iştir, özgürlüktür vs. Sonra ne oldu? Nesnel gerçeklik veya diyelim ki, geçen yüzyılın ‚90’lı yıllarının başından buyana geçen süreç küreselleşmenin demokrasi olmadığını, ama emperyalist savaş olduğunu; iş olmadığını ama işsizlik olduğunu; özgürlük olmadığını ama işgal ve baskı olduğunu gösterdi. Bolca adaletten bahsedilmişti. Her anlamda eşitlik sözünü duya duya eşitlik sarhoşu olmuştuk! Nesnel gerçeklik gösterdi ki, eşitlikten bahsedenler veya tüm bunlardan bahsedenler; „yenilikleri“ dillerinden düşürmeyenler bir gerçeği gizlemeye çalışıyorlar: Kapitalizmin tarihsel ve moral açısından ömrünü doldurmuş olmasını. Tabii ki, böylesi tarihsel dönemeçlerde birtakım küçük burjuva avanak takımına da iş düşüyor. Hani emperyalist burjuvaziyi ve onunla işbirliği içinde olanları anlıyoruz. Onların mesleği, bütün çabaları, sistemlerinin ömrünü uzatmaktır. Ya şu hep „yenilik“ten bahseden „radikal“ küçük burjuvaziye ne demeli? Bunlar da „nema”larının hakkını vermek için „kraldan çok kralcı“ olmaya çalışıyorlar. Bu unsurlar, dünya çapında yüz milyonlarca işçiye ve emekçiye; diyelim ki, çalışabilir dünya nüfusunun yüzde 90’ına kapitalizmin tarihsel olarak bittiğini anlamamaları için yeni ufuklar göstermeye çalışıyorlar. Burjuva hâkimiyet, mülkiyet ve üretim ilişkileri dönemi bitti, şimdi sıra sizde deme yerine „İmparatorluk“ düzeninden, işçi sınıfı yerine, emekçiler yerine „çokluk“tan bahsederek yeni bir „çağ“ açıyorlar ve tarihsel misyonunu yerine getirmesi gereken sınıfın, yani işçi sınıfının bu misyonunu yerine getirmesinin gereksiz olduğunu, bunun koşullarının kalmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Bunlar, olsa olsa dönemin „Sülün Osman”ları olabilirler. Bu rahmetli bugün Negri ve ona inananlar nezdinde yaşamaktadır. Devrinin kapanmadığını bilse ne yapardı bilemeyiz, ama bildiğimiz bir şey varsa o da, burjuvazi ve kalemşorları yalan söylüyorlar; bahsetmek zorunda kaldıkları sefaletin gerçek nedenlerin; bahsettikleri sefaletin işçi sınıfının yoksullaşmasının bir ifadesi olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. Şimdi bu unsurları bazı gerçeklikle baş başa bırakalım:

Dünya çapında mevcut yoksulluk, işsizlik kapitalistlerin; burjuvazinin hatalarının bir sonucu değildir. Bunların hatası en fazlasıyla daha az yoksulluk üretmek olabilir. O da iyi niyetli olduklarından dolayı değil, sermaye hareketinin gereğini yerine getirememekten dolayıdır. Yani yoksulluk ve işsizlik sorunu hata sorunu değil, sistem sorunudur. Daha 1848’de şöyle deniyordu: “Yoksulluk, nüfustan ve servetten daha hızlı gelişiyor“, “Modern işçi ise, tersine, sanayinin gelişmesiyle yükseleceği yerde, gittikçe daha çok kendi sınıfının varlık koşullarının altına düşüyor. Yoksul bir kimse oluyor”.“Burjuvazinin artık toplumda egemen sınıf olarak kalacak ve kendi varlık koşullarını topluma belirleyici yasa olarak dayatacak durumda olmadığı burada açıkça ortaya çıkıyor“. “Egemen olacak durumda değildir, çünkü kölesine köleliği çerçevesinde bir varlık sağlayacak durumda değildir, çünkü kölesini, onun tarafından besleneceği yerde, onu beslemek zorunda kaldığı bir duruma düşürmeden edemiyor. Toplum bu burjuvazinin egemenliği altında artık yaşayamaz, bir başka deyişle, onun varlığı toplumla artık bağdaşmıyor“.  

İşçi sınıfı ve emekçilerin görece ve mutlak yoksullaşması bütün dünyada diz boyu. Bir kutupta servet toplanırken, diğer kutupta da yoksulluk toplanıyor. Sermaye birikimine paralel olarak, bu birikimden bağımsız olmayarak yoksulluk birikiyor: “Toplumsal zenginlik, işleyen sermaye, bu sermayenin hacmi ve enerjisi ve dolayısıyla proletaryanın mutlak kitlesi ve işinin üretkenliği ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur. Sermayenin gelişme gücü gibi mevcut işgücü de aynı nedenler vasıtasıyla gelişir. Bundan dolayı sanayi yedek ordusunun görece büyüklüğü, zenginliğin gücüne göre artar. Ama bu yedek ordunun faal orduya oranı ne kadar büyükse, sefaleti, çalışma sırasında katlandığı ıstırapla ters orantılı olan toplam artı-nüfusun kitlesi de o kadar büyük olur. Nihayet, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak, genel yasasıdır” ( Kapital C.1).

Sermaye birikimi, dünya ekonomisinde uluslararası tekellerin konumu ve yoksulluğun Boyutları: Unctad’ın tanımına göre uluslararası tekel, bir ana işletmeden ve yurtdışında faal olan en azından bir bağımlı işletmeden oluşmaktadır. Ana işletmenin, bağımlı işletmedeki payı en azından yüzde 10’dur.
Unctad verilerine göre (WIR 2005) bu tanımlama kapsamına giren 69.727 uluslararası tekel var. Bunlara bağımlı işletmelerin sayısı da 690.391. 2005 verileri ana tekellerin sayısının arttığını, bağımlı işletmelerin sayısının ise azaldığını göstermektedir: 1969’da uluslararası tekel sayısı 7200’den 1990’da 37.000’e, 1995’te 44.000’e, 2001’de 65.000’e ve 2005’te de 69.391’e çıkıyor. Bu tekellere bağımlı işletmelerin sayısı da 1969’da 27.000’den 1990’da 170.000’e, 1995’te 280.000’e ve 2001’de de 850.000’e çıkıyor. 2005’te ise bu türden işletmelerin sayısı 690.391’e düşüyor.
Uluslararası tekellerin 50.520’sinin ve bağımlı işletmelerin de 247.241’inin merkezi sanayi ülkelerinde bulunuyor. Bunların arasında Avrupa’da olan uluslararası tekel sayısı 41.461 ve bunlara bağımlı işletme sayısı da 209.788. ABD ve Kanada merkezli olan uluslararası tekel sayısı 3.857 ve bunlara bağımlı işletme sayısı da 28.332. Japonya ve Avustralya’da olanların sayısı da sırayla 5.202 ve 9.121.
Merkezi “gelişen” ülkelerde bulunan uluslararası tekel sayısı 18.029 ve bunlara bağımlı olan işletme sayısı da 335.338.
Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde bulunanların sayısı da sırayla 1.178 ve 107.812.
Bu tekeller arasında en büyük olanlar, onbinlerce küçük tekelin toplamından daha güçlü konumdalar.

En büyük 100 uluslararası tekelin gücü: En büyük 100 uluslararası tekel içinde 90 tekelin her birinin yurtdışındaki kendine bağımlı işletme sayısı 100’den fazladır (Hisse senedi çoğunluğu ana tekelde olan bağımlı işletmeler dikkate alınıyor). Her bir uluslararası tekelin kendine bağımlı işletme sayısı ortalama olarak 342. Bunların yüzde 66’sı, yani 225’i yurtdışındadır. Her bir uluslararası tekel, ortalama olarak 40 ülkede temsil edilmektedir. En büyük 100 uluslararası tekel içinde “liman”ı “gelişen” ülkeler olanların sayısı sadece 4.  

2003 yılı itibariyle uluslararası tekellerin dünya ekonomisindeki konumları:
En büyük 100 uluslararası tekel açısından: En büyük 100 tekelde çalışanların toplam sayısı: 14.626.000. Yurtdışında çalışanların sayısı: 7.242.000. Yurtdışında çalışanların payı: % 49,5. Sermaye varlığı: 8.023 milyar dolar.  Yurtdışındaki varlık: 3.993 milyar dolar. Yurtdışının payı: % 49,8.

Bütün uluslararası tekeller (69.727) açısından: Yurtdışında çalışanların sayısı: 53.196.000;
69.727 uluslararası tekel içinde en büyük 100’ün payı:% 13,6; 69.727 uluslararası tekelin sermaye varlığı toplamı: 32.186 milyar dolar.   Bunda en büyük 100’ün payı: % 12,4; 69.727 uluslararası tekelin ihracat miktarı: 3.073 milyar dolar. 69.727 uluslararası tekelin yarattığı yeni değer miktarı: 3.573 milyar dolar.

Dünya ekonomisi: Toplam ihracat: 9.216 milyar dolar. Toplam yeni değer üretimi: 36.327 milyar dolar.

Uluslararası tekellerin yurtdışı acentelerinin dünya ekonomisindeki payı: Dünya ihracatındaki payı: % 33,3. Yeni değer üretimindeki payı: % 9,8. En büyük 100 uluslararası tekel, 69.727 tekelin ancak yüzde 0,143’ünü oluşturmasına rağmen, bütün tekellerin yurtdışı toplam üretim potansiyelinin yüzde 12 ila yüzde 14’ünü kontrol ediyor.
Bütün tekellerin sadece yurtdışı acenteleri, toplam dünya ihracatının üçte birini yapıyorlar ve dünya GSH’ının da onda birini üretiyorlar. 20 sene önce bu pay yüzde 5 civarındaydı (WIR 2000).
Dünya üretiminin dörtte biri uluslararası tekeller tarafından üretilmektedir. Mali sektör dışındaki, sanayi ve ticaret alanındaki bu tekellerin toplam ekonomik gücü, neredeyse ABD’nin ekonomik gücüne eşittir.

En büyük 100 tekelden her birinin yurtdışındaki sermaye varlığı ortalama olarak 40 milyar dolardır ve her birinde çalışanların sayısı da 70 binden fazladır. Bütün uluslararası tekellerin yurtdışındaki sermaye varlığı toplamı 32.000 milyar dolardır. Bu miktar, yurtdışı doğrudan yatırım miktarından (9.000 milyar dolar) üç misli fazladır.  

Dünya çapında işsizlik ve sefalet patlaması: Emperyalist burjuvaziye göre “küreselleşme”, herkese iş olanağı sağlıyor ve refah getiriyor. Gerçek durum ise tamamen başka: 2004 yılı itibariyle kayıtlı (resmen bildirilmiş) işsiz sayısı ILO verilerine (2005) göre 185 milyon. İşsizlerin sayısını olduğundan daha az göstermek için işsizlik istatistikleri üzerine ne denli oynandığı biliniyor. Buna rağmen dünya çapında işsizlerin sayısı son 15 sene içinde ikiye katlanmıştır. Ama kayıtlı işsiz sayısı, gerçeği yansıtmaktan oldukça uzaktır. Sadece Çin’de işsizlerin sayısı 200 milyondan fazladır. Emperyalizme bağımlı, yeni sömürge ülkelerin hemen hepsinde kayıtlı işsizlik, sorunun sadece görünen tarafıdır. Kayıt dışı ekonomide çalıştığı için veya çalışıyor kategorisinde olduğu işin işsizlik istatistikleri dışında kalanların sayısı bir milyarın çok üstündedir.
Dünya çapında çalışan 2,8 milyar insanın yarısı günde iki dolardan daha az kazanıyor. Bunların içinde 550 milyonu günde bir dolardan daha az bir miktarla geçinmek zorunda kalıyor. (Tarımda (köylüler) ve şehirlerde “serbest meslek” sahipleri bu kategori dışında).

Günlük kazanç bakımından:
Günde bir dolardan daha az kazanan 550 milyon insanın bölgesel dağılımı:
Latin Amerika’nın payı: 1990’da yüzde 16,1 ve 2003’te yüzde 13,5.
Doğu Asya’nın payı: 1990’da yüzde 35,9 ve 2003’te yüzde 17.
Güneydoğu Asya’nın payı: 1990’da yüzde 19,9 ve 2003’te yüzde 11,3.
Batı Sahra ve Kuzey Afrika’nın payı: 1990’da yüzde 3,9 ve 2003’te 2,9.
Sahranın güneyi ve Afrika’nın payı: 1990’da yüzde 55,8 ve 2003’te yüzde 55,8.
Ortadoğu, Avrupa ve eski SSCB’nin payı: 1990’da yüzde 1,7 ve 2003’te 5,2.
Dünya toplamındaki pay: 1990’da yüzde 27,5 ve 2003’te yüzde 19,7.

Günde iki dolardan daha az kazanan 1.387 milyar insanın bölgesel dağılımı:
Latin Amerika’nın payı: 1990’da yüzde 39,3 ve 2003’te yüzde 133,1.
Doğu Asya’nın payı: 1990’da yüzde 79,1 ve 2003’te yüzde 49,2.
Güneydoğu Asya’nın payı: 1990’da yüzde 69,1 ve 2003’te yüzde 58,8.
Batı Sahra ve Kuzey Afrika’nın payı: 1990’da yüzde 33,9 ve 2003’te 30,4.
Sahranın güneyi ve Afrika’nın payı: 1990’da yüzde 89,1 ve 2003’te yüzde 89,0.
Ortadoğu, Avrupa ve eski SSCB’nin payı: 1990’da yüzde 5,0 ve 2003’te 23,6.
Dünya toplamındaki pay: 1990’da yüzde 57,2 ve 2003’te yüzde 49,7.

Dünya nüfusunun, geliri en yüksek yüzde 10’unun geliri, en fakir yüzde 10’un gelirinden 103 misli daha fazladır. Bugün dünyanın en zengin 500 insanının geliri, 416 milyon en fakir insanın gelirinden daha fazladır. Araştırma yapılan 73 ülkenin 53’ünde (dünya nüfusunun yüzde 80’inin yaşadığı ülkeler) gelir dağılımındaki eşitsizlik son 20 sene içinde daha da derinleşmiştir. Bu alandaki eşitsizlik eski revizyonist ülkelerde uçurum boyutlarına varmıştır.
Sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının ve birikiminin bazı sonuçları böyle.