deneme

22 Nisan 2007 Pazar

Afganistan Direnişi


 
Afganistan’da 18., 19. ve 20. yüzyıllarda dönemin hakim güçleri arasında oynanan „büyük oyun“ 21. yüzyılın başında tekrarlanıyor. Afgan halkı, ülkenin stratejik konumundan ve dolayısıyla jeopolitik öneminden dolayı sürekli, „büyük oyunculara” karşı bağımsızlığı için mücadele etmek zorunda kalmıştır. Rusya ile İngiltere arasındaki rekabetin bir sonucu da Afganistan’ın işgal edilmesi olmuştu. Afganistan, 20. yüzyılın son çeyreğinde Sovyet sosyal emperyalizmi ile Amerikan emperyalizmi arasındaki rekabetin bir sonucu olarak Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmişti. Sovyet işgaline karşı direnen Afgan halkı, Sovyet işgalcilerini ülkeden kovdu ve kukla rejimini de yıktı. 21. yüzyılın başında ise Afganistan, 11 Eylül saldırısı bahane edilerek ABD tarafından NATO aracılığıyla işgal edildi. Sanıldı ki, Afgan halkı bu işgale boyun eğecek, kendini Taliban rejiminden “kurtaran” işgalcileri selamlayacak.

Afgan halkı teslimiyeti değil, direnişi seçti. Afganistan direnişi, işgalciler için önemli bir sorun olmaya başladı. Beş yıllık işgal ve buna karşı mücadeleden sonra Afganistan’da direniş yeni bir sürece girmektedir. Bu süreç, direnişi bütün ülke sathına yayma ve küçük gruplarla saldırı yerine büyük formasyonlarla saldırma ve kurtarılmış bölgeler oluşturma aşamasıdır. Direniş, bölgesel olmaktan çıkmakta, ulusal çapta sürdürülen bir ayaklanma aşamasına girmektedir. NATO’nun Afganistan’daki komutanının direnişin ülkenin Kuzeyinde de yayılması olasılığından bahsetmesi boşuna değil. Bu, işgalci güçlere karşı sürdürülen bir ulusal kurtuluş mücadelesidir. Direnişçilerin Pakistan’dan gelerek eylemler düzenledikleri ve sonra geri döndükleri de gerçeği yansıtmamaktadır. Artık direnişçi güçlerin ülkede konuşlanacak ve mücadele edecek derecede güçlenmiş olduğu gerçeğin işgalciler bile inkâr edemiyorlar. Kukla rejimin başı Karzai’nin direnişçilerle görüşme trafiğini başlattığını açıklaması bu gerçeğin bir ifadesidir.

Irak direnişiyle karşılaştırıldığında Afganistan direnişi, uluslararası alanda gereken desteği, dayanışmayı görmemektedir. Bu da Taliban’ın ideolojik duruşuyla açıklanmaktadır. Afganistan direnişi söz konusu olduğunda İslam motifi daha ziyade önplana çıkartılıyor. Aynı ideolojiden güçlerin Irak direnişinde de yer aldıkları görmezlikten geliniyor. Öyle ki, Afganistan’da direnişe Taliban güçlerinin önderlik etmesi ile Irak’ta direnişe yine İslami güçlerin ve Baascıların önderlik etmesi arasında sanki çok önemli bir fark varmış gibi hareket edilerek, Irak direnişinin yanında yer alınırken, Afganistan direnişi ya geçiştiriliyor ya da reddediliyor. Bunu yapanlar da kendilerini “sol”, “komünist”, “Marksist-Leninist” olarak tanımlayanlardır. Dahası, Afganistan işgalini „medeniyetin savunulması“ diye destekleyenler de var. Bunlar, bu ülkede sürdürülen emperyalist savaşı, nihayetinde tarihsel olarak “ileri” bir adımdır diye destekliyorlar. Yani Amerikan emperyalizminin bu ülkeye “demokrasi” götürdüğüne inanılıyor.

Sol geçinen hareketlerin çoğunluğu Taliban rejimini gerici olarak niteliyor, Afganistan’a saldırıyı emperyalist bir saldırı ve savaşı da emperyalist bir savaş olarak tanımlıyor. Bu doğrudur. Ama bu savaşla herhangi bir şekilde ilgilenmek, ilişkilenmek istemiyorlar. Bunlara göre Afganistan’da sürdürülen savaş, ortaçağ ile emperyalizm arasındaki bir savaştır. Bu savaşta tarafsız kalmak tercih ediliyor ve eylemlerde –kongrelerde, bildirilerde, savaş karşıtı gösterilerde „Dünya çapında barış ve adalet“, „Savaş durdurulsun“, „Hemen barış“ gibi sloganların gölgesinde tarafsızlık ilan ediliyor. Bu türden tavırlar tabii ki, pasifizmle oldukça uyumluluk içinde olan tavırlardır.

Böylesi tarafsızlığı yetersiz bulanlar da var. Bunların sorunu da Taliban yanlısı gözükmeden Afganistan’daki savaşa karşı gelmek, Amerikan emperyalizminin savaş politikasına karşı tavır alabilmektir. Bu bulmacanın yegâne çözümü de „ilerici güçler“ bulmaktır; Afganistan’da savaşa karşı gelmenin, Amerikan emperyalizminin savaş politikasını mahkûm etmenin ve aynı zamanda Taliban ve direniş ile ilişkilenmemenin veya ilişkilendirilemeyecek bir politika izlemenin yegâne yolu, kendi „ilerici güçler“ini desteklemekten geçmektedir. Bu görüşte olanların „ilerici güçleri“, Afganistan’da „ulusal ve sosyal mücadeleyi yükseltecek“ kadar güçlenmişler. Bu nedenle de „Afganistan halkının kurtuluş mücadelesini desteklemek“ için çağrı yapılabilirmiş ve „ABD’ye hayır, Taliban’a hayır, özgür Afganistan“ denebilirmiş.

Hangi „ilerici güçler“den bahsedildiği bilinmez. Açık ki, Afganistan’da tanımı yapılmayan „ilerici güç“ bulmak, emperyalist savaşa ve işgale karşı İslami motifin ağır bastığı direniş karşısında durumu kurtarmaya yaramaktadır. Deniyor ki, Afganistan’da bir tarafta Taliban’ın temsil ettiği ortaçağ karanlığı ve diğer tarafta da emperyalist işgal söz konusudur. Burada tarihsel ilericiliğin (yani burjuvazinin) gericiliğe, işgale karşı mücadelesi söz konusu değildir. Öyleyse her iki tarafın da kendi perspektifi bazında gerici olduğu bu savaşta ve direnişte „taraflı“ olmanın gereği de yoktur. Mesele bu kadar basit!
Aynen Irak’ta olduğu gibi Afganistan’da da direniş, uluslararası çapta antiemperyalist mücadelenin bir bileşenidir. Direniş önderliğinin ideolojik yapısı yanıltıcı olmamalıdır. 1919’da Afgan Emiri’nin İngiliz emperyalizmine karşı mücadelesi ile bugünkü direnişçilerin emperyalist işgale karşı mücadelesi arasında zamandan öte pek bir fark yoktur.

Afgan Emiri’nin Afganistan’ın bağımsızlığı için mücadelesi, Emir’in ve yandaşlarının kraliyetçi niteliğine karşın, nesnel olarak devrimci bir mücadeleydi. Çünkü bu mücadele emperyalizmi zayıflatıyor, parçalıyor, baltalıyor”. Bugün de Afganlı direnişçilerin mücadelesi, onların ideolojik niteliğine karşın nesnel olarak emperyalizme, başta da Amerikan emperyalizmine darbeler vuruyor, dünya çapında emperyalist tahakkümü zayıflatıyor, dünyayı çıkarları temelinde yeniden paylaşmak isteyen emperyalist güçlere bu işin kolay olmayacağını, her onurlu halkın ulusal bağımsızlık için direneceğini gösteriyor.