TÜRKİYE’DE
İŞÇİ SINIFI
Kapitalist
birikimin genel yasası ve işçi sınıfının durumu
Marks’ın
kapitalist birikimin genel veya da mutlak yasası tanımlamasında
kapitalist birikimin antagonist karakteri çok açık bir şekilde
görülmektedir (1):
Kapitalist birikimin mutlak, genel yasası, bir dizi önemli
sosyo-ekonomik bağlamları içerir. Bunlardan birisi(2),
sermaye ve ücretli işin birbirini karşılıklı
koşullandırmasıdır. Sermeyenin büyümesi (sermaye birikimi),
işçi sınıfının büyümesine; sayısal olarak artmasına
kaçınılmaz olarak
neden olur. Böylece sermaye birikim sürecinde bir taraftan sermaye
giderek artarken ve daha az sayıda kapitalistin elinde toplanırken,
diğer taraftan da çalışabilir nüfusun giderek artan bir kısmı,
yani çoğunluğu işçiye dönüşür. Sermaye birikimi ve
çalışabilir nüfusun sınıfsal ayrışımı ve kutuplaşması bir
madalyonun iki yüzüdür. Bu iki yüz arasında diyalektik bir bağ
vardır.
Sermaye
birikimi aynı zamanda işçi sınıfının büyümesidir, sayısal
olarak çoğalmasıdır. Artı
değerin sermayeye dönüştürülmesiyle sermeye birikimi
gerçekleştirilmiş olur. Burada artı değerin bir kısmı
değişmeyen sermayeye dönüştürülürken (üretim araçları
hammadde vs. satın alınması), bir kısmı da değişken sermayeye
dönüştürülür (işgücüne ödenen sermaye). Demek oluyor ki,
sermaye birikimi veya artı değerin sermayeye dönüştürülmesi,
işgücü ve üretim araçlarında talep artışı anlamına gelir.
İşgücüne olan talebin artması ise, işçi sınıfının sayısal
olarak çoğalması/büyümesi demektir. Demek ki, işçi sınıfının
sayısal çoğalması, sermaye birikiminin gerçekleşebilmesinin
koşuludur
(3).
İşçi
sınıfını iki kaynaktan beslenerek çoğalır: Birincisi, başka
sınıf ve sosyal tabakalardan unsurların yıkıma uğraması ve
proleterleşmesi. İkincisi, doğal nüfus artışı (doğal nüfus
artışı, işçi sınıfının kendini üretmesini de kapsar).
Sermaye
birikimi sürecinde sermaye ilişkisi genişler, yaygınlaşır ve
buna bağlı veya buna paralel olarak da kapitalist toplumun iki
temel sınıfı olan kapitalist sınıf ve işçi sınıfı bazında
toplumsal kutuplaşma kapsamlaşır ve derinleşir. Kapitalizmde işçi
sınıfı, diğer sınıf ve toplumsal tabakalara nazaran oldukça
hızlı çoğalır ve toplam nüfustaki payı sürekli artar.
Sınıfın
tanımı
Engels,
“İngiltere’de Çalışan Sınıfın Durumu” yapıtında
işçi sınıfını tanımlarken onun “sanayi işçileri”,
“kömür ocaklarında ve madencilikteki işçiler” gibi
bölüklerinden bahseder (4).
Marks
da Kapital’in birinci cildinde proleteri, “...
ekonomik olarak ‘sermaye’ üreten ve değerlendiren ve ‘bay
sermaye’nin ihtiyaç duyduğu durumda sokağa atılan ücretli
işçiden başka bir şey anlaşılmaz”
diye tanımlar
(5).
Bütün
işçi sınıfı için ortak özellikler şunlardır:
1-
İşgücünü satmak.
2-
Üretim araçlarına sahip olmamak.
3-
Artı değer üretmek ve sermayenin kendini değerlendirmesine
(çoğalmasına) hizmet etmek(6).
Bu
temel özellikleri taşıyan işçi sınıfı;
1-
Sanayi proletaryası,
2-
Maden proletaryası ve
3-
Tarım proletaryası olmak üzere üç ana grupta toplanmaktadır.
İşçi
sınıfının bu şekilde farklı tabakalara ayrılmasının nedeni,
doğrudan, sanayin gelişmişlik derecesinde aranmalıdır. Gelişmiş
sanayi, kapitalizmde işçi sınıfının çeşitli bölümlere
ayrılmasına neden olur.
Lenin
şöyle der:
“Safi’
proletaryanın yanı sıra, proletaryadan yarı-proletaryaya...
doğru, oldukça çeşitli geçiş tipleri kütlesiyle çevrili
olmasaydı... proletarya içinde de alt tabakalar, az veya çok
gelişmiş tabakalar... olmasaydı, kapitalizm, kapitalizm olmazdı”
(7).
İşçi
sınıfının belirtilen üç ana tabakasının dışında başka
tabakaları da vardır: Örneğin, ulaşım, transport, hizmetler,
inşaat vs. Her ne kadar bu sahalarda çalışan işçilerin artı
değer yaratmaları genel bir özellik değilse de, bu özelliği
taşımamalarından dolayı onları işçi sınıfının
katmanlarından saymamak da söz konusu olamaz.
Burada
işçi sınıfı-ücretli memur ilişkisine de bakmak gerekir: İşçi
sınıfının bileşenlerinin tasnifinde veya ücretli memurların
sınıfsal tasnifinde esas olan, değer veya artı değer yaratıp
yaratmadıkları değildir. Veya soru, proletarya ile ücretli memur
arasında farklılıkların olup olmadığı da değildir. Marks,
farklılığın olduğunu söylüyor, ama bundan dolayı da ücretli
memurları, ticaret sektörü örneğinde olduğu gibi, işçi
sınıfının bir bileşeni olmaktan çıkartmıyor. Marks, değer
veya artı değer yaratmadıkları için ücretlileri, işçi
sınıfının dışında görmüyor.
Soruna,
artı değer yaratılıp yaratılmadığı açısından ve
proletarya ile ücretli memur arasındaki fark ön plana çıkartılarak
yaklaşıldığında saçma sonuçlarla karşı karşıya kalırız
(8).
İşçi
sınıfının ve ücretlilerin sınıfsal tasnifini yaparken çıkış
noktamız, artı değer üretilip üretilmediği değildir.
Ücretlilerin sınıfsal tasnifinde sermayenin kendini
değerlendirmesine; çoğalmasına hizmet edilip edilmediğini
belirleyici bir kıstas olarak görüyoruz ve Türkiye’de işçi
sınıfının nicel (sayısal) yapısında bunu hesaba katıyoruz.
Kapitalizmin,
doğrudan reel üretim dışında ortaya çıkardığı meslek
grupları, genel anlamda hizmet sektörü olarak tanımlanıyor. Bu
sektör, kapitalizmin gelişmesine, bilimsel-teknik devrimin
kazanımlarının üretim sürecinde kullanılmasına, yani
teknolojinin üretimde kullanılmasına paralel olarak giderek
kapsamlaşmıştır. Türkiye’de işçi sınıfının nicel
(sayısal) yapısında bunu da hesaba katıyoruz.
İşçi
sınıfı, dar anlamda işçi sınıfı ve geniş anlamda işçi
sınıfı olarak tanımlanmalıdır. Dar anlamda işçi sınıfı,
doğrudan değer ve maddi değer üreten bileşenlerinden oluşurken,
geniş anlamda işçi sınıfına artı değer üretmeyen bileşenleri
de eklenmek gerekir. Bu durumu değerlendirmemizde dikkate alıyoruz.
Dar
anlamda işçi sınıfı; a- sanayi proletaryası, b- maden
proletaryası ve c- tarım proletaryası olmak üzere üç ana
bileşenden oluşur. Değer ve artı değerin üretilmediği diğer
bütün sektörlerde ve çalışma alanlarındaki işçiler de geniş
anlamda işçi sınıfının bileşenlerini oluştururlar.
Dar
ve geniş anlamda işçi sınıfı ayrımını yapmadan, işçi
sınıfını sadece ve sadece artı değer üretme kıstasıyla ele
aldığımız durumda, artı değer üretmeyen işçi sınıfı
bileşenlerinin tamamı kaçınılmaz olarak, küçük burjuva
unsurlar olarak, küçük burjuva “emekçi”ler olarak veya
ücretliler, memurlar olarak görülecektir. Bu durumda işçi
sınıfının sayısal gelişmesi konusunda yanlış sonuçlara
varmış oluruz. Engels’in “ticaret proletaryası”
tanımlaması, Marks’tan aktardığımız ve işçi sınıfını
tanımlamada dikkat edilmesi gereken noktalar üzerine anlayışlar
bunun böyle olduğunu göstermektedir.
Ekonominin
iki belirleyici sektörü; sanayi ve tarım, bize işçi sınıfının
yatay tasnif edilebileceğini gösterir: Şehirlerde işçi sınıfı
ve kırsal alanda işçi sınıfı.
İşçi
sınıfı, temel özelliklerine göre gruplandırıldığında onun
vartikal (derinlemesine) sosyal yapısı ortaya çıkar:
-Sanayi
proletaryası (fabrika işçisi)
-Maden
proletaryası
-İnşaat
proletaryası
-Tarım
proletaryası
-Nakliyat,
posta işlerinde çalışan işçiler
-Sosyal
hizmetlerde çalışan işçiler
-İşsiz
proletarya
-Yozlaşmış
proletarya(işçi aristokrasisi ve işçi bürokrasisi) (9).
Türkiye
somutuna gelince(10):
İşçi
sınıfı bölüklerinin gelişme eğilimi
Yıllara
göre sanayi, maden ve tarım proletaryasının sayısal gelişimi
(1000 kişi olarak):
Yıllar
|
Sanayi
proletaryası**
|
Maden
proletaryası**
|
Tarım
proletaryası*
|
|||
1955
|
667=
|
100
|
110=
|
100
|
244
235=
|
100
|
1960
|
791
|
119
|
134
|
121
|
676
791
|
277
|
1970
|
1
338
|
171
|
155
|
141
|
601
710
|
246
|
1980
|
2
060
|
309
|
196
|
178
|
614
484
|
251
|
1990
|
2
625
|
394
|
194
|
176
|
582
048
|
238
|
1995
|
3
027
|
454
|
154
|
140
|
-
|
-
|
2000
|
3
638
|
545
|
134
|
122
|
-
|
|
2005
|
4
083
|
612
|
118
|
107
|
-
|
-
|
*)
12 Yaş ve daha yukarı. Sadece ücretli çalışanlar.
**)15
yaş ve daha yukarı. Sadece ücretli çalışanlar.
Bkz.: İstatistik
Yıllıkları: 1964-65, 1979, 1983, 1993. İstatistik Göstergeler
1923-2005.
|
Tablonun
da gösterdiği gibi Türkiye’de işçi sınıfının gelişmenin
seyri şöyledir:
İmalat
sanayinde çalışan proleterlerin sayısı 50 sene içinde, yani
1955’ten 2005’e 6 misli, diğer bir deyişle 1955’e göre
2005’e % 512 oranında artarak sayısal anlamda 3.667.000’den 4.
083.000’e yükselmiştir.
Maden
proletaryası da 1955’ten 1980’e sayısal olarak sürekli
artmış, ama sonraki dönemde azalmıştır.
Tarım
proletaryası üzerine veriler oldukça güvenilmez. Bu nedenle,
tarım proletaryasında da sayısal olarak arttığını söylemekle
yetiniyoruz.
İşçi
sınıfının bu ana bölümleri, doğrudan üretimde olan, artı
değer üreten proletaryayı kapsar.
Yukarıda
belirttiğimiz gibi işçi sınıfının sadece bu ana bölümlerden
oluşmaz, onun, doğrudan üretim dışında kalan, yani doğrudan
artı değer üretmeyen sosyal tabakaları da vardır(11).
Bir de bunların yıllara göre sayısal gelişmesine bakalım.
Sanayi,
Maden ve Tarım Dışında İşçi Sınıfı
(1000
kişi*)
|
||||||||||
Yıllar
|
İnşaat
ve bayındırlık
|
Elektrik,
su, gaz
|
Ticaret,
lokanta, otel
|
Ulaştırma,
haberleşme,
depolama
|
Hizmetler**
|
|||||
1955
|
407=
|
100
|
8=
|
100
|
519=
|
100
|
78=
|
100
|
600=
|
100
|
1960
|
390
|
96
|
13
|
162
|
670
|
130
|
134
|
172
|
785
|
131
|
1970
|
662
|
163
|
22
|
275
|
883
|
170
|
420
|
538
|
1
310
|
218
|
1980
|
897
|
220
|
44
|
550
|
1
422
|
274
|
619
|
794
|
2 102
|
350
|
1990
|
893
|
219
|
26
|
325
|
2
154
|
415
|
816
|
1
046
|
3
142
|
524
|
1995
|
1
238
|
304
|
114
|
1
425
|
2
717
|
408
|
878
|
1
126
|
3
379
|
563
|
2000
|
1
364
|
335
|
91
|
1
138
|
3
817
|
735
|
1
067
|
1
368
|
3
753
|
626
|
2005
|
1
171
|
289
|
79
|
988
|
4
547
|
876
|
1
331
|
1
706
|
4
424
|
737
|
*)
15 yaş ve daha yukarısı-sadece ücretli çalışanlar.
**)Mali
kurumlar, sigorta, taşınmaz mallara ait işler ve kurumları
yardımcı iş hizmetleri, toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel
hizmetler toplamı.
Bkz.:
İstatistik Göstergeler 1923-2006, s. 160, 161.
|
Tablo,
inşaat ve nakliyat sektörleri sınıflandırmaya pek uymasa da işçi
sınıfının doğrudan üretimde olmayan, artı değer üretmeyen
sosyal tabakalarında artışın daha hızlı olduğunu
göstermektedir. Bu artış, 1955-2005 arasında inşatta yaklaşık
3; elektrik, su ve gazda yaklaşık 10; ticaret, lokanta ve
otelcilikte yaklaşık 9; ulaştırma, haberleşme, depolamada 17 ve
diğer hizmetler toplamında da 7 misli olmuştur.
Ülkemizde
işçi sınıfının temel özelliklerine göre sosyal vartikal
yapısını, sayısal olarak aşağıdaki şekilde şöyle
açıklayabiliriz.
Geniş
Anlamda (Bütün Olarak) İşçi Sınıfı (1000 kişi olarak*)
1960
|
1970
|
1980
|
1990
|
1995
|
2000
|
2005
|
|
Sanayi
proletaryası
|
791
|
1
338
|
2 060
|
2
625
|
3
027
|
3
638
|
4
083
|
Maden
proletaryası
|
134
|
155
|
196
|
194
|
154
|
134
|
118
|
Tarım
proletaryası
|
677
|
602
|
614
|
582
|
-
|
-
|
-
|
İnşaat
ve bayındırlık
|
390
|
662
|
897
|
893
|
1
238
|
1
364
|
1
171
|
Elektrik,
su, gaz
|
13
|
22
|
44
|
26
|
114
|
91
|
79
|
Ticaret,
lokanta, otel
|
670
|
883
|
1
422
|
2
154
|
2
717
|
3
817
|
4
547
|
Ulaştırma,
haber., depolama
|
134
|
420
|
619
|
816
|
878
|
1
067
|
1
331
|
Hizmetler**
|
785
|
1
310
|
2 102
|
3
142
|
3
379
|
3
753
|
4
424
|
Toplam
(Tarım proletaryası hariç)
|
2
917
|
4
790
|
7
338
|
9
850
|
11
507
|
13
864
|
15
753
|
*)15
yaş ve daha yukarısı-sadece ücretli çalışanlar.
**)Mali
kurumlar, sigorta, taşınmaz mallara ait işler ve kurumları
yardımcı iş hizmetleri, toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel
hizmetler toplamı.
Bkz.:
İstatistik Göstergeler 1923-2006, s. 160, 161.
|
Bu
veriler Türkiye’de işçi sınıfının 1960’da 2005’e sayısal
olarak yüzde 440 oranında veya 5,4 misli arttığını
göstermektedir.
İşçi
sınıfının içsel sosyal yapısı araştırılırken a)İşçi
sınıfının, yeniden üretim sürecideki konumu; b) İşçi
sınıfının, kapitalist çalışmanın örgütlenmesindeki
konumu(12);
c) İşçi sınıfının yaşam koşullarındaki farklılaşma(13)ve
d) İşçi sınıfının, somut sermaye ilişkileri biçimindeki veya
sermaye ilişkilerinin her bir gelişme aşamasındaki konumu göz
önünde tutulmalıdır.
İşçi
sınıfının yeniden üretim sürecindeki konumunda anlaşılması
gereken, işçi sınıfının ekonomik sektörlere
(sanayi-tarım-ticaret ve sektörler içinde alt bölümlere -örneğin
sanayi içinde kağıt, makine yapımı vb.) ayrılmasıdır. Buna
işçi sınıfının ekonomik yapılanması denir ve bu yapılanmayı
genel hatlarıyla şöyle ayrıştırabiliriz:
Doğrudan
ve dolaylı maddi üretim sürecinde olan işçiler: Sanayi, maden,
tarım, zanaatçılık, inşaat, transport, ticaretin bazı
bölümleri. (Bkz.:Yukarıdaki tablo)
Ticaret
ve dolaşım sürecinde olan işçiler: Diğerlerinden
ayrıştırmak mümkün olmadığı için dolaşım sürecini dikkate
almazsak, ticaret alanında çalışan işçilerin sayısının
1980’de 2.041.000’den 2005’te 5.678.000’e çıkarak 2,8 misli
artmıştır.(Bkz.: İstatistik Göstergeler 1923-2005).
Hizmet sektörü (kamu+özel sektörde hizmetler, oteller, lokantalar vs.) alanlarında çalışan işçilerin sayısı 1960’da 1.455.000’den 2005’de 8.971.000’e çıkarak yüzde 517 veya 6,2 misli artmıştır.
1995
(Nisan)-2006 (Nisan) arasındaki gelişmeyi karşılaştırırsak:
Çalışabilir nüfus sayısı 21.257.000’dan 24.608.000’e
çıkıyor, yani yüzde 15,8 oranında artıyor. Aynı dönemde
tarımda çalışanların sayısı 8.540.000’dan 6.065.000’e
düşerek yüzde 29 oranında azalırken, sanayide çalışan
işçilerin sayısı 3.205.000’den 4.281.000’e çıkarak yüzde
33,6, inşaatta çalışan işçilerin sayısı 1.159.000’dan
1.211.000’e çıkıyor (önemli bir değişme olmuyor) ve hizmet
sektöründe çalışanların sayısı da 7.862.000’den
11.825.000’e çıkarak yüzde 50 oranında artıyor. Bu üç
sektörde (sanayi, inşaat ve hizmet) çalışan işçi sayısı
1995’te 12.226.000’dan 2006’da 17.317.000’e çıkarak
yaklaşık yüzde 42 oranında artıyor. (Bkz.: TUİK, Hanehalkı
İşgücü Anketi Sonuçları).
Bu
verilere göre çalışabilir nüfusun 1995’te yüzde 57’si ve
2006’da da yüzde 70’i sanayi, inşaat ve hizmet sektöründe
çalışan işçilerden oluşmaktaydı.
İşçi
sınıfının, somut sermaye ilişkileri biçimindeki veya sermaye
ilişkilerinin her bir gelişme aşamasındaki durumundan anlaşılması
gereken, işçi sınıfının farklı sosyo-ekonomik faaliyet
sektörlerine göre ayrımıdır. Bu ayrım şöyledir(14):
-Kapitalist
olmayan işletmeler (küçük üreticiler) çalışanların sayısı
da yine 1990 itibariyle 8.871.277 idi.
İşçi
sınıfının vasıflılık, eğitim, beceri kıstaslarına göre de
tasnif edebiliriz(15):
Kapitalizmde
tarımın sanayiye nazaran daha geri seviyede geliştiği ve buna
bağlı olarak kır proletaryasının da sanayi proletaryasına göre
daha geri olduğu gerçeğini bir kenara bırakırsak, işçi
sınıfının içsel tabakalaşması aşağıdaki şekilde olur:
-Vasıflık
durumu.
-Eğitim
durumu (Üretimdeki teknik eğitim).
-Genel
eğitim durumu.
-Beceriklilik
durumu.
-Ücret
farklılığından doğan durum vs.
Türkiye’de
1988-2005 arasında istihdam edilenlerin genel eğitim ve bu anlamda
vasıflılık ve beceri durumu: 1988’de istihdam edilen toplam
17.754.000 kişiden 3.112.000 kişi okuryazar değildi. 2005’de
toplam istihdam edilenlerin sayısı 22.046.000’e çıkarken,
okuryazar olmayanların sayısı da 1.265.000’e düşmüştür.
Okuryazar olmayanların toplam istihdam edilenlere oranı 1988’de
yüzde 17,5’ten 2005’de yüzde 5,7’ye düşer. İstihdam
edilenler arasında okuryazar olup da bir okul bitiremeyenlerin
sayısı1988’de 1.597.000’den 2005’de 972.000’e düşerken,
ilkokul mezunlarının sayısı aynı dönemde 9.410.000’den
9.809.000’e; orta ve dengi meslek okullarından mezun olanların
sayısı 1.164.000’den 2.960.000’e; lise mezunlarının sayısı
1.015.000’den 2.507.000’e; lise ve dengi meslek okullarından
mezun olanların sayısı 586.000’den 1.994.000’e çıkar.
Bu
veriler söz konusu dönemde Türkiye’de işçi sınıfının genel
eğitim, mesleki eğitim ve bu bazda vasıflılık ve beceri durumunu
en genel anlamda göstermektedir.
İşçi
sınıfını, yaş ortalamasına, cinsiyete (erkek-kadın),
ulusal-geleneksel kökene göre de tasnif edebiliriz. Ama bu
kapsamdaki bir yazı için böyle bir tasnifleştirmeyi ayrıntı
olarak görüyoruz.
İşletme
büyüklüğüne göre işçi sınıfının tasnif ettiğimizde
sınıfın yoğunlaşma derecesini, çekirdek kısmını ortaya
çıkartabiliriz.
İşyeri
büyüklüğüne göre işyeri sayısı, ücretle çalışanların
toplamı ve üretim değeri - 1963
|
|||||||||
İşletme
büyüklüğü
|
İşyeri
sayısı
|
%
|
%
|
Ücretle
çalışanların toplamı
|
%
|
%
|
Üretim
değeri
(Mil.
TL.)
|
%
|
%
|
10-19
|
2
199
|
73,0
|
84,0
|
54
732
|
16,8
|
25,0
|
3
482
|
17,7
|
26,9
|
20-49
|
334
|
11,0
|
26
392
|
8,2
|
3
482
|
17,7
|
|||
50-199
|
201
|
6,6
|
6,6
|
27
467
|
8,4
|
8,4
|
1
754
|
8,9
|
8,9
|
200-499
|
147
|
4,8
|
9,3
|
46
003
|
14,1
|
66,0
|
4
004
|
20,4
|
64,2
|
500-999
|
71
|
2,5
|
57
520
|
17,1
|
3
173
|
16,2
|
|||
1000+
|
60
|
2,0
|
113
297
|
34,8
|
5
414
|
27,6
|
|||
Toplam
|
3
012
|
100,0
|
325
441
|
100,0
|
19
635
|
100,0
|
|||
İşyeri
büyüklüğüne göre işyeri sayısı, ücretle çalışanların
toplamı ve üretim değeri - 1990
|
|||||||||
10-24
|
3
373
|
38,0
|
64,9
|
48
670
|
4,7
|
12,9
|
1
479 050
|
1,9
|
5,5
|
25-49
|
2
390
|
26,9
|
84
441
|
8,2
|
2
766 370
|
3,6
|
|||
50-99
|
1
219
|
13,7
|
13,7
|
84
243
|
8,2
|
8,2
|
3
991 380
|
5,2
|
5,2
|
100-199
|
852
|
9,6
|
9,6
|
118
939
|
11,6
|
11,6
|
5
958 164
|
7,7
|
7,7
|
200-499
|
637
|
7,2
|
11,7
|
200
882
|
19,6
|
67,1
|
15
929 522
|
20,7
|
81,6
|
500-999
|
244
|
2,7
|
170
429
|
16,6
|
15
501 833
|
20,1
|
|||
1000+
|
156
|
1,8
|
316
065
|
30,9
|
31
399 028
|
40,8
|
|||
Toplam
|
8
871
|
100,0
|
1
023 669
|
100,0
|
77
015 348
|
100,0
|
1963
sanayi sayımına göre:
-10-49
arasında işçi çalıştıran işletmeler 1963’te toplam
işletmelerin % 84’ünü ve bu işletmelerde çalışan işçiler
de toplam işçilerin (sanayi) % 25’ini oluşturuyordu.
-200
ve daha fazla işçi çalıştıran işletmeler, toplam sanayi
işletmelerinin ancak % 9,3’ünü oluşturmalarına rağmen
işçilerin % 66’tısını istihdam ediyordu.
1000
ve daha fazla işçi çalıştıran sadece 60 işletme, (toplamın
%2’si) 113 297 işçiyi istihdam ediyordu. Bu, sanayide çalışan
toplam işçilerin % 34,8’ine tekabül eder.
1990
sanayi sayımına göre:
-10-49
arasında işçi çalıştıran işletmeler, toplam işletmelerin %
64,9’unu oluşturuyordu. Bu işletmelerde çalışan işçiler,
toplam sanayi işçilerinin % 12,9’una tekabül ediyordu.
-200
ve daha fazla işçi çalıştıran işletmeler toplam işletmelerin
% 11,7’sini oluştururken, çalıştırdıkları işçi sayısı
da toplam işçi sayısının % 67,1’ine tekabül ediyordu.
-1000
ve daha fazla işçi çalıştıran 156 işletmede (işletmelerin
%1,8’i) çalışan işçiler, toplam sanayi işçilerinin %
30,9’unu oluşturuyordu.
Açık
ki, sanayide işçilerin önemli bir kısmı -üçte ikiden fazlası-
200 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmelerde ve üçte biri
de 1000 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmelerde
toplanmıştı. Bu, küçümsenemeyecek bir işçi (işgücü)
yoğunlaşmasıdır.
Sanayide
çalışan işçiler açısından yapılan bu tespiti genel anlamda
işçi sınıfı açısından da yapabiliriz. Böylelikle toplam işçi
sınıfı içinde sanayide çalışan işçilerin -sanayi
işçilerinin- payını tespit etmiş oluruz.
Yıllar
|
1960
|
1990
|
Toplam
işçi sayısı
|
2
911 977 = 100
|
8
990 727 = 100
|
Büyük
işletmeler (10 ve daha fazla işçi)*
|
325
441 = 11,7
|
1
023 669 = 11,4
|
Büyük
işletmeler (199 ve daha fazla işçi)*
|
274
673 = 9,4
|
687
376 = 7,6
|
*)
1963
|
Bu
verilere göre 199 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmelerdeki
işçilerin toplam işçiler içindeki payı 1963’te % 9,4 ve
1990’da da % 7,6 idi.
İşçi
sınıfını, doğrudan maddi üretimde olan ve olmayan diye de
ayrıştırabiliriz. Soruna bu açıdan yaklaştığımızda varılan
sonuç şöyle olur:
Yıllar
|
1980
%
|
2005 %
|
Doğrudan
maddi değerlerin üretiminde faal olan işçiler; sanayi, tarım,
maden, inşaat, ulaşım
|
3
772 000 = 51,4
|
7
303 000 = 46,3
|
Geniş
anlamda işçi sınıfı
|
7
338 000 = 100
|
15
753 000 = 100
|
Bu
veriler, Türkiye işçi sınıfının 1980’li yıllardan itibaren
doğrudan ve dolaylı maddi değerler üreten sektörlerden ziyade
hizmet sektörlerinde yoğunlaşmaya başladığını göstermektedir.
Toplam
faal (çalışan) nüfus içinde işçi sınıfının payını da
aşağıdaki verilerde görüyoruz:
Yıllar
|
1960
%
|
1975 %
|
1990 %
|
Toplam
faal nüfus
|
12
193 324 = 100
|
17
383 828 = 100
|
23
381 893 = 100
|
Toplam
işçi sınıfı
|
2
911 977 = 22
|
5
591 080 = 32
|
8
990 727 = 38
|
10
ve daha fazla işçi çalıştıran işletmelerdeki işçi sayısı
|
-
|
493
807 = 2,5
|
1
023 669 = 4,4
|
199
ve daha fazla işçi çalıştıran işletmelerdeki işçi sayısı
|
-
|
239
329 = 1,3
|
1
711 045 = 7,3
|
Bu
verilere göre toplam işçi sınıfının toplam faal nüfus
içindeki payı, 1960’da % 22’den 1990’da % 38’e çıkıyor.
Bu oran, sanayileşmiş ülkelerle, emperyalist ülkelerle
karşılaştırıldığında önemsizdir. Örneğin Almanya’da
toplam işçi sınıfının toplam faal nüfus içindeki payı,
1950’de % 64,5’ten 1970’de % 71,9’a çıkıyor. Ama
Türkiye’de toplam işçi sınıfının faal nüfus içindeki
payının 30 senede 16 puan, neredeyse 2 misli artması kapitalizmin
gelişmişlik ve hızlı gelişme durumunun açık ifadesidir.
1960’dan 1990’a faal nüfus sadece %91,7 oranında artarken, aynı
dönemde toplam işçi sınıfı sayısal olarak % 208,7 oranında
artıyor.
1990
sonrası itibariyle: Çalışabilir toplam nüfus 1995’te
22.286.000’den 2005’de 24.565.000’e çıkarken, geniş anlamda
işçi sınıfının sayısı da aynı dönemde 11.507.000’den
15.753.000’e çıkmıştır. Bu durumda çalışabilir toplam nüfus
içinde geniş anlamda işçi sınıfının 1995’deki payı yüzde
51,6’dan 2005’de yüzde 64,1’e çıkmıştır.
2005
itibariyle “işteki duruma göre istihdam edilenler” hesaplaması
bazında istihdam edilen 22.046.000 kişiden 1.132.000’i
işveren ve 5.438.000’i de kendi hesabına çalışan konumundaydı.
Ücretli ve maaşlıların sayısı 10.358.000; geçici çalışanların
sayısı 1.591.000 ve ücretsiz aile işçisi olarak çalışanların
sayısı da 3.527.000 idi. Bu verilere göre 2005’de “işteki
duruma göre istihdam edilenler”in yüzde 5’i işveren ve yüzde
24,7’si de kendi hesabına çalışan konumundaydı. Bunların
toplamı “işteki duruma göre istihdam edilenler”in yüzde
29,7’sine tekabül eder. Bu durumda 2005 itibariyle “işteki
duruma göre istihdam edilenler”in yaklaşık yüzde 70’i
ücretlilerden, maaşlılardan, geçici olarak çalışanlardan ve
ücretsiz aile işçilerinden oluşmaktaydı.
Bu
veriler, Türkiye’de kapitalist toplumun sosyal yapısını
oluşturan ana unsurların; burjuvazi (ve orta tabakalar ile) işçi
sınıfının çalışan faal nüfus içindeki ağırlığını ve
oransal değişimini yaklaşık olarak da olsa çok açık bir
şekilde gösteriyor.
Tarım
sektöründe IMF dayatmaları sonucunda son birkaç yılda bu alanda
kapsamlı bir proleterleşme sürecine girilmiştir. Kırsal alanda
mülksüzleşen
köylü yığınları işsizler kervanına katılmaktalar. 2000
yılında tarım sektöründe ücretsiz aile unsuru, gerçekte ise
işçi olarak çalışanların toplam istihdamdaki payı yüzde
21,2’den 2006’da yüzde 14,3’e düşmüştür(16).
2006
sonu itibariyle Türkiye nüfus 73 milyonu geçiyor. TÜİK’in bu
nüfus içinde 24,7 milyonluk kesimi “işgücü” (açık işsiz,
ücretli, işveren, kendi hesabına çalışan) olarak belirliyor.
Bunların 2,6 milyonu işsiz konumunda. Ücretle çalışan nüfus
sayısı; işçilerin sayısı 12,7 milyona varıyor. Bu
hesaplamaya göre, ücretle çalışanlar, toplam çalışanların
yüzde 57,4’ünü oluşturmaktalar. Ancak TÜİK, 3,3 milyonluk bir
nüfusu “işgücü” ordusuna katmayan bir hesaplama yapıyor.
Hesaba katılmayan bu 3,3 milyonluk kesim, umudunu yitirdiğinden
dolayı iş aramayan ama iş bulursam çalışırım diyenlerden,
mevsimlik işçilerden, tam gün çalışmayanlardan,
sınıflandırılmamış işlerde çalışanlardan oluşmaktadır.
Bunlar düpedüz işsiz olan işçilerdir. Bunların toplamından şu
sonuç çıkıyor: 2006 yılı itibariyle 12,7 milyon işi olan
ücretli, 2,6 milyon açık işsiz ve 3,3 milyon sınıflandırılmayan
işsiz vardı. Bunların toplamı 18,6 milyona eder. Demek oluyor ki,
çalışabilir 27,3 milyonluk nüfusun içinde işçi sınıfına
dahil edilebilecek olanların sayısı 18,6 milyona varıyor. Yani
2006 verilerine göre de çalışabilir nüfusun yüzde 68’i işçi
konumundaydı.
İşçi
sınıfının sendikal örgütlülük durumu
Resmi
verilere göre Türkiye’de sendikalaşma oranı bayağı yüksek!
Çalışma Bakanlığı verilerine bakılacak olursa, Ocak 1996’da
toplam işçi sayısı 3.973.306 ve sendikalı işçi sayısı da
2.695.627 idi. Bu durumda sendikalı işçi sayısı yüzde 67,84
oluyor. Ocak 2006’da ise toplam işçi sayısı 5.088.515 ve
sendikalı işçi sayısı da 2.987.431 idi. Bu verilere göre
sendikalaşma oranı da yüzde % 58.70 oluyor.
Bakanlığın
verileri şöyle:
Dönemler
|
Toplam
işçi sayısı
|
Sendikalı
işçi sayısı
|
Sendikalaşma
oranı %
|
Ocak
1996
|
3.973.306
|
2.695.627
|
67,84
|
Ocak
1997
|
4.111.200
|
2.713.839
|
66,01
|
Ocak
1998
|
4.266.097
|
2.856.330
|
66,95
|
Ocak
1999
|
4.350.016
|
2.987.975
|
68,69
|
Ocak
2000
|
4.508.529
|
3.086.302
|
68,45
|
Ocak
2001
|
4.537.544
|
2.580.927
|
56,88
|
Ocak
2002
|
4.564.164
|
2.648.847
|
58,04
|
Ocak
2003
|
4.686.618
|
2.717.326
|
57,98
|
Ocak
2004
|
4.857.792
|
2.806.927
|
57,78
|
Ocak
2005
|
4.970.784
|
2.901.943
|
58,38
|
Ocak
2006
|
5.088.515
|
2.987.431
|
58,71
|
Gerçekte ise sendikalar erimektedir.
Toplu
iş sözleşmesi kapsamında olan işçi sayısı, şu veya bu
şekilde sendikalı olan işçi sayısını yansıtır. Bu hesaplama
üzerinden Türkiye’de sendikalı işçi sayısının ancak 1
milyon civarında olduğunu söyleyebiliriz. Resmi verilere göre
işçi sayısının kabaca 6 milyon olduğunu düşünürsek,
sendikalaşma oranının da ancak yüzde 10 olduğu sonucuna varırız.
Sektörlerde
sendikalaşma oranı
Resmi
verilere göre Şubat 2007 itibariyle kayıtlı işçi sayısı 5 210
46. Sendikalı işçi sayısı 3 milyon 43 bin. Yani işçilerin
yüzde 58.42'si sendikalı.
Verilere
göre Türk-İş'e bağlı 33, DİSK'e bağlı 8, Hak-İş'e bağlı
7 ve bağımsız 2 sendika, yüzde 10 işkolu barajını aşarak,
toplu iş sözleşmesi yapabilme hakkı kazanmış durumda. Bu
sendikaların sektörel dağılımı ve üye sayısı şöyle:
Orman-İş
(58 bin 438), Tarım-İş (43 bin 54), Öz Tarım-İş (652), Emek
Tarım-İş (3 bin 141), Tarım Orman-İş (19 bin 133), Türk (54
bin 870), Genel Ma-den-İş (31 bin 713), Petrol-İş (82 bin 697),
Lastik-İş (41 bin 638), Öz Gıda-İş (65 bin 332), Tek Gıda-bin
218), Şeker-İş (26 bin 390), Öz İplik-İş (84 bin 947), Teksif
(330 bin 399), Tekstil (76 bin 238), Deri-İş (17 bin 127), Ağaç-İş
100), Öz Ağaç-İş (11 bin 777), Selüloz-İş (16 bin 806),
Tümka-İş (3 bin 539), Basın-İş (5 bin 176), BASS (16 bin 795),
Banksis 57), Basisen (67 bin 54), Türkiye Çimse-İş (66 bin 811),
Kristal-İş (19 bin 875), Türk Metal (300 bin 365), Çelik-İş (94
bin 69), Birleşik Metal-İş (70 bin 575), Dok Gemi-İş (4 bin
757), Yol-İş (162 bin 606), Tes-İş (117 bin 361), Koop-İş (46
bin 157), Tez-İş(62 bin 377), Sosyal-İş (43 bin 914), TÜM-TİS
(14 bin 201), Nakliyat-İş (15 bin 678), Demiryol-İş (22 bin 23),
Türk Deniz-İş (13 815), Hava-İş (16 bin 135), Liman-İş (7 bin
316), Türkiye Haber-İş (29 bin 680), Sağlık-İş (16 bin 952),
Toleyis (44 bin 555), Oleyis (32 bin 840), Türk Harb-İş (30 bin
263), TGS (3 bin 994), Belediye-İş (194 bin 106), Hizmet-İş (116
bin 003), Genel-İş (77 bin 404)(17).
Yukarıdaki
veriler, işçi sınıfının Türkiye’de kapitalist toplumun
sosyal yapısını oluşturan ana unsurlarından biri olacak kadar
gelişmiş olduğunu göstermektedir. Sayısal açıdan bu çok
belirgindir. Önemli olan, işçi sınıfının siyasal açıdan ana
unsur rolünü oynamasıdır ki bu da onun siyasal örgütlenmesine
bağlıdır. Partimiz bu tarihsel görevini yerine getirerek,
Anadolu’da sömürü ve baskı düzeninin yıkılmasına ve
sosyalizmin kurulmasına önderlik edecektir.
Mayıs
2007
*
Kaynaklar:
1)Bkz.:Marks-Engels
Toplu Eserler, C. 23, Kapital C. I, s. 673/674.
2)Diğer
önemli
sosyo-ekonomik bağlamlar hakkında şunları söyleyebiliriz:
-Kapitalist
birikimin mutlak, genel yasasına göre, artı-nüfus, sermaye
birikiminin ve sermayenin organik bileşiminin artışı ölçüsünde
doğar. Buna görece nüfus
fazlalığı denir. Öyleyse; görece nüfus fazlalığı, yani
işsizlik,
sermayenin birikim sürecinde doğar ve gelişir.
-Kapitalist
birikimin mutlak, genel yasası, bir taraftan kapitalist sınıfın
elinde zenginlik ve siyasi iktidarın toplanması, diğer taraftan da
işçi sınıfının artan sömürüsü ve baskı altına alınışı
anlamına gelir. Birikim sürecinde ücretli işin sermayeye
bağımlılığı artar, kapitalizmde her şey, bütün araçlar,
ekonomik, mali, siyasi, idari vb. birikimin araçlarıdır, üretimin
gelişmesinin araçlarıdır. Bu araçlar, aynı zamanda işçi
sınıfı üzerinde hâkimiyet kurmanın, onu iliklerine kadar
sömürmenin araçlarıdır veya buna dönüştürürler. Öyleyse;
sermayenin birikim süreci,
aynı zamanda, bir kutupta zenginliğin birikimi, diğer kutupta da
sömürü ve baskının birikimi demektir.
-Bu
yasa, kapitalist birikimin tarihsel eğilimini de ifade eder. Burada
söz konusu olan, kapitalist birikimin eninde sonunda, kapitalizmi
yıkacak nesnel koşulları yaratmasıdır. Kapitalist birikim, son
kertede, kapitalizmin, tarihsel oluşunun bir üst üretim biçimi
olan sosyalizm tarafından yıkılacağının; toplumun kaçınılmaz
olarak sosyalizme doğru geliştiğinin ifadesidir.
3)
Bkz.:K.
Marks. agk. s.
641, 642.
4)Bkz.:Marks/Engels;
C. 2, s. 253.
5)Marks-Engels;
C. 23, s. 642, dipnot.
6)
Artı değer üretiminin sınıfsal tasnifteki rolü:
Kapitalist üretim sadece meta üretimi değildir. Kapitalist
üretim esas itibariyle artı değer üretimidir. İşçiler
kendileri için değil, sermaye için üretirler. Bu nedenle,
işçilerin sadece üretiyor olmaları yetmez; artı değer üretmek
zorundadırlar. Bundan dolayıdır ki, Marks’ın dediği gibi
“Sadece, kapitalistler için artı değer üreten veya sermayenin
kendini değerlendirmesine (çoğaltması,
bn.) hizmet eden işçi üretkendir” (Kapital, C. I,
Marks-Engrels; C. 23, 532).
Üretken
işçiyle ilgili olarak Marks’ın bu belirlemesinin ilk kısmı
sıkça alıntı olarak kullanılır, ama ikinci kısmı nedense
sürekli unutulur. “Sermeyenin kendini değerlendirmesine hizmet
eden” kategorisi
içinde ticaret, banka, sigorta sektörlerinde; bir bütün olarak
dolaşım sürecinde çalışan, artı değer üretmeyen işçiler
yer alır.
7)Lenin;
C. 31, 60. “Sol Radikalizm, Komünizmin Çocukluk Hastalığı”.
8)
Örnekleyecek
olursak: Bir kadın işçiyi göz önüne getirelim. Fabrikada
çalışan bu kadının
işsiz kaldığını ve belli bir zaman sonra bir markette tezgâhtar,
satıcı veya kasiyer olarak iş bulduğunu, bu arada hamile
kaldığını, çocuk sorunu nedeniyle işten ayrıldığını,
doğumdan sonra da yeniden iş aradığını ve bir sinema veya
tiyatro gişesinde bilet satıcısı olarak iş bulduğunu, belli bir
zaman sonra belli bir zaman için bir temizlik firmasında
çalıştığını ve daha sonra da yeniden bir fabrikada iş
bulduğunu düşünelim. Soruna salt değer veya artı değer üretimi
açısından baktığımızda bu kadının
fabrikada çalışırken işçi olduğunu, sonra markette, sinema
gişesinde ve temizlik firmasında çalışırken
işçi olmadığını, çocuk nedeniyle evde kaldığı için ev
kadını olduğunu ve yeniden fabrikaya girdiğinde de yeniden işçi
olduğunu söylememiz gerekir. Veya bir gün otobüs ikinci gün TIR
süren bir şoförü düşünelim. Soruna salt artı değer üretimi
açısından bakıldığında bu şoför, otobüs sürdüğü gün,
artı değer üretmediği için proleter sayılmaz, ama TIR sürdüğü
gün –nakliyat faaliyeti nedeniyle metanın değerine değer
kattığı için- proleter olur. Bu durumda bizim şoför bir gün
proleter, ertesi gün küçük burjuva, ertesi gün yeniden proleter
ve daha ertesi gün de yeniden küçük burjuva mı olacak?
9)Bkz.:
Lenin; C. 22, s. 198.
10)
İstatistik
verilerin gerçeği tam yansıttığı söylenemez. Aynı dönemle
ilgili farklı veriler olabiliyor.
Değerlendirmemizde bu gerçekliği göz önünde tutuyoruz.
11)“Tüccarın
parasını sermaye haline getiren işlev, büyük ölçüde bu işte
çalıştırılanlar tarafından yerine getirilir. Çalıştırdığı
kimselerin karşılığı ödenmeyen emeği artı değer yaratmamakla
birlikte, onun bu artı değere el koymasını sağlar ve bu da,
sonuçta, sermayesi bakımından aynı şey demektir. Bu nedenle de
o, tüccar için bir kar kaynağıdır. Aksi halde ticaret, hiçbir
zaman büyük ölçekte ya da kapitalist biçimde yürütülemezdi.
Aynen
işçinin karşılığı ödenmeyen emeğinin üretken sermaye için
doğrudan doğruya artı değer yaratması gibi, ticari ücretlilerin
karşılığı ödenmeyen emeği de, tüccar sermayesi için bu artı
değerden bir pay sağlar” (Marks-Engels; C.25 -Kapital, C.
3-, s. 305).
Ticaret
(hizmet) sektöründe çalışanlar, “daha yüksek ücret alan
ücretli işçiler sınıfına dâhildirler”(Agk., s. 311).
“Ticaret
kapitalisti tarafından... çalıştırılan ticari ücretli
işçilerin durumu nedir?
(Agk., s. 303).
12)İşçi
sınıfının, kapitalist çalışmanın örgütlenmesindeki
konumundan anlaşılması gereken, her bir çalışma alanında
sınıfın hiyerarşik yapısıdır: Düz işçi, usta, ustabaşı,
kontrolcü vs.. Tabii, bütün bu ayrımlar, alınan ücrette de
ifadesini bulmaktadır.
İşçi
sınıfını bu noktada Türkiye somutunda ayrıştırma imkanım
yok. Böyle bir ayrıştırma çok detaylı ampirik bir araştırmanın
sonucu olabilir ve yapılması da gerekir. Çünkü böylelikle;
-
işçi sınıfı bir taraftan diğer ücretlilerden,
-diğer
taraftan da bürokratlaşmış, yozlaşmış kesimlerinden
ayrıştırılmış olur.
13)İşçi
sınıfın yaşam koşulları salt ülkedeki genel ekonomik-politik
durumla açıklanamaz. Bu, genel olanı ele verir. Ama işçi sınıfı
kendi içinde de farklılıklar arz ediyor ve bu farklılıklar ister
istemez onun yaşam koşullarını da etkiliyor. Örneğin, vasıflı
ve vasıflı olmayan işçiler, kırsal alandan gelerek sınıfa yeni
katılan işçiler, henüz daha köylü olma özelliğini kaybetmemiş
olanlar arasındaki farklılıklar vs. Bütün bu farklılıklar,
işçi sınıfının mücadelesini etkiler. Örneğin, köyden
gelenlerin belirleyici bir kısmı köyle ilişkilerinden ve belli
bir toprak parçasına sahip olmalarından dolayı belli bir yan
gelire sahiptirler ve bu durum onların mücadele anlayışlarını
doğrudan olumsuz etkiler. Oysa şehirli olan, nesilden gelme
işçilerde böylesi bir yan gelir olanağı yoktur. Bu “yok”luk
da onların mücadelesini olumlu etkiler. Basitçe: Birincileri
mücadeleye daha tedirgin, daha isteksiz yaklaşırlarken,
ikincilerde bu durum pek görülmez.
14)Aslında
burada elde edilen sonuç çok önemlidir. Çünkü kapitalizmin
doğrudan hâkimiyet ve baskı sisteminin çalışanlar üzerinde ne
denli gelişip gelişmediğini bu verilerden çıkartabiliriz. Bu
ayrıma göre, örneğin tarımsal alanda, doğrudan kapitalist
işverenin baskı ve hâkimiyeti hemen hemen yok gibidir. Nihayetinde
tarlada tarım üreticisi, kendi aile işletmesinde çalışmaktadır.
Tabii bu durumda olan bireyle, özel sektörde çalışan birisi
arasında kapitalist baskı ve hâkimiyeti yaşamak, açıktır ki
çok farklı olur. Bu anlamda Türkiye’de kapitalizmin gelişmesini
her alanda; her sektörde vartikal (derinlemesine) bir gelişme
olarak göremeyiz.
15)
“Öyleyse manifaktür, iş ücretinin basamaklarına
tekabül eden işgücünün bir hiyerarşisini geliştirmektedir...
Bunun için manifaktür, sızdığı her zanaatta... beceriksiz
işçiler denen bir sınıfı oluşturur... Hiyerarşik
tabakalaşmanın yanı sıra işçilerin becerikli ve beceriksiz diye
ayrışması gündeme gelir”.
“Gerçek
manifaktür sadece, önceleri bağımsız olan işçileri sermayenin
kumandasına ve disiplinine tabi kılmaz, bilakis
ayrıca
işçiler arasında da hiyerarşik bir tasnifleşme yaratır”
Marks/Engels; C. 23 (Kapital C. 1) s. 370/371, 381. Marks/Engels; C.
23 (Kapital C. 1) s. 370/371, 381.
16)
Burada
bilgi verme babında genel olarak köylülüğün durumunu ve iç
sosyal yapısındaki gelişmeyi bazı veriler bazında gösterelim:
Türkiye’de
köylülüğü mülkiyet ilişkileri temelinde sosyal
parçalanmışlığına ayırarak yarı-proleterlerin, küçük
köylülüğün, orta köylülüğün, zengin(büyük) köylülüğün
ve büyük mülk sahiplerinin kırsal alanda dağılımını/gücünü
tespit edebiliriz.
Böyle bir sınıflandırmada, işletme alanlarının büyüklüğü,
diğer üretim araçlarının gelişme seviyesi ve kullanımının
yaygınlığı ve aynı zamanda kullanılan iş gücü (ücretli
işçilik) belirleyici kıstaslardır.
Bu
veriler bize Türkiye’de tarımsal yapıların kapitalist
mülkiyet/üretim ilişkileri temelinde çözülebileceği kadar
çözülmüş olduğunu, artık söz konusu olanın -feodalizme özgü
kalıntıların yanı sıra- kapitalist ilişkiler temelinde sınıf
mücadelesi olduğunu gösteriyorlar.
17)
Bkz.:
Tekstil İşveren. http://www.tekstilisveren.org