deneme

1 Mayıs 2007 Salı

TÜRKİYE’DE İŞÇİ SINIFI


TÜRKİYE’DE İŞÇİ SINIFI

Kapitalist birikimin genel yasası ve işçi sınıfının durumu
Marks’ın kapitalist birikimin genel veya da mutlak yasası tanımlamasında kapitalist birikimin antagonist karakteri çok açık bir şekilde görülmektedir (1): Kapitalist birikimin mutlak, genel yasası, bir dizi önemli sosyo-ekonomik bağlamları içerir. Bunlardan birisi(2), sermaye ve ücretli işin birbirini karşılıklı koşullandırmasıdır. Sermeyenin büyümesi (sermaye birikimi), işçi sınıfının büyümesine; sayısal olarak artmasına kaçınılmaz olarak neden olur. Böylece sermaye birikim sürecinde bir taraftan sermaye giderek artarken ve daha az sayıda kapitalistin elinde toplanırken, diğer taraftan da çalışabilir nüfusun giderek artan bir kısmı, yani çoğunluğu işçiye dönüşür. Sermaye birikimi ve çalışabilir nüfusun sınıfsal ayrışımı ve kutuplaşması bir madalyonun iki yüzüdür. Bu iki yüz arasında diyalektik bir bağ vardır.

Sermaye birikimi aynı zamanda işçi sınıfının büyümesidir, sayısal olarak çoğalmasıdır. Artı değerin sermayeye dönüştürülmesiyle sermeye birikimi gerçekleştirilmiş olur. Burada artı değerin bir kısmı değişmeyen sermayeye dönüştürülürken (üretim araçları hammadde vs. satın alınması), bir kısmı da değişken sermayeye dönüştürülür (işgücüne ödenen sermaye). Demek oluyor ki, sermaye birikimi veya artı değerin sermayeye dönüştürülmesi, işgücü ve üretim araçlarında talep artışı anlamına gelir. İşgücüne olan talebin artması ise, işçi sınıfının sayısal olarak çoğalması/büyümesi demektir. Demek ki, işçi sınıfının sayısal çoğalması, sermaye birikiminin gerçekleşebilmesinin koşuludur (3).

İşçi sınıfını iki kaynaktan beslenerek çoğalır: Birincisi, başka sınıf ve sosyal tabakalardan unsurların yıkıma uğraması ve proleterleşmesi. İkincisi, doğal nüfus artışı (doğal nüfus artışı, işçi sınıfının kendini üretmesini de kapsar).

Sermaye birikimi sürecinde sermaye ilişkisi genişler, yaygınlaşır ve buna bağlı veya buna paralel olarak da kapitalist toplumun iki temel sınıfı olan kapitalist sınıf ve işçi sınıfı bazında toplumsal kutuplaşma kapsamlaşır ve derinleşir. Kapitalizmde işçi sınıfı, diğer sınıf ve toplumsal tabakalara nazaran oldukça hızlı çoğalır ve toplam nüfustaki payı sürekli artar.
Sınıfın tanımı
Engels, “İngiltere’de Çalışan Sınıfın Durumu” yapıtında işçi sınıfını tanımlarken onun “sanayi işçileri”, “kömür ocaklarında ve madencilikteki işçiler” gibi bölüklerinden bahseder (4).

Marks da Kapital’in birinci cildinde proleteri, “... ekonomik olarak ‘sermaye’ üreten ve değerlendiren ve ‘bay sermaye’nin ihtiyaç duyduğu durumda sokağa atılan ücretli işçiden başka bir şey anlaşılmaz” diye tanımlar (5).

Bütün işçi sınıfı için ortak özellikler şunlardır:
1- İşgücünü satmak.
2- Üretim araçlarına sahip olmamak.
3- Artı değer üretmek ve sermayenin kendini değerlendirmesine (çoğalmasına) hizmet etmek(6).

Bu temel özellikleri taşıyan işçi sınıfı;
1- Sanayi proletaryası,
2- Maden proletaryası ve
3- Tarım proletaryası olmak üzere üç ana grupta toplanmaktadır.

İşçi sınıfının bu şekilde farklı tabakalara ayrılmasının nedeni, doğrudan, sanayin gelişmişlik derecesinde aranmalıdır. Gelişmiş sanayi, kapitalizmde işçi sınıfının çeşitli bölümlere ayrılmasına neden olur.

Lenin şöyle der:
Safi’ proletaryanın yanı sıra, proletaryadan yarı-proletaryaya... doğru, oldukça çeşitli geçiş tipleri kütlesiyle çevrili olmasaydı... proletarya içinde de alt tabakalar, az veya çok gelişmiş tabakalar... olmasaydı, kapitalizm, kapitalizm olmazdı” (7).

İşçi sınıfının belirtilen üç ana tabakasının dışında başka tabakaları da vardır: Örneğin, ulaşım, transport, hizmetler, inşaat vs. Her ne kadar bu sahalarda çalışan işçilerin artı değer yaratmaları genel bir özellik değilse de, bu özelliği taşımamalarından dolayı onları işçi sınıfının katmanlarından saymamak da söz konusu olamaz.

Burada işçi sınıfı-ücretli memur ilişkisine de bakmak gerekir: İşçi sınıfının bileşenlerinin tasnifinde veya ücretli memurların sınıfsal tasnifinde esas olan, değer veya artı değer yaratıp yaratmadıkları değildir. Veya soru, proletarya ile ücretli memur arasında farklılıkların olup olmadığı da değildir. Marks, farklılığın olduğunu söylüyor, ama bundan dolayı da ücretli memurları, ticaret sektörü örneğinde olduğu gibi, işçi sınıfının bir bileşeni olmaktan çıkartmıyor. Marks, değer veya artı değer yaratmadıkları için ücretlileri, işçi sınıfının dışında görmüyor.

Soruna, artı değer yaratılıp yaratılmadığı açısından ve proletarya ile ücretli memur arasındaki fark ön plana çıkartılarak yaklaşıldığında saçma sonuçlarla karşı karşıya kalırız (8).

İşçi sınıfının ve ücretlilerin sınıfsal tasnifini yaparken çıkış noktamız, artı değer üretilip üretilmediği değildir. Ücretlilerin sınıfsal tasnifinde sermayenin kendini değerlendirmesine; çoğalmasına hizmet edilip edilmediğini belirleyici bir kıstas olarak görüyoruz ve Türkiye’de işçi sınıfının nicel (sayısal) yapısında bunu hesaba katıyoruz.
Kapitalizmin, doğrudan reel üretim dışında ortaya çıkardığı meslek grupları, genel anlamda hizmet sektörü olarak tanımlanıyor. Bu sektör, kapitalizmin gelişmesine, bilimsel-teknik devrimin kazanımlarının üretim sürecinde kullanılmasına, yani teknolojinin üretimde kullanılmasına paralel olarak giderek kapsamlaşmıştır. Türkiye’de işçi sınıfının nicel (sayısal) yapısında bunu da hesaba katıyoruz.
İşçi sınıfı, dar anlamda işçi sınıfı ve geniş anlamda işçi sınıfı olarak tanımlanmalıdır. Dar anlamda işçi sınıfı, doğrudan değer ve maddi değer üreten bileşenlerinden oluşurken, geniş anlamda işçi sınıfına artı değer üretmeyen bileşenleri de eklenmek gerekir. Bu durumu değerlendirmemizde dikkate alıyoruz.
Dar anlamda işçi sınıfı; a- sanayi proletaryası, b- maden proletaryası ve c- tarım proletaryası olmak üzere üç ana bileşenden oluşur. Değer ve artı değerin üretilmediği diğer bütün sektörlerde ve çalışma alanlarındaki işçiler de geniş anlamda işçi sınıfının bileşenlerini oluştururlar.

Dar ve geniş anlamda işçi sınıfı ayrımını yapmadan, işçi sınıfını sadece ve sadece artı değer üretme kıstasıyla ele aldığımız durumda, artı değer üretmeyen işçi sınıfı bileşenlerinin tamamı kaçınılmaz olarak, küçük burjuva unsurlar olarak, küçük burjuva “emekçi”ler olarak veya ücretliler, memurlar olarak görülecektir. Bu durumda işçi sınıfının sayısal gelişmesi konusunda yanlış sonuçlara varmış oluruz. Engels’in “ticaret proletaryası” tanımlaması, Marks’tan aktardığımız ve işçi sınıfını tanımlamada dikkat edilmesi gereken noktalar üzerine anlayışlar bunun böyle olduğunu göstermektedir.

Ekonominin iki belirleyici sektörü; sanayi ve tarım, bize işçi sınıfının yatay tasnif edilebileceğini gösterir: Şehirlerde işçi sınıfı ve kırsal alanda işçi sınıfı.

İşçi sınıfı, temel özelliklerine göre gruplandırıldığında onun vartikal (derinlemesine) sosyal yapısı ortaya çıkar:
-Sanayi proletaryası (fabrika işçisi)
-Maden proletaryası
-İnşaat proletaryası
-Tarım proletaryası
-Nakliyat, posta işlerinde çalışan işçiler
-Sosyal hizmetlerde çalışan işçiler
-İşsiz proletarya
-Yozlaşmış proletarya(işçi aristokrasisi ve işçi bürokrasisi) (9).

Türkiye somutuna gelince(10):

İşçi sınıfı bölüklerinin gelişme eğilimi

Yıllara göre sanayi, maden ve tarım proletaryasının sayısal gelişimi (1000 kişi olarak):
Yıllar
Sanayi proletaryası**
Maden proletaryası**
Tarım proletaryası*
1955
667=
100
110=
100
244 235=
100
1960
791
119
134
121
676 791
277
1970
1 338
171
155
141
601 710
246
1980
2 060
309
196
178
614 484
251
1990
2 625
394
194
176
582 048
238
1995
3 027
454
154
140
-
-
2000
3 638
545
134
122
-

2005
4 083
612
118
107
-
-
*) 12 Yaş ve daha yukarı. Sadece ücretli çalışanlar.
**)15 yaş ve daha yukarı. Sadece ücretli çalışanlar.
Bkz.: İstatistik Yıllıkları: 1964-65, 1979, 1983, 1993. İstatistik Göstergeler 1923-2005.

Tablonun da gösterdiği gibi Türkiye’de işçi sınıfının gelişmenin seyri şöyledir:

İmalat sanayinde çalışan proleterlerin sayısı 50 sene içinde, yani 1955’ten 2005’e 6 misli, diğer bir deyişle 1955’e göre 2005’e % 512 oranında artarak sayısal anlamda 3.667.000’den 4. 083.000’e yükselmiştir.

Maden proletaryası da 1955’ten 1980’e sayısal olarak sürekli artmış, ama sonraki dönemde azalmıştır.
Tarım proletaryası üzerine veriler oldukça güvenilmez. Bu nedenle, tarım proletaryasında da sayısal olarak arttığını söylemekle yetiniyoruz.
İşçi sınıfının bu ana bölümleri, doğrudan üretimde olan, artı değer üreten proletaryayı kapsar.

Yukarıda belirttiğimiz gibi işçi sınıfının sadece bu ana bölümlerden oluşmaz, onun, doğrudan üretim dışında kalan, yani doğrudan artı değer üretmeyen sosyal tabakaları da vardır(11). Bir de bunların yıllara göre sayısal gelişmesine bakalım.

Sanayi, Maden ve Tarım Dışında İşçi Sınıfı (1000 kişi*)
Yıllar
İnşaat ve bayındırlık
Elektrik, su, gaz
Ticaret, lokanta, otel
Ulaştırma, haberleşme,
depolama
Hizmetler**
1955
407=
100
8=
100
519=
100
78=
100
600=
100
1960
390
96
13
162
670
130
134
172
785
131
1970
662
163
22
275
883
170
420
538
1 310
218
1980
897
220
44
550
1 422
274
619
794
2 102
350
1990
893
219
26
325
2 154
415
816
1 046
3 142
524
1995
1 238
304
114
1 425
2 717
408
878
1 126
3 379
563
2000
1 364
335
91
1 138
3 817
735
1 067
1 368
3 753
626
2005
1 171
289
79
988
4 547
876
1 331
1 706
4 424
737
*) 15 yaş ve daha yukarısı-sadece ücretli çalışanlar.
**)Mali kurumlar, sigorta, taşınmaz mallara ait işler ve kurumları yardımcı iş hizmetleri, toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel hizmetler toplamı.
Bkz.: İstatistik Göstergeler 1923-2006, s. 160, 161.

Tablo, inşaat ve nakliyat sektörleri sınıflandırmaya pek uymasa da işçi sınıfının doğrudan üretimde olmayan, artı değer üretmeyen sosyal tabakalarında artışın daha hızlı olduğunu göstermektedir. Bu artış, 1955-2005 arasında inşatta yaklaşık 3; elektrik, su ve gazda yaklaşık 10; ticaret, lokanta ve otelcilikte yaklaşık 9; ulaştırma, haberleşme, depolamada 17 ve diğer hizmetler toplamında da 7 misli olmuştur.

Ülkemizde işçi sınıfının temel özelliklerine göre sosyal vartikal yapısını, sayısal olarak aşağıdaki şekilde şöyle açıklayabiliriz.
Geniş Anlamda (Bütün Olarak) İşçi Sınıfı (1000 kişi olarak*)

1960
1970
1980
1990
1995
2000
2005
Sanayi proletaryası
791
1 338
2 060
2 625
3 027
3 638
4 083
Maden proletaryası
134
155
196
194
154
134
118
Tarım proletaryası
677
602
614
582
-
-
-
İnşaat ve bayındırlık
390
662
897
893
1 238
1 364
1 171
Elektrik, su, gaz
13
22
44
26
114
91
79
Ticaret, lokanta, otel
670
883
1 422
2 154
2 717
3 817
4 547
Ulaştırma, haber., depolama
134
420
619
816
878
1 067
1 331
Hizmetler**
785
1 310
2 102
3 142
3 379
3 753
4 424
Toplam (Tarım proletaryası hariç)
2 917
4 790
7 338
9 850
11 507
13 864
15 753
*)15 yaş ve daha yukarısı-sadece ücretli çalışanlar.
**)Mali kurumlar, sigorta, taşınmaz mallara ait işler ve kurumları yardımcı iş hizmetleri, toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel hizmetler toplamı.
Bkz.: İstatistik Göstergeler 1923-2006, s. 160, 161.

Bu veriler Türkiye’de işçi sınıfının 1960’da 2005’e sayısal olarak yüzde 440 oranında veya 5,4 misli arttığını göstermektedir.

İşçi sınıfının içsel sosyal yapısı araştırılırken a)İşçi sınıfının, yeniden üretim sürecideki konumu; b) İşçi sınıfının, kapitalist çalışmanın örgütlenmesindeki konumu(12); c) İşçi sınıfının yaşam koşullarındaki farklılaşma(13)ve d) İşçi sınıfının, somut sermaye ilişkileri biçimindeki veya sermaye ilişkilerinin her bir gelişme aşamasındaki konumu göz önünde tutulmalıdır.
İşçi sınıfının yeniden üretim sürecindeki konumunda anlaşılması gereken, işçi sınıfının ekonomik sektörlere (sanayi-tarım-ticaret ve sektörler içinde alt bölümlere -örneğin sanayi içinde kağıt, makine yapımı vb.) ayrılmasıdır. Buna işçi sınıfının ekonomik yapılanması denir ve bu yapılanmayı genel hatlarıyla şöyle ayrıştırabiliriz:

Doğrudan ve dolaylı maddi üretim sürecinde olan işçiler: Sanayi, maden, tarım, zanaatçılık, inşaat, transport, ticaretin bazı bölümleri. (Bkz.:Yukarıdaki tablo)

Ticaret ve dolaşım sürecinde olan işçiler: Diğerlerinden ayrıştırmak mümkün olmadığı için dolaşım sürecini dikkate almazsak, ticaret alanında çalışan işçilerin sayısının 1980’de 2.041.000’den 2005’te 5.678.000’e çıkarak 2,8 misli artmıştır.(Bkz.: İstatistik Göstergeler 1923-2005).

Hizmet sektörü (kamu+özel sektörde hizmetler, oteller, lokantalar vs.) alanlarında çalışan işçilerin sayısı 1960’da 1.455.000’den 2005’de 8.971.000’e çıkarak yüzde 517 veya 6,2 misli artmıştır.
1995 (Nisan)-2006 (Nisan) arasındaki gelişmeyi karşılaştırırsak: Çalışabilir nüfus sayısı 21.257.000’dan 24.608.000’e çıkıyor, yani yüzde 15,8 oranında artıyor. Aynı dönemde tarımda çalışanların sayısı 8.540.000’dan 6.065.000’e düşerek yüzde 29 oranında azalırken, sanayide çalışan işçilerin sayısı 3.205.000’den 4.281.000’e çıkarak yüzde 33,6, inşaatta çalışan işçilerin sayısı 1.159.000’dan 1.211.000’e çıkıyor (önemli bir değişme olmuyor) ve hizmet sektöründe çalışanların sayısı da 7.862.000’den 11.825.000’e çıkarak yüzde 50 oranında artıyor. Bu üç sektörde (sanayi, inşaat ve hizmet) çalışan işçi sayısı 1995’te 12.226.000’dan 2006’da 17.317.000’e çıkarak yaklaşık yüzde 42 oranında artıyor. (Bkz.: TUİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları).
Bu verilere göre çalışabilir nüfusun 1995’te yüzde 57’si ve 2006’da da yüzde 70’i sanayi, inşaat ve hizmet sektöründe çalışan işçilerden oluşmaktaydı.

İşçi sınıfının, somut sermaye ilişkileri biçimindeki veya sermaye ilişkilerinin her bir gelişme aşamasındaki durumundan anlaşılması gereken, işçi sınıfının farklı sosyo-ekonomik faaliyet sektörlerine göre ayrımıdır. Bu ayrım şöyledir(14):
-Özel hizmetler: Şoför, berber, temizlikçiler vs.: 1990 itibariyle bu alanda çalışanların toplam sayısı 1.430.191 idi.

-Kapitalist olmayan işletmeler (küçük üreticiler) çalışanların sayısı da yine 1990 itibariyle 8.871.277 idi.

İşçi sınıfının vasıflılık, eğitim, beceri kıstaslarına göre de tasnif edebiliriz(15):
Kapitalizmde tarımın sanayiye nazaran daha geri seviyede geliştiği ve buna bağlı olarak kır proletaryasının da sanayi proletaryasına göre daha geri olduğu gerçeğini bir kenara bırakırsak, işçi sınıfının içsel tabakalaşması aşağıdaki şekilde olur:
-Vasıflık durumu.
-Eğitim durumu (Üretimdeki teknik eğitim).
-Genel eğitim durumu.
-Beceriklilik durumu.
-Ücret farklılığından doğan durum vs.
Türkiye’de 1988-2005 arasında istihdam edilenlerin genel eğitim ve bu anlamda vasıflılık ve beceri durumu: 1988’de istihdam edilen toplam 17.754.000 kişiden 3.112.000 kişi okuryazar değildi. 2005’de toplam istihdam edilenlerin sayısı 22.046.000’e çıkarken, okuryazar olmayanların sayısı da 1.265.000’e düşmüştür. Okuryazar olmayanların toplam istihdam edilenlere oranı 1988’de yüzde 17,5’ten 2005’de yüzde 5,7’ye düşer. İstihdam edilenler arasında okuryazar olup da bir okul bitiremeyenlerin sayısı1988’de 1.597.000’den 2005’de 972.000’e düşerken, ilkokul mezunlarının sayısı aynı dönemde 9.410.000’den 9.809.000’e; orta ve dengi meslek okullarından mezun olanların sayısı 1.164.000’den 2.960.000’e; lise mezunlarının sayısı 1.015.000’den 2.507.000’e; lise ve dengi meslek okullarından mezun olanların sayısı 586.000’den 1.994.000’e çıkar.
Bu veriler söz konusu dönemde Türkiye’de işçi sınıfının genel eğitim, mesleki eğitim ve bu bazda vasıflılık ve beceri durumunu en genel anlamda göstermektedir.
İşçi sınıfını, yaş ortalamasına, cinsiyete (erkek-kadın), ulusal-geleneksel kökene göre de tasnif edebiliriz. Ama bu kapsamdaki bir yazı için böyle bir tasnifleştirmeyi ayrıntı olarak görüyoruz.
İşletme büyüklüğüne göre işçi sınıfının tasnif ettiğimizde sınıfın yoğunlaşma derecesini, çekirdek kısmını ortaya çıkartabiliriz.

İşyeri büyüklüğüne göre işyeri sayısı, ücretle çalışanların toplamı ve üretim değeri - 1963
İşletme büyüklüğü
İşyeri sayısı
%
%
Ücretle çalışanların toplamı
%
%
Üretim değeri
(Mil. TL.)
%
%
10-19
2 199
73,0
84,0
54 732
16,8
25,0
3 482
17,7
26,9
20-49
334
11,0
26 392
8,2
3 482
17,7
50-199
201
6,6
6,6
27 467
8,4
8,4
1 754
8,9
8,9
200-499
147
4,8
9,3
46 003
14,1
66,0
4 004
20,4
64,2
500-999
71
2,5
57 520
17,1
3 173
16,2
1000+
60
2,0
113 297
34,8
5 414
27,6
Toplam
3 012
100,0

325 441
100,0
19 635
100,0

İşyeri büyüklüğüne göre işyeri sayısı, ücretle çalışanların toplamı ve üretim değeri - 1990
10-24
3 373
38,0
64,9
48 670
4,7
12,9
1 479 050
1,9
5,5
25-49
2 390
26,9
84 441
8,2
2 766 370
3,6
50-99
1 219
13,7
13,7
84 243
8,2
8,2
3 991 380
5,2
5,2
100-199
852
9,6
9,6
118 939
11,6
11,6
5 958 164
7,7
7,7
200-499
637
7,2
11,7
200 882
19,6
67,1
15 929 522
20,7
81,6
500-999
244
2,7
170 429
16,6
15 501 833
20,1
1000+
156
1,8
316 065
30,9
31 399 028
40,8
Toplam
8 871
100,0
1 023 669
100,0
77 015 348
100,0
1963 sanayi sayımına göre:
-10-49 arasında işçi çalıştıran işletmeler 1963’te toplam işletmelerin % 84’ünü ve bu işletmelerde çalışan işçiler de toplam işçilerin (sanayi) % 25’ini oluşturuyordu.

-200 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmeler, toplam sanayi işletmelerinin ancak % 9,3’ünü oluşturmalarına rağmen işçilerin % 66’tısını istihdam ediyordu.
1000 ve daha fazla işçi çalıştıran sadece 60 işletme, (toplamın %2’si) 113 297 işçiyi istihdam ediyordu. Bu, sanayide çalışan toplam işçilerin % 34,8’ine tekabül eder.

1990 sanayi sayımına göre:
-10-49 arasında işçi çalıştıran işletmeler, toplam işletmelerin % 64,9’unu oluşturuyordu. Bu işletmelerde çalışan işçiler, toplam sanayi işçilerinin % 12,9’una tekabül ediyordu.

-200 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmeler toplam işletmelerin % 11,7’sini oluştururken, çalıştırdıkları işçi sayısı da toplam işçi sayısının % 67,1’ine tekabül ediyordu.

-1000 ve daha fazla işçi çalıştıran 156 işletmede (işletmelerin %1,8’i) çalışan işçiler, toplam sanayi işçilerinin % 30,9’unu oluşturuyordu.

Açık ki, sanayide işçilerin önemli bir kısmı -üçte ikiden fazlası- 200 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmelerde ve üçte biri de 1000 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmelerde toplanmıştı. Bu, küçümsenemeyecek bir işçi (işgücü) yoğunlaşmasıdır.

Sanayide çalışan işçiler açısından yapılan bu tespiti genel anlamda işçi sınıfı açısından da yapabiliriz. Böylelikle toplam işçi sınıfı içinde sanayide çalışan işçilerin -sanayi işçilerinin- payını tespit etmiş oluruz.

Yıllar
1960
1990
Toplam işçi sayısı
2 911 977 = 100
8 990 727 = 100
Büyük işletmeler (10 ve daha fazla işçi)*
325 441 = 11,7
1 023 669 = 11,4
Büyük işletmeler (199 ve daha fazla işçi)*
274 673 = 9,4
687 376 = 7,6
*) 1963
Bu verilere göre 199 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmelerdeki işçilerin toplam işçiler içindeki payı 1963’te % 9,4 ve 1990’da da % 7,6 idi.

İşçi sınıfını, doğrudan maddi üretimde olan ve olmayan diye de ayrıştırabiliriz. Soruna bu açıdan yaklaştığımızda varılan sonuç şöyle olur:
Yıllar
1980 %
2005 %
Doğrudan maddi değerlerin üretiminde faal olan işçiler; sanayi, tarım, maden, inşaat, ulaşım
3 772 000 = 51,4
7 303 000 = 46,3
Geniş anlamda işçi sınıfı
7 338 000 = 100
15 753 000 = 100

Bu veriler, Türkiye işçi sınıfının 1980’li yıllardan itibaren doğrudan ve dolaylı maddi değerler üreten sektörlerden ziyade hizmet sektörlerinde yoğunlaşmaya başladığını göstermektedir.

Toplam faal (çalışan) nüfus içinde işçi sınıfının payını da aşağıdaki verilerde görüyoruz:
Yıllar
1960 %
1975 %
1990 %
Toplam faal nüfus
12 193 324 = 100
17 383 828 = 100
23 381 893 = 100
Toplam işçi sınıfı
2 911 977 = 22
5 591 080 = 32
8 990 727 = 38
10 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmelerdeki işçi sayısı
-
493 807 = 2,5
1 023 669 = 4,4
199 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmelerdeki işçi sayısı
-
239 329 = 1,3
1 711 045 = 7,3

Bu verilere göre toplam işçi sınıfının toplam faal nüfus içindeki payı, 1960’da % 22’den 1990’da % 38’e çıkıyor. Bu oran, sanayileşmiş ülkelerle, emperyalist ülkelerle karşılaştırıldığında önemsizdir. Örneğin Almanya’da toplam işçi sınıfının toplam faal nüfus içindeki payı, 1950’de % 64,5’ten 1970’de % 71,9’a çıkıyor. Ama Türkiye’de toplam işçi sınıfının faal nüfus içindeki payının 30 senede 16 puan, neredeyse 2 misli artması kapitalizmin gelişmişlik ve hızlı gelişme durumunun açık ifadesidir. 1960’dan 1990’a faal nüfus sadece %91,7 oranında artarken, aynı dönemde toplam işçi sınıfı sayısal olarak % 208,7 oranında artıyor.

1990 sonrası itibariyle: Çalışabilir toplam nüfus 1995’te 22.286.000’den 2005’de 24.565.000’e çıkarken, geniş anlamda işçi sınıfının sayısı da aynı dönemde 11.507.000’den 15.753.000’e çıkmıştır. Bu durumda çalışabilir toplam nüfus içinde geniş anlamda işçi sınıfının 1995’deki payı yüzde 51,6’dan 2005’de yüzde 64,1’e çıkmıştır.

2005 itibariyle “işteki duruma göre istihdam edilenler” hesaplaması bazında istihdam edilen 22.046.000 kişiden 1.132.000’i işveren ve 5.438.000’i de kendi hesabına çalışan konumundaydı. Ücretli ve maaşlıların sayısı 10.358.000; geçici çalışanların sayısı 1.591.000 ve ücretsiz aile işçisi olarak çalışanların sayısı da 3.527.000 idi. Bu verilere göre 2005’de “işteki duruma göre istihdam edilenler”in yüzde 5’i işveren ve yüzde 24,7’si de kendi hesabına çalışan konumundaydı. Bunların toplamı “işteki duruma göre istihdam edilenler”in yüzde 29,7’sine tekabül eder. Bu durumda 2005 itibariyle “işteki duruma göre istihdam edilenler”in yaklaşık yüzde 70’i ücretlilerden, maaşlılardan, geçici olarak çalışanlardan ve ücretsiz aile işçilerinden oluşmaktaydı.
Bu veriler, Türkiye’de kapitalist toplumun sosyal yapısını oluşturan ana unsurların; burjuvazi (ve orta tabakalar ile) işçi sınıfının çalışan faal nüfus içindeki ağırlığını ve oransal değişimini yaklaşık olarak da olsa çok açık bir şekilde gösteriyor.

Tarım sektöründe IMF dayatmaları sonucunda son birkaç yılda bu alanda kapsamlı bir proleterleşme sürecine girilmiştir. Kırsal alanda mülksüzleşen köylü yığınları işsizler kervanına katılmaktalar. 2000 yılında tarım sektöründe ücretsiz aile unsuru, gerçekte ise işçi olarak çalışanların toplam istihdamdaki payı yüzde 21,2’den 2006’da yüzde 14,3’e düşmüştür(16).

2006 sonu itibariyle Türkiye nüfus 73 milyonu geçiyor. TÜİK’in bu nüfus içinde 24,7 milyonluk kesimi “işgücü” (açık işsiz, ücretli, işveren, kendi hesabına çalışan) olarak belirliyor. Bunların 2,6 milyonu işsiz konumunda. Ücretle çalışan nüfus sayısı; işçilerin sayısı 12,7 milyona varıyor. Bu hesaplamaya göre, ücretle çalışanlar, toplam çalışanların yüzde 57,4’ünü oluşturmaktalar. Ancak TÜİK, 3,3 milyonluk bir nüfusu “işgücü” ordusuna katmayan bir hesaplama yapıyor. Hesaba katılmayan bu 3,3 milyonluk kesim, umudunu yitirdiğinden dolayı iş aramayan ama iş bulursam çalışırım diyenlerden, mevsimlik işçilerden, tam gün çalışmayanlardan, sınıflandırılmamış işlerde çalışanlardan oluşmaktadır. Bunlar düpedüz işsiz olan işçilerdir. Bunların toplamından şu sonuç çıkıyor: 2006 yılı itibariyle 12,7 milyon işi olan ücretli, 2,6 milyon açık işsiz ve 3,3 milyon sınıflandırılmayan işsiz vardı. Bunların toplamı 18,6 milyona eder. Demek oluyor ki, çalışabilir 27,3 milyonluk nüfusun içinde işçi sınıfına dahil edilebilecek olanların sayısı 18,6 milyona varıyor. Yani 2006 verilerine göre de çalışabilir nüfusun yüzde 68’i işçi konumundaydı.
İşçi sınıfının sendikal örgütlülük durumu

Resmi verilere göre Türkiye’de sendikalaşma oranı bayağı yüksek! Çalışma Bakanlığı verilerine bakılacak olursa, Ocak 1996’da toplam işçi sayısı 3.973.306 ve sendikalı işçi sayısı da 2.695.627 idi. Bu durumda sendikalı işçi sayısı yüzde 67,84 oluyor. Ocak 2006’da ise toplam işçi sayısı 5.088.515 ve sendikalı işçi sayısı da 2.987.431 idi. Bu verilere göre sendikalaşma oranı da yüzde % 58.70 oluyor.

Bakanlığın verileri şöyle:
Dönemler
Toplam işçi sayısı
Sendikalı işçi sayısı
Sendikalaşma oranı %
Ocak 1996
3.973.306
2.695.627
67,84
Ocak 1997
4.111.200
2.713.839
66,01
Ocak 1998
4.266.097
2.856.330
66,95
Ocak 1999
4.350.016
2.987.975
68,69
Ocak 2000
4.508.529
3.086.302
68,45
Ocak 2001
4.537.544
2.580.927
56,88
Ocak 2002
4.564.164
2.648.847
58,04
Ocak 2003
4.686.618
2.717.326
57,98
Ocak 2004
4.857.792
2.806.927
57,78
Ocak 2005
4.970.784
2.901.943
58,38
Ocak 2006
5.088.515
2.987.431
58,71

Gerçekte ise sendikalar erimektedir.
Toplu iş sözleşmesi kapsamında olan işçi sayısı, şu veya bu şekilde sendikalı olan işçi sayısını yansıtır. Bu hesaplama üzerinden Türkiye’de sendikalı işçi sayısının ancak 1 milyon civarında olduğunu söyleyebiliriz. Resmi verilere göre işçi sayısının kabaca 6 milyon olduğunu düşünürsek, sendikalaşma oranının da ancak yüzde 10 olduğu sonucuna varırız.

Sektörlerde sendikalaşma oranı

Resmi verilere göre Şubat 2007 itibariyle kayıtlı işçi sayısı 5 210 46. Sendikalı işçi sayısı 3 milyon 43 bin. Yani işçilerin yüzde 58.42'si sendikalı.

Verilere göre Türk-İş'e bağlı 33, DİSK'e bağlı 8, Hak-İş'e bağlı 7 ve bağımsız 2 sendika, yüzde 10 işkolu barajını aşarak, toplu iş sözleşmesi yapabilme hakkı kazanmış durumda. Bu sendikaların sektörel dağılımı ve üye sayısı şöyle:
Orman-İş (58 bin 438), Tarım-İş (43 bin 54), Öz Tarım-İş (652), Emek Tarım-İş (3 bin 141), Tarım Orman-İş (19 bin 133), Türk (54 bin 870), Genel Ma-den-İş (31 bin 713), Petrol-İş (82 bin 697), Lastik-İş (41 bin 638), Öz Gıda-İş (65 bin 332), Tek Gıda-bin 218), Şeker-İş (26 bin 390), Öz İplik-İş (84 bin 947), Teksif (330 bin 399), Tekstil (76 bin 238), Deri-İş (17 bin 127), Ağaç-İş 100), Öz Ağaç-İş (11 bin 777), Selüloz-İş (16 bin 806), Tümka-İş (3 bin 539), Basın-İş (5 bin 176), BASS (16 bin 795), Banksis 57), Basisen (67 bin 54), Türkiye Çimse-İş (66 bin 811), Kristal-İş (19 bin 875), Türk Metal (300 bin 365), Çelik-İş (94 bin 69), Birleşik Metal-İş (70 bin 575), Dok Gemi-İş (4 bin 757), Yol-İş (162 bin 606), Tes-İş (117 bin 361), Koop-İş (46 bin 157), Tez-İş(62 bin 377), Sosyal-İş (43 bin 914), TÜM-TİS (14 bin 201), Nakliyat-İş (15 bin 678), Demiryol-İş (22 bin 23), Türk Deniz-İş (13 815), Hava-İş (16 bin 135), Liman-İş (7 bin 316), Türkiye Haber-İş (29 bin 680), Sağlık-İş (16 bin 952), Toleyis (44 bin 555), Oleyis (32 bin 840), Türk Harb-İş (30 bin 263), TGS (3 bin 994), Belediye-İş (194 bin 106), Hizmet-İş (116 bin 003), Genel-İş (77 bin 404)(17).
Yukarıdaki veriler, işçi sınıfının Türkiye’de kapitalist toplumun sosyal yapısını oluşturan ana unsurlarından biri olacak kadar gelişmiş olduğunu göstermektedir. Sayısal açıdan bu çok belirgindir. Önemli olan, işçi sınıfının siyasal açıdan ana unsur rolünü oynamasıdır ki bu da onun siyasal örgütlenmesine bağlıdır. Partimiz bu tarihsel görevini yerine getirerek, Anadolu’da sömürü ve baskı düzeninin yıkılmasına ve sosyalizmin kurulmasına önderlik edecektir.
Mayıs 2007

*

Kaynaklar:

1)Bkz.:Marks-Engels Toplu Eserler, C. 23, Kapital C. I, s. 673/674.

2)Diğer önemli sosyo-ekonomik bağlamlar hakkında şunları söyleyebiliriz:

-Kapitalist birikimin mutlak, genel yasasına göre, artı-nüfus, sermaye birikiminin ve sermayenin organik bileşiminin artışı ölçüsünde doğar. Buna görece nüfus fazlalığı denir. Öyleyse; görece nüfus fazlalığı, yani işsizlik, sermayenin birikim sürecinde doğar ve gelişir.

-Kapitalist birikimin mutlak, genel yasası, bir taraftan kapitalist sınıfın elinde zenginlik ve siyasi iktidarın toplanması, diğer taraftan da işçi sınıfının artan sömürüsü ve baskı altına alınışı anlamına gelir. Birikim sürecinde ücretli işin sermayeye bağımlılığı artar, kapitalizmde her şey, bütün araçlar, ekonomik, mali, siyasi, idari vb. birikimin araçlarıdır, üretimin gelişmesinin araçlarıdır. Bu araçlar, aynı zamanda işçi sınıfı üzerinde hâkimiyet kurmanın, onu iliklerine kadar sömürmenin araçlarıdır veya buna dönüştürürler. Öyleyse; sermayenin birikim süreci, aynı zamanda, bir kutupta zenginliğin birikimi, diğer kutupta da sömürü ve baskının birikimi demektir.

-Bu yasa, kapitalist birikimin tarihsel eğilimini de ifade eder. Burada söz konusu olan, kapitalist birikimin eninde sonunda, kapitalizmi yıkacak nesnel koşulları yaratmasıdır. Kapitalist birikim, son kertede, kapitalizmin, tarihsel oluşunun bir üst üretim biçimi olan sosyalizm tarafından yıkılacağının; toplumun kaçınılmaz olarak sosyalizme doğru geliştiğinin ifadesidir.

3) Bkz.:K. Marks. agk. s. 641, 642.

4)Bkz.:Marks/Engels; C. 2, s. 253.

5)Marks-Engels; C. 23, s. 642, dipnot.

6) Artı değer üretiminin sınıfsal tasnifteki rolü: Kapitalist üretim sadece meta üretimi değildir. Kapitalist üretim esas itibariyle artı değer üretimidir. İşçiler kendileri için değil, sermaye için üretirler. Bu nedenle, işçilerin sadece üretiyor olmaları yetmez; artı değer üretmek zorundadırlar. Bundan dolayıdır ki, Marks’ın dediği gibi “Sadece, kapitalistler için artı değer üreten veya sermayenin kendini değerlendirmesine (çoğaltması, bn.) hizmet eden işçi üretkendir” (Kapital, C. I, Marks-Engrels; C. 23, 532).

Üretken işçiyle ilgili olarak Marks’ın bu belirlemesinin ilk kısmı sıkça alıntı olarak kullanılır, ama ikinci kısmı nedense sürekli unutulur. “Sermeyenin kendini değerlendirmesine hizmet eden” kategorisi içinde ticaret, banka, sigorta sektörlerinde; bir bütün olarak dolaşım sürecinde çalışan, artı değer üretmeyen işçiler yer alır.

7)Lenin; C. 31, 60. “Sol Radikalizm, Komünizmin Çocukluk Hastalığı”.

8) Örnekleyecek olursak: Bir kadın işçiyi göz önüne getirelim. Fabrikada çalışan bu kadının işsiz kaldığını ve belli bir zaman sonra bir markette tezgâhtar, satıcı veya kasiyer olarak iş bulduğunu, bu arada hamile kaldığını, çocuk sorunu nedeniyle işten ayrıldığını, doğumdan sonra da yeniden iş aradığını ve bir sinema veya tiyatro gişesinde bilet satıcısı olarak iş bulduğunu, belli bir zaman sonra belli bir zaman için bir temizlik firmasında çalıştığını ve daha sonra da yeniden bir fabrikada iş bulduğunu düşünelim. Soruna salt değer veya artı değer üretimi açısından baktığımızda bu kadının fabrikada çalışırken işçi olduğunu, sonra markette, sinema gişesinde ve temizlik firmasında çalışırken işçi olmadığını, çocuk nedeniyle evde kaldığı için ev kadını olduğunu ve yeniden fabrikaya girdiğinde de yeniden işçi olduğunu söylememiz gerekir. Veya bir gün otobüs ikinci gün TIR süren bir şoförü düşünelim. Soruna salt artı değer üretimi açısından bakıldığında bu şoför, otobüs sürdüğü gün, artı değer üretmediği için proleter sayılmaz, ama TIR sürdüğü gün –nakliyat faaliyeti nedeniyle metanın değerine değer kattığı için- proleter olur. Bu durumda bizim şoför bir gün proleter, ertesi gün küçük burjuva, ertesi gün yeniden proleter ve daha ertesi gün de yeniden küçük burjuva mı olacak?

9)Bkz.: Lenin; C. 22, s. 198.

10) İstatistik verilerin gerçeği tam yansıttığı söylenemez. Aynı dönemle ilgili farklı veriler olabiliyor. Değerlendirmemizde bu gerçekliği göz önünde tutuyoruz.

11)“Tüccarın parasını sermaye haline getiren işlev, büyük ölçüde bu işte çalıştırılanlar tarafından yerine getirilir. Çalıştırdığı kimselerin karşılığı ödenmeyen emeği artı değer yaratmamakla birlikte, onun bu artı değere el koymasını sağlar ve bu da, sonuçta, sermayesi bakımından aynı şey demektir. Bu nedenle de o, tüccar için bir kar kaynağıdır. Aksi halde ticaret, hiçbir zaman büyük ölçekte ya da kapitalist biçimde yürütülemezdi.
Aynen işçinin karşılığı ödenmeyen emeğinin üretken sermaye için doğrudan doğruya artı değer yaratması gibi, ticari ücretlilerin karşılığı ödenmeyen emeği de, tüccar sermayesi için bu artı değerden bir pay sağlar” (Marks-Engels; C.25 -Kapital, C. 3-, s. 305).

Ticaret (hizmet) sektöründe çalışanlar, “daha yüksek ücret alan ücretli işçiler sınıfına dâhildirler”(Agk., s. 311).
Ticaret kapitalisti tarafından... çalıştırılan ticari ücretli işçilerin durumu nedir? (Agk., s. 303).

12)İşçi sınıfının, kapitalist çalışmanın örgütlenmesindeki konumundan anlaşılması gereken, her bir çalışma alanında sınıfın hiyerarşik yapısıdır: Düz işçi, usta, ustabaşı, kontrolcü vs.. Tabii, bütün bu ayrımlar, alınan ücrette de ifadesini bulmaktadır.
İşçi sınıfını bu noktada Türkiye somutunda ayrıştırma imkanım yok. Böyle bir ayrıştırma çok detaylı ampirik bir araştırmanın sonucu olabilir ve yapılması da gerekir. Çünkü böylelikle;
- işçi sınıfı bir taraftan diğer ücretlilerden,
-diğer taraftan da bürokratlaşmış, yozlaşmış kesimlerinden ayrıştırılmış olur.

13)İşçi sınıfın yaşam koşulları salt ülkedeki genel ekonomik-politik durumla açıklanamaz. Bu, genel olanı ele verir. Ama işçi sınıfı kendi içinde de farklılıklar arz ediyor ve bu farklılıklar ister istemez onun yaşam koşullarını da etkiliyor. Örneğin, vasıflı ve vasıflı olmayan işçiler, kırsal alandan gelerek sınıfa yeni katılan işçiler, henüz daha köylü olma özelliğini kaybetmemiş olanlar arasındaki farklılıklar vs. Bütün bu farklılıklar, işçi sınıfının mücadelesini etkiler. Örneğin, köyden gelenlerin belirleyici bir kısmı köyle ilişkilerinden ve belli bir toprak parçasına sahip olmalarından dolayı belli bir yan gelire sahiptirler ve bu durum onların mücadele anlayışlarını doğrudan olumsuz etkiler. Oysa şehirli olan, nesilden gelme işçilerde böylesi bir yan gelir olanağı yoktur. Bu “yok”luk da onların mücadelesini olumlu etkiler. Basitçe: Birincileri mücadeleye daha tedirgin, daha isteksiz yaklaşırlarken, ikincilerde bu durum pek görülmez.

14)Aslında burada elde edilen sonuç çok önemlidir. Çünkü kapitalizmin doğrudan hâkimiyet ve baskı sisteminin çalışanlar üzerinde ne denli gelişip gelişmediğini bu verilerden çıkartabiliriz. Bu ayrıma göre, örneğin tarımsal alanda, doğrudan kapitalist işverenin baskı ve hâkimiyeti hemen hemen yok gibidir. Nihayetinde tarlada tarım üreticisi, kendi aile işletmesinde çalışmaktadır. Tabii bu durumda olan bireyle, özel sektörde çalışan birisi arasında kapitalist baskı ve hâkimiyeti yaşamak, açıktır ki çok farklı olur. Bu anlamda Türkiye’de kapitalizmin gelişmesini her alanda; her sektörde vartikal (derinlemesine) bir gelişme olarak göremeyiz.

15) “Öyleyse manifaktür, iş ücretinin basamaklarına tekabül eden işgücünün bir hiyerarşisini geliştirmektedir... Bunun için manifaktür, sızdığı her zanaatta... beceriksiz işçiler denen bir sınıfı oluşturur... Hiyerarşik tabakalaşmanın yanı sıra işçilerin becerikli ve beceriksiz diye ayrışması gündeme gelir”.
Gerçek manifaktür sadece, önceleri bağımsız olan işçileri sermayenin kumandasına ve disiplinine tabi kılmaz, bilakis ayrıca işçiler arasında da hiyerarşik bir tasnifleşme yaratır” Marks/Engels; C. 23 (Kapital C. 1) s. 370/371, 381. Marks/Engels; C. 23 (Kapital C. 1) s. 370/371, 381.

16) Burada bilgi verme babında genel olarak köylülüğün durumunu ve iç sosyal yapısındaki gelişmeyi bazı veriler bazında gösterelim:
Türkiye’de köylülüğü mülkiyet ilişkileri temelinde sosyal parçalanmışlığına ayırarak yarı-proleterlerin, küçük köylülüğün, orta köylülüğün, zengin(büyük) köylülüğün ve büyük mülk sahiplerinin kırsal alanda dağılımını/gücünü tespit edebiliriz. Böyle bir sınıflandırmada, işletme alanlarının büyüklüğü, diğer üretim araçlarının gelişme seviyesi ve kullanımının yaygınlığı ve aynı zamanda kullanılan iş gücü (ücretli işçilik) belirleyici kıstaslardır.



Bu veriler bize Türkiye’de tarımsal yapıların kapitalist mülkiyet/üretim ilişkileri temelinde çözülebileceği kadar çözülmüş olduğunu, artık söz konusu olanın -feodalizme özgü kalıntıların yanı sıra- kapitalist ilişkiler temelinde sınıf mücadelesi olduğunu gösteriyorlar.

17) Bkz.: Tekstil İşveren. http://www.tekstilisveren.org