230'dan fazla kriz nedeni sayıp da gerçeği söyleyememek ancak burjuvaziye özgüdür!
Burjuva kriz teorileri başlığını kullandığımız için, burjuvazinin ekonomik krizler üzerine bütünsellik arz eden bir anlayışının olduğunu ifade ettiğimiz anlaşılmamalıdır. Burjuvazi, her dönem, kapitalizmin o andaki gelişmesine (ekonomik yükselişe-krize) kafa yoran, sorunun nedenlerini açıklamaya çalışan ekonomistlerini, filozoflarını çıkartmıştır. Bunlar her seferinde sorunun nedenini bulduklarına inanmışlardır. Ama patlak veren her ekonomik kriz, tespit edilen nedenlerin yanlışlığını açığa çıkartmıştır.
Marks ve Engels tarafından sosyalizm bilim seviyesine çıkartıldıktan, Marksist politik ekonomi anlayışı oluşturulduktan sonra burjuvazi, işçi sınıfının elindeki bu “silahın” tehlikesini kavramakta gecikmemiş ve ona karşı da teoriler üretmiştir. Ama her konuda olduğu gibi, ekonomik kriz konusunda da tarih, Marksist anlayışın doğruluğunu, doğru olduğu için de çürütülemeyeceğini, buna karşın burjuva teorileri hayatın çürüttüğünü ortaya koymuştur. Bu nedenle, bizim burada bu çürümüş kriz teorilerini tek tek ele almamızın hiç bir anlamı yok. Ekonomik kriz veya fazla üretim krizi veya da mali kriz konusunda burjuvazinin ne dediğine şöyle bir bakalım diye düşünüyorum.
Burjuvazinin 230'dan fazla kriz açıklaması var. Bu, bilinen, kayıtlara geçmiş kriz açıklamalarıdır. Biz burada sadece birkaçından bahsedeceğiz. Burjuva (aynı zamanda sosyal demokrat, revizyonist) kriz teorilerini a) çeşitli nedenlere bağlama ve b) tarihisel gelişme içinde kriz teorileri başlıkları altında iki noktada toplayacağız ve bunlar içinde gerekli gördüğümüz anlayışları.
1- Farklı Nedenlere Dayandırılan Kriz Teorileri
Kriz çevriminin fiziki süreçlere dayandırılması:
H. St. Jevans: “On senelik kriz çevrimi, aynı dalga uzunluğundaki meteorolojik yalpalamalara dayanır. Bu yalpalamalar da kozmik nedenlerden kaynaklanır ki, bu nedenlere güneş lekesinin, şafak sökümünün ve sihirli tedirginliğin sıklığından varılabilir”. H. St. Jevans’a göre, güneş ışınının ve basıncın 3,5 yıllık çevrimleri benzeri hasat çevrimlerine ve böylece yedi veya on yıllık kriz çevrimlerine neden olur. (Çalışması; “The Sun’s and Trade Activity”, London 1910)
W. St. Jevans (1835-1882): H. St. Jevans’un babası olan W. St. Jevans’a göre de ticari krizlerin her on senede bir tekrarlanmalarıyla yine her on senede bir görülen güneş üstündeki lekelerin nedeni aynıdır. (“The Solar Period and the price of corn” 1875. Bu alandaki çeşitli yazıları “Investigations in Currency and Finance”de toplanmıştır. 1884 London).
H. L. Moore: Venüs'ün, güneşe 8 senede bir yaklaşması –bu periyot- havanın, hasatın ve konjonktürün aynı uzunluktaki çevrimine neden olur (“Economic Cyeles: their Law and Cavse” New York 1914).
E. Huntington: Hava çevrimleri sağlıkta yalpalanmalara neden olur. Sağlık, ruh halini etkiler ve ruh hali de konjonktürü etkiler.
Kriz çevriminin hissi yalpalanmalara dayandırılması:
A. C. Pigou (1877-1959): “Yanlış iyimserlik gündeme gelirse, iki nedenden dolayı büyür ve yaygınlaşır. İş adamları, sadece mali olarak birbirlerine bağımlı değildirler, bilakis hissi olarak da. Herhangi bir yerde üslup değişirse, bu, ekonominin en uzaktaki bölümleri üzerinde telkin edici etkide bulunur. Bundan sonra, iyimserliğin hâkimiyeti altında gerçekten, artan siparişler ve daha iyi ticari seyir beklenir”.
J. St. Mill (1806-1873): “İyi ticari seyir iyimserliği doğurur. İyimserlik de düşüncesizliğe, düşüncesizlik de felakete (neden olur). Kriz, kötümserliği doğurur, kötümserlik de durgunluğu. Yükseliş, insanlar düşündükleri kadar dert çekmediklerini gördükleri anda yeniden başlar”.
B. M. B. Hexter: “Ruhi durumdaki yalpalanmalar, toptancı fiyatlarındaki (yalpalanmalardan) 8 ay önce (başlar), doğum artışındaki yalpalanmalar ise işsizliktekinden 17 ay önce (gelir), ölüm sayılarındaki yalpalanmalar, toptancı fiyatlarındaki (yalpalanmalardan) 17 ay işsizliktekinden ise tahminen 10 ay önce gelir”
Böylelikle iyimserlik ve kötümserlik (Pigou) ticaret dünyasındaki hissi hatalar (J. St. Mill) ve ölüm ve doğum sayısındaki dalgalanmalar iyimserliğe ve kötümserliğe, bu da dolaylı olarak ekonomik yükselişe ve durgunluğa neden olduğu için krizin çevrim nedenleri açıklanmış olur!
Bu fantastik anlayışlar karşısında Marksist kriz teorisi ne yapabilir ki?!
Kriz çevriminin hammaddesel üretim koşullarına dayandırılması:
W. Sombart (1863-1941): Organik ve anorganik hammadde ile çalışan üretim yerlerinin dengesiz bir üretim ritmi vardır. Bundan doğan aksaklıklar ve ekonomik dengenin yeniden sağlanması kriz çevrimine neden olur.
J. A. Schumpeter (1883-1950): Üretim faktörlerinin yeni kombinasyonları dalgalar halinde açığa çıkarlar. Bu dalgalar yükselişe neden olurlar ve bunu da krizler ve durgunluk takip eder.
Kriz çevriminin iktisadi kurumlara dayandırılması:
S. S. Kuznets (1901-1971): Para ekonomisi, hammadde ve mamul madde üretiminde sipariş durumunda yalpalanmalara neden olur. Bu yalpalanmalar giderek, tüketim malları talebindeki yalpalanmalardan daha güçlü olurlar.
Th. W. Mitchell: Bir iktisadi sektör, tüketimden ne kadar uzaklaşırsa o kadar çok yalpalanmalara maruz kalır. Bu, pazarın kontrol edilemezliğinden doğan hayale bağlıdır.
R. E. May: Ücretlerdeki yalpalanmalar belli zaman aralıklarıyla fiyatlardaki dalgalanmaları takip ederler ve böylelikle tüketim araçları talebi, arzdan büyük veya küçük olur.
A. B. Adams: Tüketicilerin geliri, tüketim maddeleri arzını ancak, üretim araçları çoğaldıkça aşabilir ve buna kredi genişlemesiyle ulaşılır. Kredi ve üretim tesislerinin genişlemesi yükselişi ifade ederler, ama bizzat bunlar da gerilemeye neden olurlar.
W. Catchings-H. B. Hastings- W. T. Foster: Bireyin işletmelerden aldığı gelir, üretimin toplam değerinden duruma göre büyük veya küçük (az) olur. Böylelikle yalpalanmalar doğar ve bu, bireyin tasarruf hareketiyle güçlendirilir.
J. A. Hobson: Büyük gelirler, yükseliş aşamasında çok hızlı büyürler. Bundan dolayı büyük miktarda tasarruf edilir ve bu miktar yeni fabrikalara yatırılır. Böylelikle arz, talebi aşar. Bu süreci takiben gelen durgunluk döneminde büyük gelirler azalır, aşırı derecedeki tasarruf hareketi durur, tüketim üretime yaklaşır ve böylece, ekonominin rayına oturması için yol açılmış olur.
G. H. Hill: Üretim araçlarının üretim masrafları ve tüketim araçları bağlamındaki nispeten az yalpalanma, üretim birimlerinin (fabrikaların) genişlemesinde oldukça şiddetli yalpalanmaya neden olur. Bu hareket, tüketim araçları bazında talepteki yalpalanmayı güçlendirir ve hızlandırır.
Tugan-Baranovski: Tüketim, tasarruf faaliyeti ve yeni üretim birimlerine sermaye yatırımı denge halindedir. Yükseliş aşamasında tasarruftan ziyade sermayeye ihtiyaç duyulur. Sermaye darlığı gündeme gelir ve bu da krize neden olur. Durgunluk döneminde tasarruf edilenden daha az yatırım yapılır. Kullanılmayan ödünç sermaye çoğalır ve bu, yeni yatırımların yeniden yükselişe neden olmasına kadar devam eder.
A. H. Hansen: Bankacılık, kriz çevriminin kaynağıdır. Ortamın iyi olduğu durumlarda bankalar, kredilerle kapitalistlerin alım gücünü yükseltirler; yükseliş başlar ve bu, bankalar kredi kısıtlamasına gitmek zorunda kalana kadar devam eder. Bundan sonra kriz gelir. Durgunluk döneminde kullanılmayan para (sermaye) bankalarda toplanır ve bankalarda yeni bir genişlemeyi sağlarlar.
R. G. Hawtrey: Bankalarda önemli miktarda rezerv birikir. Bu durumda bankalar faizi düşürürler ve böylelikle krediyi genişletirler ve ekonomide genel yükselişe neden olurlar. Bu durum, nakit para talebinin artmasına ve bankaların likidite rezervlerinin tehlikeye girdiği anlayışına varana kadar devam eder. Bankalar bu anlayışa varınca, faizi yükselterek krediyi kısarlar. Bu da toplam ekonomik işleyişte daralmaya neden olur. Bunun sonucu olarak yeniden hazır para (sermaye) birikir ve çevrim yeniden başlar.
Burjuvazinin teorisyenleri bu anlayışlarıyla kriz çevrimini, para-kredi banka, arz-talep mekanizmalarının, kurumlarının işleyişiyle açıklamaya çalışıyorlar.
Burjuva modern kriz teorileri:
John Maynard Keynes: “Yatırım şansını tahminde (yatırımı yapacak olanların) sinirlerini ve histerilerini ve hatta hazım (durumlarını) ve hava (şartlarına) bağımlılıklarını dikkate almak zorundayız. Çünkü yatırım çoğu kez onların ani faaliyetine bağımlıdır” (“Allgemeine Theorie der Beschäftigung, des Zinses und des Geldes”-”Paranın, Faizin ve Faaliyetin Genel Teorisi”).
Wilhelm Röpke: “Son on yılın (1929-32 krizi kast ediliyor -çn.) ekonomik krizinin nedenlerini sadece ekonomik alanda arayan az veya çok akıllı açıklamalar, ... ana noktayı gözden kaçırıyorlar; ekonomik sistemimizin ruhi-siyasi-temellerinin yıpranması” (“Güncel Ekonomik Kriz”).
Paul Anthony Samuelson: “Toplam yatırıma veya para harcamaya gelince... on yıllar boyu yatırımlar çok yüksek olabilir: Bu kronik enflasyona götürür. Diğer yıllarda veya on yıllarda yatırımlar belki de azdır. Bu, deflâsyona, zarara, kapasite kullanamamaya, işsizliğe ve ekonomik sıkıntıya götürür. Verimli yılların verimsiz olanları dengelemesini sağlayacak ne bir “görünmez el” garantisi vardır ne de sistemi dengede tutmak için bilim adamlarımızın aklına, gerekli zamanda, kâfi derecede yeni ürünler ve yöntemler keşfetmede doğru olan gelecektir... Bu durumda, en önemli iktisadi kavrayışlarımızdan birisi şudur: Toplam yatırıma gelince; sistemimiz tanrının kucağında yatıyor, şanslı olabiliriz, ama şanssız da olabiliriz. Şans üzerine söyleyebileceğimiz yegâne şey, onun değişikliğe uğramasıdır” (“İktisat Öğretisi”).
Burjuva ekonomistlerin sayıları ve vülger ekonomi anlayışları da buraya aktardığımız “beylik” sözlerinden ibarettir. Ama diğer taraftan buraya aktardığımız anlayışları küçümsememeliyiz. Bu anlayışlar ne de olsa, burjuvazinin ekonomik krizler üzerine olan “teorileri”ni oluşturuyorlar.
Bu anlayışların yegâne ve belirleyici ortak özelliği vardır: Ekonomik krizlerin gerçek nedenini kapitalist sistemin dışında aramak: Bu teorisyenler için kapitalizmin temel çelişkisi diye bir gerçeklik yoktur. Tam da bunun için onlar, ekonomik krizlerin nesnel yasallığını, krizlerin gerçek nedenini bir çırpıda reddediyorlar. Ekonomik krizlerin nedenleri olarak ciddi ciddi savundukları anlayışları şöyle toparlayabiliriz:
a- Ekonomik krizlerin nedenini ve çevrimini doğa olaylarında aramak.
b- Ekonomik krizlerin nedenini ekonomi dışı olgularda aramak
c- Bu iki nedenden dolayı ekonomik krizi, engellenemez, üstesinden gelinemez doğa yasası olarak kabul etmek ve
d- Ekonomik krizlerin nedenini, ekonomik krizlerden kaynaklanan ekonomik görünümlerde aramak ve bu görünümleri krizlerin esas nedeni olarak kabullenmek.
Belirttiğimiz bu nedenlere dayandırılan kriz teorilerini tarihi gelişme, yani kapitalizmin gelişme seyri çerçevesinde de ele alabiliriz. Sorunu böyle ele alırsak:
2- Tarihi gelişme ışığında burjuva kriz teorileri
Burjuva kriz teorisinin tarihi:
David Ricardo (1772-1823): Burjuva politik ekonominin son temsilcisidir. Ricardo, teorik olarak, sanayi burjuvazisinin çıkarlarını savunmuş ve burjuva bilimsel ekonomi düşünceyi en gelişmiş noktasına çıkartmıştır.
1825 fazla üretim krizi, kapitalizmin sanayi kapitalizmi aşamasına geçtiğini, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin artık sanayi kapitalizmi temelinde gündeme geldiğini ve burjuvazinin artık siyasi iktidarda tek başına belirleyici güç olmasıyla kendisi ve işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz çelişkinin bütün çıplaklığıyla ortaya çıktığını gösteriyor.(Bkz.: Marks-Engels Toplu Eserleri -METE); C. 23, s. 20/21).
Marks, burjuvazinin iktidara gelmesi ve emek ile sermaye arasındaki çelişkinin; burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz çelişkinin bütün çıplaklığıyla açığa çıkmasını, aynı zamanda, burjuva politik ekonomi bilim olarak miadını doldurmuştur, ömrünün sonuna gelmiştir diye de yorumluyordu.
İlk çevrimli krizden (1825 fazla üretim krizinden) önce kriz teorileri:
Sanayi kapitalizm öncesi krizler (1825 öncesi krizler) fazla üretim krizleri değildi, patlak vermeleri başka nedenlerden kaynaklanıyordu.
O dönemde de burjuvazi bu krizlerin nedenleri üzerine kafa yormuş, burjuva politik ekonomi konuyla ilgilenmiş, birtakım kriz teorileri öne sürmüştür. Ama bunların hiçbirisi fazla üretim krizi üzerine teoriler değildi.
Burjuva politik ekonominin son temsilcisi olan Ricardo da fazla üretim krizlerini açıklayacak durumda değildi. Çünkü böylesi krizleri yaşamamıştı.
“Bizzat Ricardo’nun kendisi esasen krizleri, genel, bizzat üretim sürecinden kaynaklanan dünya pazarı krizlerini tanımıyordu.1800-1815 krizini kötü hasattan dolayı tahılın pahalanmasıyla, kağıt paranın değer kaybetmesiyle, sömürge mallarının değer kaybetmesiyle vs. açıklayabildi. Çünkü kıta ablukasından dolayı pazar, zorla, ekonomik değil, siyasi nedenlerden birleşmişti. 1815’ten sonraki krizleri de kısmen kötü hasat yılıyla, tahıl ihtiyacıyla, hububat fiyatlarının düşmesiyle açıklayabildi” ( Marks: "Theorien über den Mehrwert” METE; C. 26/2, s. 498).
Charles-Léonard Simonde de Sismondi (1773-1842): Şüphesiz ki Sismondi’yi burjuva politik ekonominin temsilcisi olarak göremeyiz. Sonuç itibariyle ekonominin sorunlarına küçük burjuva açıdan yaklaşan ve kapitalizmi de bu açıdan eleştiren biriydi. Ekonomik romantizmin ateşli savunucusu ve sanayi kapitalizminin ideologlarına karşı ateşli bir mücadeleci olarak ekonomik kriz üzerine de düşünceler dile getirmiştir.
Sismondi hakkında Marks şöyle diyor: “Kapitalist üretimin kendisiyle çeliştiği hakkında Sismondi ...temel çelişkiyi hissediyor. Bir taraftan üretici gücün zincirden boşanmış gelişmesi ve aynı zamanda paraya çevrilmesi gereken metalardan oluşan zenginliğin çoğalması; diğer taraftan temel olarak üreticiler kütlesinin zorunlu gıda maddeleriyle sınırlanması. Bundan dolayı onun nezdinde krizler, Ricardo’da olduğu gibi tesadüfler değil, bilakis iç çelişkilerin büyük basamaklarda ve belli dönemlerde güçlü patlak vermeleridir” (Marks: "Theorien über den Mehrwert” METE; C. 26/3, s. 50).
Lenin de Sismondi'yi, klasiklerden bütün noktalarda ayıran kapitalizmin çelişkilerini vurgulamasıdır diye tanımlar.
Bu tanımlamalardan da anlaşıldığı gibi, Sismondi’nin kriz teorisi, aynı zamanda kapitalizmi eleştirmek anlamına gelir.
Sismondi, az tüketim/yetersiz tüketim teorisinin savunucusudur ve o, krizden kaçınmanın yolunu, tüketim, dağıtım ve gelir ilişkilerinin değiştirilmesinde bulmaktadır. Tabii ki bu, krizlerin nedenini açıklamada yanlış olan bir teoridir.
Engels, Sismondi’nin fazla üretim krizinin nedenini az/yetersiz tüketimde aramasını belli bir noktaya kadar anlayışla karşılar (METE; C. 20, s. 267, dipnot).
Sonuç itibariyle, Sismondi, kapitalizmi eleştirmesine rağmen fazla üretim krizinin nedenini yanlış yerde aramıştır.
Malthus, Thomas Robert (1776-1834): Daha ziyade gerici nüfus teorisiyle tanınmış olan Malthus, papazdı ve aynı zamanda burjuva ekonomisti. Malthus, İngiltere’de vülger ekonominin kurucusudur ve büyük toprak beylerinin, toprak aristokrasisinin çıkarlarının amansız savunucudur. Malthus, burjuvazinin çıkarları toprak aristokratlarının çıkarlarıyla çakıştığı oranda burjuvazinin çıkarlarını da savunmuştur.
Tarihin cilvesidir ki, tam da bu gerici, ilk kez kriz teorisini geliştiren ekonomisttir. Malthus kriz teorisini, belli krizler üzerine yaptığı araştırma temelinde geliştiriyordu. İngiltere’de 1815-1819 dönemindeki kriz sorunlarını inceliyor ve genel fazla üretimin olabileceği ve bunun da krize yol açabileceği sonucuna varıyordu.
Malthus her şeyden önce kapitalizmin körü körüne bir savunucusu değildi, kapitalizm öncesi dünyanın savunucusuydu.
“Burjuva üretimin çıkarlarını gizlemekte Malthus’un çıkarı yoktur; tersine, onları ön plana çıkartmakta (çıkarı vardır), bir taraftan çalışan sınıfların yoksulluğunu zorunlu olarak göstermek için, yani o zenginliğin devamlı ilerlemesi için ne nüfusun büyümesinin ne sermaye birikiminin ne toprağın verimliliğinin ne iş tasarruf eden buluşların ne de dış pazarın genişlemesinin kafi geleceğini gösteriyor”(METE; C. 26/3, s. 52).
Burjuva politik ekonominin klasiklerinin aksine Malthus, kapitalizmin bazı önemli çelişkilerini tanıyor ve dile getiriyordu. Bu özelliğinden dolayı kriz teorisinde de kapitalizmin körü körüne savunucularından ayrılıyordu.
Jean Baptiste Say (1767-1832): Say’e göre genel fazla üretim olmaz. Çünkü metalar metalara karşı mübadele edilirler ve para, sadece “aracı rolü” oynar.
Malthus ve Sismondi’nin aksine Say, ilk fazla üretim krizini araştırmış ve bu krizin nedenlerini para safhasında bulmuştur, parayı metaya karşı meta mübadelesinde sadece “aracı rolü”nü üstlenmiş bir faktör olarak görmesine rağmen!
Smith’in taklitçisi olan Say, klasik burjuva politik ekonomi sonrasında vülger (kaba, evrimci, kaderci) ekonominin yaratılmasında önemli rol oynamış bir “pejmürde” (Marks) dir.
Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde (ilk çevrimli fazla üretim krizinden sonra) fazla üretim krizleri:
Bu dönem zarfında burjuva kriz teorisi anlayışında bir nokta hariç hiçbir ilerleme olmadı. 1825 krizinden sonraki dönemde tek ilerleme, krizlerin periyodik karakter taşıdığı gerçeğinin kavranmasıydı.
Overstone, Blangui, Clarke, Wilson ve Briaune krizlerin periyodikliğini nispeten daha tam belirlemeye çalışırlar. Bu dönemde kriz gerçeğini açıklayan teori olmadığı için, sanayi kapitalizmi öncesindeki, 1825 öncesindeki krizler de periyodik krizlerden kabul edilir. Öyle ki krizlerin periyodiklik nedenlerini aramak için yola çıkanlar, politik ekonominin sınırlarını aşarlar ve işi kozmonolojik nedenlere bağlarlar.
Artık çağ, körü körüne savunucular (apologetler) vülger ekonomistler, vülger tarihçiler çağıdır. Bu çağda burjuva ekonomisinin kriz teorisi konusunda geliştirmeye çalıştığı, bu konuda da iflasın açıklanmasından başka bir anlam taşımamıştır. Eskiden farklı olarak yapılan neydi? Yeni olan, ekonomik verilerin somut araştırılmasına yönelmekti. Ama en azından Malthus kadar, araştırıcı olunup, belli bir kriz temelinde, krizlerin nedenleri üzerine ilkesel tespitler yapılmadı. Tersine, kriz teorisi, tarihi ekonomik seyrin gayretkeş, ama anlamsız araştırması içinde kaybolup gitti.
Bu alanda belirtmeye değer ilk araştırmacı Juglar’dır (Bkz. “Des Crises Commerciales et de leur Retour Periodigue et France, en Anglet enne et aux Etats-unis”- Fransa, İngiltere ve ABD’de TicariKkrizler ve Onların Periyodik Gelişleri).
Juglar'a göre “Herhangi bir teori ve hipotez kullanmaksızın, sadece gerçekleri izleme, krizlerin ve onların periyodikliğinin yasasını keşfetmek için yeterlidir. Yani, devamlı krizle sonuçlanan aktifliğin, yükselişin ve borsa fiyatlarının yükselişinin dönemleri vardır, bunları, ticaretin gerilediği, az veya çok sanayi ve ticareti zor durumda bırakan, fiyatların düştüğü yıllar izler”.
Sorun, bu kadar basit. İnsanların yürümesini, kuşların uçmasını, balıkların suda yaşıyor olduklarını izleyeceksin; bakacaksın, göreceksin ve bu “derin” araştırma sonunda insanlar yürür, kuşlar uçar ve balıklar da suda yaşar yasasını “herhangi bir teori ve hipotez kullanmaksızın” keşfedeceksin!
İşte Juglar’ın metodu, bilimi buydu: Belli aralıklarla tekrarlanan olayı (kriz) izlemek ve bunu bir yasa olarak tespit etmek.
Juglar’ın bu ampirik çalışma tarzına Mentor Bouniatian, Tugan-Baranovski, Mitchell, Spiethoff vb. de katılırlar.
İngiltere’de kredi ve bankacılığın rolünün artması, burjuva kriz teorisyenlerini ileriye doğru adım atmaya zorlar ve bu adım atılır da. “Currency School” ve “Banking School”un gelişmesi, bu alanda burjuvazinin teorik ve pratik politik zavallılığını sergiler: Her iki ekol sorunu, üretim ve tüketim safhasından çıkartarak para ve kredi safhasına aktarır.
Kısaca:“Burjuva kriz teorisinin temelleri, burjuva politik ekonominin klasikleri gibi yükselen genç burjuvazinin ileri düşünen, akıllı, anlayışlı temsilcileri tarafından değil, ilk çevrimli fazla üretim krizinin patlak vermesinden önce ya apologetler ya da kapitalizmin eleştiricileri tarafından atılmıştır.
Bu nedenle, 1825’ten önceki bazı teoriler, 1825’ten sonra da burjuva politik ekonominin genel olarak körü körüne savunuculuk (apologetiklik), ücretli kalemşorluk seviyesine düştüğü (dönemde) çevrimli fazla üretim krizlerinin “açıklanması” için temel olarak hizmet etmeye uygundular”(J. Kuczynski).
Bu dönemde öne sürülen burjuva kriz teorisinin içeriğini şöyle sıralayabiliriz.
a- Krizlerin periyodikliğini kavramak ve bunu ara sıra, tamamen yanlış da olsa açıklamaya çalışmak.
b- Krizleri veya çevrimliliği tarihi-istatistik olarak anlatmak, ki bunun teoriyle bir ilgisi yoktur.
c- Para, kredi ve krizler üzerine tamamen yanlış teorik düşünceler temelinde, para ve kredi hareketi sorunlarının açıklanmasına bazı katkılarda bulunmak.
d- Krizlerden kaçınmak veya onları yumuşatmak için ilk pratik-politik denemelere girişmek.
“Periyodik fazla üretim krizlerinin gelişmesinden beri kriz teorisinde ilerlemelerden esas itibariyle bahsedilemez” ( (J. Kuczynski).
Emperyalist çağda burjuva kriz teorileri:
Emperyalist çağla ilgili olarak burjuva kriz teorileri üzerin söylenecek fazla bir şey yok. “Çeşitli nedenlere dayandırılan kriz teorileri” altında verilen liste genellikle bu çağdaki burjuva kriz anlayışını yansıtıyor. Aşağıda bazı kriz teorilerini somutlaştırırken, bu alandaki burjuva kriz teorisyenlerinden de bahsetmiş olacağız.
3- Bazı kriz teorilerinin eleştirisi
Bilimsel burjuva politik ekonomi için esas olan, kapitalizmi eleştirmek değil, onun üstünlüğünü, ebediliğini ilan etmekti. Klasik burjuva politik ekonomi, sanayi burjuvazisinin çıkarını savunuyordu. Ama klasik burjuva politik ekonominin teorisyenleri satın alınmış kalemşorlardan değil, kişisel çıkar gözetmeden, nesnellik zeminini terk etmeden araştıran unsurlardan, çağına göre ilerici unsurlardan oluşuyorlardı. Burjuva klasik politik ekonominin Marksist politik ekonominin önemli kaynaklarından birisi olması, onun bu özelliklerinden ileri gelmekteydi.
Bu ekonomi, tarihsel olarak, en son temsilcisi Ricardo nezdinde de kapitalizmin, sanayi (makineli) üretim aşamasına geçişini ve fazla üretim krizlerinin patlak vermesini inceleme olanağı bulamamıştır. Zaten kapitalizmde kriz, burjuva politik ekonomi için önemli bir konu da olmamıştır.
Kapitalizm, sanayi kapitalizmi aşamasına geçtiğinde burjuva politik ekonominin de sonu gelmiş, onun bilim olarak var olma koşulları ortadan kalkmıştı.
Sanayi kapitalizmi aynı zamanda fazla üretim krizleri ve de o zamana kadar örtülü olan sınıf mücadelesinin, sınıf olarak burjuvazi ile proletarya arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin bütün şiddetiyle açığa çıkması demektir. Bu, klasik burjuva ekonomisi için “ölüm çanlarının çalması” (Marks) demekti ve öyle de oldu.
Bilim olarak klasik burjuva politik ekonomi, kapitalist ekonomide kriz sorununa çözüm bulamadan tarihe karıştı.
Artık burjuva bilim ölmüş, yerine satın alınmışlık gelmişti, ortalık, “bilim” adamı pozunda dolaşan apologetlerden geçilmiyordu. Çağ, bilim adına, satın alınmış kalemşorların işledikleri cinayetler (gerçekleri çarpıtma ve proletaryaya karşı mücadele), körü körüne savunucular ve körü körüne savunuculuk çağıydı. Bu körü körüne savunuculuktan (apolgetik) ve körü körüne savunuculardan (apologetler) bilimsel gelişme beklemek abes olurdu. Ve gerçekten de onlar, burjuva politik ekonomiyi de vülgerize ettiler. Bu konuda Marks:
“Vülger ekonomi… yalnızca görünüşleri ele alır, bilimsel ekonominin uzun süre önce sağladığı malzemeyi durup dinlenmeden ağzında geveleyip durur ve burjuvazinin günlük kullanımı için en münasebetsiz olayların en akla uygun açıklamalarını arar, bunun dışında da tuzu kuru burjuvazinin onlar için dünyaların en iyisi olan kendi dünyaları ile ilgili bayağı düşüncelerini bilgiççe sistemleştirir ve bunları ebedî gerçeklermiş gibi ilan etmeye kalkışır” (METE; C. 23, s. 95 (dipnot 32). Vülger ekonomi/ekonomistler için bkz.: METE, C. 26/1, s. 274; C. 26/3, s. 445, 492 vs.)
Körü körüne savunuculuk, işçi sınıfı düşmanlığı, antisosyalistlik demektir. Böyle bir anlayışın politik ekonomisi de yüzeyselliktir, metafiziktir, tarihsellik dışıdır. Yani vülgerdir. Körü körüne savunuculuk (Apologetik), vülger (kaba, kaderci, evrimci) ekonomiyi doğurdu.
Böyle bir ekonomi de kapitalizmin krizlerine çözüm getiremedi veya çözüm getiriyoruz diye kapitalizmde ekonomik krizlerin nedenlerini, kapitalistlerin keyiflerinde –moral durumlarında- doğa olaylarının hareketinde aramaya kadar gitti.
Bilimsel klasik burjuva ekonomiye vülger ekonomi en büyük kötülüğü yaptı, onu yıktı, yozlaştırdı. Vülger ekonomiye de nihai, ölümcül darbeyi Marksist ekonomi vurdu.
Marksist politik ekonomi, vülger ekonomiye ölümcül darbe vururken, aynı zamanda, vülger ekonominin yozlaştırdığı klasik burjuva politik ekonomiyi tarihi koşulları içinde pozitif değerlendirdi, onu, kendi gelişmesinin önemli bir kaynağı olarak gördü ve sadece bu temelde onun miadının dolduğunu açıkladı.
Kapitalizmde fazla üretim krizlerinin nedenlerini Marksizm açıkladı ve aynı zamanda antimarksist kriz teorilerini de belli anlayışlar altında toparlayarak eleştirdi. Belli anlayışlar diyoruz, çünkü vülger ekonomide her araştırmacı neredeyse kendine özgü bir kriz teorisi geliştirmişti. Ama bunların hepsinde göze çarpan ortak nokta, krizleri, kapitalizmin temel çelişkisinden hareket ederek açıklamaya çalışmak olmamıştır. Bu ortak noktanın yan ısıra bu kriz teorilerinde gördüğümüz iki temel akım/yön vardır. Ekonomik krizi oransızlık ve az tüketim olgularından hareket ederek açıklamaya çalışmak.
Oransızlık teorileri:
Tugan-Baranovski: “Üretimin genişlemesi fiilen sınırsız ise, pazarın genişlemesini de keza sınırsız olarak kabul etmemiz gerekir. Çünkü pazarın genişlemesi için toplumsal üretimin oranlı taksimatında, toplumun tasarrufunda olan üretici güçlerin dışında başka bir engel yoktur” (T. Baranovski).
Hilferding: “Meta fazla üretimi sözü, “az tüketim” sözü gibi aslında hiçbir şey ifade etmiyor. Çok dar anlamıyla sadece psikolojik anlamda az tüketimden bahsedilebilir. Sadece (şunu) ifade edebilir: Toplum, ürettiğinden daha az tüketiyor. Ama şayet doğru oran içinde üretildiğinde, bunun neden mümkün olacağı anlaşılmıyor... Üretim, meta fazla üretimine varmaksızın, sonsuz genişletilebilir”(R. Hilferding).
Tugan-Baranovski ve Hilferding’e göre:
Kapitalizmde fazla üretim krizi, ekonominin yükseliş döneminde farklı üretim dalları arasında doğan oransızlıktan kaynaklanır.
Farklı üretim dalları arasındaki (toplumsal üretimdeki Bölüm I -üretim araçlarının üretimi- ve Bölüm II -tüketim araçlarının üretimi- kast ediliyor) oranlılık korunduğu müddetçe a)- kitlelerin yoksulluğu kapitalist üretimin kapsamını sınırlayamaz ve b) dolayısıyla kapitalist üretim, krize girmeksizin sınırsız gelişir.
Toplumsal üretimin/sermayenin I. Bölümünde, yani üretim araçları üreten bölümünde üretim artar, artmak zorundadır. Çünkü bu bölümdeki üretim, sonuç itibariyle tüketim araçları üreten bölümde (Bölüm II) gereklidir. Tüketim araçları için üretilen üretim araçları (makineler vs.) ne kadar artarsa, bu, tüketim araçları üretiminin de o kadar genişlemesi anlamına gelir. Böylelikle pazar, tüketim araçlarıyla dolup taşar. Ama tüketim araçlarının kitleler tarafından tüketildiğini ve bu kitlelerin alım gücünün sürekli sınırlı olduğunu göz önüne getirirsek, artan oranda tüketim aracının pazarda kalacağını, yani satılamayacağını ve böylelikle fazla bir üretimin doğmuş olacağını görürüz.
Bunların hepsi doğru, Lenin de bunu anlatıyor. Ne var ki, Lenin ekonomik krizi oransızlıkla açıklamıyor. Oransızlık teorisinin savunucuları ise tam da bunu yapıyorlar: Onlar, krizin nedenini sadece, üretim dalları arasındaki oransızlıkta arıyorlar ve bu oransızlığı da kitlelerin yoksulluk durumundan bağımsız olarak, tecrit edilmiş olarak ele alıyorlar.
Tugan-Baranovski ve R. Hilferding, kapitalizmde dengenin değil, tam tersine, söz konusu bölümler arasında dengesizliğin; kapitalist üretimin her iki bölümü arasında oranlılığın –uyumluluğun- değil de, oransızlığın -uyumsuzluğun- esas olduğunu unutuyorlar.
Oransızlık teorisi ile krizin nedenleri tam anlamıyla açıklanmış olmuyor. Bu teori aynı zamanda işçi sınıfını sosyalizm için, kapitalist düzeni yıkmak için mücadelesinde yanıltmayı da amaçlamaktadır. Çünkü bu teori, kapitalizm organize edilebildiği taktirde, krizlerin ortadan kalkacağını ve krizsiz bir kapitalizmin yaşamak için ideal bir sistem olduğunu savunur. Bu anlamda bu teorinin savunucuları arasında Hilferding gibi sosyal demokratların, Tugan-Baranovski gibi “legal” Marksistlerin olması hiç de tesadüfi değildir.
Tugan-Baranovski ve Hilferding’den başka Otto Bauer (gençlik yazıları), Henryk Grossman, Albert Aftalion, Arthur Spiethoff ve Joseph Schumpeter gibi yazarlar da bu teorinin savunucuları arasındadırlar.
Az/yetersiz tüketim teorisi:
Az tüketim teorisinin esas savunucusu Sismondi’dir. Aynı teori daha sonra biraz değişikliğe uğratılarak J. Karl Rodbertus (1805-1875) tarafından savunulmuştur.
Marks, bu teoriyi mahkum etmiştir, ama Kautsky, savunmuştur. Kautsky, Marks’ın mahkum ettiği bu teoriye ele almış ve Marksist kriz teorisini bu teoriye adapte etmeye, diğer bir ifadeyle, Marksist kriz teorisi ile az/yetersiz üretim teorisini kaynaştırmaya çalışmıştır. Örneğin, ilk yazılarında “Kriz... az üretimden kaynaklanır. Krizlerin esas nedenini Marks ve Engels... az üretimde görüyorlardı” diye yazıyordu (Bkz.: K. Kautsky; "Neue Zeit", C. II, s. 78/79, 1902).
Oransızlık teorisi gibi, bu teoride ekonomik krizin nedenini kapitalizmin iç mekanizmasına, temel çelişkilerine dayanarak açıklamıyor. Bu teoriye göre tüketim, üretimden geri kalmaktadır. Yani ürünün hepsi tüketilmemektedir. Bundan dolayı da kriz patlak vermektedir.
Engels şöyle diyor:
“Ne yazık ki yığınların yetersiz tüketimi, yığın tüketiminin yaşama ve çoğalma bakımından zorunlu asgariye indirgenmesi, hiç de yeni bir olay değil. Sömüren ve sömürülen sınıflar var olduğundan beri, bu olay da vardı... Öyleyse yetersiz tüketim, binlerce yıldan beri devam eden tarihsel bir olgu olduğuna, oysa pazarın üretim fazlalığı sonucu olan krizlerde patlak veren durgunluğu ancak elli yıldan bu yana duyulur bir duruma geldiğine göre, yeni çatışmayı yeni aşırı üretim olayıyla değil, ama binlerce yıllık yetersiz tüketim olayı ile açıklamak için, bay Dühring'in tüm bayağı iktisat yavanlığı gerek” (Bkz.: METE; C. 20, s. 266).
Kitlelerin yetersiz tüketimi, ekonomik krizlerin nedeni olamıyor. Az üretim krizi veya da tüketimin üretimden geri kalması açıklanırken, kapitalist üretim biçiminin temel çelişkisi çıkış noktası olarak ele alınmıyor. Bu kriz teorisinin savunucuları, ekonomik krizlerin nedenlerini üretim sürecinde değil, pazarda, mübadele sürecinde arıyorlar.
Ekonomik krizleri bu teoriye göre açıklamak aynı zamanda şu anlama gelir: Kapitalist sistem, iyi bir sistemdir. Önemli olan, krizin patlak vermesinin engellenmesidir ve bu da engellenebilir. Çünkü sorun, krizin nedeni, kapitalist sistemin temel çelişkisinde değil, onun pazar, mübadele alanındaki işleyişinin tıkanmasıdır. Bu tıkanma kaldırılınca, sistemin kendisi de krizlerden kurtulur. Sosyal demokratların bu kriz teorisine sarılarak kapitalizmi kurtarmaya çalışmaları boşuna değildir!
R. Luxemburg gibi bir Marksist de bu kriz teorisini savunur. Belirttiğimiz gibi Sismondi, Rodbertus dışında Kautsky, Fritz Sternberg, O. Bauer (son çalışması), Nathalie Moszkowska, P. Sweezy, Hobson, Keynes vb. bu krizin savunucularının önde gelenleridir.
Kapitalizmin gelişmesi ve “uzun dalgalar” sorunu:
Sorunu bütün boyutlarıyla ele almak başka bir araştırmanın konusu olur. Bunun için kast edilenin ne olduğundan kısaca bahsedelim.
Sermaye birikimi, sanayi çevrimi sürecinde inişler ve çıkışlar gösterir. Yükseliş döneminde karın hem kütlesi hem de oranı artar. Böylelikle birikimin kapsamı ve ritmi artar. Kriz ve durgunluk döneminde ise tersi olur. Yani kar ve kar oranı düşer, birikimin kapsamı daralır ve ritmi düşer. Buna göre, sanayi çevrimi, birikimin hızlandırılmış ve yavaşlatılmış bir sonucudur.
Sorun, Marksist ekonomi çevriminin yanı sıra başka bir çevrimin varlığı sorunudur. Marksist ekonomi çevrimi, “uzun dalgalar” içinde gerçekleşir deniyor. Bu anlayışa göre hızlandırılmış büyüme ve yavaşlamış büyüme devreleri şöyledir.
1823’e kadar hızlanmış büyüme
1824-1847 arası: yavaşlamış büyüme
1848-1873 arası: hızlanmış büyüme
1874-1893 arası: yavaşlamış büyüme
1894-1913 arası: hızlanmış büyüme
1914-1938 arası: yavaşlamış büyüme
1940 (1945 veya 1948)-1966 arası: hızlanmış büyüme
1966- sonrası: yavaşlamış büyüme. (Mandel)
Uluslararası alanda kapitalizmin tarihi sadece 7 ve 10 senelik çevrimi ile değil, birbirini takip eden uzun, yaklaşık 50 sene süren periyotla karakterize oluyormuş ve şimdiye kadar dört “uzun dalga” biliniyormuş.
Başka bir “uzun dalga”cının “dalga”larına bakalım:
Profesör Kondratjew’in yükselen ve inen “dalga”ları şöyledir:
İlk çevrimin yükselen dalgası 18. yüzyılın ‘80’li yıllarının sonunda ve 90’lı yıllarının başında başlar ve 1810-1817 periyoduna kadar sürer.
İlk çevrimin inen dalgası (alçalan dalga) 1810-17’den 1844-1851’e kadar sürer.
İkinci çevrimin yükselen dalgası 1844-1851’den başlayarak 1870-1875’e kadar sürer.
İkinci çevrimin alçalan dalgası 1870-1875’ten başlayarak 1890-1896’e kadar sürer.
Üçüncü çevrimin yükselen dalgası 1891-1896’dan başlayarak 1914-1920’ye kadar sürer.
Üçüncü çevrimin muhtemel düşen dalgası 1914-1920 döneminde başlar.
Prof. Kondratjew’in “uzun dalga”larını tespitinde çıkış noktası fiyatlardaki dalgalanmalardır; inişler ve artışlardır (Bkz.: A. Herzenstein: "Gibt es grosse Konjunkturwellen"; Unter dem Banner des Marxismus-Leninismus. Sayı l, s. 92-127; s. 2, s. 298-315, 1929).
Mandel’dan bahsettiğimize göre, işin nereye dayandırılacağını tahmin etmekte güçlük çekilmiyordu sanırsak! Sözün kısası: Sanayi kapitalizminin tarihinde uzun dalgaları ilk defa teşhis eden Parvus olmuş. Parvus, bu konudaki anlayışını önce, 1896’da Saksonya İşçi Gazetesinde dile getirir ve 1901 yılında yayınlanan ticaret krizleri ve sendikalar broşüründe kapsamlı olarak ele alır. Kautsky tarafından övülen Parvus’un bu düşüncesinin yeniden ele alınması ve işlenmesi için 10 seneden fazla bir zaman geçer. (Anlaşılan o ki, hazmedilmesi çok zor bir düşünce! Bizim ilavemiz). Bu sefer I. van Gelderen (Hollandalı), “de Nieuwe Tijd” dergisinde, J. Fedder imzasıyla üç makale yayınlar (1913) ve bu makalelerde kapitalist ülkelerde 19. yüzyılın ortalarından bu yana uzun dalga tespitinde bulunur. İlave edelim, bu arada Kautsky’de uzun dalga tespitinde bulunur.
I. Dünya Savaşının hemen sonrasında bu sefer Sovyetler Birliği’nde uzun dalga tartışılır. Yukarıda belirttiğimiz profesör bu tartışmanın öncüsüdür.
Bu arada, boş durmayan Troçki, savaş sonrasında kapitalizmin gelişmesini 1914’ten öncesiyle incelerken, aynı sorunu ele alır. Tabii ki “muhtemelen Gelderen” den bağımsız olarak” (Mandel). Sözün kısası, Troçki, bu anlayışında eski arkadaşı Parvus’a dayandığını gizlemez ve sorunla uğraşmaya devam eder (Bu sözlerin hepsi E. Mandel'a aittir).
Uzun dalga anlayışını eleştirmeye niyetimiz yok. Belirttiğimiz gibi, bu, başka bir çalışmanın konusu olur.
Mandel’ın da belirttiği gibi 1966’dan sonra yavaşlamış sermaye birikimi söz konusu olduğu için uzun dalganın yavaşlamış büyüme aşamasındayız (ve Mandel başka bir yazısında hızlanmış büyüme aşamasına geçildiğini açıklamadıysa, hala o aşamadayız).
Ve Mandel anlatıyor: “Genişleyen zeminli uzun dalgadan durgun zeminli uzun dalgaya (1966-67) geçiş, artı değer oranı için mücadele ile sıkı bağ içindedir. Geç kapitalizm için ekonomik genişlemenin görece yavaşlamış bir periyodu, şayet bu kapitalizm, ücrete bağımlı olanların direncini kırmayı ve artı değer oranının yeniden görece yükselmesini elde etmeyi başaramazsa, kaçınılmazdır. Ama bu, durgunluk olmaksızın, hatta reel ücretin geçici bir düşmesi olmaksızın düşünülemez. Bunun içindir ki, 60’lı yılların ortasında bütün emperyalist ülkelerde sınıf mücadelesinin bir yoğunlaşma aşaması başlamıştır” (E. Mandel; agk., s. 168).
Yani, sınıf mücadelesinin gelişmesi uzun dalgaların hangi aşamasında olduğumuza bağlıdır. Bu anlayış, şunu diyor: Uzun dalganın yükseliş aşamasındaysak sınıf mücadelesi gevşer/geriler. Uzun dalganın alçalan aşamasındaysak sınıf mücadelesi yoğunlaşır. Yani, sınıf mücadelesi, uzun dalganın seyrine göre seyir alır.
Bu troçkist anlayışa göre, Marksizm’in ekonomik kriz teorisi hikâyedir! Her ne kadar uzun dalgalar Marksist ekonomik çevrimi reddetmiyorsa da ona önem de vermiyor. Çünkü kapitalist gelişmede; sermayenin birikiminde, yatırımların gelişmesinde belirleyici olan Marksist ekonomik çevrimlilik değil Parvus-vari ve troçkist uzun dalgacılıktır!
Bizim yorumumuz: Bu anlayış teorik olarak tutarsız ve saçmadır. İster Schumpeter gibi burjuva ekonomistler tarafından da ele alınsın (business Cycles) isterse de Parvus, Troçki, Mandel vs. tarafından ele alınsın, sonuç itibariyle kapitalizmi temize çıkartmaya hizmet eden apolegetik bir anlayıştır; gericidir, antimarksisttir. (Bu makalenin buraya kadar olan kısmı henüz yayımlanmamış “Kapitalizmin ve Ekonomik Krizlerin Tarihi” çalışmasından bir derlemedir).
Günümüzde kriz teorileri:
Burjuva modern kriz teorileri en azından burjuvazi kadar eskidir. Günümüz burjuvazisinin ekonomik kriz teorileri, yukarıda bahsedilen teorilerden farklı değildir. Spekülasyon, borsa krizlerinin, banka ve kredi krizlerinin ve ekonomik krizlerin açıklanışına bakın. Yukarıdaki anlayışlara benzer anlayışlar görürsünüz. Hükümetlerin, devletlerin, şu veya bu uluslararası mali kurumun, bankaların, sermaye sahiplerinin yanlış politikaları, kar hırsı vb. krizin nedenleri olarak gösterilir. Yani burjuvazi, sayısı 230'a varan kriz açıklamasına yenilerini eklememiştir, koşullara uygun hale getirmiştir. Ancak yeni olan bazı anlayışlar da vardır. Bu anlayışlar, doğrudan ekonomik krizle ilgili olmasa da kapitalizmin geleceğiyle ilgili kriz anlayışlarıdır.
Burjuvaziyi bir kenara bırakalım ve “sol” olanlara, “Marksist” olanlara bakalım. Bu alanda öne sürülen temel üç teori vardır. Bir grup, sürekli kriz teorisini savunur. Geriye kalan iki grup ise kapitalizmin çökeceğini savunur. Ama bu grup, sorunun ele alınışı bakımından iki ana akıma ayrılır. Akımlardan birisi, R. Luksemburg'un anlayışını temel alarak 'dünyada kapitalizm dışı bir çevre kalmazsa, sermaye birikimi de sağlanamayacağı için kapitalizm kendiliğinden çöker” merkezli düşünceler savunur. Burada yeni bir şey yok. Bu teori yukarıda belirttiğimiz teoriler arasındadır. Yeni olan, bu teorinin “ilhak ekonomisi” anlayışıyla birleştirilmesidir. Deniyor ki, kapitalizm çökmemek için, sermaye birikimini sağlamak için geri kalmış, emperyalizme bağımlı ülkeleri, yani yeni sömürge ülkeleri ilhak eder. Ama bu ilhakın, yüz senelik emperyalizmin ilhak anlayışından hiçbir farkının olmaması ve ilhakla yeni değerlerin yaratılmaması; yani artı değer çoğalmasının olmaması ve bu anlamda da sermaye birikiminin olmaması bu bayları fazla ilgilendirmiyor.
Diğer akım ise “evlere şenlik” türündendir. Bu akım insanlığın varlığını sorgulayan bir akımdır ve kapitalizmi çoktan öldürmüştür. Bu baylar, „Emeğe Karşı Manifesto“da bir taraftan artık işçi hareketi olmayacak, bu hareket tarihe karışmıştır diyerek bu hareketi toplumu değiştirmek için örgütlenmesi gereken güç olarak görenlere ve diğer taraftan da burjuva kurumları, demokrasiyi, parlamentoyu kullanarak sermaye hâkimiyetini geriletmek için mücadele edenlere yaptığınız iş saçmalıktır diyerek gönderme yapıyorlar. Bu göndermeler yapılırken esas hedef olarak „emek“ görülüyor. Evet, bu yeni toplum dizayncıları, şu veya bu anlayışa, yanlışa karşı mücadele etmiyorlar, „emeğe“ (işe, çalışmaya) karşı mücadele ediyorlar. Yanlış anlaşılmasın, emeğin şu veya bu tarihsel biçimine, örneğin feodalizmde „emeğe“ (toprak rant, ürün rant, para rant, angarya) ve kapitalizmde de ücretli emeğe (işe) karşı mücadele etmiyorlar, emeğin kendisine karşı mücadele ediyorlar. Emeği temel alan her türden toplum yapısını reddediyorlar. Çünkü insan iş gücüne dayalı üretim; emeğin hâkim olduğu toplum artık mutlak sınırına dayanmıştır. Çünkü „mikro-elektronik devrim sürecinde... üretim, insan iş gücü kullanımından sürekli kopmaktadır“. Bu, 'geriye dönüşü olmayan bir gelişmedir' deniyor. Hiçbir toplumun, hangi koşullarda olursa olsun insan iş gücü kullanımı olmadan var olamayacağı bu unsurları ilgilendirmiyor. Bu işi teknoloji yapıyormuş.
Toplum ve üretimdeki çelişkiler ve onların çözümü böyle ele alınıyor.
Bir de Engels, insanı insan yapan emektir, insanın hayvanlar âleminden çıkmasında emek belirleyici rol oynamıştır diye öğretiyordu! Demek ki Engels'in öğretisi buraya kadarmış! Şimdi emeğin insan toplumunun gelişmesi önünde bir engel olduğu ve bunun yıkılması gerektiği savunuluyor. Yani insanlık barbarlığa mı, hayvanlar âlemine katılmaya mı davet ediyor, bunu bilmiyorum ama çelişkiler böyle ele alınıyor.
„Emeğe Karşı Manifesto“ gerçekten, insanlığa karşı bir mücadele manifestosudur. Üretimin gelişmesinden ve özelliklerinden ne anladıkları bunu göstermektedir: Mikro-elektronik devrim insan iş gününün maddi değerlerin üretiminden kopartıyor. Artık üretimde emeğin bir rolü yok. İnsanlığın kurtuluşu emeğe ve emeğe önem verenlere karşı mücadeleden geçmektedir. Burjuvazi, iş gücünü sömürdüğü için emeğe „önem veriyor“ ve komünistler de insan emeği olmaksızın bir toplum düşünemedikleri için emeğe önem veriyorlar. O halde, insanlığın kurtuluşu için, hangi açıdan olursa olsun emeğe önem verenlere karşı mücadele edilmelidir!
Bu unsurlar, kapitalist sömürünün, değer ve artı değer üretiminin insan iş gücünden, bu gücün sömürüsünden kopartılamayacağını görmüyorlar. Her insan toplumunun insan iş gücü harcamasına dayandığını anlamıyorlar. Onlar üretimi çoktan beri makinelere havale etmişler.
Şu veya bu toplum formasyonunda harcanan emeğin şu veya bu biçimine karşı değil, hangi biçimde olursa olsun bizzat emeğin kendine karşı olduklarından, insan türünün varlık nedenine karşı mücadele etmiş oluyorlar. Eğer böyle değilse neye karşı mücadele ediyorlar?
Bu unsurların savundukları kapitalizmin çöküş teorisi, her ne kadar eski bir teori olsa da, “emeğe” karşı mücadele eklemiyle bu alandaki -yaklaşık 10 seneden bu yana savunulsa da- son modadır: Bunlara göre değer üretiminin tarihsel gelişmesi artık durma noktasına gelmiş ve geriye dönüş eğilimi içindedir. Yani kapitalizm artık çöküyor.
Teknolojik gelişmeden hareketle üretimde/artı değer üretiminde iş gücü artık belirleyici olmaktan çıktı ve kapitalizm çökecek diye 10-15 seneden bu yana “kıyamet günü” tellallığı yapıyorlar. Bu toplum dizayncıları, “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” sloganını “Bütün ülkelerin işçileri bırakın bu işi” çağrısına dönüştürerek Marksist teoriyle güya alay ediyorlar.