deneme

1 Kasım 2008 Cumartesi

EKONOMİK KRİZ VE TÜRKİYE EKONOMİSİ

TÜSİAD bastırıyor ama hükümetin ekonominin gelişmelere müdahale etmek için hazırlamış olduğu bir programı henüz yok. İş bir süre “ham dolsun”la, “teğet geçti” ile idare edildi. Bir taraftan yaklaşan yerel seçimler ve giderek yaygınlaşan ve şiddetlenen ekonomik kriz. Hükümet kesenin ağzını yerel seçimler için açmış durumda. Ama aynı dönemde kundakçı IMF'ye “ümük sıktırmak” da olmaz! Ama IMF ile yeni bir anlaşma ilişkini yakında “ümük sıkma” aşamasına geleceğe benzemekte. Bakalım kaç dolara sıkılacak. O zamana kadar da destek sözü yinelenecek gibi geliyor. Yeni bir anlaşma için IMF ile görüşmelerin henüz başlamadığı veya pazarlık aşamasına gelmediği bir süreçte hükümetin, IMF'nin dayatacağı reçetelerinden bağımsız “yardım” paketi hazırlamasını ve bunu uygulamaya koymasını beklemek ancak bir hayal olabilir. “Ümük sıkma” pazarlığı devam ederken, ülkede sanayi üretimin seyrine bakalım ve verilerin bizi götüreceği sonuçları tespit etmeye çalışalım.

Ekonominin güncel gelişme seyrini ele almadan önce bir genel durum tespiti yapmakta yarar vardır.
Sanayi üretimi ekonomide gelişmenin en temel kıstasıdır. Bu nedenle öncelikle sanayi üretiminin son krizden (2001) bu yana gelişmesine bakalım.
Bazı kıstaslar bazında bu sürecin gösterdikleri:
1-Sanayi üretimi
Yılın çeyrekleri bazında sanayi üretimin:
Dönemler İtibariyle Sanayi Üretimi Endeksi,-Büyüme Oranı (%)-1997=100
Dönemler
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
1. çeyrek
3,2
9,3
10,6
6,1
4,5
10,1
7,2
II. çeyrek
11,9
4,6
16,2
3,1
11,1
4,6
2,8
III. çeyrek
9,8
10,4
8,5
4,5
7,2
5,0
-
IV. çeyrek
12,7
10,7
4,7
7,8
6,5
4,1
-
Yıl ortalaması
9,5
8,7
9,9
5,3
5,8
5,4
-
Kaynak:Tuik

Aylar bazında sanayi üretimi:
Aylık Toplam Sanayi Üretimi Endeksi, 1997=100

Aylık Toplam Sanayi Üretimi Endeksi, 1997=100
Yıl
Ocak
Şu.
Mart
Nis.
Ma.
Haz.
Tem.
Ağus
Eylül
Ekim
Kas.
Ara.
Orta.
2002
91,2
85,8
104,4
103,5
107,6
103,9
107,1
104,6
111,7
110,8
106,6
102,9
103,3
2003
106,6
89,3
111,7
105,5
110,8
113,1
118,0
114,7
124,2
122,5
108,6
123,5
112,4
2004
112,2
102,4
125,6
122,2
129,6
131,0
132,4
124,0
130,8
123,5
118,1
128,6
123,4
2005
117,8
113,4
129,9
128,4
132,7
133,3
130,6
132,4
141,6
132,2
129,9
138,2
130,0
2006
111,7
119,8
141,7
136,8
143,5
146,7
141,9
138,4
147,4
136,4
145,0
142,3
137,6
2007
128,5
129,5
146,9
140,6
152,0
151,0
148,3
147,1
151,1
147,8
156,7
140,9
145,0
2008
143,1
139,2
150,5
149,4
155,6
152,2
153,4
141,1
142,8
135,3



Aylık toplam sanayi üretimi, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde değişim, 1997=100
2002
-2,8
-5,5
18,5
15,8
12,1
8,1
12,0
6,7
10,6
13,4
9,7
15,1
9,4
2003
16,9
4,1
7,0
1,9
3,0
8,9
10,2
9,7
11,2
10,6
1,9
20,0
8, 7
2004
5,3
14,7
12,4
15,8
17,0
15,8
12,2
8,1
5,3
0,8
8,7
4,1
9,8
2005
5,0
10,7
3,4
5,0
2,4
1,8
-1,4
6,8
8,3
7,0
10,0
7,5
5,4
2006
-5,2
5,7
9,1
6,5
8,1
10,0
8,7
4,5
4,1
3,2
11,6
3,0
5,8
2007
15,0
8,1
3,7
2,8
5,9
2,9
4,5
6,3
2,5
8,4
8,1
-1,0
5,4
2008
11,4
7,5
2,5
6,3
2,4
0,8
3,4
-4,1
-5,5
-8,5
-
-
-
Kaynak: TÜİK

Yılın çeyrekleri ve ayları bazında toplam sanayi üretimindeki gelişmenin yönü:
2002 yılı: Toplam sanayi üretimi bir yıl öncesinin aynı dönemine göre Ocak ve Şubat aylarında mutlak küçülse de yıl ortalaması olarak yüzde 9,4 oranında büyümüştür.
2003 yılı: Aylık sanayi üretimi bu dönemde 2002 yılına göre daha istikrarsız büyümüştür. Üretimde mutlak küçülme olmamış, ama istikrarsızlığın boyutları yüzde 20 ila yüzde 1,9 arasında değişmiştir. Yıl ortalaması olarak sanayi üretimi 2003'te yüzde 8,7 oranında büyümüştür.
2004 yılı: 2001 krizinden sonra sanayi üretiminde en yüksek büyüme oranı 2004'te gerçekleşmiştir. Büyüme oranının yıl ortalaması yüzde 9,8.
2005 yılı: Temmuz ayında büyüme bir yıl öncesine göre yüzde 1,4 oranında mutlak küçülüyor. Büyümenin yüzde 10'un üzerinde olduğu ayların sayısı da azalıyor. Sadece Şubatta yüzde 10,7 ve Kasımda da yüzde 10 oranında büyüyor. Diğer bir ifadeyle, sanayi üretiminin 2001 krizinden sonra giderek artan büyüme oranı sadece 2002-2004 arasında gerçekleşiyor. 2005 yılı verileri büyüme oranlarında inişe geçildiğini gösteriyor. Yıllık ortalama büyümenin yüzde 5,4 oranında kalması bunun doğrudan bir ifadesidir. 2004'ten 2005'e sanayi büyüme oranı 4,4 puana veya yaklaşık yüzde 45 oranında küçülüyor.
2006 yılı: Sanayi üretimi, Ocak 2006’da yüzde 5,2 oranında mutlak küçülmesine rağmen yıllık ortalama olarak yüzde 5,8 oranında büyüyor.
2007 yılı: 2007 verileri 2005'te inişe geçen büyüme eğilimini doğruluyor.


 2008 yılı: Sanayi üretiminde büyüme oranlarının küçülme eğilimi 2008'in verili aylarında güçlenerek devam ediyor ve son iki ayda da mutlak küçülmeye dönüşüyor.


Bir yıl öncesinin aynı dönemine göre Ocak ayında yüzde 11,4 oranında mutlak büyüyen sanayi üretimi Eylül ayında yüzde 5,5 ve son olarak da Ekim ayında yüzde 8,5 oranında mutlak küçülen bir trend sergiliyor.

2002-2007 döneminde sanayi üretiminde mutlak küçülme sadece 2002'yılının Ocak ve Şubat aylarında, 2005'in Temmuz ayında, 2006'nın Ocak aynıda, 2007'nin Kasım ayında ve 2008'in de Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında gerçekleşmiştir. 2003 ve 2004'te üretimde mutlak küçülme olmamıştır.

2001 krizinden sonraki dönem, DB ve IMF'nin Türk ekonomisini öve öve bir hal oldukları dönemdir. Bu dönem artık sona ermiştir. Ve bu dönemin sona ermesinde dünya ekonomisindeki gelişmeler belirleyici bir rol oynamıştır.

Dünya ekonomisindeki genel eğilimin Türk ekonomisini de etkilemesi tartışma götürmez. Ama Amerikan konut sektöründe patlak veren spekülasyon krizi ve sonrasında dünya banka ve kredi krizi Türk ekonomisini belli başlı iki nedenden dolayı hemen ve doğrudan etkilememiştir. Birinci neden, bu krizin kapitalist ekonominin; mali sermayenin merkezinde patlak vermesi ve süreç içinde bütün dünyaya dalga dalga yayılmasıdır. İkinci neden ise Türkiye’de yerli-yabancı bankaların söz konusu spekülasyona bulaşmamış veya sorun çıkartacak derecede bulaşmamış olmalarıdır. Türkiye’de yabancı bankaların piyasa payının yüzde 20’nin altında olması da mali krizin etkisini frenleyen önemli bir nedendir. Her halükarda 2001'de yaşanan mali çöküntü, banka iflasları, o dönemde devletin aldığı birtakım tedbirlerin de bir sonucu olarak bu sefer yaşanmadı ve Türk ekonomisi bir mali kriz sürecine girmeden fazla üretim krizi sürecine girdi.

2006'dan 2007'ye ve 2008'e ekonomide gelişmenin yönüne ilişkin başka göstergeler:
—2007’nin ödemeler dengesi verilerine göre yabancı sermaye girişi 2006’da 56856 milyon dolardan 2007’de 55365 milyon dolara düşer. Yüzde 2,6 oranında bir gerileme.
—Yabancı sermaye hareketinin yönü, sıcak para akışının son beş yılda ilk defa "net çıkış"a yöneldiğini gösteriyor. Yani yabancı sermaye hareketinde geri dönüş eğilimi güçlenmektedir. Yabancı sermaye artık eskisi kadar hisse senedi ve bono satın almıyor, tersine borsadan net çıkış eğiliminde. 2008'in başında yüzde 72.34 olan borsadaki yabancı payı, 20.11.2008 itibariyle yüzde 66,91’e gerilemiştir.
—Yabancılar borsadan çekilmeye başlıyor. Bu henüz bir kaçış olmasa da, açık ki belli bir çıkış söz konusudur.
—Ekonomik büyüme ile cari açık arasındaki denge bozuluyor; örneğin 2006’dan 2007’ye ulusal gelir yüzde 4,5 oranında büyürken, cari işlem dengesindeki artış hızı yüzde 18'e varmıştı.
—Türkiye'de yabancı bankaların piyasa payı yüzde 20’nin altında olmasına rağmen bankaların yüzde 42'si yabancıların kontrolündedir.
— Özellikle özel sektörün döviz türünden borçlanması, ekonominin bütünü açısından oldukça önemli bir risk kaynağı oluşturmaktadır. Bu türden borçların miktarı 51 milyar dolardır.
—Likidite sorun olmaya başlıyor. Bu durum özellikle küçük üretimde görülmektedir.
—Kapanan işyeri sayısı binlerle ifade ediliyor. Örneğin sadece Ocak-Şubat bazında kapanan şirket ve kooperatif sayısı 2007’de 2662 ve 2008’de de 2474 idi. Aynı dönemde kapanan ticaret unvanlı işyeri sayısı da 5653'den 8256'ya çıkarak yüzde 46 oranında artar. Yeni açılanların artışı da yüzde 8,5'te kalır.
—İşsizlerin sayısı artıyor.
—Dışarıdan kaynak bulmak zorunlu hale geliyor ve zorlaşıyor. Dünya mali krizinin gösterdiği gibi herkes kendi derdine düşmüş. Hiçbir bankanın başka bir bankaya güveni yok. Bu nedenle de kredi vermiyor. Bu da likidite sorununa yol açıyor.

2002-2007 arasında özel sektörde yatırımlar 2006 yılında yüzde 36,1 oranında büyür. Ama 2007 yılında ancak yüzde 2,7 oranında gerçekleşir. Yatırımların artma oranında oldukça büyük bir düşüş olmuştur. TÜİK’in açıklamalarına göre, toplam yatırımlardaki artış hızı aşağıya doğru inmeye başlamıştır. Kamu yatırımları 2008'in ilk 6 ayında yüzde 13,7 gerilerken özel sektörün makine ve teçhizat yatırımlarında da yavaşlama görülmektedir.

Hane halkı tüketimi 2002-2007 arasında 2004'te yüzde 11 oranla en yüksek seviyesine ulaşmış ama 2006 ve 2007'de yüzde 4,6'ya düşmüştür. Yani iç talepte daralma olmuştur.

İmalat sanayinde büyüme oranı 2006‘da yüzde 8,4’ten 2007’de yüzde 5,4’e düşmüştür.
İnşaattaki yavaşlama devam emiştir. İnşat sektöründe büyüme oranı 2006 yılında yüzde 18,5’ten 2007 yılında yüzde 5'e düşmüştür.
Konut sektöründe büyüme 2006’da yüzde 2,7’den 2007’de yüzde 2’ye düşmüştür. Bu yılın ilk 6 ayında geçen yılın aynı dönemine göre yapı ruhsatlarında bina sayısı bakımından yüzde 13,6, daire sayısı bakımından yüzde 10,5 gerileme olmuştur. Yapı kullanım izinlerinde bina sayısı bakımından gerileme yüzde 7,4 oranındadır.
Ticaret sektöründe büyüme oranı 2006 yılında yüzde 6,3’ten 2007’de yüzde 5,5’e düşer.
Mali sektörde büyüme oranı 2006’da yüzde 14’ten 2007’de yüzde 9,6’ya düşer.
İflasların, protesto edilen senetlerin sayısı artmaktadır.
Kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı artmaktadır.

2002-2006 döneminden 2007'ye bu gelişmeler 2008'in ekonomi açısından nasıl bir yıl olacağının işaretlerini veriyordu.

Ekonominin bu gelişmesinden; içine yuvarlandığı fazla üretim krizinden en çok ihracat ağırlıklı sektörler etkilenmektedir. Bunun en önemli nedeni de pazar sorunudur. Türkiye'nin ihracatının yüzde 67’sini Avrupa ülkelerine yapması, Avrupa pazarlarındaki gelişmeye ne denli bağlı olduğunu gösterir. Avrupa da krizde olduğuna göre bu pazara ihracat da zorlaşmış demektir.

Ekonomik krizden doğrudan etkilenen ihracat ağırlıklı sektörler (11 Kasım 2008 itibariyle):

Tekstil sektörü: 2007'nin ilk 9 ayında yüzde 2,2 büyüyen bu sektör 2008’de ortalama yüzde 16,9 oranında küçülmüştür.
Hazır giyim sektörü 2007’nin ilk 9 ayında yüzde 2,2 oranında büyür, ama üretim bu yıl ortalama yüzde 8 oranında küçülür.

Kimya sektörü: 2007’nin ilk 9 ayında yüzde 9,6 oranında büyüyen bu sektörde üretim bu yılda ortalama yüzde 1 oranında, son 6 ayda da yüzde 6,4 oranında küçülmüştür.

Plastik-kauçuk ürünleri sektörü: 2007'nin ilk 9 ayında yüzde 11,2 oranında büyüyen bu sektörde üretim bu yılda ortalama yüzde 0,9 oranında küçülmüştür.

Makine-teçhizat sektörü: 2007'nin ilk 9 ayında yüzde 4,5 oranında büyüyen bu sektörde üretim bu yılda ortalama yüzde 5 oranında, son 6 ayda da yüzde 6,2 oranında küçülmüştür.

Taşıt araçları sektörü: Bu yılın Ağustos ayında geçen yıl aynı dönemine göre yüzde 8,8 oranında küçülmüştür. Diğer ulaşım araçları üretiminde ise küçülme Ağustos ayında yüzde 16,4 oranındaydı. Ekim ayı itibariyle otomobil pazarı yüzde 39,2; ticari araçlar pazarı yüzde 34,6; hafif ticari araçlar pazarı yüzde 35 ve ağır ticari araçlar pazarı da yüzde 32 oranında daralır.

Ulusal gelirdeki ve sanayi üretimindeki büyüme oranlarında görülen küçülmenin arka planında dış faktörlerdeki değişimin olduğu açıktır. Dünya ekonomisi ve mali piyasalardaki yükselen konjonktür döneminde Türk ekonomisi de belli bir yükselme seyri içinde olmuştur. Ama dünya mali piyasalarındaki kriz, Türk ekonomisinin gelişmesine olumsuz bir etkide bulunmaktadır. Bu demektir ki Türk ekonomisi, hangi biçimde olursa olsun ihtiyaç duyduğu sermaye girişini sağlamakta büyük güçlüklerle karşı karşıya kalabilir. Nitekim bundan dolayı IMF ile yeni bir anlaşma imzalamak için Türk burjuvazisi can atıyor, önce “ümüğümüzü sıktırmayız” demesine rağmen.
Sorun sadece sermaye girdisiyle sınırlı değildir. Türk ekonomisi “sıcak para” biçimindeki sermayeyi ülkede tutma zorluklarıyla da karşı karşıya kalabilir.

Bu haliyle ekonomi oldukça kırılgandır. Dünya mali krizi, Türkiye mali piyasasını sızma biçiminde etkilemiştir. Açıktan bir likidite sorunu, bankalara hücum, şu veya bu önemli mali (banka) işletmenin iflası, “sıcak para” denen sermayenin kaçması veya borsa değeri düşen hisse senetlerinin yabancı sermaye tarafından kapatılması (çok ucuza satın alınması) vb. gelişmeler yaşanmamıştır. En azından şimdiye kadar yaşanmamıştır. Bu anlamda da Türkiye ekonomisinde başlı başına bir mali kriz yaşanmamıştır.

2-Ulusal gelir
Ulusal gelir 2001 yılında eski seriye göre yüzde 9,5, yeni seriye göre de yüzde 5,7 oranında mutlak küçülmüştü. Sonraki yıllarda; 2002’de yüzde 6,2; 2003’de 5,3; 2004’de 9,4; 2005’de 8,4; 2006’da 6,9 ve 2007’de de yüzde 4,5 oranında büyümüştür. Diğer bir ifadeyle: 2004-2007 dönemi ulusal gelirin büyüme oranlarının küçüldüğü bir süreç olmuştur. Büyüme oranlarının giderek küçüldüğünü 2007 yılının çeyreklerini karşılaştırarak da gösterebiliriz; ulusal gelirin, büyüme oranları 2007'inin ilk çeyreğinde yüzde 7,6’dan 2. çeyreğinde yüzde 4’e, 3. ve 4. çeyreklerinde de yüzde 3,4’e düşmüştür. Aşağıdaki grafik bu gelişmeyi gösteriyor.

Uluslar gelirdeki bu büyüme seyri 2007 yılında ekonominin ne denli istikrarsız ve kırılgan olduğunu gösterir. Nitekim istikrarsızlık 2008'in ilk iki çeyreğinde de devam etmiştir. Ulusal gelirin 2008'in ilk çeyreğinde 6,7 oranında ve ikinci çeyreğinde ise ancak 1,9 oranında artması tam bir istikrarsızlığın ifadesidir.

3-Kriz göstergeleri
Üretim ve siparişlerin azalması ve stokların artması, diğer kıstaslara bağlı olarak ekonomide ya durgunluğun ya da fazla üretim krizinin doğrudan bir ifadesidir.
29.09.2008 tarihi itibariyle:
Son üç ayda üretim hacminin arttığını bildiren işyerleri, Eylül 2007’de yüzde 35,5 olan üretimdeki paylarının, bu sene aynı dönemde yüzde 24,8’e kadar düştüğünü açıklarlar. Bu türden işyerlerinin oranı da yüzde 24,7'den yüzde 30,4'e çıkar.
Gelecek üç aylık dönemde üretim artışı öngören işyerlerinin üretim değeri ağırlıklı oranı ise yüzde 45,5'ten yüzde 28,5'e geriler ve üretiminin azalacağını bildirenlerin oranı da yüzde 15,8'den yüzde 25,9'a çıkar.
Kayıtlı toplam sipariş miktarının normalin altında olduğunu bildiren işyerlerinin oranı yüzde 16,3'ten yüzde 38,8'e, ihracat sipariş miktarının normalin altında olduğunu bildiren işyerlerinin oranı da yüzde 18,7'den yüzde 34,5'e yükselir.
Son üç ayda toplam sipariş miktarının arttığını bildiren işyerlerinin oranı yüzde 37,3'ten yüzde 21,5'e düşer. Sipariş miktarının azaldığını bildirenlerin oranı da yüzde 21,3'ten yüzde 37’ye çıkar.
Son üç ayda ihracat siparişi miktarının arttığını açıklayan işyerlerinin oranı yüzde 28,1'den yüzde 19,9'a geriler ve bu miktarın azaldığını bildirenlerin oranı da yüzde 22,6'dan yüzde 33,5'e çıkar.

Toplam sipariş miktarında düşüş bekleyen işyerlerinin oranı yüzde 15’ten yüzde 30,8'e çıkarken, artış bekleyenlerin oranı da yüzde 40,4'ten yüzde 29,7'ye iner.
Üretim hacmindeki azalmaya rağmen mevcut mamul mal stokunun normalin üstünde olduğunu açıklayan işyerlerinin oranı yüzde 15,3'ten yüzde 27,4'e çıkar.
Bu açıklamalar, son birkaç aylık süreçte sanayi üretimin durumunu göstermek bakımından önemlidir. İç ve dış pazarda talep yetersizliği üretimin kapasitesini doğrudan belirlemektedir. Açıklamalar, durgunluk içinde olan veya krize doğru yuvarlanan bir ekonominin halini yansıtmaktadır. (Bkz.: 09.10.2008 tarihli Milliyet).

Burjuva basında Eylül-Kasım haberlerinden:
Birbirini kovalayan iflaslar:
“Tekstilin devleri sessiz sedasız kapılarına kilit vuruyor. Sönmez Filament üretimi durdurdu, Edip İplik 31 Aralık itibariyle tekstilden çekiliyor. Büyük tekstilci Şahinler Holding zora girdi. Bu yıl Adana'da 7 tekstil, Çorlu’da 60 deri fabrikası, Adıyaman OSB’de 7 tekstil, Isparta ve Adıyaman’da 4’er, Diyarbakır, Malatya, Niğde, Karaman, Konya, Bursa ve Ankara’da birer, Denizli’de 5, Gaziantep’te ve Kahramanmaraş’ta 19’ar, Kayseri’de 6, Ege bölgesinde 5, İstanbul çevresinde 14, Urfa’da 8, Uşak’ta 2 tekstil fabrikası üretimden çekildi”.

Denizli tekstil sektöründe “bir yılda 8 bin çalışan işsiz kaldı. 83 tekstil fabrikasının bulunduğu Organize Sanayi Bölgesi’nin... 450 işçi çalıştıran... Denteks Tekstil Fabrikası ile... 700 kişinin çalıştığı...Dempa Denizli Mensucat Sanayi ve Ticaret A.Ş., üretimi durdurarak kapıya kilit vurdu. Son altı ayda Atakan Tekstil, Atak Tekstil, İrem Tekstil, Bordo Tekstil ve Turkmar firmaları da üretimi durdurdu”.

“Türkiye’nin otomotiv ihracatının yaklaşık yüzde 70’ini gerçekleştirdiği Batı Avrupa ülkelerinde otomotiv ürünlerine olan talebin daralması, iç pazarın da benzer bir tablo çizmesi, Türk otomotiv endüstrisinin üretim konusunda bazı ayarlamalar yapmasını gerektirdi.
Nitekim Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) verilerine göre, toplam taşıt aracı üretimi, 2008 yılı ocak-eylül döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 24.6 artış gösterirken, aylık bazda düşüşler görüldü. Eylül rakamlarına bakıldığında üretim, 2007’nin aynı ayına göre yüzde 1.3 azaldı” (Milliyet, 21.10.2008).

“Ekimde otomotiv üretimi 14 bin adet geriledi. Otomotiv sanayinde yüzde 40’a varan pazar daralması ile birlikte üretim de keskin düşüş gösteriyor” (Hürriyet, 12.11.2008).

Seramik sektörü:
“Seramik ve porselen üreticileri, doğalgaza gelen zamlarla zor durumda kaldı. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri çalışan sayısını yüzde 20 azaltacak... Ege Seramik üretim ve personeli yüzde 25 azaltacak. Yurtbay Seramik üretime 1 ay ara veriyor. Kütahya Porselen 250 kişinin çalıştığı renkli sofra eşyası tesisini kapatıyor.
Boyada da Meges, ekonomik sıkıntıyı aşamadı, tasfiyeyi düşünüyor. ÇBS sermaye artırımından vazgeçti”.

Tersanelerde durum:
“Küresel kriz nedeniyle deniz ticareti azalınca 2008’in ilk 9 ayında yapım maliyeti 3 milyarı bulan 122 gemi siparişi iptal edildi. Siparişler yok denecek kadar az. Son 9 ayda sadece 12 gemi siparişi alınmış durumda.
Gemi siparişlerindeki iptaller işsizliğe neden olabilir. Sektörde yaklaşık 30 bin işçiden 10 bini işsiz kalabilir. Navlunlar düştü: Kuru yük gemilerinde navlun fiyatları yüzde 98 düştü. Mayıs ayında günlük taşıma ücreti 100 bin dolar olan bir geminin navlun fiyatı 2 bin dolara kadar düştü.”

Senet protestoları:
Protesto edilen senet sayısı 2000 yılında 859 827'den 2002'de 498 748'e düşer; yaklaşık yüzde 42 oranında bir gerileme. Açık ki bu, krizden çıkmanın bir ifadesidir. 2003 yılında da protesto edilen senet sayısı düşer (480 231). Sonra artmaya başlar. 2004 yılında 589 892'den 2006'da 1177 910'a çıkarak yaklaşık yüzde 100 artar. Merkez Bankası verilerine göre Ocak-Eylül 2008 döneminde protesto edilen senet sayısı 2007’inin aynı dönemine oranla yüzde 5,6 artarak 1 milyon 124 bin 689’a çıkar. 2007’nin özellikle üçüncü çeyreğinde artmaya başlayan protestolu senetlerin dokuz aylık sayısı 1 milyon 65 bin 243. 2008 yılı sonuna henüz gelinmedi ve protesto edilen senet sayısı da çığ gibi artıyor.

Bankalarda kredi riski:


Son bir yılda kredilerdeki gelişme
Milyar YTL
2007'nin 3. çeyreği
Toplamdaki payı, %
2008'in 3. çeyreği
Toplamdaki payı, %
Değişim,
% olarak
Tüketici kredileri
59,1
24,4
82,7
24,6
39,9
Konut
28,1
11,6
38,0
11,3
35,2
Araba
5,7
2,3
5,9
1,7
3,5
Diğerleri
25,3
10,4
38,8
11,5
53,4
Kredi katları
24,0
9,9
31,4
9,3
30,8
Ticari
30,6
12,6
40,1
11,9
31,0
Ticari&Kurumsal
128,7
53,1
181,8
54,1
41,3
TOPLAM
242,4
100.00
336,1
100.00
38,7

2007'nin 3. çeyreğindeki toplam kredi içinde kredi türlerinin payı 2008'in aynı dönemindeki toplam içindeki payı arasında oransal olarak önemli bir değişim olmamış. Sadece araba kedilerinde, diğerlerine nazaran güçlü bir düşüş olmuş. Oransal olarak yüzde 26'yı geçen bir azalma. Bu kredinin toplam içindeki payının yüzde 5,9'dan yüzde 3,5'e düşmesi bunu gösteriyor.
Verili dönem içinde toplam kredi miktarı yüzde 38,7 oranında artıyor. Ticari&Kurumsal ve tüketici kredileri, toplam kredi miktarından daha hızlı artıyor; yüzde 41,3 ve yüzde 39,9 oranında. Toplam kredi içinde en büyük paya sahip olan bu türden krediler; 2008 itibariyle yüzde 54,1 ve yüzde 24,6 oranlarında.
Bu veriler kredi miktarında hızlı bir artışın olduğunu gösterir. Toplam kredi miktarının yüzde 38,7 oranında artması bu gelişmenin ifadesidir. Dolar bazında bu, yüzde 43 oranında bir artış demektir. Ekonomindeki büyüme oranlarının 2006'dan sonra küçülmeye ve risk faktörlerinin artmaya veya kendini hissettirmeye başladığını göz önünde tutarsak, bu bilinen gerçeklere rağmen kredi miktarının bu hızla artışı kapitalist yaşam tarzının (tüketici kredileri) toplumu ne denli güçlü etkilediğini ve üretimdeki anarşiyi (ucuz dolar, bol kredi, sonunun ne olacağı bilinmeden üretim=üretimde anarşi) gösterir. Eylül 2007 sonu itibariyle 48 milyar dolar olan döviz kredilerinin bir yılda yüzde 43 oranında artarak 69 milyar dolara çıkması tam da bu anlayışın ifadesidir.
Kredilerdeki bu gelişme bankacılıkta zor bir dönemin yaşanacağına bir işarettir: a)Özel sektörün dış borçlarını çevirmede güçlüklerle karşı karşıya kalması -bankalar zaten mevcut borçlarının yüzde 60 ila yüzde 70'ini yenileyebiliyorlar, yani daha şimdiden borç çevirme zorluğuyla karşı karşıyalar- ve b)Yurt içi kredilerin ödenmesinde güçlüklerin çıkması büyük olasılıklar olarak görülmelidir. Hükümet bu riskleri üstlenir mi, burası bilinmez, ama bu miktarı üstlenmek için de kaynak bulmak gerekir.

4-Kapasite kullanımı
İmalat sanayide toplam (kamu+özel) kapasite kullanımı kriz yılı 2001'de yüzde 70,9'du. Sonraki yıllarda bu orak sürekli yükselir ve 2004'ten itibaren yüzde 80'i aşar. Ekim 2008 itibariyle son 12 ay içinde kapasite kullanım oranlarındaki değişmeyi aşağıdaki tablo ve grafikte görüyoruz.


Aylara göre kapasite kullanımındaki değişim
Dönemi
Kapasite Kullanım Oranı Bir Önceki Yılın Aynı Ayına Göre Değişim(%)
Kapasite Kullanım Oranı(Kamu+özel toplam) (%)
Ekim 2007
0,9
83,1
Kasım 2007
-0,2
82,6
Aralık 2007
-0,5
81,1
Ocak 2008
2,2
80,3
Şubat 2008
-0,8
79,3
Mart 2008
-0,8
81,2
Nisan 2008
0,0
81,7
Mayıs 2008
-0,9
82,4
Haziran 2008
-1,2
82,3
Temmuz 2008
-1,9
80,0
Ağustos 2008
-4,1
76,2
Eylül 2008
-3,4
79,8
Ekim 2008
-6,4
76,7
Kasım 2008
-9,7
72,9

İmalat sanayinin başlıca alt sektörlerinin hemen hepsinde kapasite kullanımında gerileme olmuştur: Büro, muhasebe ve bilgi işlem makineleri sektöründe kapasite kullanımı yüzde 72,6’dan yüzde 53,9’a düştü; 18,7 puanlık gerileme.
Kapasite kullanım oranı taşıt araçlarında 14,9 puan düşerek yüzde 75,3’e, ana metal sanayinde 11,3 puan düşerek yüzde 74’e, kâğıtta 8,4 puan düşüşle yüzde 78’e, metalik olmayan minerallerde 7,7 puan düşüşle yüzde 75’e gerilemiştir.

Başlıca alt sektörlerde kapasite kullanımı Ekim ayında 2007'nin aynı dönemine göre tekstilde 6,7; giyimde 6,6; makine ve teçhizatta 6,0; basım yayımda 5,7; diğer ulaşım araçlarında 5,5; metal eşyada 5,1; ağaç ve mantar ürünlerinde 5,0; plastik-kauçukta 3,7; kimyasal maddelerde 3,4; gıda ve içecekte 3.2; mobilyada 2,1; elektrikli makinelerde 0,4 puan düşmüştür.

Kapasite kullanımın arttığı sektörler de var: Örneğin kapasite kullanım oranı tütün ürünlerinde 4,9; tıbbi, optik hassas cihazlarda 2,2; radyo tv. ve haberleşme cihazlarında 1,9; deride ise 0,3 puan artmıştır.

Kapasite kullanımın düşüş derecesi, sanayi üretiminin seyri, krizin derinleşme durumu hakkında oldukça kesin bilgi verir. Üretimin yükseliş aşamasında mı, belli bir durgunluk mu söz konusu veya kriz mi söz konusu sorularının yanıtında kapasite kullanımı verileri önemli kıstas olarak görülmelidir. Kapasite kullanım derecesi, bu kullanımdaki düşme, işsizlik, yatırımlar, sabit sermayenin atıl kalması, stoklar hakkında da dolaysız firik verir. Kapasite kullanımıyla ilgili yukarıdaki veriler krizden öncelikle hangi sektörlerin etkilenmiş olduğunu da göstermektedir.

TUİK'in açıklamasına göre Kasım ayı kapasite kullanımındaki düşüşte iç pazarda talep yetersizliği yüzde 48.3 ve dış pazarda talep yetersizliği yüzde 27.8 oranında etkili olmuştur.

5-Açılan-kapanan iş yeri bakımından:
İşyeri açılış-kapanış hareketliliği de ekonominin gelişme seyri bakımından bir göstergedir.

-Yeni açılan işyeri sayısı 2000 yılında 33 161'den kriz yılı 2001'de 29 665'e düşer. Sonraki dönemde sürekli artarak 2002'de 20 842'den 2006'da 52 699' a çıkar.
-2008'in ilk 5 ayında açılan her 100 işyerine karşılık 54 işyerinin kapanması, kapitalizmde “normalliği” aşan bir gelişmenin ifadesidir.
-Ocak-Nisan döneminde kapanan şirket sayısı 15 802'ye çıkarak, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 22,2 oranında ve aynı dönemde açılan yeni şirket sayısı da ancak yüzde 1,08 oranında artar.
-2008'in ilk on ayında kapanan şirket ve işyeri sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 50 artarak 41 bin 95’e çıkar. Aynı dönemde kurulan şirket ve işyeri sayısı da 83 bin 946 ile geçen yılın yüzde 4,6 oranında altında kalır.
-Sadece Ekim ayında geçen yılın aynı ayına göre kurulan şirket ve işyeri sayısı yüzde 19 azalarak 6 bin 20’ye iner. Aynı dönemde kapanan şirket ve işyeri sayısı da yüzde 40,3 artarak 2 bin 498’e çıkar.
-Ekim ayında geçen yılın aynı ayına göre kurulan şirket ve kooperatif sayısı yüzde 26,7 azalarak 4 bin 126’dan 3 bin 26’ya düşer. Aynı dönemde kapanan şirket sayısı da yüzde 6,4 azalarak 607’den 568’e iner.
-2008'in Ocak-Ekim döneminde kurulan şirket ve kooperatif sayısı geçen 2007'nin aynı döneminde göre yüzde 7,3 azalarak 43 bin 239’a, kapanan şirket ve kooperatif sayısı ise yüzde 3,9 azalarak 7 bin 748’e düşer.
-Ekim ayında kurulan ticaret unvanlı işyeri sayısı yüzde 9,4 azalarak 3 bin 306’dan 2 bin 994’e düşer. Aynı dönemde kapanan ticaret unvanlı işyerleri sayısı da yüzde 64,4 artarak bin 174’den bin 930’a çıkar.

6-İşsizlik açısından:
Kasım ayı itibariyle burjuva basından işsizlikle ilgili haberlerden bazıları:
“Ekonomide yaşanan daralma nedeniyle ağustos ayında işsiz sayısı, geçen yılın aynı ayına göre 207 bin kişi artarak 2 milyon 439 bin kişiye ulaştı. Böylece işsizlik oranı yüzde 9.2'den 9.8'e yükseldi”.
“İşgücünün yarısı çalışmıyor”.
“DİSK Başkanı Çelebi:‘Trakya’da 40 bin kişi atıldı. Kriz fırsatçılığı yapılıyor’.
TEKSİF Başkanı Irgat: 'Tekstilde kriz iki yıldır var, 200 bin kişi işsiz kaldı'.
TİSK Başkanı Tuğrul Kudatgobilik:'İmalat sanayinde dört tezgâhtan birisi boş kaldı'.
“Türkiye’nin her tarafından kapanan fabrika haberleri geliyor... İnşaat, metal ve otomotiv sektörleri işten atmalar ya da zorunlu izne çıkarmaların en yoğun yaşandığı sektörlerin başında geliyor. Vasıfsız işçiler açısından istihdam deposu sektörlerde yaşanan bu daralmanın, resmi rakamlara göre 2.4 milyon, gayri resmi rakamlara göre ise 5 milyonu bulan işsiz sayısını daha da artırmasından korkuluyor”
“Bursa’da 20-25 bin kişi işten çıkartıldı. Kayseri’de istihdamda 16 bin kişilik daralma oldu. Adana, Gaziantep, Adıyaman, Kahramanmaraş yine işten çıkarmaların arttığı iller arasında. Tekstilin yanı sıra inşaat sektöründe de ciddi bir işten çıkarmalar yaşanırken, şimdi yavaş yavaş metal ve otomotiv sektöründe de benzer bir süreç yaşanıyor”.
“Sadece TEKSİF Sendikasının üye sayısı bu süreçte on bin kişi azaldı, işten çıkarmalar dolayısıyla. Çok sayıda iplik fabrikası kapandı, bir kısmı da kapanmayıp üretimini daralttı. Sönmez Holding, Çanga Grubu, Isparta Mensucat gibi sektörün önde gelen firmaları kapattılar. Çağlar Grubunda daralma yaşandı. Gaziantep, Adıyaman, Kahramanmaraş, Bursa, Denizli gibi illerde istihdamda ciddi daralmalar oldu”.
“Data Expert Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Altunkaya, bankacılık sektöründe yaklaşık 8 bin kişinin, perakendede ise 3 bin kişinin işine son verildiğini açıkladı”.

Rakamlarla işsizlik:


Aylar bazında işsizlerin sayısı ve oranı
2007
Sayısı
Oranı
Ağustos
2.232
9,2
Eylül
2.253
9,3
Ekim
2.302
9,7
Kasım
2.350
10,1
Aralık
2.436
10,6
2008


Ocak
2.567
11,3
Şubat
2.642
11,6
Mart
2.496
10,7
Nisan
2.293
9,6
Mayıs
2.164
8,9
Haziran
2.237
9,0
Temmuz
2.353
9,4
Ağustos
2.439
9,8













Resmi verilere gör işsizlik oranları böyle. Ama bu verilerin güvenilir bir yanı yok. Türkiye koşullarında görünmeyen işsizlerin “resmi” işsizlerden daha çok; birkaç misli çok olduğu bilinen bir gerçektir.
İşsizlik ve ekonomik büyüme bağlamında burjuva basının, özellikle de liberal çevrelerin üzerinde durdukları temel sorunlardan birisi de, ekonomide büyümenin istihdama yansımamasıdır. Ekonomide büyümenin istihdama neden yansımadığı veya yansıması gerektiği oranda yansımadığı, burjuvazi tarafından da doğru tespit edilmektedir: Modern teknolojinin üretimde kullanılması, verimliliğin artması. Rekabet gücünü kaybetmek istemeyen her sermaye, kaçınılmaz olarak istihdama (değişken sermaye yatırımına=işgücüne) değil, sabit sermaye yatırımına önem vermek zorundadır. Sermaye, rekabet edebilmek için organik bileşimini yükseltmek zorundadır. Sermayenin organik bileşiminin yükselmesi, işsizlik üretir; işçilerin sokağa atılmaları anlamına gelir. Bu nedenle günümüz kapitalizmi koşullarında ekonomik büyümenin doğrudan istihdama yansımasını beklemek saflık olur. Burada söylenmesi gereken şudur:

Birincisi: Kapitalist sistem işsizlik sorununu asla ve asla çözemez. İşsizlik kapitalist sistemin sorunudur; onun temel çelişkilerinin bir yansımasıdır ve ancak ve ancak bu sistemin yıkılmasıyla bu sorunu da ortadan kalkmış olur.

İkincisi: Bugünkü ulaşılmış teknolojik gelişmeyle karşılaştırdığımızda geçen yüzyılın ‘20’li yıllarına kadar olan dönemde kapitalizmin gelişmesine, üretimin artmasına şu veya bu şekilde paralel olarak işsizlerin sayısında da belli bir azalma oluyordu. Öyle ki bazı dönemlerde kapitalizm, “sanayi yedek ordusu” oluşturmakta güçlük çekiyordu. Böylece işsizlik sorunu çözülmüş olmuyordu, sadece bugün olduğu gibi bir kronikleşmiş kitlesel işsizlik söz konusu değildi.

Demek ki ekonomik büyüme, işsizliğe çare değildir. 2001 krizi sonrası dönem -ekonomide büyüme oranlarının yüksek olduğu dönem bunu gösteriyor:
2001’de ekonomi % 9,4 oranında mutlak küçülüyor; yani büyüme % 9,4 oranında geriliyor.
2002’de ekonomi yüzde 7,9 oranında mutlak büyüyor.
2003’de ekonomi yüzde 5,9 oranında mutlak büyüyor.
2004’de ekonomi yüzde 9,9 oranında mutlak büyüyor vs.

Aynı dönemde verimlilik sürekli artıyor:
2001’de verimlilik yüzde 13 olanında artıyor.
2002’de verimlilik yaklaşık yüzde 25 oranında artıyor.
2003’te verimlilik yaklaşık yüzde 34 oranında artıyor.
2004’te verimlilik yaklaşık yüzde 45 oranında artıyor vs.
(Endeks olarak: 2001=113; 2002=125; 2003=134 ve 2004=145).

Aynı yıllarda işsizlik oranındaki gelişme:
2000’de işsizlik oranı yüzde 6,6,
2001’de işsizlik oranı yüzde 8,5,
2002’de işsizlik oranı yüzde 10,3,
2003’te işsizlik oranı yüzde 10,8 ve
2004’te işsizlik oranı yüzde 10,7 oranlarında gerçekleşiyor vs.

Öyle ki 2003 ve 2004'te ekonomide ve verimlilikte yüksek artışa rağmen aynı yıllarda işsizlik oranı da yüzde 10,8'e ve yüzde 10,7'ye çıkıyor. Gerçek işsizliği ne derece yansıttıklarından bağımsız olarak bu veriler şunu gösteriyor: 2002’den bu yana ekonomi yüzde 7,9; 5,9 ve 9,9 oranlarında büyüyor, ama işsizlik oranı da keza aynı yıllarda yüzde 10,3; 10,8 ve 10,7 oranlarında gerçekleşiyor. Yani ekonomik büyümenin istihdama katkısı belirleyici değil. Buna rağmen Türkiye’de kapitalistlerin karı artıyor.
Verimliliğin artması; sömürünün yoğunlaştırılması kapitaliste kar olarak yansıyor.
Kapitalizm, sürekli rekabet, sürekli kar, sürekli azami kar ve bundan dolayı da sürekli baskı, sürekli sömürünün yoğunlaştırılması ve dolayısıyla sürekli işsizlik demektir.

7-Dış ticaret:
2000'den 2007'ye ihracat 27,8 milyar dolardan 107,3 milyar dolara çıkarak yaklaşık 3,9 misli, aynı dönemde ithalat da 54,5 milyar dolardan 170 milyar dolara çıkarak 3,1 misli artıyor. Verilen dönemde ihracat ithalata nazaran daha hızlı artıyor: İhracatın artış hızı yüzde 286 ve ithalatın artış hızı da yaklaşık yüzde 212. Ocak-Eylül 2007-Ocak-Eylül 2008 arasında da aynı eğilim görülüyor. Dış ticaret hacmi de 2000’den 2007'ye 82,3 milyar dolardan 2007'de 277,3 milyar dolara çıkarak yaklaşık yüzde 237 oranında artıyor. Dış ticaretin hacminde ihracatın payı 2000’de yüzde 34'ten 2007'de yüzde 28,7'ye çıkıyor.

İhracatın GSMH'daki payı 2000’de yüzde 13,9'dan 2006'da yüzde 21,4'e ve ithalatın payı da aynı dönemde yüzde 27,3'ten yüzde 34,9'a çıkıyor. Burada bizi ilgilendiren bu noktadır: İhracatın ekonomide oynadığı rol. Ekonomi genel olarak dış ticaret vasıtasıyla dünya ekonomisinden etkilenir. Kapitalizmde, hele hele günümüz kapitalizminde bu kaçınılmazdır. Bu etkilenme bir ekonominin fazla üretim krizine girmesine de neden olabilir. Veya fazla üretim krizini tetikleyen neden veya nedenlerden birisi olabilir. Türk ekonomisinde patlak veren şimdiki ekonomik krizin iki temel nedeninden birisi ihracatta sorunların çıkmasıdır. İkinci neden ise iç talep yetersizliğidir. Burada ihracatta sorun, doğrudan ihraç edememektir. Şu veya bu nedenden dolayı değil, Türkiye'den ithal eden ülkelerin artık ithal etmemelerinden veya ithalatlarının hacmini küçültmelerinden dolayıdır. Bunu yapmak için ithal eden ülkelerin de ekonomik krizde olmaları gerekir. Böylece, bir ülkenin ihracatında önemli yeri olan ülkelerin ekonomik krizde olmaları, ihraç eden ülkenin ekonomisinde de krizin patlak vermesine neden olabilmektedir. Türkiye ihracatının yüzde 67’sini Avrupa ülkelerine yapıyor. Afrika'nın Türkiye'nin ihracatındaki payı ancak yüzde 5. Kuzey Amerika'nın ve Asya'nın payı da ancak bu kadar. Ortadoğu'nun payı ise yüzde 14. Açık ki esas ağırlık Avrupa ülkeleriyle ihracattadır. Avrupa ülkeleri ekonomik krizde olduğu için, Türk ekonomisini öncelikle Türkiye ile ithalatları üzerinden etkilemekteler. Bu etkileme bu gün, iç talep yetersizliğinin yanı sıra ekonomik krizin patlak vermesinin temel nedenidir.

8-Yabancı sermaye hareketi bakımından:

UNCTAD'ın "2007 Dünya Yatırım Raporu“na göre, Türkiye 2006 yılında en çok uluslararası doğrudan yatırım çeken ülkeler sıralamasında 2005 yılına göre 7 basamak yükseliyor ve 16. sıraya geliyor.

Bu tespit burjuvazi açısından büyük bir övünç kaynağı olmuştur. Daha düne kadar yabancı sermaye çekmek için “takla üstüne takla atan” Türkiye şimdi yabancı sermaye cenneti olmuş oluyor! Aslında durum hiç de öyle değil. Türkiye’ye gelen yabancı sermaye miktarı, dünya çapında ihraç edilen yabancı sermaye toplamı içinde devede kulak kalıyor.

Dünya çapında doğrudan yatırım amaçlı sermaye miktarı toplamı 2006 itibariyle 1,3 trilyon dolardı. Bu sermayeden aslan payını ABD ve İngiltere aldı. Türkiye’nin bu türden toplam sermayedeki payı ancak yüzde 1,5 idi (20,1 milyar dolar). 70 milyar dolar çeken Çin’in payı ise yüzde 18 idi.


Yıllara Göre Doğrudan Yabancı Sermaye (DYS) Girişi (Milyon Dolar)
Yıllar
Toplam DYS girişi
2000
982
2001
3 352
2002
1 137
2003
1 752
2004
2 883
2005
9 801
2006
20 125
Toplam
40 032
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı

1984-2000 arasında Türkiye’ye giren doğrudan yabancı sermaye miktarı 10,2 milyar dolardan 2001-2006 arasında 39 milyar dolara çıkmıştı.
1980-2002 arasında, yani 23 yılda gelen yabancı sermaye miktarı toplamı 18 milyar dolardı. Bu miktarın yıllık ortalaması yaklaşık 783 milyon dolar eder. Sadece 2003-2008 (Haziran sonu itibariyle) arasında, 5 sene içinde gelen doğrudan yabancı sermaye miktarı toplamı 64,5 milyar dolardı. Bu 5,5 yıllık dönemde yıllık ortalama da 11,7 milyar dolar eder. Burjuvazinin övünç kaynağı da bu miktar. Türkiye, tarihinde ilk defa bu dönemde bu boyutlarda doğrudan yabanı sermaye çekebildi ve bu miktarlarla da büyüyen cari açığının önemli bir bölümünü finanse etti. Dünya banka ve kredi krizi arkasından patlak veren ekonomik kriz, kaçınılmaz olarak yabancı sermaye kaynaklarını kurutmasa da azaltacaktır. Nitekim 2007 'nin ilk yarısında gelen doğrudan yabancı sermaye miktarı 12,5 milyar dolarda kaldı. 2008'in ilk yarısında gelen doğrudan yabancı sermaye miktarı ise 7,6 milyar dolarda kaldı. Yani yüzde 39,2 oranında azaldı. 2008'in ilk 9 ayında, Ocak-Eylül döneminde giren net doğrudan yabancı yatırım miktarı 2007'inin aynı dönemine göre yüzde 28 azalarak 12,3 milyar dolarda kaldı.

2007’deki yaklaşık 38 milyar dolar olan cari açığın finansmanında doğrudan yabancı sermayenin payı yüzde 58 oranındaydı, yani 22,2 milyar dolardı. 2008'de ise cari açığın 50 milyar doları aşacağı tahmin ediliyor. Geleceği tahmin edilen doğrudan yabancı sermaye miktarının ise en çok 15 milyar dolar olacağı hükümet tarafından dillendiriliyor. Bu durumda 2008'de cari açığın ancak yüzde 30'u doğrudan yabancı sermaye tarafından finanse edilecek demektir. Geriye kalan yüzde 70'lik açığın finanse edilmesi için açık ki “sıcak para” avına çıkılacak. Yani burjuvazi, cari açığı kapatmak için daha çok portföy yatırımı çekmeye çalışacak; bunun için faizleri yüksek tutacak ki “sıcak para” gelsin. Kim bilir daha nice garantiler verecek.
2008'in ilk 7 ayında giren doğrudan yabancı sermaye miktarı 7,5 milyar dolar. Portföy girişi 2,5 milyar dolar. 23,9 milyar dolarlık döviz kredisi de bulunmuş. Bunların toplamı 7,5+2,5+23,9= 33,9 milyar dolar eder. Bunu tahmini 50 milyar dolarlık cari açıktan çıkartırsak geriye 16,1 milyar dolarlık bir miktar kalır ki, burjuvazi bunu bir biçimde bulmak zorunda.

Aşağıdaki tablo ve grafikte 2002-2007 arasında gelen toplam yabancı sermaye türünü ve miktarındaki artışı görüyoruz. 2002'de 2007'ye portföy yatırımları 5 misli; doğrudan yatırımlar 4 misli; bankacılık kredileri 5 misli ve diğer krediler de 3 misli artmış. Şimdi sermaye 2007’den itibaren ters yöne, geldiği yöne akmaya başladı.


Gelen yabancı sermaye miktarı (milyar dolar)
Türü
2002
2007
Portföy yatırımı
24
121
Doğrudan yatırım
19
76
Bankacılık kredileri
7
37
Diğer krediler
30
91










Yabancı sermaye kaçmıyor, ama çıkıyor:
Yabancı sermayenin çıkış adımlarını nasıl hızlandırdığını kar transferlerinde görüyoruz: Kar transferi 2002'de 401; 2003'te 643; 2004'te 1043; 2005'te 1051; 2006'da 1168; 2007'de 2193 ve 2008'in ilk altı ayında da 1882 milyon dolardı. Kar transferi giderek artıyor ve 2008'in sadece ilk 6 ayında yapılan kar transferi 2007’de yapılan kar transferinin yüzde 86'sına eşit. Biraz ayrıntılaştırırsak:

Yabancı sermaye ve kar transferi:
Doğrudan yatırımlardan kar transferi:
2003: 643 milyon dolar.
2004:1,43 milyar dolar.
2005:1,51 milyar dolar.
2006:1,168 milyar dolar.
2007:1,905 milyar dolar.
Ocak-Nisan 2008: 910 milyon dolar. Bu dönemdeki kar transferi 2007'dekinin yaklaşık yüzde 48'ine eşit.
2003'ten bu yana toplam transfer: 6 milyar 805 milyon dolar.

Portföy yatırımlarından kar transferi:
2003: 3,259 milyar dolar.
2004: 3,974 milyar dolar.
2005: 4,379 milyar dolar.
2006: 4,650 milyar dolar.
2007: 5,740 milyar dolar.
Ocak-Nisan 2008: 1,732 milyar dolar.
Bu dönemdeki toplam transfer: 17 milyar 777 milyon dolar. Bu dönemdeki kar transferi 2007’dekinin yüzde 30'na eşit.
Doğrudan yatırımlarla birlikte toplam kar transfer: 24 milyar 582 milyon dolar.

Transfer edilen karın yüzde 72’si portföy yatırımlarından kaynaklanıyor. Portföy, borsa, devlet iç borçlanma senetleri (DİBS) gibi finansal araçlara yapılan yatırımlardır ve her an kaçma olanağı olan “sıcak para”yı oluşturur. Bu transferlerde doğrudan yatırımların payı ancak yüzde 18 idi.

Yıllara göre gelen “sıcak para” ve doğrudan yabancı sermaye miktarı (milyar dolar):
Yıllar
„Sıcak para“ türleri


Hisse senedi
DİBS
Mevduat
Toplam „sıcak para“
Doğrudan yabancı sermaye
2002
3,5
3,6
1,8
8,9
1,1
2003
8,7
5,2
3,0
16,9
1,8
2004
15,4
13,7
3,7
32,8
2,8
2005
33,8
20,4
3,9
58,2
10,0
2006
35,1
26,2
4,2
65,4
20,0
2007
70,3
31,8
5,0
107,1
22,0
2008
23,0
22,6
6,4
59,5
11,2



Bu tabloda türleri biçiminde „sıcak para“ ve doğrudan yabancı sermaye miktarının 2007'ye kadar sürekli arttığını ve sonrasında da azaldığını görüyoruz: Yani hangi biçimde olursa olsun gelen yabancı sermaye geri dönüyor ve yenisi daha az miktarda geliyor. Yabancı sermaye ve özellikle de „sıcak para“ türünden olanı henüz kaçmıyor ama giderek daha hızlı çıkmaya çalışıyor. Bu süreç ne zaman başladı?

Türkiye'de yabancı sermaye hareketinde Ocak-Nisan 2007-Ocak-Nisan 2008 arası değişim dönemi olmuştur. Farklı yabancı sermaye türleri bakımından bu dönemdeki gelişmelere bakalım:

2007'nin ve 2008'in Ocak-Nisan dönemini karşılaştırırsak değişim görebiliriz:
Doğrudan yabancı sermaye açısından:
Ocak-Nisan 2007’de fiilin giren miktar: 10 milyar 158 milyon dolar.
Ocak-Nisan 2008'deki fiilen giren miktar: 5 milyar 336 milyon dolar.

Ocak-Nisan 2007'den Ocak-Nisan 2008'e -10.158-5.3360=4 milyar 822 dolar, yani doğrudan yabancı sermaye girişi yüzde 47,47 oranında azalıyor.

Gayrimenkuller açısından:
Ocak-Nisan 2007'de yabancıların aldıkları gayrimenkul miktarı: 1 milyar 094 milyon dolar.
Ocak-Nisan 2008'de yabancıların aldıkları gayrimenkul miktarı: 916 milyon dolar.
Verilen dönemdeki değişim: Yüzde 16,3 oranında azalma.

Krediler bakımından:
Uluslararası sermayeli firmaların yabancı ortaklarından alarak kullandıkları kredi miktarı 208 milyon dolardan 51 milyon dolara düşer: Yüzde 75,5 oranında azalma.

Yurt içinde yerleşik kişilerin yurt dışında yaptıkları net yatırımlar 2007'nin ilk dört ayında net 1 milyar 335 milyon dolardan 2008 yılının aynı döneminde 684 milyon dolara düşer: Yüzde 48,7 oranında bir azalma.

Portföy yatırımları bakımından:
Ocak-Nisan 2007'de fiilen giren portföy miktarı: 7 milyar 6 milyon dolar.
Ocak-Nisan 2008'deki fiilen çıkan net portföy miktarı: 3 milyar 451 milyon dolar.
Değişim: Yüzde 54 azalma.

Türkiye, yabancı sermaye çekmek ve girişini sürekli kılarak ekonomi çarkını çevirebilmek için faizde dünya şampiyonluğunu elden bırakmıyor ve uzun vadeli borçlanmayla çark şimdilik dönüyor. Ama bunun böyle devam edeceğinin hiçbir garantisi yok. Bir gün gelir ve yüksek faiz de borç para bulmada önemli bir faktör olmaktan çıkar. Bu durumunda -yabancı sermaye için önemi olan bir siyasal kriz, dünya ekonomisinin içine yuvarlandığı bir fazla üretim krizinin derinleşmesi vb.- bu kaynak da kuruyabilir: Uluslararası mali ve ekonomik konjonktür ve iç siyasi-ekonomik istikrarsızlık, yabancı sermaye girişini daha da yavaşlatabilir, hatta hızla tamamen çıkışını tetikleyen bir durumla da karşı karşıya kalabiliriz. İşte o zaman Türk ekonomisi bir borç kriziyle (açığı ödeyememe ve para bulamama) karşı karşıya kalabilir.

Burada üzerinde durulması gereken sorun, yabancı sermaye akışının durup durmayacağıdır.
2000-2001 arasında yeni sömürgelere akan yıllık net yabancı sermaye miktarı 200 milyar dolardan biraz fazlaydı. Bu akış 2002'den sonra hızlandı ve 2005'te 520 milyar, 2006'da 570 milyar ve 2007'de de 780 milyar dolara çıktı. Bu ülkeler adeta yabancı sermayeye boğuldular.

Ekonomik kriz döneminde bu sermaye akışı doğal olarak durur ve akış, çıkışa, duruma göre de kaçışa dönüşür. Yabancı sermayenin bu hareketi her ekonomik kriz döneminde yaşanır: Yabancı sermaye talan eder ve kaçar. Ne kadarının kaçacağı, ekonomik krizin şiddetine ve kapsamına bağlıdır. 2000-2004 dünya ekonomik krizi döneminde yeni sömürge ülkelere akan doğrudan yabancı yatırımlar, ekonomik krizin başladığı 2000 yılında 253,2 milyar dolardan 2001'de 217,8; 2002 yılında 155,5, 2003'de 166,3 ve ekonomik krizin son yılı 2004'de de 233,2 milyar dolara düşmüştü. 2000 yılı baz alınırsa bu türden sermayenin 2001'de yüzde 14'ü, 2002'de yüzde 38,5'i, 2003 yılında da yüzde 34'ü bu ülkelerden kaçmıştı.
Yeni sömürge ülkelere akan portföy yatırımlarının miktarı 2000 yılında 18 milyar dolardı. Bu ülkelerden çıkan veya kaçan bu türden sermaye (“sıcak para”) miktarı da 2001 yılında 71, 2002'de 79 ve 2003 yılında da 4 milyar dolardı. 2004'te ise bu türden giriş yapan sermaye miktarı 35 milyar dolardı. Demek ki, 2001, 2002 ve 2003 yıllarında sürekli çıkış olmuştur.
Banka kredileri ve başka türden sermaye akışındaki duruma: 1997-2001 arasında da bu türden sermaye yeni sömürge ülkelerden çıkmıştır. Kaçan bu türden sermaye miktarı 1997'de 60, 1998'de 136, 1999'da 170, 2000'de 111 ve 2001 yılında da 34 milyar dolardı. Giriş yapanın miktarı ise 2002'de 27, 2003'de 7 ve 2004'de de 12 milyar dolarda kalmıştı.
Sermaye tehlike kokusunu alırsa kaçar. Gelen sermayeye geri çıkıyor veya kaçıyor demek için krizin ve sermaye açısından riskin derecesi ve kapsamı belirleyicidir.
Yabancı sermaye açısından Türkiye bir istisna değildir. Türk ekonomisini kendisi açısından çekici bulduğu, kendine göre kar elde ettiği müddetçe kalır. Bu ortam ortadan kalkınca da, nasıl kalktığına bağlı olarak ya kaçar ya da çıkar. Şimdilik giderek daha az miktarda giriyor, karını giderek daha çok transfer ediyor, ama aynı zamanda da giderek hızlanan adımlarla çıkıyor.

9-Borç durumu açısından:
Borç da ekonominin seyrini etkileyen önemli bir faktördür. Hazine’nin Ekim başı itibariyle açıklandığı dış borç verilerine göre Türkiye’nin toplam borcu 226,3 milyar dolardır. Bu miktarın 41 milyar dolarlık kısmı kısa vadeli, 185,3 milyar dolarlık kısmı da orta ve uzun vadelidir. Kamu kesiminin dış borç stoku 72,4 milyar dolar, özel kesimin dış borç stoku 138,5 milyar dolar ve TCMB’nın dış borç stoku da15,5 milyar dolardır.


Dış Borç Miktarı (Milyar Dolar)
Yıllar
2002
2003
2004
2005
2006
Kamu
64,5
70,8
75,7
70,4
71,6
TCMB
22,0
24,4
21,4
15,4
15,7
Özel kesim
43,2
49,1
63,8
83,1
120,5
Toplam
129,7
144,3
160,9
168,9
207,8
GSMH
180,9
239,3
299,5
360,9
399,7
Borçların GSMH’ ya oranı
Kamu
35,7
29,6
25,3
19,5
17,9
TCMB
12,2
10,2
7,1
4,3
3,9
Özel kesim
23,9
20,5
21,3
23,0
30,1
Toplam
71,7
60,3
53,7
46,8
52,0

2002-2005 arasında kamu borçları azalıyor ve özel kesim borçları da 2002'de 43,2 milyar dolardan 2006’da 120,5 milyar dolara çıkıyor; yüzde 179 oranında artıyor. Aynı dönemde toplam dış borç stoku yüzde 60 oranında, kamu kesimi borç stoku ancak yüzde 11 oranında artıyor ve TCMB borç stoku da yüzde 28,6 oranında azalıyor. Bu verilere göre toplam dış borç stokunun artmasında esas sorumlu olan özel kesimdir.

Bu gelişmenin bir sonucu olarak toplam borçların GSMH’ya oranı 2002’den 2005’e sürekli düşmüştür. Ancak 2006’da dış borç stoku GSMH’nın yüzde 52’sine tekabül edecek kadar artmıştır.

Bu borç stoku Türkiye ekonomisinin seyrini tek başına olumsuz etkileyecek bir faktör değildir. Ancak başka faktörlerle birlikte ekonomide krizi tetikleyici bir rol oynayabilir.

Faizlerin yüksek olması, borç ve faizlerin ağır yükü, yüksek bütçe açığı (gündemde olduğunda), tasarrufların düşük olması iki olguyu gösterir:
a) Türkiye ekonomisi yabancı sermayeye bağımlıdır ve
b) Ulusal olanaklarla ekonomi, çarkını çevirecek yeterli sermaye birikimi yapamamaktadır. Birbirini tamamlayan bu iki nedenden dolayı, dünya pazarlarındaki en ufak bir dalgalanma Türkiye gibi ekonomileri doğrudan ve şiddetli olarak etkilemektedir.

Sonuç itibariyle:
1-Dünya mali krizi; banka ve kredi krizi Türk ekonomisini bir mali kriz boyutlarında etkileyememiştir.
2-Dünya fazla üretim krizi etkisini Türk ekonomisinde fazla üretim krizinin patlak vermesine neden olacak derecede etkilemiştir.
3-Bu krizin doğrudan iki nedeni vardır:
a)Kredi sorunu ve
b) İç talep yetersizliği. Bu iki nedenin birlikte etkide bulunmasının sonucu fazla üretim krizi olmuştur.

Kriz döneminde sınıf mücadelesinin sorunları ayrı bir yazının konusudur.