deneme

23 Mayıs 2010 Pazar

“BÜYÜK PATLAMA” TEORİSİ VE İDEALİZM


 
30 Mart 2010'da Avrupa Nükleer Araştırma Konseyi (CERN) laboratuvarında dünyanın en büyük deneyi gerçekleştirildi. Yerin 100 metre altından 27 kilometre uzunluğundaki bir tünelde protonlar neredeyse ışık hızı kadar hızlandırılmış olarak karşı yönlerden gönderilerek çarpıştırıldı. Bu çarpıştırmada doğan enerjinin maddenin şimdiye kadar bilinmeyen hallerini veya bilinmeyen parçacıkları ortaya çıkartacağı söylenmektedir. 

Çok sayıda devletin 6 milyar İsviçre frank harcayarak gerçekleştirdiği bu proje dünya çapında yoğun bir tartışmaya neden olmuştur. Sansasyon medyası akla gelebilen en sıradan önyargıları kışkırtmıştır. Hristiyanlık ve Müslüman aleminden; bilim düşmanlığıyla bildiğimiz dini çevrelerden „sakın ha“ sesleri yükselmiştir. Kara delikler oluşabilir ve bunlar giderek şişer, genişler ve insanlıkla birlikte bütün dünyayı yutar! Bu kıyamet günü tellallarının verdiği mesaj şundan ibarettir: Hükmedenler neyi „tanrının ihsanı“ olarak açıklamışlarsa halimize şükrederek onunla yetinmeliyiz, öyle araştırıcı gözle meselenin esasını sorgulamaya kalkışmamalıyız. Belki de „tanrının bir parçacığı“ bulunabilir. Proje bir "büyük patlama makinesi“ olabilir.! Bu konuda bir kısım dogmalar böyle ifadelendiriliyor.
...
Peki "büyük patlama" teorisi neyi savunuyor? Evren, maddenin süper yoğunlaşmış, olağanüstü enerji yüklü halinden doğmuştur ve bu madde de hiç yoktan var olmuştur. Argüman böyle.

Sorun bununla sınırlı kalmıyor. Öyle ki, aydınlanmış burjuva bilim adamları arasında da söz konusu bu projeyle bağlam içinde akıl almaz mistizm (gizemcilik) yayılmıştır. Bu baylara göre CERN'deki projeyle yapay bir "büyük patlama" gerçekleştirilecek ve bu patlama da dünyanın başlangıç halini göstermiş olacak. Gerçekten de bazı bilim adamları için bu proje bu nedenle gerçek motivasyon kaynağı olmuştur.
...
Yeni bir durumla karşı karşıya değiliz; böyle bir patlama hayaleti 1930'lu yıllardan beri burjuva dünya görüşü damgasını taşıyan doğa biliminde yerini almıştır.

"Büyük patlama" teorisi gerçekçi değildir, irrealdir ve pratik gözlemlere ve kavrayışa/idrake değil, soyut biçimsel bir yapılandırmaya dayanmaktadır. Bilim, mikro ve makro evrende daha çok pratik gözlemler ve kavrayışlar elde ettikçe "büyük patlama" teorisini sahiplenmek zorlaşmakta ve anlamsız açıklama örnekleri çoğalmaktadır.
...
CERN'deki deneyler aslında geriye, dünyanın, maddenin geçmişine değil, tam tersine geleceğe bir bakıştır.

Bu deneyler geçmişi değil, geleceği okumamıza, anlamamıza büyük katkı sağlayacaktır. Bu deneyler, şimdiye kadar elde edilen bilgilerle ancak teorik olarak öngörülebilen, uzayın derinliklerinde, aktif galaksilerin çekirdeklerinde var olabileceği düşünülen maddenin çeşitli hallerini bulma olanağı sunmaktadır. Yani bu deneylerle makro uzayda yeni en küçük parçacıklar, yapılar keşfedilebilir.
Sonuçta, birkaç sene içinde CERN'de elde edilen bilimsel veriler, diyalektik materyalist dünya görüşünün doğrulayacaktır.
Bu dünya görüşüne göre bütün dünya, bütün evren, sonsuz hareket eden ve yüksek ölçüde gelişmekte olan maddedir.
Dünyayı hareket ettiren doğaüstü bir güç değildir; tersine; en küçüğünden en büyüğüne kadar sonsuz sistemlerden oluşan bu maddi hareket, sürekli yaratıcı bir dönüşüm ve gelişme içindedir.
...
Her dünyalının anlayabileceği bilgi seviyesinde bazı iddiaları ve gerçekleri bu panele sığdıracak çerçevede ele alabiliriz.

"Büyük patlama" olmamıştır, ama ebedi var olan evrende sürekli büyük-küçük patlamalar olmaktadır. Bu patlamalar olmaksızın uzay olamaz; uzay, bu patlamalarla var olmaktadır.

Bütün evrenin hiç yoktan var olduğunun ifadesi olan "büyük patlama" teorisi modern yaratıcılığın bir hikayesidir. "Büyük patlama" teorisi ilkin Belçikalı bir papaz, Abbé Georges Lemaître tarafından oluşturulmuş ve hesaplanmış olması da bir tesadüf değildir. Bu teoriye göre bizim güneş sistemimizden uzaklık ne kadar büyük olursa, sistemlerin bizden uzaklaşması da o kadar hızlı olur. "Büyük patlama" teorisyenlerinin nasıl bir çözümsüzlük yumağı içinde boğulup kaldıklarını Hubble-uzay teleskobu gibi modern teknik, bilime sunduğu yeni verilerle ve resimlerle göstermektedir.

Aklıma şu sorular geliyor:
Birinci soru:
Nasıl olur da hiç yoktan, bir an içinde, saniyenin bilmem kaç milyarlık bir bölümü içinde uzay gibi bir devasalık/sonsuzluk ortaya çıkabilir? "Büyük patlama" teorisi bu soruya cevap vermiyor. Nasıl versin ki. Bu, fiziğin bütün ilkeleri ve yasalarıyla, özellikle de enerjiyi koruma yasasıyla çelişkilidir.

İkinci soru:
Neden dünya aynı şekildedir; aynı şekle sahiptir? "Büyük patlama" teorisi bu soruya da cevap vermiyor. Patlamanın başlangıcında dağılımdaki her tesadüfi düzensizliğin zaman içinde devasa boyutlarda güçlenmiş olması gerekir. Bu durumda dünyanın, olağanüstü büyüklükteki kütle-maddeden oluşması ve bu maddelerin de devasa „kara deliklere“ dönüşmüş olması gerekir. Burada „kozmik enflasyon“ teorisi de işe yaramıyor. Çünkü bu teori fiziğin bütün formüllerine göre mutlak imkansızıdır: Çünkü hiçbir kütle, hiçbir zaman bırakalım milyarlarca defa aşmasını, ışık hızına ulaşamaz.

Üçüncü soru:
Patlama hızı, uzaklaştıkça neden artıyor? "Büyük patlama" teorisi bu soruya da cevap vermiyor. Sıradan bir dünyalının bildiği, her patlamada etrafa dağılan parçaların hızı giderek yavaşlar. Ama "büyük patlama"da bunun tam da tersi söz konusu oluyor: Bir parça (bir galaksi) patlama yerinden uzaklaştıkça hızı artıyor. Peki bu enerji nereden alınıyor?

Dördüncü soru:
En yaşlı yıldızlar, neden uzaydan daha yaşlılar? "Büyük patlama" teorisi bu soruya da cevap vermiyor. Galaksilerin etrafında yer alan yıldız kümelerinde 15 milyar seneden daha yaşlı olan yıldızlar var; yani bütün uzaydan daha yaşlı; "büyük patlama"dan daha yaşlı. "Büyük patlama"dan önce hiçbir şey yoksa bu yıldızlar nereden çıktı?

Beşinci soru:
Şayet bütün evren sadece bir ilk atomdan meydana geliyorsa, bu ilk atom nereden meydana geliyor? “Büyük patlama” teorisi bu soruya da cevap veremiyor.

"Büyük patlama" efsanesi olmaksızın uzayın görünümü nasıl olur? En azından iç açıcıdır; ebediyen var olan bir dünya; sonsuz sayıda uzaylar; açıklamak zorunda olduğumuz bir başlangıcın olmaması, korkacağımız bir sonun da olmaması. Uzayın her tarafından fışkıran yaşam. orta çağ filozofu Giordano Bruno da bu düşüncedeydi. Kilisenin ona ne yaptığını biliyorsunuz: Diri diri yaktı.
...
Dünyanın başlangıcı yoktur; modern astronominin sunduğu bütün veriler, "büyük patlama" teorisine karşı olan, onu çürüten verilerdir.

Bu teoriye göre evren 13 milyar sene önce tahayyül edilemeyecek derecede küçük bir noktacıktan ibaretti. "Büyük patlama"dan sonra da sürekli genişlemektedir. Bu teorinin formüle edilmesi için ön koşul, homojen ve izotrop (bütün yönlerde aynı) bir uzaydır. Ama uzay, homojen ve izotrop değil. Uzayda galaksi yapıları, galaksi kümeleri, “büyük duvar”lar görüyoruz. 12 miyar ışık yılından daha uzaklarda bir galaksi kümesinin bulunması bu teoriyi çürütmeye yetiyor da artıyor bile. Bu teori astronomi verileriyle çelişki içindedir.
...
1930'lu yıllarda "büyük patlama" teorisi oluşturulduğunda uzaydaki gelişmeler üzerine gerçekler çok az biliniyordu. Yıldızların bir yaşam sürecinden geçtikleri, çekirdek erimesinin enerji kaynağı olarak belirleyici bir rol oynadığı bilinmiyordu. Çok çeşitli galaksilerden ve değişim süreçlerinden hiç bahsetmiyoruz. Kuasarlar, pulzarlar, kara delikler de bilinmiyordu, ama bütün bu bilinmezliklere rağmen bütün uzay üzerine her şeye muktedirliği ifade eden bir teori oluşturuluyordu. 

"Büyük patlama" dogması, bilimsel gözlemlerin ve araştırmaların sonuçlarına dayanmamaktadır, dini bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Bu dogmayı bilimsel olarak çürütmeye çalışmanın da bir anlamı yoktur, çünkü o bilime değil, doğa üstü bir güce inanca dayanmaktadır. Doğa üstü güce inancın modern bir yaratıcı hikayesine ihtiyacı vardı, bu da Belçikalı papazın "büyük patlama" buluşu oldu.
...
Sadece bir "büyük patlama" yoktur, uzayda büyük-küçük her boyutta patlama süreklidir. Supernovada yıldızlar yok olmakta ve yenileri doğmakta. Uzayda sürekli yok olma ve yeniden oluşma söz konusudur.
...
Hangi nedenden dolayı olursa olsun "büyük patlama" teorisini kabul eden, doğrudur diyen, kaçınılmaz olarak bütün maddi dünyanın başlangıçta tekliğini kabul etmiş olur. Burada teklik, "büyük patlama"nın gerçekleştiği o devasa küçük noktadır. Yani var olan bir noktadır ve bütün uzay bu noktanın patlamasıyla oluşmuştur. Tabii bunun böyle olduğunu kabul eden kaçınılmaz olarak fiziğin temel yasalarını geçersiz sayarak madde ve hareket üzerine ve zaman ve mekan üzerine materyalist-diyalektik dünya görüşünü soru götürür hale getirmektedir.
“Büyük duvar” ve "büyük patlama" teorisi:
Kasım 1989'da iki Amerikan astronomu, Geller ve Huchra, uzayda oldukça büyük bir yapı keşfettiklerini açıklarlar. Yani uzunluğu 500 milyon ışık yılı ve genişliği de 200 milyon ışık yılı olan bir yapı: Bu da en küçük ölçüdür, çünkü bu yapının boyutları, uzayın araştırılan kısmını aşmaktadır. Bu yapıya “büyük duvar” adını verirler.

Durumu şöyle de özetleyebiliriz: „Büyük duvar“ın kanıtlanmasıyla da "büyük patlama" teorisinin koşulları çökmüştür, iflas etmiştir. Bu teori homojen ve izotrop bir uzayın varlığını kabul ediyor. Ama uzay gözlemleri tam bunun tersini gösteriyor. Teori çürütülmesine rağmen, savunuluyor. Bu sefer de computer modellerine dayanılarak oluşturulan sözüm ona “soğuk kara madde” ile durum kurtarılmaya çalışılıyor. Ama IRSA-satalit görüntüleri bunu da çürütmüştür.

İdealizmin çaresizliği ve diyalektik materyalizmin zaferi
Uzayda bir patlama yerine sonsuz gelişme, sonsuz çeşitlilik görüyoruz. Yıldızların, galaksilerin gelişmesi, uzayda gelişim süreçlerinin oldukça zengin bir fotoğrafını sunuyor bize.

"Büyük patlama" öğretisinin aksine uzayda galaksilerin ve galaksi gruplarının sürekli yeni oluşum ve yok oluş sürecini görmekteyiz. Bu sistemlerin her birinin kendine özgü gelişme yasaları vardır. Güneş sisteminin, yıldızların oluşum ve gelişim yasaları nispeten bilinmektedir. Galaksiler için aynı şey söylenemez, ama onların da sürekli oluşum ve yok oluş içinde olduklarından şüphe yoktur.

Nasıl ki uzay sonsuzsa, ihtiva ettiği görüngüler ve yeni biçimler de sonsuzdur. Aynı şekilde insanın kavrama süreci de sonsuzdur.
...
Olacak gibi değil ama tam da "büyük patlama" teorisini reddedenler için „statik, değişmeyen bir uzay“ savunuculuğu yapıyorlar deniyor. Buna karşın "büyük patlama" teorisi „dinamik“ bir uzayı savunuyormuş. Tam tersi söz konusu değil mi?

Dünya ebedi maddeseldir, ebedi hareket içindedir. Dünyanın mutlak hareketi, değişimden başka bir şey değildir. Bu gelişim diyalektik bir süreçtir:

Sürekli yeni oluşum ve yok oluş (inkarın inkarı) içinde sürekli yeni biçimler doğar, dönüşümler yaşanır (niceliğin niteliğe dönüşmesi) ve iç çelişkilerin gelişmesiyle (zıtların birliği ve mücadelesi) sonsuz süreçler içinde sürekli ve daha ileriye doğru gelişmeler olur.

Böyle bir dünyayı soyut bir modele indirgemek, teorinin ne denli zavallı olduğunu gösterir. Bu, idealist bir soyutlamadır.
Diyalektik materyalist yöntem şunu diyor:

Doğa, kendi içinde var olan nesnel yasalara göre hareket eder. Hareketin nedeni doğanın kendisindedir, içindedir, dışında aranmaz. Onu harekete geçiren bir dış güç; doğaüstü bir güç yoktur.

İdealist yöntem şunu der:
Dünya dıştan bir vuruşa göre hareket etmektedir. Dış müdahale teolojidir, ilahiyattır. Buna göre en üstün varlık; doğa üstü güç, her şeyi yaratmıştır ve her şey onun yarattığı gibi kalmıştır.

Bu teori neyi yasaklıyor ve insanlığın önünde duran görev nedir?
Sorunun bir de felsefi yönü vardır. Felsefenin temel sorunu idealizm ve materyalizmdir. Burada söz konusu olan iki dünya görüşüdür; dünya görüşünün temel sorunu ise düşünce ile var oluş, tin ile doğa arasındaki ilişkidir.

Burada sürekli sorulan, felsefede iki ana akımın doğmasına neden olan ve biz konumuz açısından doğrudan ilgilendiren soru şudur:

İlk öce var olan neydi?
Madde mi, doğa mı? Yoksa bilinç mi, tin mi?
Madde mi, doğa mı bilinci, tini belirler, yoksa bilinç mi, maddeyi, doğayı belirler?

Bu soruya verilen cevaba göre filozoflar ve dolayısıyla da bilim adamları ve bilim iki ana akıma bölünmüştür:

Önce madde vardı, madde, doğa bilinci belirler diyenlere materyalist, tersini savunanlara; önce bilinç, tin vardı, bilinç maddeyi, doğayı belirler diyenlere de idealist denir.

İdealistler gibi hareket ederek bilinç, tin maddi yaşamı belirler; birincildir dersek, insanlığı köleliğe mahkum etmiş oluruz:
Bu durumda yaşanmakta olan ekonomik krizi, sosyal sefaleti, savaşları, işsizliği, baskıyı toplumun ekonomik yapısında, insanların maddi yaşam koşullarında,
toplumdaki üretim ve mülkiyet ilişkilerinde aramamamız gerekir. Bütün bunları tinsel yaşamda, insanların hatalarında, ahlaki değerlerde aramamız gerekir. Böyle bir yaklaşım toplumsal sorunların çözümüne değil, nasılsa öyle kalması için dondurulmasına hizmet eder.

Bu kaderciliktir. “Alın yazımız” böyleymiş anlayışının kabulüdür.
Her şeyi ilahi güç belirlediği için hak ve hukuk arayışının anlamsızlığını vaaz eden anlayıştır.
Bu anlayış, bu felsefe, işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürü sistemine, kapitalizme kölece bağımlı kalmasını istiyor. Toplumsal gelişmeyi politikacıların niyetine indirgiyor.

Hareket olmaksızın madde olmaz. Madde, hareketten kopartılamaz: hareket, maddenin ebedi var oluş biçimidir. Buna göre hareket gibi madde de ebedidir, yok edilemez ve yaratılamaz.

Ama "büyük patlama"“ teorisi, idealizm, bunun böyle olmadığı üzerine kurulmuştur. Bu teori madde ve hareketin ebediyen var olduğunu, yok edilemeyeceğini ve yaratılamayacağını reddediyor.

İdealizm, hareketin nicel ve nitel yok edilemeyeceğini reddederken, bu teoriyle harekete bir başlangıç veriyor. Bu başlangıcı da doğa üstü bir güce havale ediyor; yani doğa ve toplum doğa üstü bir gücün ürünüdür diyor.

"Büyük patlama"“ teorisi zaman ve mekanı reddeden bir teoridir. Mekan, hareket eden maddenin nesnel bir varoluş biçimidir. Mekan olmaksızın madde de olmaz, hareket de olmaz. Evet, evet „ilk vuruş“ da olmaz.

Maddenin hareketi sadece mekan içinde gerçekleşmez.
Bunun olabilmesi için zaman da gereklidir. Madde ancak zaman içinde var olabilir. Maddenin hareketinin zamansal olarak ne kadar sürdüğü, öznel değildir, kişinin durduğu yere göre belirlenmez. Zamanın ne kadar olduğu nesneldir, kişinin algılamasından bağımsızdır.
Mekan gibi zaman da hareket eden maddenin nesnel varoluş biçimidir.

Hareket eden maddenin var oluş biçimleri olarak mekan ve zaman birbirinden farklıdır; aynı anda ortak ve farklı özellikleri vardır. Nesnel olmak, bilince, tine, insanların algılamasına bağımlı olmamak ortak nesnel özelliğidir.
Madde ebedi var olduğu için zaman ve mekan da ebedi vardır. Zaman ve mekan sınırsızdır, sonsuzdur.

Ama "büyük patlama" teorisi mekan ve zamanı sonlu yapıyor; adı üstünde zaman ve mekanı "büyük patlama" ile başlatıyor.

Zaman ve mekanın sonsuzluğunun reddedilmesi, idealizmin savunulması demektir.
Gerçekten de zaman sonluysa, madde veya dünya ebedi var olmuyorsa, dünyanın var olmadığı bir zamanın olması gerekir; yani bir başlangıcın olması gerekir. Yani dünya zaman dışında var olan doğa üstü bir güç tarafından yaratılmış olmalıdır. "Büyük patlama"“ tam da böyle bir düşüncenin ürünüdür.

İdealistlere göre uzayın tamamı olağanüstü küçük bir nokta olarak yoğunlaşmıştı, yani bir en eski atom olarak.

İşte bu atom, belli bir zamanda aniden genişlemeye başlamıştır ve bu genişleme; uzayın genişlemesi hala devam etmektedir. Bu genişleme ile zaman ve mekan da oluşmuş oluyor.

Peki daha önce ne vardı? Bilinmiyor. İdealizme gör bu atom doğaüstü bir güç tarafından yaratılmış ve patlatılmıştır.
Uzay, bu idealizme, bu teoriye yer kalmayacak derecede madde ile doludur.

Bu teori doğadaki ve toplumdaki gelişmeleri yorumlamamızı yasaklıyor, kaderciliği, doğa üstü güce inancı vaaz ediyor.
...
Toplumsal ilerlemeyi, tolum içinde sınıfların birbiriyle ilişkisini, bu ilişkinin karakterini açığa çıkartarak ve ona göre hareket etmemizin önünü açan yöntemi yasaklıyor.
...
Bu teori sömürülenlerin sömürünün kaynağını görmelerini engellemeye hizmet ediyor; işçi-patron, emek-sermaye ilişkisini değiştirilemez ilişki olarak görüyor. Bu nedenle de toplumun değişmesinde sınıf mücadelesinin belirleyici rolünü inkar ediyor.
...
Modern doğa biliminde iki yön:
Toplumsal düzenleri, toplumların gelişmesini, doğadan ve gelişiminden, bağımsız olarak ele alamayız. Doğa ve toplum bir biçimde iç içedir. İnsanların düşüncesi gerçekliğin bir yansımasıdır. Bunun istisnası yoktur. Maddesel dünyaya bakış ve yorumu yaşanmakta olan toplumsal düzenin bir yansımasıdır;
İdealist dünya köle sahiplerinin köleler üzerindeki; feodal beylerin bağımlı köylüler üzerindeki ve burjuvazinin de işçiler üzerindeki hakimiyetini ele verir.

"Büyük patlama" teorisi emperyalist dünyanın, idealizmin aynasıdır...
Ama burjuvazi de çürütülmüş bu teorisinin savunulmasının giderek daha da imkansız olduğunu biliyor.
Günümüzde veya kapitalizm koşullarında toplumun işçi sınıfı ve burjuvazi olarak iki ana sınıfa ayrışmış olduğu gibi bilim adamları da iki ana kola ayrışmıştır. Bir taraftan burjuvazinin çıkarlarını savunmayı meslek edinmiş olanlar; toplumsal gelişmeleri ve doğayı burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına göre yorumlayanlar ve diğer taraftan da işçi sınıfının yanında yer alanlar; onunla bütünleşenler, doğa ve toplumda gelişmeleri nesnel yasalarına göre açıklayanlar ve sonuç çıkartanlar.
Diyalektik materyalizm işçi sınıfının bilimidir. Diyalektik materyalizm dünyanın yorumlanması için sadece bir yöntem değildir. O, aynı zamanda dünyanın devrimci değişimi için bir kılavuzdur.

Feuerbach Üzerine Tezler’inde Marks, “Şimdiye kadar filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindiler, oysa sorun onu değiştirmektir“ der. Öyleyse insanlığın sorunu değişmemezliği, kaderciliği öngören, değişimden yana olanları; bu zulüm, sömürü ve baskı rejimini yıkarak özgür, sömürüsüz, baskısız bir düzeni, sosyalizmi kurmak için mücadele eden sınıfı, işçi sınıfını ne bu teori ne de doğaüstü güç yolundan alıkoyacaktır.

Bu topraklar Suphileri, Nejatları, Nazımları yetiştirdi. Bu topraklarda zifiri karanlığa karşı mücadele edenler, Bruno gibi diri diri yakılmasalar da fidan yaşında idam edilenler hiç eksik olmadı.

"Büyük patlama" teorisine, genel anlamda idealizme karşı mücadele bu topraklarda da karanlığa karşı mücadele olarak sürecektir.