6.
makale
“ÇATALLAŞAN”
MARKSİZM - “ÇAKMA” MARKSİZM (II)
(Anadolu
coğrafyasında Post-Marksizm savunuculuğu)
(Sıkça sorulan sorular)
Revizyonizmin ve
tasfiyeciliğin belki de en temel savı, “bütün
değerlerin yeniden değerlendirilmesi”dir. Bütün değerler yeniden
değerlendirilmeye başlanınca işin sonunun nereye varacağı pek kestirilemez.
Herkes bütün değerleri kendine göre yeniden değerlendirmeye başlar. Revizyonizm, Post-Marksizmin ve tasfiyeciliğin
amacı da budur. Amaç, ideolojide, teoride ve örgütsellikte bütünselliği,
sistematikliği kırmak ve yerine çoğulculuğu getirmektir. Post-Marksizm için her
insanın kendini Marksist görmesi, Marksist olmak için yeterlidir.
Marksizm-Leninizmin temel ilkeleri, yöntemi üzerine oldukça farklı konumlarda
olmak o kadar önemli değildir. Bu ancak Marksizmin “çatalları”nı,
“mezhepleri”ni ve nihayetinde de “tarikatları”nı ilgilendirir. Nihayetinde
insanlar sizin için “şu tür-bu tür” Marksist der; sıfat “şu tür-bu tür”
olabilir. Sonuçta bir biçimde Marksistsiniz. Esas olan da budur.
Sınıflı toplumda,
somutta da burjuva toplumda komünistler ve komünist partisi burjuva
ideolojisinden etkilenmez diye bir kural yoktur. Etkilenme sürekli olur ve ona
karşı mücadele de sürekli olmalıdır. Bir yenilgi dönemi, sınıf mücadelesinde başarısızlıklar, yanlış
tespitler ve pratik sonuçları kaçınılmaz olarak bir kısım unsurda kafa
karışıklığına neden olabilir ve belli bir zaman sonra bu kafa karışıklığı
karşımıza “değişim, “dönüşüm”, “yeni gelişmeler” olarak çıkar. Böylece “bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi”
somutlaştırılmış olur. Değişimi , dönüşümü, yeni gelişmeleri, yani bütün
değerlerin yeniden değerlendirilmesini
somutlaştıralım derseniz karşınıza şu veya bu konuda birtakım
hatalar çıkmaz. Önünüze partinizi
ve sizi komünist yapan değerler konur
ve tartışmaya açılır. Tasfiyeciliğin ve Post-Marksizmin “bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi”nden anladığı budur.
Sınıf partisi gündeme getirilir; doğrudan getirilmese de işçi sınıfının rolü
küçümsenerek, başka sosyal tabakaların rolü abartılarak, örneğin, çokluk veya
ezilenler adı altında gündeme getirilir. Böylece komünist partisinin sınıf
partisi olup olmadığı tartışılır hale getirilir, işçilerin yanı sıra ezilenler
de böyle bir partinin üyesi olmalıdır konusu işlenir. Kapitalizmde eşitsiz
gelişme yasası ve onun doğrudan bir sonucu olan tek ülkede devrim ve
sosyalizmin inşası tartışma konusu olur. Bu da yetmez ve kendine Marksistim
diyen herkes Marksist kabul edildiği için çok sayıda komünist partisinin
varlığı kanıksatılır; çok sayıda Marksizmler, Marksizm olarak kabul edilir.
Sonra bu kadar Marksizm varsa, bunun bir nedeni olmalıdır denir ve neden
aranır. Bulunur da. Batı-Marksizminin bulduğu neden “Sovyet Marksizmi”dir; yani
Marksizm-Leninizmdir. Bu kadar Marksizmin doğmasına neden olan
Marksizm-Leninizmdir nedir. Tasfiyecilik ve Post-Marksizm buna sarılır. Böylece
“yapısal kriz” veya “Marksizmin yapısal krizi” doğmuş olur. “Yapısal kriz”in
olduğu yerde tabii ki, çatallarına, mezheplerine, tarikatlarına ayrılmış
Marksizm söz konusu olacaktır. Batı Marksizminin hortlatması olan “yapısal
kriz”in anlamı budur. “Bütün değerlerin
yeniden değerlendirilmesi” ile
“yapısal kriz” ve “çatallaşmış”,
“mezhepçi Marksizm” arasındaki diyalektik bağ böylece kurulmuş olur. Bu
bağın kurulmaması için tasfiyeciler yaman demagoji yaparlar. Ama sorunu anlamak
isteyen bu bağı kurmak zorundadır. Tasfiyeciliğin tarihi ve tecrübesi bunun
böyle olduğunu göstermektedir.
Sonuçta sıra “Bütün
değerlerin yeniden değerlendirilmesi” süreci içinde bütün değerlerimizi
yeniden değerlendirmemize neden olacak kadar önemli olan değişime, dönüşüme,
yeni gelişmelere gelir. Burada “atış serbest”tir. İnsanı “zıvanadan çıkartacak”
demagojilere baş vurabilirsiniz. Yeni diye 60-100 sene öncesinde dillendirilen
görüşleri piyasaya sürebilirsiniz.
Hatta “karşı cephe”den
görülenlerden, örneğin Troçki'den ve onun yolunda gidenlerden ödünç görüşler
alabilirsiniz. Hiç sıkılmadan, hesabını vermeden artık eskimiş olarak gördüğün değerlerine
saldırabilirsin. Neler denmezsin ki? Sovyet Marksizmi ulusalcıdır, orada
sosyalizm inşa edilmemiştir, Stalin diyalektik materyalizmi dondurmuştur vs.
vs.
Ama soruna biraz ayrıntılı baktığınızda böylesi savları öne
sürenlerin dertlerinin hiç de Sovyet
Marksizminin “ulusalcı”lığı, sosyalizm
inşası, Stalin vb. olmadığını
görürsünüz. Değişim talep edenlerin değişmiş olduğunu, sorunlara bakışta nitel
farkların olduğunu görürsünüz.
Esas amacın varlık
nedenimize saldırı olduğunu görürsünüz.
Bu anlamda
“çatallanan Marksizm”in veya “Mezhepçi Marksizm”in veya “ezilenlerin
Marksizmi”nin 20. ve şimdi de 21.
yüzyılın Marksizm’i olan Marksizm-Leninizm’i mahkum etmek, tasfiye etmek için
ortaya atılmış olduğunu görürsünüz.
Adını ne korsanız
koyun, bütün bu “Marksizm” türlerinin (“çatallanan Marksizm”, “Mezhepçi
Marksizm”, “ezilenlerin Marksizmi”) ortak adı Post-Marksizmdir.
Batı-Marksizmi, Post-Marksizm “kökenimize dönelim” diyor
Kökenimize dönelim, yani Marks'a ve
Engels'e, ama esasen doğrudan Marks'a dönelim denince, kökenimizden çıktıktan
sonra katettiğimiz yol sürecinde birtakım yanlışların olduğunu; bizi kökenimize
dönmeye yönlendirecek derecede ağır hataların olduğunu kabul etmiş oluyoruz.
Batı-Marksizmi bu nedenden dolayı oluşmadı
mı? Marks ve Engels'ten sonra Lenin geliyor. Batı-Marksizmi Lenin'e, Stalin'e
ve Sovyetler Birliği olgusuna, eleştiri adı altında saldırı sonucunda oluşmadı mı?
Batı-Marksizmi başlangıca dönelim
deyince bundan kendine görev çıkartanlar olmuştur; bunun adı, durumdan vazife çıkarmaktır.
Yani, “ah…bizi ayıranlar!” diye başlayıp aklının yettiği oranda ve
çoğu kez de yönlendirmeyle Marksizm-Leninizm hakkında akıl almaz teoriler
üretebilirsin.
Ne söylenebilir
konusunda birkaç örnek vermek istiyorum. Batı-Marksizminin ve Troçkistlerin
yaptığı gibi, SSCB'de sosyalizmin inşasına saldırabilirsiniz ve
Marksizm-Leninizmin ürettiği kavramların, örneğin SSCB'nde sosyalizmin inşa
sürecinde üretilen kavramların, sosyalizmin inşasının, sosyalist demokrasinin
uygulanışının, Sovyet devletinin gelişmesinin, SSCB'nde ücret sorununun ele
alınışının vb. reddedilmesini talep edebilirsiniz. 1917-1953 döneminde doğada
ve toplumda gelişmeler, Marksist teori tarafından incelenmiş ve anlaşılması
için kavramlaştırılmıştır. Teorinin pratikte sınanması, uygulanması, yeni
gerçeklikleri açığa çıkartmıştır. Bunların hepsi yeni kavramlarla ifade
edilmiştir. Öyle ki, Marksist-Leninist politik ekonomi (daha ziyade sosyalist
üretim biçiminin politik ekonomisi) gerçek anlamda bu dönemde gelişmiştir,
yasaları bu dönemde uygulama içinde keşfedilmiştir. Bütün bunları
Batı-Marksizmi ve Troçkist cephanelikten alınan çürük silahlarla yok etmeye
çalışabilirsiniz. Ama yapılması gereken neydi sorusuna vereceğiniz cevap
yoktur. Çünkü size kaynaklık eden Batı-Marksizmi ve Troçkizmin vereceği bir
cevap yok. Onlarda yoksa sizde de yok!
Batı-Marksizmi,
Post-Marksizm, Althusser, TP, tüm tasfiyeciler vs. kökenlerimize dönmemizi öneriyorlar! Başa
dönmemiz öneriliyor! Bu yöntem çok bilinen bir yöntemdir. İşin içinden
çıkamayanlar, gerçek niyetini doğrudan açıklayamayanlar veya mevcut olan her
şeyi revizyona tabi tutmak isteyenler, yenilik adına reformizmi kabul ettirmeye
çalışanlar, ideolojik, teorik ve örgütsel alanda tasfiyeciliğe yeltenenler hep
bu yöntemi kullanırlar. Aslımıza, çıkış noktamıza, kökenlerimize dönelim!
Oradan başlayarak bugüne kadar gelen süreci adım adım ele alalım, nerede ne
gibi hatalar yaptığımızı tespit edelim!
Sonra Marks ve
Engels’ten günümüze doğru gelirken “yol
üzerinde” Marks’ın tarif ettiği proletaryanın yok olduğu; bundan dolayı da
devrime gerek kalmadığı, proletaryanın yerini çalışanların, “çokluğun”, “ezilenler”in aldığı;
Leninist parti anlayışının artık geçersiz olduğu; Ekim Devriminin uluslararası
bir karakterinin olmadığı; Stalin’in hata üstüne hatalar yaptığı; dolayısıyla
onun döneminde SB’nde sosyalizmin inşasından öğrenilecek bir yanın olmadığı;
1956-1991 döneminin “reel sosyalizm” dönemi olduğu; Leninist emperyalizm
analizlerinin artık geçerli olmadığı; “küreselleşme”nin yeni bir dönem olduğu
tespitleri yapılır.
Bu tespitleri
yapanlar, “bütün değerleri yeniden
değerlendirenler”dir. “Bütün
değerleri yeniden değerlendirme” adına geriye hiçbir şey bırakmayanlardır.
Bunların en çok sevdikleri kavramlardan biri de “yeniden yapılanma”dır. “Bütün
değerleri yeniden değerlendireceğiz”; “yeniden
yapılanacağız”! “Bütün değerleri
yeniden değerlendirmek”; “yeniden yapılanmak”, Marksizm-Leninizmi
reddetmekle aynı anlama gelmektedir. Marksizm-Leninizmi reddetmek de bütün gerçekliği ve
kavramlarıyla birlikte 1917-1953 veya 1956 dönemini reddetmek anlamına gelir.
Ne türden bir
uzlaşmacılıkla, ne türden bir “kökenimize dönüş”le; ne türden bir ideolojik,
teorik ve örgütsel tasfiyecilikle karşı karşıya olduğumuzu şu anlayışlarda da görmekteyiz:
1948'de Yugoslavya
uluslararası sosyalist hareket tecrit edilmesi yanlıştır. Yugoslavya uluslararası komünist hareketten
atılmamalıydı, Tito revizyonizmi, Tito ihaneti mahkum edilmemeliydi deniyor.
1950-1990
arasındaki bölünmeler/parçalanmalar sosyalist hareket içindeki bölünmeler,
parçalanmalar mıdır; ‘60’lı yıllarda bazı ülkeler arasında söz konusu olan
çelişkiler, sosyalist ülkeler arasındaki çelişkiler midir, yoksa ideolojik
mücadeleler ve ayrılıklar, sosyalist ülkeler arasındaki çıkar farklılıklarının ve çıkar çatışmalarının yansımaları ve
görüngüleri midir soruları tasfiyeci cüretsizliğin açık ifadesidir. Her tarafta
karşılaşabileceğiniz bu türden soruların mantığı şunu göstermektedir: Sovyet revizyonizmi
bağlamında emperyalizmle uzlaşabilirsin, meta üretiminin etki alanını
genişleterek komünizme geçmeyi savunabilirsin, devrim yerine parlamenter
mücadeleyi koyabilirsin, dünya proletaryasının ve proleter enternasyonalizmin
çıkarlarını revizyonist SB çıkarlarına tabi kılabilirsin. Hatta Çekoslovakya ve
Afganistan gibi ülkeleri işgal edebilirsin, ama her şeye rağmen; bütün bunlara
rağmen 1917-1953 dönemi ile 1956’dan sonraki dönem arasında nitelik farkı
yoktur diyebilirsin! Sovyet revizyonizmi de bir tür tasfiyeciliktir. Revizyonist olunmaksızın –nasıl oluyorsa!-
revizyonizmin yolunda giden tasyiyecilerde nerede durduklarını ifade edecek
cüret olmadığından dolayı söz konusu iki dönem arasındaki nitelik farkını
dillendiremezler.
Çin’de demokratik
devrim gerçekleştirilmiştir. Sonra ÇKP ve Mao Zedong, sosyalizme geçiyoruz
dedikleri için Çin, otomatikman sosyalist olmuştur. Üretim araçlarının
karakteri, üretimin karakteri; sosyalizme geçip geçmemenin koşullarının olup
olmadığı pek önemli değildir. Önemli olan, ÇKP ve Mao Zedong “Marksizm-Leninizm”den
bahsettikleri için Çin sosyalisttir ve revizyonist SB ile arasında çelişki
vardır. Arnavutluk, gerçekten sosyalist olabilir, sosyalizmi inşa etmek için
mücadele etmiş olabilir, ama SB ve Çin’e karşı mücadelesinin ideolojik bir
mücadele olduğu şüphe götürür!
Böylelikle '60'lı,
'70'li yıllarda “oluşan merkezler” arasındaki sorun, “çıkar” sorununa, birtakım
anlaşmazlıklara indirgeniyor, ama ideolojik sorunların da olabileceği geri
plana itiliyor. Yani bu merkezler arasındaki “bölünmeler/parçalanmalar” siyasi
bir soruna ve “önderliklere” indirgendiği ve bugün bu
“bölünmelerin/parçalanmaların” maddi koşulları kalmadığı için yeniden bir araya
gelme davetiyesi çıkartılıyor.
Brüksel'de her yıl
düzenlenen “komünist” partileri toplantılarında da aynı anlayış
savunulmaktadır. Orada şöyle deniyor:
"Enternasyonal komünist
hareketin birliğini oluşturmak için Brüksel Deklarasyonu”nda (2-4 Mayıs 1995) … "Marksist-leninist
partiler arasındaki daha önceki bölünmüşlük aşılabilir".
Bu anlayışlara göre
ayrılıkların “politik”tir, ideolojik, teorik değildir; ayrılık koşulları
ortadan kalkmıştır ve birleşmenin zemini oluşmuştur. Bu anlayışı da en çıplak
biçimde TP savunmaktadır.
TP ne diyordu? Bu
“düşman kardeşler” arasındaki farklılıkların ortadan kalktığından bahsediyordu:
“Troçki, Stalin, Mao, Enver Hoca
(gibi) figürlere dayanan tarihsel çizgilerin var olma nedeni ortadan
kalkıyor...
Bugün
dünyanın birçok ülkesinde, Troçki ve Stalin, Mao, E. Hoca geleneği ve birtakım
pro-Sovyet akım ve örgütler arasında, alışılmadık ilişkilerin yaşandığını ve
eski çizgisel ayrılıkların aşınmaya başladığını görüyoruz”
(Bütünsel
Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı).
Brüksel'de geleneksel olarak devam eden toplantılarda alınan kararlar,
TP'nin ve onun ideolojik etkisi altında yol alanların anlayışı tıpa tıp aynı.
Önemli olan, kimin kimi etkilediği, yönlendirdiği değil, önemli olan, görünüş
ne denli farklı olursa olsun bu çevrelerin Marksizm-Leninizme karşı aynı
Post-Marksist silahı kullanmalarıdır.
Kaç Marksizm var?
Bir Marksizm mi, yoksa çok sayıda Marksizm mi…?
Çok sayıda
Marksizme varabilmeniz için “sırat köprüsü”nden geçmeniz gerekir. Çok ayıda
Marksizmin yegane “nedeni”, bu anlamda “kaynağı”, Marksizm-Leninizmdir; tek
ülkede devrimi, tek ülkede sosyalizmin inşasını; “sosyalist ulusalcılığı”, ulusal “çıkar”ların esas alınmasını, proletaryanın genel çıkarları yerine
bölüklerinin çıkarlarının esas alınmasını, Sovyet devletinin gelişmesini,
Stalin'i, tarihsel ve diyalektik materyalizmi vs. eleştirmeksizin;bu tarihi
mahkum etmeksizin; yani Stalin’in 20. yüzyılın Marksizm’i diye tanımladığı
Marksizm-Leninizmi tasfiyeye uğratmaksızın çok sayıda Marksizme varamazsınız.
Bu, kategorik olarak imkansızdır.
Marksizm-Leninizmin
reddinin sizi kaç Marksizme görüneceğinin hesabını yaptınız mı? Yapmadıysanız
beraber yapalım:
Kaç “adet” Marksizm
var, bunu bilmiyorum. Ama bazı tarihsel süreçlerin artık geri gelmeyecek
derecede geride kaldığını biliyorum. Lenin’in deyişiyle “Marksist öğreti(nin) hiç de hakim öğreti olmadığı, … sosyalizmin
oldukça çok sayıdaki fraksiyonlarından veya akımlarından sadece birisi” (Lenin; Karl Marks’ın Öğretisinin Tarihsel Geleceği, C.
18, s., 576). olduğu dönem artık geri gelmez veya hiçbir güç, Marksizmin
tarihini çok Marksizmli tarih yapamaz.
Post-Marksizme göre
birçok Marksizm var:
Sovyet Marksizmi
(Marksizm-Leninizm).
Çin Marksizmi.
Arnavutluk
Marksizmi.
Yugoslavya
Marksizmi.
Küba Marksizmi.
Kuzey Kore
Marksizmi.
Muhtemelen Vietnam
ve Laos Marksizmi de vardır.
Venezuela
Marksizminde de bahsedilirse şaşmam.
Tabii bu kadar
Marksizm, bu kadar “çatallanma”, bu kadar “mezhep”, çok sayıda “tarikatlar”ın
oluşmasına da neden olacaktır. Daha önceki bir makalede bahsettiğimiz için
isterseniz onları saymayalım.
Ama önce TP'nin görüşünü hatırlayalım: “Tarihsel okulların
fukara çeperlerine sıkıştırılmış Marksizm anlayışı zayıflıyor, o halde ona son
ve kesin darbeyi vurmaya hazırlanmak gerekiyor. Okullar arasında, onyıllar
boyunca küllenmiş bir kavram olarak kuluçkaya terk edilen ve artık gerçeklik
kazanacak olan "genel olarak Marksizm alanı"nda cereyan edecek ateşli
bir etkileşim...sürecinin, tarihsel Marksist okulların sınır çizgilerinin
silinmeye başladığı bir sürecin başlarında; çelişkileri ve çeşitlilikleriyle
bütünleştirici bir Marksizm anlayışının dünyasal egemenliğini ilan edeceği bir
dönemin öngünündeyiz” (“Taslak”).
Brüksel’de toplanan bir kısım “komünist” parti, "Marksist-leninist
partiler arasındaki daha önceki bölünmüşlük aşılabilir" diyordu.
"Enternasyonal komünist hareketin birliğini oluşturmak için
Brüksel Deklarasyonu”nda (2-4 Mayıs 1995) … "Marksist-leninist
partiler arasındaki daha önceki bölünmüşlük aşılabilir" ara başlığı
altında özet olarak şöyle deniyor:
1956'dan sonra uluslararası komünist hareket esas itibariyle revizyonist
politikadan dolayı bölünmüştür. Daha sonra antirevizyonist hareket "ultra sol eğilimlerin etkisiyle" bölünmüştür. "Pro-Sovyetik", "Pro-Çin",
"Pro-Arnavutluk", "Pro-Küba" gibi çizgiler doğmuştur. "Marksizm-Leninizm’in devrimci
ilkelerine sarılan bütün partiler şimdiki durumda eski bölünmüşlükleri aşmanın
ve birleşmenin gerekliliğini hissediyorlar."
"Bugün bu bölünmüşlüğü
aşmanın ve uzun zamandan beri Pro-Sovyetlik, Pro-Çin, Pro-Arnavutluk, Pro-Küba
ve bağımsızlar olarak parçalanmış olan Marksist-leninist partileri yeniden
birleştirmenin olasılığı vardır".
TP de şu anlayışta: “Artık, Stalin'le başlayan geleneklerden
çıkan dinamikler,...Troçki ile başlayan geleneklerden çıkan dinamikler
... bütünsel anlamda sorunsallarını ortaklaştırma ve özgül varlıklarına son
verme aşamasına gelmiş bulunuyorlar.
Bugün dünyanın birçok ülkesinde,
Troçki ve Stalin, Mao, E. Hoca geleneği ve birtakım pro-Sovyet akım ve örgütler
arasında, alışılmadık ilişkilerin yaşandığını ve eski çizgisel ayrılıkların
aşınmaya başladığını görüyoruz ...
okullu niteliklerini aşmış yeni şekillenmeler ve çekirdekler
filizleniyor.
Güney Amerika'da, Avrupa'da, Afrika
ve Asya'nın bazı ülkelerinde, eski SB toprakları ve Doğu Avrupa'da farklı
okullara mensup politik örgütler arasında, görülmedik ilişkiler yaşanıyor ya da
yeni ortaya çıkan birtakım politik örgütlenmelerin, tarihsel çizgiler
çerçevesinde tanımlanması mümkün olamıyor.
Avrupa, Afrika ve Asya'nın
bazı ülkelerinde eski Hocacı, Maocu ve Troçkist örgütler arasında organik
birleşmeler kaydediliyor” (“Taslak”).
“Ezilenci Marksizm”
anlayışına göre de durum şöyle:
1948'de Yugoslavya uluslararası sosyalist hareket tecrit edilir.
'50-'90 süreci uluslararası sosyalist hareket bakımından bir
bölünmeler/parçalanmalar dönemi olarak yaşanır.
'60'lı, '70'li yıllarda belli başlı bir kaç uluslararası merkez oluşur.
Bu merkezlerin her biri, "gerçek marksizmi", "hakiki
sosyalizmi" ("bilimsel sosyalizmi",
"marksizm-leninizmi", "yaratıcı marksizmi" vb.)
kendilerinin temsil ettiği iddiasındadırlar. Tabi diğerleri
"sahte"dir. "Ideolojik mücadele" bu minvalde sürer gider…
Sosyalist ülkeler arasındaki
çelişkilerin '60'lı yıllarda çatışma ve parçalanma düzeyine varması
"ideolojik" ayrılıkların kaçınılmaz sonuçları mıdır? Yoksa
"ideolojik mücadeleler" ve ayrılıklar, sosyalist ülkeler arasındaki
"çıkar" farklılıklarının ve "çıkar" çatışmalarının
yansımaları ve görüngüleri midir? İdeolojik ayrılıkların da bir rolü olduğu
kabul edildiğinde (tabiki kabul edilmelidir), o halde ideolojik ayrılıklara kaynaklık
eden nesnel zemin, gerçek sorunlar nelerdir?”
Bu anlayışlara göre bir dönemde, daha doğrusu Marks ve Engels'ten
sonraki dönemde çok sayıda Marksizmlerin olması bir dönemin Marksizm kavrayışı
ve uygulamasının sonucudur. Bu dönem de Marksizmin, Marksizm-Leninizm olarak
tanımlanmaya başlamasından itibaren başlamıştır. Yukarıya aktardığımız
anlayışlardan da anlaşıldığı gibi bu dönem; çok sayıda Marksizme neden olan
dönem artık sonlanmaktadır, bu dönem aşılabilir ve onu aşmak için de
Marksizm-Leninizm mahkum edilmelidir.
Hangi açıdan bakarsanız bakın, ortada birbirinden farklı, oldukça
farklı, nitel farklı yapılar var. Birisi bu yapılara “okul” diyor, diğeri
“pro-Çin, “pro-Arnavutluk” vs. diyor, diğer biri ayrışma diyor. Her halükarda
farklı yapılar söz konusu. Bu anlayışta olanlara göre bu yapılar bir araya
getirilebilir ve böylece ”Marksizmin yapısal” krizi” de sonladırılır. Bu
yapıların bir araya getirilmesiyle “bütünleştirici Marksizm” gerçeklik olur!
Althusser
“üstat”ın yapısalcılığını hatırlayalım:
Yapısalcılık,
“sistemler“in tekil parçalarından oluşan iç bağlarını arar; olgulara durağan,
hareketsiz bir bakış açısıyla yaklaşır. Aradığı bağlar, ilişkiler görünür ve
tanımlanabilir olmalıdır. Yapısalcılık, bir bütünün özünü onu oluşturan tek tek
yapılardan -parçalarından ve bu parçaların bağlamlarından hareketle açıklamaya
çalışır. Bu bakış tarzı, yapısalcılığın biçimsel mantıkla bağını gösterir.
Yapısalcılık, bütünü onun tekil parçalarının, yapılarının, yüzeysel
bağlarının toplamı olarak anlar; bir bütünü, bir sistemi
parçalarının toplamı olarak görür; örneğin bir bütünlüklü sistem olarak
Marksizmi, parçalarının -bu durumda farklı Marksizmlerin- toplamı olarak
algılar. Bu durumda parçaların, yapıların ve basit bağlamların/ilişkilerin
özelliklerini belirleyen sistemin özellikleri, yapısalcı mantıkla kavranamaz,
anlaşılamaz. Yani yapısalcı mantık, nedenselliğin, dinamiğin veya sistemin iç
hareket eğilimlerinin anlaşılabilmesinin önünde engel olur; neden bu yapılar;
farklı Marksizmler oluşmuştur sorusuna cevap veremez, ama onları olduğu gibi
kabullenerek bir bütünsellik elde edilebileceğini ciddi ciddi savunur. Bunun
adı “bütünleştirici Marksizmdir”.
“Bütünleştirici Marksizm”
anlayışı bir Post-Marksist anlayıştır veya “bütünleştirici Marksizm”, Post-Marksizmdir.
“Çelişkileri ve çeşitlilikleriyle bütünleştirici bir Marksizm” (TP), herkesi olduğu gibi kabul eden,
ideolojide, teoride ve örgütsel anlamda aynılaşmayı öngörmeyen bir Marksizmdir.
Bu olsa olsa Althusser'in yapısalcılığından kaynaklanan bir Marksizm olabilir.
Althusser “üstat”ın
yöntemine göre (yapısalcılık) hareket ederek “Marksizmin krizi”ni aşmayı
somutlaştıralım:
Yukarıdaki
anlayışlara göre adı şu veya bu olan çok sayda Marksizm temsilcileri var.
Bunları gruplaştırırsak karşımıza aşağıdaki parti grupları veye Marksizm
grupları çıkar:
1-Moskova merkezli
partiler (revizyonist partiler).
2-Çin yanlısı
partiler (Maocu partiler).
3-Arnavutluk
yanlısı partiler (Ayrıca Enver Hocacı örgütler de var).
4-Yugoslavya
yanlısı partiler (Titocu partiler).
5-Küba yanlısı
partiler (varsa).
6-Kuzey Kore
yanlısı partiler (varsa).
7-Troçkist partiler
(çok sayıda “eğilim”).
Var mı bilmiyorum
ama varsa bunlara Vietnamcıları, Pol Potçuları, Laosçuları, Buharincileri,
Chavezcileri de katmak gerekir. Ayrıca Batı-Marksizminin farklı “okul”ları da
listeye eklenmelidir. İsterseniz İtalyan sol'una bir sorun; belki Bordigacılardan Otonomculara varana kadar
uzun bir liste elde edebilirsiniz.
Ciddiye alıp
almamızdan bağımsız olarak bunların her biri birer yapıdır. Her biri bir
biçimde Marksizme sahip çıkar.
“Bütünleştirici
Marksizm”in iddiası bu farklı yapıları, bütün
“çelişkileri
ve çeşitlilikleriyle” bir üst yapıda birleştirmektir. Bu gerçekleştiğinde “Marksizmin
krizi” de aşılmış, tarihe karışmış olacak.
Kolay gelsin!
“Bütünleştirici
Marksizm”, “yeniden yapılanma”yı ön koşul yapar; yani yeniden yapılanma
anlayışı ve isteği olmaksızın “bütünleştirici Marksizm” gerçekleşmez, bir hayal
olarak kalır. “Yeniden yapılanma” anlayışı da Post-Marksizmin “ezelden beri”
dillendirdiği temel taleplerden birisidir. “Yeniden yapılanma”, “Marksizmin
krizi” ile bağlam içinde ele alındığında bir anlam kazanır.
“Yeniden
yapılandırma”yla “Marksizmin krizi”nin aşılması için çok farklı
cephaneliklerden silahlar kullanılıyor. Örneğin “mezhepçi Marksizm” anlayışına
göre söz konusu krizin aşılması için tek ülkede devrim, tek ülkede sosyalizm
teorileri reddedilmeli; bu teori Marksizm’in, “düpedüz“ olmasa da dolaylı „reddedilişi“
olarak değerlendirilmelidir.
“Çatallaşan”
Marksizm veya “mezhepçi Marksizm”, bir tarihsel dönemin sosyalizm pratiğinde ve
uluslararası sosyalist hareketin ilişkilerinde yansıyan Marksizm kavrayışıdır”.
Bu Marksizmin, yani "mezhepçi
Marksizm"in kaynağı, “aşılmış
koşulların devrimci stratejisi olarak tek ülkede sosyalizm teorisidir”;
Bu Marksizm, “Sırtını aşılmış
koşulların devrimci stratejisi olarak tek ülkede sosyalizm teorisine dayayan
"sosyalist ulusçuluk"un marksizmle ilişkilenişidir”. Marksizmin düpe
düz reddedilişi değildir, ulus/devlet çıkarlarının savunusunu meşrulaştımanın
ve örtüp gizlemenin ideolojik aracına indirgenerek marksizmin bozulmasıdır.
Bu anlayışlar
Troçki'nin anlayışlarıdır. Onun SSCB'nde sosyalizmin inşasına bakışını
yansıtmaktadır. O cephanelikten alınan silahlar, “bütünleştirici Marksizm”in
gerçekleşmesinin önündeki engeli göstermek için Marksizm-Leninizme karşı
acımasızca kullanılmaktadır. Sorun SSCB'de sosyalizmin inşası veya nasıl inşa
edildiği, tek ülkede devrim vb. değil. Post-Marksist tasfiyeci anlayışa göre,
“Sovyet Marksizmi”, Marksizm-Leninizm olarak, Marksizme SSCB gerçekliğinden
hareketle birtakım teorik dayatmalarda bulunmuştur. Bunu somutlamak için de
Troçkist argümanlar kullanılıyor. Yani Marksizmi parçalarına bölen, krize
girmesine neden olan bu dayatmalardır, Sovyet pratiğinin genel geçerli
teorileştirilmesidir deniyor.
Böyle düşünenler
kapitalizmde eşitsiz gelişme yasası artık geçerli değildir demek istiyorlar.
Lenin, sosyalizmin tek ülkede zaferi sorununu ilk defa, 1915 yılında yazdığı "Avrupa Birleşik Devletleri Şiarı
Üzerine" makalesinde ele alır. Orada konuyla ilgili olarak şöyle
yazıyordu:
"Ekonomik ve siyasi gelişmenin eşitsizliği,
kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Buradan, sosyalizmin zaferinin önce az
sayıda kapitalist ülkede veya hatta tek başına bir ülkede mümkün olacağı sonucu
çıkar" (Lenin; C. 21, s. 345). Bu tespiti, bu
“mutlak yasa”yı reddetmek pek kolay değildir. Bu nedenle en kaba demagojilere,
en çürük silahlara sarılabiliyorlar. Bu yasayı Troçki de reddetmek için çok
uğraşmış, sonunda “eline yüzüne bulaştırmış”tır.
Revizyonist Blokun
dağılmasından sonra Post-Marksizmin en güçlü demagojilerinden biri de “aşılmış
koşullar” olmuştur. “Aşılmış koşular”ın içini istediğiniz gibi
doldurabilirsiniz. Bu konuda Post-Marksizmin getirdiği bir sınırlama veya “aşılmış
koşullar”dan şunu-bunu anlıyoruz diye bir anlayışı yok. Yukarıda da
gösterdiğimiz gibi, farklı Marksizmler, farklı olmalarına neden olan koşullar
artık yok olduğundan; yani farklılığa neden olan koşullar artık” aşılmış
koşullar” olduğu için bir üst yapıda bir araya gelebilirler.
Post-Marksizm,
“aşılmış koşullar” -aynı zamanda 20. yüzyılın koşulları- artık geride kaldı,
şimdi 21. yüzyıla girdik, bu yüzyılda ise değişik koşullar söz konusudur
diyerek 20. yüzyılda Marksizm-Leninizmin 21. yüzyılda da devam edemeyeceğini,
21. yüzyılın Marksizminden bahsedilmesi gerektiğini öne sürer. İsterseniz, 21. yüzyılı “yeni yapılanma”nın yüzyılı
olarak da görebilirsiniz.
20. yüzyıl ”aşılmış koşullar“ olarak görüldüğü için
Post-Marksizm, 21. yüzyılın sosyalizminin, “yeniden
yapılanma” temelinde şekillenebileceğini iddia ediyor. Post-Marksizmin bu
yazının konusuyla ilişkin olarak “aşılan koşullar”dan çıkardığı sonucu şöyle
özetleyebiliriz:
1-İşçi sınıfının
değil “ezilenler”in partisi olunmalıdır.
2-İşçi sınıfı
değil, onun yerine “ezilenler”in örgütlenmesi ve özne olarak ele alınması
gerekir.
3-İdeolojik kaynak
Marksizm, Marksizm-Leninizm değil, “ezilenlerin Marksizmi” olmalıdır.
4-Marksizmler artık
aynı çatı altında birleştirilebilir.
“Yapısal krizi”
şöyle de anlayabilirsiniz:
Bugün içerisinde
bulunduğumuz yapısal krizin kapsam ve içeriği, uluslararası komünist hareketin
daha önce yaşamış olduklarından çok daha yüklü bir dünya-tarihsel arka plana
sahiptir. Teorik, siyasal ve örgütsel bütünlüğü bakımından bu arka planın, Ekim
sosyalist devriminden günümüze, sosyalizmin ve sosyalizm mücadelelerinin 20.
yüzyıla ait deneyimini kapsayan bir tarihsel dönemi kucakladığı
unutulmamalıdır.
Önceki yazıları
okuyanlar, 'bunun Batı-Marksizminin, Althusser'in, TP'nin; bir bütün olarak
1970'lerden bu yana Post-Marksizmin söylediğinden farkı ne dir' diye
sorabilirler.
Sadece, bir farkın
olmadığını göstermek istemiştim.
Post-Marksizm, strateji, teori, örgütlenme vs. artık 21.
yüzyıl koşullarına uymamaktadır, “aşılmalı“dır,
yıkılmalıdır, reddedilmelidir diyor. Post-Marksizme göre 20. yüzyıl Marksizm’i; Marksizm-Leninizm
reddedilmelidir; tabii ”yeniden
yapılanma“ adı altında reddedilmelidir. Sonra ne olacak? 20.yüzyılın Marksizm’ini reddedince geriye
dönmemiz gerekiyor; ”Bilimsel sosyalizmin
ve marksizmin kurucuları Marks ve Engels“e dönmemiz gerekiyor.
Dönelim. Ama neden
geriye dönüyorsunuz diye sorarlar. Bu soruya da cevap vermek gerekir. Bu sorunun cevabı da 20. yüzyılın Marksizmi
olan Marksizm-Leninizmi lanetlemeksizin verilemez. Gerçekten de geriye dönen;
Marks'a ve Engels'e dönen her çevre, her figür bunun bir biçimde yapmıştır.
Buna da Batı-Marksizmi kaynaklık etmiştir.
Bir örnek verelim:
1-“Mezhepçi
Marksizm”le Marks ve Engels dönemi Marksizmi kastedilmiyor. Tersine, o döneme ait argümanlarla da “Sovyet
Marksizmi”; Marksizm-Leninizm “mezhepçi Marksizm” diye eleştiriliyor.
2-Geriye 20. yüzyıl
kalıyor. Post-Marksizmin (somutta da “mezhepçi Marksizm”in) sorunu 20. yüzyılın Marksizm’i ile, yani
Marksizm-Leninizm ile dir.
3-Post-Marksizm
(somutta da “mezhepçi Marksizm”),“Marksizmin
ve sosyalizmin dar, sekter, mezhepçi kavrayan
bir tanımını veren”
Lenin’i, Stalin’i; SBKP(B)’i; Komünist Enternasyonal’i ve bunlar gibi
düşünenleri lanetliyor. Lanetliyor, çünkü “mezhepçi Marksizm”i
şekillendirenler; 20. yüzyıl Marksizm’ini oluşturanlar, esasen bu güçlerdir;
yani Lenin’dir, Stalin’dir; SBKP(B)’i; Komünist Enternasyonal’dir.
Sınırlar böyle
çiziliyor. Ancak bunları göze aldıktan sonra Marks ve Engels'e ulaşılıyor!
Marksizm-Leninizmi mahkum etmeye ne tasfiyecilerin ne de burjuvazinin gücü
yetmiştir
“Mezhepçi
Marksizm”i mahkum etmek, Marksizm-Leninizmi mahkum etmekle eş anlamlıdır. Bu da
özümüze dönelim, başlangıç noktasına dönelim demekten “bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi” için mücadele
çağrısından başka bir anlam taşımaz. Bu almamda “yapısal kriz” ile “mezhepçi
Marksizm” arasında diyalektik bir bağ vardır. Çünkü “yapısal kriz” ile
“mezhepçi Marksizm” bir ve aynı madalyonun iki yüzüdür ve bu nedenden dolayı
“yapısal kriz” ve “mezhepçi Marksizm”in aşılması, Marksizm-Leninizmin aşılması
anlamına gelmektedir. Bu türden denemeler hiç de yeni değildir.
Bunun ne anlama
geldiğini kavramak için önce, Marksizm’in kendine yabancı ideolojilere karşı
mücadelesine bakalım. Lenin, bu mücadeleyi şöyle özetler:
“Burjuva
bilim ve felsefe,…Marksizm’i çürütülmüş ve yok edilmiş olarak açıklıyor;
sosyalizmi çürütmeyle kariyer yapan gevezeler, çok çeşitli küflenmiş
“sistemler”in sadık koruyucuları genç bilim adamları…,bunların hepsi aynı gayretle
Marks’ın üstüne çullanıyorlar. Marksizm’in gelişmesi, düşüncelerinin işçi
sınıfı içinde yaygınlaşması ve güçlenmesi, kaçınılmaz olarak, Marksizm’e karşı
böylesi burjuva saldırıların keskinleşmesine…neden olmaktadır. Ama o, resmi
bilim tarafından her “yok edilişi”nden devamlı daha güçlü, daha çelikleşmiş ve
daha canlı olarak çıkmaktadır.
İşçi
sınıfının mücadelesiyle bağlam içinde olan ve özellikle proletarya arasında
yayılmış olan öğretiler arasında Marksizm, hiç de bir anda kendini kabul
ettirmedi. Varlığının ilk 50 yılında (19. yüzyılın ‘40’lı yıllarından buyana)
Marksizm, kendine temelden düşman olan teorilere karşı mücadele etti.’40’lı
yılların ilk yarısında Marks ve Engels idealist felsefe görüşünde olan radikal
genç Hegelcilerle hesaplaştılar. ‘40’lı yılların sonunda ekonomi öğretileri
alanında mücadele –Prodonizme karşı mücadele- ön plana çıktı. ‘50’li yıllar bu
mücadelenin sonuçlanmasını oluşturuyordu…’60’lı yıllarda mücadele genel teori
alanından doğrudan işçi hareketine yakın alana kayıyordu: Bakunizmin
Enternasyonal’den kovulması…Marksizm, artık tartışma götürmez bir şekilde işçi
hareketi içindeki diğer bütün ideolojiler üzerine zafer kazanmıştı.
Geçen
yüzyılın ‘90’lı yıllarının eşiğinde bu zafer genel hatlarıyla
tamamlanmıştı…Marksizm, bir dereceye kadar iç bütünselliği olan kendine düşman
öğretileri püskürttüğünde bu öğretilerde ifadesini bulan eğilimler, başka
yollar aramaya başladılar. Mücadelenin biçimleri ve vesileleri değişmişti, ama
mücadelenin kendisi devam ediyordu. Ve Marksizm’in varlığının ikinci yarım
yüzyılı (geçen yüzyılın ‘90’lı yılları), Marksizm içinde Marksizm’e düşman bir
akıma karşı mücadele ile başladı.
O
zamanki Ortodoks Marksist Bernstein, yiğitlik taslayan Bernstein…bu akıma adını
verdi: Revizyonizm…
19.
yüzyılın sonunda revizyonizme karşı devrimci Marksizmin ideolojik mücadelesi,
dar kafalıların tüm yalpalamalarına ve zayıflıklarına karşın, davasının kesin
yengisine doğru yürüyen proletaryanın büyük devrim çarpışmalarında yalnız bir
ön basamak demekti” (Lenin;
C. 15, s., 19/20, 28. “Marksizm ve Revizyonizm” makalesinden).
Ortamı boş
bulduğunu sanarak “yiğitlik taslayan
Bernstein”, kötü ünlü “Ne anlama
gelirse gelsin nihai amaç benim için hiçbir şeydir, hareket her şeydir”
sözünün sahibidir. Onun revizyonizmi bu sözde en yoğun ifadesini bulur.
E. Bernstein’ı
Marksizm’i revizyona uğratma cüretini veren döneme kadar Marksizm’in hangi
akımlara karşı mücadeleden geçerek geliştiğini ve bütünlüklü bir bilim,
ideoloji olduğunu Lenin’in yukarıdaki sözlerinden anlıyoruz.
Başlangıçta
Marksizm, “… sosyalizmin oldukça çok
sayıdaki fraksiyonlarından veya akımlarından sadece birisiydi, hiç de hakim
öğreti” değildi (Lenin; Karl Marks’ın Öğretisinin Tarihsel Geleceği, C. 18,
s., 576. ) ve “İşçi sınıfının
mücadelesiyle bağlam içinde olan ve özellikle proletarya arasında yayılmış olan
öğretiler arasında Marksizm, hiç de bir anda kendini kabul ettirmedi”.
Marksizm, var olduğundan bu yana sürekli, “kendine
temelden düşman olan teorilere karşı mücadele” ederek gelişti. Marksizm,
sadece açıktan burjuva ideolojilere karşı mücadele içinde değil, aynı zamanda
işçi hareketi içindeki “kendine temelden
düşman teorilere karşı mücadele” ederek “tartışma götürmez bir şekilde işçi hareketi içindeki diğer bütün
ideolojiler üzerine zafer kazanmıştı”. Bu zaferi tartışılır yapmak isteyen,
Marksizmin diğer bütün ideolojiler üzerine zaferini gözden geçirmek isteyen;
yani revizyona tabi tutmak isteyen ilk cüretkar E. Bernstein’dan başkası
değildi.
Bernstein’a dersini
veren, dolayısıyla revizyonizmi mahkum ederek işçi hareketinde Marksizmin
giderek daha da güçlenmesi için mücadele eden Lenin’di.
Bernsteincılığa
karşı mücadele 20. yüzyılda uluslararası işçi ve komünist (o zamanki adıyla
sosyal demokrat) hareketi içinde Marksizm’e düşman ideolojilere karşı verilen
ilk kapsamlı mücadeleydi.
Bu mücadeleyi, I.
Dünya Savaşı öncesinde ve savaş döneminde Kautskiciliğe, sosyal şovenizme
karşı; II. Enternasyonal oportünizmine karşı mücadele izledi. Bu mücadele 20.
yüzyılda Marksizmin, uluslararası işçi hareketi ve komünist hareket içinde
kendine düşman ideolojilere karşı verdiği ikinci kapsamlı mücadeleydi.
Ekim Devrim
öncesinde ve sonrasında Troçki’ye karşı verilen mücadele, Marksizm-Leninizmin
uluslararası komünist ve işçi hareketi içinde kendine düşman ideolojilere karşı
üçüncü kapsamlı mücadeleyi oluşturur.
Bu mücadele
sürerken, Marksizm-Leninizmin, Kamenev ve Zinovyev’i bir kenara bırakırsak,
bugün de şu veya bu şekilde anılan Buharinciliğe karşı mücadelesi uluslararası
komünist ve işçi hareketi içindeki dördüncü kapsamlı mücadelesini oluşturur.
‘40’lı yılların baş revizyonist “kahramanı” E. R. Browder’di. II. Dünya
Savaşı sonrasının antikomünist “kahramanı” ise Tito’ydu. Browder
revizyonizminin (“reformist komünizm”) bir yansıması olan Tito revizyonizmi, karakteri
en erken kavranan revizyonizm olmuştur. Uluslararası komünist ve işçi hareketi içinde yerel
etkili olmuş ve geçen yüzyılın ‘40’lı yıllarının ikinci yarısında Kominform ve
SBKP(B) tarafından yürütülen mücadele ile mahkum edilmiştir. Tito revizyonizmine
karşı mücadele Marksizm-Leninizmin uluslararası işçi ve komünist hareket içindeki düşman ideolojilere karşı verdiği
beşinci kapsamlı mücadele olmuştur.
1956’dan sonra, XX. Kongreden sonra siyasi iktidarı gasp eden Kruşçev
modern revizyonizmine karşı verilen mücadele, Marksizm-Leninizmin uluslararası komünist ve işçi
hareketi içinde kendine düşman ideolojilere karşı altıncı kapsamlı mücadeleyi
oluşturur.
Geçen yüzyılın ‘70’li yıllarının ikinci yarısından itibaren –devam eden
“Avrupa komünizmi”ne ve Tito revizyonizmine karşı mücadelenin yanı sıra- Mao
revizyonizmine karşı verilen mücadele, uluslararası işçi ve komünist hareket içinde
Marksizm-Leninizme düşman ideolojilere karşı verilen yedinci kapsamlı mücadele
olmuştur.
Lenin, Marksizmin
başka ideolojilere ve akımlara karşı mücadele içinde geliştiğini ve
bütünselliğini oluşturduğunu ve bu bütünselliğini oluşturduktan sonra kendine
karşı mücadele içinde olan akımları nasıl değerlendirdiğini, bunların “Marksizm’in birer akımı” olarak
görülemeyeceğini sürekli vurgulamıştır.
“Mezhepçi Marksizm”
görünümünde Post-Marksizm, tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası, sosyalist ulusalcılık, yapısal kriz, ayrı kalmanın koşulları
artık yok vb. anlayışlarıyla saydığımız bütün bu mücadelelerden geçen
Marksizm-Leninizmi bu mücadelesinden dolayı mahkum etmeye çalışmaktadır. Çünkü
Post-Marksizme göre bunların hepsi uluslararası komünist hareket içinde yer
alan akımlardır, sosyalist akımlardır, uluslararası komünist hareketin
bileşenleridir. TP döne döne aynı anlayışı işlemiyor mu? Bu Marksizmler
arasında ideolojide ve teoride farklılık yoktur; bizi, birbirimizden ayıran
“kahrolası” önderlikler ve siyasi hulasadır; artık o önderlikler yok
olduklarına ve siyasi hulasa da tarihe karıştığına göre kucaklaşabiliriz
denmiyor mu? Kendine özgü kavramlarla TP bunu savunmuyor mu? Geriye doğru
gidecek olursak: Gorbaçov ile, Brejnev ile, Kruşçev ile, Tito ile, Mao ile,
Buharin ile –biraz cüret olsa Troçki ile de denecek-, K. J. Kautsky ile ve
nihayet Bernstein ile kucaklaşabiliriz denmiyor mu? Daha da gerilere gidersek
sırada F. Lassalle’ın, M. Bakunin ve P. J. Proudhon’un olduğunu görürüz.
“Mezhepçi Marksizm”
görünümünde Post-Marksizm, Marksizm-Leninizmden kopuşun ifadesidir. Bernstein
da böyle başlamıştı.
Eleştiri konusu olan Marksizm-Leninizmdir
Lenin, “Marksizm’in Tarihsel
Gelişmesinin Bazı Özellikleri” makalesinde şöyle der:
“Bizim öğretimiz —demiştir Engels, kendini ve ünlü
dostunu kastederek— bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur. Bu klasik tümce,
Marksizm’in çok sık gözden kaçırılan bu yönünü, dikkat çekici bir güç ve
anlatımla vurgulamaktadır. Ve bu yönü gözden kaçınırsak, Marksizm’i tek-yanlı,
çarpıtılmış ve cansız bir şeye döndürmüş oluruz; onu yaşam kanından yoksun
bırakmış oluruz; onun asıl teorik temellerini —diyalektiği, her şeyi kucaklayan
ve çelişkilerle dolu tarihsel gelişim öğretisini— altüst etmiş oluruz; tarihin
her yeni dönemeciyle değişebilen, dönemin belirli pratik görevleriyle olan
bağıntısını yıkmış oluruz…”
Marksizm, tam da, cansız bir dogma olmadığı, tamamlanmış,
hazır, değişmez bir öğreti olmadığı, eylemin canlı bir kılavuzu olduğu içindir
ki, toplumsal yaşam koşullarındaki şaşılacak kadar beklenmedik değişmeleri
yansıtmak zorundaydı. Bu değişme, derin parçalanmalar ve dağılmalarda,
yalpalamanın her biçiminde, kısaca, Marksizm’in çok ciddi bir iç krizinde
yansıyordu. Bu parçalanmaya karşı kararlı bir direnme, Marksizm’in temellerini ayakta tutmak uğruna
kararlı ve inatçı bir mücadele, yeniden gündem konusu olmuştu. Bir önceki
dönemde, amaçlarını formüle ederken Marksizm’den uzak duramayan sınıfların çok
geniş kesimleri, bu öğretiyi son derece tek-yanlı ve sakat bir biçimde
özümlemişlerdi. Belli "sloganları" ezberlemişler, verilecek
yanıtların Marksist ölçütlerini anlamaksızın,
taktik sorunlara, belli yanıtlar vermeyi öğrenmişlerdi. Toplumsal yaşamın
çeşitli alanlardaki "tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi"
Marksizm’in en soyut ve genel felsefi temellerinin bir "gözden
geçirilmesine" yol açtı. Değişik eğilimdeki burjuva felsefesinin etkisi,…
ezberlenmiş, ama anlaşılmamış" üzerinde düşünülmemiş
"sloganlar"ın yinelenmesi, boş lafebeliğinin yaygın bir biçimde hüküm
sürmesine yol açtı. Bunun pratik ifadesi,… kesenkes Marksist olmayan,
küçük-burjuva eğilimlerdi…”
“Bu krizin ortaya çıkardığı sorunlar bir yana itilemez.
Laf boğuntusuna getirip bunları baştan savma girişimlerinden daha tehlikeli ya
da daha ilkesizce bir şey olamaz. Krizin derinliğini ve buna karşı mücadelenin
zorunluluğunu kavramış bütün Marksistleri, Marksizm’in çeşitli "yol
arkadaşları" arasında burjuva etkisinin yayılmasıyla, tamamen karşıt
yönlerden çarpıtılmakta olan, Marksizm’in teorik dayanaklarının ve temel
önermelerinin savunulması yolunda birleştirmekten daha önemli bir şey yoktur.
İlk üç yıl, geniş kesimleri, şimdi artık birçok durumlarda
gerçekten de ciddi bir biçimde Marksizm’le ilk kez tanışmaya başlayan
kesimleri, toplum yaşamına bilinçli olarak katılma yolunda uyandırmıştır.
Burjuva basın, bu konuda önce olduğundan çok daha yanıltıcı fikirler yaratıyor
ve bunları çok daha geniş bir biçimde yayıyor. Bu koşullar altında Marksist
saflardaki dağılma özellikle tehlikelidir. Bu nedenle, şu sıralarda bu
dağılmanın kaçınılmazlığının nedenlerini anlamak, bu dağılmaya karşı tutarlı
bir mücadele için saflarını sıklaştırmak, terimin en doğrudan ve en kesin
anlamıyla, bugünün Marksistlerinin görevidir” (Lenin;
C. 17, s., 23, 26-28).
Lenin, “Marksizm’in krizi”ni hiç de öyle “siyasi hareket”te, Marksizm’in “mezhep”lerine bölünmüş olmasında
aramıyor. Aksine “Marksizm’in temellerini
ayakta tutmak uğruna kararlı ve inatçı bir mücadele”den ve böyle bir
mücadelenin “ yeniden gündem konusu
olması”ndan bahsediyor.