7. makale
POST-MARKSİZM
- “EZİLENLERİN MARKSİZMİ”
SINIFTAN
KAÇIŞIN TEORİLEŞTİRİLMESİ
(TP'NİN
İDEOLOJİK DOKUSU POST-MARKSİZMDİR, ANTİ-MARKSİZMDİR)
(Sıkça
sorulan sorular)
TP'nin
bahsettiği Marksizmin “çatalları”nın; “mezhepleri”nin ve
“tarikatları”nın görüşleri Marksizmin varoluşundan bu yana
sınıf mücadelesi sürecinde komünistler tarafından toplumsal
yaşamın her alanında (felsefede, teoride, pratikte vb.)
eleştirilmiş ve çürütülmüştür. Sınıflı toplumun bir
yansıması olarak bunlar, ulusal ve uluslararası alanda komünist
hareketin zayıfladığı, sınıf mücadelesinin gerilediği her
dönem yeniden ortaya çıkmışlardır. SSCB'nde siyasi iktidarın
Kruşçev revizyonizmi tarafından gasp edilmesi (1956, SBKP (B), 20.
Parti Kongresi) sonrasında bürokratik kapitalist sistem ve
nihayetinde de sosyal emperyalist sistem olarak gelişen Sovyet
modern revizyonizminin tahribatı, “Avrupa komünizmi”nin krizi,
işçi sınıfını sorgulayan ve sosyal hareketleri ön plana
çıkartan tartışmalara neden olmuştur. Değişim, gelişme, yeni
koşullar adı altında yeni olgulara cevap arayan devrimden ve işçi
sınıfından umudunu kesmiş çevreler, ilk iş olarak Marksizmi
sorgulamaya; onu yeni olana cevap verecek duruma getirmeye ve
ilkelerini değiştirmeye çalışmışlardır. Amaçları
Marksizmden veya Marksizm-Leninizmden burjuvazinin kabul edebileceği
bir Marksizm oluşturmaktı. Özellikle 1960'lardan sonra görülen
bu çabanın adı Post-Marksizmdir.
Post-Marksizm,
reformizmdir. Post-Marksistler de Marksizm adına, onu, yenileme
adına içini boşaltarak kapitalist/emperyalist sistemin savunucusu
bir ideolojiye dönüştürmeye çalışıyorlar.
Post-Marksizm,
işçi sınıfından, devrimden umudu kesmeyi öğütlemekte, işçi
sınıfının ve müttefiklerinin kapitalizmi yıkmak ve sosyalizmi
kurmak mücadelesini sosyal hareketlere; yoksulların ve ezilenlerin
mücadelesine indirgemektedir. Artık sınıfın yerini sosyal
hareketlerin taşıyıcıları, Negri'nin dilinde “çokluk” ve
daha yaygın kullanımıyla da ezilenler almıştır. Post-Marksizme
göre ezilenler, yeni devrimci dinamiği oluşturmaktadır!
Marksist-Leninist
toplum analizinde sömürücü toplumlarda sömüren ve sömürülen
ana sınıflardan ve sosyal tabakalardan bahsedilir.
Marksizm-Leninizm, “çalışanlar”, “yoksullar” ya da
“ezilenler” gibi genel ve muğlâk kavramlarla toplum analizi
yapmaz, ele aldığı sınıflı toplumun sınıfsal yapısını
açıklamaz. Marksizm-Leninizm sınıflı toplumlarda temel
sınıfların rolünü “çalışanlar”ın, “yoksullar”ın ya
da “ezilenler”in rolüne indirgemez.
Politik
ve örgütlü mücadele kaçkını bir dergi olan TP'nin “yükselti”si
Lenin bu konuda şöyle düşünüyordu:
“Marks
ve Engels, sınıfların farkını unutan ve basitçe üreticilerden,
halktan ya da emekçilerden söz eden kişilerle acımasızca
mücadele ettiler. Marks ve Engels’in eserlerini bir ölçüde
tanıyanlar, bütün bu eserlerde, basitçe üreticilerden, halktan,
emekçilerden söz edenlerle sürekli alay edildiğini unutamaz.
Genelde emekçi ya da genelde çalışan yoktur, bilakis ya tüm
psikolojisi ve tüm yaşam alışkanlıkları kapitalistçe olan –ve
başka türlü de olamayacak olan- üretim araçlarına sahip küçük
mülk sahipleri, ya da tümüyle farklı bir psikolojiye sahip olan
ücretli işçi vardır, kapitalistlerle antagonizma içinde, zıtlık
içinde, onlarla mücadele içinde bulunan büyük sanayinin ücretli
işçisi vardır”. (Lenin: RKP(B)-X.
Parti Kongresi’).
Post-Marksizm
tam da bunun tersini yapmaktadır: TP ve ezilenciler açısından
“tümüyle farklı bir psikolojiye
sahip olan ücretli işçi, kapitalistlerle antagonizma içinde,
zıtlık içinde, onlarla mücadele içinde bulunan büyük sanayinin
ücretli işçisi” yoktur,
“genelde
emekçi ya da genelde çalışan” vardır.
Bu unsurlar, işçi sınıfı yerine sosyal hareketlerin
taşıyıcılarını, ezilenleri, yoksulları, çalışanları
kapitalizme karşı ve sosyalizm için mücadelenin özneleri
yapıyorlar.
Post-Marksizm,
işçi sınıfının yapamadığını ezilenler yapacaktır
demektedir.
Böylece
Post-Marksizm, işçi sınıfının bilimi ve ideolojisi olarak
Marksizmi veya Marksizm-Leninizmi işçi sınıfından kopartıyor,
hemen herkesin, her ezilenin, her yoksulun, her çalışanın
ideolojisi yapıyor. İkinci olarak sosyalizmle işçi sınıfı
arasındaki diyalektik bağı kopartıyor; işçi sınıfının
kapitalizmi yıkma ve sosyalizmi kurma tarihsel misyonunu yok sayıyor
ve sosyalizmden bahsettiği durumlarda da bu görevi ezilenlere,
yoksullara, çalışanlara havale ediyor.
Post-Marksizm,
sınıflı toplumlarda insanların üretim ilişkilerindeki
konumlarına göre anatagonist sınıflara ayrıştığını, bu
ayrışmanın üretim araçlarının mülkiyetinin sınıfsal
karakterini ele verdiğini; kapitalist toplumda üretim araçlarının
özel mülkiyetini toplumsal mülkiyete dönüştürme
mücadelesinin sosyalizm için mücadele olduğunu ve bunu
gerçekleştirebilecek yegane gücün, öznenin de işçi sınıfı
olduğunu farklı biçimlerde inkar ediyor. Günümüz koşullarında
Post-Marksizm, Marksizmi böyle “yeniliyor” ve “geliştiriyor”.
Yapılması
gerekenin ne olduğunu Engels daha 1878'de açıklıyordu:
“Dünyayı
kurtarma işinin üstesinden gelmek: İşte modern proletaryanın
tarihsel görevi (budur).
Bu işin tarihsel koşullarını ve bu yoldan doğasını derinliğine
irdelemek ve böylece bugün ezilen sınıf olan bu işi görmekle
görevli sınıfa, kendi öz işinin koşulları ve doğası üzerine
bilinç vermek: İşte proleter hareketin teorik ifadesi olan
bilimsel sosyalizmin görevi“(budur).
(Marks-Engels Eserler; C. 20, s. 265,
Anti-Dühring).
Post-Marksizm,
işçi sınıfını yok sayarak, en fazlasıyla “işe yaramaz”
sayarak onu bu tarihsel görevinde kopartıyor.
İşçi
sınıfının tarihsel rolünü tartışılır yapmaya çalışan
Post-modernizm ve Post-Marksizm, bürokratik kapitalizmden başka bir
şey olmayan revizyonist sistemin dağılmasından (1989/1991) sonra
yoğun antikomünist propagandanın estirdiği rüzgarı da arkasına
alarak uluslararası komünist ve devrimci hareket içinde tasfiyeci
çabasını yoğunlaştırdı. Bu, coğrafyamıza kendini “ezilenler”
kavramının ön plana çıkartılması; işçi sınıfının yerine
konması ve “ezilenlerin Marksizmi” türünden bir ucube
anlayışın yaygınlaştırılmaya başlaması olarak yansıdı.
Coğrafyamızda “ezilenler”, işçi sınıfını; “ezilenlerin
Marksizmi” de Marksizm-Leninizmi boşa çıkartan, içini boşaltan
Post-Marksizmin bir yansıma biçimidir. Tasfiyeci yarı-aydınların
“fikir” jimnastiği kulübü TP ve ona öykünen, onun ideolojik
etkisinde olan ezilenciler de bu Post-Marksizmin, bu anti-marksizmin
amansız savunuculuğunu yapıyorlar.
Neden
ezilenler, yoksullar, çalışanlar, genel bütünlüğü içinde
işçi sınıf değil sorusunun cevabını verdik. Ama burada bir kez
daha hatırlatalım: Emperyalist burjuvazi işçi sınıfına ve onun
toplumu değiştirme gücüne güvensizliği her dönem işlemiştir.
Üniversitelerinde, akademilerinde vs. yetiştirdiği ve
görevlendirdiği aydınlarına, Marksologlarına Marksizm-Leninizme
karşı ideolojik mücadele verme görevini vermiştir. Revizyonist
blokun dağılmasından sonra ve 20. yüzyılın son çeyreğinden bu
yana kapitalist sistemde görülen değişimlerin de yol açıcılığıyla
sürdürülen yoğun antikomünizm, dünya çapında
Marksist-Leninist hareketin güçsülüğünden ve dolayısıyla işçi
sınıfının örgütlü güç olma durumunun oldukça zayıf
olmasından da yararlanarak sosyal hareketleri ve onların taşıyıcısı
olan güçleri; ezilenleri, yoksulları, çalışanları toplumu
üretim ilişkileri, üretim araçlarının sınıfsal mülkiyeti
temelinde değiştirecek güçte olan dinamikler olarak öne
çıkartmıştır. Böyle bir ortamda en çok yararlananlar, Marksizm
diye diye Marksizmin içini boşaltan Post-Marksistler olmuştur.
Negri'nin 1970'lerden beri bilinen düşüncelerinin “yenilenerek”
veya güncel gelişmelere uydurularak birden bire popüler olması,
“anti-küresel” hareketlerin; sonrasında da Dünya ve Avrupa
Sosyal Forumlarının öne çıkartılması boşuna çabalar değildi.
Post-Marksistler, Marksizm-Leninizm açısından bu karanlık
dönemden en çok yararlananlar arasındadır. Türkiye'de de bu
rüzgarı arkasına alanlar ideolojide, teoride ve örgütlenmede
Marksizm-Leninizme saldırmaktan; onu yenileme, koşullara uygun
hale getirme adına içini boşaltmaktan geri kalmamışlardır.
Marksizm-Leninizmi sınıfsızlaştırmak; bir sınıfın, işçi
sınıfının ideolojisi olduğunu inkar ederek, onu herkesin;
ezilenlerin de ideolojisi olduğunu savunmak coğrafyamızda
Post-Marksizmin asli görevi olmuştur. Bir küçük burjuva çevre
olan TP, bu Post-Marksizmin temsilcisidir.
Coğrafyamızda,
Türkiye devrimci hareketinde başkalarına öykünme alışkanlığı
çok gelişmiştir; en azından özellikle 1970'li yıllarda oldukça
gelişkindi. Ben de o dönemin ürünüyüm. Çin'in, Arnavutluk'un,
hatta Küba'nın “içini dışını“ bilirdik. Elimize ne
geçtiyse mutlaka okur ve tartışırdık. Türkiye'nin yarı-feodal,
yarı-sömürge oluşunu Çin üzerinden tartışırdık. Memleketin
sosyo-ekonomik yapısı, özellikleri, sınıflar vs., bütün
bunları bilmeye gerek yoktu, Çin'i bilmek yeterliydi.
Sonraki
yıllarda bu durumumuzu aştık; ayaklarımız yere değdi. Ama hala,
2012'de de “öykünme”nin bir biçimde gündemde olduğunu
görebiliyoruz. TP'ye tek-tük öykünenlerin yanı sıra “ezilenler”
konusunda Negri'ciliği savunanlar; Post- Marksizmin görüşlerini
ilkeselleştirenler var. Öyle ki, işçi sınıfının da dahil
olduğu yeni bir sınıf; “ezilenler sınıfı” oluşturmak için
bayağı mücadele edenler var.
İşçi
sınıfının yok olduğunu kanıtlamak için emeğin sermayeye tabi
olmasının koşullarının bizzat sermaye tarafından ortadan
kaldırılması ile sermayeyi sermaye olmaktan çıkartan derin
“teori”ler –daha doğrusu “küçük şehir veya kasaba
efsaneleri” üretilmiş; sermaye ile emek arasındaki diyalektik
bağ kopartılarak teoride kapitalizm 1990’lı yılların başında
N. Kurz’un ilan ettiği biçimde kendi kendine çökertilmiş ve
Negri'ci bir çokluk üretmenin yolu açılmıştır: Amaç artı
değer üreten sınıfın kalmadığını veya önemsizleştiğini
göstermek –N. Kurz’un 1990’lı yılların başında ilan
ettiği kapitalizmin çöküşü teorisinin Anadolu’da boy attığını
duymadan rahmetli olduğunu sanıyorum- ve herkesi sermaye karşısında
aynı konuma getirmektir; herkes eziliyoru kanıtlamaktır. Her ne
kadar bu saçmalık kısa sürse de anlayış, yoksulluk-ezilen
edebiyatıyla sürdürülmektedir.
N. Kurz ve
A. Negri sınıftan kaçışı teorileştirdiler. Bu “teori”yi
yaymak da ezilenci Post-Marksistlerin asli görevi oldu.
Post-Marksistlere
göre işçi sınıf ile ezilenler arasında sınıfsal çıkar
ortaklığı oluşmuştur; taleplerde aynılaşma söz konusudur. Bu
nedenle artık işçi sınıfının antikapitalist mücadelede önsel
ayrıcalıklı bir yeri olamaz. Bu anlayış Post-Marksizmin yerli
savunucuları TP ve ezilenciler tarafından sürekli
dillendirilmektedir.
Negri,“çokluk,
sınıfsal bir kavramdır, sınıfın yeni bir uyarlamasıdır…”
diyor.
Gerçek
anlamda, en azından Batı kültüründeki anlamıyla küçük
burjuva aydın kulübü dahi olamayan TP ve ezilenciler de
sınıfsal olarak ezilenlerden
bahsediyor.
Marks
ve Engels'in bu konuda farklı düşünüyor olmaları; onların
düşüncelerinin sorunun temelini oluşturuyor olması TP ve
ezilencileri hiç ilgilendirmez. Marks ve Engels'in Komünist
Manifesto'da “Ne var ki, bizim
çağımızın, burjuvazinin çağının ayırıcı özelliği, sınıf
karşıtlıklarını basitleştirmiş olmasıdır. Tüm toplum,
giderek daha çok iki büyük düşman kampa, doğrudan birbirlerinin
karşısına dikilen iki büyük sınıfa bölünüyor: Burjuvazi ve
Proletarya” tespiti ezilenci
Post-Marksizm için geride kalmış bir tespittir. Ezilencilere göre
bu tespitin yerini “burjuvazi ve
ezlenler” almıştır.
Marks
ve Engels'in Komünist Manifesto'da “Ama
burjuvazi kendisine ölüm getiren silahları yaratmakla kalmamış;
bu silahları kullanacak insanları da varetmiştir, —modern işçi
sınıfını— proleterleri” tespiti
de ezilenci Post-Marksizme göre çağın gerisinde kalmıştır. TP
ve ezilencilere göre bu silah artık “modern işçi sınıfı”
değil, tarih boyunca var olmuş olan ezilenlerdir.
Ezilencilere,
örneğin TP’ye göre Marks ve Engels'in Komünist Manifesto'da
“Burjuvazi,
yani sermaye, hangi oranda gelişiyorsa, proletarya da, modern
işçilerin sınıfı da aynı oranda gelişiyor” tespiti
yanlıştır. Ezilenci Post-Marksizme göre “sermaye,
hangi oranda gelişiyorsa”, ezilenler
de, günümüzün bu modern ”sınıfı”
da “aynı oranda gelişiyor”.
Ezilencilere,
örneğin “Batı-Marksizmi”ne öykünen TP’ye göre Marks ve
Engels'in Komünist Manifesto'da “Bugün
burjuvazi ile karşı karşıya gelen bütün sınıflar içerisinde
yalnızca proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır. Öteki
sınıflar modern sanayi karşısında erirler ve nihayet yok
olurlar; proletarya ise onun özel ve temel ürünüdür”
tespiti ise tamamen yanlıştır. Ezilenci Post-Marksizme göre tarih
boyunca her dönem varlığını korumuş olan ve sürekli devrimci
dinamiğe sahip olan tek “sınıf” ezilenlerdir.
“Ezilenler”,
“ezilenlerin sosyalizmi” ve
“ezilenlerin Marksizmi” Post-Marksizmin
işçi sınıfına, bilimsel
sosyalizme ve Marksizm-Leninizme karşı sınıfsal, ideolojik ve
örgütsel (mücadele) içerikli bir tasfiye saldırısıdır. Güncel
olarak Post-Marksizm bu üç koldan saldırıyor.
Coğrafyamızda
Post- Marksizm, Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde öne
sürdüğü savlar bakımından pek fukara sayılmaz. Hep aynı şeyi
tekrarlamaz; aynı şeyi başka türlü ifade etmekte bayağı
ustadır. Öyle ustadır ki, çalışanları, ezilenleri, yoksulları;
“Occupy hareketi”ni, “Öfkeliler hareketini” bir çırpıda
“antikapitalist” ilan eder. Bu hareketlere bakarak onların
bileşenlerinde, taşıyıcılarında yaygınlaşan, ortak düşünceye
dönüşen antikapitalizmden bahsetmek onları sınıf yapmaktan,
kapitalizmi yıkacak ve sosyalizmi kuracak özne olarak görmekten
başka ne anlama gelir? Bunların toplamı “ezilenler”dir ve bu
anlamda da “ezilenler”i “antikapitalist” ilan etmek
Post-Marksizmin en temel görüşüne sarılmaktan başka bir anlam
taşımaz.
Post-Marksizm,
sınıf oluşumunu ve sınıfsal çıkarı ekonomik ilişkilerden;
üretim ilişkilerinden kopartır. Sınıf oluşumunu şu konuda bu
konuda ortaklıkları olan insanlar yığınına indirger. Kimi
Post-Marksistlere göre kapitalizm çökmüştür, üretimde işçi
sınıfının önemi kalmamıştır; kimi Post-Marksiste göre sanayi
sonrası topluma geçilmiştir; kimilerine göre emperyalizm ötesi
bir düzende yaşanmaktadır. Tabii bu değişimler ister istemez
toplumsal gelişmenin dinamiklerini de yeniden tanımlama
zorunluluğunu kaçınılmaz kılmıştır. Bu tanımlamaların arka
planında toplumu sosyalizme götürecek devrimci öznenin; sosyalist
devrimi gerçekleştirecek sınıfın artık mevcut olmadığı ve
onun yerini yoksulların, ezilenlerin, öfkelenenlerin; örgütlenmeyi
de sosyal hareketlerin aldığıdır.
Post-Marksizmin,
işçi sınıfını önemsizleştirme, Marksizmi ondan “kurtarma”
veya bağımsızlaştırma çabası, aynı zamanda komünist,
Marksist-Leninist partinin evrensel programatik anlayışının
içeriğini çarpıtma çabasıdır. Her Marksist-Leninist Komünist
partinin programı sadece sınıfsal sömürüye değil, her türden
ezilmeye, baskı altında tutulmaya da karşı içeriklidir. Hangi
Marksist-Leninist komünist bir partinin programı kadınları, varsa
göçmenleri, varsa ulusal sorunu vb. ilgilendiren mücadele
maddelerini içermez? Ama her Marksist-Leninist komünist partinin
programında merkezi olarak işçi sınıfı ve devrim durur.
Post-Marksizmin
temel sorunlarından biri de bu gerçeği başkalaştırmaktır;
sanki işçi sınıfı dışındakiler ve onların sorunları
komünistleri ilgilendirmiyormuş gibi davranmaktır. Önemli olan,
işçi sınıfı ve devrim ekseninin kaybettirilmesi ve onun yerine
ezilenlerin konması ve devrim için mücadelenin reformizm için
mücadeleye dönüştürülmesidir. Bu, her alanda; ideolojide,
teoride, örgütlenmede tasfiyeciliktir.
Ezilenin
ezene karşı mücadelesi emek ile sermaye arasındaki temel
çelişkiyi karartır veya önemsizleştirir. Bu kaçınılmaz olarak
böyledir. Çünkü ezilmişlik, mutlaka sermayeye karşı, onun
sistemini yıkmak ve sosyalizmi kurmak mücadelesini beraberinde
getirmez. İşçi sınıfı dışında ezilenlerin diğer bütün
kesimleri en fazlasıyla demokratik bir düzen için mücadele eder;
bunlar üretim araçlarının özel mülkiyetinin değiştirilmesi,
toplumsal mülkiyete geçirilmesi için mücadele etmezler. Tam da
burada devreye giren Post-Marksizm işçi sınıfının yok olduğunun
veya önemsileştiğinin tespitini yapmaya başlar. Negri bunlardan
birisidir. R. Kurz başka birisidir. Althusser'in birçok öğrencisi
de bunlara dahildir. Öyle ki, Türkiye'de TP örneğinde olduğu
gibi işçi sınıfına saldırılar teorileştirilir. Ezilenleri
mücadelenin eksenine oturtmak için,
emeğin sermayeye tabi olmasının
koşullarının bizzat sermaye tarafından ortadan kaldırılması
teorisi üretilir. Bunlar yapılmaktadır. TP bu konuda yalnız
değildir.
Post-Marksizm,
Marksizm-Leninizmin ideolojik, teorik dokusuna, onun bütünselliğine
saldırıdır.
Ezilenler ve
sınıf arasına çizgi çekmek gerekli ve zorunludur.
Post-Marksizm
sınıf olgusu ile ezilenler arasındaki ayrımı silikleştirmekte
ve yok etmektedir.
Post-Marksizmin
bütün bu savları sınıftan kaçışın teorileştirilmesidir.
TP'NİN
İDEOLOJİK DOKUSU POST-MARKSİZMDİR (ANTİ-MARKSİZMDİR)
1-
Post-Marksizmin ve TP'nin düşünce tarzı, yöntemi oldukça
basittir, her dünyalı tarafından anlaşılabilir ve verdiğimiz
örnekler de bunu göstermektedir. Post-Marksist TP, Marsk'ı,
Engels'i, Lenin'i; bir bütün olarak Marksizmi masaya yatırıyor,
çalışmalarını, katkılarını onaylıyor ve sonradan kategorik
bir eleştiriye tabi tutuyor. Bu eleştiri sürecinde anlamsız olan,
birbiriyle ilişkilenmeyen birtakım düzlemler, yapılar, eyleyişler
tespit ediyor. TP'nin Post-Marskist ”eylemi“ veya ”katkı“sı
da burada başlıyor: Marsk'ta, Engels'te, Lenin'de; bir bütün
olarak Marksizmde eksik olan, yanlış olan ne varsa teker teker
formüle ediliyor ve ortada onlardan bir şey bırakılmıyor veya
onlar, geriye bir şeyleri kalmayacak derecede değiştiriliyor;
nasıl yenilenmeleri, nasıl yeniden biçimlendirilmeleri gerektiği
üzerine ”katkı“lar sunuluyor. TP'nin aynen böyle yaptığını
gösterdik. Buna karşı gelirseniz, “yandınız“! Marsk'ı,
Engels'i, Lenin'i; bir bütün olarak Marksizmi ele alacaksınız,
inceleyeceksiniz ve onlarda geriye bırakmış oldukları bir teorik
enkaz bulamayacaksınız! Böyleyseniz TP veya Post-Marksizm sizi
affetmez! Dinozor olursunuz, “gelenekçi Marksizm” savunucusu
olursunuz vb.
2-Marksizmi,
Post-Marksist tarzda ortadan kaldırma da TP'nin bir yöntemidir. TP,
Marsk'ı, Engels'i, Lenin'i; bir bütün olarak Marksizmi
zararsızlaştırıyor. Onları Post-Marksist tarzda
değerlendirebilmek için düşüncelerini ayrıştırıyor; onlarda
“Marksist“ olanı, devrimci olanı “hizaya“ getiriyor;
yapısallaştırıyor, anti-tarihselleştiriyor; donduruyor ve sonra
da ikiye bölüyor. Ortaya birisi ”genç“ birisi “olgunlaşmış“
veya birisi hakiki diğeri sahte iki Marks, iki Engels, iki Lenin
(“işçici Lenin” ve “ezilenci Lenin”) ve iki Marksizm
çıkıyor. TP'nin, Marsk'ı, Engels'i, Lenin'i; bir bütün olarak
Marksizmi nasıl ikiye böldüğünü etraflıca gördük.
3-TP,
radikal, devrimci politikaya artık işçi sınıfının veya sınıf
mücadelesinin hakim olamayacağını, artık bu dönemin geride
kaldığını döne döne anlatıyor. O tarih kapandı ve yeni bir
tarih başladı, daha doğrusu tarih artık “ezilenler“in
mücadelesine göre yazılmalıdır diyor. Laclau und Mouffe, yeni
sosyal hareketler, sınıf mücadelesinin Marksist kategorisini
paramparça etmiştir diyorlardı. Bu Post-Marksistlere öykünen TP
de ele aldığımız yazılarında gördüğümüz gibi aynı
Post-Marksist düşünceleri savunmaktadır.
4-TP,
Althusser'cidir, yapısalcıdır. Birçok tekil parçalardan oluşan
sistemleri (bu bir toplum formasyonu olabileceği gibi mikrobiyoloji
de olabilir, ama TP örneğinde toplum formasyonu) araştırmasında
sorunlara hareketsiz, donmuş bir tarzda yaklaşıyor. TP'nin aradığı
bağlar, ilişkiler görünür ve tanımlanabilir olmalıdır. Bir
bütünün içeriğini veya özünü, onun ”yapıları“ndan, yani
parçalarından, bileşenlerinden hareketle açıklamaya çalışıyor.
Parçalar arasındaki ilişkiyi, bağlamları böyle
açıklayabileceğini sanıyor. Bu anlamda formel mantıktan pek de
uzakta durmuyor.
5-TP, ilişki
(bu durumda “ezilenler”le) konusunda Althusser “üstat”tan
daha sefil bir konumdadır. “Üstat”, gider, konuşur, tartışır,
“provokatif” (“kışkırtıcı”) sorularını sorar,
tartıştırır, görüşlerini açıklardı. TP ise fanusundan
çıkmaz, “tanrı katı”ndan aşağı inmez, sorunu olan ona
gitmelidir. TP, en fazlasıyla gözüne kestirdiği bireylerle, kendi
kendine önderlerle tekil ilişkiler kurar; onlara “mavi boncuk”
dağıtır, yeri gelince de karşılığını ister.
TP, “her
şey benden sorulur”a göre hareket eder; geleceği önceden gören,
bilen, ona göre planlayan, yapılandıran hep odur. Ama dünyalılara,
“baldırı çıplaklara”, “ezilenlere” ne yapmaları, ne
yapmamaları konusunda somut bir şey söylemez. Kimlere “mavi
boncuk” dağıttıysa onların bu işi yapmalarını talep eder.
Kimin daha çok “ezilenler” kavramını kullandığını, kimin
kullanmadığını izler; “epistomolojik”, “ontolojik” masaya
yatırır; “yapılar”ına ayrıştırır.
O masaya
yatırıldıktan sonra kurtuluş yoktur. Artık TP gibi olmalısın;
olmamakta direnirsen seni kendisi gibi yapar o masada. “Ezilenler”
anlayışının ve “ezilenler Marksizmi”nin kulu kölesi olana
kadar o masadan kalkamazsın. Kalktıktan sonra ise her yanlış
adımını, verdiğin sözü tutmamanı bir biçimde yüzüne
vurmaktan, aşağılamaktan, sana boşuna mı “mavi boncuk”
verdim demekten geri kalmaz. Bunu yaparken TP, dünyayı ben yarattım
der, ama yarattığı bir şey yoktur; ben her şeyim der, ama hiçbir
şey olmadığını çok iyi bilir; ben en yeniyim der, ama
düşünceleri revizyonizmin, Post-Marksizmin tarihi kadar eskidir;
ben varım, başka kimse yok der, ama var olmadığını, bir yok
olduğunu çok iyi bilir; “epistomolojik”, “ontolojik”,
“yapısalcılık” vb. derken her dalda oynayan olarak görünmeye
çalıştığının, ama hiçbir dalda oynayamadığının ve
oynayacak durumda olmadığının bilincindedir. Sonuç itibariyle
TP, “an'cı”dır, an'ı yaşamak ister, ama kendisine bunun da
çok görüldüğünü çok iyi bilir; bu nedenle Türkiye devrimci
hareketine, “mavi boncuk” sahiplerine kızar, kükrer, aşağılar,
evet hakaret eder.
6-TP,
yapıcıdır; ama o bildiğimiz “yapıcılar”dan değildir. TP,
her şeyi yapılarla açıklamaya çalışır. Örneğin Türkiye
devrimci hareketinde örgütler birer “yapı”dır. TP'de “yapı”
değişmez, cansızdır, statiktir, ama örgüt, değişir, canlıdır.
TP, bağımsız “yapıları”, her birini, değişmeksizin, bütün
özelliklerini taşıyarak yeni, daha üst bir “yapı”da bir
araya getirmeye çalışır. Bu konuda TP'yi anlamak için şöyle
düşünmelisiniz: Komünist, Maocu, “Hoca”cı, Troçkist vb.
türden Marksizmin ne kadar “çatalları”; yani “mezhepleri”
ve “tarikatları“ veya “okul”ları varsa, bunların, bütün
özelliklerini koruyarak bir araya gelebileceğini,
“bütünleşeceğini”, böylelikle “bütünleştirici
Marksizm”in oluşturulabileceğini savunur. TP, nitel farklı
“yapı”ların bir araya getirilmesinden bir “üst yapı” elde
eder. Buna inanan avanak küçük burjuvaları da bulur.
“Yapı”ları
bir araya getirmek için TP'ye neden ihtiyaç vardır diye
soramazsınız veya sormamalısınız. Çünkü TP, “an”da bu
görevin kendisine verildiği düşüncesindedir; bu işin potası
benim der. “Yapılar”ın bundan haberinin olup olmaması o kadar
önemli değildir; önemli olan TP'nin bu görevi kendine biçmiş
olmasıdır. Kendini bu görevle donatan TP, bazen “mavi boncuk”
dağıtarak, bazen “zebanileşerek”, bazen hakaret ederek,
kızarak hangi “önder”leri gözüne kestirdiyse onların üstüne
çullanır; kendi tarihsel -gerçi tarihselliğe de inanmaz ya-
görevini ve onların görevlerini hatırlatır. Bu anlamda onuncu
yılla ilgili değerlendirmesinde (2005) partileşmekten bahseder,
ama birtakım gelişmeler oluyor diye bekleme moduna geçer. Ama
beklentisi kendi dışında gelişince tehditlere başlar.
7-Tarih TP
ile başlar ve onunla devam eder. Bunu hiçbir dünyalının unutmaya
hakkı yoktur. TP, yapılandırır, dönemleştirir; ayrıştırır,
bütünleştirir; neyin ne zaman dönemleşeceğini önceden bilir.
Bunu nasıl yaptığını uluslararası komünist hareketini, ortaya
çıkan sapkın hareketleri, tartışma kulüplerini ve Türkiye
devrimci hareketini dönemleştirmesinden anlarsınız.
Dönemleştirmenin ve dönemeçlerin merkezinde hep TP, yol gösterici
olarak oradadır.
TP'nin bu
“tarihsel” rolünü “Marksizmin krizi” anlayışında da
görürsünüz. Önce, “Batı-Marksizmi”nden başlayarak
ayrıştırır. Sonra da bunları; bu “yapıları” kendi “engin”
görüşleri doğrultusunda birleştirir. Açık ki, Marksizm ancak
TP'nin görüşleri doğrultusunda krizinden çıkabilir.
Bu anlamda
TP'ye öykünenler “Marksizmin krizi”nden “yapısal kriz“
üretmişlerdir.
8-TP, sınıfa
akıl vermek ister, ama sınıfı, işçi sınıfını tanımaz, ona
göre böyle bir sınıf yoktur. TP, ”an”ı tanıdığı ve
yaşadığı için en fazlasıyla “işçi bölüklerini”, “kanlı
canlı” işçileri tanır. Ama “an”da ne işçi bölükleri ne
de başkaları TP'nin aklını dinlemez, çünkü onların ne TP'den
ne de “aklı”ndan haberi vardır. TP, bunun bilincindedir. Bu
nedenle öyle olmuyorsa böyle olur diyerek bu sefer de “teori”ye
akıl vermeye kalkışır. Teoriye akıl vermek TP'nin jargonunda
Marksizme akıl vermektir. Bunu yapabilmek için Marksizmi işçi
sınıfından koparır, onu “politika”ya indirger; işçi
sınıfının dünya görüşü, bilimi olmadığını “kanıtlar”
ve sonra işçi sınıfı dışında kalan kesimlerin devrimci
dinamiğini öne çıkartır ve Marksizmin onların ideolojisi
olduğunu kanıtlamaya koyulur. Ve sonunda ortaya Marksizm olmayan
bir Marksizm, “çakma” Marksizm; “ezilenlerin Marksizmi”
çıkar.
“Ezilenlerin
Marksizmi”, TP'nin Marksizme; bu teoriye “akıl” vermesinin
ürünüdür.
Bunu
küçümsememek gerekir. TP, tarih boyu “ezilenler”den, onların
mücadelesinden bahsederken, Spartaküs örneğinde olduğu gibi, o
zaman Marksizm olsaydı “ezilenler”in mücadelesi başka türlü
sonuçlanırdı demeye getirir. “Spartaküs
isyanı yenilgiye mahkumdu. O dönemde Marksizm mümkün değildi”
diyerek TP, aslında Marksizmle işçi
sınıfının bağını kurarsanız, tarihin belli bir döneminden
sonra Marksizmden bahsedebilirsiniz, ama Marksizmle “ezilenler”in
bağını kurarsanız, “ezilenler”den bu yana Marksizmden
bahsedebilirsiniz demek ister.
9-TP,
“an”cıdır. Ama an'da sınıf tanımaz, çünkü onun için
an'da sınıf yoktur; elle tutulur, gözle görülür “yapı”ları
tanıdığı için an'da olmayanı tanımaz. Bu anlamda “ezilenler”in
hepsini de tanımaz. “An”da olanlarını tanır. “Marksizmin
belirli konjonktürlerde belirli ezilenlere seslenmeyi öne
çıkarması,... Ezilme halini yaşayanlar arasında öne çıkanlar”
değerlendirmesi (“Marksist Çağrı
ve Ezilenler” makalesinden), TP’nin, o “an”da olan
“ezilenler”i tanıdığını gösterir. TP’ye göre “an”da
var olan ezilenler de çaresizidir, yollarını bulacak, kendilerini
kurtaracak durumda değillerdir. TP bu durumu görür ve hemen
Mesih'liğini ilan ederek; kendine özgü sandığı “Marksizm”i;
“ezilenlerin Marksizmi”ni oluşturur. Bunu da “Solduyu”ya
aykırı bir Marksizm ortaya koyduk!” diye açıklar.
TP, 1970'li
yıllardan başlayarak diyelim Avrupa'da Marksizmi emperyalist
burjuvazinin kabul edebileceği bir “Marksizm”e dönüştürmede
kararlı olan küçük burjuva aydınların akademik faaliyetiyle
beslenmektedir. Onların yaptıkları, Marksizmi Marksizm olmaktan
çıkartmaktı; Marksizmi Post-Marksistleştirmekti. TP, tarihin o
köşesinden gelmektedir; Batı Marksizmini benimsediğini, kendinde
gördüğü “tanrısal güç” ile Marsk'ı Marks olmaktan;
Marksizmi Marksizm olmaktan çıkartabildiğini ve bu ilhamı da
Lukacs, Korsch, Althusser çizgisinden aldığını; Batı Marksizmi
üzerinden yapısalcılığa ulaştığını saklamaz.
TP'nin
Musa'sı Althusser, Tevrat'ı da Althusser'in “eser”leridir.
TP, bu
haliyle Marksist oluyor ve Post-Marksizme karşı mücadele ediyor!
Anadolu coğrafyasında Post-Marksizmi teorileştiren TP,
Post-Marksizme karşı mücadele ediyor; Post-Marksizmin bütün
silahlarını Marksizme; Marksizm-Leninizme; Marks'a, Engels'e,
Lenin'e ve Stalin'e karşı kullanarak Marksizm-Leninizmi savunuyor!
Marks'tan
Marks olmayan Marks; Kapital'den Kapital olmayan Kapital; Marksizmden
Marksizm olmayan Marksizm çıkartmak konusunda TP ustadır. Onun bu
konuda yöntem babası Althusser'dir.
TP,
“Marksizmin 'sonrası'na geçmiş
Post-Marksistlere (ancak bunlar, adları yanıltmamalı, Marksist
değiller)“ diyor.
Çok doğru
bir tespit. TP, bu tanımlamadan daha iyi anlatılamaz.
http://www.ibrahimokcuoglu.blogspot.com
*
8. makale
BİR
DEMAGOGUN HEZEYANLARI
“EZİLENLERİN
MARKSİZMİ” - “ÇAKMA MARKSİZM”
“EZİLENLERİN
MARKSİZMİ” - ANTİ-SINIFÇILIK
(Sıkça
sorulan sorular)
9. makale
YOLUN
SONU (I)
“EZİLENLERİN
MARKSİZMİ”
“ÇAKMA
MARKSİZM” - POST-MARKSİZM
(Sıkça
sorulan sorular)
EZİLENLER VE
EZİLENLERİN MARKSİZMİ KAVRAMSAL OLARAK NEDİR NE DEĞİLDİR (I)
10. makale
YOLUN SONU
(II)
POST-MARKSİZM
- EMPERYALİST KÜRESELLEŞME VE EZİLENLER
MARKSİZM-LENİNİZME
GÖRE “EZİLENLER” VE “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” NEDİR NE
DEĞİLDİR (II)
Post-Marksist
arayışların Anadolu cografyasına yansımaları (I)
(Sıkça
sorulan sorular)
11. makale
YOLUN SONU
(III)
POST-MARKSİZMİN
ANTİ-SINIFÇILIĞI - EZİLENLER
Post-Marksist
arayışların Anadolu cografyasına yansmaları (II)
(Sıkça
sorulan sorular)
Negri’nin
“Çokluk” Teorisi ve “Ezilenler” Arasındaki Diyalektik Bağ