deneme

29 Ekim 2012 Pazartesi

POST-MARKSİZM - “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” SINIFTAN KAÇIŞIN TEORİLEŞTİRİLMESİ

-->
7. makale

POST-MARKSİZM - “EZİLENLERİN MARKSİZMİ”
SINIFTAN KAÇIŞIN TEORİLEŞTİRİLMESİ

(TP'NİN İDEOLOJİK DOKUSU POST-MARKSİZMDİR, ANTİ-MARKSİZMDİR)
(Sıkça sorulan sorular)

TP'nin bahsettiği Marksizmin “çatalları”nın; “mezhepleri”nin ve “tarikatları”nın görüşleri Marksizmin varoluşundan bu yana sınıf mücadelesi sürecinde komünistler tarafından toplumsal yaşamın her alanında (felsefede, teoride, pratikte vb.) eleştirilmiş ve çürütülmüştür. Sınıflı toplumun bir yansıması olarak bunlar, ulusal ve uluslararası alanda komünist hareketin zayıfladığı, sınıf mücadelesinin gerilediği her dönem yeniden ortaya çıkmışlardır. SSCB'nde siyasi iktidarın Kruşçev revizyonizmi tarafından gasp edilmesi (1956, SBKP (B), 20. Parti Kongresi) sonrasında bürokratik kapitalist sistem ve nihayetinde de sosyal emperyalist sistem olarak gelişen Sovyet modern revizyonizminin tahribatı, “Avrupa komünizmi”nin krizi, işçi sınıfını sorgulayan ve sosyal hareketleri ön plana çıkartan tartışmalara neden olmuştur. Değişim, gelişme, yeni koşullar adı altında yeni olgulara cevap arayan devrimden ve işçi sınıfından umudunu kesmiş çevreler, ilk iş olarak Marksizmi sorgulamaya; onu yeni olana cevap verecek duruma getirmeye ve ilkelerini değiştirmeye çalışmışlardır. Amaçları Marksizmden veya Marksizm-Leninizmden burjuvazinin kabul edebileceği bir Marksizm oluşturmaktı. Özellikle 1960'lardan sonra görülen bu çabanın adı Post-Marksizmdir.


Post-Marksizm, reformizmdir. Post-Marksistler de Marksizm adına, onu, yenileme adına içini boşaltarak kapitalist/emperyalist sistemin savunucusu bir ideolojiye dönüştürmeye çalışıyorlar.

Post-Marksizm, işçi sınıfından, devrimden umudu kesmeyi öğütlemekte, işçi sınıfının ve müttefiklerinin kapitalizmi yıkmak ve sosyalizmi kurmak mücadelesini sosyal hareketlere; yoksulların ve ezilenlerin mücadelesine indirgemektedir. Artık sınıfın yerini sosyal hareketlerin taşıyıcıları, Negri'nin dilinde “çokluk” ve daha yaygın kullanımıyla da ezilenler almıştır. Post-Marksizme göre ezilenler, yeni devrimci dinamiği oluşturmaktadır!

Marksist-Leninist toplum analizinde sömürücü toplumlarda sömüren ve sömürülen ana sınıflardan ve sosyal tabakalardan bahsedilir. Marksizm-Leninizm, “çalışanlar”, “yoksullar” ya da “ezilenler” gibi genel ve muğlâk kavramlarla toplum analizi yapmaz, ele aldığı sınıflı toplumun sınıfsal yapısını açıklamaz. Marksizm-Leninizm sınıflı toplumlarda temel sınıfların rolünü “çalışanlar”ın, “yoksullar”ın ya da “ezilenler”in rolüne indirgemez.

Politik ve örgütlü mücadele kaçkını bir dergi olan TP'nin “yükselti”si Lenin bu konuda şöyle düşünüyordu:
Marks ve Engels, sınıfların farkını unutan ve basitçe üreticilerden, halktan ya da emekçilerden söz eden kişilerle acımasızca mücadele ettiler. Marks ve Engels’in eserlerini bir ölçüde tanıyanlar, bütün bu eserlerde, basitçe üreticilerden, halktan, emekçilerden söz edenlerle sürekli alay edildiğini unutamaz. Genelde emekçi ya da genelde çalışan yoktur, bilakis ya tüm psikolojisi ve tüm yaşam alışkanlıkları kapitalistçe olan –ve başka türlü de olamayacak olan- üretim araçlarına sahip küçük mülk sahipleri, ya da tümüyle farklı bir psikolojiye sahip olan ücretli işçi vardır, kapitalistlerle antagonizma içinde, zıtlık içinde, onlarla mücadele içinde bulunan büyük sanayinin ücretli işçisi vardır”. (Lenin: RKP(B)-X. Parti Kongresi’).

Post-Marksizm tam da bunun tersini yapmaktadır: TP ve ezilenciler açısından “tümüyle farklı bir psikolojiye sahip olan ücretli işçi, kapitalistlerle antagonizma içinde, zıtlık içinde, onlarla mücadele içinde bulunan büyük sanayinin ücretli işçisi” yoktur, “genelde emekçi ya da genelde çalışan” vardır. Bu unsurlar, işçi sınıfı yerine sosyal hareketlerin taşıyıcılarını, ezilenleri, yoksulları, çalışanları kapitalizme karşı ve sosyalizm için mücadelenin özneleri yapıyorlar.
Post-Marksizm, işçi sınıfının yapamadığını ezilenler yapacaktır demektedir.

Böylece Post-Marksizm, işçi sınıfının bilimi ve ideolojisi olarak Marksizmi veya Marksizm-Leninizmi işçi sınıfından kopartıyor, hemen herkesin, her ezilenin, her yoksulun, her çalışanın ideolojisi yapıyor. İkinci olarak sosyalizmle işçi sınıfı arasındaki diyalektik bağı kopartıyor; işçi sınıfının kapitalizmi yıkma ve sosyalizmi kurma tarihsel misyonunu yok sayıyor ve sosyalizmden bahsettiği durumlarda da bu görevi ezilenlere, yoksullara, çalışanlara havale ediyor.

Post-Marksizm, sınıflı toplumlarda insanların üretim ilişkilerindeki konumlarına göre anatagonist sınıflara ayrıştığını, bu ayrışmanın üretim araçlarının mülkiyetinin sınıfsal karakterini ele verdiğini; kapitalist toplumda üretim araçlarının özel mülkiyetini toplumsal mülkiyete dönüştürme mücadelesinin sosyalizm için mücadele olduğunu ve bunu gerçekleştirebilecek yegane gücün, öznenin de işçi sınıfı olduğunu farklı biçimlerde inkar ediyor. Günümüz koşullarında Post-Marksizm, Marksizmi böyle “yeniliyor” ve “geliştiriyor”.

Yapılması gerekenin ne olduğunu Engels daha 1878'de açıklıyordu:
Dünyayı kurtarma işinin üstesinden gelmek: İşte modern proletaryanın tarihsel görevi (budur). Bu işin tarihsel koşullarını ve bu yoldan doğasını derinliğine irdelemek ve böylece bugün ezilen sınıf olan bu işi görmekle görevli sınıfa, kendi öz işinin koşulları ve doğası üzerine bilinç vermek: İşte proleter hareketin teorik ifadesi olan bilimsel sosyalizmin görevi“(budur). (Marks-Engels Eserler; C. 20, s. 265, Anti-Dühring).

Post-Marksizm, işçi sınıfını yok sayarak, en fazlasıyla “işe yaramaz” sayarak onu bu tarihsel görevinde kopartıyor.

İşçi sınıfının tarihsel rolünü tartışılır yapmaya çalışan Post-modernizm ve Post-Marksizm, bürokratik kapitalizmden başka bir şey olmayan revizyonist sistemin dağılmasından (1989/1991) sonra yoğun antikomünist propagandanın estirdiği rüzgarı da arkasına alarak uluslararası komünist ve devrimci hareket içinde tasfiyeci çabasını yoğunlaştırdı. Bu, coğrafyamıza kendini “ezilenler” kavramının ön plana çıkartılması; işçi sınıfının yerine konması ve “ezilenlerin Marksizmi” türünden bir ucube anlayışın yaygınlaştırılmaya başlaması olarak yansıdı. Coğrafyamızda “ezilenler”, işçi sınıfını; “ezilenlerin Marksizmi” de Marksizm-Leninizmi boşa çıkartan, içini boşaltan Post-Marksizmin bir yansıma biçimidir. Tasfiyeci yarı-aydınların “fikir” jimnastiği kulübü TP ve ona öykünen, onun ideolojik etkisinde olan ezilenciler de bu Post-Marksizmin, bu anti-marksizmin amansız savunuculuğunu yapıyorlar.

Neden ezilenler, yoksullar, çalışanlar, genel bütünlüğü içinde işçi sınıf değil sorusunun cevabını verdik. Ama burada bir kez daha hatırlatalım: Emperyalist burjuvazi işçi sınıfına ve onun toplumu değiştirme gücüne güvensizliği her dönem işlemiştir. Üniversitelerinde, akademilerinde vs. yetiştirdiği ve görevlendirdiği aydınlarına, Marksologlarına Marksizm-Leninizme karşı ideolojik mücadele verme görevini vermiştir. Revizyonist blokun dağılmasından sonra ve 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana kapitalist sistemde görülen değişimlerin de yol açıcılığıyla sürdürülen yoğun antikomünizm, dünya çapında Marksist-Leninist hareketin güçsülüğünden ve dolayısıyla işçi sınıfının örgütlü güç olma durumunun oldukça zayıf olmasından da yararlanarak sosyal hareketleri ve onların taşıyıcısı olan güçleri; ezilenleri, yoksulları, çalışanları toplumu üretim ilişkileri, üretim araçlarının sınıfsal mülkiyeti temelinde değiştirecek güçte olan dinamikler olarak öne çıkartmıştır. Böyle bir ortamda en çok yararlananlar, Marksizm diye diye Marksizmin içini boşaltan Post-Marksistler olmuştur. Negri'nin 1970'lerden beri bilinen düşüncelerinin “yenilenerek” veya güncel gelişmelere uydurularak birden bire popüler olması, “anti-küresel” hareketlerin; sonrasında da Dünya ve Avrupa Sosyal Forumlarının öne çıkartılması boşuna çabalar değildi. Post-Marksistler, Marksizm-Leninizm açısından bu karanlık dönemden en çok yararlananlar arasındadır. Türkiye'de de bu rüzgarı arkasına alanlar ideolojide, teoride ve örgütlenmede Marksizm-Leninizme saldırmaktan; onu yenileme, koşullara uygun hale getirme adına içini boşaltmaktan geri kalmamışlardır. Marksizm-Leninizmi sınıfsızlaştırmak; bir sınıfın, işçi sınıfının ideolojisi olduğunu inkar ederek, onu herkesin; ezilenlerin de ideolojisi olduğunu savunmak coğrafyamızda Post-Marksizmin asli görevi olmuştur. Bir küçük burjuva çevre olan TP, bu Post-Marksizmin temsilcisidir.

Coğrafyamızda, Türkiye devrimci hareketinde başkalarına öykünme alışkanlığı çok gelişmiştir; en azından özellikle 1970'li yıllarda oldukça gelişkindi. Ben de o dönemin ürünüyüm. Çin'in, Arnavutluk'un, hatta Küba'nın “içini dışını“ bilirdik. Elimize ne geçtiyse mutlaka okur ve tartışırdık. Türkiye'nin yarı-feodal, yarı-sömürge oluşunu Çin üzerinden tartışırdık. Memleketin sosyo-ekonomik yapısı, özellikleri, sınıflar vs., bütün bunları bilmeye gerek yoktu, Çin'i bilmek yeterliydi.

Sonraki yıllarda bu durumumuzu aştık; ayaklarımız yere değdi. Ama hala, 2012'de de “öykünme”nin bir biçimde gündemde olduğunu görebiliyoruz. TP'ye tek-tük öykünenlerin yanı sıra “ezilenler” konusunda Negri'ciliği savunanlar; Post- Marksizmin görüşlerini ilkeselleştirenler var. Öyle ki, işçi sınıfının da dahil olduğu yeni bir sınıf; “ezilenler sınıfı” oluşturmak için bayağı mücadele edenler var.
İşçi sınıfının yok olduğunu kanıtlamak için emeğin sermayeye tabi olmasının koşullarının bizzat sermaye tarafından ortadan kaldırılması ile sermayeyi sermaye olmaktan çıkartan derin “teori”ler –daha doğrusu “küçük şehir veya kasaba efsaneleri” üretilmiş; sermaye ile emek arasındaki diyalektik bağ kopartılarak teoride kapitalizm 1990’lı yılların başında N. Kurz’un ilan ettiği biçimde kendi kendine çökertilmiş ve Negri'ci bir çokluk üretmenin yolu açılmıştır: Amaç artı değer üreten sınıfın kalmadığını veya önemsizleştiğini göstermek –N. Kurz’un 1990’lı yılların başında ilan ettiği kapitalizmin çöküşü teorisinin Anadolu’da boy attığını duymadan rahmetli olduğunu sanıyorum- ve herkesi sermaye karşısında aynı konuma getirmektir; herkes eziliyoru kanıtlamaktır. Her ne kadar bu saçmalık kısa sürse de anlayış, yoksulluk-ezilen edebiyatıyla sürdürülmektedir.
N. Kurz ve A. Negri sınıftan kaçışı teorileştirdiler. Bu “teori”yi yaymak da ezilenci Post-Marksistlerin asli görevi oldu.
Post-Marksistlere göre işçi sınıf ile ezilenler arasında sınıfsal çıkar ortaklığı oluşmuştur; taleplerde aynılaşma söz konusudur. Bu nedenle artık işçi sınıfının antikapitalist mücadelede önsel ayrıcalıklı bir yeri olamaz. Bu anlayış Post-Marksizmin yerli savunucuları TP ve ezilenciler tarafından sürekli dillendirilmektedir.
Negri,“çokluk, sınıfsal bir kavramdır, sınıfın yeni bir uyarlamasıdır…” diyor.
Gerçek anlamda, en azından Batı kültüründeki anlamıyla küçük burjuva aydın kulübü dahi olamayan TP ve ezilenciler de sınıfsal olarak ezilenlerden bahsediyor.

Marks ve Engels'in bu konuda farklı düşünüyor olmaları; onların düşüncelerinin sorunun temelini oluşturuyor olması TP ve ezilencileri hiç ilgilendirmez. Marks ve Engels'in Komünist Manifesto'da “Ne var ki, bizim çağımızın, burjuvazinin çağının ayırıcı özelliği, sınıf karşıtlıklarını basitleştirmiş olmasıdır. Tüm toplum, giderek daha çok iki büyük düşman kampa, doğrudan birbirlerinin karşısına dikilen iki büyük sınıfa bölünüyor: Burjuvazi ve Proletarya” tespiti ezilenci Post-Marksizm için geride kalmış bir tespittir. Ezilencilere göre bu tespitin yerini “burjuvazi ve ezlenler” almıştır.

Marks ve Engels'in Komünist Manifesto'daAma burjuvazi kendisine ölüm getiren silahları yaratmakla kalmamış; bu silahları kullanacak insanları da varetmiştir, —modern işçi sınıfını— proleterleri” tespiti de ezilenci Post-Marksizme göre çağın gerisinde kalmıştır. TP ve ezilencilere göre bu silah artık “modern işçi sınıfı” değil, tarih boyunca var olmuş olan ezilenlerdir.

Ezilencilere, örneğin TP’ye göre Marks ve Engels'in Komünist Manifesto'da Burjuvazi, yani sermaye, hangi oranda gelişiyorsa, proletarya da, modern işçilerin sınıfı da aynı oranda gelişiyor” tespiti yanlıştır. Ezilenci Post-Marksizme göre “sermaye, hangi oranda gelişiyorsa”, ezilenler de, günümüzün bu modern ”sınıfı” da “aynı oranda gelişiyor”.

Ezilencilere, örneğin “Batı-Marksizmi”ne öykünen TP’ye göre Marks ve Engels'in Komünist Manifesto'da “Bugün burjuvazi ile karşı karşıya gelen bütün sınıflar içerisinde yalnızca proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır. Öteki sınıflar modern sanayi karşısında erirler ve nihayet yok olurlar; proletarya ise onun özel ve temel ürünüdür” tespiti ise tamamen yanlıştır. Ezilenci Post-Marksizme göre tarih boyunca her dönem varlığını korumuş olan ve sürekli devrimci dinamiğe sahip olan tek “sınıf” ezilenlerdir.

Ezilenler”, “ezilenlerin sosyalizmi” ve “ezilenlerin Marksizmi” Post-Marksizmin işçi sınıfına, bilimsel sosyalizme ve Marksizm-Leninizme karşı sınıfsal, ideolojik ve örgütsel (mücadele) içerikli bir tasfiye saldırısıdır. Güncel olarak Post-Marksizm bu üç koldan saldırıyor.

Coğrafyamızda Post- Marksizm, Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde öne sürdüğü savlar bakımından pek fukara sayılmaz. Hep aynı şeyi tekrarlamaz; aynı şeyi başka türlü ifade etmekte bayağı ustadır. Öyle ustadır ki, çalışanları, ezilenleri, yoksulları; “Occupy hareketi”ni, “Öfkeliler hareketini” bir çırpıda “antikapitalist” ilan eder. Bu hareketlere bakarak onların bileşenlerinde, taşıyıcılarında yaygınlaşan, ortak düşünceye dönüşen antikapitalizmden bahsetmek onları sınıf yapmaktan, kapitalizmi yıkacak ve sosyalizmi kuracak özne olarak görmekten başka ne anlama gelir? Bunların toplamı “ezilenler”dir ve bu anlamda da “ezilenler”i “antikapitalist” ilan etmek Post-Marksizmin en temel görüşüne sarılmaktan başka bir anlam taşımaz. 
 
Post-Marksizm, sınıf oluşumunu ve sınıfsal çıkarı ekonomik ilişkilerden; üretim ilişkilerinden kopartır. Sınıf oluşumunu şu konuda bu konuda ortaklıkları olan insanlar yığınına indirger. Kimi Post-Marksistlere göre kapitalizm çökmüştür, üretimde işçi sınıfının önemi kalmamıştır; kimi Post-Marksiste göre sanayi sonrası topluma geçilmiştir; kimilerine göre emperyalizm ötesi bir düzende yaşanmaktadır. Tabii bu değişimler ister istemez toplumsal gelişmenin dinamiklerini de yeniden tanımlama zorunluluğunu kaçınılmaz kılmıştır. Bu tanımlamaların arka planında toplumu sosyalizme götürecek devrimci öznenin; sosyalist devrimi gerçekleştirecek sınıfın artık mevcut olmadığı ve onun yerini yoksulların, ezilenlerin, öfkelenenlerin; örgütlenmeyi de sosyal hareketlerin aldığıdır.

Post-Marksizmin, işçi sınıfını önemsizleştirme, Marksizmi ondan “kurtarma” veya bağımsızlaştırma çabası, aynı zamanda komünist, Marksist-Leninist partinin evrensel programatik anlayışının içeriğini çarpıtma çabasıdır. Her Marksist-Leninist Komünist partinin programı sadece sınıfsal sömürüye değil, her türden ezilmeye, baskı altında tutulmaya da karşı içeriklidir. Hangi Marksist-Leninist komünist bir partinin programı kadınları, varsa göçmenleri, varsa ulusal sorunu vb. ilgilendiren mücadele maddelerini içermez? Ama her Marksist-Leninist komünist partinin programında merkezi olarak işçi sınıfı ve devrim durur.
Post-Marksizmin temel sorunlarından biri de bu gerçeği başkalaştırmaktır; sanki işçi sınıfı dışındakiler ve onların sorunları komünistleri ilgilendirmiyormuş gibi davranmaktır. Önemli olan, işçi sınıfı ve devrim ekseninin kaybettirilmesi ve onun yerine ezilenlerin konması ve devrim için mücadelenin reformizm için mücadeleye dönüştürülmesidir. Bu, her alanda; ideolojide, teoride, örgütlenmede tasfiyeciliktir.

Ezilenin ezene karşı mücadelesi emek ile sermaye arasındaki temel çelişkiyi karartır veya önemsizleştirir. Bu kaçınılmaz olarak böyledir. Çünkü ezilmişlik, mutlaka sermayeye karşı, onun sistemini yıkmak ve sosyalizmi kurmak mücadelesini beraberinde getirmez. İşçi sınıfı dışında ezilenlerin diğer bütün kesimleri en fazlasıyla demokratik bir düzen için mücadele eder; bunlar üretim araçlarının özel mülkiyetinin değiştirilmesi, toplumsal mülkiyete geçirilmesi için mücadele etmezler. Tam da burada devreye giren Post-Marksizm işçi sınıfının yok olduğunun veya önemsileştiğinin tespitini yapmaya başlar. Negri bunlardan birisidir. R. Kurz başka birisidir. Althusser'in birçok öğrencisi de bunlara dahildir. Öyle ki, Türkiye'de TP örneğinde olduğu gibi işçi sınıfına saldırılar teorileştirilir. Ezilenleri mücadelenin eksenine oturtmak için, emeğin sermayeye tabi olmasının koşullarının bizzat sermaye tarafından ortadan kaldırılması teorisi üretilir. Bunlar yapılmaktadır. TP bu konuda yalnız değildir.

Post-Marksizm, Marksizm-Leninizmin ideolojik, teorik dokusuna, onun bütünselliğine saldırıdır.
Ezilenler ve sınıf arasına çizgi çekmek gerekli ve zorunludur.
Post-Marksizm sınıf olgusu ile ezilenler arasındaki ayrımı silikleştirmekte ve yok etmektedir.
Post-Marksizmin bütün bu savları sınıftan kaçışın teorileştirilmesidir.

TP'NİN İDEOLOJİK DOKUSU POST-MARKSİZMDİR (ANTİ-MARKSİZMDİR)

1- Post-Marksizmin ve TP'nin düşünce tarzı, yöntemi oldukça basittir, her dünyalı tarafından anlaşılabilir ve verdiğimiz örnekler de bunu göstermektedir. Post-Marksist TP, Marsk'ı, Engels'i, Lenin'i; bir bütün olarak Marksizmi masaya yatırıyor, çalışmalarını, katkılarını onaylıyor ve sonradan kategorik bir eleştiriye tabi tutuyor. Bu eleştiri sürecinde anlamsız olan, birbiriyle ilişkilenmeyen birtakım düzlemler, yapılar, eyleyişler tespit ediyor. TP'nin Post-Marskist ”eylemi“ veya ”katkı“sı da burada başlıyor: Marsk'ta, Engels'te, Lenin'de; bir bütün olarak Marksizmde eksik olan, yanlış olan ne varsa teker teker formüle ediliyor ve ortada onlardan bir şey bırakılmıyor veya onlar, geriye bir şeyleri kalmayacak derecede değiştiriliyor; nasıl yenilenmeleri, nasıl yeniden biçimlendirilmeleri gerektiği üzerine ”katkı“lar sunuluyor. TP'nin aynen böyle yaptığını gösterdik. Buna karşı gelirseniz, “yandınız“! Marsk'ı, Engels'i, Lenin'i; bir bütün olarak Marksizmi ele alacaksınız, inceleyeceksiniz ve onlarda geriye bırakmış oldukları bir teorik enkaz bulamayacaksınız! Böyleyseniz TP veya Post-Marksizm sizi affetmez! Dinozor olursunuz, “gelenekçi Marksizm” savunucusu olursunuz vb.

2-Marksizmi, Post-Marksist tarzda ortadan kaldırma da TP'nin bir yöntemidir. TP, Marsk'ı, Engels'i, Lenin'i; bir bütün olarak Marksizmi zararsızlaştırıyor. Onları Post-Marksist tarzda değerlendirebilmek için düşüncelerini ayrıştırıyor; onlarda “Marksist“ olanı, devrimci olanı “hizaya“ getiriyor; yapısallaştırıyor, anti-tarihselleştiriyor; donduruyor ve sonra da ikiye bölüyor. Ortaya birisi ”genç“ birisi “olgunlaşmış“ veya birisi hakiki diğeri sahte iki Marks, iki Engels, iki Lenin (“işçici Lenin” ve “ezilenci Lenin”) ve iki Marksizm çıkıyor. TP'nin, Marsk'ı, Engels'i, Lenin'i; bir bütün olarak Marksizmi nasıl ikiye böldüğünü etraflıca gördük.

3-TP, radikal, devrimci politikaya artık işçi sınıfının veya sınıf mücadelesinin hakim olamayacağını, artık bu dönemin geride kaldığını döne döne anlatıyor. O tarih kapandı ve yeni bir tarih başladı, daha doğrusu tarih artık “ezilenler“in mücadelesine göre yazılmalıdır diyor. Laclau und Mouffe, yeni sosyal hareketler, sınıf mücadelesinin Marksist kategorisini paramparça etmiştir diyorlardı. Bu Post-Marksistlere öykünen TP de ele aldığımız yazılarında gördüğümüz gibi aynı Post-Marksist düşünceleri savunmaktadır.

4-TP, Althusser'cidir, yapısalcıdır. Birçok tekil parçalardan oluşan sistemleri (bu bir toplum formasyonu olabileceği gibi mikrobiyoloji de olabilir, ama TP örneğinde toplum formasyonu) araştırmasında sorunlara hareketsiz, donmuş bir tarzda yaklaşıyor. TP'nin aradığı bağlar, ilişkiler görünür ve tanımlanabilir olmalıdır. Bir bütünün içeriğini veya özünü, onun ”yapıları“ndan, yani parçalarından, bileşenlerinden hareketle açıklamaya çalışıyor. Parçalar arasındaki ilişkiyi, bağlamları böyle açıklayabileceğini sanıyor. Bu anlamda formel mantıktan pek de uzakta durmuyor.

5-TP, ilişki (bu durumda “ezilenler”le) konusunda Althusser “üstat”tan daha sefil bir konumdadır. “Üstat”, gider, konuşur, tartışır, “provokatif” (“kışkırtıcı”) sorularını sorar, tartıştırır, görüşlerini açıklardı. TP ise fanusundan çıkmaz, “tanrı katı”ndan aşağı inmez, sorunu olan ona gitmelidir. TP, en fazlasıyla gözüne kestirdiği bireylerle, kendi kendine önderlerle tekil ilişkiler kurar; onlara “mavi boncuk” dağıtır, yeri gelince de karşılığını ister.

TP, “her şey benden sorulur”a göre hareket eder; geleceği önceden gören, bilen, ona göre planlayan, yapılandıran hep odur. Ama dünyalılara, “baldırı çıplaklara”, “ezilenlere” ne yapmaları, ne yapmamaları konusunda somut bir şey söylemez. Kimlere “mavi boncuk” dağıttıysa onların bu işi yapmalarını talep eder. Kimin daha çok “ezilenler” kavramını kullandığını, kimin kullanmadığını izler; “epistomolojik”, “ontolojik” masaya yatırır; “yapılar”ına ayrıştırır.

O masaya yatırıldıktan sonra kurtuluş yoktur. Artık TP gibi olmalısın; olmamakta direnirsen seni kendisi gibi yapar o masada. “Ezilenler” anlayışının ve “ezilenler Marksizmi”nin kulu kölesi olana kadar o masadan kalkamazsın. Kalktıktan sonra ise her yanlış adımını, verdiğin sözü tutmamanı bir biçimde yüzüne vurmaktan, aşağılamaktan, sana boşuna mı “mavi boncuk” verdim demekten geri kalmaz. Bunu yaparken TP, dünyayı ben yarattım der, ama yarattığı bir şey yoktur; ben her şeyim der, ama hiçbir şey olmadığını çok iyi bilir; ben en yeniyim der, ama düşünceleri revizyonizmin, Post-Marksizmin tarihi kadar eskidir; ben varım, başka kimse yok der, ama var olmadığını, bir yok olduğunu çok iyi bilir; “epistomolojik”, “ontolojik”, “yapısalcılık” vb. derken her dalda oynayan olarak görünmeye çalıştığının, ama hiçbir dalda oynayamadığının ve oynayacak durumda olmadığının bilincindedir. Sonuç itibariyle TP, “an'cı”dır, an'ı yaşamak ister, ama kendisine bunun da çok görüldüğünü çok iyi bilir; bu nedenle Türkiye devrimci hareketine, “mavi boncuk” sahiplerine kızar, kükrer, aşağılar, evet hakaret eder.

6-TP, yapıcıdır; ama o bildiğimiz “yapıcılar”dan değildir. TP, her şeyi yapılarla açıklamaya çalışır. Örneğin Türkiye devrimci hareketinde örgütler birer “yapı”dır. TP'de “yapı” değişmez, cansızdır, statiktir, ama örgüt, değişir, canlıdır. TP, bağımsız “yapıları”, her birini, değişmeksizin, bütün özelliklerini taşıyarak yeni, daha üst bir “yapı”da bir araya getirmeye çalışır. Bu konuda TP'yi anlamak için şöyle düşünmelisiniz: Komünist, Maocu, “Hoca”cı, Troçkist vb. türden Marksizmin ne kadar “çatalları”; yani “mezhepleri” ve “tarikatları“ veya “okul”ları varsa, bunların, bütün özelliklerini koruyarak bir araya gelebileceğini, “bütünleşeceğini”, böylelikle “bütünleştirici Marksizm”in oluşturulabileceğini savunur. TP, nitel farklı “yapı”ların bir araya getirilmesinden bir “üst yapı” elde eder. Buna inanan avanak küçük burjuvaları da bulur.

Yapı”ları bir araya getirmek için TP'ye neden ihtiyaç vardır diye soramazsınız veya sormamalısınız. Çünkü TP, “an”da bu görevin kendisine verildiği düşüncesindedir; bu işin potası benim der. “Yapılar”ın bundan haberinin olup olmaması o kadar önemli değildir; önemli olan TP'nin bu görevi kendine biçmiş olmasıdır. Kendini bu görevle donatan TP, bazen “mavi boncuk” dağıtarak, bazen “zebanileşerek”, bazen hakaret ederek, kızarak hangi “önder”leri gözüne kestirdiyse onların üstüne çullanır; kendi tarihsel -gerçi tarihselliğe de inanmaz ya- görevini ve onların görevlerini hatırlatır. Bu anlamda onuncu yılla ilgili değerlendirmesinde (2005) partileşmekten bahseder, ama birtakım gelişmeler oluyor diye bekleme moduna geçer. Ama beklentisi kendi dışında gelişince tehditlere başlar.

7-Tarih TP ile başlar ve onunla devam eder. Bunu hiçbir dünyalının unutmaya hakkı yoktur. TP, yapılandırır, dönemleştirir; ayrıştırır, bütünleştirir; neyin ne zaman dönemleşeceğini önceden bilir. Bunu nasıl yaptığını uluslararası komünist hareketini, ortaya çıkan sapkın hareketleri, tartışma kulüplerini ve Türkiye devrimci hareketini dönemleştirmesinden anlarsınız. Dönemleştirmenin ve dönemeçlerin merkezinde hep TP, yol gösterici olarak oradadır.

TP'nin bu “tarihsel” rolünü “Marksizmin krizi” anlayışında da görürsünüz. Önce, “Batı-Marksizmi”nden başlayarak ayrıştırır. Sonra da bunları; bu “yapıları” kendi “engin” görüşleri doğrultusunda birleştirir. Açık ki, Marksizm ancak TP'nin görüşleri doğrultusunda krizinden çıkabilir.
Bu anlamda TP'ye öykünenler “Marksizmin krizi”nden “yapısal kriz“ üretmişlerdir.

8-TP, sınıfa akıl vermek ister, ama sınıfı, işçi sınıfını tanımaz, ona göre böyle bir sınıf yoktur. TP, ”an”ı tanıdığı ve yaşadığı için en fazlasıyla “işçi bölüklerini”, “kanlı canlı” işçileri tanır. Ama “an”da ne işçi bölükleri ne de başkaları TP'nin aklını dinlemez, çünkü onların ne TP'den ne de “aklı”ndan haberi vardır. TP, bunun bilincindedir. Bu nedenle öyle olmuyorsa böyle olur diyerek bu sefer de “teori”ye akıl vermeye kalkışır. Teoriye akıl vermek TP'nin jargonunda Marksizme akıl vermektir. Bunu yapabilmek için Marksizmi işçi sınıfından koparır, onu “politika”ya indirger; işçi sınıfının dünya görüşü, bilimi olmadığını “kanıtlar” ve sonra işçi sınıfı dışında kalan kesimlerin devrimci dinamiğini öne çıkartır ve Marksizmin onların ideolojisi olduğunu kanıtlamaya koyulur. Ve sonunda ortaya Marksizm olmayan bir Marksizm, “çakma” Marksizm; “ezilenlerin Marksizmi” çıkar.
Ezilenlerin Marksizmi”, TP'nin Marksizme; bu teoriye “akıl” vermesinin ürünüdür.

Bunu küçümsememek gerekir. TP, tarih boyu “ezilenler”den, onların mücadelesinden bahsederken, Spartaküs örneğinde olduğu gibi, o zaman Marksizm olsaydı “ezilenler”in mücadelesi başka türlü sonuçlanırdı demeye getirir. “Spartaküs isyanı yenilgiye mahkumdu. O dönemde Marksizm mümkün değildi” diyerek TP, aslında Marksizmle işçi sınıfının bağını kurarsanız, tarihin belli bir döneminden sonra Marksizmden bahsedebilirsiniz, ama Marksizmle “ezilenler”in bağını kurarsanız, “ezilenler”den bu yana Marksizmden bahsedebilirsiniz demek ister.

9-TP, “an”cıdır. Ama an'da sınıf tanımaz, çünkü onun için an'da sınıf yoktur; elle tutulur, gözle görülür “yapı”ları tanıdığı için an'da olmayanı tanımaz. Bu anlamda “ezilenler”in hepsini de tanımaz. “An”da olanlarını tanır. “Marksizmin belirli konjonktürlerde belirli ezilenlere seslenmeyi öne çıkarması,... Ezilme halini yaşayanlar arasında öne çıkanlar” değerlendirmesi (“Marksist Çağrı ve Ezilenler” makalesinden), TP’nin, o “an”da olan “ezilenler”i tanıdığını gösterir. TP’ye göre “an”da var olan ezilenler de çaresizidir, yollarını bulacak, kendilerini kurtaracak durumda değillerdir. TP bu durumu görür ve hemen Mesih'liğini ilan ederek; kendine özgü sandığı “Marksizm”i; “ezilenlerin Marksizmi”ni oluşturur. Bunu da “Solduyu”ya aykırı bir Marksizm ortaya koyduk!” diye açıklar.
TP, 1970'li yıllardan başlayarak diyelim Avrupa'da Marksizmi emperyalist burjuvazinin kabul edebileceği bir “Marksizm”e dönüştürmede kararlı olan küçük burjuva aydınların akademik faaliyetiyle beslenmektedir. Onların yaptıkları, Marksizmi Marksizm olmaktan çıkartmaktı; Marksizmi Post-Marksistleştirmekti. TP, tarihin o köşesinden gelmektedir; Batı Marksizmini benimsediğini, kendinde gördüğü “tanrısal güç” ile Marsk'ı Marks olmaktan; Marksizmi Marksizm olmaktan çıkartabildiğini ve bu ilhamı da Lukacs, Korsch, Althusser çizgisinden aldığını; Batı Marksizmi üzerinden yapısalcılığa ulaştığını saklamaz.
TP'nin Musa'sı Althusser, Tevrat'ı da Althusser'in “eser”leridir.

TP, bu haliyle Marksist oluyor ve Post-Marksizme karşı mücadele ediyor! Anadolu coğrafyasında Post-Marksizmi teorileştiren TP, Post-Marksizme karşı mücadele ediyor; Post-Marksizmin bütün silahlarını Marksizme; Marksizm-Leninizme; Marks'a, Engels'e, Lenin'e ve Stalin'e karşı kullanarak Marksizm-Leninizmi savunuyor!

Marks'tan Marks olmayan Marks; Kapital'den Kapital olmayan Kapital; Marksizmden Marksizm olmayan Marksizm çıkartmak konusunda TP ustadır. Onun bu konuda yöntem babası Althusser'dir.
TP, “Marksizmin 'sonrası'na geçmiş Post-Marksistlere (ancak bunlar, adları yanıltmamalı, Marksist değiller)“ diyor.

Çok doğru bir tespit. TP, bu tanımlamadan daha iyi anlatılamaz.
http://www.ibrahimokcuoglu.blogspot.com
*

8. makale

BİR DEMAGOGUN HEZEYANLARI

EZİLENLERİN MARKSİZMİ” - “ÇAKMA MARKSİZM”
EZİLENLERİN MARKSİZMİ” - ANTİ-SINIFÇILIK
(Sıkça sorulan sorular)

9. makale

YOLUN SONU (I)

EZİLENLERİN MARKSİZMİ”
ÇAKMA MARKSİZM” - POST-MARKSİZM
(Sıkça sorulan sorular)

EZİLENLER VE EZİLENLERİN MARKSİZMİ KAVRAMSAL OLARAK NEDİR NE DEĞİLDİR (I)

10. makale

YOLUN SONU (II)

POST-MARKSİZM - EMPERYALİST KÜRESELLEŞME VE EZİLENLER
MARKSİZM-LENİNİZME GÖRE “EZİLENLER” VE “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” NEDİR NE DEĞİLDİR (II)
Post-Marksist arayışların Anadolu cografyasına yansımaları (I)
(Sıkça sorulan sorular)


11. makale

YOLUN SONU (III)

POST-MARKSİZMİN ANTİ-SINIFÇILIĞI - EZİLENLER

Post-Marksist arayışların Anadolu cografyasına yansmaları (II)
(Sıkça sorulan sorular)
Negri’nin “Çokluk” Teorisi ve “Ezilenler” Arasındaki Diyalektik Bağ