deneme

10 Ekim 2012 Çarşamba

SOSYALİZMDE META ÜRETİMİ VE DEĞER YASASI* (II)

-->
SOSYALİZMDE META ÜRETİMİ VE DEĞER YASASI* (II)

IV-SOVYET EKONOMİSİNDE META ÜRETİMİ, TOPLUMUN VEYA
          SINIFLARIN YENİDEN ŞEKİLLENMESİNDE ARTI DEĞERİN   
          OYNADIĞI ROL

SB’nde, XX. Parti Kongresinden sonraki ekonomide ve politikadaki gelişmeleri, birkaç noktada toparlayabiliriz.
En azından, “bütün halkın devleti”ne, “bütün halkın partisi”ne dönüştürülerek, “artık proletarya diktatörlüğü elzem değildir” denilerek proletarya diktatörlüğü yıkılıyor, komünist partide, halk kavramının içeriğinin de bizzat ifade ettiği gibi farklı sınıfların temsil edildiği kabul ediliyor. Ekonomide ise sosyalist ekonomiye özgü hiçbir şey bırakılmıyor. Üretim araçları alınıp satılıyor, azami karın ve işin verimliliğinin maddi teşvike dayandırılması, iş gücünün sömürüsü esas alınıyor.

Böylesi bir durumda proletarya diktatörlüğünden, sosyalizmden bahsedilemeyeceğine göre Sovyet ekonomisi, nasıl bir ekonomiydi? Veya hangi üretim biçimi çerçevesinde meta üretimi yapılıyordu ve değer yasası etkide bulunuyordu? SB’nde ne küçük üretime/meta üretimine dayanarak gelişen bir kapitalizmin, ne de klasik kapitalist ülkelerde gördüğümüz özel mülkiyet temelinde gelişen bir kapitalizmin yeniden inşası söz konusuydu.


SB’nde olan, sosyalist inşanın, sosyalist ekonominin; oldukça yüksek derecede yoğunlaşmış ekonominin kapitalist ekonomiye dönüştürülmesiydi. Bu, doğrudan özel rekabet kapitalizmi değildi. Yoğunlaşmanın oldukça yüksek derecede olmasından dolayı SB’nde yeniden inşa edilen kapitalizm, yüksek derecede örgütlenmiş tekelci devlet kapitalizmiydi. Yani emperyalizmdi. Böyle bir dönüşüm olası mıdır? Tarihte bunun bir örneği var mıydı? Yoktu ve SB’ndeki gelişmeler, böyle bir dönüşümün olası olduğunu göstermiştir. Bu olasılığın teorik açıklamasını Lenin ve Stalin defalarca yapmışlardır. Ama SB’nde kapitalizmin yeniden inşası, onların tehlike olarak belirttikleri yönden de gerçekleşmemiştir.

İnsanlık tarihinde revizyonizm, yoğunlaşmış oportünizm iktidara gelmişti ve sosyalizmi ekonomide ve politikada nasıl yıkacağını gösterdi. Lenin’in deyimiyle ifade edersek, XX. Kongreden sonraki SB, “sözde sosyalizm, fiiliyatta emperyalizm, oportünizmin emperyalizm olarak gelişmesidiri kanıtlayan bir süreç olmuştur.

Fabier-Emperyalizmi’ ve ‘sosyal emperyalizm’. Bu, bir ve aynı şeydir; sözde sosyalizm, fiiliyatta emperyalizm, oportünizmin emperyalizm olarak gelişmesi” (1).
Bu gelişmeyi açıklamak için, bazı noktalarda tekrarı da göze alarak gerçeklere ve revizyonist demagojiye bakalım.
SB’nde üst yapı yozlaşmasaydı, altyapı yozlaşır mıydı, kapitalizmin yeniden inşası mümkün olur muydu? Olmazdı. Çünkü sosyalist üstyapı, altyapının; bu durumda sosyalist ekonominin gelişme seyrini, sınıfsal karakterini doğrudan belirler. Bu nedenle SB’nde altyapının yozlaşması, kapitalist restorasyon, üstyapının yozlaştığının açık ve doğrudan ifadesidir. Burada söz konusu olan, üstyapı ile altyapı arasındaki diyalektik bağ ve karşılıklı etkilenmedir. Bu, oldukça karmaşıktır; birbirlerini gelişme yönünde tetiklerler ve sonuçta aynı üretim biçiminde buluşurlar, yani birbirine tekabül eden koşulları oluştururlar. SB’nde olan da buydu: yozlaşan üstyapı, kendine uygun altyapının gelişmesinin yolunu açmış, onu tetiklemiş ve kapitalist restorasyon gerçekleşmiştir.
Kapitalizm, esas itibariyle, meta üretiminin en yüksek ve en genel aşamasıdır. Marks bunun böyle olduğunu Kapital’deki analiziyle açıklamıştır.

Lenin, kapitalizmi tanımlarken onun belirleyici iki özelliğini vurgular.
Marks’ın anlayışına göre kapitalizmin en önemli özelliği
  • genel üretim biçimi olarak meta üretimidir. Ürün, en çeşitli toplumsal üretim organizmalarında bir meta biçimine bürünür, fakat çalışma ürününün bu biçimi sadece kapitalist üretimde istisnai, tek başına, ya da rastlantısal bir olgu değil, genel bir biçimdir.
  • Kapitalizmin ikinci özelliği (2) yalnızca çalışma ürününün değil, fakat çalışmanın kendisinin de, yani insanın işgücünün de, bir meta biçimine bürünmesidir, işgücünün meta biçiminin gelişme derecesi, kapitalizmin gelişme derecesinin bir göstergesidir” (2).
Sovyet ekonomisinde gelişmenin böyle olduğu inkar edilemez. Sovyet modern revizyonistleri üstyapıyı (devlet, parti, vs.) ele geçirdikten sonra “sosyalizmin inşası”, “komünizme doğru gelişme” adı altında uyguladıkları reformlarla, kapitalizmin bu iki temel özelliğinin gelişebileceği nesnel koşulları yaratmışlardı. İşe öncelikle meta üretimi ve değer yasası alanında Marksist teoriyi çarpıtmakla başlamışlardır.

Bu konuda Marksist-Leninist görüş, Lenin ve Stalin dönemi SB pratiği, meta üretimi ve değer yasasının, sosyalizmin inşasının ilk döneminde nesnel zorunluluklardan dolayı sınırlı da olsa geçerlilik kazandığını göstermiştir. Ama modern revizyonistler soruna farklı bakıyorlardı. Modern revizyonistler, sosyalizmin inşasının derinleşmesine paralel olarak meta üretimi ve buna bağlı olarak değer yasasının etki alanlarını, giderek sınırlandıracaklarına, tam tersini yaparak, meta üretiminin genelleşmesinin ve buna bağlı olarak da değer yasasının etki alanının genişlemesinin ön koşullarını oluşturmuşlardır. Bu baylara göre, kapitalizmden kalma bu kategorilerin tamamen yok olabilmesi için tamamen gelişmeleri gerekiyordu. Bundan dolayıdır ki XXII. Parti Kongresinde kabul edilen “SBKP Programı”nda “komünist inşa döneminde meta-para ilişkilerini tamamen kullanmak zorunludur”, “maddi ve ahlaki teşvik arasındaki doğru bağ –bu, bizim komünizmin inşasının bütün dönemi için rotamızdır, çizgimizdir” anlayışları yer alıyordu.

Modern revizyonistler, Marksist-Leninist teorinin, derinleşen sosyalist inşaya paralel olarak meta üretimi ve değer yasası etki alanının mutlaka daraltılması, sınırlandırılması gereklidir öğretisini, meta üretimi ve değer yasası etki alanını genişleterek çarpıttılar. Marksizm-Leninizm, mutlaka daraltılmasından, sınırlandırılmasından bahsederken, revizyonizm mutlaka genişletilmelidir diyor.
  • Meta-para ilişkilerinin tamamen (bütün yönleriyle, çn) kullanılması ifadesini ekonomideki reformlarda bulmuştur”.
Lenin, “Marksizm, meta üretimi üzerine kurulmuş bir toplum, gelişmesinin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak bizzat kapitalizmin yoluna girecektir diye öğretiyor” der. SB’nde de ekonomi, gelişmesinin belli bir aşamasında, reformların açtığı kapitalist yola bizzat girmiştir. Ekonomideki bütün reformlar, kapitalizmin yeniden inşasına hizmet etmişlerdir: Ücret; dağıtım, mübadele, ekonominin yönetimi, bizzat üretim, çeşitli aşamalarında ekonomik reformlar tarafından kapitalist dönüşüme uğramışlardır.

Bu gelişmeden işgücü de nasibini almıştır.
  • SB’nde işgücü de, metaya dönüştürülmüştür.
Kapitalizm, işgücünün de metaya dönüştüğü meta üretiminin gelişme aşamasıdır.
İşgücünün meta olabilmesi için işçilerin üretim araçlarından yoksun olmaları ve işgüçlerini satmak zorunda kalmaları gerekir. SB’nde sosyalizmin inşası döneminde üretim araçları sosyalist devletin mülkiyetindeydi. Sosyalist devleti ifade eden proletarya diktatörlüğünün yıkılması, Sovyet işçilerinin üretim araçları üzerindeki kontrolünün ortadan kalkması anlamına geliyordu.
  • Sovyet işçi sınıfı, yeni burjuvazi tarafından, üretim araçları üzerindeki kontrolünün ortadan kaldırılması bazında resmen mülksüzleştirilmişti. Ve yaşamak için işgücünü satmak zorunda bırakılmıştı.
Devlet mülkiyetinin karakteri, devletin, hangi sınıfın elinde bulunduğuna bağlıdır. Devlet, hangi sınıfın devletiyse, mülkiyetinde bulunan üretim araçları da o sınıfın hizmetindedir. Bu anlamda sadece devlet mülkiyeti olgusu, sadece “sosyalist” devlet olgusu, SB’nde mülkiyetin karakterinin sosyalist olduğunu, açıklamaya yetmez. Kapitalist ülkelerde de devlet mülkiyeti var, ama aklı başında olan hiç kimse, bu gerçeklikten hareketle, kapitalist ülkelerdeki devlet mülkiyetini, sosyalist mülkiyet olarak görmez. Devlet mülkiyeti, iktidardaki sınıfın mülkiyetidir. Burjuvazi iktidarda olduğu müddetçe de devlet mülkiyeti, kapitalist mülkiyetin bir biçimidir.

Aynı durum SB’nde de geçerlidir.
Devlet mülkiyeti öne sürülerek, SB’nde üretim araçlarının kapitalist karakteri gizlenemez. Belki de Tansu Çiller gibi düşünenler olabilir. Ne de olsa bu bayana göre devlet mülkiyetinde olan işletmeler, sosyalizmi ifade ediyorlar!
Bundan hareketle -SB’nde de işletmeler devlet mülkiyetinde olduğuna göre- SB, sosyalisttir, denebilir mi?

Engels’in, “Anti-Dühring”de belirttiği gibi, devlet mülkiyetinin sınıfsal karakteri, devletin hangi sınıfın elinde olduğuna bağlıdır.
Ekim Devrimi, ‘proletaryanın siyasi iktidarı ele geçirmesi ve üretim araçlarını önce sosyalist mülkiyete dönüştürmesi’ anlamına gelir (Engels).

XX. Parti Kongresinden sonra tam tersi bir gelişme söz konusu olmuştur. Sosyalist mülkiyet, yeni, özel tipte bir devlet kapitalizmi mülkiyetine dönüştürülmüştür. Burada yeni ve özel olan, sosyalizmin kavram olarak sözde kullanılması ve üretim araçlarının klasik kapitalizmde olduğu gibi özel mülkiyette olmamasıdır.

SB’nde üstyapının yozlaşma sürecinin ilerlemesi, mülkiyetin karakterinde görülen değişmeler, işgücünün metaya dönüşmesi, aynı zamanda kapitalist sömürünün yeniden geçerli kılındığı anlamına gelir. Bu süreç, kapitalist meta üretiminin kaçınılmaz sonucuydu. Başka türlü de olamazdı. Çünkü Marks’ın dediği gibi,
meta üretimi, kendisine özgü yasalarıyla uygunluk içinde, kapitalist üretim haline geldiği ölçüde, meta üretimi ile ilgili mülkiyet yasaları da kapitalist el koyma yasalarına dönüşür” (3).

Klasik kapitalist ülkelerde ve SB’nde devlet kapitalizminin doğuş koşulları aynı değildi. Klasik kapitalist ülkelerde devlet, tazminat ödeyerek (satın alarak) veya emekçi yığınlardan toplanan vergilerin (bütçe) bir kısmını kullanarak, özel kişilerin (kapitalistlerin), tekellerin mülkiyetinde olan üretim araçlarına sahip olabilir (fabrikalar, toprak, vs.). Bu sürece, burjuva ülkelerde genellikle devletleştirme denir.

SB’nde ise böyle bir gelişme olmamıştır. Proletarya diktatörlüğü, “bütün halkın devleti” adı altında revizyonist sınıfın; yani burjuva sınıfın diktatörlüğüne dönüştürülmüştür.
İstisnai durumlar hariç (örneğin Türkiye’de ‘30’lu yıllar) klasik kapitalist dünyada özel sermaye karşısında devlet kapitalizmi tali bir rol oynar. Ama SB’nde tamamen farklı bir durum söz konusuydu: Bu ülkede devlet mülkiyeti (devlet kapitalizmi), belirleyici bir rol oynamıştır.

Peki SB’nde özel sermaye, kişilerin mülkiyetinde olan sermaye yok muydu? Vardı.
Bürokrasinin, yeni sınıfın tasarrufları önemli miktarlara ulaşıyordu, oldukça yüksek maaş alan yeni burjuvazi, masallardaki gibi yaşıyordu. Tasarruflarını depozitoya çeviriyor ve tatlı faizler alıyordu. Parası para üretiyordu!

Şüphesiz sosyalizmde emekçilerin de tasarrufları olabilir, ama her bir emekçinin faiz getirecek derecede tasarrufunun olması mümkün değildir. Dolayısıyla burada söz konusu olan, yeni burjuvazinin, paralarını faize yatırmalarından ve elde ettikleri faizlerle kişisel zenginleşmelerinden başka bir şey değildir.

1975 yılı itibariyle Sovyet burjuvazisinin ve bir kısım işçi aristokrasisinin depozito olarak sahip oldukları miktar, 60 milyar rubleydi. Bu miktar yılda 2 milyar rublelik bir faiz getiriyordu.

Kırsal alanda; kolhozlarda başka bir özel mülkiyet biçimi gelişmişti. Bu mülkiyetin kaynağı, kolhoz köylülerinin kişisel mülkiyetinde olan çiftliklerdi. Kırsal alanda kolektifleştirme sürecinde köylülerin birtakım ihtiyaçlarını bizzat karşılayabilmeleri için onlara, kişisel tüketime hizmet edecek büyüklükte çiftliklerin veya hayvanların verilmesi doğaldır. Bu, Sovyetler Birliği’nde uygulanmıştır. Sovyet modern revizyonistleri, kolhoz köylülerinin özel mülkiyetinde olan çiftlikleri (bahçeleri) giderek çoğaltma ve genişletme politikası izlemişlerdir.
Böylece özel mülkiyet, özel çıkar için üretim, teşvik edilmiştir. Sonuç ortada; köylüler kolhozlarda değil, özel mülkiyetlerinde olan bahçelerde daha itinalı, daha verimli çalışmaya başlamışlar ve kişisel ihtiyacın ötesinde üreterek, bu ürünleri pazarlamışlardır. 1975 yılı itibariyle SB’nde sebzelerin yüzde 60’ı, meyvelerin de yüzde 80’i bu çiftliklerde üretiliyorlardı.
Bunun adı meta üretimidir.

Kısa bir zaman önce revizyonist Sovyet basını şöyle yazıyordu: “Kolhoz köylülerinin, işçilerin ve ücretlilerin kişisel ekonomisi için (özel üretim kastediliyor, çn) sınırlandırmaların ortadan kaldırılması, üretimi arttırmış ve bunun sonucu olarak tarımsal ürünlerin pazarda satışı da artmıştır”. Basının kabul ettiğine göre kolhoz bahçelerin alanı 10 yıl içinde ikiye katlanacak. 1976 yılında bu çiftlikler 12 milyon ton tahıl üretmişlerdi. Ulusal çapta bunların önemli bir ağırlığı var. Somut olarak; patates üretiminin yüzde 64’ü; et üretiminin yüzde 42’si, süt üretiminin yüzde 40’dan fazlası, yumurta üretiminin yüzde 65’i, yün üretiminin yüzde 20’si bu çiftliklerde gerçekleştiriliyor. 1965’ten bu yana Sovyet tarımında çalışan işgücünün üçte biri doğrudan (bu) çiftlik ekonomisiyle ilgilidir. Ayrıca kolhoz üyeleri, çalışma sürelerinin üçte birini bu çiftliklerde değerlendiriyorlar. Yaklaşık hesaplamalara göre bu çiftliklerin alanı, SB’nde, 7,5 milyon hektarlık bir alana tekabül ediyor” (4).
Bundan daha “iyi” klasik kapitalizm, burjuva mülkiyet ve meta üretimi olabilir mi?
Bu çiftlikler veya bahçeler, Sovyet kırında her gün, kapitalist üreten, meta-para ilişkilerini derinleştiren ve kapsamlaştıran bir kaynaktı.

SB’nde hakim üretim biçiminin veya mülkiyetin, sınıfsal karakterinin tespitinde biçimsellik hiç önemli değildir.
Popülist Akımın Ekonomik İçeriği” yapıtında Lenin, bir ekonominin “tipi” tanımlanmak isteniyorsa, tabii ki hukuki biçimler değil, mevcut ilişkilerin temel ekonomik özellikleri alınmalıdır” diyor” (5).

SB’nin, modern revizyonistler tarafından, mevcut gerçekliği gizlemek için inatla sosyalist ülke olarak tanımlanması, 20 sene içinde komünizme geçileceği propagandasının yapılması, sosyalist mülkiyetten bahsedilmesi, bütün bu hukuki biçimler, Sovyet ekonomisinin azami kar, sömürü temelinde yükselen bir ekonomiye dönüştürüldüğü gerçeğini gizleyemez. Sovyet bürokrasisi, o yeni sınıf, üstyapıdaki ve altyapıdaki konumuna dayanarak, belli bir hiyerarşik yapı içinde Sovyet işçisini sömürmüştür.
Revizyonist sınıfın (yeni burjuvazinin) el koyduğu artı değer hangi biçimler alıyordu? Burada da ilginç olan bir durum yok.
  • Artı değerin büyük bir kısmını yeni sınıf, üretim araçlarının kolektif sahibi olarak sermayeye dönüştürüyordu.
  • Artı değerin bir kısmı ücret olarak dağıtılıyordu.
  • Artı değerin bir kısmı da mükafatlandırma olarak dağıtılıyordu. Bu kısma genel anlamda maddi teşvik fonu da diyebiliriz.
Tabii işçiler de ücret alıyorlardı, maddi teşvikten yararlanıyorlardı. Piramidin en tepesindekileri; yani elit revizyonist kesimi bir kenara bırakırsak, Sovyet yöneticilerinin aldıkları ücret ve prim, bir işçinin ortalama olarak aldığından 15-20 misli fazlaydı.

İş gücünün sömürülme derecesi, artı değer oranıyla hesaplanır. Yani artı değer ile değişken sermaye arasındaki oran.
Sovyet istatistikleri, rötuşlanmış istatistiklerdir. Yöneticilerin gelirleri de değişken sermayenin bir parçası olarak hesaplanmıştır. Ama buna rağmen işçilerin sömürülme derecesini hesaplamak mümkündür. Örneğin 1975’de Sovyet işçi sınıfının sömürülme derecesi 1960’a nazaran yüzde 25 oranında artmıştı. Bunun doğal sonucunu, kar oranlarının artmasında görüyoruz. Sovyet sanayinde kar oranı, 1971’de yüzde 27,3’ten 1976’da yüzde 36’ya çıkmıştı. Sovyet basını, 1971-1975 arasında 500 milyar rublelik karın, 1966-1970 dönemindekinin 1,5 misli fazla bir karın, elde edildiğini itiraf etmek zorunda kalmıştı (6).

Başka vesilelerle de belirttiğimiz gibi meta-para ilişkileri, değer yasası, pazarın spontanlığı Sovyet üretiminde, çokça sözü edilmiş olan “reel sosyalizm”de düzenleyici (yönlendirici) faktördü. Sovyet revizyonistleri 1971’de yayınladıkları bir propaganda kitabında durumu şöyle açıklıyorlardı:
Sosyalizmde meta üretimin zorunluluğu toplumsal iş bölümünden (ve) sosyalist işletmelerin ekonomik operatif bağımsız oluşlarından kaynaklanır” (7).

Aynı sayfada devamla şöyle deniyor:
Sosyalizmde meta-para ilişkilerinin özellikleri, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinde aranmalıdır ve her türlü sömürüden muaftırlar; kapsamlı ilişkiler değildirler (ve) planlı örgütlenmiş ilişkilerdir”.
Burada ya bir yanlışlık var, ya da Sovyet deneyimi doğru değil!

Sosyalizmde, en azından başlangıcında meta üretiminin neden zorunlu olduğunu çeşitli verilerle açıklamıştık. Ama:
  • Sosyalizmde meta üretiminin toplumsal iş bölümünden kaynaklandığının revizyonistler açıklıyorlar.
  • Bunun ötesinde sosyalist işletmeler arasındaki rekabet kabul ediliyor.
  • Sosyalist işletmeler arasındaki ilişkilerin meta üretimi, pazar ilişkileri temelinde ele alındığı kabul ediliyor.
Tabii ki bu, işletmelere, birbirleriyle rekabet edecek koşullar vermenin doğrudan bir sonucudur.

Sosyalizmde meta-para ilişkilerinin özelliklerini üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinde aramak, sosyalizmi lafızda kullanmak, fiiliyatta ise kapitalizmden bahsetmek anlamına gelir. Sanayide üretim araçlarında meta-para ilişkilerinin işi ne?

Bir taraftan, meta-para ilişkilerinin özellikleri üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinde aranıyor, diğer taraftan da bu ilişkiler kapsamlı ilişkiler değildir deniyor. Peki bu ilişkiler kapsamlı değilse neden üzerinde duruluyor (en azından her parti kongresinde). Her halükarda, sosyalizmde meta üretiminin, meta-para ilişkilerinin böyle açıklanması, başta SB olmak üzere bütün revizyonist ülkelerde ekonomide meta üretiminin değer yasasının, meta-para ilişkilerinin, pazar anarşisinin (spontanlığının) hakim olduğunu başka türlü ifade etmek anlamına gelmektedir.

Revizyonist işletmelerde verimlilik esastır. Verimliliğin ölçüsü de ana fona oranla verimliliktir. Yani sermayeye oranla verimlilik. Maddi teşvikin, primlerin kapsamı da bu verimliliğe bağlıdır. Bu konuda Sovyet revizyonistleri şöyle diyorlar:

Yeni prim sistemi, temel ilke olarak, primleri, gerçekleştirilmiş kara göre tespit eder. Kar, prim fonunun hesaplanmasının temelini ve finanse edilmesinin ana kaynağını oluşturur” (8).
Amaç bu olduğu için sosyalizmde meta üretimi ve meta-para ilişkileri yukarıdaki gibi değerlendiriliyor.

Sovyet ekonomisinin sınıfsal karakterini karşılaştırmalar yaparak da açıklayabiliriz:
Marksist-leninist teori, meta üretimi sosyalizm ve komünizmle bağdaşmaz diyor (9).
Bir daha: Sosyalizmde meta üretimi zorunludur, çünkü mülkiyet farklılığı söz konusudur. Mülkiyet farklılığı kaldırılmadığı müddetçe de meta üretimi var olacaktır. Sosyalist inşanın kapsamlaşması ve derinleşmesi, meta üretiminin de ortadan kalkması anlamına gelecektir. Bu gelişmeyi göz önünde tutan Stalin; “meta üretimi, sosyalizmden komünizme geçiş perspektifiyle bağdaşmaz”(10) diyor. Stalin; her “iki temel üretim sektörünün yerini alacak, genel geçerli üretim sektörünün” henüz oluşmadığını da belirtiyor(11).

Meta üretimiyle, kolhozlarla ve dolayısıyla mülkiyetin karakteriyle bağlam içinde MTİ’nin nasıl ele alındığına bakalım.
Stalin, MTİ’nın geleceğiyle ilgili olarak Sanina ve Wensher görüşlerini eleştirir (12).
O tartışmalarda revizyonist görüşlerinde geri adım atan bu iki ekonomist, kolhozların gelişmesinde, tarımda sosyalizmin gelişmesinde MTI’nın oynamış olduğu rolü bilmiyor olamazlar. Ama buna rağmen böyle bir öneride bulunmaları, tarımda sosyalist inşaya doğrudan bir saldırıdır (13).

Bu iki ekonomistin görüşleri, tarımı yıkıma götürmek, tarihin tekerleğini geriye çevirmek; inşa edilmiş haliyle kırda sosyalizmi ve kolektif ekonomiyi yıkmak anlamına gelmekteydi. Bu önerinin kabul edilmesi, komünizme doğru gidişin önünün alınması, meta üretimini giderek sınırlayan, yok eden, pazar olgusunu ortadan kaldıran koşulların, embriyon halinde var olan koşulların yok edilmesi anlamına gelmekteydi (14).
Kolektif mülkiyetin toplumsal mülkiyet seviyesine çıkartılması, meta üretiminin ve dolaşımının ortadan kaldırılması, yani kapitalizme özgü olanın yok edilmesi için Stalin şu görüşlerini ileri sürer:

Kolhoz mülkiyetini ulusal mülkiyet düzeyine yükseltmek için sonuçta yapılması gereken nedir ki?
Kolhoz, özel tür bir işletmedir. O, çoktan beri kolhoza ait olmayan, ama ulusa ait olan toprağı işlemekte ve onun üzerinde çalışmaktadır. Dolayısıyla kolhoz, işlediği toprağın sahibi değildir…Kolhoz, kendi mülkiyetinde olmayıp ulusal mülkiyette bulunan esas üretim araçları yardımı ile çalışır. Dolayısıyla, kohloz, başlıca üretim araçlarına öz malı olarak sahip değildir.

Kolhoz, bir kooperatif işletmesindir, üyelerinin emeğini kullanır ve geliri, üyeleri arasında, sağlanan işgünlerine göre paylaşılır; kolhoz, ayrıca tohum yedeklerine sahiptir, bunlar her yıl yenilenir ve üretimde kullanılırlar.

Şu soru sorulabilir: kolhoz kendi malı olarak neye sahiptir, istediği gibi, tamamen serbest kullanabileceği kolhoz malları nelerdir? Bu mülkiyet, kolhozun üretimidir, kolhoz üretiminin meyvesidir: buğday, et, yağ, sebze, pamuk, pancar, keten vb.; ayrıca, evlerine bitişik toprak üzerindeki kolhozcuların kişisel işletmeleri ve binaları. Durum budur ki, bu üretimin önemli bir kısmı pazara arz edilmektedir ve bu şekilde meta dolaşımı ile tümleşir. İşte bugün kolhoz mülkiyetinin ulusal mülkiyet düzeyine yükseltilmesine engel olan bu durumdur. Demek ki, kolhoz mülkiyetini ulusal mülkiyet düzeyine yükseltmek için çalışmayı bu yönde geliştirmeliyiz” (15).
Peki bu konuda revizyonist teori ne diyor? Bu anlayışı ve ilişkileri yıkalım diyor.

V-SOVYET EKONOMİSİNDE META ÜRETİMİ, PARA-META İLİŞKİLERİ 
   VE SOSYALİST KAR” SORUNU

Revizyonist teoriye göre;
  • kar, “sosyalist kar”, meta-para ilişkileri, meta üretimi, pazar vb. olmaksızın sosyalizm olmaz ve giderek komünizme geçiş de mümkün değildir.
Stalin’in ölümünden sonra, Kruşçev önderliğinden modern revizyonistler, Wensher’in önerileri doğrultusunda MTİ’nı kolhozlara devrettiler. Stalin’in, MTİ’nın kolhozlara mülk olarak devredilmeleri durumunda tarımsal alanda olası gördüğü bütün olumsuz gelişmeler gerçekleşti. Meta üretim alanı, giderek sınırlandırılacağına, olağanüstü genişletildi. Böylece meta-para ilişkileri derinleştirildi ve kapsamlaştırıldı.
Sovyet tarımındaki bu gelişme, tarihin tekerleğinin geriye doğru çevrilmesi ve resmen pazar ilişkilerinin geliştirilmesi anlamına gelmekteydi.

Pazar ve meta üretimi sorunlarında SB’ndeki gelişmeler, sorunun teorik temellendirilmesi, Marksizm-leninizmle revizyonizm arasındaki uzlaşmazlığı bütün çıplaklığıyla gösteriyordu.
Bir daha:
  • Marksist-leninist teoriye göre sosyalizm, pazarla, meta üretimi ve dolaşımıyla bağdaşmaz. Sosyalist inşanın derinleştirilmesi, kapitalizme özgü bu üretim ve ilişkilerin etki alanının giderek sınırlandırılması ve nihayetinde yok edilmesi anlamına gelir. Marksist-leninist teoriye göre kapitalizm, meta üretiminin ve dolayısıyla dolaşımının en yüksek biçimidir.
Buna karşın revizyonist teoriye göre –defalarca aktardığımız anlayışların da gösterdiği gibi:
  • Pazarsız, meta üretimi ve dolaşımı, meta-para ilişkileri olmaksızın sosyalizm de olmaz.
Revizyonist teori, meta üretimini, proletarya diktatörlüğünün gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerde devralmak zorunda kaldığı kapitalizmin bir mirası olarak görmüyor, tam tersine meta üretimi ve dolaşımını, bir bütün olarak pazarı; meta-para ilişkilerini sosyalizmin bir zorunluluğu olarak görüyor. Bu nedenden dolayı revizyonist teori, meta üretiminin ve dolaşımının, yani pazarın sosyalizmde olgunlaşacağını, açılıp serpileceğini savunuyor.
  • Revizyonist teori, meta üretimini en yüksek gelişme aşamasına çıkartmayı, sosyalist inşa olarak görmektedir, bunun ötesinde komünist aşamaya geçmenin temel koşulu olarak algılamaktadır.
Bırakalım şu veya bu revizyonist ekonomistin bu konuda açıklamalarını, parti kongrelerinde Kruşçev, Brejnev ve Kosigin’in tespitleri/anlayışları bunun böyle olduğunu yeteri kadar göstermektedir.

50’li yılların başında susmak zorunda kalan Wenşer, 1958’de şöyle diyordu:
Sosyalist meta üretimi özel cinsten bir meta üretimidir; onun gelişmesi, meta-para ilişkilerinin genişlemesi ve güçlenmesiyle ve doğal ekonomik ilişkilerin tedricen sonlanmasıyla bağlam içindedir. Toplumsal çeşitlilikten dolayı sosyalizmde emek, çifte karakterini muhafaza eder ve çalışmayla yaratılan mallar, kendilerinde cisimleşen soyut iş miktarına göre mübadele edilirler. Bundan dolayı bütün ürünler meta biçimine sahiptirler.
Sosyalist üretim, toplam ulusal ekonomi çapında planlamış yüksek seviyede meta üretimidir. Sosyalist mübadele değer yasası temelinde gerçekleştirilir” (16).

1967’de Doğu Almanya’da (Almanya Demokratik Cumhuriyeti) yayınlanan Ekonomi Sözlüğünde sosyalizmde meta üretimi şöyle açıklanıyor:

Dolaysız üretim,... ekonomik olarak bağımsız sosyalist (halka ait ve kolektif) işletmelerde (üretilir). Bu işletmeler, ürünlerini meta olarak üretirler ve sosyalist meta üreticileri olarak birbirleriyle ekonomik ilişkilerini meta mübadelesi üzerinden gerçekleştirirler... Sosyalizm, ... meta üretiminin alanını genişletir... Sosyalist meta üretimi, meta üretiminin genelleştirilmesidir ve yüksek aşamada açılıp serpilmesidir”(17).
Sosyalizmde ürünler ve hizmetler, keza meta olarak üretilirler ve keza para karşılığında satılırlar” (18).
Sosyalizmde pazar,... devlet ve kooperasyan işletmeleri tarafından üretilmiş ürünlerin, üretim araçları ve tüketim araçlarının satılması için bir alandır” (19).
Pazar mekanizması, nihai çare için büyük bir ölçü olmalıdır“ (20).
Sosyalist bir pazarın mekanizmaları kullanılmaksızın,... tam maliyet hesaplaması temelinde işletmelerin çalışma tarzı olası değildir” (21).
İşletme, sipariş almak için rekabet edecektir...” (22).
Pazar talebi,... ulusal ekonomide büyüklük ilişkilerini belirleyen ana faktördür...
Sosyalizmde meta üretimi var olduğundan dolayı,... talep ve arzın nesnel yasası etkide bulunur...” (23).
Pazar mekanizmasının,... sosyalist üretimde düzenleyici bir rol oynadığını kabul etmek zorundayız” (24).
Bugün, pazarlama sorununun ve pazar dalgalanmaları sorununun planlı sosyalist ekonomi de bile var olduğu genel olarak kabul edilir” (25).
1965 ekonomik reformları, sosyalist ekonominin birincil temel kurallarından birisini ifade ediyor; toplumun yararına olan, her işletmenin de yararına olmalıdır“ (26).
Toplum için iyi olan, işletmenin maddi teşviki ve personeline arzı için ekonomik olarak karlı olmalıdır. Bu formül, sosyalist sistemin ekonomik birliğinin esasını oluşturur“ (27).
Bütün toplumun faydalandığından her bir üretim kolektifi de yararlanacaktır” (28).

Sınıf farklılığının, ezen ve ezilenlerin, zengin ve fakirlerin olduğunun kabulünü de şu sözlerden anlıyoruz.
Çeşitli halk tabakaları arasında gelirin eşit olmayan dağıtımından yüksek gelir gruplarının az önemli gereksinimlerini karşılayacak durumdayken alt gelir gruplarının temel ihtiyaçlarını tamamen karşılayamadıkları sonucu çıkıyor” (29).

Üretimin yegane ölçeği kar oluyor:
İşletmeleri için daha yüksek kar çabasıyla 1970-1971 yıllarında Tacik Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti Et ve Süt Sanayi Bakanlığı ucuz malların üretimini – Halk arasında talebin değişmeden var olduğu mallar – düşürdü ve pahalı ürünlerin hiç bir şeyle haklı çıkartılamayacak üretimini arttırdı. Bu bakanlığın işletmeleri, sonuç itibariyle, planı aşarak milyonlarca rublelik kar elde etti” (30).

Meta üretimi, pazar araştırması, reklam, kapitalizm ve Sovyet ekonomisi:
Pazarın genişlemesi ve daha çok kar yarışında işletmeler arasındaki artan rekabet,... kapitalist ülkelerde karşılaşıldığı gibi pazar araştırması, ticari yetenek ve reklam gibi görüntüleri ortaya çıkardı...
Planlamanın ve ekonomik teşvikin yeni sisteminde... iyi plase edilmiş (sıralanmış, yerleştirilmiş, çn) reklam da işletmelerin başarısını teşvik ediyor....
Bildiğiniz gibi afişler, ticari levhalar ve vitrinler bir şehri ve caddeleri çekici yaparlar” (31).

B. Suharevski, daha da ileri gider:
Sanayi işletmelerinin çoğunluğu, ürünlerini devlete değil, bilakis başka sanayi işletmelerine ve ticaret örgütlerine satıyorlar. Bu, sanayide iç pazarın ana kısmını temsil etmektedir” (32).

Metanın sosyalisti mi olurmuş diyenler, fena halde yanılmış oluyorlar. Metanın sosyalistinin de olduğunu yukarıda, temel bir sözlükten aktardığımız anlayışta ve diğer alıntılarda görüyoruz.

Başka bir ekonomi sözlüğünde de “sosyalist meta üretimi; “sosyalist” meta ve “sosyalist meta üreticisi” şöyle tanımlanıyor.

Sosyalist meta üretimi, sosyalizme özgü olan meta üretiminin tarihsel tipidir ve mübadele ilişkilerinin meta-para biçimini ve ekonomik ilişkilerin para biçimini içerir”.
Maddi üretim ve ... hizmetlerde işletme, sosyalizmde var olan meta üretimi ve meta-para ilişkileri nedeniyle, ürünlerini ve hizmetlerini meta olarak üretir ve satar. Sosyalist meta üreticisi, bütünlüklü sosyalist ulusal ekonominin sabit bir bileşenidir” (33).

Sosyalizmin Politik Ekonomisi” kitabında şöyle deniyor:
Meta üretiminin nedeni özel mülkiyettir... Özel mülkiyetin olmadığı durumda toplumsal iş bölümü meta üretimine neden olmaz.
Kapitalizmden farklı olarak sosyalist toplumda özel mülkiyet yoktur... Ama meta üretimi, sosyalizmde de var olmaya devam eder” (34).
Dört sayfa sonra da (s.134) şöyle deniyor:
Meta üretiminin zorunluluğu, sosyalizmde işin doğrudan toplumsallaşmış olması gerçeğiyle bağdaşır”.
Yani:
  • Meta üretiminin nedeni özel mülkiyet, özel mülkiyet olmazsa, meta üretimi de olmaz.
  • Sosyalist toplumda özel mülkiyet yoktur. Ama meta üretimi vardır!
Anlayana aşk olsun!

Meta, ‘para’, ‘fiyat’, ‘kar’ ve sosyalist ekonominin başka kategorileri, sosyalist üretim ilişkilerinin içkinidirler (ayrılmazlarıdır, çn) sosyalizm koşullarında meta-para ilişkileri yasasından ve değer yasasından bahsediyoruz; bunların toplumsal içeriği ve toplumsal rolü vardır; bu rol kapitalizm koşullarındakinden tamamen farklıdır. Bahsettiğimiz, daha önce tarihte benzeri olmayan bir değer yasası ve meta para ilişkileridir” (35).

Sosyalizmin Politik Ekonomisi” kitabında ise şöyle yazılıyor:
Değer yasası, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan ekonomide spontan bir düzenleyicidir. Ama sosyalizmde üretimin ana düzenleyicisi olamaz... (Ama!!) Sosyalizmde değer yasası, üretimi düzenleyen planlı ekonomi mekanizmasının zorunlu bir unsurudur” (36).
Liberman’a göre: “SB’nde karın önemi, değer yasasının belli bir hiçe sayılmasından dolayı küçümsendi. Bazı Sovyet ekonomistleri, yanlış bir biçimde, yasayı kapitalizmin hoş olamayan bir mirası olarak gördüler ve mümkün olduğunca hızlı bir şekilde ondan kurtulmalıyız düşüncesindeydiler.
Değer yasası, kapitalizmin bir yasası değildir, bilakis sosyalizmde planlı meta üretimi de dahil her türlü meta üretiminin yasasıdır”.
Bu çok bilinen, konuya ilişkin bütün revizyonist yayınlarda işlenen anlayışla söylenmek istenen şu: değer yasası, kapitalizmdeki başkalaştırılmasından kurtarıldığında esas anlamına kavuşur. Esas anlamına kavuşturulmuş değer yasası, “sosyalist değer yasası”dır. Böylece “sosyalist değer yasası”, “gerçek değeri” ortaya çıkartıyor!!

Kapitalizmi yeniden inşa eden ve ebedileştirmek isteyen bu baylar, kapitalizmin temel yasalarıyla, özellikleriyle kapitalizmi ortadan kaldırmaya çalışıyorlar! Veya da Engels’in tanımlamasıyla ifade edersek:

Sonuç olarak, ‘gerçek değeri’ baş köşeye oturtarak kapitalist üretim biçimini ortadan kaldırmak istemek, “gerçek” papayı başa geçirerek Katolikliği ortadan kaldırmak, ya da üreticilerin sonunda bir gün, üreticinin kendi ürününe köleleşmesinin en geniş bir dışa vurumu olan bir ekonomik kategorinin tutarlı bir kullanılması aracıyla, ürünlerin egemenlik altına aldıkları bir toplumun kurulmasını istemektir” (37).

Revizyonist sistem tam da böyle bir sistemdir. Emekçilerin, ürünleri tarafından egemenlik altına alındıkları bir toplum!
Ve nihayetinde “değer yasası.... planlı ekonomi üzerinde bilinçli kullanımından dolayı gereksiz olacaktır” (Pravda).
Konuya ilişkin bütün revizyonist yayınlarda bu anlayışa rastlanır.
Cevabı Engels’ten alalım:
... Değer yasası, meta üretiminin ta kendisinin, öyleyse bu üretimin en yüksek biçiminin, kapitalist üretimin de temel yasasıdır. Bu yasa, kendini, bugünkü toplumda, ekonomik yasaların kendilerini bir özel üreticiler toplumunda kabul ettirebilecekleri tek biçimde kabul ettirir... Bay Dühring, bu yasayı kendi ekonomik komününün temel yasası durumuna yükseltmek ve ondan bu yasayı tam bir bilinçle uygulamasını isteyerek, var olan toplumun temel yasasını, kendi düşsel toplumunun temel yasası durumuna getirir. Var olan toplumu, ama düzgüsüzlükleri olmaksızın, ister. Böylelikle, Proudhon ile aynı olan üzerinde devinir. Onun gibi, meta üretiminin kapitalist üretim durumuna evriminden çıkan düzgüsüzlükleri, onların karşısında meta üretiminin, işleyişi tam da bu düzgüsüzlükleri meydana getirmiş bulunan temel yasasını yücelterek ortadan kaldırmak ister. Proudhon gibi, değer yasasının gerçek sonuçlarını, düşsel sonuçları yardımıyla ortadan kaldırmak ister” (38).

Konuya ilişkin Marksist görüşle revizyonist görüş arasındaki farkı, herhalde revizyonistler ve SB’nde kapitalizmin yeniden inşa edildiğine, revizyonizmin aynı zamanda kapitalizm olduğuna inanmayanlar bile görebilecek durumdadırlar.

Neyle karşı karşıya olduğumuzu revizyonist teorisyen Perwuschkin’den öğreniyoruz.
Esas olan:
  • Değer yasasının mevcut olup olmadığını açıklamak, -çünkü uzun zamandan beri tecrübe, ikna edici bir şekilde göstermiştir ki, değer yasası ve değer kategorileri tabii ki mevcutturlar- değildir. Bilakis (esas olan), sosyalizmin çeşitli inşa aşamalarında görülen değer yasasının özgün biçimlerinin incelenmesidir...
  • Biliyoruz ki, ülkemizin komünizmin kapsamlı inşası periyoduna geçişi, değer kategorilerinin etki alanının ülke içinde ve ülkeler arasındaki ilişkilerde sınırlandırılmasından ziyade genişletilmesiyle karakterize olmaktadır” ( abç.) (39).
Ne diyelim; demek ki komünizme geçiş, sosyalizmin tam inşası, değer yasasının ve değer kategorilerinin etki alanının genişletilmesiyle mümkün oluyormuş!
Bu revizyonist teoriysen, Pervuşkin ve benzerleri olmasalardı, ne sosyalizmle kapitalizm arasındaki farkı, ne de revizyonizmin sosyalizm olmadığını, aksine kapitalizm olduğunu öğrenebilecektik!

Pervuşkin’e, normal ölümlünün anlayacağı açıklıktaki öğretisinden dolayı teşekkür ederek, burada ve bu vesileyle de karşılaştırma yapılsın diye dip not hatırlatmaları yapalım (40).

II. Dünya Savaşı sonrasında ekonomide reform talep edenler çoğalmıştı. Stalin’in sağ olduğu dönemde bu unsurlara karşı mücadele edildi. O’nun ölümsüz eseri “SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”, bu teorik mücadelenin doğrudan bir sonucudur.
Reform talep edenlerin başında N. Wosnesenski gelir. 1947’de yayınlanan kitabında (“Büyük Anavatan Savaşı Döneminde SSCB’nin Savaş Ekonomisi”) değer yasasının, SB ekonomisinde –üretimde- düzenleyici (regülatör) olduğunu savunmuştu (41).

Stalin ile devam edelim:

Sosyalizmde değer yasası:
Değer yasasının bizde, sosyalist düzenimizde var olup olmadığı ve etkide bulunup bulunmadığı bazen soruluyor.
Evet, vardır ve etkilidir. Nerede meta ve meta üretimi bulunuyorsa, orada değer yasası zorunlu olarak vardır... (42).
Devamla;
Bugün ki ekonomik düzenimizde, yani komünist toplumun gelişmesinin ilk aşamasında, değer yasasının üretimin değişik dalları arasında emeğin dağılımının “oranlarını” sözüm ona düzenlediğini ileri sürmek, aynı şekilde kesin olarak yanlıştır.
Eğer bu doğru olsaydı, neden, çok kez daha az verimli olan ve bazen hiç de verimli bulunmayan ağır sanayi yerine, daha verimli olan hafif sanayimizi sonuna kadar öncelikle geliştirmeyelim?...
Kuşkusuz ki, bu görüşte olan yoldaşlara ayak uydurarak, üretim araçları üretimine verdiğimiz öncelikten vazgeçip, tüketim araçları üretimine hız vermemiz gerekirdi. Yani üretim araçları üretiminin önceliğinden vazgeçmek ne anlama gelir? Bunun sonucu, ulusal ekonomimizin sürekli gelişmesini olanaksız kılmaktır, çünkü üretim araçlarının üretiminin önceliği sağlanmadan, aynı zamanda, ulusal ekonominin sürekli gelişmesi sağlanamaz.
Bu yoldaşlar unutuyorlar ki, ancak üretim araçlarının özel mülkiyetinin, rekabetin, üretim anarşisinin, aşırı üretim bunalımlarının var oldukları kapitalist düzende değer yasası üretimin düzenleyicisi olabilir. Unutuyorlar ki, bizde, değer yasasının etki alanı, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti, ulusal ekonominin uyumlu gelişmesi yasasının etkisi ve uyumlu gelişme yasasının yaklaşık gerekliliklerinin yansıması olan yıllık ve beş yıllık planlarımız tarafından da sınırlanmış bulunmaktadır.
Eğer bu doğru olsaydı, neden, işçilerin emeğinin “istenilen etkiyi” yaratmadığı, şimdilik verimsiz olan ağır sanayi işletmelerimiz kapatılarak, işçi emeğinin “en büyük etkiyi” yaratabileceği, verimli, yeni hafif sanayi işletmeleri açılmıyor?
Eğer bu doğru olsaydı, neden, bizde ulusal ekonomi için çok gerekli olmakla birlikte, az verimli olan işletmelerin işçileri, sözüm ona üretim dalları arasında emeğin dağılımının “oranlarını” düzenleyen değer yasası uyarınca daha verimli işletmelere doğru aktarılmıyorlar?” (43).

Stalin’in eleştirdiği konularla, modern revizyonistlerin, ekonomik reform adı altında uygulamaya koydukları arasında şaşırtıcı bir benzerlik var. Aslında bu sosyalist inşayı derinleştirmek, kapsamlaştırmak ve toplumu ilerletmek isteyenlerle, bunun için mücadele edenlerle, ülkede kapitalizmi, sosyalist inşa adı altında yeniden kurmak isteyenler arasında bir mücadeleydi. Yani Bolşeviklerle, Marksist-Leninistlerle revizyonistler arasında bir mücadeleydi.

Bu mücadele, XX. Parti Kongresinden sonra uygulanmaya konan reformların düşüncede hiç de yeni olmadıklarını, denemesinin Wosnesenski tarafından yapıldığını, yenilgiden sonra revizyonistlerin sustuklarını, değişmediklerini, kendilerini sakladıklarını ve ilk fırsatta da ortaya çıktıklarını göstermektedir.

Revizyonistler, siyasi iktidarı gasp etmeden amaçlarına ulaşamayacaklarını anlamışlardı. XX. Kongrede bu amaçlarına ulaştılar ve 1947-‘49’da uygulayamadıklarını, 1956’dan sonra uygulamaya başladılar.

Sosyalizmde kar, değer yasası, üretiminin düzenleyicisi (regülatörü) olur mu?
Demek ki oluyormuş!

VI- DEĞER YASASI: ÜRETİMİN DÜZENLEYİCİSİ OLARAK DEĞER 
     YASASI VE KAR-“SOSYALİST KAR”

Kar, doğrudan fiyat ile üretim değeri arasındaki farktan oluşur” (44).
"Karın ve verimliliğin önemini yükseltmeliyiz(45).
Şimdi, sosyalizmin ekonomik araçlarından birisi olan karı değerlendirelim. Karın sosyalist ekonomideki rolünün hatırı sayılır düzeyde artırılması fiyat (maliyet, çn.) muhasebesi için bir gerekliliktir” (46).
Masraf hesaplamasının özü, her işletmenin kendi giderlerini kendi gelirleriyle karşılaması ve bunun ötesinde kâr yapmasıdır. Masraf hesaplaması sistemi, her işletmeyi daha büyük kâr yapmaya ilgi duyar hale getirmektedir.”(47).
Masraf hesaplaması sosyalist işletmelerde uygulanan, işletme faaliyetlerinin girdilerinin ve sonuçlarının para cinsinden hesaplandığı, işletmelerin kendi giderlerini kendi gelirleriyle karşılamalarını ve kâr elde etmelerini garantileyen bir yönetim yöntemidir” (48).
Masraf hesaplaması, iktisat yönetiminin anahtar bir yöntemidir. Bu yöntem, üretimin sonuçlarından gelen girdilerin karşısında masrafların parasal değer olarak hesaplanmasına dayanır ve böylece üretimin verimliliği teminat altına alınır” (49).
İşletme faaliyetlerinin en yüksek derecesini karakterize eden kriter…kardır” (50).
Kar, işletmenin tüm çalışmaları için en genel kriter işlevi görmektedir” (51)
Kar, faaliyetin tüm yönlerini genelleştirmektedir” (52).
Kâr, sosyalist işletmelerin masraf hesaplaması temelinde faaliyetinin önemli boyutlarını nispeten daha tam ve derin bir biçimde yansıtmaktadır… Kâr, belli bir işletmenini üretim verimliliğinin göstergesi olarak hizmet eder” (53).
Sosyalizmde kar,…her sosyalist işletmenin ekonomik aktivitesinin verimliliğini…ifade etmektedir” (54).
“‘İnsan ilişkileri’ teorisi ve pratiği alanındaki uzmanların, kârın kapitalist üretimin ana hedefi ve motive gücü olduğu gerçekliğini gizleme çabaları…
Onların yazılarında, ‘kâr’ kavramından ya hiç bahsedilmemiştir ya da ‘bir işletmenin verimliliği ve etkin organizasyonu için test ölçüsü’ olarak görülmüştür” (55).
Eğer bir işletmenin verimliliğinin bir bütün olarak saptanması gerekiyorsa, kârın, devletin ilgili işletmeye sunduğu toplumsal üretken sermayenin değerine oranlanması tavsiye edilmelidir.
Kâr, üretken sermayeye oranlanırsa, gerçekte, görece iş verimliliği değeri elde edilir… Çok doğaldır ki bu artışın (kârın) sabit sermaye ve dolaşan sermayenin toplam değerine oranlanması gerekir, çünkü bunlar, üretimde kullanılan bütün kaynakları ifade ederler” (56).
Bir işletmenin faaliyetinin en genelleştirilmiş endeksi, kârın üretken sermayeye oranı olarak hesap edilen kârlılık endeksidir” (57).
Bu endeks (verimlilik endeksi-WBB), kapitalist ülkelerde geniş ölçüde kullanılmaktadır. Bu endekste söz konusu olan, kârın yatırılmış sermayeye oranından başka bir şey değildir” (58).
Stalin nezdinde kişiye tapıcılık döneminde karakteristik olan, kârın açıktan küçümsenmesi ve bazen, öneminin görmezlikten gelinmesi ve kârın, sadece biçimsel bir kategori olarak görülmesiydi” (59).
Şu an, bir işletmenin faaliyetini değerlendirirken kârın temel gösterge olarak alınıp alınmayacağı meselesinde karşılaştığımız sorun, büyük oranda Stalin döneminde ekonomik inşanın değişmeyen yasasının yetersiz dikkate alınmasına bağlanabilir. Bu değişmez yasa, hangi sistemde yürürlükte olursa olsun, evrenseldir. Bir ekonomi, üretime sarf edilenden daha fazla üretmelidir; işte, geçmişte dikkat edilmese de, bugün Sovyetler Birliği’nde kârın kabul edilmesinin teorik olarak sağlayan bu ilkedir” (60).
V. I. Lenin, her işletmenin kâr yapma temelinde çalışması gerektiğine, örneğin bir işletmenin kendi giderlerini tamamıyla kendi gelirleriyle karşılamasına ve kâr yapmasına işaret etmiştir” (61).
Basınımızda, herkesçe görülen çelişkilerden çıkış yolu olarak, otomatik ‘self-regulator’(öz-düzenleyici -çn.) biçimi önerildi…Karlılığın, böyle bir ‘self-regulator’ rolünü oynayabileceği iddia ediliyor…Karlılık üzerine tartışmalarında bazı ekonomistler, karlılığın toplumsal üretimin düzenleyicisi olmasına karşı yükselttikleri itirazlarını, kârın kapitalist bir kategori olması iddiası temeline oturtuyorlar. Bu itiraz, tabii ki tutarsızdır” (62).
Üretim, karlardaki değişime tabii kılınacaktır” (63).
Sosyalist üretimin amaçlarına ulaşmak için kârın kullanımı, ekonominin planlı yönlendirilmesinde bunun benimsenmesi ve emeğe göre sosyalist dağıtıma hizmeti, kaçınılmaz olarak, özel bir mekanizmanın geliştirilmesini koşullamaktadır” (64).
Ekonomik kaldıraçların bütün sistemi, işletmelerin ulusal ekonomi planını yerine getirilmelerini avantajlı kılacak şeklinde düzenlenmelidir” (65).
Ekonomik faaliyetler üzerinde etkili olabilmek için, işletme faaliyetini en yüksek derecede karakterize eden ve hem ulusal ekonominin ve hem de işletmelerin personelinin çıkarlarını karşılayan bir kriterin seçilmesi esastır… Kâr, böylesi bir ölçüyü oluşturur” (66).
Bir işletmeye, iktisat planının yerine getirilmesi için kendi çıkarları doğrultusunda en iyi rotayı seçmesini sağlayan …iktisadi koşulların sunulması mümkündür.
Masraf hesaplaması koşullarında, ekonomik kaldıraçların toplamı, uzun vadede işletmeleri…kâr üzerinden yönlendirmektedir” (67).

Demek oluyor ki;
Artı değerin(ürünün) bir biçimi olan kar, üretim sürecinde değil, pazarlama, satış veya dolaşım sürecinde gerçekleştiriliyor! Demek ki karın kaynağı ticaret!

Revizyonistlere göre:
  • İşletmeler, ürünlerini pazarda oluşan fiyata göre satmalılar. Yani aynen kapitalist bir ülkede olduğu gibi hareket etmeliler.
  • Bu durumda pazar, yönlendirici olmaktadır. Adı ne konursa konsun, üretim ve pazarlanması, pazar hareketine; dinamiklerine bağlıdır.
  • Sovyet pazarı veya sosyalist “pazar”, sadece kişilerin alış veriş yaptıkları bir yer değildir. Orada işletmeler, rekabet ediyorlar, rekabetçi olarak karşı karşıya geliyorlar.
  • Böylece kapitalist ülkelerde pazarın bütün dinamikleri sosyalist „pazar“da da etkili olmaktalar.
  • Bu durumda üretimin itici gücü kar olmaktadır ve böylece kar, düzenleyici faktör özelliği kazanmaktadır.
  • Hal böyle olunca toplumsal çıkarlar değil, pazarın, kişilerin çıkarları önplana çıkmaktadır.
Arz ve talep esas alınmaktadır.
  • Üretimin pazara göre planlanması, pazar araştırmasını kaçınılmaz yapmaktadır.
Devam edelim:
Bizim karın, kapitalist kar ile ortak yanı yoktur” (68).
Sosyalizmde kar, sosyo-ekonomik içerik ve rolü bakımından kapitalizmdeki kardan temelden farklıdır” (69).
İlkel insan, ne üretiyorsa onu yiyordu ve kullanıyordu. Medeniyet ve teknolojinin ilerlemesi ölçüsünde iş, sadece, çalışan insanların geçim araçlarını değil, bilakis daha fazlasını meydana getirecek durumdaydı. Bu daha fazla, artı üründü” (70).
Kar, artı ürünün para biçimidir, yani emekçilerin kişisel ihtiyaçlarının ötesinde ürettikleri ürün”(71).
Artı çalışmanın ürününün değeri... ifadesini karda bulur” (72).
Sosyalizmde kar, artı ürünün bir biçimidir” (73).
Kapitalizmde artı ürün, artı değer olarak gözükür” (74).
Sosyalizmde artı ürünün değeri sosyo-ekonomik karakteri içinde artı değer değildir, çünkü o, sömürü ilişkilerini ifade etmez” (75).
Sosyalizmde kar, insanların çıkarına dağıtılır” (76).
Kapitalizmde kötü olan, kar için çaba değildir, bilakis karın paylaşımıdır” (77).
Bizim ülkemizde bütün kar,... toplumun refahı için kullanılır” (78).
Kapitalist kar,...kapitalist sömürünün bir biçimidir..
Buna karşın sosyalizmde kar, çalışan nüfusa aittir” (79).

Bu durumda;
  • Sovyet revizyonistleri, Sovyet ekonomisinde karın, üretimin motifi ve düzenleyicisi olduğu gerçeğini gizlemek için kar kavramını “sosyalist kar” kavramına dönüştürmüşlerdir.
  • Sovyet revizyonistleri, bu karın; “sosyalist kar”ın kapitalist ülkelerde söz konusu olan kardan nitel olarak farklı olduğunu iddia etmişlerdir. Ama Marks böyle düşünmüyor.
Revizyonistler, karı kar olmaktan çıkartınca, kara başka anlam yükleyince, ister istemez nasıl bir toplumla karşı karşıya olduğumuzu kendimize sormak zorunda kalıyoruz. Çünkü onların anlattığı biçimde bir sosyalizm olamaz. Olsa olsa bu, kapitalizmdir veya başka bir üretim biçimidir; doğrudan üreticinin, yani Sovyet üreticisinin kendi çalışmasından (emeğinden) kopartıldığı bir toplum biçimi. Bu, köleci ve feodal üretim biçimi olamayacağına göre olsa olsa, kapitalist üretim biçimi olabilir. Bu konuda Marks şöyle der:

Toplumun çeşitli ekonomik biçimleri arasındaki temel ayrım, örneğin, köle çalışmasına dayanan toplum ile ücretli işe dayanan toplum arasındaki ayrım, bu artı işin fiili üreticisinden, işçiden sızdırılması biçimine dayanır” (80).

Revizyonist teorisyenlerin anlatımına göre kapitalizm ve sosyalizm arasında niteliksel fark vardır. Ama aslında hiçbir farkın olmaması gerekir, çünkü yukarıda kar üzerine söylenenler, kapitalizm ile revizyonistlerin “sosyalizmi” arasında niteliksel bir farkın olmadığını göstermektedir.

SB’nin sosyalist olduğu dönemde üretim araçları, işçi sınıfının kontrolündeydi, bütün halkın mülkiyetindeydi ve bundan dolayı artı değer üretimi söz konusu değildi. Sosyalizmde esas olan, toplam toplumsal üretimdi. Bu üretimin bir kısmına, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan herhangi bir toplumsal kesimin özel el koyması söz konusu değildi. Bu anlamda sosyalist üretimde artı değer, kar vb. kavramların yeri yoktu.

Revizyonistler bunun böyle olduğunu bilmiyorlar mı? Pekala biliyorlar. Ama onlar aynı zamanda, anlattıkları sistemin sosyalizm olmadığını da çok iyi biliyorlar. Bu unsurlar açısından önemli olan, uygulanan kapitalizmi, sosyalizm olarak gösterebilmek için, sosyalist politik ekonomiye kapitalist politik ekonominin yasa ve kavramlarını katmak ve böylece kapitalizmi „sosyalistleştirmek“tir. Onlar tam da bunu yaptılar.

Revizyonistler, sosyalizmde toplam toplumsal ürünün nasıl paylaşıldığını veya nasıl paylaşılması gerektiğini bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. En azından belli bir tecrübeleri var. Ama onlar, aynen bir kapitalist gibi düşündükleri için üretim ve paylaşımda karı hep kıstas alıyorlar. Ama Marks öyle düşünmüyor (81).

Toplam toplumsal ürünün paylaşımında kar veya “sosyalist kar” adı altında herhangi bir fon yok. Revizyonistler, sosyalizme aykırı bir gerçekliği, kapitalizme özgü bir gerçekliği, sosyalizme özgü yapmaya çalışmışlardır.

Karın işletmelerde alıkonulması:
İşletmenin tasarrufuna bırakılan ve işletmeler tarafından üretimin arttırılması ve geliştirilmesi, sermayelerinin yükseltilmesi, dolaşımda olan sermayelerinin takviye edilmesi ve personellerinin ikramiyesi ve sosyal ve kültürel ihtiyaçları için kullanılan kârın toplam payının oldukça arttırılması gereklidir” (82).
Karın, kolektif ve bireysel teşvik amacıyla işletme yöneticisinin tasarrufunda kalan bu bölümü arttırılmalıdır”(83).
Karların çoğunu işletmelere bırakmak gereklidir” (84).

1966-1969 arasında işletmelerin elde ettiklerin karın işletmelerde kalan kısmı da şöyleydi: 1966= %26, 1967= %29, 1968= %33 ve 1969= %40 (85).

VII- PRİM-FON SORUNU VE “SOSYALİST KAR”IN PAYLAŞIMI

Şimdi Sovyet işletmelerinde maddi teşvik fonunun üç tipi vardır: Alınan sonuçlara ilişkin olarak personele verilen primler için bir maddi teşvik fonu, işletmenin faaliyetlerinin toplam sonuçları için yıllık prim fonu ve ihtiyaç durumunda, destekleme paralarından oluşan ve hazır tutulan fon” (86).
Personelin maddi teşviki için her işletmede, o işletmenin elde ettiği karlardan oluşan bir fon kurulmuştur” (87).
Karlar ne kadar büyük olursa, prim fonları da o kadar büyük olur” (88).
Kârlılık ne kadar yüksek olursa... primler de (mükafatlar da -çn.) o kadar yüksek olacaktır... Maddi teşviklerin bütün tipleri için bütünlüklü bir fonun kurulması ve bu fonun kâra bağımlı kılınması (üretken sermayeye oransal pay olarak) önerilmiştir” (89).
Kârın, maddi teşvik için kaynak olması ve primlerin ödenmesi için gösterge olması pratiğinin adım adım genişletilmesi tavsiye edilir” (90).
Ekonomik teşvikler, primler biçiminde zaten mevcutturlar. Bundan dolayı primler ve başka teşvikler, sadece, elde edilen kâra bağımlı kılınmalıdır” (91).
Kârların arttırılmasında ve üretimin verimliliğinde bir işletmenin elde ettiği başarılar, işletmenin personelinin kazancı üzerinde doğrudan bir etkide bulunmaz. Öncelikle, …nispeten yüksek kârlara ve üretimin daha yüksek verimliliğine bağlı olarak işçilerin ve ücretlilerin ücretlerini arttırmak doğrultusunda işletmenin olanaklarının ‘dikkate alındığı’ bir sistemi… uygulamak için, mevcut sistemi değiştirmek gereklidir” (92).
Her işletme, bütünlüklü bir genel prim fonu oluşturmalıdır… İşletme, yönetici, personeline bu fondan her ay primler ödemelidir” (93).
Kar planlarının yerine getirilmesi için…işletme önde gelenlerinin rol ve sorumluluğunu arttırmalıyız“ (94).
Kar planlarının yerine getirilmesi,… belli kategorilerde yönetici personelin primlerinin onaylanması için kriterlerden birisi olmalıdır“ (95).
İşletmelerde yönetim çalışanlarına primlerin verilmesi için temel ölçüler, satış planlarının yerine getirilmesi ve verimliliğin arttırılmasıdır…” (96).
İşletme müdürleri, asistanları, şef mühendisler, planlama bölümü yöneticileri, ana muhasebeciler ve teknik kontrol bölümü yöneticileri için primler, daha yüksek makamın idare heyeti tarafından ve bütün diğer çalışanlara verilen primler de işletmenin müdürü tarafından onaylanır” (97).
Bir işletmenin birleşik prim fonu, …bütün işçiler için maddi teşviklerin bütün biçimlerini (ustabaşının fonu üzerinden) karşılayabilecek kadar büyük olmalıdır” (98).
Maddi teşvik fonunun bir kısmı, …mali zorluk içinde olan işçilere yardım etmek için belirlenmiştir” (99).
Maddi teşvik fonunun bir kısmı, işletmenin yıllık sonuçları iyi ise ‘onüçüncü’ ay ücretini ödemek için alı konur” (100).
Primlerin yanı sıra işletmenin işçilerine, çalışmalarının yıllık sonuçları için özel ikramiyeler ödenmektedir. Bu primin kapsamı, belli bir işletmede işçilerin çalışma zamanının uzunluğuna bağlıdır. Uzun yıllar çalışmış olan işçilerin ödüllendirilmesi, üretimin gelişmesi için yaptıkları çalışma (işgücü harcama, çn.) katkılarına bağlıdır. Bu, uzun dönem çalışma için eski prim sisteminin yeniden uygulanmasından daha iyi bir sonuç verecektir” (101).
İşletmelerin çoğunluğunda maddi teşvik fonu, henüz, personel için primlerin ana kaynağı olmadı. Çünkü, aynı anda 30’dan fazla prim projesi yürürlükte. Çoğu kez özel primler denen primler, personelin …maddi teşvik fonundan aldığı primlerin toplamından oldukça yüksektir” (102).
İşletmelerin çoğunluğunda özel zamların çok çeşitli bir örgüsü mevcuttur. Bunların primleri, maddi teşvik fonununkinden daha yüksektir“ (103).
“‘İnsan ilişkileri’ üzerine yazanların çoğu, Amerikan toplumunda sınıf ayrımının olduğunu kabul etmiyorlar. Üretimle bağı olan bütün insanları, icra ettikleri göreve göre gruplara ayırıyorlar; örneğin sınıfsal kökeni hesaba katmaksızın, maliyeyle, idareyle uğraşanlar diye. Örneğin Roethlisberger ve Dickson, ‘personelin işçi sınıfı ve işveren sınıfı olarak bölünemeyeceğini’ söylüyorlar, firmada her kişi, yukarıdan aşağıya ‘işçidir’ iddiasında bulunuyorlar“ (104).
Toplumsal üretim sisteminde şirket yöneticileri giderek ön plana çıkan bir rol oynuyorlar ve onların konumu, işletmedeki diğer işçilerden oldukça farklıdır. Bu ‘insan ilişkileri’ anlayışının arka planında duran düşünce, şirket yöneticilerini, normal çalışanlarla, onlar gibi işe alındıkları ve ücret aldıkları için, biçimsel bir tarzda aynılaştırmaya hizmet ediyor.
İnsan ilişkiler’ öğretisinin savunucuları, diğer çalışanların aksine yöneticilerin, tekel kârlarının önemli bir kısmını devasa ücretler ve primler biçiminde alıyor oldukları gerçeğini sessizce geçiştiriyorlar” (105).
Psikolojik hilelerin kullanımıyla üretilen işçiler ve kapitalistler arasındaki ‘toplumsal ortaklık’ hayalinin maddi araçlarla güçlendirilmesi için çok sayıda Amerikan işletmesi ‘işçilerin kâra katılımı sistemi’ denen sistemi uyguluyorlar… ‘60’lı yıllarda toplam 2 milyon işçi, Birleşik Devletler’de ‘kâra katılım sistemi’nin bütün biçimlerine dahildiler…
Kâra katılım’, işçilere kesinlikle maddi bir avantaj garanti etmiyor. Nasıl bir şekil alırsa alsın, esas itibarıyla bu yöntem, işçilerin işverenine bağımlılığını güçlendirmeye hizmet eden dolaylı bir ücret biçimidir. İşçi, ne kadar alacağını önceden bilmiyor. Bunun ötesinde, işçinin alacağı zam, pazarın durumuna bağımlı kılınıyor. Bunun anlamı şudur; işçiler, daha ziyade ihtiyaç duydukları zamanda tam da bu zamları alamıyorlar.
Kâra katılım’, bazı firmalar tarafından ‘kapitalist sistemin muhafazası ve komünizmin öğretileri’ne karşı mücadelenin ‘temel aracı’ olarak görülüyor. İşçilere yönelik yoğunlaşmış ‘beyin yıkama’ eşliğinde yürütülen bu sistem, işçi hareketi için, işçilerin sınıf dayanışmasını sarstığı, yüksek ücretler için örgütlü mücadelesini … engellediği ve sınıf bilinçlerini zayıflattığı için bir tehlike oluşturmaktadır” (106).

Sanki revizyonistler aynı sistemi uygulamıyorlardı, sanki yukarıda örneklerini verdiğimiz kendi prim sistemleri Amerikan firmalarının uyguladığından farklıydı?!

Kısa bir zaman öncesine kadar iki temel grup için yaşam standardı planlandı: işçiler, ücretliler ve kolektif köylüleri için. Bugün, çeşitli gelir aşamalarını (ifade eden) nüfus gruplarının yaşam standardının yükselişini hesaba katmak ayrıca zorunludur“ (107).
Sovyet ekonomisinin gelişme trendinin analizleri, gelir yüksekliği bakımından nüfusun farklılaşmasının karakteristiğinin tedrici bir değişimini göstermektedir. Kaçınılmaz olarak, görece yüksek gelire sahip grupların payı artıyor. Aynı zamanda, nispeten düşük tasarruf normu özelliği olan ailelerin payı azalıyor” (108).
Şimdiki durumda kişi başına azami gelirli aileler, belli gıda maddeleri cinslerini ve başka metaları, …rasyonel seviyede ve hatta daha da yüksek seviyede tüketiyorlar. Gelirin artmaya devam etmesiyle böylesi ailelerin tüketimlerinin önümüzdeki 15 senede nicel ve nitel olarak artacağından ve meta ve hizmetlerin kütle bakımından… önemli kapsamda kabul edilebilir standardı aşacağından şüphe edilmiyor” (109).

Demek oluyor ki;
  • Sosyalizmde kar, üretimin regülatörü (düzenleyicisi) oluyormuş!
  • Kar, işletmelerde kalmalıymış ve “sosyalist kar” paylaşılmalıymış!
Görüyoruz ki, artı değer, artı değer oranı, kar, kar oranı, kapitalizmde ve sosyalizmde ekonomik yasalar, her iki sistem arasında üretimin karakteri birbirine karıştırılıyor. Bu, bilinçli yapılıyor. Çünkü, sosyalizm adına kapitalizmi yeniden inşa etmenin başka olanağı yoktu.

Revizyonistler, kardan bahsederlerken, aslında artı değerden bahsediyorlar. Ne de olsa kar, artı değerin başkalaşmışıdır, başka biçimde görünümüdür. Bu durumda revizyonistler, söylemeseler de, kabul etmeseler de, belli bir değer, kar üretmek amacıyla yatırım yapıyorlar ve böylece toplumsal üretimin bir kısmı sermayeye dönüşmüş oluyor. Veya da Marks’ın deyimiyle, “belli bir değer, sermaye olarak kullanıldığı için kâr meydana geliyor...”.

Marks, karı, “ artı değer ile aynı şey” olarak değerlendiriyor ve “ kapitalist üretim tarzının herhalde vazgeçilmez bir ürünü olduğundan” bahsediyor.

Revizyonistler açısından ise karın böyle bir özelliği yok. Çünkü onların karı, kapitalizmdeki kar değil, “sosyalizm”deki kardır. Ama Marks, “kar,… kapitalist üretim tarzının vazgeçilmez bir ürünü”dür diyor. Bu durumda, “sosyalist kar!, sosyalist üretim biçiminin vazgeçilmez bir ürünü mü oluyor?
Anlaşılan öyle oluyor!

Artı değer, yatırılan toplam sermayenin, varsayılan bir yavrusu olma niteliği içerisinde, kârın bu dönüşmüş biçimini alır. Demek oluyor ki, belli bir değer, kâr üretmek amacıyla yatırıldığı zaman sermaye oluyor, ya da belli bir değer, sermaye olarak kullanıldığı için kâr meydana geliyor...

Kâr, burada temsil edildiği haliyle, demek ki, artı değer ile aynı şey oluyor, ancak, kapitalist üretim tarzının herhalde vazgeçilmez bir ürünü olduğundan gizemli bir biçime bürünüyor. Üretim süreci sırasında meydana gelen değer değişikliğinin kaynağının, sermayenin değişen kısmından; toplam sermayeye aktarılması gerekiyor, çünkü, varsayılan maliyet fiyatı oluşumunda, değişmeyen ve değişen sermayeler arasında gözle görülür bir ayrım bulunmamaktadır. Bir kutupta, işgücünün fiyatı, ücretlerin başkalaşmış biçimine büründüğü için, karşıt kutupta artı değer, kârın başkalaşmış biçiminde görünmektedir” (110).
  • Veya “artı-değer ya da kâr…, kökeni ne olursa olsun, demek ki, yatırılan toplam sermaye üzerindeki bir fazlalıktır” (111).

VIII-FON SORUNU-KAPİTALİZMDE, SOSYALİZMDE VE 
      REVİZYONİZMDE TOPLUMSAL TOPLAM ÜRÜNÜN VE ULUSAL 
      GELİRİN DAĞILIMI

1-Kapitalist Üretim Biçiminde Toplumsal Toplam Ürünün ve Ulusal Gelirin Dağılımı:
Kapitalizmde üretim araçları kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin elinde toplanmıştır. Bu sistemde işçi sınıfı ve emekçi köylülük, üretim araçlarından yoksun oldukları için mülksüzdürler.

Üretim ilişkilerindeki konumları sınıfların, kapitalizmde ulusal gelirdeki konumlarını belirler. Bu konumu veya kapitalizmde ulusal gelirin nasıl paylaşıldığını bir şema ile gösterelim (112):


Bu şemanın kısa açıklaması:
Toplumsal toplam ürün önce ikiye bölünür. Bu ürünün bir kısmı (s), tüketilmiş değişmeyen sermayenin, tüketilmiş üretim araçlarının teminine ayrılır. Şemada bu kısmı 60 birim (bu 60 milyon, milyar olabilir) ifade etmektedir. Toplumsal toplam ürünün diğer kısmını ulusal gelir oluşturur. O halde ulusal gelir (UG):
UG= d+a, yani C- d+a dır.
Ulusal gelirin iki bileşeni vardır: Bunlar, değişken sermaye (d), yani işçilere ödenen ücretler ve artı değerdir (a).

Ulusal gelirin paylaşımı şöyledir: Sanayi kapitalisti –burada bütün ülkedeki maddi değerlerin üretiminin tek bir kapitalistin işletmesinde gerçekleştirildiğini düşünelim- ulusal gelirin bir kısmını (örnekte d=10 birim) işçilere ve onlar gibi üretimde faal olan ücretlilere ücret olarak öder. Geriye kalan kısım ise artı değerdir. a= UG-d, 30-10=20. Sanayi kapitalisti bu miktarın, artı değerin hepsini cebine indirmez. Bu miktar içinde kapitalist sınıfın diğer katmanlarının da payı vardır. Yani sanayi kapitalisti, sermayesinin üretimdeki konumundan dolayı; üretim aşamasında faal olmasından dolayı, önce kendi eline geçen artı değeri diğer kapitalistlerle; ticaret, bankacılık alanındaki kapitalistler ve toprak sahipleriyle paylaşmak zorundadır. Paylaşım sonucunda artı değer, sanayi kapitalistinin eline kar, tüccar kapitalistin eline ticaret karı, bankacının eline faiz ve toprak sahibinin eline de toprak rant olarak geçer. Bazı durumlarda sanayi kapitalisti sermayesini, sermayenin bütün dolaşımından çekmez ve dolayısıyla ürünün satışıyla (sermayenin dolaşım safhası) doğrudan ilgilenir. Bu durumda tüccar kapitaliste vereceği pay da kendine kalır.

Yukarıdaki şemaya göre bu paylaşım şöyle: miktar olarak artı değerin 10’luk bölümü sanayi kapitalistinin (kar), 3’lük bölümü tüccar kapitalistin (kar), 2’lik bölümü faiz olarak bankacının ve 5’lik bölümünde toprak rant olarak toprak sahibinin eline geçmektedir(113).

Kapitalistler, ulusal gelirin yukarıda belirttiğimiz tarzda paylaşımıyla tabii ki yetinmezler ve işçilere ücret olarak verdikleri miktarın -değişken sermayenin- bir kısmını başka yollarla yeniden ele geçirirler. Bunu bütçe yoluyla yaparlar (114).

Sonuç itibariyle; ulusal gelir, paylaşım sürecinde ikiye ayrılır:
  • Sömürücü sınıfların gelirleri.
  • Her alanda çalışan emekçilerin gelirleri.
Kapitalizmde ulusal gelir aynı zamanda, tüketim ve birikim “fonu” anlamına da gelir. Yukarıda gösterildiği gibi, emekçilerin ulusal gelirdeki tüketim payları oldukça düşüktür. Çünkü bu payın üst limiti ücretle sınırlıdır. Ulusal gelirin geriye kalan en büyük kısmı, kapitalistlerin kişisel tüketimine, birikime, bütçe giderleri formunda askeri harcamalara, devlet mekanizmasının giderlerine vs. ayrılmış olur.
Ulusal gelirde emekçilerin aldığı pay, sürekli azalır, yani kapitalistlerin eline geçen pay artar.
Kapitalizmde işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki “pasta”dan daha fazla pay alma kavgası (ekonomik mücadele), ulusal gelirdeki mevcut paylaşmışlığı bozmak ve yeniden paylaşmak kavgasıdır.

2-Sosyalist Üretim Biçiminde Toplumsal Toplam Ürünün ve Ulusal Gelirin Paylaşımı:
Sosyalizmde üretim araçları özel mülkiyette değildir, toplumun mülkiyetindedir. Bundan dolayı sosyalizmde; proletarya diktatörlüğü koşullarında, artı ürüne veya toplumsal ürüne özel el koymanın koşulları yoktur. Sosyalizmde esas olan, toplumsal üretmek ve toplumsal tüketmektir. Bunu üretim ve tüketim bazında şöyle şemalaştırabiliriz:



Marks, sosyalizmde toplumsal ürünün, toplumsal olarak nasıl paylaşılması gerektiği konusunda şöyle der:

Birincisi: tüketilmiş üretim araçlarının yenilenmesine ayrılan fon;
İkincisi: üretimin genişletilmesi (arttırılması, çn) için ek bir fon;
Üçüncüsü: kazalara karşı, doğal olaylardan vb. ileri gelen aksamalara karşı güvence ya da yedek bir fon.

Azaltılmamış iş geliri’nden bu kesintiler, ekonomik bir zorunluluktur ve onun büyüklüğü, mevcut güçlere ve araçlara göre belirlenir...

Geriye, toplam ürünün tüketime sunulacak olan diğer bölümü kalır. Kişisel paylaşıma gidilmeden önce, başka çıkarmalar da yapılmalıdır:
Birincisi: Genel, doğrudan üretime dahil olmayan idari giderler. Bu bölüm, daha baştan, şimdiki toplumla karşılaştırıldığında, en kaçınılmaz olanla sınırlanır....

İkincisi: toplumsal gereksinimleri karşılamaya ayrılan bölüm; okul, sağlık kurumları vb. Bu bölüm, daha baştan, şimdiki toplumla karşılaştırıldığında önemli boyutlarda büyür....

Üçüncüsü: çalışamayanların vb. geçimi için gerekli fonlar, yani bugün resmi, fakirlere bakım olarak adlandırılanların kapsamına girenler” (115).

Yukarıda, sosyalist Sovyetler Birliği pratiğini yansıtan sosyalist toplumda toplam toplumsal üretimin dağılımını gösteren şema, Marks’ın sosyalizmde toplam toplumsal ürünün, toplumsal olarak nasıl paylaşılması gerektiği anlayışından çıkartılmıştır. O şema, Marks’ın bu konudaki anlayışını uygulanmasını göstermektedir.

Böyle bir paylaşım nasıl sağlanabilir? Her şeyden önce sömürücü sınıfların siyasi iktidarına son verilmiş ve proletarya diktatörlüğünün kurulmuş ve böylece üretim araçlarının özel mülkiyetten toplumsal mülkiyete geçmiş olması gerekir. Bu koşullar, sosyalizmdeki söz konusu paylaşım için “olmazsa olmaz” koşullarıdır. Proletarya diktatörlüğü, hangi alanda ne kadar ve nasıl harcama yapılacağına somut durumun somut analizinden hareketle karar verir ve uygular. Kapitalizmde ise böyle bir anlayış söz konusu değildir. Kapitalizmde hakim sınıflar, devlet zoruna dayanarak işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlarına karşı kendi sınıfsal çıkarlarına tekabül eden paylaşımı uygulamaya çalışır.

3-Revizyonizmde Toplumsal Toplam Ürünün ve Ulusal Gelirin Paylaşımı:
Kapitalizmde, hangi biçimde –burjuva demokrasisi, faşist diktatörlük vs.- olursa olsun yönetim, burjuva diktatörlüğüdür. Bu, kapitalizmin “olmazsa olmaz” koşuludur. Üretim araçları özel mülkiyettedir ve toplumsal ürünün paylaşımı da özeldir; üretim araçlarını özel mülkiyetinde tutan kapitalist sınıf, toplumsal olarak üretilen ürüne özel el kor.
Sosyalizmin “olmazsa olmaz” koşulu ise proletarya diktatörlüğüdür. Üretim araçları toplumun mülkiyetindedir ve toplam toplumsal üretimin paylaşımı da toplumsaldır.

Revizyonizmin “olmazsa olmaz” koşulu ise bir avuç bürokratın, zora dayanan, “sosyalist demokrasi” kılıflı diktatörlüğüdür. Bu sistemde –revizyonist sistem veya diktatörlük, klasik kapitalizme geçiş sürecinin yönetim biçimidir- toplumsal üretim, toplumsal paylaşım adı altında bürokrasi unsurlarının –orduda, devlette, partide, sendikalarda vs..- cebine iner
Aşağıdaki şema, bunun nasıl yapıldığını gösteriyor.


Tabii ki, hala Sovyet revizyonizmini ve onun uygulamasını savunanlar varsa, bu şemaya itiraz edecekler ve değişken sermaye –ücret- değil, dağıtım için ürün, artı değer değil, toplum için üretim diyeceklerdir. Olsun, işin gerçeği, yukarıdaki gibidir ve gerisi bir hokuspokusdur; hokkabazlıktır, hiledir, göz boyamadır. Çünkü;
  • revizyonist paylaşım, sosyalist paylaşım adı altında gerçekleştirilmiş olan kapitalist paylaşımdır. Başka türlü ifade edecek olursak;
  • toplam toplumsal ürünün revizyonist paylaşımı, bu sistemden klasik kapitalizme geçiş sürecindeki toplumun –revizyonist toplumun- sınıfsal yapısına tekabül eden ve sosyalist kavramların, kitleleri aldatmak için tabela olarak kullanıldığı paylaşımdır.
Bu uygulamanın şeması da şöyledir:






Toplumsal üretimde kar ilkesinin belirleyici olması, o toplumda toplumsal ürünün –ulusal gelirin- paylaşımında sınıfsal kavga, sınıfsal çıkar, sınıfsal çelişkiler vb. var demektir. Nitekim Sovyetler Birliği’nde 1956’da XX. Parti Kongresinde siyasi iktidarın Kruşçev revizyonistleri tarafından gasp edilmesinden sonra toplumsal üretimde kar ilkesinin belirleyici olması için zemin hazırlığından; yapılan tartışmalarda, reformlarda yeteri kadar bahsettik. Bütün bunlar kapitalizme geri dönüşün yolu açılmıştı. Önceleri –sosyalist dönem- devletin en büyük/önemli gelir kaynağı kar değil, “muamele vergisi” (“işlem vergisi”) denilen vergiydi.

Büyük Sovyet Ansiklopedisi”nin Sovyetler Birliği bölümünde devletin gelirleri şöyle gösteriliyordu (116):

Gelir
1940 (gerçekleşen)
1946 (olması gereken)
1947 (Plan)
Toplam gelir
(milyar ruble)
180,2=100
322,7=100
394,2=100
Bu toplam içinde:
Muamele vergisi
105,9
58,7
191,0
59,2
256,1
65,0

Kar
21,7
12,0
16,2
5,0
18,7
4,7
Toplam vergiler
9,4

22,7

27,7

Devlet istikrazı
11,5

25,5

22,4


Görüyoruz ki, muamele vergisinin devlet geliri içindeki payı 1940’da % 58,7’den 1947’de % 65’e çıkıyor ve aynı dönemde karın payı da % 12’den % 4,7’ye düşüyor.

Soruna, gerçekleşen bütçe açısından bakarsak:
Gelirler
1937
%
1940
%
1950
%
1958
%
1962
%
Muamele vergisi
(milyar ruble)
75,9
69,4
105,9
58,7
236,1
55,8
304,5
45,3
329,0
39,0
Kar
(milyar ruble)
9,3
8,5
21,7
12,0
40,4
9,5
135,4
20,1
239,0
28,3

1937’den 1962’ye muamele vergisi gelirleri % 333 oranında, yani 4,33 misli artarken, kar gelirleri % 2469,9 oranında, yani 25,69 misli artmıştır. 1950’den 1958’e ise muamele vergisi gelirleri sadece yaklaşık % 29 oranında artarken, kar gelirleri % 235, yani 3,3 misli artmıştır.
Bu artış, SB’nde iktidar değişimini de yansıtmaktadır.

1969’da karın bütçedeki payı % 34,3’e çıkarken, muamele vergisinin payı da % 31,8’e düşer. Böylelikle Sovyet ekonomisi, 1956’dan sonra giderek ve hızla kar ilkesi temeline oturtulur ve ulusal gelir de bu ilkeye göre, yukarıdaki şemada görüldüğü gibi paylaşılır.

Karın önemli bir bölümü işletmelerde kalır. İşletme yönetiminin tasarrufunda olan bu karın bir bölümü de, mükafat olarak bir kısım işçiye dağıtılır; “Sosyalist yarış”ta plan hedefinin aşılması durumunda işçilere verilen teşvik.

Son olarak, yukarıdaki şemalar temelinde kapitalist, revizyonist ve sosyalist birikimin ana özelliklerini karşılaştıralım (Bu sistemlerin hepsinde genişletilmiş yeniden üretimi esas alıyoruz).


Kapitalist birikimin amacı: Kapitalist birikimde (kapitalizmde) amaç kardır, artı değerdir. Kapitalizmde artı değerin bir kısmı biriktirilir ve ek sermayeye dönüştürülür. Artı değerin geriye kalan bölümünü kapitalistler, kişisel ihtiyaçları için harcarlar/tüketirler. Kapitalist birikimin genel yasasına göre, sömürücü sınıfların zenginliğinin artması, proletaryanın yoksullaşmasını beraberinde getirir; kapitalist sınıf ne denli zenginleşirse, proletarya o denli yoksullaşır.

Revizyonist birikimin amacı: Kapitalist birikimdeki amaç, aynen revizyonizmde de, ama örtülü olarak, sosyalizm maskesi altında geçerlidir. Revizyonist birikimde (revizyonist sistemde) amaç kardır, daha fazla artı değer elde etmektir. Kapitalizmde olduğu gibi revizyonizmde de artı değerin bir kısmı, biriktirilir ve ek sermayeye dönüştürülür. Artı değerin diğer bölümü ise, bürokrat kapitalistler tarafından, bürokrasideki konumlarına göre paylaşılır ve kişisel gereksinimleri doğrultusunda tüketilir. Aynen kapitalizmde olduğu gibi revizyonizmde de birikimin genel yasasına göre bürokrat sınıf, ne denli zenginleşirse, proletarya ve emekçiler de o denli yoksullaşırlar.

(Aslında revizyonistler, çok şeyi gizleyebilirler, ama bu alandaki kokuşmuşluklarını, toplumun sınıfsal ayrışımını, belli bir kesimin -bürokrasinin- lüks içinde yaşarken geniş yığınların yoksullaşmasını hiç bir zaman gizleyemediler).

Sosyalist birikimin amacı: Sosyalizmde toplumun safi gelirinin bir kısmı üretimin genişletilmesi için, maddesel yedeklerin oluşturulması için ve üretim amaçlı olamayan fonun (sosyal-kültürel alan için fon) büyütülmesi için kullanılırken, diğer kısmı da tüketim fonu olarak kullanılır. Sosyalist birikim yasasına göre, ulusal zenginliğin sürekli artması, toplumun safi gelirinin bir kısmının sistematik olarak, bütün toplumun sürekli artan ihtiyaçlarının giderilmesi için üretimin genişletilmesinde kullanılır. Sosyalist birikim yasasına göre, toplumun (halkın) maddi ve kültürel seviyesi sistematik olarak, ulusal zenginliğin artmasına paralel olarak yükselir.








Yukarıdaki veriler, sosyalizmin tarihinin ve Ekim Devriminin kalıntılarının ‘89/’90’da tasfiye edilmediğini, bu tasfiyenin çok önceleri gerçekleştirildiğini gösteriyorlar. Bu tasfiyeyi gerçekleştirenlerin sosyalizmle, komünizmle bir ilişkilerinin olmadığı ve onların uluslararası komünist hareketin bileşenlerinden sayılamayacağı ve onlara ve benzerlerine karşı mücadele edilmeksizin yol alınamayacağı açıktır.
Buna rağmen, revizyonist de olsa SB’nde birtakım sosyal haklar ve özgürlükler vardı deniyorsa, bu türden özgürlük ve hakların alası İskandinav ülkelerinde, örneğin İsveç’te da var.
İsveç de mi sosyalist?

IX-BAZI SONUÇLAR VEYA META ÜRETİMİ VE DEĞER YASASININ 
    BÜTÜN EKONOMİDE GEÇERLİ OLMASI İÇİN HUKUKİ ZEMİNİN 
    OLUŞTURULMASI DOĞRULTUSUNDA GERÇEKLEŞTİRİLEN 
    OPERASYONLAR
Sovyetler Birliği’nde geri dönüş, bir başka ifadeyle üstyapı ve altyapıda kapitalist/burjuva restorasyon, 1950'den önce mi başlamıştı, yoksa 1956 darbesinden sonra mı başlamıştı’ sorusu, revizyonist/kapitalist bloğun yıkılışından sonra da güncelliğini korudu. Olguların ortaya çıkardığı gerçek, restorasyonun 1956 darbesinden sonra başladığıdır. Sorunu yukarıda belli konular açısından ele aldığımız için burada kapitalizmin yeniden inşa sürecinin aşamalarını sadece belirtmekle yetiniyoruz.

Kruşçev kliği işe Marksizm-Leninizmi revizyona uğratmakla, Stalin'i “mahkum etmekle” başladı.
XX. Parti Kongresi Şubat 1956'da yapıldı. Kongrede ne Kruşçev, ne başka birisi ve ne de bütün olarak MK, Stalin hakkında olumsuz bir şey söylemişlerdir. Kruşçev ve şürekası, Sovyet proletaryasından, Sovyet köylüsünden, bir bütün olarak Sovyet insanından düpedüz korkuyorlardı. Bu korkudan dolayıdır ki Kruşçev, ancak gizli bir toplantıda, bir avuç seçilmiş unsur önünde Stalin'i eleştiri adına mahkum etmeye çalışmıştır. Kruşçev önderliğinde siyasi iktidarı gasp eden hainlerin eleştiri adı altında Stalin'e yönelttikleri her anlayış, Stalin'in adı altında Marksizm-Leninizmi çarpıtmaya, revizyona uğratmaya yönelikti. Onların bu konuda neler söyledikleri, genel hatlarıyla biliniyor. Bundan ziyade, revizyonistlerin SBKP-MK adına 30 Haziran 1956'da "Kişiye Tapıcılık ve Sonuçlarının Aşılması Üzerine" aldığı karar oldukça ilginç. Orada şöyle deniyor.
"Bu insanlar (sözüm ona doğruyu savunanlar, parti önderleri çn.) niçin açıktan açığa Stalin'e karşı gelmediler ve onu önderlikten uzaklaştırmadılar? O zamanki şartlarda bu mümkün değildi. Şüphesiz ki gerçekler, Stalin'in özellikle yaşamının son döneminde işlenen birçok kanunsuzlukta suçunun olduğunu gösteriyor. Ama aynı zamanda unutulmamalıdır ki Sovyet insanları, Stalin'i devamlı, düşmanın vuruşlarına karşı SSCB'yi korumak için, sosyalizm davası için mücadele eden bir insan olarak tanıyorlar… Bu koşullarda Stalin'e karşı olan her çıkış, halk tarafından kavranamazdı ve burada söz konusu olan, asla kişisel cesaretin eksikliği değildir. Açık ki, bu atmosfer altında Stalin'e karşı çıkmış hiç kimse halktan destek alamazdı" (117).
Biz korkak değildik diyen Kruşçev ve şürekası, bahsedilen o dönemde (1937/38-1952 arası kastediliyor) Stalin'e övgüler yağdırmakla meşguldüler. Diğer taraftan, o dönemde bürokrasi içinde bürokratik mekanizma vasıtasıyla örgütlenen küçük burjuvazi, "komünist bürokrat"lar, henüz güçlü değillerdi, henüz darbe yapacak konuma gelmekten çok uzaktılar.
Bu sözler aynı zamanda, revizyonistlerin iktidara gelmelerine rağmen, Stalin ölmüş olmasına rağmen, O'ndan hala ne denli korktuklarını da göstermektedir. Bu korku onları, Stalin'i mahkum etmede dikkatli hareket etmeye götürmüştür.
Stalin ve sosyalist inşa! Özdeşleşmiş bu iki olgu SB’nde adım adım mahkum edilmiş, revizyona uğratılmıştır. Bir taraftan Stalin'i mahkum edip, diğer taraftan teori ve pratikte gerçek sosyalizmden bahsedilemezdi. Bir taraftan Stalin'i mahkum edip, diğer taraftan gerçek proleter enternasyonalizminden bahsedilemezdi. Bunun tersi olarak; SB’nde kapitalizmin yeniden inşası, Stalin mahkum edilmeden gerçekleştirilemezdi.
Artık, revizyonistlerin bolca propagandasını yaptıkları "reel sosyalizm"e geçiş dönemi; lafta sosyalizm, pratikte kapitalizm dönemi başlıyordu:

Değer Yasası, fiyat politikası operasyonu:
Aralık 1956; bu tarihte düzenlenen "bilimsel oturum"da sosyalizmde değer yasası anlayışı yerine, kapitalizmde değer yasası anlayışının getirilmesi için karar alınmıştır.
Bilindiği gibi, o zamana kadar SB’nde devletin esas gelir kaynağını "muamele vergisi" (işlem vergi) oluşturuyordu. Muamele vergisi, bir ürünün fabrika çıkış fiyatıyla gerçek vergi fiyatı arasındaki farka tekabül ediyordu. SB’nde genel olarak üretim araçları ürünleri için muamele vergisi alınmıyordu. Çünkü bu makinelerin pahalanmasını beraberinde getiriyordu. makinelerin pahalanması da diğer sanayi sektörlerinde pahalılığa neden oluyordu.
Söz konusu "bilimsel oturum"da bu anlayış bir kenara itildi ve yerine, üretim araçları fiyatlarının yapay yükselişi getirildi. Üretim araçları fiyatlarının bu şekilde yapay yükseltilmesi sonucu "kar" elde edilmiştir. Artık esas olan, “muamele vergisi" değil, "kar"dı. Örneğin devlet işletmelerinde elde edilen muamele vergisi tutarı 1940'da 10.6 milyar rubleden 1950'de 23,6, 1960'da 31,3 ve 1970'te de 49.4 milyar rubleye çıkmıştı. Ama aynı yıllarda "kar” ise 3,3 milyar rubleden 5,2'ye, 25,2'ye ve 87 milyara çıkmıştı. 1940'dan 1950'ye "kar"ın büyüme oranı ancak %57,5 iken, bu 1950'dan 1960'a %384,6 oranına varmıştı. Aynı dönemde "muamele vergisi"nin büyüme oranı da %122,6'dan %32,6'ya düşmüştü. 1950-60 arasında "kar"ın %384,6 oranında büyümesine karşın "muamele vergisi"nin %32,6 oranında büyümüştü!
Elde edilen kar nasıl paylaşılıyordu? Bunun %40'ı işletmelerde kalıyordu. Yani işletme yönetiminin eline geçiyordu. Geriye kalan %60'lık kısım da, merkezi ve bölgesel bürokratik yapıya ayrılıyordu.
Merkezi planlamayı yıkma operasyonu:
Mayıs 1957; bu tarihte Yüksek Sovyet, merkezi sanayi bakanlıklarının birçoğunu dağıtma kararı alır. Böylelikle, bu bakanlıkların o zaman kadar üstlenmiş oldukları sorumluluklar, yerel ekonomik konseylere devredilir.
Bu karar neden alınmıştır? Diyelim ki bu bakanlıklar büyük/kapsamlı ve ağır/hantal çalışan bir bürokrasiyi ifade ediyorlar ve bundan dolayı da pratikte istenilen netice alınamıyor. Bu durumda yapılması gereken, o devlet bürokrasisini yeniden örgütlemek ve çalışır hale getirmektir. Ama bu yapılmamış, tersine bölgesel bürokrasinin gelişmesini, güçlenmesini ve söz sahibi olmasını sağlamak için adımlar atılmıştır. Böylelikle ekonomik planlamada merkezi planlama önemini yitirmiş, onun yerini bölgesel planlama almıştır. Bu, Sovyet işletmelerinde işletme egoizmini, giderek de işletmeler arasında çıkar rekabetini geliştirmiştir.

Üretim araçlarını metalaştırma operasyonu:
25-26 Şubat 1958; Bu tarihte toplanan SBKP-MK Plenumunda Makine-Traktör İstasyonlarının dağıtılması kararı alındı: "Bugünkü koşullarda… SBKP-MK Plenumu… Makine-Traktör İstasyonlarının yeniden örgütlenmesi anlayışındadır. Şimdi bu makinelerin doğrudan kolektif ekonomilere satışına geçmek yerindedir" (abç, A. A. Bengi) (118).
Bu adım, Sovyet tarımında kapitalizme dönüş için atılmış köklü bir adımdı. Bu tarihe kadar kolhozlar söz konusu bu istasyonlardan makine kiralayabiliyorlardı, ödünç alıyorlardı. Artık durum değişmişti ve bu makineler, tarımdaki üretim araçları, metaya dönüştürülmüşlerdi. Nitekim kısa bir zaman içinde kolhozlar, bu makineleri satın aldılar ve 1 Ocak 1959'a gelindiğinde 8000 MTİ'den geriye sadece 385'i kalmıştı. Tarım, kaos/gerileme sürecine girmişti.
Bunu açıklamak için biraz gerilere gidelim. SB’nde tarımın kolektifleştirilme temelinde yeniden örgütlenmesi 1933'te başlar. 1933'ten 1940'a kadar (savaşın başladığı yıl) Sovyet tarımı muazzam bir gelişme gösterir. Savaştan dolayı, tarımda üretim doğal olarak gerilemişti, ama 1950'de önemli tarım araçlarının üretimi 1940'dakini 4,5 misli aşmıştı. 1958/’59'da ise önemli tarım araçları sayısı, o zamanki seviyesinin yarısı kadar azalmıştır. Kolhozlar, tarım makinelerini satın almak için büyük miktarlarda para ödemek zorunda kalmışlardır. Bu da, tarım üretiminin gerilemesine neden olmuştur, yeni projelerin finansmanı imkansızlaşmış, tarımda çalışanların ücretlerinde düşmeler olmuştur.

Meta üretimini yaygılaştırma-revizyonist program operasyonu:
Kruşçevci modern revizyonistlerin programı, her şeyden önce liberal işletme yöneticilerinin programıydı. Yani meta-para ilişkilerini, meta dolaşımını yaygınlaştırma programıydı. İşletme yöneticileri, yani yönetici tabakanın bu bölümü, mevcut merkezi planlama ve yönetim sistemini tamamen değiştirerek, kapitalizmin yeniden inşasının ve kendisinin de yeni bir sınıf olarak iktidara gelmesinin yolunu açmayı amaçlıyordu. Bu anlayış, bürokratların, “komünist bürokrat”ların pek işine gelmiyordu, ama işletme temsilcilerinin görüşlerini belli bir noktaya kadar destekliyorlardı veya desteklemek zorundaydılar. Çünkü disiplinli merkezi yapının biraz gevşemesi onların da çıkarınaydı.

Kruşçev, işletme yöneticilerinin programını uygulamak için işe koyulmakta gecikmedi. Daha 1954’te Sovyet idare sisteminin eksikliklerini ve yapılan hataları kullanarak ekonomide bürokratik yapılara karşı adeta savaş açmıştı(119).

Nisan 1955’te parti ve devlet önderliği, projecilerden, teknokratlardan, yönetici mühendislerden ve fabrika direktörlerinden oluşan bir konferans düzenler. Bu konferansta işletme yöneticilerinin haklarının genişletilmesi zorunluluğu üzerinde durulur ve işletme yöneticileri bu konferansta istedikleri gibi konuşurlar (120).

Mayıs 1958’de Kruşçev, Tito’yu ziyaret için Yugoslavya’ya gider. Titoculuğa karşı mücadele, Stalin’in ölümünden hemen sonra adeta durma noktasına gelmişti. Nasıl mücadele edilsin ki? Tito ve Kruşçev aynı düşünceyi savunuyorlar: Tito, “özyönetimi”, işletmelerin belirleyici rolü üzerinden çoktan emperyalist kampa geçmiş ve Kruşçev de SB’ni aynı yoldan kapitalizme götürüyor. Kruşçev bu ziyaretinde Titoculuğa karşı mücadele dokümanlarının kaynağını şöyle açıklayacaktı.

(Bu mücadelede kullanılan materyaller) “halkın düşmanları tarafından, emperyalizmin... alçak ajanları tarafından üretilmiştir. Bu ajanlar, aldatmaca ile partimizin saflarına sızmışlardır” (121).

Kruşçev bu konuşmasında Beria’yı da bu ajanlardan birisi olarak göstermişti. Ama aynı Beria Temmuz 1953’teki MK Plenumunda Tito ile işbirliği yapmakla suçlanıyordu. 1958’de ise Kruşçev, 1948’de Kominform’un Titoculuğa karşı hazırlamış olduğu bildirgenin doğru olduğunu savunacaktı. Kruşçev’in bu görüş değiştirmesinde iç politik gelişmeler doğrudan etkili olmuştur. Kruşçev, işletme yöneticilerinin görüşlerini savunurken, rakipleri karşısında üstün konumda olduğu dönemde Titoculuğu savunmuş, ama ne zamanki merkezi yapıdaki bürokratlar, işletme yöneticilerine karşı üstün konuma geçmişlerse, işte o zaman Kruşçev, Titoculuğu mahkum etmeye yönelmiştir. Kruşçev, oluşan hakim sınıfın iki kanadı; işletme yöneticileri ve bürokratlar arasında siyasi olarak gidip geliyordu. O, iktidarda kalmak için her iki güç arasında bir sarkaç konumundaydı.

Ülkemizin beyleri” operasyonu:
İşletme yöneticilerinin haklarını genişletme operasyonu:
Temmuz 1955’deki MK Plenumunda Bulganin şöyle diyecekti:
İşletme için sorumluluğun ve acil iktisadi sorunların seri ve operatif çözümü çıkarı açısından işletme müdürlerinin inisiyatifi artık felce uğratılmamalıdır. Üretimin doğrudan komutanı olarak işletme yöneticisi, büyük haklara sahip olmalıdır” (122).

9 Ağustos 1955’teki SSCB Bakanlar Konseyi kararları arasında bu doğrultuda karar da yer alır: işletme yöneticilerinin hakları genişletilir.

1957’deki iktidar kavgasına gelmeden önce şekillenen hakim sınıfın kanatlarını bir daha belirtelim. Şekillenen hakim sınıf, esas itibariyle iki ana gruptan oluşuyordu:
  • Bunlardan birisi liberal işletme yöneticilerinden oluşuyordu.
  • İkincisi de planlama ve yönetim mekanizmasındaki; yani devlet mekanizmasındaki “komünist bürokrat”lardan oluşmaktaydı.
Bu grupların parti içinde adamları vardı. Sosyalist sistemin yapılanmasının bir sonucu olarak hiç kimse partinin rolünü tartışmıyordu. Üstelik , her yeni adımın komünizme doğru gelişmenin bir ifadesi olarak lanse edildiği, ihanetin “sosyalizm”, “Marksist-Leninist parti” adı altında yapıldığı bir dönemde partinin rolünü kim tartışmaya cesaret edebilirdi ki?

Kruşçev modern revizyonistleri partiyi, şekillenen hakim sınıf üstünde ve bu sınıfın kanatları arasında dengeyi sağlayan ve siyasi ipleri elinde tutan bir mekanizmaya dönüştürüyorlardı. Dolayısıyla parti içinde her bir grubun görüşlerini savunanlar vardı ve iktidar kavgasını da bunlar veriyorlardı. Yani parti, yeni sınıfın şekillenmesine paralel olarak fraksiyonlara ayrılmıştı.

Stalin’in ölümünden sonra, XX. Parti Kongresine kadar SB’nde liberal işletme yöneticileri “altın” dönemlerini yaşadılar. Bu dönemde alınan kararlarla meta-para ilişkilerinin yaygınlaştırılmasının önündeki bir kısım engeller yıkıldı.
İşçi sınıfını siyasi iktidardan uzaklaştırmanın ilk adımı, liberal işletme yöneticilerine önder rol verilmesinde ifadesini buluyordu. Yukarıda bahsedilen Nisan 1955’deki konferans, buna hizmet etti ve bu konferansta kendilerine biçilen rolden veya elde ettikleri yeni haklardan dolayı liberal işletme yöneticileri, bir Sovyet gazetesi tarafından “ülkemizin beyleri” (yöneticileri, karar vericileri anlamında) diye tanımlandılar (123).

Bakanlar Konseyi’nin 9 Ağustos 1955 tarihli kararıyla işletme yöneticilerinin, “ülkemizin beyleri”nin hakları genişletilir. Bu dönemde Kruşçevci revizyonistler ile Yugoslav revizyonistlerinin, Kruşçev ile Tito’nun arası iyidir. İyidir çünkü Kruşçev, Tito’nun yolunda yürüyordu. O dönem SB’nde kapitalizmin yeniden inşası işletme yöneticileri üzerinden, yani “özyönetim” üzerinden sağlanacağa benziyordu. Ama olmadı, gelişme engellendi.

SB’nde kapitalizmin, Titocu “özyönetim” üzerinden yeniden inşasını engelleyen işçi sınıfı değildi. Sovyet işçi sınıfı, siyasi olarak güçsüzleştirilmişti ve gelişmelere müdahale edemeyecek kadar veya etse de sonuç alamayacak kadar siyasi iktidardan uzaklaştırılmıştı, örgütsüzleştirilmişti. Geriye parti ve devlet mekanizmasında faal olan bürokrat kesim kalıyordu. Bu kesim, özellikle parti bürokrasisi, zaten proletarya diktatörlüğünü, işçi sınıfını “temsil” ediyordu.

Şekillenen yeni hakim sınıfın kanatları arasında çıkar çatışması olgusunun bizzat kendisi, işçi sınıfının siyasi iktidardan ne denli uzaklaştırılmış olduğunu gösteren en önemli kıstastır. Stalin’in ölümüne kadar olan dönemde işçi sınıfı, proletarya diktatörlüğü ile yeni hakim sınıfın unsurları arasında bir mücadele söz konusuydu. Ve geriye dönüşün bu unsurları, aralarında çıkar çatışması olsa da, onları bir bütün olarak yok edebilecek güce karşı, yani işçi sınıfına karşı her halükarda ortak hareket ederlerdi. Demek ki işçi sınıfı, belirleyici önemi haiz bir tehlike olmaktan çıkmış olmalı ki, yeni şekillenen hakim sınıfın bu grupları kendi aralarında siyasi iktidar kavgası verebiliyorlardı.

Bonapartizm operasyonu:
XX. Parti Kongresinde, Şubat 1956’da durum değişir. Stalin’in ölümünden sonra hızla güçlenen ve “ülkenin beyleri” konumuna yükselen liberal işletme yöneticilerinin bu parti kongresinde güç kaybına uğradıkları görülür. Peki ne olmuştu?

Şekillenen yeni sınıfın her iki kanadının ortak sınıfsal çıkarı şuydu; işçi sınıfını siyasi iktidardan uzaklaştırmak, onu etkisiz hale getirmek, amaçlarına ulaşmak için köylülüğü müttefik güç olarak kullanmak ve nihayetinde üretim ve dağıtım (bölüşüm) üzerinde yegane belirleyici güç olmak. Esas amaç buydu ve Stalin’in ölümünden sonra şekillenen yeni sınıfın söz konusu ana grupları, bir taraftan ortaklaşarak, bütün bir güç olarak, proletarya diktatörlüğünün temeline dinamit korken; işçi sınıfını iktidardan uzaklaştırırken, kendi aralarında da hakimiyet kavgası vermişler ve bu kavganın ilk aşamasında liberal işletme yöneticilerinin çıkarları hakim olmuştu. Parti ve devlet mekanizmasındaki bürokratik kesim, liberal işletme yöneticilerinin talepleri doğrultusunda atılan adımlara bir yere kadar ses çıkartmamış, ama belli bir noktadan sonra, gelişmenin kendisini tamamen saf dışı bırakacağını anladıktan sonra, buna karşı çıkmaya başlamıştır.

XX. Parti Kongresinde işletme yöneticilerinin, fabrika direktörlerinin, “ülkenin beyleri”nin haklarından bahsedilmez. Bu, her iki fraksiyonun, güç bakımından nihai sonuç alacak durumda olmamalarının bir sonucudur. Bu dönemde Kruşçev ve avene takımı, her iki grup arasında belli bir denge kurmakla meşguldür. Öyle ki her iki grubun kendi çıkarları doğrultusundaki açıklamalarında ileri gidilmemesi için eleştiriler de yapılır. Parti mekanizmasını kullanan Kruşçev, adeta bir Bonapart’tır ve parti de bonapartizmin aracıdır. 5 Nisan 1956 tarihli Pravda’da yayınlanan temel bir makalede her iki zararlı eğilimden ve bunlara karşı mücadelenin gerekli oluşundan bahsedilir(124). Parti mekanizmasını elinde tutan Kruşçev, zararlı bu iki eğilime karşı mücadele eden kişi/önder konumundadır. Ama aslında o, her iki tarafın üstünde durmaya çalışandır.

Söz konusu makalede, kendini bürokratik çalışma yöntemlerinden kurtaramayanlara karşı ilkeli mücadeleden bahsedilir. Bununla devlet mekanizmasındaki bürokratik kesim, yani yeni şekillenen sınıfın bir kesimi kastedilmektedir. Şu paradoksa bakın ki, aynı makalede bu sefer, çürüyen münferit unsurlardan bahsedilerek, bu unsurların eleştiri ve özeleştiriyi parti düşmanı savlar için kullandıkları yazılır. Eleştiri ve özeleştirinin parti düşmanı savlar için kullanılmasına örnek olarak verilen olay, Moskova’da düzenlenmiş olan İstatistik Dairesi Parti toplantısında yaşanır. Bu toplantıda Yaroşenko, provokatif parti düşmanı açıklamalarından dolayı eleştirilir. Ve Pravda, bu eleştiriyi yeteri kadar sert bulmaz. Aynı makale ve aynı gruba yönelik iki tavır. Bürokratik çalışma yönteminden arınamayanlara karşı ilkeli mücadele ve Yaroşenko’yu eleştiren aynı grubun eleştirisinin yeteri kadar sert bulunmaması! Tam da bu durumda Kruşçev ve avene takımına fırsat doğar. Kruşçev, bu grubun görüşlerine sahip çıkıyor pozuna girer ve böylece de Stalin’in Yaroşenko’ya karşı mücadelesini, o liberal işletme yöneticilerine karşı mücadelesini savunuyor ve devam ettiriyor havasını uyandırır. Oysa Kruşçev, Stalin’in mücadelesine sahip çıkmıyordu. O, bu havayı uyandırarak kendi konumunu güçlendiriyordu. Yani rüzgarın devlet mekanizmasında çöreklenmiş bürokratlardan yana estiğini anlamıştı ve işletme yöneticilerine karşı onların çıkarını savunuyordu. Ama her iki grup arasındaki güç, belli bir dengenin devamını kaçınılmaz kılıyordu. Nihai hesaplaşmanın koşulları henüz olgunlaşmamıştı. Ama adımlar atılıyordu bu yönde.

Değer yasası operasyonu:
Aralık 1956’da “kişiye tapıcılığa karşı mücadele” parolası altında değer yasası üzerine düzenlenen bir konferansta önde gelen Sovyet ekonomistleri, Stalin’in bu konudaki görüşünü eleştirirler ve yanlış diye mahkum ederler. Bu revizyonist baylara göre sosyalizmde değer yasasının etki alanı sınırlı değildir ve giderek daha da sınırlandırılmamalıdır.
  • ... Değer yasası, SSCB ulusal ekonomisinin hem devlet hem de kooperatifsel ve kolektif ekonomiksel sektöründe, pazara çıkan üretim ve tüketim araçlarının üretiminde ve dolaşımında etkilidir” (125).
Yani değer yasası, sosyalist ekonomide genel geçerlidir ve üretimin-ekonominin düzenleyicisidir.

Bu toplantı, liberal işletme yöneticilerinin çıkarlarına yarıyordu.
Aralık 1956’da MK, ekonomisinin adem-i merkeziyetçileştirilmesi için tedbirler alır. Bu tedbirler de liberal işletme yöneticilerinin çıkarlarına hizmet ediyorlardı.

MK’nın Şubat 1957’deki Plenumunda, her ne kadar liberal işletme yöneticilerinin yetkilerinde artış ele alınmamışsa da, ekonomi ve yönetiminin reforme edilmesi ele alınmıştır. Aralık 1956’daki toplantıda önemli iktisadi yetkilerin, Birlik Cumhuriyetleri İktisat Bakanlıklarına devredilmesi kararı alınmıştı. Şubat 1957’deki toplantıda ise bu reform derinleştirilmiştir.

Ulusal ekonominin yönetimini daha iyileştirmek için parti, son yıllarda bir dizi önemli tedbirler aldı. SBKP MK’nin Aralık 1956’daki Plenumu, devlet planlamasının pratiğinde önemli eksiklikler tespit eden bu Plenum, merkezi planlama faaliyetinin daha iyileştirilmesi ve Birlik Cumhuriyetlerinin yerel Sovyetlerin ve parti organlarının iktisadi inşada haklarının genişletilmesi zorunluluğuna dikkati çekti” (126).

Tabii bu tedbirler de liberal işletme yöneticilerinin politikalarına uygun düşüyordu. Ama bundan, bu politikanın dizginsiz geliştirildiği, uygulandığı ve devlet ve partide kümelenmiş olan bürokrat kesimin susturulduğu anlamı çıkartılmamalıdır.

Parti düşmanı grup”a karşı operasyon:
Partide fraksiyonlar çatışması:
1957’nin ilk yarısında ekonomi yönetiminin yeniden örgütlenmesi/şekillenmesi üzerine yoğun olarak tartışıldı ve şekillenen yeni sınıfın belirttiğimiz fraksiyonları arasındaki iktidar mücadelesi keskinleşti. Haziran 1957’de nihai sonuç almak için parti önderliğindeki farklı grupları temsil eden güçler çatışmaya girdiler (127).

Haziran 1957’deki tasfiyeden sonra Malenkov’un, Molotov’un, Kaganoviç’in siyasi etkileri bitmişti. Onlar artık, Sovyet iktidarı açısından birer hiçtiler. Ama bürokratlardan oluşan grup, Kruşçev’e karşı mücadelesini sürdürdü. Yani Kruşçev etrafında toplanmış olan ve yönetimde hakimiyeti elinde tutan işletme yöneticileri grubuna karşı, yine parti ve devlet mekanizmasında çöreklenmiş olan bürokrat kesimin oluşturduğu grup arasındaki mücadele devam etti.

Kruşçev ve avenesi, Haziran 1957’de “parti düşmanı grubu” tasfiye ettikten sonra aynı politikayı devam ettirdiler: Bu politika, hakim sınıfın çeşitli grupları arasında dengeyi korumaya ve devam ettirmeye dayanıyordu. Kruşçev, devlet mekanizmasının, yani bürokrasinin temel çıkarlarına dokunmadan ekonomi yönetimini adem-i merkeziyetleştirmeye devam etti. Bu denge politikası, parti mekanizması tarafından yürütüldü. Yani parti, Kruşçev’in iktidar tabanı ve aracı olarak gücünden bir şey kaybetmedi, reformlardan yara almadı ve ekonominin yönetimi üzerindeki nüfuzunu korudu.

Paradoks bir durum söz konusuydu. İnsanlık tarihi ilk defa yeni bir gelişmeyle karşı karşıya kalmıştı. SB’nde giderek zayıflayan proletarya diktatörlüğü, XX. Parti kongresinde yok edilmişti. Siyasi iktidardan sürekli uzaklaştırılan işçi sınıfı, partisinin revizyonistleşmesiyle örgütsüz kalmıştı. Şekillenen yeni sınıfın çeşitli grupları arasındaki iktidar kavgası şu veya bu grubun lehine ve aleyhine inişler çıkışlar göstererek devam etmiş ve Kruşçev önderliğinde liberal işletme yöneticileri lehine sonuçlanmıştı. Toplum, çıkarlar bazında atomize olmuştu. Artık çeşitli sınıflar, birbirine antagonist sınıflar vardı.

İktidardaki revizyonizmin gayreti, bunun böyle olmadığını, SB’nde sosyalizmin hakim olduğunu ve gelişiyor olduğunu göstermeye yönelikti. İçte işçi sınıfı ve emekçiler, dışta ise bütün dünya, SB’nde sosyalizmin hakimiyetine inanmalıydı. Yeni ideologlara; revizyonist ideologlara teori üretme işi düşmüştü. Öyle bir yol bulunmalıydı ki, ne işletme yöneticilerinin ve ne de bürokratların; bir bütün olarak yeni sınıfın çıkarları zarar görmemeli ve her bir grubun özel çıkarları korunmalıydı. Bunun sağlanabilmesi için mevcut yapıların; ekonominin kurumlaşmasının ve üstyapı kurumlarının devam ettirilmesi gerekiyordu. Yeni sınıf, bu kurum ve mekanizmalarda çöreklenmişti. Bu kurum ve mekanizmaların tasfiyesi, yeni sınıfın varoluş koşullarının yok edilmesi anlamına geliyordu. Bu nedenlerden dolayı her şey “sosyalizm” adına yapılmalıydı. Yeni bir ideolojiye de gerek yoktu. Marksizm-Leninizmi revizyona uğratarak kullanmak yeterli oluyordu. Öyle de oldu. SB’nde ve diğer revizyonist ülkelerde 1989/’91’deki “çöküş”e kadar “reel sosyalizm” ve “Marksizm-Leninizm” dilden düşürülmedi. Bu kavramlar son ana kadar tabela olarak kullanıldı.

Şimdi “nostaljik takılan” modern revizyonizmin kalıntıları ve bunların dışında Troçkistler, muhtemelen şöyle diyeceklerdir: bunların hepsi doğrudur, ama buna rağmen Ekim Devriminin kalıntıları, sosyalizmin tarihi, yozlaşmış da olsa işçi devleti 1990’lara kadar varlığını korumuştur. Çünkü Stalin’in ölümünden sonraki gelişmeler, XX. Parti Kongresi kararları ve o dönemdeki tartışmalar, entrikalar, komünistler arası, “stalinistler arası” tartışmalardan ibarettir. Stalin’i reddeden Kruşçev, Titoculuğu savunan Kruşçev, sosyalist ekonominin temelini dinamitleyen ve geriye dönüşün zeminini hazırlayan bu revizyonist ve avene takımı, söz konusu liberal işletmeciler ve “komünist bürokratlar”, her şeye rağmen komünisttiler. Ekim Devriminin kalıntılarını ‘89/’90’a kadar yaşatanlar bu unsurlardı. O halde bunlar da komünistti. O zaman soralım:
  • Marksist-leninist olmanın kıstasları nedir?
  • Sosyalizmi inşa etmenin kıstasları nedir?
  • 50’li yılların ikinci yarısındaki siyasetteki ve ekonomideki yukarıya aktarılan değişim, geriye dönüşün kıstası değil de neyin kıstasıdır?
Mülkiyetin karakterini değiştirme operasyonu:
Köylülüğü yedekleme politikası:
Rusya’da ve SB’nde, yani Ekim Devriminden önce ve sonra köylülük, önemli bir güç olma özelliğinden hiçbir şey yitirmemişti. Rusya’da köylülük kazanılmaksızın siyasi iktidara gelinemezdi. Bunu Bolşevikler çok iyi biliyorlardı. SB’nde köylülük kazanılmaksızın iktidarda kalınamazdı. Bolşevik parti bunu da biliyordu. Proletarya diktatörlüğünün güçlü kılınması, sosyalizmin inşasına bağlıydı. Sosyalizmin başarılı inşası ise köylülük kazanılmaksızın imkansızdı.

Yeni sınıf, yani bürokrat burjuva sınıf, iktidara gelmek ve kalmak için köylülüğün kazanılması gerektiğini biliyordu. Bütün sorun, köylülüğü sosyal bir dayanak olarak kazanmaktı.

Bolşevik ve revizyonist politikalar arasındaki sınıfsal farklılığın en çıplak olarak yansıdığı alanlardan birisi de köylülük ve tarım sorunuydu. Öneminden dolayı, tekrar pahasına da olsa, konuyu biraz açalım.

Sosyalist Sovyetler Birliği’nde hakim sınıf olan proletarya, toplumdaki bütün sınıfsal farklılıkların yok olması için mücadele etmişti. Bu anlamda proletarya, mülkiyetin biçimindeki farklılığı da ortadan kaldırmak için mücadele etmişti. Burada söz konusu olan, genel halk mülkiyeti ile grupsal mülkiyette, kolhoz mülkiyetinde olan tarım arasındaki mülkiyet farklılığıydı. Yani sosyalizmde mülkiyetin en gelişmiş biçimi olan devlet mülkiyeti ile en geri biçimi olan grupsal (kolhoz) mülkiyeti arasındaki fark. Proletarya diktatörlüğü bu farkı ortadan kaldırmak için inatla ve duyarlı olarak mücadele etmiştir.
  • Sosyalizmde mülkiyetin aynılaştırılması, biçimleri arasındaki farkların ortadan kaldırılması, işçi sınıfı ile köylülük arasındaki farklılığın temel nedeninin ortadan kaldırılması ve komünizme doğru gelişme veya sosyalizmin komünizme doğru gelişmesi anlamına geliyordu. Stalin ve Bolşevik Parti, köylülük sorununu böyle ele alıyorlardı.
Stalin; “SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” yapıtında, bahsettiğimiz o tartışmalarda şöyle diyordu:
Kolektif ekonomiksel mülkiyet, tedrici ve kolhozların ve dolayısıyla bütün toplumun yararına olan geçişler vasıtasıyla genel halk mülkiyeti seviyesine çıkartılmak ve meta dolaşımı yerini -keza tedrici geçişlerle- bir üretim mübadelesi sistemi almak zorundadır ki böylelikle merkezi güç veya herhangi bir başka toplumsal-ekonomik merkez, toplumsal üretimin toplam üretimini toplumun çıkarına kontrol edebilsin” (128).

Bolşevik Partinin bu alandaki pratiği ve teorik çözümlemesi doğruydu. Ve SB’nde sosyalizmin inşa sürecinde şöyle bir durum ortaya çıkıyordu: Sosyalizm hızlı ve başarılı inşa ediliyor. Ama mülkiyet biçimleri arasındaki farklılığın ortadan yok olma süreci görece yavaş gelişiyor ve bu da üretici güçlerin gelişmesi önünde önemli bir engeli teşkil ediyordu(129).

Stalin ve Bolşevik Parti tarafından işçi-köylü ayrımı böyle yapılıyordu (Bkz.: Dip nottaki alıntı) ve bu ayrıma tekabül eden mülkiyet farklılığını ve son kertede sanayi ile tarım arasındaki meta mübadelesini ortadan kaldırmak ve komünizme doğru ilerlemek (sosyalist inşayı derinleştirmek) için teorik saptamaları ve pratikleri böyleydi.

O tartışmalarda Yaroşenko, bu anlayışı, liberal işletme yöneticileri lehine değiştirmeye çalışmıştı. Aynı politikayı Kruşçev devam ettirdi.
  • Birbirine sınıfsal olarak tamamen zıt politika. Birisi sosyalizmin derinleşerek inşasına, diğeri de kapitalizmin yeniden kurulmasına götürüyor. Birisi sınıfları ortadan kaldırmayı, diğeri de toplumu antagonist sınıflara bölmeyi hedefliyor.
Bolşevikler, bahsedilen anlayışları ve pratikleriyle köylülüğü, işçi sınıfının müttefiki yaparlarken, Kruşçev ve avene takımı, liberal işletme yöneticileri, köylülüğü kendi sınıfsal iktidarları için, işçi sınıfına karşı yedeklemeye çalışıyorlardı. Ve onların tarımsal alandaki bütün reformları, köylülerin geri yönlerine, mülkiyet eğilimlerini geliştirmeye hizmet ediyordu. Kruşçev’in tarım politikası buna hizmet ediyordu.

Stalin’in ölümünden kısa bir zaman sonra mevcut kolhozlarda köylülerin lehine kapsamlı reformlar yapıldı. İlkin devletin, tahıl ve başka tarım ürünleri için satın alma fiyatı yükseltildi; tahıl için yaklaşık iki misli; süt ve patates in 2-1,5 misli ve et için de 5 misli. Özel bahçe üretiminin zorunlu teslim kotası düşürüldü ve mevcut vergi gecikmeleri affedildi” (130).

Tabii ki bu politika, büyük kolhozların zenginleşmesine hizmet ediyordu. Özel üretimden zorunlu teslim kotasını düşürmek, özel mülkiyetteki bahçesinde üretim yapan bütün köylülerin ağzına sürülen bir kaşık baldı. Vergi affı da buna hizmet ediyordu. Ama her köylü, büyük kolhozlarda çalışmıyordu. Dolayısıyla fiyat politikası, büyük kolhozlarda üretimi teşvik etmeye ve onların zenginleşmesine hizmet ediyordu.

Özel mülkiyeti doğrudan teşvik etmenin ve geliştirmenin olanağı olmadığı için ayrı bir yol bulundu. Şöyle:

Kruşçev’in inisiyatifi üzerine 1953’ten itibaren başlayarak Sovyetler Birliği’nin Asya kısmında çok geniş alanlara tahıl ekilmeye başlandı. Daha önce sadece otlak olan 40 milyon hektar, Japonya büyüklüğünde bir alan, sürüldü. Uzmanların, humus tabakasının ince olmasından ve bölgenin yarı kuru karakterinden dolayı toprakların kısa zamanda yetiştirme gücünü kaybedecekleri uyarılarına rağmen, proletaryanın enerjisini yeni bir sanayileşme sıçraması için veya kolhozların dönüşümü için kullanma yerine, yüz birlerce gönüllü, çoğu komzomol üyesi, sosyalizmin inşasının tam coşkusuyla steplere gitti, ekim alanı açmak için. İşçi gençliğin fedakarlığı, yeni işçi-köylülere yaradı: Yeni topraklar üzerinde kurulmuş olan devasa işletmelerde sovhoz işçileri, kolhoz köylüleri gibi bir parça özel toprağa sahip olma hakkını aldılar. Bu hakkın içinde özel mülkiyetteki hayvanı, devlet topraklarında otlatma hakkı da vardı” (131).

Böylelikle, bu türden politikalarla kırsal alandaki devlet işletmelerinde de (sovhozlar) özel mülkiyetin gelişmesi teşvik edildi. Kolhozlar, sovhoz seviyesine çıkartılmadılar, tersine sovhozların kolhoz seviyesine indirilmesine çalışıldı.

Stalin’in bahsettiği çelişkiler, Kruşçev’in bu türden politikalarıyla derinleştirildi.

Sovhozlar, tarımsal devlet işletmeleriydi. Orada mülkiyet, genel halk mülkiyeti biçimindeydi. Kruşçev, bir taraftan sovhozları genişleterek, toplumsallaşmanın genel halk mülkiyetinin geliştirildiği havasını uyandırıyordu. Ama aynı zamanda ve esas amaç olarak, bu işletmelerde özel mülkiyet geliştirilmiş oluyordu. Gelişmenin kapsam ve hızı Kruşçev’i de rahatsız edecek boyutlara varmış olacak ki, 1958’de şöyle bir açıklama yapmak zorunda kalmıştı.

Büyük parsellerin (toprak parçası, çn) ve hayvanın özel mülkiyette olması, sovhoz üretiminin gelişmesi önünde ciddi bir engel olmuştur” (132).
  • Kruşçev’in tarım reformunun sonuçlarını 1959’daki nüfus sayımı gösteriyor. Bu sayım sonuçlarına göre kolhozlardaki yaklaşık 6 milyon insan, kolektif çalışmaya katılmıyor ve sadece özel mülkiyetlerindeki toprakta çalışıyordu (133).
Köylüleri yedekleyerek iktidarını pekiştirmeye çalışan yeni sınıf, 1958 yılında, kırsal alanda mülkiyet ilişkilerini önemli derecede altüst eden bir tarım reformunu uygulamaya koydu. Bu reform Makine-Traktör-İstasyonlarını (MTİ) dağıtmayı içeriyordu(134).

Bu istasyonların anlamı ve önemini kısaca belirtelim: Bu istasyonlar, proletarya diktatörlüğünün; sosyalist devletin, işçi sınıfının önder rolünün, kolhozlar karşısında önemli bir dayanağıydı. Bu istasyonlarda mülkiyet devletin elindeydi; geçerli olan, genel halk mülkiyetiydi. Söz konusu reformla MTİ’ler dağıtıldı ve oldukça ucuz bir fiyatla kolhozlara satıldı.
  • Böylece kırsal alandaki toplumsallaşmaya devasa bir darbe vurulmuş oldu ve MTİ bazında üretim araçları metalaştırıldı.
Bu reform anlayışı; MTİ’leri dağıtma ve mülkiyetini kolhozlara devretme anlayışı, yeni değildi. Sosyalizmin ekonomik sorunları üzerine 1952’deki söz konusu tartışmalarda Sanina ve Wenşer bu yönde bir öneride bulunurlar. Stalin bu öneriyi kesin bir kararlılıkla reddeder ve nedenlerini de açıklar(135).
Stalin ve Kruşçev’in bu alandaki politikaları, birbirine tamamen zıt politikalardı. her biri farklı iki sınıfın çıkarlarını ifade ediyordu.
Birisi komünizme götürüyor.
Diğeri ise kapitalizmin yeniden inşasına!

Buna rağmen soralım:
  • Nerede durmak istiyoruz veya bu anlayışlardan hangisi doğrudur?
  • Nasıl oluyor da modern revizyonizmin kalıntıları ve Troçkistler, bu iki antagonist anlayışı, politikayı hiçe sayarak Ekim Devriminin kalıntılarını ‘89/’90’a kadar uzatabiliyorlar?
Kruşçev start verir: 22 Ocak 1958’de tarım görevlileri önünde yaptığı bir konuşmada MTİ’lerin dağıtılmasını önerir ve MK’nın Şubat (1958) Plenumunda bu konu gündeme alınır.

Karar:
  • SBKP MK Plenumu, ülkenin sosyalist tarımının yükselmesi ve kolhoz düzeninin gelişmesi için kolhozların mevcut üretim-teknik temini düzenini değiştirmenin ve Makine-Traktör-İstasyonlarını tedricen yeniden örgütlemenin amaca uygun olacağı... anlayışındadır... Şimdi... bu makineleri satış yoluyla... doğrudan kolhozlara devretmek amaca uygundur” (136).
Kruşçev, Sanina ve Wensher’i eleştirmekten de geri kalmaz. Bu önerinin 1952’de dile getirilmesinin koşullarının olmadığını söyleyerek bu koşulların sonradan oluştuğunu açıklar. Doğru söyler. O zaman geriye dönüşün önünde nesnel engeller vardı. Bunun başında da Stalin geliyordu.
Her neyse!
  • 31 Mart 1958’de yine Kruşçev’in talebiyle, MTİ’lerin satışını içeren bir yasa yürürlüğe girer. Ve MTİ’lerin kolhozlar tarafından talanı başlar. Bu talan ve kolhozların sevinci, dönemin Sovyet basınına da yansır (137).
Kruşçev ve avene takımının tarım reformuyla Sovyet tarımını ne hale getirdiği biliniyor. Bu, üretimde ve teknolojide çöküntüden başka bir şey değildi.
  • Stalin döneminde tahıl ihraç eden ülke, Kruşçev reformları sonucunda tahıl ithal etmek zorunda kalmıştır.
Sanina ve Wensher’in 1952’deki önerisini Kruşçev, 1958’de uygulamaya koydu ve 1958’de tarıma ilişkin başka reformlar da yapıldı. Bütün bu reformlar sonuçta şuna hizmet etmişti:
  • Devlet, kolhozların talep ettiği fiyatı, sanayi sektöründe elde edilen birikimin bir kısmıyla ödemek zorunda kalır. Aynı zamanda kolhozlar ve birey olarak köylü, ürünlerini, legal veya illegal, giderek artan fiyatlarla satmaya başlarlar.
Kruşçev, köylülüğü, tarımdaki mevcut üretim ilişkilerini geriye çekerek, mevcut toplumsallaşmaya darbe vurarak iktidarda kalma politikasının dayanağı yaptı.

Yapılması gereken:
1989/1991 döneminde revizyonist blok çöktükten ve SB dağıldıktan sonra revizyonizmin inatçı savunucuları ve Troçkistler, yeni bir teori geliştirmek için kolları sıvadılar. Gorbaçov karşı devrimci ilan edildi. Ağustos 1991, karşı devrimin tarihi ilan edildi. Çünkü bu tarih SB’nde sistemin yıkılması anlamına geliyordu.

Revizyonist artıklar ve klasik kapitalist ülkelerde revizyonizmin açık ve gizli savunucuları bu tarihi karşı devrimin tarihi olarak tarihe geçtiler ve süreci geriye doğru gözden geçirmeye başladılar. Ve keşfettiler ki XX. Parti Kongresi, kendilerini, Stalin “despotizmi”nden kurtaran bu kongre, öyle pek kurtarıcı bir kongre değilmiş. Hemen bazı yanlışlar buldular, Kruşçev ve Brejnev döneminde hatalar yapılmıştı. Ama her şeye rağmen bu dönemde de SB sosyalist bir ülkeydi. Bununla da yetinmediler, sürekli birilerine, başka güçlere dayanmadan var olabileceklerine inanmadıkları, kendi gücüne güvenme, irade ve cesaretleri olmadığı için Çin’i, K. Kore’yi, Küba’yı yeniden keşfettiler. Bu ülkelerdeki “sosyalizm”i övmeye başladılar. Bunun ötesinde tarihin biraz daha gerilerine gittiler. Ve Stalin’i keşfettiler. Ne de olsa bu dönem unutulmuştu! Revizyonist literatürde Lenin’in ölümünden sonra XX. Parti Kongresine kadar olan dönemde Stalin’in adı, mutlaka anmak gerekiyorsa revizyonist tarihe geçiyordu veya O’nun yanlışlarının anlatıldığı literatürde bolca kullanılıyordu. Baş döndürücü derecede kıvrak saf değiştirenler oldu.

Ağustos 1991 karşı devrimi” bir çok revizyonistin Stalin tutkusunu geliştirdi. Birdenbire, SB’nde sosyalizmin Stalin döneminde inşa edildiği hatırlandı, büyük bir önder olduğu, Marks, Engels ve Lenin’in eserlerini pratiğe uygulayan ve geliştiren önder olduğu kabul gördü. Stalin’i savunmak adeta moda olmuştu. Ama hepsi bu kadar. XX. Parti Kongresinden sonra SB’nde gerçekleştirilen nitel gelişme onları pek fazla ilgilendirmedi. XX. Parti Kongresine kadar olan dönemin niteliğiyle, XX. Kongreden sonraki dönemin niteliğini karşılaştırmadılar. Bunu yapsalardı, karşı devrimin XX. Parti kongresinde gerçekleştirilmiş olduğunu göreceklerdi.

1991’de yıkılan sistemin; o çürümüş sistemin, klasik kapitalist burjuva sistemden ne gibi üstünlüğü vardı? Nitelik bakımından hiç bir farkı yoktu. Revizyonist ülkelerde emekçi yığınların çalışma ve toplumsal yaşam koşulları daha kötüydü. Denecek ki, sağlık, eğitim hizmetleri ücretsizdi. Doğru. Sağlık ve eğitim hizmetleri görünüşte ücretsizdi. Daha doğrusu, en azından, görünüşte ücretsiz dinlenme hakları vardı ve olmak zorundaydı. Ücretsiz, çünkü adı üzerinde “sosyalist” bir toplumda yaşanıyordu. Sosyalizmin temel ekonomik yasası gereğine göre hareket ediyordu “sosyalist” devlet.

Sosyalizm, revizyonizmin üstünlüğü bu anlayışlara indirgeniyor. Yani sosyal ihtimam! İşte sosyalizm bu kadar basitleştirildi. Necmiye Hoca da aynı anlayıştaydı. “İnsanlar için ihtimam, onların hakları için (herhalde mücadele olsa gerek!) sosyalizmin çekirdeğini oluşturur” (138).

Necmiye Hoca’ya ve revizyonizmin artıklarına göre toplum içinde bir kısım insan, kendisini başkalarının ihtimamı, hakları için mücadelede sorumlu görüyor. Yani yönetimde olan kast, insanların sağlığı, eğitimi, hakları için uğraşırken, insanlar da (emekçiler) devlet için çalışacaklar. Bunun adı da sosyalizm oluyor.

Bir çok defa baş vurduğumuz politik ekonomi ders kitabında şöyle deniyor.
Devlet işletmelerinde en olgunlaşmış ve en tutarlı biçimi içinde sosyalist üretim ilişkileri hakimdir” (s. 415).
1954’teki baskıda böyle deniyor.

Bu kitabın 1959 baskısında, -ilk baskıyı hazırlayanların çoğunluğu tarafından genişletildi- Stalin’le ilgili yerler çıkartıldı. Ama yukarıdaki cümle aynen kalmıştı. Yani; üretim araçları metalaştırılıyor, pazarda alınıp satılıyor ve bu karakterli “devlet işletmelerinde en olgunlaşmış ve en tutarlı biçimi içinde sosyalist üretim ilişkileri hakim” oluyor!! (s. 503).

Yine aynı kitabın 1954 baskısında şöyle deniyor.
Sosyalist üretim ilişkilerinin karakteristik özellikleri şunlardır. 1. Üretim araçlarında toplumsal mülkiyetin sınırsız hakimiyeti, 2. emekçilerin sömürüden kurtarılmaları ve dostça işbirliği ve sosyalist karşılıklı yardım ilişkilerinin kurulması; 3. üretimin, emekçilerin çıkarlarına göre paylaşılması” (s. 455).

1959’daki baskısında ise 2. noktaya “iki biçimde devletsel halk mülkiyeti ve kolektif mülkiyet” ve 3. noktaya da “herkese emeğine göre” ilkesi eklenmiş (s. 507).

Stalin döneminde bu tespitler, gerçeğin ifadesiydi. Böyleydi, doğruydu. Ama XX. Parti Kongresinden sonra, özellikle söz konusu o “reform”larla SB’nde üretim ilişkilerinin sosyalist karakteri yıkılmıştı.
Üretim ilişkileri ne ki? “İnsanların maddi varlıkların üretim süreci içindeki belirli ilişkileri ve bağları” değil mi? (Agk, s. 9, 1954). Aynı kitabın 1959 baskısında şu ekleme var: “üretim ilişkileri, üretim araçları mülkiyetinin biçimlerini, sınıfların, sosyal grupların üretimdeki konumlarını ve karşılıklı ilişkilerin, ürünlerin paylaşımının biçimlerini içerir” (s. 11).

Güzel. Yukarıda, bütün yazı boyunca döne döne, “reform”lardan, revizyonistlerin parti kongrelerinde aldıkları kararlardan bahsettik. Bütün bu verilerin, üretim araçlarının metalaştırıldığını, meta üretiminin, pazar için üretimin, karın, amaç edinildiğini gösteriyorlar. Bu durumda nasıl oluyor da hala bu üretim ilişkileri sosyalist üretim ilişkileri olarak değerlendirilebiliyor? Üretim araçları metalaşıyor, pazarda alınıp satılıyor, ama sosyalist mülkiyeti ifade ediyorlar?

Bu olur mu? Revizyonizm hakkında böyle düşünmeyenlere, “kötü” de olsa, sosyalizm diyenlere, mutlaka klasik kapitalizmdeki koşulları arayanlara, revizyonizmi temize çıkartmak isteyenlere göre oluyor!

Bu önemlidir. Çünkü revizyonizmin sınıfsal içeriği görülmezse, kavranmazsa, Marksizm’in krizini Marksist dünya görüşünde ve yönteminde arama tehlikesi doğar.

Lenin:
Marksizm, tam da, cansız bir dogma olmadığı, tamamlanmış, hazır, değişmez bir öğreti olmadığı, eylemin canlı bir kılavuzu olduğu içindir ki, toplumsal yaşam koşullarındaki şaşılacak kadar beklenmedik değişmeleri yansıtmak zorundaydı. Bu değişme, derin parçalanmalar ve dağılmalarda, yalpalamanın her biçiminde, kısaca, Marksizm’in çok ciddi bir krizinde yansıyordu. Bu parçalanmaya karşı kararlı bir direnme, Marksizm’in temellerini ayakta tutmak uğruna kararlı ve inatçı bir mücadele, yeniden gündem konusu olmuştu. Bir önceki dönemde, amaçlarını formüle ederken Marksizm’den uzak duramayan sınıfların çok geniş kesimleri, bu öğretiyi son derece tek yanlı ve sakat bir biçimde özümlemişlerdi. Belli "sloganları" ezberlemişler, verilecek yanıtların Marksist ölçütlerini anlamaksızın, taktik sorunlara, belli yanıtlar vermeyi öğrenmişlerdi. Toplumsal yaşamın çeşitli alanlardaki "tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi", Marksizm’in en soyut ve genel felsefi temellerinin bir "revizyon”una neden oldu… Ezberlenmiş, ama anlaşılmamış, üzerinde düşünülmemiş "slogan”ların yinelenmesi, boş lafebeliğinin yaygın bir biçimde hüküm sürmesine yol açtı“ (139).

Aynı makalesinde Lenin, Marksizm’in “derin krizi”ni kastederek şöyle der:
Bu krizin ortaya çıkardığı sorunlar bir yana itilemez. Laf boğuntusuna getirip bunları baştan savma girişimlerinden daha tehlikeli ya da daha ilkesizce bir şey olamaz. Krizin derinliğini ve buna karşı mücadelenin zorunluluğunu kavramış bütün Marksistlerin, Marksizm’in çeşitli "yol arkadaşları" arasında burjuva etkisinin yayılmasıyla, tamamen karşıt yönlerden çarpıtılmakta olan Marksizm’in teorik dayanaklarının ve temel önermelerinin savunulması için birleşmelerinden daha önemli bir şey olamaz...
Bu nedenle, şu sıralarda bu çöküşün kaçınılmazlığının nedenlerini kavramak ve ona karşı tutarlı bir mücadele için birleşmek, kelimenin en doğrudan ve en kesin anlamıyla günün görevidir“ (140).
Uluslararası komünist hareket ve uluslararası işçi hareketi, Kruşçev modern revizyonistlerinin SB’nde siyasi iktidarı gasp etmelerinden bu yana kriz içindedir. Bu kriz, revizyonizmin sınıfsal içeriğinin kavranmamasından dolayı, Marksizm’in içine girdiği derin krizin doğrudan bir sonucudur. Marksist dünya görüşünün, doğa ve toplumsal alandaki gelişmelere çözüm getiremediğinden, yönteminin yanlış olduğundan dolayı burjuva dünya görüşü gibi, krize girmemiştir. Tam tersine bu krize neden olan sorunlar, pek ciddiye alınmadığı, “bir el hareketiyle atlandığı” ajitatif sloganlarla, kahrolsun edebiyatıyla geçildiği için Marksizm’in krizi olarak bugüne kadar gelmiştir. Lenin ve Stalin, revizyonizme, troçkizme ve bu yüz yılda antimarksist bütün akımlara karşı tutarlı mücadele vererek Marksizm’in temellerini, temel ilkelerini savunmuşlar ve geliştirmişlerdir. Lenin, bizzat tespit ettiği krizin aşılmasına da önderlik etmiştir.
Stalin’in ölümünden sonra böyle bir mücadele olmamıştır. Şüphesiz, AEP ve E. Hoca’nın özellikle Sovyet modern revizyonizmine karşı mücadelesi yol gösterici olmuştur. Ama hepsi bu kadar.

Revizyonizm, Marksist dünya görüşünü ve onun yöntemlerini her alanda çarpıtmış, içini boşaltmış ve ölü doğmalara dönüştürmüştür. Bunun en basit, her dünyalı tarafından anlaşılabilir örneğini, yukarıda sözünü ettiğimiz “Politik Ekonominin Ders Kitabı” oluşturur. Bilinçli çarpıtma ve değiştirmelerin ötesinde bu kitabın 1954 baskısı ile 1959 baskısı arasında söylem olarak hemen hiç bir fark yoktur. Yukarıda bununla ilgili bir de örnek verdik. Bu kitabın 1954 baskısı, SB’nde sosyalist inşa tecrübesinin teorileştirilmesini ifade ediyordu. 1959’da ise o pratikten ve teoriden geriye bir şey kalmamıştı. Yani pratik başkalaşmıştı, ama teori aynı kalmıştı. Ne teori pratiğe uygulanabiliyordu ve ne de pratikten, o kitapta sosyalizmin inşasına ilişkin teorileri ifade eden, geliştiren teorik sonuçlar çıkartılabiliyordu. Sadece ekonomi alanında değil, her alanda; felsefede, tarihte vs. hep aynı agnostisizmle, pragmatizmle, evet nihilizmle karşı karşıyayız.

Sovyet modern revizyonizmi, toplumsal yaşamın ve teorinin sorunlarının her alanında ortaya attığı anlayışlarla agnostisizmi (bilinemezciliği), pragmatizmi (faydacılığı), nihilizmi (öğreti ve ilkelerin reddini) Marksizm-Leninizm adına yaymıştır. Örneğin proletarya diktatörlüğü, “bütün halkın devleti”, komünist partisi “bütün halkın partisi” olabilmiş, kapitalist ekonomi kavramları bütün ekonomide geçerli kılınmış, “sosyalist kar”dan, pazardan, mükafatlandırmanın esas alınmasından, pazar ve kar için üretimin esas alınmasından, değer yasasının genel geçerli kılınmasından sadece bahsedilmemiş, bu kapitalist ekonomi yasa ve kategorilerinin uygulanmasının maddi koşulları özenle hazırlanmıştır. Sonuç ne oldu? Bir dizi kavram ve kategoriler birbirine karıştırıldı, içerikleri boşaltıldı. Bir çok kavram ve kategori, lafızda –genel olarak- Marksist tanımlandı, ama içeriği tamamen burjuvalaştırılmıştı. Revizyonist ülkelerde milyonlarca insan ve klasik kapitalist ülkelerde de revizyonizmin etkisinde kalanlar, bir bütün olarak, Kruşçev revizyonizminin siyasi iktidarı gasp etmesinden bu yana yetişen nesil, revizyonizmi, bu çalışma boyunca bolca örneklediğimiz çarpıtmaları, bazen çıplak kapitalist, burjuva anlayış ve teorileri Marksizm-Leninizm olarak algıladılar.

Modern revizyonizm, Stalin’e, O’nun ‘yanlış’larına karşı mücadele adı altında, 20 sene içinde komünizmin bir üst aşamasına geçeceğiz palavrası altında, “bütün değerleri yeniden değerlendirme”ye kalkıştı. Öyle olmadı mı?

Bolca söz edilen ve uygulanan o ekonomik “reform”lar, toplumun ve ekonominin nesnel yasalarının ele alınması –bolca örneklediğimiz bu gerçekler- “bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi”, yani Marksizm-Leninizmin revizyona uğratılması, çarpıtılması değil miydi? Bu, nihilizm değil mi?

Hem revizyonist, hem de Marksist olunamaz. Ya revizyonist olunur ya da Marksist. Sovyet modern revizyonizminin etkisinden dolayı (Maoculuk da böyledir) milyonlarca insan bunu kavrayamadı, Sovyet modern revizyonizmi, on yıllarca iktidarda kalmasını bu başarısına borçludur, aynı zamanda. Şimdi, daha doğrusu SB’nin dağılmasından bu yana kelimenin gerçek anlamıyla bir çöplükle karşı karşıyayız. Bu çöplüğü yok etmek, Marksizmi ölü dogma olmaktan kurtarmak, onun krizini aşmak göreviyle karşı karşıyayız. Bunu da ancak ve ancak onun temellerini, temel ilkelerini savunarak yapabiliriz. Böyle bir mücadeleyi sürdürebilmek için sorunun doğuş koşullarını ele almak gerekir. Bu nedenle “toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında” revizyonistler tarafından “bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi”ni, Marksist dünya görüşüne ve yöntemine göre yeniden ele almak zorundayız.

Emperyalist burjuvazinin ötesinde antimarksist akımlar(modern revizyonistlerin kalıntıları, Troçkistler –Stalin ile bağlam içinde- vs.), işçi sınıfı ideolojisine; Marksizm-Leninizme, yöntem olarak diyalektik ve tarihsel materyalizme cepheden saldırıyorlar, bu ideolojinin ve yönteminin iflas ettiğini ve bu iflasın, onun krizini ifade ettiğini savunuyorlar. Onlar, krizi teoride ve yönteminde arıyorlar. Oysa krizin nedeni teoriden değil, bizzat biz Marksist-Leninistlerden kaynaklanmaktadır. Çünkü olayların hızına ayak uyduramadık, gelişmeleri analiz etmede ve teoriyi geliştirmede sınıfta kaldık. Yaşamın ve bilimin her alanında (örneğin felsefe, tarih bilimi, devlet teorisi, ekonomi, teknik vb.); bir bütün olarak doğa ve toplum bilimlerinde, sınıf mücadelesinin sorunlarında hep geride kaldık. On yıllarca süren revizyonist tahribata ajitasyondan pek öteye geçmeyen söylemlerle karşı koymaya çalıştık. Son yıllarda ise, yani SB ve revizyonist bloğun dağılmasından sonra geç kalmış tespitler yapmaktan öteye pek geçmedik.

Somut durumun somut analizini yapmak; gerçeği, nesnel durumu incelemek, sonuçlar çıkartmak ve dönüştürmek için inandığımız ideolojinin ve yöntemin; Marksizm-Leninizmin bir eksikliği yoktur. Ama bu ideolojinin ve yönteminin doğruluğuna inanmak veya tartışılmayacak kadar doğru olduğuna inanmak, toplumsal gelişmelere, sınıf mücadelesinin sorunlarına çözüm getirdiğimiz anlamına gelmiyor. Bu, Marksizmi doğma olarak kavrayanların bir işidir. Oysa Marksizm, düşünsel ve pratik anlamda bir eylem kılavuzudur. Bu anlaşılmadığı müddetçe, teorinin veremeyeceğini teoriden beklemeye devam ederiz. Marksizm-Leninizm, aynı zamanda, sistemli bilgi birikiminden oluşan bir teoridir ve sürekli, gelişmeye açıktır. Bu bilgi dağarcığını zenginleştirmek, geliştirmek doğa ve toplumsal gelişmeleri incelemekten ve teorileştirmekten geçer. Bunu da ancak ve ancak komünistler yapabilirler.
Geçen yüzyılın ‘90’lı yıllarının ikinci yarısından itibaren dünya işçi sınıfı ve emekçi yığınların, dünyanın ezilen halklarının ve uluslarının yıkılan hayaller arasında feniks gibi yeniden doğduklarını, yeniden kıpırdanmaya başladıklarını görüyoruz. Emperyalist demagojinin etkisi kırılmaya başlamış; teoriyi çarpıtma bombardımanı bizzat nesnel gerçeklik tarafından geri püskürtülmüştür.

Bu dünyanın lanetlileri” yeniden uyandıklarında; kendilerine geldiklerinde niteliksel olarak hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu gördüler. Onların uyanmasında ne yazık ki Marksist-Leninist güçlerin fazla bir katkısı olmamıştır. Onları nesnel gerçeklik uyandırmıştır; emperyalist savaşlar, işsizlik, açlık, sefalet vs. vs. Şimdi hem dünya işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınları ve hem de uluslararası Marksist-Leninist hareket birbirinden ayrı olarak aynı sorunlarla karşı karşıyalar.

Çekim merkezi olabilmek için zorlukların üstesinden gelmeliyiz. Toplumsal olgulara ve gelişmelere doğru teorik yanıtlar verebilmek için yaşamın içinde olmak zorundayız.
Stalin’in ölümünden; O’nun eserlerinden sonra doğan ve hala devam eden biriken sorunlara cevap verememe boşluğu ve bundan dolayı doğan ideolojik kriz ve mücadele, oldukça kapsamlı ve karmaşıktır. Bunun üstesinden gelmek zorundayız.
Bugünün sorunlarına cevap verebilmek için işe ‘50’li yılların ortasından itibaren başlamak gerekir.
Bu durum bize şunu gösteriyor: 20. Yüzyılın ‘50’li yıllarının ikinci yarısından bu yana komünistler Marksist teoriyi geliştirilmediler, ama Marksist teori her türden revizyonist parti ve kuruluşlar tarafından yozlaştırıldı. Geçen yüzyılın ‘50’li yıllarının ikinci yarısına kadar veya SB’nin sosyalist olduğu dönemde bu alanda dayandığımız, sığındığımız, her an başvurabileceğimiz bir kalemiz vardı. Bu kale SB’idi, Stalin önderliğinde Bolşevik Partiydi. ‘50’li yılların ikinci yarısından itibaren bu güvencemiz yok oldu. Görev, her bir komünist partisine düştü ve yaşam, geçen yüzyılın ‘50’li yıllarının ikinci yarısından itibaren çözüm bekleyen bir yığın sorunu önümüze koydu. Şimdi bu alanda birçok cephede mücadele etmekle karşı karşıya kaldık:
  • Yaklaşık 50 yıllık toplumsal yaşamın her alanındaki gelişmeleri Marksist teori temelinde analiz etmek.
  • Marksizm-Leninizmi her türlü revizyonist tahribattan arındırmak.
  • Burjuvazinin ve Marksizm adına konuşan avanak küçük burjuvazinin günümüze ve geleceğe yönelik antimarksist, antikomünist değerlendirmelerini teşhir etmek.
Belki, sorunu böyle üç başlık altında ele almaya da gerek yok. Önemli olan, 21. Yüzyılı, devrimlerin, sosyalizmin yüzyılı yapmak için teorideki, bilimdeki 50 yıllık geriliğimizi; geride kalmışlığımızı gidermek ve proletaryanın önünü açmaktır. Eğer bu silahımızın, işçi sınıfının elinde maddi güce dönüşmesini istiyorsak bu görevi üstlenmek zorundayız. Bu bizim tarihsel borcumuz, görevimiz ve sorumluluğumuzdur. 50 senelik bu tarihi atlayarak ilerleyebileceğimizi sanıyorsak, tarih ve gelen/gelecek neslin bizi affetmeyeceğini bilmeliyiz.
Kapitalizmin gelişme yolu, emekçilerin ezici çoğunluğunun yoksulluğunun ve açlık içinde sürünmesinin yoludur” (Stalin).
Bu sözü öyle de yazabiliriz:
Revizyonizmin gelişme yolu, emekçilerin ezici çoğunluğunun yoksulluğunun ve açlık içinde sürünmesinin yoludur”!
Yaşam, her iki sistemin de böyle olduğunu yeteri kadar kanıtlamıştır.
*

*Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşası ve geriye dönüş için bkz.:
İbrahim Okçuoğlu; SSCB'de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz 2011.

*

Kaynaklar:
1) Lenin; C. 29, s. 493, “Über die Aufgaben der III. Internationale”.
2) Lenin; C. 1, s. 453/454, “Der Ökonomische Inhalt der Volkstümlerrichtung”.
3) Marks; C. 23, s. 613, Kapital, C. 1, s. 613.
4) Aristotel Pano ve Kıço Kapetani; Der kapitalistische Charakter der Produktionsverhaeltnisse in der Sowjetunion”, Albanien heute, Nr. 5 (35), 1978, s. 48, Tirana.
5) Lenin; C. I, s. 517.
6) Bkz.: ag dergi, s. 48/49.
7) Politische Ökonomie des Sozialismus-Anschauungsmaterial”, Berlin, 1974, s. 29.
8) A. Pano ve K. Kopetoni: Ag. Dergi, s. 50, Nr. 5 (35), 1978.
9)“Şimdi bizde sosyalist üretimin iki temel biçimi mevcuttur; devletsel ve halka ait olan (biçim) ve halka ait olarak tanımlanamayacak olan kolektif iktisadi biçim. Devlet işletmelerinde üretim araçları ve üretimin ürünleri genel halk mülkiyetidir. Buna karşın kolektif iktisadi işletmelerde ise üretim araçları (toprak, makineler) devlete ait olsalar da, üretimin ürünleri tek tek kolektif ekonomilerin mülkiyetidir. Çünkü kolektif ekonomilerde kendi işleri (emekleri, çn) ve tohumları söz konusudur (ve) kolektif ekonomiler, kendilerine sınırsız kullanım için verilen toprağa fiilen kendi mülkleri gibi sahiptirler. Ama onlar, toprağı ne satmak, satın almak, ne kiralamak ne de rehin koymak hakkında sahiptirler.
Bu durum, sadece kolektif ekonomiler, kolektif iktisadi ürünleri kendi mülkleri olarak sahiplenirlerken, devletin, sadece devlet işletmelerinin ürünlerine sahip olabilmelerine neden oluyor. Ama kolektif ekonomiler ürünlerini meta biçiminden başka türlü pazarlamak istemiyorlar, ürünlerinin karşılığında mübadele içinde ihtiyaç duydukları metaları elde etmek istiyorlar. Şimdiki durumda şehir ile satma ve satın alma vasıtasıyla mübadelenin başka ekonomik bağlar, kolektif ekonomiler açısından kabul edilemez. Bundan dolayı biz de şimdiki durumda meta üretimi ve meta dolaşımı bir zorunluluktur...
Bu iki temel üretim sektörlerinin; devlet ve kolektif iktisadi sektörler, yerine ülkenin bütün tüketim malları üzerinde tasarruf hakkıyla genel kapsamlı bir üretim sektörü aldığında tabii ki meta üretimi –“para ekonomisiyle”- ulusal ekonominin gerekli olmayan unsuru olarak ortadan kaybolacaktır” (Stalin; C. 15, s. 268/269, “Problem des Sozialismus in der UdSSR”).
Örneğin tarım ve sanayi arasındaki farkı ele alalım: bu fark bizde sadece, tarımdaki çalışma koşullarının sanayideki çalışma koşullarından farklı olmasından değil, bilakis her şeyden önce ve esas itibariyle biz, tarımda genel halk mülkiyetine değil, grup mülkiyetine, kolektif iktisadi mülkiyete sahipken, sanayide üretim araçlarına ve üretimin ürünlerine olan genel halk, halk mülkiyetine sahip olmamızdan ibarettir. Bu durumun, meta dolaşımının muhafaza edilmesine neden olduğu, sadece, sanayi ve tarım arasındaki bu farkın kaybolmasıyla meta üretiminin, kendisinden kaynaklanan bütün sonuçlarıyla yok olabileceği söylenmişti. Dolayısıyla, tarım ve sanayi arasındaki bu önemli farkın yok olmasının bizim açımızdan birinci derecede öneme sahip olması inkar edilemez” (Stalin; agk, s. 279).
10) Stalin; agk, s. 340.
11) “Ürün mübadelesinin gelişmiş sistemine henüz sahip değiliz, ama tarımsal ürünler için... ürün mübadelesinin embriyonlarına sahibiz... Görev, ürün mübadelesinin bu embriyonlarını tarımın bütün dallarında teşvik etmektir, ürün mübadelesinin dal budak salmış bir sistemi olarak geliştirmektir. Böylelikle kolektif ekonomiler, ürünleri için sadece para değil, aksine her şeyden önce, gerekli ürünleri elde ederler. Böyle bir sistem, şehrin köye verdiği ürünün muazzam bir artışını gerekli kılar. Bu nedenle, bu sisteme acele etmeksizin, şehir tarafından üretilen ürünlerin birikimine tekabül ederek geçilmelidir. Ama sebatlıca, yalpalamadan, meta dolaşımının etki alanını adım adım daraltarak ve ürün mübadelesinin etki alanını genişleterek geçilmelidir” (abç.) (Stalin; agk, s. 342/343)
12)“Sanina ve Wenşer yoldaşlar, temel önlem olarak, MTI’ında yığılı üretim araçlarının başlıcalarını kolhozlara kendi malları olarak satmayı önermektedirler; böylece devlet, tarımda sermaye yatırımı yapmaktan kurtulacak ve MTİ’nın bakımı ve gelişmesi kolhozlara yüklenecektir. Şöyle diyorlar:
Kolhoz yatırımlarının, esas olarak, kolhoz köylerinin tarımsal gereksinimlerine ayrılması gerektiğini, oysa devletin, eskiden olduğu gibi, tarımsal üretim gereksinimleri için gereken yatırımların tümünü sağlaması gerektiğini sanmak yanlış olur. Kolhozlar bu yükü tamamen karşılayacak durumda olduğuna göre, devleti bu yükten bağışık tutmak daha doğru olmaz mı? Ülkede bir tüketim nesneleri bolluğu yaratmak amacı ile devletin bu olanakları yatırabileceği yeteri kadar işletme bulunur” (Stalin; Agk, s. 336/337).
13) MTI ve kolhozlar bağlamında Stalin; bu iki ekonomistin sorularını cevaplandırırken şöyle der:
Hepimiz, ülkemizdeki tarımsal üretimin devasa artışından.... sevinç duyuyoruz. Bu artışın kaynağı nerededir? Bu kaynak modern teknikte, bütün bu üretim dallarına dağılmış bol miktardaki yetkinleşmiş makinelerdedir. Burada söz konusu olan yalnızca genel olarak teknik değildir; gerçek şudur ki, teknik, hareketsiz kalmaz, durmadan yetkinleşmek zorundadır; eski teknik ıskartaya çıkartılmalı ve sırası gelinice daha yeni bir tekniğe yerini bırakacak olan, yeni bir teknik ile değiştirilmelidir. Aksi halde, sosyalist tarımımızın gelişmesi düşünülemez, büyük rekolteler, tarımsal ürünlerin bolluğu düşünülemez. Ancak yüzbinlerce tekerlekli traktörü ıskartaya çıkarmak ve onların yerine paletli traktör koymak, zamanı geçmiş on binlerce biçerdöveri yenileri ile değiştirmek, örneğin sanayi bitkileri için yeni makineler icat etmek ne demektir? Bunlar, ancak altı ya da sekiz yılda geri alınabilecek milyarlar düzeyinde bulunan masraflar demektir. Kolhozlarımız, milyoner kolhozlar da olsalar, bu masrafları karşılayabilirler mi? Hayır, karşılayamazlar. Çünkü altı ya da sekiz yılda geri alınabilecek milyarlar sarf edecek durumda değildirler. Bu masrafları sadece devlet yüklenebilir. Çünkü sadece o, eski makinelerin ıskartaya çıkartılıp yenileri ile değiştirilmesinin yaratacağı zararlara tahammül edebilecek durumdadır; sadece o, bu zararlara 6 ya da 8 yıl dayanacak ve masraflarının geri alınması için bu sürenin geçmesini bekleyebilecek durumdadır.
Bütün bunlardan sonra MTI’nın kolhozlara öz malları olarak satılmasını istemenin anlamı nedir? Bunun anlamı, kolhozlara olağanüstü zararlar verdirmek, onları iflas ettirmek, tarımın makineleşmesini tehlikeye sokmak, kolhoz üretiminin temposunu yavaşlatmaktır.
Buradan şu sonuç çıkar: MTI’nın kolhozlara satılmasını önermekle Sanina ve Wensher yoldaşlar, geriye doğru bir adım atıyorlar ve tarihin çarkını geriye doğru döndürmeye uğraşıyorlar” (Stalin; agk, s. 338/339).
14)“Bir an için Sanina ve Wenşer yoldaşların önerisini kabul ettiğimizi ve kolhozlara öz malları olarak esas üretim araçlarını, Makine ve Traktör İstasyonlarını satmayı kabul ettiğimizi düşünelim. Bunun sonucu ne olur?
Bunun sonucu şu olur ki, önce, kolhozlar başlıca üretim araçlarının sahibi olurlar, yani ülkedeki hiçbir işletmenin sahip bulunmadığı olağanüstü bir duruma girmiş bulunurlar. Çünkü bilindiği gibi ulusallaşmış işletmeler bile ülkemizde üretim araçlarının mülkiyetine sahip değiller. Kolhozların bu olağanüstü durumunu, nasıl, hangi ilerleme ve ileriye gidiş düşüncesi ile haklı gösterebiliriz? Bu durumun, kolhoz mülkiyetinin, ulusal mülkiyet düzeyine yükseltilmesine katkıda bulunduğu, toplumumuzun sosyalizmden komünizme geçişini hızlandırdığı söylenebilir mi? Bu durumun, ancak, kolhoz mülkiyetini ulusal mülkiyetten uzaklaştırabileceği ve komünizme yaklaştırmak yerine bizi ondan uzaklaştırmaya varacağını söylemek daha doğru olmaz mı?
Bunun ikinci bir sonucu da, yörüngesi içine pek büyük miktarda tarımsal üretim aletleri sürükleyecek olan meta dolaşımının etki alanının genişlemesi olurdu. Sanina ve Wenşer yoldaşlar, bu konuda ne düşünüyorlar? Meta dolaşımı alanının genişlemesi, komünizme doğru ilerleyişimize katkıda bulunabilir mi? Bunun, ancak komünizme doğru ilerlememizi frenleyebileceğini söylemek daha doğru olmaz mı?
Sanina ve Wenşer yoldaşların öze değin yanılgıları, sosyalist düzende meta dolaşımının rolünün önemini anlamamış olmalarındadır; meta dolaşımının, sosyalizmden komünizme geçiş amacı ile uzlaşmadığını anlamıyorlar. Herhalde, meta dolaşımı düzeninde bile sosyalizmden komünizme gerilebileceği, meta dolaşımının, bu durumda bir engel olmayacağı kanısındalar. Bu, Marksizmi eksik olarak kavramaktan doğan büyük bir yanılgıdır.
Engels, mata dolaşımı koşullarında işleyen Dühring’in ‘ekonomik komünasını ‘Anti-Dühring’inde eleştirirken meta dolaşımının, kaçınılmaz bir biçimde, Dühring’in ‘ekonomik komünasını’, kapitalizmi yeniden doğurtmaya vardıracağını açık-seçik göstermiştir. Görünüyor ki, Sanina ve Wenşer yoldaşlar bu düşüncede değildirler. Kendileri için yazık. Ancak biz Marksistler, sosyalizmden komünizme geçişin ve gereksinimlere göre ürünlerin paylaşımı komünist ilkesinin, her tür meta değişimini ve sonuç olarak, ürünlerin metalara dönüşmesini ve aynı zamanda, onların değene dönüşmesini dışladığını belirten Marksizm’in iyi bilinen tezinden hareket ediyoruz” (Stalin; C. 15, s. 339-341. SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”).
15)Stalin; agk., s. 341-342.
16)Woprosy Ekonomiki, “Warenproduktion im Sozialismus und Kollektivwirtschaften”.
17) Ökonomische Lexikon, L-Z, s.1070/1071, 1967.
18) Liberman; Flirten wir mit dem Kapitalismus? Nutzen und Profite, Sowjetische Leben, Temmuz 1965.
19) L. Gatowski; “Unity of Plan and Cast Accounting”, in “Kommunist, No: 15, 1965. Aktaran: Bland; agk., s. 26.
20) G. Kosiachenko: ibid.; P. 243. Aktaran: Bland; agk., s. 27.
21) R. Rakitsky, “Bourgeois Interpretation of the Soviet Economic Reform”, in, “Woprosy Ekonomiki; Nr. 10, 1965. Aktaran: Bland; s. 27.
22) Liberman, “The Plan, Direct Ties and Profitability; Pravda: 21 Kasım 1965. Aktaran: Bland; s. 27.
23) L. Gatowski. Aktaran: Bland; s. 28.
24) L. Konnik, “Planung und der Markt”, Woprosy Ekonomiki, Nr. 5, 1966.
25) Agy.
26) E. G. Liberman: "Plan, Direct Ties and Profitability“. Aktaran: Bland; agk., s. 29.
27) L. Gatovski: "Unity of Plan and Çost Accounting“. Aktaran: Bland; agy.
28) Liberman; “Planung Production and Standards Long-form Operation; in Voprosy Ekonomiki. Aktaran: Bland; agk., s. 29.
29)A. M. Rumyantsev; “Management of the Soviet Economy Today; Basic Principles”. Aktaran: Bland; Agk., s. 29.
30) S. Starostin, G. Emdin; “The Five Year Plan and the Soviet Way of Life”. Aktaran: Bland; Agk., s. 30
31) V. Rusakova, G. Sudets: “Problems and Judgements: Let’s Remember Adverting. Aktaran: Bland; Agk., s. 32.
32) B. Suharevski, “The Enterprise and Material Stimulation in Ekonomicheskoya gazeta. Aktartan: Bland; Agk., s. 34.
33)Ökonomisches Lexikon; Q-Z, s.581/582, Berlin 1980. 1980, 3. Baskı.
34) Politische Ökonomie des Sozialismus, s. 130, 1967.
35)Sowjetskije Nomosti, Nr. 9, Nisan 1964.
36)Sowjetskije Nomosti, Nr. 9, Nisan 1964.
37) Engels; C. 20, s. 289, “Anti-Dühring”.
38) Engels; agk., s. 291.
39) S. Pervuşkin; “Planwirtschaft”, Nr. 7, 1961.
40)“Değer ve değer yasası, meta üretiminin varlığına bağlı bulunan tarihsel bir kategoridir. Meta üretiminin yok olması ile, değer ve değer yasası da bütün biçimleriyle yok olacaktır”.
Diyorlar ki, bizde, sosyalist düzende yürürlükte bulunan bazı ekonomik yasalar, değer yasası dahil olmak üzere, planlı ekonominin temeli üzerinde “biçim değiştirmiş” ve hatta “temelinden biçim değiştirmiş” yasalardır. Bu da yanlıştır. Yasaların “biçimini değiştirmek” ve hele onların biçimlerini “temelden” değiştirmek olanaksızdır. Eğer, onların biçimi değiştirilebilseydi, onları yok etmek ve yerlerine yenilerini getirmek de mümkün olurdu. Yasaların “biçim değiştirmesi” tezi, yasaların “yok edilişi” ve “oluşturulması” yanlış formülünün bir kalıntısından başka bir şey değildir. Ekonomik yasaların biçimini değiştirmek formülünün bizde uzun süreden beri sözü edilmesine karşın, daha özenli olmak için bundan vazgeçmek zorundayız. Şu ya da bu ekonomik yasanın etki alanı sınırlandırılabilir, eğer varsa, onların yıkıcı etkileri önlenebilir, ama yasaların “biçimi değiştirilemez” ya da onlar “yok edilemez”.
Ekonomi politiğin kendine özgü bir özelliği, onun yasalarının, doğa yasalarının tersine, sürekli olmayışlarıdır; bunların çoğu hiç olmazsa bir tarih dönemi boyunca etkili kalırlar, sonra da yerlerini başka yasalara bırakırlar. Yok olmazlar, ancak yeni ekonomik koşulların sonucu olarak güçlerini yitirirler ve onlar da, insanların iradesi ile yaratılmış bulunmayan, ve ama yeni ekonomik koşulların temeli üzerinde ortaya çıkan yeni yasalara yerlerini bırakmak üzere sahneden çekilirler” (Stalin; C. 15, s. 271, 274, 261 ve 257/58 SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları).
41) Wosnesenski’ye göre değer yasası, işin, ekonominin çeşitli sektörleri arasında dağılımını belirler. Bir işletme ne kadar verimli olursa, o kadar yatırım ve emeği kendine çeker. Bu baya göre meta fiyatı, değerini yansıtmalıdır. Üretimi örgütlemesinde maliyet hesaplaması çok önemlidir, bu hesaplama münferit işletmelerin ve sanayilerin verimliliğine dayanmalıdır. Münferit işletmelerde, maddi teşvike ücretlerin yükseltilmesine önem verilmelidir.
Devlet Planlama Komisyon başkanı olan Wosnesenski, bu konumunu, görüşlerini yaymak için kullanır. Parti ve devletin içinde önemli sorumluluklar taşıyan bir çok fonksiyoner ve bir kısım ekonomist onu desteklerler. Leontyev ve Gatovski bu türden ekonomistlerdendi.
Wosnessenski, reform düşüncelerini uygulamaya kor. Onun “reform”u 1 Ocak 1949’da yürürlüğe konur ve toptancı fiyatı, değerine uygun olsun diye yeniden tespit edilir. Bunun sonucu vahim olur. Çoğu temel ürünlerin fiyatı birdenbire ikiye, üçe katlanır.
Wosnesenski reformlarının uygulanmaya konmasından bir kaç hafta sonra Bolşevikler, Stalin önderliğinde harekete geçerler. 1949 Martının başında Wosnesenski, görevinden alınır ve Temmuz 1949’da da partiden atılır. 1949 sonunda yabancı bir devlete, Devlet Planlama Komisyonunun gizli belgelerini verdiği nedeniyle dava edilir. Wosnesenski dahil, dava edilenlerin bir kısmı ölüme mahkum edilirler ve Eylül 1950’de, Stalin’in karşı çıkmasına rağmen, infaz edilirler. (Leningrad Olayı denen gelişme budur).
Bu bayın ekonomik reformları iki adımda; 1 Ocak ve 1 Temmuz 1950’de geri çekilir.
42)Stalin; agk, s. 271.
43)Stalin; agk., s. 275/276.
44) L. Gatovski: "The Role of Profit in a Socialist Economy", in: "Kommunist" (Communist), no. 18, 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): "Planning, Profit and Incentives in the USSR", Volume 1; New York; 1966; p. 98. Aktaran: Bland; agk., s.18.
45) N.S. Khrushchov: Report on the Programme of the CPSU, 22nd. Congress CPSU; London; 1961; p.54. Aktaran: Bland; agy.
46) Editorial: "Economic Policy and the Work of Communism", in: "Pravda" (Truth), January 14th., 1966, in: "The Soviet Economic Reform: Main Features and Aims"; Moscow; 1967; p.11. Aktaran: Bland; agy.
47) L. Gatovsky: p. cit.; p.90. Aktaran: Bland; agk., s.19.
48)A.M. Rumyantsev: "Management of the Soviet Economy Today: Basic Principles", in: "Soviet Economic Reform: Progress and Problems"; Moscow; 1972; p.12. Aktaran: Bland; agy.
49) S. Kamenitser: "The Experience of Industrial Management in the Soviet Union"; Moscow 1975; p.130-1. Aktaran: Bland; agy.
50) V. Trapeznikov: "For Flexible Economic Management of Enterprises", in: "Pravda" (Truth), August 17th., 1964, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 196. Aktaran: Bland; agy.
51) L. Leontiev: "The Plan and Methods of Economic Management", in: "Pravda" (Truth), September 7th., 1964, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 209. Aktaran: Bland; agy.
52) E.G. Liberman: "Are We Flirting with Capitalism? Profits and 'Profits' ", in: "Soviet Life", July 1965, in: M.E. Sharpe (Ed.) op. cit., Volume 1: p. 309. Aktaran: Bland; agy.
53) B. Sukharevsky: "New Elements in Economic Incentives", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of economics), No. 10, 1965, in: "The Soviet Economic Reform: Main Features and Aims"; Moscow; 1967; p. 76. Aktaran: Bland; agk., s. 20.
54) Editorial: "Economic Policy and Work for Communism", in: "Pravda" (Truth), January 14th., 1966, in: ibid.; p.11. Aktaran: Bland; agy.
55) N. Bogomolova: "Human Relations' Doctrine: Ideological Weapon of the Monopolies"; Moscow; 1973; p.63. Aktaran: Bland; agy.
56) E.G. Liberman: "Plan, Direct Ties and Profitability", in: "Pravda" (Truth), November 21st., 1965, in: "The Soviet Economic Reform: Main Features and Aims", Moscow; 1967; p.55. Aktaran: Bland; agy.
57) P. Bunich: "Economic Stimuli to Increase the Effectiveness of Capital Investments and the Output-to-Capital Ratio", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 12, 1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 2; p. 189. Aktaran: Bland; agk., s. 21.
58)(I. Kasitsky: "The Main Question: Criteria for Premiums and Indices Planned for Enterprises", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 11, 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 139. Aktaran: Bland; agy.
59) L. Gatovski: op. cit., p. 95. Aktaran: Bland; agy.
60) L. Leontiev: "Pravda" (Truth), July 10th., 1964, in: J.L. Felker: "Soviet Economic Controversies". Cambridge (USA); 1966; p. 77-8. Aktaran: Bland; agk., s. 21/22.
61) A.N. Kosigin: "On Improving Industrial Management, Perfecting Planning and Enhancing Economic Incentives in Industrial Production", in: "Izvestia" (News), September 28th., 1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 2, p. 21. Aktaran: Bland; agk., s. 23.
62) B. Sukharevsky: "On Improving the Forms and Methods of Material Incentives", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of economics), No. 11, 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.) op. cit., Volume 1; p. 116-7, 118. Aktaran: Bland; agk., s. 25.
63)G. Kosiachenko: "Important Conditions for Improvement of Planning", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 11, 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 158. Aktaran: Bland; agy.
64)B. Sukharevsky: "New Elements in Economic Incentives", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 10, 1965, in: "The Soviet Economic Reform: Main Features and Aims"; Moscow; 1967; p. 78. Aktaran: Bland; agy.
65)V.S. Nemchinov: "Socialist Economic Management and Production Planning", in: "Kommunist" (Communist), No. 5, 1964, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 188-9. Aktaran: Bland; agy.
66) V. Trapeznikov: op. cit.; p. 196. Aktaran: Bland; agk., s. 26.
67) B. Sukharevsky: "The Enterprise and Material Stimulation", in: "Ekonomicheskaya gazeta" (Economic gazette), No. 49, 1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 2; p. 205, 206. Aktaran: Bland; agy.
68)(E.G. Liberman: "Plan: Profits: Bonuses", in: "Pravda" (Truth), September 9th., 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 83. Akt: Bland; agk, s. 81.
69) Editarial: “Economic Policy and Mark for communism” Pravda, 14 Ocak 1966, Akt: Bland; s. 81.
70) E.G. Liberman: "Are We Flirting with Capitalism? Profits and 'Profits'", in: "Soviet Life", July 1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 304.Aktaran: Bland; agk., s. 82.
71)Liberman; aktaran: Bland: agk, s. 85.
72)Liberman; “Profitability of socialist Enterprises”, Aktaran: Bland, agk, s. 85.
73) Editarial; “Economic Policy and Mark for Communism”, Prawda, 14 Ocak 1966. Aktaran: Bland, s.85.
74) D.A. Allakhverdyan: "National Income and Income Distribution in the USSR", in: "The Soviet Planned Economy"; Moscow; 1974; p. 92). Akt.: Bland; s. 85.
75) B. Rakitsky; “Bourgeois Interpretotion of the Soviet Economic Reform”, Akt.: Bland; s. 85.
76) L. Gotavsky: agk, s.,, 91, Akt. Bland, s. 86.
77) V. Belkin ve I. Berman: “The Independence of the Enterprise and Economic Stimuli, Izvesta, 4 Aralık 1964; Akt.: Bland; s. 86.
78) E. G. Liberman, akt: Bland, s. 86.
79) Editarial; “Economic Policy and Mark of Communism” Prawda, 14 Ocak 1966, Aktaran: Bland; s.86.
80) Marks; C. 23, s. 231. (Kapital, C. I).
81) Marks; C. 19, s. 18/19, “Gotha Programı Eleştirisi”.
82) L. Gatovski: "The Role of Profit in a Socialist Economy", in :"Kommunist" (Communist), No. 18, 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): "Planning, Profit and Incentives in the USSR", Volume 1; New York; 1966; p. 103-4. Aktaran; Bland; s. 78.
83)V. Shkatov: "What is Useful for the Country is Profitable for Everyone", in: "Pravda" (Truth), September 1st., 1964, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 203. Aktaran; Bland; agk., s. 78.
84) A.N. Kosygin: "On Improving Industrial Management, Perfecting Planing and Enhancing Economic Incentives in Industrial Production", in: "Izvestia" (News), September 28th., 1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Voume 2; p. 21. Aktaran: Blanda; agy.
85) Bkz.: Bland; agk., s. 79.
86)
V.M. Batyrev: "Commodity-Money Relations under Socialism", in: "The Soviet Planned Economy"; Moscow; 1974; p. 172. Aktaran: Bland; agk., s. 87.
87)A.N. Kosygin: "On Improving Industrial Management, Perfecting Planning, and Enhancing Economic Incentives in Industrial Production", in: "Izvestia" (News), September 28th., 1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): "Planning, Profit and Incentives in the USSR", Volume 2; New York; 1966; p. 26. Aktaran: Bland; s. 87.
88) E.G. Liberman: "Cost Accounting and Material Encouragement of Industrial Personnel", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 6, 1955, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 13. Aktaran: Bland, s. 87.
89) E.G. Liberman: "Plan: Profits: Bonuses", in: "Pravda" (Truth), September 9th., 1962, in; M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 80, 86. Aktaran: Bland; s. 87.
90) L. Gatovsky: "The Role of Profit in a Socialist Economy", in: "Kommunist" (Communist), No. 18, 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 104. Aktaran: Bland; agk., s. 88.
91)V. Belkin & I. Berman: "The Independence of the Enterprise and Economic Stimuli", in: "Izvestia" (News), December 4th., 1964, in; M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 227. Aktaran: Bland; Agk., s. 88.
92) A.N. Kosygin: ibid.; p. 25-6. Aktaran; Bland; agy.
93) E.G. Liberman: "Cost Accounting and Material Encouragement of Industrial Personnel", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 6, 1955, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 17. Aktaran: Bland; agy.
94) G. Kosiachenko: "Important Condition for Improvement of Planning", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 11, 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 157. Aktaran: Bland; agy.
95) G. Kosiachenko: ibid.: p. 157. Aktaran: Bland; agy.
96) S. Kamenitser: "The Experience of Industrial Management in the Soviet Union"; Moscow; 1973; p. 134. Aktaran: Bland; agy.
97) Y.L. Manevich: ibid.; p. 253. Aktaran: Bland; agy.
98)E.G. Liberman: "Economic Levers for Fulfilling the Plan for Soviet Industry", in: "Kommunist" (Communist), No. 1, 1959, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 54. Aktaran: Bland; agy.
99) S. Kamenitser: ibid.; p. 127. Aktaran: Bland; agy.
100) S. Kamenitser: ibid.; p. 127. Aktaran: Bland; agk., s. 90.
101) A. Volkov: "A Mighty Stimulus for The Development of Production", in "Pravda" (Truth), November 14th., 1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 2; p. 169. Aktaran: Bland; agy.
102) E. Manevich: "Ways of Improving the Utilisation of Manpower", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 12, 1973, in: "Problems of Economics", Volume 17, No. 2; June 1974; p. 13. Aktaran: Bland; agk., s. 91.
103)F. Levtrinsky & G. Mantsurov: "Ekonomika Sovetskoy Ukrainy" (The Economy of Soviet Ukraine), No. 5, 1968; p. 47; in: G.R. Feiwel: "The Soviet Quest for Economic Efficiency"; New York; 1972; p. 387. Aktaran: Bland; agy.
104)F. Roethlisberger & W. Dickson: 'Management and the Worker'; Cambridge (USA); 1946; p. 542. Aktaran: Bland; agy.
105) N. Bogomolova: "'Human Relations' Doctrine: Ideological Weapon of the Monopolies"; Moscow; 1973; p. 54, 55. Aktaran: Bland; agk., s. 92.
106) N. Bogomolova; ibid.; p. 96, 99. Aktaran: Bland; agy.
107) P.Krylov & M. Chistiakov: "Problems in Improving the Methods of National Economic Planning", in: "Planovoe khoziaistvo" (Planned Economy), No. 1, 1972, in: "Problems of Economics", Volume 15, No. 4; August 1972; p. 33. Akmtaran: Bland; agy.
108)T. Ivensen: "Problems in Forecasting the Monetary Savings of the Population", in: "Nauchnye doklady vysshei shkoly: Ekonomicheskie nauki" (Scientific Reports of Higher Schools: Economic Science), No. 11, 1973, in: "Problems of Economics", Volume 17, No. 2, June 1974; p. 66-7. Aktaran: Bland; agk., s.93.
109)N. Buzliakov: "Rational Long-range Income and Consumption Norms", in: "Planovoe khoziaistvo" (Planned Economy). No. 6, 1974, in; "Problems of Economics", Volume 17, No. 7; November 1974; p. 84. Aktaran: Bland; agy.
110) Marks; C. 25, s. 46 (Kapital, C. III).
111) Marks; agk., s. 52.
112) Kapitalizm ve sosyalizmdeki paylaşıma ilişkin şemalar, konuya ilişkin hemen her ciddi kitapta bulunabilir veya anlatımdan hareketle çıkartılabilir. Revizyonizme ilişkin olan tarafımızdan hazırlandı.
113)Köylülerin ve zanaatçıların ürünleri de ulusal gelirin bir bileşimini oluştururlar. Bu alanda üretilen ürünün bir kısmını köylüler (emekçi köylüler) ve zanaatçılar alırlarken, diğer kısmı da kapitalistlerin -zengin köylülük, toptancılar, tüccarlar, bankacılar vs- eline geçer. Bu emekçi kesimin gelirlerinin kaynağı kendi işgüçlerinin ifadesi olarak elde ettikleri ürünlerdir; kendi çalışmaları, kendi emekleridir. Bu kesimin yabancı işgücünü sömürerek gelir (artı değer) elde etme durumları istisnadır.
114)Marks’ın belirttiği gibi, kapitalist devletin bütçesi, “... sınıf bütçesinden, burjuvazi için bütçeden başka bir şey değildir”. Bütçe, ulusal geliri sömürücü sınıfların lehine yeniden paylaşmanın bir aracıdır. Bütçenin çok önemli bir kısmını vergiler oluşturur. Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, dolaylı ve dolaysız vergi adı altında resmen soyulurlar ve kapitalist devlet, bütçe gelirlerini kapitalist sınıfa yeniden -örneğin kredi, sübvansiyon vs.- dağıtır.
115) Gotha Programı Eleştirisi”, C. 19, s. 19.
116) Büyük Sovyet Ansiklopedisi; C. I, s. 1126, 1952.
117)MK Plenumlarının, Konferansların ve Parti Kongrelerinin Kararlarında ve Bildirgelerinde SBKP, Cilt XII, s. 274/275.
118) “MK Plenumlarının, Konferansların, Parti Kongrelerinin…”; Cilt XIII, s. 92/93.
119)Bkz.: 1954’ün ilk baharında Yüksek Sovyet’teki konuşması.
120)Bkz.: Leonhard; W. Leonhard; “Die Revolution entlaesst ihre Kinder”, s. 90-93.
121)W. Leonhard; agk, s. 96.
122)W. Leonhard; agk., s.104.
123)Bkz.: W. Leonhard; agk, s. 93.
124) Bkz.: W. Leonhard; agk, s. 210.
125) A. L. Paşkov; agk, s. 121.
126) “Die Kommunistische Partei der Sowjetunion in Resolutionen und Beschlüsse der Parteitage, Konferenzen und Plenen des ZK” - MK Plenumlarının, Konferanslarının ve Parti Kongrelerinin Kararlarında ve Bildirgelerinde SBKP, C. XIII. Berlin, 1961, s. 4.
127)Gelişmeyi ve sonucunu E. Hoca şöyle anlatır:
Revizyonist gericilerin konumu pekişti ve onların Başkanlıktaki (siyasi konsey kastediliyor, çn) karşıtları Malenkov, Molotov, Kaganoviç, Voroşilov ve diğerleri, şimdi, Kruşçev’in SBKP’ne ve proletarya diktatörlüğü devletine karşı sürdürdüğü entrika ve şeytani planları daha açık görmeye başladılar. Parti Merkez Komitesi Başkanlığının 1957 yazında Kreml’ndeki bir oturumunda Kruşçev, bir dizi eleştiriden sonra azınlıkta kaldı ve .... Birinci Sekreter olarak görevinden alındı. Ve tarım bakanı yapıldı.... Ama bu, sadece birkaç saat geçerliydi. Kruşçev ve yandaşları, gizlice alarm verdiler, Mareşaller, Kreml’i tank ve askerlerle kuşattılar ve bir farenin dahi Kreml’i terk etmemesi emrini verdiler. Ayrıca, SBKP MK’nin başkanlık üyelerini getirmek için her tarafa uçak yolladılar. Kruşçev’in yaratığı olan Polyanski bize anlatmaya devam etti: “Sonra Kreml’e gittik ve oturuma katılmayı talep ettik. Voroşilov dışarı çıktı ve ne istediğimizi sordu. Oturuma katılmak istediğimizi söyleyince, bunu reddetti. Ona yumruk gösterince ‘ne oluyor burada’ diye sordu. Onu uyardık: fazla gevezelik yapma, yoksa seni tutuklarız. Oturuma katıldık ve durumun değişmesini sağladık. Kruşçev iktidarı yeniden aldı”.
Stalin’in bu eski mücadele arkadaşları, onun şanlı eserini karalamaya katılan bunlar, başarısız kalan bu denemeden sonra “parti düşmanı grup” olarak tanımladılar ve Kruşçevciler tarafından nihai olarak azledildiler” (Enver Hoca; Kruşçevciler, s. 205/206).

Bu “parti düşmanı grup” hakkında alınan karar şöyleydi:
SBKP MK Plenumu 22-29 Haziran 1957’deki oturumlarında, SBKP Başkanlığı içinde oluşan Malenkov, Molotov ve Kaganoviç’ten müteşekkil parti düşmanı grup sorunu ele alındı...
Partinin siyasi çizgisini değiştirmek için bu grup, parti düşmanı fraksiyonculuk yöntemleriyle SBKP MK Plenumlarında seçilmiş yönetici parti organlarının bileşimini değiştirmeye çalıştı” (“MK Plenumlarının, Konferanslarının...”; C. XIII. s. 25).
Bu grubun “suç” ve “hataları” devamla şöyle sıralanıyordu:
  • Son 3-4 yıl boyunca parti, kararlı bir şekilde kişiye tapıcılığa karşı, kişiye tapıcılıktan kaynaklanan hatalara ve eksikliklere karşı ve ulusal ve enternasyonal alanda “Marksizm-Leninizmin revizyonistleri”ne karşı başarılı bir mücadele verirken bu grup, buna karşı direndi.
  • Bu parti düşmanı grup, XX. Parti kongresi rotasına sürekli karşı geldi.
  • Bu grup, Birlik Cumhuriyetleri’nin ekonomik ve kültürel inşasına karşı geldi.
  • Bu grup, ekonomi yönetiminin yeniden örgütlenmesine karşı geldi.
  • Bu grup, kolhozlardaki “eski, bürokratik planlama yöntemi”nin değiştirilmesine karşı geldi vs. vs. (Bkz.: agk., s. 26-33).
Karar:
1. Malenkov, Kaganoviç, Molotov ve onlara katılan Şepilov’dan müteşekkil parti düşmanı grubun fraksiyonculuk faaliyeti, partimizin Leninist ilkeleriyle uzlaşmaz olarak mahkum edilmelidir.
2. Malenkov, Kaganoviç ve Molotov yoldaşlar, MK Başkanlığı üyeliği ve MK üyeliği görevlerinden alınmalıdırlar; Şepilov, SBKP MK Sekreteri görevinden alınmalıdır. Keza MK Başkanlığı adayı ve MK üyeliği görevinden de alınmalıdır” (Agk., s. 32).
Bu karardan sonra Sovyet yönetimi temelden değiştirilir. Bu gruptan yana olan bütün önemli yöneticiler görevlerinden alınırlar. Temizlik birden bire değil, yavaş yavaş yapılır. Boşalan yerler Kruşçev yanlıları tarafından doldurulur.
Bu grubu E. Hoca şöyle değerlendiriyor:
Onların arkasından hiç kimse ağlamadı, kimse üzülmedi. Onlar, devrimci ruhlarını kaybetmişlerdi, Bolşevizmin cesedi olmuşlardı, artık Marksist-leninist değillerdi. Onlar, Kruşçev ile anlaştılar ve Stalin ve eserinin kirletilmesine izin verdiler; bir şeyler yapmaya çalıştılar, ama parti ile değil, çünkü onlar için de artık parti yoktu” (Enver Hoca; agk., s. 206/207).
Bu “parti düşmanı grup” hakkında çok şey söylenebilir. Ama açık olan şu ki bu grubun, grup olma özelliği yoktu. Onları grup yapan, Kruşçev’e karşı oluştu. Dolayısıyla Kruşçev ve avenesine karşı olan herkes bu gruptan sayılıyordu.
Malenkov, Molotov ve Kaganoviç ne derece komünisttiler, Marksizm-Leninizm ne derece bağlıydılar? Şüphesiz ki bunlar hiç de tutarlı hareket etmemişlerdi. Stalin’in ölümünden sonra yalpalamışlar, çoğu kez de –Malenkov örneğinde olduğu gibi- Kruşçev’in oyunlarına alet olmuşlardı. Onların hataları büyüktür. Onlar, Marksizm-Leninizm ve Stalin’e karşı suç işlemişlerdir. Bunun ne derece bilincinde olduklarını tespit etme durumumuz yok. Ama onların arasında Marksizm-Leninizme ve Stalin’e en uzak kalan Malenkov olmuştu. Bu üçlü, Stalin’in ölümünden Haziran 1957’ye kadar olan süreç içinde devrimci özelliklerini hızla yitirmişlerdi. Yaratılan esere ve düşünceye sahip çıkmak istemişler, ama sürekli oyuna gelmişler, sürekli yanlış açıdan sahip çıkmaya çalışmışlardır. Ama her şeye rağmen bu üçlü, Stalin’in ölümünden sonra tasfiye edilene kadar, yani Haziran 1957’ye kadar şu veya bu şekilde Marksizm-Leninizmi savunmaya çalışmışlardır.
Şu veya bu kişinin söz konusu dönemdeki rolünü farklı değerlendirebiliriz. Bu, o kadar önemli değil. Önemli olan, Haziran 1957’deki iktidar kavgasının sınıfsal sonuçlarıdır. Kişilerin rolü, bizim değerlendirmemizden bağımsız olarak, bu çatışmada görülüyor. Dolayısıyla bu tarihteki iktidar kavgasının karakteri ile kişilerin rolü diyalektik bir bütünlük içinde ele alınmalıdır.
128) Stalin; agk, C. 15, s. 316/317.
129) Bu konuda Yaroşenko’yu eleştiren Stalin şöyle der:
Yoldaş Yaroşenko, sosyalizmde toplumun üretim ilişkileri ve üretici güçleri arasında asla çelişki yoktur iddiasında bulunmakla yanılıyor. Tabii ki bizim şu durumdaki üretim ilişkilerimiz, üretici güçlerin gelişmesiyle tamamen uyumluluk içinde olan ve üretici güçleri dev adımlarla ilerleten bir dönemden geçiyorlar. Ama bununla yetinilmesi ve bizim üretici güçlerimiz ile üretim ilişkilerimiz arasında çelişkilerin asla olmayacağına inanmak yanlış olur. Şüphesiz ki çelişkiler var ve şüphesiz ki olacak, çünkü üretim ilişkilerinin gelişmesi, üretici güçlerin gelişmesinin arkasında kalıyor ve kalacaktır. Yönetici organların doğru bir politikası ile bu çelişkiler zıddına çevrilemezler ve burada toplumun üretim ilişkileri ve üretici güçleri arasında bir çatışma olmaz. Ama yoldaş Yaroşenko’nun önerdiği gibi yanlış bir politika izlersek, durum değişir. Bu durumda çatışma kaçınılmaz olur ve bizim üretim ilişkilerimiz, üretici güçlerin devam eden gelişmesi önünde ağır bir engel olabilirler....
Bu görünümlerin, aynı zamanda, üretici güçlerimizin devasa gelişmesini engellemeye başladıklarını görmemek affedilmez bir körlük olur. Bunlar, bütün ulusal ekonominin, özellikle tarımın devlet planlamasıyla tam kontrol altına alınması önünde engel oluyorlar. Bu görünümlerin, ne kadar uzarsa, ülkemizin üretici güçlerinin devam eden büyümesini o kadar çok engelleyeceğinden şüphe olmamalıdır. Bundan dolayı, görev, bu çelişkileri kolektif ekonomiksel mülkiyeti genel halk mülkiyetine tedricen dönüştürmekten ve meta dolaşımının yerine –keza tedricen- ürün mübadelesini getirmekten ibarettir” (Stalin; agk, s. 317/318).
130) H. Karuscheit/A. Schröder; “Von der Oktoberrevolution zum Bauernsozialismus”, Verlag Theoreticher Kampf, 1993, s. 263.
131) H. Karuscheit/A. Schröder; agk., s. 262/263.
132)Aktaran: H. Karuscheit/A. Schröder; agk, s. 263.
133)Bkz, Karuscheit/A. Schröder; agk, s. 263/264.
134) 1 Mart 1958’de “Yoldaş Kruşçev’in Tezleri: Kolhoz Yapısının Geliştirilmesi ve Makine-Traktör-İstasyonlarının Yeniden Örgütlenmesi Üzerine” yayınlanır. MTİ’nın bu tezlere göre yeniden örgütlenmesinin 1959 sonuna kadar tamamlanması öngörülür. Yeniden örgütleme kolhozların satışından başka bir anlam taşımıyordu. Nitekim kolhozlar bu tarihe kadar 32 milyar ruble değerinde makine ve traktör satın almışlardı (Bkz.: Günther Wagenlehner; “Das sowjetische Wirtschaftssystem und Karl Marx”, s. 298, 301,Köln-Berlin 1960).
135)Stalin; agk, s. 339/340.
136)“MK Plenumlarının, Konferanslarının...”; agk., C. XIII. s. 93.
137) Bkz.: Leonhard; agk, s. 315/316.
138)Albanien heute, Nr. 3, 1990, s. 7.
139)Lenin; C. 17, s. 26/27, “Über einige Besonderheiten der historischen Entwicklung des Marxismus”.
140) Lenin; agk., s. 27/28.