SOSYALİZMDE
META ÜRETİMİ VE DEĞER YASASI* (II)
IV-SOVYET
EKONOMİSİNDE META ÜRETİMİ, TOPLUMUN VEYA
SINIFLARIN
YENİDEN ŞEKİLLENMESİNDE ARTI DEĞERİN
OYNADIĞI ROL
SB’nde, XX. Parti Kongresinden sonraki ekonomide ve
politikadaki gelişmeleri, birkaç noktada toparlayabiliriz.
En
azından, “bütün
halkın devleti”ne,
“bütün halkın partisi”ne
dönüştürülerek,
“artık proletarya diktatörlüğü elzem değildir”
denilerek proletarya diktatörlüğü yıkılıyor, komünist
partide, halk kavramının içeriğinin de bizzat ifade ettiği gibi
farklı sınıfların temsil edildiği kabul ediliyor. Ekonomide ise
sosyalist ekonomiye özgü hiçbir şey bırakılmıyor. Üretim
araçları alınıp satılıyor, azami karın ve işin verimliliğinin
maddi teşvike dayandırılması, iş gücünün sömürüsü esas
alınıyor.
Böylesi
bir durumda proletarya diktatörlüğünden, sosyalizmden
bahsedilemeyeceğine göre Sovyet ekonomisi, nasıl bir ekonomiydi?
Veya hangi üretim biçimi çerçevesinde meta
üretimi
yapılıyordu ve değer
yasası etkide
bulunuyordu? SB’nde ne küçük üretime/meta üretimine dayanarak
gelişen bir kapitalizmin, ne de klasik kapitalist ülkelerde
gördüğümüz özel mülkiyet temelinde gelişen bir kapitalizmin
yeniden inşası söz konusuydu.
SB’nde olan, sosyalist inşanın, sosyalist
ekonominin; oldukça yüksek derecede yoğunlaşmış ekonominin
kapitalist ekonomiye dönüştürülmesiydi. Bu, doğrudan özel
rekabet kapitalizmi değildi. Yoğunlaşmanın oldukça yüksek
derecede olmasından dolayı SB’nde yeniden inşa edilen
kapitalizm, yüksek derecede örgütlenmiş tekelci devlet
kapitalizmiydi. Yani emperyalizmdi. Böyle bir dönüşüm olası
mıdır? Tarihte bunun bir örneği var mıydı? Yoktu ve SB’ndeki
gelişmeler, böyle bir dönüşümün olası olduğunu göstermiştir.
Bu olasılığın teorik açıklamasını Lenin ve Stalin defalarca
yapmışlardır. Ama SB’nde kapitalizmin yeniden inşası, onların
tehlike olarak belirttikleri yönden de gerçekleşmemiştir.
İnsanlık
tarihinde revizyonizm, yoğunlaşmış oportünizm iktidara gelmişti
ve sosyalizmi ekonomide ve politikada nasıl yıkacağını gösterdi.
Lenin’in deyimiyle ifade edersek, XX. Kongreden sonraki SB, “sözde
sosyalizm, fiiliyatta emperyalizm, oportünizmin
emperyalizm olarak gelişmesidir”i
kanıtlayan bir süreç olmuştur.
“Fabier-Emperyalizmi’
ve ‘sosyal emperyalizm’. Bu, bir ve aynı şeydir; sözde
sosyalizm, fiiliyatta emperyalizm, oportünizmin
emperyalizm olarak gelişmesi”
(1).
Bu gelişmeyi açıklamak için, bazı noktalarda
tekrarı da göze alarak gerçeklere ve revizyonist demagojiye
bakalım.
SB’nde üst yapı yozlaşmasaydı, altyapı yozlaşır
mıydı, kapitalizmin yeniden inşası mümkün olur muydu? Olmazdı.
Çünkü sosyalist üstyapı, altyapının; bu durumda sosyalist
ekonominin gelişme seyrini, sınıfsal karakterini doğrudan
belirler. Bu nedenle SB’nde altyapının yozlaşması, kapitalist
restorasyon, üstyapının yozlaştığının açık ve doğrudan
ifadesidir. Burada söz konusu olan, üstyapı ile altyapı
arasındaki diyalektik bağ ve karşılıklı etkilenmedir. Bu,
oldukça karmaşıktır; birbirlerini gelişme yönünde tetiklerler
ve sonuçta aynı üretim biçiminde buluşurlar, yani birbirine
tekabül eden koşulları oluştururlar. SB’nde olan da buydu:
yozlaşan üstyapı, kendine uygun altyapının gelişmesinin yolunu
açmış, onu tetiklemiş ve kapitalist restorasyon gerçekleşmiştir.
Kapitalizm, esas itibariyle, meta üretiminin en yüksek
ve en genel aşamasıdır. Marks bunun böyle olduğunu Kapital’deki
analiziyle açıklamıştır.
Lenin, kapitalizmi tanımlarken onun belirleyici iki
özelliğini vurgular.
“Marks’ın
anlayışına göre kapitalizmin en önemli özelliği
- genel üretim biçimi olarak meta üretimidir. Ürün, en çeşitli toplumsal üretim organizmalarında bir meta biçimine bürünür, fakat çalışma ürününün bu biçimi sadece kapitalist üretimde istisnai, tek başına, ya da rastlantısal bir olgu değil, genel bir biçimdir.
- Kapitalizmin ikinci özelliği (2) yalnızca çalışma ürününün değil, fakat çalışmanın kendisinin de, yani insanın işgücünün de, bir meta biçimine bürünmesidir, işgücünün meta biçiminin gelişme derecesi, kapitalizmin gelişme derecesinin bir göstergesidir” (2).
Sovyet
ekonomisinde gelişmenin böyle olduğu inkar edilemez. Sovyet modern
revizyonistleri üstyapıyı (devlet, parti, vs.) ele geçirdikten
sonra “sosyalizmin
inşası”, “komünizme doğru gelişme” adı
altında uyguladıkları reformlarla, kapitalizmin bu iki temel
özelliğinin gelişebileceği nesnel koşulları yaratmışlardı.
İşe öncelikle meta üretimi ve değer yasası alanında Marksist
teoriyi çarpıtmakla başlamışlardır.
Bu
konuda Marksist-Leninist görüş, Lenin ve Stalin dönemi SB
pratiği, meta üretimi ve değer yasasının, sosyalizmin inşasının
ilk döneminde nesnel zorunluluklardan dolayı sınırlı da olsa
geçerlilik kazandığını göstermiştir. Ama modern revizyonistler
soruna farklı bakıyorlardı. Modern revizyonistler, sosyalizmin
inşasının derinleşmesine paralel olarak meta üretimi ve buna
bağlı olarak değer yasasının etki alanlarını, giderek
sınırlandıracaklarına, tam tersini yaparak, meta üretiminin
genelleşmesinin ve buna bağlı olarak da değer yasasının etki
alanının genişlemesinin ön koşullarını oluşturmuşlardır. Bu
baylara göre, kapitalizmden kalma bu kategorilerin tamamen yok
olabilmesi için tamamen gelişmeleri gerekiyordu. Bundan dolayıdır
ki XXII. Parti Kongresinde kabul edilen “SBKP
Programı”nda
“komünist inşa
döneminde meta-para ilişkilerini tamamen kullanmak zorunludur”,
“maddi ve ahlaki teşvik arasındaki doğru bağ –bu, bizim
komünizmin inşasının bütün dönemi için rotamızdır,
çizgimizdir”
anlayışları yer alıyordu.
Modern
revizyonistler, Marksist-Leninist teorinin, derinleşen sosyalist
inşaya paralel olarak meta üretimi ve değer yasası etki alanının
mutlaka daraltılması, sınırlandırılması gereklidir öğretisini,
meta üretimi ve değer yasası etki alanını genişleterek
çarpıttılar. Marksizm-Leninizm,
mutlaka daraltılmasından, sınırlandırılmasından bahsederken,
revizyonizm mutlaka genişletilmelidir diyor.
- “Meta-para ilişkilerinin tamamen (bütün yönleriyle, çn) kullanılması ifadesini ekonomideki reformlarda bulmuştur”.
Lenin,
“Marksizm, meta
üretimi üzerine kurulmuş bir toplum, gelişmesinin belli bir
aşamasında kaçınılmaz olarak bizzat kapitalizmin yoluna
girecektir diye öğretiyor”
der. SB’nde de ekonomi, gelişmesinin belli bir aşamasında,
reformların açtığı kapitalist yola bizzat girmiştir.
Ekonomideki bütün reformlar, kapitalizmin yeniden inşasına hizmet
etmişlerdir: Ücret; dağıtım, mübadele, ekonominin yönetimi,
bizzat üretim, çeşitli aşamalarında ekonomik reformlar
tarafından kapitalist dönüşüme uğramışlardır.
Bu gelişmeden işgücü de nasibini almıştır.
- SB’nde işgücü de, metaya dönüştürülmüştür.
Kapitalizm, işgücünün de metaya dönüştüğü meta
üretiminin gelişme aşamasıdır.
İşgücünün meta olabilmesi için işçilerin üretim
araçlarından yoksun olmaları ve işgüçlerini satmak zorunda
kalmaları gerekir. SB’nde sosyalizmin inşası döneminde üretim
araçları sosyalist devletin mülkiyetindeydi. Sosyalist devleti
ifade eden proletarya diktatörlüğünün yıkılması, Sovyet
işçilerinin üretim araçları üzerindeki kontrolünün ortadan
kalkması anlamına geliyordu.
- Sovyet işçi sınıfı, yeni burjuvazi tarafından, üretim araçları üzerindeki kontrolünün ortadan kaldırılması bazında resmen mülksüzleştirilmişti. Ve yaşamak için işgücünü satmak zorunda bırakılmıştı.
Devlet mülkiyetinin karakteri, devletin, hangi sınıfın
elinde bulunduğuna bağlıdır. Devlet, hangi sınıfın devletiyse,
mülkiyetinde bulunan üretim araçları da o sınıfın
hizmetindedir. Bu anlamda sadece devlet mülkiyeti olgusu, sadece
“sosyalist” devlet olgusu, SB’nde mülkiyetin karakterinin
sosyalist olduğunu, açıklamaya yetmez. Kapitalist ülkelerde de
devlet mülkiyeti var, ama aklı başında olan hiç kimse, bu
gerçeklikten hareketle, kapitalist ülkelerdeki devlet mülkiyetini,
sosyalist mülkiyet olarak görmez. Devlet mülkiyeti, iktidardaki
sınıfın mülkiyetidir. Burjuvazi iktidarda olduğu müddetçe de
devlet mülkiyeti, kapitalist mülkiyetin bir biçimidir.
Aynı durum SB’nde de geçerlidir.
Devlet mülkiyeti öne sürülerek, SB’nde üretim
araçlarının kapitalist karakteri gizlenemez. Belki de Tansu Çiller
gibi düşünenler olabilir. Ne de olsa bu bayana göre devlet
mülkiyetinde olan işletmeler, sosyalizmi ifade ediyorlar!
Bundan hareketle -SB’nde de işletmeler devlet
mülkiyetinde olduğuna göre- SB, sosyalisttir, denebilir mi?
Engels’in,
“Anti-Dühring”de
belirttiği gibi, devlet mülkiyetinin sınıfsal karakteri, devletin
hangi sınıfın elinde olduğuna bağlıdır.
Ekim Devrimi, ‘proletaryanın siyasi iktidarı ele
geçirmesi ve üretim araçlarını önce sosyalist mülkiyete
dönüştürmesi’ anlamına gelir (Engels).
XX. Parti Kongresinden sonra tam tersi bir gelişme söz
konusu olmuştur. Sosyalist mülkiyet, yeni, özel tipte bir devlet
kapitalizmi mülkiyetine dönüştürülmüştür. Burada yeni ve
özel olan, sosyalizmin kavram olarak sözde kullanılması ve üretim
araçlarının klasik kapitalizmde olduğu gibi özel mülkiyette
olmamasıdır.
SB’nde üstyapının yozlaşma sürecinin ilerlemesi,
mülkiyetin karakterinde görülen değişmeler, işgücünün metaya
dönüşmesi, aynı zamanda kapitalist sömürünün yeniden geçerli
kılındığı anlamına gelir. Bu süreç, kapitalist meta
üretiminin kaçınılmaz sonucuydu. Başka türlü de olamazdı.
Çünkü Marks’ın dediği gibi,
“meta
üretimi, kendisine özgü yasalarıyla uygunluk içinde, kapitalist
üretim haline geldiği ölçüde, meta üretimi ile ilgili mülkiyet
yasaları da kapitalist el koyma yasalarına dönüşür”
(3).
Klasik kapitalist ülkelerde ve SB’nde devlet
kapitalizminin doğuş koşulları aynı değildi. Klasik kapitalist
ülkelerde devlet, tazminat ödeyerek (satın alarak) veya emekçi
yığınlardan toplanan vergilerin (bütçe) bir kısmını
kullanarak, özel kişilerin (kapitalistlerin), tekellerin
mülkiyetinde olan üretim araçlarına sahip olabilir (fabrikalar,
toprak, vs.). Bu sürece, burjuva ülkelerde genellikle
devletleştirme denir.
SB’nde
ise böyle bir gelişme olmamıştır. Proletarya diktatörlüğü,
“bütün halkın
devleti” adı
altında revizyonist sınıfın; yani burjuva sınıfın
diktatörlüğüne dönüştürülmüştür.
İstisnai durumlar hariç (örneğin Türkiye’de
‘30’lu yıllar) klasik kapitalist dünyada özel sermaye
karşısında devlet kapitalizmi tali bir rol oynar. Ama SB’nde
tamamen farklı bir durum söz konusuydu: Bu ülkede devlet mülkiyeti
(devlet kapitalizmi), belirleyici bir rol oynamıştır.
Peki SB’nde özel sermaye, kişilerin mülkiyetinde
olan sermaye yok muydu? Vardı.
Bürokrasinin, yeni sınıfın tasarrufları önemli
miktarlara ulaşıyordu, oldukça yüksek maaş alan yeni burjuvazi,
masallardaki gibi yaşıyordu. Tasarruflarını depozitoya çeviriyor
ve tatlı faizler alıyordu. Parası para üretiyordu!
Şüphesiz sosyalizmde emekçilerin de tasarrufları
olabilir, ama her bir emekçinin faiz getirecek derecede tasarrufunun
olması mümkün değildir. Dolayısıyla burada söz konusu olan,
yeni burjuvazinin, paralarını faize yatırmalarından ve elde
ettikleri faizlerle kişisel zenginleşmelerinden başka bir şey
değildir.
1975 yılı itibariyle Sovyet burjuvazisinin ve bir
kısım işçi aristokrasisinin depozito olarak sahip oldukları
miktar, 60 milyar rubleydi. Bu miktar yılda 2 milyar rublelik bir
faiz getiriyordu.
Kırsal alanda; kolhozlarda başka bir özel mülkiyet
biçimi gelişmişti. Bu mülkiyetin kaynağı, kolhoz köylülerinin
kişisel mülkiyetinde olan çiftliklerdi. Kırsal alanda
kolektifleştirme sürecinde köylülerin birtakım ihtiyaçlarını
bizzat karşılayabilmeleri için onlara, kişisel tüketime hizmet
edecek büyüklükte çiftliklerin veya hayvanların verilmesi
doğaldır. Bu, Sovyetler Birliği’nde uygulanmıştır. Sovyet
modern revizyonistleri, kolhoz köylülerinin özel mülkiyetinde
olan çiftlikleri (bahçeleri) giderek çoğaltma ve genişletme
politikası izlemişlerdir.
Böylece
özel mülkiyet, özel çıkar için üretim, teşvik edilmiştir.
Sonuç ortada; köylüler kolhozlarda değil, özel mülkiyetlerinde
olan bahçelerde daha itinalı, daha verimli çalışmaya başlamışlar
ve kişisel ihtiyacın ötesinde üreterek, bu ürünleri
pazarlamışlardır. 1975
yılı itibariyle SB’nde sebzelerin yüzde 60’ı, meyvelerin de
yüzde 80’i bu çiftliklerde üretiliyorlardı.
Bunun adı meta üretimidir.
“Kısa
bir zaman önce revizyonist Sovyet basını şöyle yazıyordu:
“Kolhoz köylülerinin, işçilerin ve ücretlilerin kişisel
ekonomisi için (özel
üretim kastediliyor, çn)
sınırlandırmaların ortadan kaldırılması, üretimi arttırmış
ve bunun sonucu olarak tarımsal ürünlerin pazarda satışı da
artmıştır”. Basının kabul ettiğine göre kolhoz bahçelerin
alanı 10 yıl içinde ikiye katlanacak. 1976 yılında bu çiftlikler
12 milyon ton tahıl üretmişlerdi. Ulusal çapta bunların önemli
bir ağırlığı var. Somut olarak; patates üretiminin yüzde 64’ü;
et üretiminin yüzde 42’si, süt üretiminin yüzde 40’dan
fazlası, yumurta üretiminin yüzde 65’i, yün üretiminin yüzde
20’si bu çiftliklerde gerçekleştiriliyor. 1965’ten bu yana
Sovyet tarımında çalışan işgücünün üçte biri doğrudan
(bu) çiftlik ekonomisiyle ilgilidir. Ayrıca kolhoz üyeleri,
çalışma sürelerinin üçte birini bu çiftliklerde
değerlendiriyorlar. Yaklaşık hesaplamalara göre bu çiftliklerin
alanı, SB’nde, 7,5 milyon hektarlık bir alana tekabül ediyor”
(4).
Bundan daha “iyi” klasik kapitalizm, burjuva
mülkiyet ve meta üretimi olabilir mi?
Bu çiftlikler veya bahçeler, Sovyet kırında her gün,
kapitalist üreten, meta-para ilişkilerini derinleştiren ve
kapsamlaştıran bir kaynaktı.
SB’nde hakim üretim biçiminin veya mülkiyetin,
sınıfsal karakterinin tespitinde biçimsellik hiç önemli
değildir.
“Popülist
Akımın Ekonomik İçeriği”
yapıtında Lenin,
bir ekonominin
“tipi”
tanımlanmak isteniyorsa, tabii ki hukuki biçimler değil, mevcut
ilişkilerin temel ekonomik özellikleri alınmalıdır”
diyor” (5).
SB’nin, modern revizyonistler tarafından, mevcut
gerçekliği gizlemek için inatla sosyalist ülke olarak
tanımlanması, 20 sene içinde komünizme geçileceği
propagandasının yapılması, sosyalist mülkiyetten bahsedilmesi,
bütün bu hukuki biçimler, Sovyet ekonomisinin azami kar, sömürü
temelinde yükselen bir ekonomiye dönüştürüldüğü gerçeğini
gizleyemez. Sovyet bürokrasisi, o yeni sınıf, üstyapıdaki ve
altyapıdaki konumuna dayanarak, belli bir hiyerarşik yapı içinde
Sovyet işçisini sömürmüştür.
Revizyonist sınıfın (yeni burjuvazinin) el koyduğu
artı değer hangi biçimler alıyordu? Burada da ilginç olan bir
durum yok.
- Artı değerin büyük bir kısmını yeni sınıf, üretim araçlarının kolektif sahibi olarak sermayeye dönüştürüyordu.
- Artı değerin bir kısmı ücret olarak dağıtılıyordu.
- Artı değerin bir kısmı da mükafatlandırma olarak dağıtılıyordu. Bu kısma genel anlamda maddi teşvik fonu da diyebiliriz.
Tabii işçiler de ücret alıyorlardı, maddi teşvikten
yararlanıyorlardı. Piramidin en tepesindekileri; yani elit
revizyonist kesimi bir kenara bırakırsak, Sovyet yöneticilerinin
aldıkları ücret ve prim, bir işçinin ortalama olarak aldığından
15-20 misli fazlaydı.
İş gücünün sömürülme derecesi, artı değer
oranıyla hesaplanır. Yani artı değer ile değişken sermaye
arasındaki oran.
Sovyet
istatistikleri, rötuşlanmış istatistiklerdir. Yöneticilerin
gelirleri de değişken sermayenin bir parçası olarak
hesaplanmıştır. Ama buna rağmen işçilerin sömürülme
derecesini hesaplamak mümkündür. Örneğin 1975’de Sovyet işçi
sınıfının sömürülme derecesi 1960’a nazaran yüzde 25
oranında artmıştı. Bunun doğal sonucunu, kar oranlarının
artmasında görüyoruz. Sovyet sanayinde kar oranı, 1971’de yüzde
27,3’ten 1976’da yüzde 36’ya çıkmıştı. Sovyet basını,
1971-1975 arasında 500 milyar rublelik karın, 1966-1970
dönemindekinin 1,5 misli fazla bir karın, elde edildiğini itiraf
etmek zorunda kalmıştı (6).
Başka vesilelerle de belirttiğimiz gibi meta-para
ilişkileri, değer yasası, pazarın spontanlığı Sovyet
üretiminde, çokça sözü edilmiş olan “reel sosyalizm”de
düzenleyici (yönlendirici) faktördü. Sovyet revizyonistleri
1971’de yayınladıkları bir propaganda kitabında durumu şöyle
açıklıyorlardı:
“Sosyalizmde
meta üretimin zorunluluğu toplumsal iş bölümünden (ve)
sosyalist işletmelerin ekonomik operatif bağımsız oluşlarından
kaynaklanır”
(7).
Aynı sayfada devamla şöyle deniyor:
“Sosyalizmde
meta-para ilişkilerinin özellikleri, üretim araçlarının
toplumsal mülkiyetinde aranmalıdır ve her türlü sömürüden
muaftırlar; kapsamlı ilişkiler değildirler (ve) planlı
örgütlenmiş ilişkilerdir”.
Burada ya bir yanlışlık var, ya da Sovyet deneyimi
doğru değil!
Sosyalizmde,
en azından başlangıcında meta üretiminin neden zorunlu olduğunu
çeşitli verilerle açıklamıştık. Ama:
- Sosyalizmde meta üretiminin toplumsal iş bölümünden kaynaklandığının revizyonistler açıklıyorlar.
- Bunun ötesinde sosyalist işletmeler arasındaki rekabet kabul ediliyor.
- Sosyalist işletmeler arasındaki ilişkilerin meta üretimi, pazar ilişkileri temelinde ele alındığı kabul ediliyor.
Tabii ki bu, işletmelere, birbirleriyle rekabet edecek
koşullar vermenin doğrudan bir sonucudur.
Sosyalizmde meta-para ilişkilerinin özelliklerini
üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinde aramak, sosyalizmi
lafızda kullanmak, fiiliyatta ise kapitalizmden bahsetmek anlamına
gelir. Sanayide üretim araçlarında meta-para ilişkilerinin işi
ne?
Bir taraftan, meta-para ilişkilerinin özellikleri
üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinde aranıyor, diğer
taraftan da bu ilişkiler kapsamlı ilişkiler değildir deniyor.
Peki bu ilişkiler kapsamlı değilse neden üzerinde duruluyor (en
azından her parti kongresinde). Her halükarda, sosyalizmde meta
üretiminin, meta-para ilişkilerinin böyle açıklanması, başta
SB olmak üzere bütün revizyonist ülkelerde ekonomide meta
üretiminin değer yasasının, meta-para ilişkilerinin, pazar
anarşisinin (spontanlığının) hakim olduğunu başka türlü
ifade etmek anlamına gelmektedir.
Revizyonist işletmelerde verimlilik esastır.
Verimliliğin ölçüsü de ana fona oranla verimliliktir. Yani
sermayeye oranla verimlilik. Maddi teşvikin, primlerin kapsamı da
bu verimliliğe bağlıdır. Bu konuda Sovyet revizyonistleri şöyle
diyorlar:
“Yeni
prim sistemi, temel ilke olarak, primleri, gerçekleştirilmiş kara
göre tespit eder. Kar, prim fonunun hesaplanmasının temelini ve
finanse edilmesinin ana kaynağını oluşturur”
(8).
Amaç bu olduğu için sosyalizmde meta üretimi ve
meta-para ilişkileri yukarıdaki gibi değerlendiriliyor.
Sovyet ekonomisinin sınıfsal karakterini
karşılaştırmalar yaparak da açıklayabiliriz:
Marksist-leninist
teori, meta üretimi sosyalizm ve komünizmle bağdaşmaz diyor (9).
Bir
daha: Sosyalizmde meta üretimi zorunludur, çünkü mülkiyet
farklılığı söz konusudur. Mülkiyet farklılığı
kaldırılmadığı müddetçe de meta üretimi var olacaktır.
Sosyalist inşanın kapsamlaşması ve derinleşmesi, meta üretiminin
de ortadan kalkması anlamına gelecektir. Bu gelişmeyi göz önünde
tutan Stalin; “meta
üretimi, sosyalizmden komünizme geçiş perspektifiyle
bağdaşmaz”(10)
diyor. Stalin; her “iki
temel üretim sektörünün yerini alacak, genel geçerli üretim
sektörünün” henüz
oluşmadığını da belirtiyor(11).
Meta üretimiyle, kolhozlarla ve dolayısıyla
mülkiyetin karakteriyle bağlam içinde MTİ’nin nasıl ele
alındığına bakalım.
Stalin,
MTİ’nın geleceğiyle ilgili olarak Sanina ve Wensher görüşlerini
eleştirir (12).
O
tartışmalarda revizyonist görüşlerinde geri adım atan bu iki
ekonomist, kolhozların gelişmesinde, tarımda sosyalizmin
gelişmesinde MTI’nın oynamış olduğu rolü bilmiyor olamazlar.
Ama buna rağmen böyle bir öneride bulunmaları, tarımda sosyalist
inşaya doğrudan bir saldırıdır (13).
Bu
iki ekonomistin görüşleri, tarımı yıkıma götürmek, tarihin
tekerleğini geriye çevirmek; inşa edilmiş haliyle kırda
sosyalizmi ve kolektif ekonomiyi yıkmak anlamına gelmekteydi. Bu
önerinin kabul edilmesi, komünizme doğru gidişin önünün
alınması, meta üretimini giderek sınırlayan, yok eden, pazar
olgusunu ortadan kaldıran koşulların, embriyon halinde var olan
koşulların yok edilmesi anlamına gelmekteydi (14).
Kolektif mülkiyetin toplumsal mülkiyet seviyesine
çıkartılması, meta üretiminin ve dolaşımının ortadan
kaldırılması, yani kapitalizme özgü olanın yok edilmesi için
Stalin şu görüşlerini ileri sürer:
“Kolhoz
mülkiyetini ulusal mülkiyet düzeyine yükseltmek için sonuçta
yapılması gereken nedir ki?
Kolhoz, özel tür bir işletmedir. O, çoktan beri
kolhoza ait olmayan, ama ulusa ait olan toprağı işlemekte ve onun
üzerinde çalışmaktadır. Dolayısıyla kolhoz, işlediği
toprağın sahibi değildir…Kolhoz, kendi mülkiyetinde olmayıp
ulusal mülkiyette bulunan esas üretim araçları yardımı ile
çalışır. Dolayısıyla, kohloz, başlıca üretim araçlarına öz
malı olarak sahip değildir.
…
Kolhoz, bir
kooperatif işletmesindir, üyelerinin emeğini kullanır ve geliri,
üyeleri arasında, sağlanan işgünlerine göre paylaşılır;
kolhoz, ayrıca tohum yedeklerine sahiptir, bunlar her yıl yenilenir
ve üretimde kullanılırlar.
Şu
soru sorulabilir: kolhoz kendi malı olarak neye sahiptir, istediği
gibi, tamamen serbest kullanabileceği kolhoz malları nelerdir? Bu
mülkiyet, kolhozun üretimidir, kolhoz üretiminin meyvesidir:
buğday, et, yağ, sebze, pamuk, pancar, keten vb.; ayrıca, evlerine
bitişik toprak üzerindeki kolhozcuların kişisel işletmeleri ve
binaları. Durum budur ki, bu üretimin önemli bir kısmı pazara
arz edilmektedir ve bu şekilde meta dolaşımı ile tümleşir. İşte
bugün kolhoz mülkiyetinin ulusal mülkiyet düzeyine
yükseltilmesine engel olan bu durumdur. Demek ki, kolhoz mülkiyetini
ulusal mülkiyet düzeyine yükseltmek için çalışmayı bu yönde
geliştirmeliyiz”
(15).
Peki bu konuda revizyonist teori ne diyor? Bu anlayışı
ve ilişkileri yıkalım diyor.
V-SOVYET EKONOMİSİNDE META ÜRETİMİ, PARA-META
İLİŞKİLERİ
VE “SOSYALİST KAR” SORUNU
VE “SOSYALİST KAR” SORUNU
Revizyonist teoriye göre;
- kar, “sosyalist kar”, meta-para ilişkileri, meta üretimi, pazar vb. olmaksızın sosyalizm olmaz ve giderek komünizme geçiş de mümkün değildir.
Stalin’in ölümünden sonra, Kruşçev önderliğinden
modern revizyonistler, Wensher’in önerileri doğrultusunda MTİ’nı
kolhozlara devrettiler. Stalin’in, MTİ’nın kolhozlara mülk
olarak devredilmeleri durumunda tarımsal alanda olası gördüğü
bütün olumsuz gelişmeler gerçekleşti. Meta üretim alanı,
giderek sınırlandırılacağına, olağanüstü genişletildi.
Böylece meta-para ilişkileri derinleştirildi ve kapsamlaştırıldı.
Sovyet tarımındaki bu gelişme, tarihin tekerleğinin
geriye doğru çevrilmesi ve resmen pazar ilişkilerinin
geliştirilmesi anlamına gelmekteydi.
Pazar ve meta üretimi sorunlarında SB’ndeki
gelişmeler, sorunun teorik temellendirilmesi, Marksizm-leninizmle
revizyonizm arasındaki uzlaşmazlığı bütün çıplaklığıyla
gösteriyordu.
Bir daha:
- Marksist-leninist teoriye göre sosyalizm, pazarla, meta üretimi ve dolaşımıyla bağdaşmaz. Sosyalist inşanın derinleştirilmesi, kapitalizme özgü bu üretim ve ilişkilerin etki alanının giderek sınırlandırılması ve nihayetinde yok edilmesi anlamına gelir. Marksist-leninist teoriye göre kapitalizm, meta üretiminin ve dolayısıyla dolaşımının en yüksek biçimidir.
Buna karşın revizyonist teoriye göre –defalarca
aktardığımız anlayışların da gösterdiği gibi:
- Pazarsız, meta üretimi ve dolaşımı, meta-para ilişkileri olmaksızın sosyalizm de olmaz.
Revizyonist teori, meta üretimini, proletarya
diktatörlüğünün gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerde
devralmak zorunda kaldığı kapitalizmin bir mirası olarak
görmüyor, tam tersine meta üretimi ve dolaşımını, bir bütün
olarak pazarı; meta-para ilişkilerini sosyalizmin bir zorunluluğu
olarak görüyor. Bu nedenden dolayı revizyonist teori, meta
üretiminin ve dolaşımının, yani pazarın sosyalizmde
olgunlaşacağını, açılıp serpileceğini savunuyor.
- Revizyonist teori, meta üretimini en yüksek gelişme aşamasına çıkartmayı, sosyalist inşa olarak görmektedir, bunun ötesinde komünist aşamaya geçmenin temel koşulu olarak algılamaktadır.
Bırakalım şu veya bu revizyonist ekonomistin bu
konuda açıklamalarını, parti kongrelerinde Kruşçev, Brejnev ve
Kosigin’in tespitleri/anlayışları bunun böyle olduğunu yeteri
kadar göstermektedir.
‘50’li
yılların başında susmak zorunda kalan Wenşer, 1958’de şöyle
diyordu:
“Sosyalist
meta üretimi özel cinsten bir meta üretimidir; onun gelişmesi,
meta-para ilişkilerinin genişlemesi ve güçlenmesiyle ve doğal
ekonomik ilişkilerin tedricen sonlanmasıyla bağlam içindedir.
Toplumsal çeşitlilikten dolayı sosyalizmde emek, çifte
karakterini muhafaza eder ve çalışmayla yaratılan mallar,
kendilerinde cisimleşen soyut iş miktarına göre mübadele
edilirler. Bundan dolayı bütün ürünler meta biçimine
sahiptirler.
Sosyalist
üretim, toplam ulusal ekonomi çapında planlamış yüksek seviyede
meta üretimidir. Sosyalist mübadele değer yasası temelinde
gerçekleştirilir”
(16).
1967’de Doğu Almanya’da (Almanya Demokratik
Cumhuriyeti) yayınlanan Ekonomi Sözlüğünde sosyalizmde meta
üretimi şöyle açıklanıyor:
“Dolaysız
üretim,... ekonomik olarak bağımsız sosyalist (halka ait ve
kolektif) işletmelerde (üretilir). Bu işletmeler, ürünlerini
meta olarak üretirler ve sosyalist meta üreticileri olarak
birbirleriyle ekonomik ilişkilerini meta mübadelesi üzerinden
gerçekleştirirler... Sosyalizm, ... meta üretiminin alanını
genişletir... Sosyalist meta üretimi, meta üretiminin
genelleştirilmesidir ve yüksek aşamada açılıp
serpilmesidir”(17).
“Sosyalizmde
ürünler ve hizmetler, keza meta olarak üretilirler ve keza para
karşılığında satılırlar”
(18).
“Sosyalizmde
pazar,... devlet ve kooperasyan işletmeleri tarafından üretilmiş
ürünlerin, üretim araçları ve tüketim araçlarının satılması
için bir alandır” (19).
„Pazar
mekanizması, nihai çare için büyük bir ölçü olmalıdır“
(20).
“Sosyalist
bir pazarın mekanizmaları kullanılmaksızın,... tam maliyet
hesaplaması temelinde işletmelerin çalışma tarzı olası
değildir” (21).
“İşletme,
sipariş almak için rekabet edecektir...”
(22).
“Pazar
talebi,... ulusal ekonomide büyüklük ilişkilerini belirleyen ana
faktördür...
Sosyalizmde
meta üretimi var olduğundan dolayı,... talep ve arzın nesnel
yasası etkide bulunur...”
(23).
“Pazar
mekanizmasının,... sosyalist üretimde düzenleyici bir rol
oynadığını kabul etmek zorundayız”
(24).
“Bugün,
pazarlama sorununun ve pazar dalgalanmaları sorununun planlı
sosyalist ekonomi de bile var olduğu genel olarak kabul edilir”
(25).
„1965 ekonomik reformları, sosyalist
ekonominin birincil temel kurallarından birisini ifade ediyor;
toplumun yararına olan, her işletmenin de yararına olmalıdır“
(26).
„Toplum için iyi olan, işletmenin maddi
teşviki ve personeline arzı için ekonomik olarak karlı olmalıdır.
Bu formül, sosyalist sistemin ekonomik birliğinin esasını
oluşturur“ (27).
“Bütün
toplumun faydalandığından her bir üretim kolektifi de
yararlanacaktır” (28).
Sınıf farklılığının,
ezen ve ezilenlerin, zengin ve fakirlerin olduğunun kabulünü de şu
sözlerden anlıyoruz.
“Çeşitli
halk tabakaları arasında gelirin eşit olmayan dağıtımından
yüksek gelir gruplarının az önemli gereksinimlerini karşılayacak
durumdayken alt gelir gruplarının temel ihtiyaçlarını tamamen
karşılayamadıkları sonucu çıkıyor”
(29).
Üretimin yegane ölçeği kar oluyor:
“İşletmeleri
için daha yüksek kar çabasıyla 1970-1971 yıllarında Tacik
Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti Et ve Süt Sanayi Bakanlığı ucuz
malların üretimini – Halk arasında talebin değişmeden var
olduğu mallar – düşürdü ve pahalı ürünlerin hiç bir şeyle
haklı çıkartılamayacak üretimini arttırdı. Bu bakanlığın
işletmeleri, sonuç itibariyle, planı aşarak milyonlarca rublelik
kar elde etti”
(30).
Meta üretimi, pazar araştırması, reklam,
kapitalizm ve Sovyet ekonomisi:
“Pazarın
genişlemesi ve daha çok kar yarışında işletmeler arasındaki
artan rekabet,... kapitalist ülkelerde karşılaşıldığı gibi
pazar araştırması, ticari yetenek ve reklam gibi görüntüleri
ortaya çıkardı...
Planlamanın
ve ekonomik teşvikin yeni sisteminde... iyi plase edilmiş
(sıralanmış,
yerleştirilmiş, çn) reklam
da işletmelerin başarısını teşvik ediyor....
Bildiğiniz
gibi afişler, ticari levhalar ve vitrinler bir şehri ve caddeleri
çekici yaparlar”
(31).
B. Suharevski, daha da ileri gider:
“Sanayi
işletmelerinin çoğunluğu, ürünlerini devlete değil, bilakis
başka sanayi işletmelerine ve ticaret örgütlerine satıyorlar.
Bu, sanayide iç pazarın ana kısmını temsil etmektedir”
(32).
Metanın sosyalisti mi olurmuş diyenler, fena halde
yanılmış oluyorlar. Metanın sosyalistinin de olduğunu yukarıda,
temel bir sözlükten aktardığımız anlayışta ve diğer
alıntılarda görüyoruz.
Başka
bir ekonomi sözlüğünde de “sosyalist
meta üretimi; “sosyalist”
meta ve “sosyalist
meta üreticisi” şöyle
tanımlanıyor.
“Sosyalist
meta üretimi, sosyalizme özgü olan meta üretiminin tarihsel
tipidir ve mübadele ilişkilerinin meta-para biçimini ve ekonomik
ilişkilerin para biçimini içerir”.
“Maddi
üretim ve ... hizmetlerde işletme, sosyalizmde var olan meta
üretimi ve meta-para ilişkileri nedeniyle, ürünlerini ve
hizmetlerini meta olarak üretir ve satar. Sosyalist meta üreticisi,
bütünlüklü sosyalist ulusal ekonominin sabit bir bileşenidir”
(33).
“Sosyalizmin
Politik Ekonomisi” kitabında şöyle deniyor:
“Meta
üretiminin nedeni özel mülkiyettir... Özel mülkiyetin olmadığı
durumda toplumsal iş bölümü meta üretimine neden olmaz.
Kapitalizmden
farklı olarak sosyalist toplumda özel mülkiyet yoktur... Ama meta
üretimi, sosyalizmde de var olmaya devam eder”
(34).
Dört sayfa sonra da (s.134) şöyle deniyor:
“Meta
üretiminin zorunluluğu, sosyalizmde işin doğrudan toplumsallaşmış
olması gerçeğiyle bağdaşır”.
Yani:
- Meta üretiminin nedeni özel mülkiyet, özel mülkiyet olmazsa, meta üretimi de olmaz.
- Sosyalist toplumda özel mülkiyet yoktur. Ama meta üretimi vardır!
Anlayana aşk olsun!
“Meta,
‘para’, ‘fiyat’, ‘kar’ ve sosyalist ekonominin başka
kategorileri, sosyalist üretim ilişkilerinin içkinidirler
(ayrılmazlarıdır,
çn) sosyalizm
koşullarında meta-para ilişkileri yasasından ve değer yasasından
bahsediyoruz; bunların toplumsal içeriği ve toplumsal rolü
vardır; bu rol kapitalizm koşullarındakinden tamamen farklıdır.
Bahsettiğimiz, daha önce tarihte benzeri olmayan bir değer yasası
ve meta para ilişkileridir”
(35).
“Sosyalizmin
Politik Ekonomisi” kitabında ise şöyle yazılıyor:
“Değer
yasası, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan ekonomide
spontan bir düzenleyicidir. Ama sosyalizmde üretimin ana
düzenleyicisi olamaz... (Ama!!)
Sosyalizmde değer yasası, üretimi düzenleyen planlı ekonomi
mekanizmasının zorunlu bir unsurudur”
(36).
Liberman’a
göre: “SB’nde
karın önemi, değer yasasının belli bir hiçe sayılmasından
dolayı küçümsendi. Bazı Sovyet ekonomistleri, yanlış bir
biçimde, yasayı kapitalizmin hoş olamayan bir mirası olarak
gördüler ve mümkün olduğunca hızlı bir şekilde ondan
kurtulmalıyız düşüncesindeydiler.
Değer
yasası, kapitalizmin bir yasası değildir, bilakis sosyalizmde
planlı meta üretimi de dahil her türlü meta üretiminin
yasasıdır”.
Bu
çok bilinen, konuya ilişkin bütün revizyonist yayınlarda işlenen
anlayışla söylenmek istenen şu: değer yasası, kapitalizmdeki
başkalaştırılmasından kurtarıldığında esas anlamına
kavuşur. Esas anlamına kavuşturulmuş değer yasası, “sosyalist
değer yasası”dır.
Böylece “sosyalist
değer yasası”, “gerçek değeri”
ortaya çıkartıyor!!
Kapitalizmi yeniden inşa eden ve ebedileştirmek
isteyen bu baylar, kapitalizmin temel yasalarıyla, özellikleriyle
kapitalizmi ortadan kaldırmaya çalışıyorlar! Veya da Engels’in
tanımlamasıyla ifade edersek:
“Sonuç
olarak, ‘gerçek değeri’ baş köşeye oturtarak kapitalist
üretim biçimini ortadan kaldırmak istemek, “gerçek” papayı
başa geçirerek Katolikliği ortadan kaldırmak, ya da üreticilerin
sonunda bir gün, üreticinin kendi ürününe köleleşmesinin en
geniş bir dışa vurumu olan bir ekonomik kategorinin tutarlı bir
kullanılması aracıyla, ürünlerin egemenlik altına aldıkları
bir toplumun kurulmasını istemektir”
(37).
Revizyonist sistem tam da böyle bir sistemdir.
Emekçilerin, ürünleri tarafından egemenlik altına alındıkları
bir toplum!
Ve
nihayetinde “değer
yasası.... planlı ekonomi üzerinde bilinçli kullanımından
dolayı gereksiz olacaktır”
(Pravda).
Konuya ilişkin bütün revizyonist yayınlarda bu
anlayışa rastlanır.
Cevabı Engels’ten alalım:
“...
Değer yasası, meta üretiminin ta kendisinin, öyleyse bu üretimin
en yüksek biçiminin, kapitalist üretimin de temel yasasıdır. Bu
yasa, kendini, bugünkü toplumda, ekonomik yasaların kendilerini
bir özel üreticiler toplumunda kabul ettirebilecekleri tek biçimde
kabul ettirir... Bay Dühring, bu yasayı kendi ekonomik komününün
temel yasası durumuna yükseltmek ve ondan bu yasayı tam bir
bilinçle uygulamasını isteyerek, var olan toplumun temel yasasını,
kendi düşsel toplumunun temel yasası durumuna getirir. Var olan
toplumu, ama düzgüsüzlükleri olmaksızın, ister. Böylelikle,
Proudhon ile aynı olan üzerinde devinir. Onun gibi, meta üretiminin
kapitalist üretim durumuna evriminden çıkan düzgüsüzlükleri,
onların karşısında meta üretiminin, işleyişi tam da bu
düzgüsüzlükleri meydana getirmiş bulunan temel yasasını
yücelterek ortadan kaldırmak ister. Proudhon gibi, değer yasasının
gerçek sonuçlarını, düşsel sonuçları yardımıyla ortadan
kaldırmak ister”
(38).
Konuya ilişkin Marksist görüşle revizyonist görüş
arasındaki farkı, herhalde revizyonistler ve SB’nde kapitalizmin
yeniden inşa edildiğine, revizyonizmin aynı zamanda kapitalizm
olduğuna inanmayanlar bile görebilecek durumdadırlar.
Neyle karşı karşıya olduğumuzu revizyonist
teorisyen Perwuschkin’den öğreniyoruz.
Esas olan:
- “Değer yasasının mevcut olup olmadığını açıklamak, -çünkü uzun zamandan beri tecrübe, ikna edici bir şekilde göstermiştir ki, değer yasası ve değer kategorileri tabii ki mevcutturlar- değildir. Bilakis (esas olan), sosyalizmin çeşitli inşa aşamalarında görülen değer yasasının özgün biçimlerinin incelenmesidir...
- Biliyoruz ki, ülkemizin komünizmin kapsamlı inşası periyoduna geçişi, değer kategorilerinin etki alanının ülke içinde ve ülkeler arasındaki ilişkilerde sınırlandırılmasından ziyade genişletilmesiyle karakterize olmaktadır” ( abç.) (39).
Ne diyelim; demek ki komünizme geçiş, sosyalizmin
tam inşası, değer yasasının ve değer kategorilerinin etki
alanının genişletilmesiyle mümkün oluyormuş!
Bu revizyonist teoriysen, Pervuşkin ve benzerleri
olmasalardı, ne sosyalizmle kapitalizm arasındaki farkı, ne de
revizyonizmin sosyalizm olmadığını, aksine kapitalizm olduğunu
öğrenebilecektik!
Pervuşkin’e,
normal ölümlünün anlayacağı açıklıktaki öğretisinden
dolayı teşekkür ederek, burada ve bu vesileyle de karşılaştırma
yapılsın diye dip not hatırlatmaları yapalım
(40).
II.
Dünya Savaşı sonrasında ekonomide reform talep edenler
çoğalmıştı. Stalin’in sağ olduğu dönemde bu unsurlara karşı
mücadele edildi. O’nun ölümsüz eseri “SSCB’nde Sosyalizmin
Ekonomik Sorunları”, bu teorik mücadelenin doğrudan bir
sonucudur.
Reform
talep edenlerin başında N. Wosnesenski gelir. 1947’de yayınlanan
kitabında (“Büyük
Anavatan Savaşı Döneminde SSCB’nin Savaş Ekonomisi”)
değer yasasının,
SB ekonomisinde –üretimde- düzenleyici (regülatör) olduğunu
savunmuştu
(41).
Stalin ile devam edelim:
Sosyalizmde değer yasası:
“Değer
yasasının bizde, sosyalist düzenimizde var olup olmadığı ve
etkide bulunup bulunmadığı bazen soruluyor.
Evet,
vardır ve etkilidir. Nerede meta ve meta üretimi bulunuyorsa, orada
değer yasası zorunlu olarak vardır...”
(42).
Devamla;
“Bugün
ki ekonomik düzenimizde, yani komünist toplumun gelişmesinin ilk
aşamasında, değer yasasının üretimin değişik dalları
arasında emeğin dağılımının “oranlarını” sözüm ona
düzenlediğini ileri sürmek, aynı şekilde kesin olarak yanlıştır.
Eğer bu doğru olsaydı, neden, çok kez daha az
verimli olan ve bazen hiç de verimli bulunmayan ağır sanayi
yerine, daha verimli olan hafif sanayimizi sonuna kadar öncelikle
geliştirmeyelim?...
Kuşkusuz ki, bu görüşte olan yoldaşlara ayak
uydurarak, üretim araçları üretimine verdiğimiz öncelikten
vazgeçip, tüketim araçları üretimine hız vermemiz gerekirdi.
Yani üretim araçları üretiminin önceliğinden vazgeçmek ne
anlama gelir? Bunun sonucu, ulusal ekonomimizin sürekli gelişmesini
olanaksız kılmaktır, çünkü üretim araçlarının üretiminin
önceliği sağlanmadan, aynı zamanda, ulusal ekonominin sürekli
gelişmesi sağlanamaz.
Bu yoldaşlar unutuyorlar ki, ancak üretim
araçlarının özel mülkiyetinin, rekabetin, üretim anarşisinin,
aşırı üretim bunalımlarının var oldukları kapitalist düzende
değer yasası üretimin düzenleyicisi olabilir. Unutuyorlar ki,
bizde, değer yasasının etki alanı, üretim araçlarının
toplumsal mülkiyeti, ulusal ekonominin uyumlu gelişmesi yasasının
etkisi ve uyumlu gelişme yasasının yaklaşık gerekliliklerinin
yansıması olan yıllık ve beş yıllık planlarımız tarafından
da sınırlanmış bulunmaktadır.
Eğer bu doğru olsaydı, neden, işçilerin emeğinin
“istenilen etkiyi” yaratmadığı, şimdilik verimsiz olan ağır
sanayi işletmelerimiz kapatılarak, işçi emeğinin “en büyük
etkiyi” yaratabileceği, verimli, yeni hafif sanayi işletmeleri
açılmıyor?
Eğer
bu doğru olsaydı, neden, bizde ulusal ekonomi için çok gerekli
olmakla birlikte, az verimli olan işletmelerin işçileri, sözüm
ona üretim dalları arasında emeğin dağılımının “oranlarını”
düzenleyen değer yasası uyarınca daha verimli işletmelere doğru
aktarılmıyorlar?”
(43).
Stalin’in eleştirdiği konularla, modern
revizyonistlerin, ekonomik reform adı altında uygulamaya koydukları
arasında şaşırtıcı bir benzerlik var. Aslında bu sosyalist
inşayı derinleştirmek, kapsamlaştırmak ve toplumu ilerletmek
isteyenlerle, bunun için mücadele edenlerle, ülkede kapitalizmi,
sosyalist inşa adı altında yeniden kurmak isteyenler arasında bir
mücadeleydi. Yani Bolşeviklerle, Marksist-Leninistlerle
revizyonistler arasında bir mücadeleydi.
Bu mücadele, XX. Parti Kongresinden sonra uygulanmaya
konan reformların düşüncede hiç de yeni olmadıklarını,
denemesinin Wosnesenski tarafından yapıldığını, yenilgiden
sonra revizyonistlerin sustuklarını, değişmediklerini,
kendilerini sakladıklarını ve ilk fırsatta da ortaya çıktıklarını
göstermektedir.
Revizyonistler, siyasi iktidarı gasp etmeden amaçlarına
ulaşamayacaklarını anlamışlardı. XX. Kongrede bu amaçlarına
ulaştılar ve 1947-‘49’da uygulayamadıklarını, 1956’dan
sonra uygulamaya başladılar.
Sosyalizmde kar, değer yasası, üretiminin
düzenleyicisi (regülatörü) olur mu?
Demek ki oluyormuş!
VI- DEĞER YASASI: ÜRETİMİN DÜZENLEYİCİSİ
OLARAK DEĞER
YASASI VE KAR-“SOSYALİST KAR”
YASASI VE KAR-“SOSYALİST KAR”
”Kar,
doğrudan fiyat ile üretim değeri arasındaki farktan oluşur”
(44).
"Karın
ve verimliliğin önemini yükseltmeliyiz”
(45).
“Şimdi,
sosyalizmin ekonomik araçlarından birisi olan karı
değerlendirelim. Karın sosyalist ekonomideki rolünün hatırı
sayılır düzeyde artırılması fiyat (maliyet,
çn.) muhasebesi için bir
gerekliliktir” (46).
“Masraf
hesaplamasının özü, her işletmenin kendi giderlerini kendi
gelirleriyle karşılaması ve bunun ötesinde kâr yapmasıdır.
Masraf hesaplaması sistemi, her işletmeyi daha büyük kâr yapmaya
ilgi duyar hale getirmektedir.”(47).
“Masraf
hesaplaması sosyalist işletmelerde uygulanan, işletme
faaliyetlerinin girdilerinin ve sonuçlarının para cinsinden
hesaplandığı, işletmelerin kendi giderlerini kendi gelirleriyle
karşılamalarını ve kâr
elde etmelerini garantileyen bir yönetim yöntemidir”
(48).
“Masraf
hesaplaması, iktisat yönetiminin anahtar bir yöntemidir. Bu
yöntem, üretimin sonuçlarından gelen girdilerin karşısında
masrafların parasal değer olarak hesaplanmasına dayanır ve
böylece üretimin verimliliği teminat altına alınır” (49).
“İşletme
faaliyetlerinin en yüksek derecesini karakterize eden kriter…kardır”
(50).
“Kar,
işletmenin tüm çalışmaları için en genel kriter işlevi
görmektedir” (51)
“Kar,
faaliyetin tüm yönlerini genelleştirmektedir”
(52).
“Kâr,
sosyalist işletmelerin masraf hesaplaması temelinde faaliyetinin
önemli boyutlarını nispeten daha tam ve derin bir biçimde
yansıtmaktadır… Kâr, belli bir işletmenini üretim
verimliliğinin göstergesi olarak hizmet eder”
(53).
“Sosyalizmde
kar,…her sosyalist işletmenin ekonomik aktivitesinin
verimliliğini…ifade etmektedir”
(54).
“‘İnsan
ilişkileri’ teorisi ve pratiği alanındaki uzmanların, kârın
kapitalist üretimin ana hedefi ve motive gücü olduğu gerçekliğini
gizleme çabaları…
Onların
yazılarında, ‘kâr’ kavramından ya hiç bahsedilmemiştir ya
da ‘bir işletmenin verimliliği ve etkin organizasyonu için test
ölçüsü’ olarak görülmüştür”
(55).
“Eğer bir
işletmenin verimliliğinin bir bütün olarak saptanması
gerekiyorsa, kârın, devletin ilgili işletmeye sunduğu toplumsal
üretken sermayenin değerine oranlanması tavsiye edilmelidir.
Kâr,
üretken sermayeye oranlanırsa, gerçekte, görece iş verimliliği
değeri elde edilir… Çok doğaldır ki bu artışın (kârın)
sabit sermaye ve dolaşan sermayenin toplam değerine oranlanması
gerekir, çünkü bunlar, üretimde kullanılan bütün kaynakları
ifade ederler” (56).
“Bir
işletmenin faaliyetinin en genelleştirilmiş endeksi, kârın
üretken sermayeye oranı olarak hesap edilen kârlılık endeksidir”
(57).
“Bu
endeks (verimlilik endeksi-WBB), kapitalist ülkelerde geniş ölçüde
kullanılmaktadır. Bu endekste söz konusu olan, kârın yatırılmış
sermayeye oranından başka bir şey değildir”
(58).
“Stalin
nezdinde kişiye tapıcılık döneminde karakteristik olan, kârın
açıktan küçümsenmesi ve bazen, öneminin görmezlikten gelinmesi
ve kârın, sadece biçimsel bir kategori olarak görülmesiydi”
(59).
“Şu
an, bir işletmenin faaliyetini değerlendirirken kârın temel
gösterge olarak alınıp alınmayacağı meselesinde karşılaştığımız
sorun, büyük oranda Stalin döneminde ekonomik inşanın değişmeyen
yasasının yetersiz dikkate alınmasına bağlanabilir. Bu değişmez
yasa, hangi sistemde yürürlükte olursa olsun, evrenseldir. Bir
ekonomi, üretime sarf edilenden daha fazla üretmelidir; işte,
geçmişte dikkat edilmese de, bugün Sovyetler Birliği’nde kârın
kabul edilmesinin teorik
olarak sağlayan bu ilkedir”
(60).
“V.
I. Lenin, her işletmenin kâr yapma temelinde çalışması
gerektiğine, örneğin bir işletmenin kendi giderlerini tamamıyla
kendi gelirleriyle karşılamasına ve kâr yapmasına işaret
etmiştir” (61).
“Basınımızda,
herkesçe görülen
çelişkilerden çıkış
yolu olarak, otomatik ‘self-regulator’(öz-düzenleyici
-çn.) biçimi önerildi…Karlılığın,
böyle bir ‘self-regulator’ rolünü oynayabileceği iddia
ediliyor…Karlılık üzerine tartışmalarında bazı ekonomistler,
karlılığın toplumsal üretimin düzenleyicisi olmasına karşı
yükselttikleri itirazlarını, kârın kapitalist bir kategori
olması iddiası temeline oturtuyorlar. Bu itiraz, tabii ki
tutarsızdır” (62).
“Üretim,
karlardaki değişime tabii kılınacaktır”
(63).
“Sosyalist
üretimin amaçlarına ulaşmak için kârın kullanımı, ekonominin
planlı yönlendirilmesinde bunun benimsenmesi ve emeğe göre
sosyalist dağıtıma hizmeti, kaçınılmaz olarak, özel bir
mekanizmanın geliştirilmesini koşullamaktadır”
(64).
“Ekonomik
kaldıraçların bütün sistemi, işletmelerin ulusal ekonomi
planını yerine getirilmelerini avantajlı kılacak şeklinde
düzenlenmelidir” (65).
“Ekonomik
faaliyetler üzerinde etkili olabilmek için, işletme faaliyetini en
yüksek derecede karakterize eden ve hem ulusal ekonominin ve hem de
işletmelerin personelinin çıkarlarını karşılayan bir kriterin
seçilmesi esastır… Kâr, böylesi bir ölçüyü oluşturur”
(66).
“Bir işletmeye,
iktisat planının yerine getirilmesi için
kendi çıkarları
doğrultusunda en iyi rotayı seçmesini sağlayan …iktisadi
koşulların sunulması mümkündür.
Masraf
hesaplaması koşullarında, ekonomik kaldıraçların toplamı, uzun
vadede işletmeleri…kâr üzerinden yönlendirmektedir”
(67).
Demek oluyor ki;
Artı değerin(ürünün)
bir biçimi olan kar, üretim sürecinde değil, pazarlama, satış
veya dolaşım sürecinde gerçekleştiriliyor! Demek ki karın
kaynağı ticaret!
Revizyonistlere göre:
- İşletmeler, ürünlerini pazarda oluşan fiyata göre satmalılar. Yani aynen kapitalist bir ülkede olduğu gibi hareket etmeliler.
- Bu durumda pazar, yönlendirici olmaktadır. Adı ne konursa konsun, üretim ve pazarlanması, pazar hareketine; dinamiklerine bağlıdır.
- Sovyet pazarı veya sosyalist “pazar”, sadece kişilerin alış veriş yaptıkları bir yer değildir. Orada işletmeler, rekabet ediyorlar, rekabetçi olarak karşı karşıya geliyorlar.
- Böylece kapitalist ülkelerde pazarın bütün dinamikleri sosyalist „pazar“da da etkili olmaktalar.
- Bu durumda üretimin itici gücü kar olmaktadır ve böylece kar, düzenleyici faktör özelliği kazanmaktadır.
- Hal böyle olunca toplumsal çıkarlar değil, pazarın, kişilerin çıkarları önplana çıkmaktadır.
Arz ve talep esas
alınmaktadır.
- Üretimin pazara göre planlanması, pazar araştırmasını kaçınılmaz yapmaktadır.
Devam edelim:
“Bizim karın,
kapitalist kar ile ortak yanı yoktur”
(68).
“Sosyalizmde
kar, sosyo-ekonomik içerik ve rolü bakımından kapitalizmdeki
kardan temelden farklıdır” (69).
“İlkel insan,
ne üretiyorsa onu yiyordu ve kullanıyordu. Medeniyet ve
teknolojinin ilerlemesi ölçüsünde iş, sadece, çalışan
insanların geçim araçlarını değil, bilakis daha fazlasını
meydana getirecek durumdaydı. Bu daha fazla, artı üründü”
(70).
“Kar,
artı ürünün para biçimidir, yani emekçilerin kişisel
ihtiyaçlarının ötesinde ürettikleri ürün”(71).
“Artı
çalışmanın ürününün değeri... ifadesini karda bulur”
(72).
“Sosyalizmde
kar, artı ürünün bir biçimidir”
(73).
“Kapitalizmde
artı ürün, artı değer olarak gözükür”
(74).
“Sosyalizmde
artı ürünün değeri sosyo-ekonomik karakteri içinde artı değer
değildir, çünkü o, sömürü ilişkilerini ifade etmez”
(75).
“Sosyalizmde
kar, insanların çıkarına dağıtılır” (76).
“Kapitalizmde
kötü olan, kar için çaba değildir, bilakis karın paylaşımıdır”
(77).
“Bizim
ülkemizde bütün kar,... toplumun refahı için kullanılır”
(78).
“Kapitalist
kar,...kapitalist sömürünün bir biçimidir..
Buna
karşın sosyalizmde kar, çalışan nüfusa aittir”
(79).
Bu durumda;
- Sovyet revizyonistleri, Sovyet ekonomisinde karın, üretimin motifi ve düzenleyicisi olduğu gerçeğini gizlemek için kar kavramını “sosyalist kar” kavramına dönüştürmüşlerdir.
- Sovyet revizyonistleri, bu karın; “sosyalist kar”ın kapitalist ülkelerde söz konusu olan kardan nitel olarak farklı olduğunu iddia etmişlerdir. Ama Marks böyle düşünmüyor.
Revizyonistler, karı kar olmaktan çıkartınca, kara
başka anlam yükleyince, ister istemez nasıl bir toplumla karşı
karşıya olduğumuzu kendimize sormak zorunda kalıyoruz. Çünkü
onların anlattığı biçimde bir sosyalizm olamaz. Olsa olsa bu,
kapitalizmdir veya başka bir üretim biçimidir; doğrudan
üreticinin, yani Sovyet üreticisinin kendi çalışmasından
(emeğinden) kopartıldığı bir toplum biçimi. Bu, köleci ve
feodal üretim biçimi olamayacağına göre olsa olsa, kapitalist
üretim biçimi olabilir. Bu konuda Marks şöyle der:
“Toplumun çeşitli
ekonomik biçimleri arasındaki temel ayrım, örneğin, köle
çalışmasına dayanan toplum ile ücretli işe dayanan toplum
arasındaki ayrım, bu artı işin fiili üreticisinden, işçiden
sızdırılması biçimine dayanır”
(80).
Revizyonist
teorisyenlerin anlatımına göre kapitalizm ve sosyalizm arasında
niteliksel fark vardır. Ama aslında hiçbir farkın olmaması
gerekir, çünkü yukarıda kar üzerine söylenenler, kapitalizm ile
revizyonistlerin “sosyalizmi” arasında niteliksel bir farkın
olmadığını göstermektedir.
SB’nin
sosyalist olduğu dönemde üretim araçları, işçi sınıfının
kontrolündeydi, bütün halkın mülkiyetindeydi ve bundan dolayı
artı değer üretimi söz konusu değildi. Sosyalizmde esas olan,
toplam toplumsal üretimdi. Bu üretimin bir kısmına, üretim
araçlarının mülkiyetine sahip olan herhangi bir toplumsal kesimin
özel el koyması söz konusu değildi. Bu anlamda sosyalist üretimde
artı değer, kar vb. kavramların yeri yoktu.
Revizyonistler
bunun böyle olduğunu bilmiyorlar mı? Pekala biliyorlar. Ama onlar
aynı zamanda, anlattıkları sistemin sosyalizm olmadığını da
çok iyi biliyorlar. Bu unsurlar açısından önemli olan, uygulanan
kapitalizmi, sosyalizm olarak gösterebilmek için, sosyalist politik
ekonomiye kapitalist politik ekonominin yasa ve kavramlarını katmak
ve böylece kapitalizmi „sosyalistleştirmek“tir. Onlar tam da
bunu yaptılar.
Revizyonistler,
sosyalizmde toplam toplumsal ürünün nasıl paylaşıldığını
veya nasıl paylaşılması gerektiğini bilmiyorlar mı? Elbette
biliyorlar. En azından belli bir tecrübeleri var. Ama onlar, aynen
bir kapitalist gibi düşündükleri için üretim ve paylaşımda
karı hep kıstas alıyorlar. Ama Marks öyle düşünmüyor
(81).
Toplam
toplumsal ürünün paylaşımında kar veya “sosyalist kar” adı
altında herhangi bir fon yok. Revizyonistler, sosyalizme aykırı
bir gerçekliği, kapitalizme özgü bir gerçekliği, sosyalizme
özgü yapmaya çalışmışlardır.
Karın işletmelerde alıkonulması:
“İşletmenin
tasarrufuna bırakılan ve işletmeler tarafından üretimin
arttırılması ve geliştirilmesi, sermayelerinin yükseltilmesi,
dolaşımda olan sermayelerinin takviye edilmesi ve personellerinin
ikramiyesi ve sosyal ve kültürel ihtiyaçları için kullanılan
kârın toplam payının oldukça arttırılması gereklidir” (82).
“Karın,
kolektif ve bireysel teşvik amacıyla işletme yöneticisinin
tasarrufunda kalan bu bölümü arttırılmalıdır”(83).
“Karların
çoğunu işletmelere bırakmak gereklidir” (84).
1966-1969
arasında işletmelerin elde ettiklerin karın işletmelerde kalan
kısmı da şöyleydi: 1966= %26, 1967= %29, 1968= %33 ve 1969= %40
(85).
VII- PRİM-FON SORUNU VE “SOSYALİST KAR”IN
PAYLAŞIMI
“Şimdi
Sovyet işletmelerinde maddi teşvik fonunun üç tipi vardır:
Alınan sonuçlara ilişkin olarak personele
verilen primler için bir
maddi teşvik fonu,
işletmenin faaliyetlerinin
toplam sonuçları için yıllık prim fonu ve ihtiyaç durumunda,
destekleme paralarından oluşan
ve hazır tutulan fon” (86).
“Personelin
maddi teşviki için her işletmede, o işletmenin elde ettiği
karlardan oluşan bir fon kurulmuştur”
(87).
“Karlar
ne kadar büyük olursa, prim fonları da o kadar büyük olur”
(88).
“Kârlılık
ne kadar yüksek olursa... primler de (mükafatlar
da -çn.) o kadar yüksek olacaktır...
Maddi teşviklerin bütün tipleri için bütünlüklü bir fonun
kurulması ve bu fonun kâra bağımlı kılınması (üretken
sermayeye oransal pay olarak) önerilmiştir”
(89).
“Kârın,
maddi teşvik için kaynak olması ve primlerin ödenmesi için
gösterge olması pratiğinin adım adım genişletilmesi tavsiye
edilir”
(90).
“Ekonomik
teşvikler, primler biçiminde zaten mevcutturlar. Bundan dolayı
primler ve başka teşvikler, sadece,
elde edilen kâra bağımlı kılınmalıdır”
(91).
“Kârların
arttırılmasında ve üretimin verimliliğinde bir işletmenin elde
ettiği başarılar, işletmenin personelinin kazancı üzerinde
doğrudan bir etkide bulunmaz. Öncelikle, …nispeten yüksek
kârlara ve üretimin daha yüksek verimliliğine bağlı olarak
işçilerin ve ücretlilerin ücretlerini arttırmak doğrultusunda
işletmenin olanaklarının ‘dikkate alındığı’ bir sistemi…
uygulamak için, mevcut sistemi değiştirmek gereklidir”
(92).
“Her
işletme, bütünlüklü bir genel prim fonu oluşturmalıdır…
İşletme, yönetici, personeline bu fondan her ay primler
ödemelidir” (93).
„Kar
planlarının yerine getirilmesi için…işletme önde gelenlerinin
rol ve sorumluluğunu arttırmalıyız“
(94).
„Kar
planlarının yerine getirilmesi,… belli kategorilerde yönetici
personelin primlerinin onaylanması için kriterlerden birisi
olmalıdır“ (95).
“İşletmelerde
yönetim çalışanlarına primlerin verilmesi için temel ölçüler,
satış planlarının yerine getirilmesi ve verimliliğin
arttırılmasıdır…” (96).
“İşletme
müdürleri, asistanları, şef mühendisler, planlama bölümü
yöneticileri, ana muhasebeciler ve teknik kontrol bölümü
yöneticileri için primler, daha yüksek makamın idare heyeti
tarafından ve bütün diğer çalışanlara verilen primler de
işletmenin müdürü tarafından onaylanır”
(97).
“Bir
işletmenin birleşik
prim fonu, …bütün işçiler
için maddi teşviklerin bütün biçimlerini (ustabaşının fonu
üzerinden) karşılayabilecek kadar büyük olmalıdır”
(98).
“Maddi
teşvik fonunun bir kısmı, …mali
zorluk içinde olan işçilere yardım etmek için belirlenmiştir”
(99).
“Maddi
teşvik fonunun bir kısmı, işletmenin yıllık sonuçları iyi ise
‘onüçüncü’ ay
ücretini ödemek için alı konur”
(100).
“Primlerin
yanı sıra işletmenin işçilerine, çalışmalarının yıllık
sonuçları için özel ikramiyeler ödenmektedir.
Bu primin kapsamı, belli bir işletmede işçilerin çalışma
zamanının uzunluğuna bağlıdır. Uzun yıllar çalışmış olan
işçilerin ödüllendirilmesi, üretimin gelişmesi için yaptıkları
çalışma (işgücü harcama, çn.)
katkılarına bağlıdır. Bu, uzun dönem çalışma için eski prim
sisteminin yeniden uygulanmasından daha iyi
bir sonuç verecektir”
(101).
“İşletmelerin
çoğunluğunda maddi teşvik fonu, henüz, personel için primlerin
ana kaynağı olmadı. Çünkü,
aynı anda 30’dan fazla prim projesi yürürlükte. Çoğu kez özel
primler denen primler, personelin …maddi
teşvik fonundan aldığı primlerin toplamından oldukça yüksektir”
(102).
„İşletmelerin
çoğunluğunda özel zamların çok çeşitli bir örgüsü
mevcuttur. Bunların primleri, maddi teşvik fonununkinden daha
yüksektir“ (103).
“‘İnsan
ilişkileri’ üzerine yazanların çoğu, Amerikan toplumunda sınıf
ayrımının olduğunu kabul etmiyorlar. Üretimle bağı olan bütün
insanları, icra ettikleri göreve göre gruplara ayırıyorlar;
örneğin sınıfsal kökeni hesaba katmaksızın, maliyeyle,
idareyle uğraşanlar diye. Örneğin Roethlisberger ve Dickson,
‘personelin işçi sınıfı ve işveren sınıfı olarak
bölünemeyeceğini’ söylüyorlar, firmada her kişi, yukarıdan
aşağıya ‘işçidir’ iddiasında bulunuyorlar“
(104).
“Toplumsal
üretim sisteminde şirket yöneticileri giderek ön plana çıkan
bir rol oynuyorlar ve onların konumu, işletmedeki diğer işçilerden
oldukça farklıdır. Bu ‘insan ilişkileri’ anlayışının arka
planında duran düşünce, şirket yöneticilerini, normal
çalışanlarla, onlar gibi işe alındıkları ve ücret aldıkları
için, biçimsel bir tarzda aynılaştırmaya hizmet ediyor.
İnsan
ilişkiler’ öğretisinin savunucuları, diğer çalışanların
aksine yöneticilerin, tekel kârlarının önemli bir kısmını
devasa ücretler ve primler biçiminde alıyor oldukları gerçeğini
sessizce geçiştiriyorlar”
(105).
“Psikolojik
hilelerin kullanımıyla üretilen işçiler ve kapitalistler
arasındaki
‘toplumsal ortaklık’ hayalinin
maddi araçlarla güçlendirilmesi için çok sayıda Amerikan
işletmesi ‘işçilerin kâra katılımı sistemi’ denen sistemi
uyguluyorlar…
‘60’lı yıllarda toplam 2 milyon işçi, Birleşik Devletler’de
‘kâra katılım sistemi’nin bütün biçimlerine dahildiler…
‘Kâra
katılım’, işçilere kesinlikle maddi bir avantaj garanti
etmiyor. Nasıl bir şekil alırsa alsın, esas itibarıyla bu
yöntem, işçilerin işverenine bağımlılığını güçlendirmeye
hizmet eden dolaylı bir ücret biçimidir. İşçi, ne kadar
alacağını önceden bilmiyor. Bunun ötesinde, işçinin alacağı
zam, pazarın durumuna bağımlı kılınıyor. Bunun anlamı şudur;
işçiler, daha ziyade ihtiyaç duydukları zamanda tam da bu zamları
alamıyorlar.
‘Kâra
katılım’, bazı firmalar tarafından ‘kapitalist sistemin
muhafazası ve komünizmin öğretileri’ne karşı mücadelenin
‘temel aracı’ olarak görülüyor. İşçilere
yönelik yoğunlaşmış
‘beyin yıkama’ eşliğinde yürütülen bu sistem, işçi
hareketi için, işçilerin sınıf dayanışmasını sarstığı,
yüksek ücretler için örgütlü mücadelesini … engellediği ve
sınıf bilinçlerini zayıflattığı için bir tehlike
oluşturmaktadır”
(106).
Sanki
revizyonistler aynı sistemi uygulamıyorlardı, sanki yukarıda
örneklerini verdiğimiz kendi prim sistemleri Amerikan firmalarının
uyguladığından farklıydı?!
„Kısa
bir zaman öncesine kadar iki temel grup için yaşam standardı
planlandı: işçiler, ücretliler ve kolektif köylüleri için.
Bugün, çeşitli gelir aşamalarını (ifade eden) nüfus
gruplarının yaşam standardının yükselişini hesaba katmak
ayrıca zorunludur“ (107).
“Sovyet
ekonomisinin gelişme trendinin analizleri, gelir yüksekliği
bakımından nüfusun farklılaşmasının karakteristiğinin tedrici
bir değişimini göstermektedir. Kaçınılmaz olarak, görece
yüksek gelire sahip grupların payı
artıyor. Aynı zamanda,
nispeten düşük tasarruf normu özelliği olan ailelerin payı
azalıyor” (108).
“Şimdiki
durumda kişi başına azami gelirli aileler, belli gıda maddeleri
cinslerini ve başka metaları, …rasyonel seviyede ve hatta daha da
yüksek seviyede tüketiyorlar. Gelirin artmaya devam etmesiyle
böylesi ailelerin tüketimlerinin önümüzdeki 15 senede nicel ve
nitel olarak artacağından ve meta ve hizmetlerin kütle bakımından…
önemli kapsamda kabul edilebilir standardı aşacağından şüphe
edilmiyor” (109).
Demek oluyor
ki;
- Sosyalizmde kar, üretimin regülatörü (düzenleyicisi) oluyormuş!
- Kar, işletmelerde kalmalıymış ve “sosyalist kar” paylaşılmalıymış!
Görüyoruz ki, artı değer, artı değer oranı, kar,
kar oranı, kapitalizmde ve sosyalizmde ekonomik yasalar, her iki
sistem arasında üretimin karakteri birbirine karıştırılıyor.
Bu, bilinçli yapılıyor. Çünkü, sosyalizm adına kapitalizmi
yeniden inşa etmenin başka olanağı yoktu.
Revizyonistler,
kardan bahsederlerken, aslında artı değerden bahsediyorlar. Ne de
olsa kar, artı değerin başkalaşmışıdır, başka biçimde
görünümüdür. Bu durumda revizyonistler, söylemeseler de, kabul
etmeseler de, belli bir değer, kar üretmek amacıyla yatırım
yapıyorlar ve böylece toplumsal üretimin bir kısmı sermayeye
dönüşmüş oluyor. Veya da Marks’ın deyimiyle, “belli
bir değer, sermaye olarak kullanıldığı için kâr meydana
geliyor...”.
Marks,
karı, “ artı
değer ile aynı şey” olarak
değerlendiriyor ve
“ kapitalist üretim tarzının herhalde vazgeçilmez bir ürünü
olduğundan” bahsediyor.
Revizyonistler
açısından ise karın böyle bir özelliği yok. Çünkü onların
karı, kapitalizmdeki kar değil, “sosyalizm”deki kardır. Ama
Marks, “kar,…
kapitalist üretim tarzının vazgeçilmez bir ürünü”dür
diyor. Bu durumda, “sosyalist kar!, sosyalist üretim biçiminin
vazgeçilmez bir ürünü mü oluyor?
Anlaşılan öyle oluyor!
“Artı
değer, yatırılan toplam sermayenin, varsayılan bir yavrusu olma
niteliği içerisinde, kârın
bu dönüşmüş biçimini alır. Demek oluyor ki, belli bir değer,
kâr üretmek amacıyla yatırıldığı zaman sermaye oluyor, ya da
belli bir değer, sermaye olarak kullanıldığı için kâr meydana
geliyor...
Kâr,
burada temsil edildiği haliyle, demek ki, artı değer ile aynı şey
oluyor, ancak, kapitalist üretim tarzının herhalde vazgeçilmez
bir ürünü olduğundan gizemli bir biçime bürünüyor. Üretim
süreci sırasında meydana gelen değer değişikliğinin
kaynağının, sermayenin değişen kısmından; toplam sermayeye
aktarılması gerekiyor, çünkü, varsayılan maliyet fiyatı
oluşumunda, değişmeyen ve değişen sermayeler arasında gözle
görülür bir ayrım bulunmamaktadır. Bir kutupta, işgücünün
fiyatı, ücretlerin başkalaşmış biçimine büründüğü için,
karşıt kutupta artı değer, kârın başkalaşmış biçiminde
görünmektedir” (110).
- Veya “artı-değer ya da kâr…, kökeni ne olursa olsun, demek ki, yatırılan toplam sermaye üzerindeki bir fazlalıktır” (111).
VIII-FON
SORUNU-KAPİTALİZMDE, SOSYALİZMDE VE
REVİZYONİZMDE TOPLUMSAL TOPLAM ÜRÜNÜN VE ULUSAL
GELİRİN DAĞILIMI
REVİZYONİZMDE TOPLUMSAL TOPLAM ÜRÜNÜN VE ULUSAL
GELİRİN DAĞILIMI
1-Kapitalist Üretim
Biçiminde Toplumsal Toplam Ürünün ve Ulusal Gelirin Dağılımı:
Kapitalizmde
üretim araçları kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin elinde
toplanmıştır. Bu sistemde işçi sınıfı ve emekçi köylülük,
üretim araçlarından yoksun oldukları için mülksüzdürler.
Üretim
ilişkilerindeki konumları sınıfların, kapitalizmde ulusal
gelirdeki konumlarını belirler. Bu konumu veya kapitalizmde ulusal
gelirin nasıl paylaşıldığını bir şema ile gösterelim
(112):
Bu şemanın
kısa açıklaması:
Toplumsal
toplam ürün önce ikiye bölünür. Bu ürünün bir kısmı (s),
tüketilmiş değişmeyen sermayenin, tüketilmiş üretim
araçlarının teminine ayrılır. Şemada bu kısmı 60 birim (bu 60
milyon, milyar olabilir) ifade etmektedir. Toplumsal toplam ürünün
diğer kısmını ulusal gelir oluşturur. O halde ulusal gelir (UG):
UG= d+a,
yani C- d+a dır.
Ulusal
gelirin iki bileşeni vardır: Bunlar, değişken sermaye (d), yani
işçilere ödenen ücretler ve artı değerdir (a).
Ulusal
gelirin paylaşımı şöyledir: Sanayi kapitalisti –burada bütün
ülkedeki maddi değerlerin üretiminin tek bir kapitalistin
işletmesinde gerçekleştirildiğini düşünelim- ulusal gelirin
bir kısmını (örnekte d=10 birim) işçilere ve onlar gibi
üretimde faal olan ücretlilere ücret olarak öder. Geriye kalan
kısım ise artı değerdir. a= UG-d, 30-10=20. Sanayi kapitalisti bu
miktarın, artı değerin hepsini cebine indirmez. Bu miktar içinde
kapitalist sınıfın diğer katmanlarının da payı vardır. Yani
sanayi kapitalisti, sermayesinin üretimdeki konumundan dolayı;
üretim aşamasında faal olmasından dolayı, önce kendi eline
geçen artı değeri diğer kapitalistlerle; ticaret, bankacılık
alanındaki kapitalistler ve toprak sahipleriyle paylaşmak
zorundadır. Paylaşım sonucunda artı değer, sanayi kapitalistinin
eline kar, tüccar kapitalistin eline ticaret karı, bankacının
eline faiz ve toprak sahibinin eline de toprak rant olarak geçer.
Bazı durumlarda sanayi kapitalisti sermayesini, sermayenin bütün
dolaşımından çekmez ve dolayısıyla ürünün satışıyla
(sermayenin dolaşım safhası) doğrudan ilgilenir. Bu durumda
tüccar kapitaliste vereceği pay da kendine kalır.
Yukarıdaki
şemaya göre bu paylaşım şöyle: miktar olarak artı değerin
10’luk bölümü sanayi kapitalistinin (kar), 3’lük bölümü
tüccar kapitalistin (kar), 2’lik bölümü faiz olarak bankacının
ve 5’lik bölümünde toprak rant olarak toprak sahibinin eline
geçmektedir(113).
Kapitalistler,
ulusal gelirin yukarıda belirttiğimiz tarzda paylaşımıyla tabii
ki yetinmezler ve işçilere ücret olarak verdikleri miktarın
-değişken sermayenin- bir kısmını başka yollarla yeniden ele
geçirirler. Bunu bütçe yoluyla yaparlar (114).
Sonuç
itibariyle; ulusal gelir, paylaşım sürecinde ikiye ayrılır:
- Sömürücü sınıfların gelirleri.
- Her alanda çalışan emekçilerin gelirleri.
Kapitalizmde
ulusal gelir aynı zamanda, tüketim ve birikim “fonu” anlamına
da gelir. Yukarıda gösterildiği gibi, emekçilerin ulusal
gelirdeki tüketim payları oldukça düşüktür. Çünkü bu payın
üst limiti ücretle sınırlıdır. Ulusal gelirin geriye kalan en
büyük kısmı, kapitalistlerin kişisel tüketimine, birikime,
bütçe giderleri formunda askeri harcamalara, devlet mekanizmasının
giderlerine vs. ayrılmış olur.
Ulusal
gelirde emekçilerin aldığı pay, sürekli azalır, yani
kapitalistlerin eline geçen pay artar.
Kapitalizmde
işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki “pasta”dan daha fazla
pay alma kavgası (ekonomik mücadele), ulusal gelirdeki mevcut
paylaşmışlığı bozmak ve yeniden paylaşmak kavgasıdır.
2-Sosyalist Üretim
Biçiminde Toplumsal Toplam Ürünün ve Ulusal Gelirin Paylaşımı:
Sosyalizmde
üretim araçları özel mülkiyette değildir, toplumun
mülkiyetindedir. Bundan dolayı sosyalizmde; proletarya diktatörlüğü
koşullarında, artı ürüne veya toplumsal ürüne özel el
koymanın koşulları yoktur. Sosyalizmde esas olan, toplumsal
üretmek ve toplumsal tüketmektir. Bunu üretim ve tüketim bazında
şöyle şemalaştırabiliriz:
Marks,
sosyalizmde toplumsal ürünün, toplumsal olarak nasıl paylaşılması
gerektiği konusunda şöyle der:
“Birincisi:
tüketilmiş üretim araçlarının yenilenmesine ayrılan fon;
İkincisi:
üretimin genişletilmesi (arttırılması,
çn) için ek bir fon;
Üçüncüsü:
kazalara karşı, doğal olaylardan vb. ileri gelen aksamalara karşı
güvence ya da yedek bir fon.
‘Azaltılmamış
iş geliri’nden bu kesintiler, ekonomik bir zorunluluktur ve onun
büyüklüğü, mevcut güçlere ve
araçlara göre belirlenir...
Geriye,
toplam ürünün tüketime sunulacak olan diğer bölümü kalır.
Kişisel paylaşıma gidilmeden önce, başka çıkarmalar da
yapılmalıdır:
Birincisi:
Genel, doğrudan üretime dahil
olmayan idari giderler. Bu
bölüm, daha baştan, şimdiki toplumla karşılaştırıldığında,
en kaçınılmaz olanla sınırlanır....
İkincisi:
toplumsal gereksinimleri karşılamaya ayrılan bölüm;
okul, sağlık kurumları vb. Bu bölüm, daha baştan, şimdiki
toplumla karşılaştırıldığında önemli boyutlarda büyür....
Üçüncüsü:
çalışamayanların vb. geçimi için gerekli fonlar,
yani bugün resmi, fakirlere bakım olarak adlandırılanların
kapsamına girenler” (115).
Yukarıda,
sosyalist Sovyetler Birliği pratiğini yansıtan sosyalist toplumda
toplam toplumsal üretimin dağılımını gösteren şema, Marks’ın
sosyalizmde toplam toplumsal ürünün, toplumsal olarak nasıl
paylaşılması gerektiği anlayışından çıkartılmıştır. O
şema, Marks’ın bu konudaki anlayışını uygulanmasını
göstermektedir.
Böyle bir
paylaşım nasıl sağlanabilir? Her şeyden önce sömürücü
sınıfların siyasi iktidarına son verilmiş ve proletarya
diktatörlüğünün kurulmuş ve böylece üretim araçlarının
özel mülkiyetten toplumsal mülkiyete geçmiş olması gerekir. Bu
koşullar, sosyalizmdeki söz konusu paylaşım için “olmazsa
olmaz” koşullarıdır. Proletarya diktatörlüğü, hangi alanda
ne kadar ve nasıl harcama yapılacağına somut durumun somut
analizinden hareketle karar verir ve uygular. Kapitalizmde ise böyle
bir anlayış söz konusu değildir. Kapitalizmde hakim sınıflar,
devlet zoruna dayanarak işçi sınıfı ve geniş emekçi
yığınlarına karşı kendi sınıfsal çıkarlarına tekabül eden
paylaşımı uygulamaya çalışır.
3-Revizyonizmde
Toplumsal Toplam Ürünün ve Ulusal Gelirin Paylaşımı:
Kapitalizmde,
hangi biçimde –burjuva demokrasisi, faşist diktatörlük vs.-
olursa olsun yönetim, burjuva diktatörlüğüdür. Bu, kapitalizmin
“olmazsa olmaz” koşuludur. Üretim araçları özel
mülkiyettedir ve toplumsal ürünün paylaşımı da özeldir;
üretim araçlarını özel mülkiyetinde tutan kapitalist sınıf,
toplumsal olarak üretilen ürüne özel el kor.
Sosyalizmin
“olmazsa olmaz” koşulu ise proletarya diktatörlüğüdür.
Üretim araçları toplumun mülkiyetindedir ve toplam toplumsal
üretimin paylaşımı da toplumsaldır.
Revizyonizmin
“olmazsa olmaz” koşulu ise bir avuç
bürokratın, zora dayanan, “sosyalist
demokrasi” kılıflı diktatörlüğüdür. Bu sistemde
–revizyonist sistem veya diktatörlük, klasik kapitalizme geçiş
sürecinin yönetim biçimidir- toplumsal üretim, toplumsal paylaşım
adı altında bürokrasi unsurlarının –orduda, devlette, partide,
sendikalarda vs..- cebine iner.
Aşağıdaki şema, bunun nasıl yapıldığını gösteriyor.
Aşağıdaki şema, bunun nasıl yapıldığını gösteriyor.
Tabii
ki, hala Sovyet revizyonizmini ve onun uygulamasını savunanlar
varsa, bu şemaya itiraz edecekler ve değişken sermaye –ücret-
değil, dağıtım için ürün, artı değer değil, toplum için
üretim diyeceklerdir. Olsun, işin gerçeği, yukarıdaki gibidir ve
gerisi bir hokuspokusdur; hokkabazlıktır, hiledir, göz boyamadır.
Çünkü;
- revizyonist paylaşım, sosyalist paylaşım adı altında gerçekleştirilmiş olan kapitalist paylaşımdır. Başka türlü ifade edecek olursak;
- toplam toplumsal ürünün revizyonist paylaşımı, bu sistemden klasik kapitalizme geçiş sürecindeki toplumun –revizyonist toplumun- sınıfsal yapısına tekabül eden ve sosyalist kavramların, kitleleri aldatmak için tabela olarak kullanıldığı paylaşımdır.
Bu uygulamanın şeması
da şöyledir:
Toplumsal
üretimde kar ilkesinin belirleyici olması, o toplumda toplumsal
ürünün –ulusal gelirin- paylaşımında sınıfsal kavga,
sınıfsal çıkar, sınıfsal çelişkiler vb. var demektir. Nitekim
Sovyetler Birliği’nde 1956’da XX. Parti Kongresinde siyasi
iktidarın Kruşçev revizyonistleri tarafından gasp edilmesinden
sonra toplumsal üretimde kar ilkesinin belirleyici olması için
zemin hazırlığından; yapılan tartışmalarda, reformlarda yeteri
kadar bahsettik. Bütün bunlar kapitalizme geri dönüşün yolu
açılmıştı. Önceleri –sosyalist dönem- devletin en
büyük/önemli gelir kaynağı kar değil, “muamele
vergisi” (“işlem vergisi”)
denilen vergiydi.
“Büyük
Sovyet Ansiklopedisi”nin Sovyetler
Birliği bölümünde devletin gelirleri şöyle gösteriliyordu
(116):
Gelir
|
1940 (gerçekleşen)
|
1946 (olması gereken)
|
1947 (Plan)
|
|||
Toplam
gelir
(milyar ruble)
|
180,2=100
|
322,7=100
|
394,2=100
|
|||
Bu toplam
içinde:
Muamele vergisi
|
105,9
|
58,7
|
191,0
|
59,2
|
256,1
|
65,0
|
Kar
|
21,7
|
12,0
|
16,2
|
5,0
|
18,7
|
4,7
|
Toplam vergiler
|
9,4
|
22,7
|
27,7
|
|||
Devlet istikrazı
|
11,5
|
25,5
|
22,4
|
Görüyoruz
ki, muamele vergisinin devlet geliri içindeki payı 1940’da %
58,7’den 1947’de % 65’e çıkıyor ve aynı dönemde karın
payı da % 12’den % 4,7’ye düşüyor.
Soruna,
gerçekleşen bütçe açısından bakarsak:
Gelirler
|
1937
|
%
|
1940
|
%
|
1950
|
%
|
1958
|
%
|
1962
|
%
|
Muamele
vergisi
(milyar
ruble)
|
75,9
|
69,4
|
105,9
|
58,7
|
236,1
|
55,8
|
304,5
|
45,3
|
329,0
|
39,0
|
Kar
(milyar
ruble)
|
9,3
|
8,5
|
21,7
|
12,0
|
40,4
|
9,5
|
135,4
|
20,1
|
239,0
|
28,3
|
1937’den
1962’ye muamele vergisi gelirleri % 333 oranında, yani 4,33 misli
artarken, kar gelirleri % 2469,9 oranında, yani 25,69 misli
artmıştır. 1950’den 1958’e ise muamele vergisi gelirleri
sadece yaklaşık % 29 oranında artarken, kar gelirleri % 235, yani
3,3 misli artmıştır.
Bu artış,
SB’nde iktidar değişimini de yansıtmaktadır.
1969’da
karın bütçedeki payı % 34,3’e çıkarken, muamele vergisinin
payı da % 31,8’e düşer. Böylelikle Sovyet ekonomisi, 1956’dan
sonra giderek ve hızla kar ilkesi temeline oturtulur ve ulusal gelir
de bu ilkeye göre, yukarıdaki şemada görüldüğü gibi
paylaşılır.
Karın
önemli bir bölümü işletmelerde kalır. İşletme yönetiminin
tasarrufunda olan bu karın bir bölümü de, mükafat olarak bir
kısım işçiye dağıtılır; “Sosyalist
yarış”ta plan hedefinin aşılması
durumunda işçilere verilen teşvik.
Son olarak,
yukarıdaki şemalar temelinde kapitalist, revizyonist ve sosyalist
birikimin ana özelliklerini karşılaştıralım (Bu sistemlerin
hepsinde genişletilmiş yeniden üretimi esas alıyoruz).
Kapitalist
birikimin amacı: Kapitalist birikimde
(kapitalizmde) amaç kardır, artı değerdir. Kapitalizmde artı
değerin bir kısmı biriktirilir ve ek sermayeye dönüştürülür.
Artı değerin geriye kalan bölümünü kapitalistler, kişisel
ihtiyaçları için harcarlar/tüketirler. Kapitalist birikimin genel
yasasına göre, sömürücü sınıfların zenginliğinin artması,
proletaryanın yoksullaşmasını beraberinde getirir; kapitalist
sınıf ne denli zenginleşirse, proletarya o denli yoksullaşır.
Revizyonist
birikimin amacı: Kapitalist
birikimdeki amaç, aynen revizyonizmde de, ama örtülü olarak,
sosyalizm maskesi altında geçerlidir. Revizyonist birikimde
(revizyonist sistemde) amaç kardır, daha fazla artı değer elde
etmektir. Kapitalizmde olduğu gibi revizyonizmde de artı değerin
bir kısmı, biriktirilir ve ek sermayeye dönüştürülür. Artı
değerin diğer bölümü ise, bürokrat kapitalistler tarafından,
bürokrasideki konumlarına göre paylaşılır ve kişisel
gereksinimleri doğrultusunda tüketilir. Aynen kapitalizmde olduğu
gibi revizyonizmde de birikimin genel yasasına göre bürokrat
sınıf, ne denli zenginleşirse, proletarya ve emekçiler de o denli
yoksullaşırlar.
(Aslında
revizyonistler, çok şeyi gizleyebilirler, ama bu alandaki
kokuşmuşluklarını, toplumun sınıfsal ayrışımını, belli bir
kesimin -bürokrasinin- lüks içinde yaşarken geniş yığınların
yoksullaşmasını hiç bir zaman gizleyemediler).
Sosyalist
birikimin amacı: Sosyalizmde toplumun
safi gelirinin bir kısmı üretimin genişletilmesi için, maddesel
yedeklerin oluşturulması için ve üretim amaçlı olamayan fonun
(sosyal-kültürel alan için fon) büyütülmesi için
kullanılırken, diğer kısmı da tüketim fonu olarak kullanılır.
Sosyalist birikim yasasına göre, ulusal zenginliğin sürekli
artması, toplumun safi gelirinin bir kısmının sistematik olarak,
bütün toplumun sürekli artan ihtiyaçlarının giderilmesi için
üretimin genişletilmesinde kullanılır. Sosyalist birikim yasasına
göre, toplumun (halkın) maddi ve kültürel seviyesi sistematik
olarak, ulusal zenginliğin artmasına paralel olarak yükselir.
Yukarıdaki
veriler, sosyalizmin tarihinin ve Ekim Devriminin kalıntılarının
‘89/’90’da tasfiye edilmediğini, bu tasfiyenin çok önceleri
gerçekleştirildiğini gösteriyorlar. Bu tasfiyeyi
gerçekleştirenlerin sosyalizmle, komünizmle bir ilişkilerinin
olmadığı ve onların uluslararası komünist hareketin
bileşenlerinden sayılamayacağı ve onlara ve benzerlerine karşı
mücadele edilmeksizin yol alınamayacağı açıktır.
Buna rağmen,
revizyonist de olsa SB’nde birtakım sosyal haklar ve özgürlükler
vardı deniyorsa, bu türden özgürlük ve hakların alası
İskandinav ülkelerinde, örneğin İsveç’te da var.
İsveç de
mi sosyalist?
IX-BAZI
SONUÇLAR VEYA META ÜRETİMİ VE DEĞER YASASININ
BÜTÜN EKONOMİDE GEÇERLİ OLMASI İÇİN HUKUKİ ZEMİNİN
OLUŞTURULMASI DOĞRULTUSUNDA GERÇEKLEŞTİRİLEN
OPERASYONLAR
BÜTÜN EKONOMİDE GEÇERLİ OLMASI İÇİN HUKUKİ ZEMİNİN
OLUŞTURULMASI DOĞRULTUSUNDA GERÇEKLEŞTİRİLEN
OPERASYONLAR
Sovyetler
Birliği’nde geri dönüş, bir başka ifadeyle üstyapı ve
altyapıda kapitalist/burjuva restorasyon, 1950'den önce mi
başlamıştı, yoksa 1956 darbesinden sonra mı başlamıştı’
sorusu, revizyonist/kapitalist bloğun yıkılışından sonra da
güncelliğini korudu. Olguların ortaya çıkardığı gerçek,
restorasyonun 1956 darbesinden sonra başladığıdır. Sorunu
yukarıda belli konular açısından ele aldığımız için burada
kapitalizmin yeniden inşa sürecinin aşamalarını sadece
belirtmekle yetiniyoruz.
Kruşçev
kliği işe Marksizm-Leninizmi revizyona uğratmakla, Stalin'i
“mahkum etmekle” başladı.
XX.
Parti Kongresi Şubat 1956'da yapıldı. Kongrede ne Kruşçev, ne
başka birisi ve ne de bütün olarak MK, Stalin hakkında olumsuz
bir şey söylemişlerdir. Kruşçev ve şürekası, Sovyet
proletaryasından, Sovyet köylüsünden, bir bütün olarak Sovyet
insanından düpedüz korkuyorlardı. Bu korkudan dolayıdır ki
Kruşçev, ancak gizli bir toplantıda, bir avuç seçilmiş unsur
önünde Stalin'i eleştiri adına mahkum etmeye çalışmıştır.
Kruşçev önderliğinde siyasi iktidarı gasp eden hainlerin
eleştiri adı altında Stalin'e yönelttikleri her anlayış,
Stalin'in adı altında Marksizm-Leninizmi çarpıtmaya, revizyona
uğratmaya yönelikti. Onların bu konuda neler söyledikleri, genel
hatlarıyla biliniyor. Bundan ziyade, revizyonistlerin SBKP-MK adına
30 Haziran 1956'da "Kişiye
Tapıcılık ve Sonuçlarının Aşılması Üzerine"
aldığı karar oldukça ilginç. Orada şöyle deniyor.
"Bu
insanlar (sözüm ona doğruyu
savunanlar, parti önderleri çn.) niçin
açıktan açığa Stalin'e karşı gelmediler ve onu önderlikten
uzaklaştırmadılar? O zamanki şartlarda bu mümkün değildi.
Şüphesiz ki gerçekler, Stalin'in özellikle yaşamının son
döneminde işlenen birçok kanunsuzlukta suçunun olduğunu
gösteriyor. Ama aynı zamanda unutulmamalıdır ki Sovyet insanları,
Stalin'i devamlı, düşmanın vuruşlarına karşı SSCB'yi korumak
için, sosyalizm davası için mücadele eden bir insan olarak
tanıyorlar… Bu koşullarda Stalin'e karşı olan her çıkış,
halk tarafından kavranamazdı ve burada söz konusu olan, asla
kişisel cesaretin eksikliği değildir. Açık ki, bu atmosfer
altında Stalin'e karşı çıkmış hiç kimse halktan destek
alamazdı" (117).
Biz korkak
değildik diyen Kruşçev ve şürekası, bahsedilen o dönemde
(1937/38-1952 arası kastediliyor) Stalin'e övgüler yağdırmakla
meşguldüler. Diğer taraftan, o dönemde bürokrasi içinde
bürokratik mekanizma vasıtasıyla örgütlenen küçük burjuvazi,
"komünist bürokrat"lar, henüz güçlü değillerdi,
henüz darbe yapacak konuma gelmekten çok uzaktılar.
Bu sözler
aynı zamanda, revizyonistlerin iktidara gelmelerine rağmen, Stalin
ölmüş olmasına rağmen, O'ndan hala ne denli korktuklarını da
göstermektedir. Bu korku onları, Stalin'i mahkum etmede dikkatli
hareket etmeye götürmüştür.
Stalin
ve sosyalist inşa! Özdeşleşmiş bu iki olgu SB’nde adım adım
mahkum edilmiş, revizyona uğratılmıştır. Bir taraftan Stalin'i
mahkum edip, diğer taraftan teori ve pratikte gerçek sosyalizmden
bahsedilemezdi. Bir taraftan Stalin'i mahkum edip, diğer taraftan
gerçek proleter enternasyonalizminden bahsedilemezdi. Bunun tersi
olarak; SB’nde kapitalizmin yeniden
inşası, Stalin mahkum edilmeden gerçekleştirilemezdi.
Artık,
revizyonistlerin bolca propagandasını yaptıkları "reel
sosyalizm"e geçiş dönemi; lafta sosyalizm, pratikte
kapitalizm dönemi başlıyordu:
Değer
Yasası, fiyat politikası operasyonu:
Aralık 1956; bu
tarihte düzenlenen "bilimsel oturum"da sosyalizmde değer
yasası anlayışı yerine, kapitalizmde değer yasası anlayışının
getirilmesi için karar alınmıştır.
Bilindiği
gibi, o zamana kadar SB’nde devletin esas gelir kaynağını
"muamele vergisi" (işlem vergi) oluşturuyordu. Muamele
vergisi, bir ürünün fabrika çıkış fiyatıyla gerçek vergi
fiyatı arasındaki farka tekabül ediyordu. SB’nde genel olarak
üretim araçları ürünleri için muamele vergisi alınmıyordu.
Çünkü bu makinelerin pahalanmasını beraberinde getiriyordu.
makinelerin pahalanması da diğer sanayi sektörlerinde pahalılığa
neden oluyordu.
Söz
konusu "bilimsel oturum"da bu anlayış bir kenara itildi
ve yerine, üretim araçları fiyatlarının yapay yükselişi
getirildi. Üretim araçları fiyatlarının bu şekilde yapay
yükseltilmesi sonucu "kar" elde edilmiştir. Artık esas
olan, “muamele vergisi" değil, "kar"dı. Örneğin
devlet işletmelerinde elde edilen muamele vergisi tutarı 1940'da
10.6 milyar rubleden 1950'de 23,6, 1960'da 31,3 ve 1970'te de 49.4
milyar rubleye çıkmıştı. Ama aynı yıllarda "kar” ise
3,3 milyar rubleden 5,2'ye, 25,2'ye ve 87 milyara çıkmıştı.
1940'dan 1950'ye "kar"ın büyüme oranı ancak %57,5 iken,
bu 1950'dan 1960'a %384,6 oranına varmıştı. Aynı dönemde
"muamele vergisi"nin büyüme oranı da %122,6'dan %32,6'ya
düşmüştü. 1950-60 arasında "kar"ın %384,6 oranında
büyümesine karşın "muamele vergisi"nin %32,6 oranında
büyümüştü!
Elde
edilen kar nasıl paylaşılıyordu? Bunun %40'ı işletmelerde
kalıyordu. Yani işletme yönetiminin eline geçiyordu. Geriye kalan
%60'lık kısım da, merkezi ve bölgesel bürokratik yapıya
ayrılıyordu.
Merkezi
planlamayı yıkma operasyonu:
Mayıs
1957; bu
tarihte Yüksek Sovyet, merkezi sanayi bakanlıklarının birçoğunu
dağıtma kararı alır. Böylelikle, bu bakanlıkların o zaman
kadar üstlenmiş oldukları sorumluluklar, yerel ekonomik konseylere
devredilir.
Bu
karar neden alınmıştır? Diyelim ki bu bakanlıklar büyük/kapsamlı
ve ağır/hantal çalışan bir bürokrasiyi ifade ediyorlar ve
bundan dolayı da pratikte istenilen netice alınamıyor. Bu durumda
yapılması gereken, o devlet bürokrasisini yeniden örgütlemek ve
çalışır hale getirmektir. Ama bu yapılmamış, tersine bölgesel
bürokrasinin gelişmesini, güçlenmesini
ve söz sahibi olmasını sağlamak için adımlar atılmıştır.
Böylelikle ekonomik planlamada merkezi
planlama önemini yitirmiş, onun yerini bölgesel planlama almıştır.
Bu, Sovyet işletmelerinde işletme egoizmini, giderek de işletmeler
arasında çıkar rekabetini geliştirmiştir.
Üretim
araçlarını metalaştırma operasyonu:
25-26 Şubat
1958; Bu tarihte toplanan SBKP-MK
Plenumunda Makine-Traktör İstasyonlarının dağıtılması kararı
alındı: "Bugünkü koşullarda…
SBKP-MK Plenumu… Makine-Traktör İstasyonlarının yeniden
örgütlenmesi anlayışındadır. Şimdi bu makinelerin doğrudan
kolektif ekonomilere satışına geçmek yerindedir"
(abç, A. A. Bengi) (118).
Bu adım,
Sovyet tarımında kapitalizme dönüş için atılmış köklü bir
adımdı. Bu tarihe kadar kolhozlar söz konusu bu istasyonlardan
makine kiralayabiliyorlardı, ödünç alıyorlardı. Artık durum
değişmişti ve bu makineler, tarımdaki üretim araçları, metaya
dönüştürülmüşlerdi. Nitekim kısa bir zaman içinde kolhozlar,
bu makineleri satın aldılar ve 1 Ocak 1959'a gelindiğinde 8000
MTİ'den geriye sadece 385'i kalmıştı. Tarım, kaos/gerileme
sürecine girmişti.
Bunu
açıklamak için biraz gerilere gidelim. SB’nde tarımın
kolektifleştirilme temelinde yeniden örgütlenmesi 1933'te başlar.
1933'ten 1940'a kadar (savaşın başladığı yıl) Sovyet tarımı
muazzam bir gelişme gösterir. Savaştan dolayı, tarımda üretim
doğal olarak gerilemişti, ama 1950'de önemli tarım araçlarının
üretimi 1940'dakini 4,5 misli aşmıştı. 1958/’59'da ise önemli
tarım araçları sayısı, o zamanki seviyesinin yarısı kadar
azalmıştır. Kolhozlar, tarım makinelerini satın almak için
büyük miktarlarda para ödemek zorunda kalmışlardır. Bu da,
tarım üretiminin gerilemesine neden olmuştur, yeni projelerin
finansmanı imkansızlaşmış, tarımda çalışanların
ücretlerinde düşmeler olmuştur.
Meta
üretimini yaygılaştırma-revizyonist program operasyonu:
Kruşçevci modern
revizyonistlerin programı, her şeyden önce liberal işletme
yöneticilerinin programıydı. Yani meta-para ilişkilerini, meta
dolaşımını yaygınlaştırma programıydı. İşletme
yöneticileri, yani yönetici tabakanın bu bölümü, mevcut merkezi
planlama ve yönetim sistemini tamamen değiştirerek, kapitalizmin
yeniden inşasının ve kendisinin de yeni bir sınıf olarak
iktidara gelmesinin yolunu açmayı amaçlıyordu. Bu anlayış,
bürokratların, “komünist bürokrat”ların pek işine
gelmiyordu, ama işletme temsilcilerinin görüşlerini belli bir
noktaya kadar destekliyorlardı veya desteklemek zorundaydılar.
Çünkü disiplinli merkezi yapının biraz gevşemesi onların da
çıkarınaydı.
Kruşçev,
işletme yöneticilerinin programını uygulamak için işe
koyulmakta gecikmedi. Daha 1954’te Sovyet idare sisteminin
eksikliklerini ve yapılan hataları kullanarak ekonomide bürokratik
yapılara karşı adeta savaş açmıştı(119).
Nisan
1955’te parti ve devlet önderliği, projecilerden,
teknokratlardan, yönetici mühendislerden ve fabrika
direktörlerinden oluşan bir konferans düzenler. Bu konferansta
işletme yöneticilerinin haklarının genişletilmesi zorunluluğu
üzerinde durulur ve işletme yöneticileri bu konferansta
istedikleri gibi konuşurlar (120).
Mayıs
1958’de Kruşçev, Tito’yu ziyaret için Yugoslavya’ya gider.
Titoculuğa karşı mücadele, Stalin’in ölümünden hemen sonra
adeta durma noktasına gelmişti. Nasıl mücadele edilsin ki? Tito
ve Kruşçev aynı düşünceyi savunuyorlar: Tito, “özyönetimi”,
işletmelerin belirleyici rolü
üzerinden çoktan emperyalist kampa geçmiş ve Kruşçev de SB’ni
aynı yoldan kapitalizme götürüyor. Kruşçev bu ziyaretinde
Titoculuğa karşı mücadele dokümanlarının kaynağını şöyle
açıklayacaktı.
(Bu
mücadelede kullanılan materyaller) “halkın
düşmanları tarafından, emperyalizmin... alçak ajanları
tarafından üretilmiştir. Bu ajanlar, aldatmaca ile partimizin
saflarına sızmışlardır” (121).
Kruşçev
bu konuşmasında Beria’yı da bu ajanlardan birisi olarak
göstermişti. Ama aynı Beria Temmuz 1953’teki MK Plenumunda Tito
ile işbirliği yapmakla suçlanıyordu. 1958’de ise Kruşçev,
1948’de Kominform’un Titoculuğa karşı hazırlamış olduğu
bildirgenin doğru olduğunu savunacaktı. Kruşçev’in bu görüş
değiştirmesinde iç politik gelişmeler doğrudan etkili olmuştur.
Kruşçev, işletme yöneticilerinin görüşlerini savunurken,
rakipleri karşısında üstün konumda olduğu dönemde Titoculuğu
savunmuş, ama ne zamanki merkezi yapıdaki bürokratlar, işletme
yöneticilerine karşı üstün konuma geçmişlerse, işte o zaman
Kruşçev, Titoculuğu mahkum etmeye yönelmiştir.
Kruşçev, oluşan hakim sınıfın iki kanadı; işletme
yöneticileri ve bürokratlar arasında siyasi olarak gidip
geliyordu. O, iktidarda kalmak için
her iki güç arasında bir sarkaç konumundaydı.
“Ülkemizin
beyleri” operasyonu:
İşletme
yöneticilerinin haklarını genişletme operasyonu:
Temmuz
1955’deki MK Plenumunda Bulganin şöyle diyecekti:
“İşletme
için sorumluluğun ve acil iktisadi sorunların seri ve operatif
çözümü çıkarı açısından işletme müdürlerinin inisiyatifi
artık felce uğratılmamalıdır. Üretimin doğrudan komutanı
olarak işletme yöneticisi, büyük haklara sahip olmalıdır”
(122).
9 Ağustos
1955’teki SSCB Bakanlar Konseyi kararları arasında bu doğrultuda
karar da yer alır: işletme yöneticilerinin hakları genişletilir.
1957’deki
iktidar kavgasına gelmeden önce şekillenen hakim sınıfın
kanatlarını bir daha belirtelim.
Şekillenen hakim sınıf, esas itibariyle iki ana gruptan
oluşuyordu:
- Bunlardan birisi liberal işletme yöneticilerinden oluşuyordu.
- İkincisi de planlama ve yönetim mekanizmasındaki; yani devlet mekanizmasındaki “komünist bürokrat”lardan oluşmaktaydı.
Bu grupların
parti içinde adamları vardı. Sosyalist sistemin yapılanmasının
bir sonucu olarak hiç kimse partinin rolünü tartışmıyordu.
Üstelik , her yeni adımın komünizme doğru gelişmenin bir
ifadesi olarak lanse edildiği, ihanetin “sosyalizm”,
“Marksist-Leninist parti” adı altında yapıldığı bir dönemde
partinin rolünü kim tartışmaya cesaret edebilirdi ki?
Kruşçev
modern revizyonistleri partiyi, şekillenen hakim sınıf üstünde
ve bu sınıfın kanatları arasında dengeyi sağlayan ve siyasi
ipleri elinde tutan bir mekanizmaya dönüştürüyorlardı.
Dolayısıyla parti içinde her bir grubun görüşlerini savunanlar
vardı ve iktidar kavgasını da bunlar veriyorlardı.
Yani parti, yeni sınıfın şekillenmesine paralel olarak
fraksiyonlara ayrılmıştı.
Stalin’in
ölümünden sonra, XX. Parti Kongresine kadar SB’nde liberal
işletme yöneticileri “altın”
dönemlerini yaşadılar. Bu dönemde
alınan kararlarla meta-para ilişkilerinin yaygınlaştırılmasının
önündeki bir kısım engeller yıkıldı.
İşçi
sınıfını siyasi iktidardan uzaklaştırmanın ilk adımı,
liberal işletme yöneticilerine önder rol verilmesinde ifadesini
buluyordu. Yukarıda bahsedilen Nisan
1955’deki konferans, buna hizmet etti ve bu konferansta kendilerine
biçilen rolden veya elde ettikleri yeni haklardan dolayı liberal
işletme yöneticileri, bir Sovyet gazetesi tarafından “ülkemizin
beyleri” (yöneticileri, karar
vericileri anlamında) diye tanımlandılar (123).
Bakanlar
Konseyi’nin 9 Ağustos 1955 tarihli kararıyla işletme
yöneticilerinin, “ülkemizin
beyleri”nin hakları genişletilir.
Bu dönemde Kruşçevci revizyonistler ile Yugoslav
revizyonistlerinin, Kruşçev ile Tito’nun arası iyidir. İyidir
çünkü Kruşçev, Tito’nun yolunda yürüyordu. O
dönem SB’nde kapitalizmin yeniden inşası işletme yöneticileri
üzerinden, yani “özyönetim”
üzerinden sağlanacağa
benziyordu. Ama olmadı, gelişme
engellendi.
SB’nde
kapitalizmin, Titocu “özyönetim”
üzerinden yeniden inşasını engelleyen işçi sınıfı değildi.
Sovyet işçi sınıfı, siyasi olarak güçsüzleştirilmişti ve
gelişmelere müdahale edemeyecek kadar veya etse de sonuç
alamayacak kadar siyasi iktidardan uzaklaştırılmıştı,
örgütsüzleştirilmişti. Geriye
parti ve devlet mekanizmasında faal olan bürokrat kesim kalıyordu.
Bu kesim, özellikle parti bürokrasisi, zaten proletarya
diktatörlüğünü, işçi sınıfını “temsil” ediyordu.
Şekillenen
yeni hakim sınıfın kanatları arasında çıkar çatışması
olgusunun bizzat kendisi, işçi sınıfının siyasi iktidardan ne
denli uzaklaştırılmış olduğunu gösteren en önemli kıstastır.
Stalin’in ölümüne kadar olan dönemde işçi sınıfı,
proletarya diktatörlüğü ile yeni hakim sınıfın unsurları
arasında bir mücadele söz konusuydu. Ve geriye dönüşün bu
unsurları, aralarında çıkar çatışması olsa da, onları bir
bütün olarak yok edebilecek güce karşı, yani işçi sınıfına
karşı her halükarda ortak hareket ederlerdi. Demek
ki işçi sınıfı, belirleyici önemi haiz bir tehlike olmaktan
çıkmış olmalı ki, yeni şekillenen hakim sınıfın bu grupları
kendi aralarında siyasi iktidar kavgası verebiliyorlardı.
Bonapartizm
operasyonu:
XX.
Parti Kongresinde, Şubat 1956’da durum değişir. Stalin’in
ölümünden sonra hızla güçlenen ve “ülkenin
beyleri” konumuna yükselen liberal
işletme yöneticilerinin bu parti kongresinde güç kaybına
uğradıkları görülür. Peki ne olmuştu?
Şekillenen
yeni sınıfın her iki kanadının ortak sınıfsal çıkarı şuydu;
işçi sınıfını siyasi iktidardan uzaklaştırmak, onu etkisiz
hale getirmek, amaçlarına ulaşmak için köylülüğü müttefik
güç olarak kullanmak ve nihayetinde üretim ve dağıtım (bölüşüm)
üzerinde yegane belirleyici güç olmak. Esas amaç buydu ve
Stalin’in ölümünden sonra şekillenen yeni sınıfın söz
konusu ana grupları, bir taraftan ortaklaşarak, bütün bir güç
olarak, proletarya diktatörlüğünün temeline dinamit korken; işçi
sınıfını iktidardan uzaklaştırırken, kendi aralarında da
hakimiyet kavgası vermişler ve bu kavganın ilk aşamasında
liberal işletme yöneticilerinin çıkarları hakim olmuştu. Parti
ve devlet mekanizmasındaki bürokratik kesim, liberal işletme
yöneticilerinin talepleri doğrultusunda atılan adımlara bir yere
kadar ses çıkartmamış, ama belli bir noktadan sonra, gelişmenin
kendisini tamamen saf dışı bırakacağını anladıktan sonra,
buna karşı çıkmaya başlamıştır.
XX.
Parti Kongresinde işletme yöneticilerinin, fabrika direktörlerinin,
“ülkenin beyleri”nin
haklarından bahsedilmez. Bu, her iki fraksiyonun, güç bakımından
nihai sonuç alacak durumda olmamalarının bir sonucudur. Bu dönemde
Kruşçev ve avene takımı, her iki grup arasında belli bir denge
kurmakla meşguldür. Öyle ki her iki grubun kendi çıkarları
doğrultusundaki açıklamalarında ileri gidilmemesi için
eleştiriler de yapılır. Parti
mekanizmasını kullanan Kruşçev, adeta bir Bonapart’tır ve
parti de bonapartizmin aracıdır. 5
Nisan 1956 tarihli Pravda’da yayınlanan temel bir makalede her iki
zararlı eğilimden ve bunlara karşı mücadelenin gerekli oluşundan
bahsedilir(124). Parti mekanizmasını elinde tutan Kruşçev,
zararlı bu iki eğilime karşı mücadele eden kişi/önder
konumundadır. Ama aslında o, her iki tarafın üstünde durmaya
çalışandır.
Söz konusu
makalede, kendini bürokratik çalışma yöntemlerinden
kurtaramayanlara karşı ilkeli mücadeleden bahsedilir. Bununla
devlet mekanizmasındaki bürokratik kesim, yani yeni şekillenen
sınıfın bir kesimi kastedilmektedir. Şu paradoksa bakın ki, aynı
makalede bu sefer, çürüyen münferit unsurlardan bahsedilerek, bu
unsurların eleştiri ve özeleştiriyi parti düşmanı savlar için
kullandıkları yazılır. Eleştiri ve özeleştirinin parti düşmanı
savlar için kullanılmasına örnek olarak verilen olay, Moskova’da
düzenlenmiş olan İstatistik Dairesi Parti toplantısında yaşanır.
Bu toplantıda Yaroşenko, provokatif parti düşmanı
açıklamalarından dolayı eleştirilir. Ve Pravda, bu eleştiriyi
yeteri kadar sert bulmaz. Aynı makale ve aynı gruba yönelik iki
tavır. Bürokratik çalışma yönteminden arınamayanlara karşı
ilkeli mücadele ve Yaroşenko’yu eleştiren aynı grubun
eleştirisinin yeteri kadar sert bulunmaması! Tam da bu durumda
Kruşçev ve avene takımına fırsat doğar. Kruşçev, bu grubun
görüşlerine sahip çıkıyor pozuna girer ve böylece de Stalin’in
Yaroşenko’ya karşı mücadelesini, o liberal işletme
yöneticilerine karşı mücadelesini savunuyor ve devam ettiriyor
havasını uyandırır. Oysa Kruşçev, Stalin’in mücadelesine
sahip çıkmıyordu. O, bu havayı uyandırarak kendi konumunu
güçlendiriyordu. Yani rüzgarın devlet mekanizmasında çöreklenmiş
bürokratlardan yana estiğini anlamıştı ve işletme
yöneticilerine karşı onların çıkarını savunuyordu. Ama her
iki grup arasındaki güç, belli bir dengenin devamını kaçınılmaz
kılıyordu. Nihai hesaplaşmanın koşulları henüz
olgunlaşmamıştı. Ama adımlar atılıyordu bu yönde.
Değer
yasası operasyonu:
Aralık
1956’da “kişiye tapıcılığa
karşı mücadele” parolası altında
değer yasası üzerine düzenlenen bir konferansta önde gelen
Sovyet ekonomistleri, Stalin’in bu konudaki görüşünü
eleştirirler ve yanlış diye mahkum ederler. Bu
revizyonist baylara göre sosyalizmde değer yasasının etki alanı
sınırlı değildir ve giderek daha da sınırlandırılmamalıdır.
- “... Değer yasası, SSCB ulusal ekonomisinin hem devlet hem de kooperatifsel ve kolektif ekonomiksel sektöründe, pazara çıkan üretim ve tüketim araçlarının üretiminde ve dolaşımında etkilidir” (125).
Yani
değer yasası, sosyalist ekonomide genel geçerlidir ve
üretimin-ekonominin düzenleyicisidir.
Bu toplantı,
liberal işletme yöneticilerinin çıkarlarına yarıyordu.
Aralık
1956’da MK, ekonomisinin adem-i merkeziyetçileştirilmesi için
tedbirler alır. Bu tedbirler de liberal işletme yöneticilerinin
çıkarlarına hizmet ediyorlardı.
MK’nın
Şubat 1957’deki Plenumunda, her ne kadar liberal işletme
yöneticilerinin yetkilerinde artış ele alınmamışsa da, ekonomi
ve yönetiminin reforme edilmesi ele alınmıştır. Aralık
1956’daki toplantıda önemli iktisadi yetkilerin, Birlik
Cumhuriyetleri İktisat Bakanlıklarına devredilmesi kararı
alınmıştı. Şubat 1957’deki toplantıda ise bu reform
derinleştirilmiştir.
“Ulusal
ekonominin yönetimini daha iyileştirmek için parti, son yıllarda
bir dizi önemli tedbirler aldı. SBKP MK’nin Aralık 1956’daki
Plenumu, devlet planlamasının pratiğinde önemli eksiklikler
tespit eden bu Plenum, merkezi planlama faaliyetinin daha
iyileştirilmesi ve Birlik Cumhuriyetlerinin yerel Sovyetlerin ve
parti organlarının iktisadi inşada haklarının genişletilmesi
zorunluluğuna dikkati çekti” (126).
Tabii bu
tedbirler de liberal işletme yöneticilerinin politikalarına uygun
düşüyordu. Ama bundan, bu politikanın dizginsiz geliştirildiği,
uygulandığı ve devlet ve partide kümelenmiş olan bürokrat
kesimin susturulduğu anlamı çıkartılmamalıdır.
“Parti
düşmanı grup”a karşı operasyon:
Partide
fraksiyonlar çatışması:
1957’nin
ilk yarısında ekonomi yönetiminin yeniden
örgütlenmesi/şekillenmesi üzerine yoğun olarak tartışıldı ve
şekillenen yeni sınıfın belirttiğimiz fraksiyonları arasındaki
iktidar mücadelesi keskinleşti. Haziran 1957’de nihai sonuç
almak için parti önderliğindeki farklı grupları temsil eden
güçler çatışmaya girdiler (127).
Haziran
1957’deki tasfiyeden sonra Malenkov’un, Molotov’un,
Kaganoviç’in siyasi etkileri bitmişti. Onlar artık, Sovyet
iktidarı açısından birer hiçtiler. Ama bürokratlardan
oluşan grup, Kruşçev’e karşı mücadelesini sürdürdü. Yani
Kruşçev etrafında toplanmış olan ve yönetimde hakimiyeti elinde
tutan işletme yöneticileri grubuna karşı, yine parti ve devlet
mekanizmasında çöreklenmiş olan bürokrat kesimin oluşturduğu
grup arasındaki mücadele devam etti.
Kruşçev
ve avenesi, Haziran 1957’de “parti
düşmanı grubu” tasfiye ettikten
sonra aynı politikayı devam ettirdiler: Bu politika, hakim sınıfın
çeşitli grupları arasında dengeyi korumaya ve devam ettirmeye
dayanıyordu. Kruşçev, devlet mekanizmasının, yani bürokrasinin
temel çıkarlarına dokunmadan ekonomi yönetimini adem-i
merkeziyetleştirmeye devam etti. Bu denge politikası, parti
mekanizması tarafından yürütüldü. Yani parti, Kruşçev’in
iktidar tabanı ve aracı olarak gücünden bir şey kaybetmedi,
reformlardan yara almadı ve ekonominin yönetimi üzerindeki
nüfuzunu korudu.
Paradoks
bir durum söz konusuydu. İnsanlık tarihi ilk defa yeni bir
gelişmeyle karşı karşıya kalmıştı. SB’nde giderek
zayıflayan proletarya diktatörlüğü, XX. Parti kongresinde yok
edilmişti. Siyasi
iktidardan sürekli uzaklaştırılan işçi sınıfı, partisinin
revizyonistleşmesiyle örgütsüz kalmıştı. Şekillenen yeni
sınıfın çeşitli grupları arasındaki iktidar kavgası şu veya
bu grubun lehine ve aleyhine inişler çıkışlar göstererek devam
etmiş ve Kruşçev önderliğinde liberal işletme yöneticileri
lehine sonuçlanmıştı. Toplum, çıkarlar bazında atomize
olmuştu. Artık çeşitli sınıflar, birbirine antagonist sınıflar
vardı.
İktidardaki
revizyonizmin gayreti, bunun böyle olmadığını, SB’nde
sosyalizmin hakim olduğunu ve gelişiyor olduğunu göstermeye
yönelikti. İçte işçi sınıfı ve emekçiler, dışta ise bütün
dünya, SB’nde sosyalizmin hakimiyetine inanmalıydı. Yeni
ideologlara; revizyonist ideologlara teori üretme işi düşmüştü.
Öyle bir yol bulunmalıydı ki, ne işletme yöneticilerinin ve ne
de bürokratların; bir bütün olarak yeni sınıfın çıkarları
zarar görmemeli ve her bir grubun özel çıkarları korunmalıydı.
Bunun sağlanabilmesi için mevcut yapıların; ekonominin
kurumlaşmasının ve üstyapı kurumlarının devam ettirilmesi
gerekiyordu. Yeni sınıf, bu kurum ve mekanizmalarda çöreklenmişti.
Bu kurum ve mekanizmaların tasfiyesi, yeni sınıfın varoluş
koşullarının yok edilmesi anlamına geliyordu. Bu nedenlerden
dolayı her şey “sosyalizm” adına yapılmalıydı. Yeni bir
ideolojiye de gerek yoktu. Marksizm-Leninizmi revizyona uğratarak
kullanmak yeterli oluyordu. Öyle de oldu. SB’nde ve diğer
revizyonist ülkelerde 1989/’91’deki “çöküş”e kadar “reel
sosyalizm” ve “Marksizm-Leninizm” dilden düşürülmedi. Bu
kavramlar son ana kadar tabela olarak kullanıldı.
Şimdi
“nostaljik takılan” modern revizyonizmin kalıntıları ve
bunların dışında Troçkistler, muhtemelen şöyle diyeceklerdir:
bunların hepsi doğrudur, ama buna rağmen Ekim Devriminin
kalıntıları, sosyalizmin tarihi, yozlaşmış da olsa işçi
devleti 1990’lara kadar varlığını korumuştur. Çünkü
Stalin’in ölümünden sonraki gelişmeler, XX. Parti Kongresi
kararları ve o dönemdeki tartışmalar, entrikalar, komünistler
arası, “stalinistler arası” tartışmalardan ibarettir.
Stalin’i reddeden Kruşçev, Titoculuğu savunan Kruşçev,
sosyalist ekonominin temelini dinamitleyen ve geriye dönüşün
zeminini hazırlayan bu revizyonist ve avene takımı, söz konusu
liberal işletmeciler ve “komünist bürokratlar”, her şeye
rağmen komünisttiler. Ekim Devriminin kalıntılarını ‘89/’90’a
kadar yaşatanlar bu unsurlardı. O halde bunlar da komünistti. O
zaman soralım:
- Marksist-leninist olmanın kıstasları nedir?
- Sosyalizmi inşa etmenin kıstasları nedir?
- ‘50’li yılların ikinci yarısındaki siyasetteki ve ekonomideki yukarıya aktarılan değişim, geriye dönüşün kıstası değil de neyin kıstasıdır?
Mülkiyetin
karakterini değiştirme operasyonu:
Köylülüğü
yedekleme politikası:
Rusya’da
ve SB’nde, yani Ekim Devriminden önce ve sonra köylülük, önemli
bir güç olma özelliğinden hiçbir şey yitirmemişti. Rusya’da
köylülük kazanılmaksızın siyasi iktidara gelinemezdi. Bunu
Bolşevikler çok iyi biliyorlardı. SB’nde köylülük
kazanılmaksızın iktidarda kalınamazdı. Bolşevik parti bunu da
biliyordu. Proletarya diktatörlüğünün güçlü kılınması,
sosyalizmin inşasına bağlıydı. Sosyalizmin başarılı inşası
ise köylülük kazanılmaksızın imkansızdı.
Yeni sınıf,
yani bürokrat burjuva sınıf, iktidara gelmek ve kalmak için
köylülüğün kazanılması gerektiğini biliyordu. Bütün sorun,
köylülüğü sosyal bir dayanak olarak kazanmaktı.
Bolşevik ve
revizyonist politikalar arasındaki sınıfsal farklılığın en
çıplak olarak yansıdığı alanlardan birisi de köylülük ve
tarım sorunuydu. Öneminden dolayı, tekrar pahasına da olsa,
konuyu biraz açalım.
Sosyalist
Sovyetler Birliği’nde hakim sınıf olan proletarya, toplumdaki
bütün sınıfsal farklılıkların yok olması için mücadele
etmişti. Bu anlamda proletarya, mülkiyetin biçimindeki farklılığı
da ortadan kaldırmak için mücadele etmişti. Burada söz konusu
olan, genel halk mülkiyeti ile grupsal mülkiyette, kolhoz
mülkiyetinde olan tarım arasındaki mülkiyet farklılığıydı.
Yani sosyalizmde mülkiyetin en gelişmiş biçimi olan devlet
mülkiyeti ile en geri biçimi olan grupsal (kolhoz) mülkiyeti
arasındaki fark. Proletarya diktatörlüğü bu farkı ortadan
kaldırmak için inatla ve duyarlı olarak mücadele etmiştir.
- Sosyalizmde mülkiyetin aynılaştırılması, biçimleri arasındaki farkların ortadan kaldırılması, işçi sınıfı ile köylülük arasındaki farklılığın temel nedeninin ortadan kaldırılması ve komünizme doğru gelişme veya sosyalizmin komünizme doğru gelişmesi anlamına geliyordu. Stalin ve Bolşevik Parti, köylülük sorununu böyle ele alıyorlardı.
Stalin;
“SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik
Sorunları” yapıtında,
bahsettiğimiz o tartışmalarda şöyle diyordu:
“Kolektif
ekonomiksel mülkiyet, tedrici ve kolhozların ve dolayısıyla bütün
toplumun yararına olan geçişler vasıtasıyla genel halk mülkiyeti
seviyesine çıkartılmak ve meta dolaşımı yerini -keza tedrici
geçişlerle- bir üretim mübadelesi sistemi almak zorundadır ki
böylelikle merkezi güç veya herhangi bir başka toplumsal-ekonomik
merkez, toplumsal üretimin toplam
üretimini toplumun çıkarına kontrol
edebilsin” (128).
Bolşevik
Partinin bu alandaki pratiği ve teorik çözümlemesi doğruydu. Ve
SB’nde sosyalizmin inşa sürecinde şöyle bir durum ortaya
çıkıyordu: Sosyalizm hızlı ve başarılı inşa ediliyor. Ama
mülkiyet biçimleri arasındaki farklılığın ortadan yok olma
süreci görece yavaş gelişiyor ve bu da üretici güçlerin
gelişmesi önünde önemli bir engeli teşkil ediyordu(129).
Stalin ve
Bolşevik Parti tarafından işçi-köylü ayrımı böyle
yapılıyordu (Bkz.: Dip nottaki alıntı) ve bu ayrıma tekabül
eden mülkiyet farklılığını ve son kertede sanayi ile tarım
arasındaki meta mübadelesini ortadan kaldırmak ve komünizme doğru
ilerlemek (sosyalist inşayı derinleştirmek) için teorik
saptamaları ve pratikleri böyleydi.
O
tartışmalarda Yaroşenko, bu anlayışı, liberal işletme
yöneticileri lehine değiştirmeye çalışmıştı. Aynı
politikayı Kruşçev devam ettirdi.
- Birbirine sınıfsal olarak tamamen zıt politika. Birisi sosyalizmin derinleşerek inşasına, diğeri de kapitalizmin yeniden kurulmasına götürüyor. Birisi sınıfları ortadan kaldırmayı, diğeri de toplumu antagonist sınıflara bölmeyi hedefliyor.
Bolşevikler,
bahsedilen anlayışları ve pratikleriyle köylülüğü, işçi
sınıfının müttefiki yaparlarken,
Kruşçev ve avene takımı, liberal işletme yöneticileri,
köylülüğü kendi sınıfsal iktidarları için, işçi
sınıfına karşı yedeklemeye
çalışıyorlardı. Ve onların tarımsal alandaki bütün
reformları, köylülerin geri yönlerine, mülkiyet eğilimlerini
geliştirmeye hizmet ediyordu. Kruşçev’in tarım politikası buna
hizmet ediyordu.
“Stalin’in
ölümünden kısa bir zaman sonra mevcut kolhozlarda köylülerin
lehine kapsamlı reformlar yapıldı. İlkin devletin, tahıl ve
başka tarım ürünleri için satın alma fiyatı yükseltildi;
tahıl için yaklaşık iki misli; süt ve patates in 2-1,5 misli ve
et için de 5 misli. Özel bahçe üretiminin zorunlu teslim kotası
düşürüldü ve mevcut vergi gecikmeleri affedildi”
(130).
Tabii ki bu
politika, büyük kolhozların zenginleşmesine hizmet ediyordu. Özel
üretimden zorunlu teslim kotasını düşürmek, özel mülkiyetteki
bahçesinde üretim yapan bütün köylülerin ağzına sürülen bir
kaşık baldı. Vergi affı da buna hizmet ediyordu. Ama her köylü,
büyük kolhozlarda çalışmıyordu. Dolayısıyla fiyat politikası,
büyük kolhozlarda üretimi teşvik etmeye ve onların
zenginleşmesine hizmet ediyordu.
Özel
mülkiyeti doğrudan teşvik etmenin ve geliştirmenin olanağı
olmadığı için ayrı bir yol bulundu. Şöyle:
“Kruşçev’in
inisiyatifi üzerine 1953’ten itibaren başlayarak Sovyetler
Birliği’nin Asya kısmında çok geniş alanlara tahıl ekilmeye
başlandı. Daha önce sadece otlak olan 40 milyon hektar, Japonya
büyüklüğünde bir alan, sürüldü. Uzmanların, humus
tabakasının ince olmasından ve bölgenin yarı kuru karakterinden
dolayı toprakların kısa zamanda
yetiştirme gücünü kaybedecekleri
uyarılarına rağmen, proletaryanın enerjisini yeni bir sanayileşme
sıçraması için veya kolhozların dönüşümü için kullanma
yerine, yüz birlerce gönüllü, çoğu komzomol üyesi, sosyalizmin
inşasının tam coşkusuyla steplere gitti, ekim alanı açmak için.
İşçi gençliğin fedakarlığı, yeni işçi-köylülere yaradı:
Yeni topraklar üzerinde kurulmuş olan devasa işletmelerde sovhoz
işçileri, kolhoz köylüleri gibi bir parça özel toprağa sahip
olma hakkını aldılar. Bu hakkın içinde özel mülkiyetteki
hayvanı, devlet topraklarında otlatma hakkı da vardı” (131).
Böylelikle,
bu türden politikalarla kırsal
alandaki devlet işletmelerinde de (sovhozlar) özel mülkiyetin
gelişmesi teşvik edildi. Kolhozlar,
sovhoz seviyesine çıkartılmadılar, tersine sovhozların kolhoz
seviyesine indirilmesine çalışıldı.
Stalin’in
bahsettiği çelişkiler, Kruşçev’in bu türden politikalarıyla
derinleştirildi.
Sovhozlar,
tarımsal devlet işletmeleriydi. Orada mülkiyet, genel halk
mülkiyeti biçimindeydi. Kruşçev, bir taraftan sovhozları
genişleterek, toplumsallaşmanın genel halk mülkiyetinin
geliştirildiği havasını uyandırıyordu. Ama aynı zamanda ve
esas amaç olarak, bu işletmelerde özel mülkiyet geliştirilmiş
oluyordu. Gelişmenin kapsam ve hızı Kruşçev’i de rahatsız
edecek boyutlara varmış olacak ki, 1958’de şöyle bir açıklama
yapmak zorunda kalmıştı.
“Büyük
parsellerin (toprak parçası, çn)
ve hayvanın özel mülkiyette olması, sovhoz üretiminin gelişmesi
önünde ciddi bir engel olmuştur”
(132).
- Kruşçev’in tarım reformunun sonuçlarını 1959’daki nüfus sayımı gösteriyor. Bu sayım sonuçlarına göre kolhozlardaki yaklaşık 6 milyon insan, kolektif çalışmaya katılmıyor ve sadece özel mülkiyetlerindeki toprakta çalışıyordu (133).
Köylüleri
yedekleyerek iktidarını pekiştirmeye çalışan yeni sınıf, 1958
yılında, kırsal alanda mülkiyet ilişkilerini önemli derecede
altüst eden bir tarım reformunu uygulamaya koydu. Bu reform
Makine-Traktör-İstasyonlarını
(MTİ)
dağıtmayı içeriyordu(134).
Bu
istasyonların anlamı ve önemini kısaca belirtelim: Bu
istasyonlar, proletarya diktatörlüğünün; sosyalist devletin,
işçi sınıfının önder rolünün, kolhozlar karşısında önemli
bir dayanağıydı. Bu istasyonlarda mülkiyet devletin elindeydi;
geçerli olan, genel halk mülkiyetiydi. Söz konusu reformla MTİ’ler
dağıtıldı ve oldukça ucuz bir fiyatla kolhozlara satıldı.
- Böylece kırsal alandaki toplumsallaşmaya devasa bir darbe vurulmuş oldu ve MTİ bazında üretim araçları metalaştırıldı.
Bu
reform anlayışı; MTİ’leri dağıtma ve mülkiyetini kolhozlara
devretme anlayışı, yeni değildi. Sosyalizmin ekonomik sorunları
üzerine 1952’deki söz konusu tartışmalarda Sanina ve Wenşer bu
yönde bir öneride bulunurlar. Stalin bu öneriyi kesin bir
kararlılıkla reddeder ve nedenlerini de açıklar(135).
Stalin ve
Kruşçev’in bu alandaki politikaları, birbirine tamamen zıt
politikalardı. her biri farklı iki sınıfın çıkarlarını ifade
ediyordu.
Birisi
komünizme götürüyor.
Diğeri ise
kapitalizmin yeniden inşasına!
Buna
rağmen soralım:
- Nerede durmak istiyoruz veya bu anlayışlardan hangisi doğrudur?
- Nasıl oluyor da modern revizyonizmin kalıntıları ve Troçkistler, bu iki antagonist anlayışı, politikayı hiçe sayarak Ekim Devriminin kalıntılarını ‘89/’90’a kadar uzatabiliyorlar?
Kruşçev
start verir: 22 Ocak 1958’de tarım görevlileri önünde yaptığı
bir konuşmada MTİ’lerin dağıtılmasını önerir ve MK’nın
Şubat (1958) Plenumunda bu konu gündeme alınır.
Karar:
- “SBKP MK Plenumu, ülkenin sosyalist tarımının yükselmesi ve kolhoz düzeninin gelişmesi için kolhozların mevcut üretim-teknik temini düzenini değiştirmenin ve Makine-Traktör-İstasyonlarını tedricen yeniden örgütlemenin amaca uygun olacağı... anlayışındadır... Şimdi... bu makineleri satış yoluyla... doğrudan kolhozlara devretmek amaca uygundur” (136).
Kruşçev,
Sanina ve Wensher’i eleştirmekten de geri kalmaz. Bu önerinin
1952’de dile getirilmesinin koşullarının olmadığını
söyleyerek bu koşulların sonradan oluştuğunu açıklar. Doğru
söyler. O zaman geriye dönüşün önünde nesnel engeller vardı.
Bunun başında da Stalin geliyordu.
Her neyse!
- 31 Mart 1958’de yine Kruşçev’in talebiyle, MTİ’lerin satışını içeren bir yasa yürürlüğe girer. Ve MTİ’lerin kolhozlar tarafından talanı başlar. Bu talan ve kolhozların sevinci, dönemin Sovyet basınına da yansır (137).
Kruşçev ve
avene takımının tarım reformuyla Sovyet tarımını ne hale
getirdiği biliniyor. Bu, üretimde ve teknolojide çöküntüden
başka bir şey değildi.
- Stalin döneminde tahıl ihraç eden ülke, Kruşçev reformları sonucunda tahıl ithal etmek zorunda kalmıştır.
Sanina ve
Wensher’in 1952’deki önerisini Kruşçev, 1958’de uygulamaya
koydu ve 1958’de tarıma ilişkin başka reformlar da yapıldı.
Bütün bu reformlar sonuçta şuna hizmet etmişti:
- Devlet, kolhozların talep ettiği fiyatı, sanayi sektöründe elde edilen birikimin bir kısmıyla ödemek zorunda kalır. Aynı zamanda kolhozlar ve birey olarak köylü, ürünlerini, legal veya illegal, giderek artan fiyatlarla satmaya başlarlar.
Kruşçev,
köylülüğü, tarımdaki mevcut üretim ilişkilerini geriye
çekerek, mevcut toplumsallaşmaya darbe vurarak iktidarda kalma
politikasının dayanağı yaptı.
Yapılması
gereken:
1989/1991
döneminde revizyonist blok çöktükten ve SB dağıldıktan sonra
revizyonizmin inatçı savunucuları ve Troçkistler, yeni bir teori
geliştirmek için kolları sıvadılar. Gorbaçov karşı devrimci
ilan edildi. Ağustos 1991, karşı devrimin tarihi ilan edildi.
Çünkü bu tarih SB’nde sistemin yıkılması anlamına geliyordu.
Revizyonist
artıklar ve klasik kapitalist ülkelerde revizyonizmin açık ve
gizli savunucuları bu tarihi karşı devrimin tarihi olarak tarihe
geçtiler ve süreci geriye doğru gözden geçirmeye başladılar.
Ve keşfettiler ki XX. Parti Kongresi, kendilerini, Stalin
“despotizmi”nden kurtaran bu kongre, öyle pek kurtarıcı bir
kongre değilmiş. Hemen bazı yanlışlar buldular, Kruşçev ve
Brejnev döneminde hatalar yapılmıştı. Ama her şeye rağmen bu
dönemde de SB sosyalist bir ülkeydi. Bununla da yetinmediler,
sürekli birilerine, başka güçlere dayanmadan var olabileceklerine
inanmadıkları, kendi gücüne güvenme, irade ve cesaretleri
olmadığı için Çin’i, K. Kore’yi, Küba’yı yeniden
keşfettiler. Bu ülkelerdeki “sosyalizm”i övmeye başladılar.
Bunun ötesinde tarihin biraz daha gerilerine gittiler. Ve Stalin’i
keşfettiler. Ne de olsa bu dönem unutulmuştu! Revizyonist
literatürde Lenin’in ölümünden sonra XX. Parti Kongresine kadar
olan dönemde Stalin’in adı, mutlaka anmak gerekiyorsa revizyonist
tarihe geçiyordu veya O’nun yanlışlarının anlatıldığı
literatürde bolca kullanılıyordu. Baş döndürücü derecede
kıvrak saf değiştirenler oldu.
“Ağustos
1991 karşı devrimi” bir çok revizyonistin Stalin tutkusunu
geliştirdi. Birdenbire, SB’nde sosyalizmin Stalin döneminde inşa
edildiği hatırlandı, büyük bir önder olduğu, Marks, Engels ve
Lenin’in eserlerini pratiğe uygulayan ve geliştiren önder olduğu
kabul gördü. Stalin’i savunmak adeta moda olmuştu. Ama hepsi bu
kadar. XX. Parti Kongresinden sonra SB’nde gerçekleştirilen nitel
gelişme onları pek fazla ilgilendirmedi. XX. Parti Kongresine kadar
olan dönemin niteliğiyle, XX. Kongreden sonraki dönemin niteliğini
karşılaştırmadılar. Bunu yapsalardı, karşı devrimin XX. Parti
kongresinde gerçekleştirilmiş olduğunu göreceklerdi.
1991’de
yıkılan sistemin; o çürümüş sistemin, klasik kapitalist
burjuva sistemden ne gibi üstünlüğü vardı? Nitelik bakımından
hiç bir farkı yoktu. Revizyonist ülkelerde emekçi yığınların
çalışma ve toplumsal yaşam koşulları daha kötüydü. Denecek
ki, sağlık, eğitim hizmetleri ücretsizdi. Doğru. Sağlık ve
eğitim hizmetleri görünüşte ücretsizdi. Daha doğrusu, en
azından, görünüşte ücretsiz dinlenme hakları vardı ve olmak
zorundaydı. Ücretsiz, çünkü adı üzerinde “sosyalist” bir
toplumda yaşanıyordu. Sosyalizmin temel ekonomik yasası gereğine
göre hareket ediyordu “sosyalist” devlet.
Sosyalizm,
revizyonizmin üstünlüğü bu anlayışlara indirgeniyor. Yani
sosyal ihtimam! İşte sosyalizm bu kadar basitleştirildi. Necmiye
Hoca da aynı anlayıştaydı. “İnsanlar
için ihtimam, onların hakları için (herhalde
mücadele olsa gerek!) sosyalizmin
çekirdeğini oluşturur” (138).
Necmiye
Hoca’ya ve revizyonizmin artıklarına göre toplum içinde bir
kısım insan, kendisini başkalarının ihtimamı, hakları için
mücadelede sorumlu görüyor. Yani yönetimde olan kast, insanların
sağlığı, eğitimi, hakları için uğraşırken, insanlar da
(emekçiler) devlet için çalışacaklar. Bunun adı da sosyalizm
oluyor.
Bir çok
defa baş vurduğumuz politik ekonomi ders kitabında şöyle
deniyor.
“Devlet
işletmelerinde en olgunlaşmış ve en tutarlı biçimi içinde
sosyalist üretim ilişkileri hakimdir”
(s. 415).
1954’teki
baskıda böyle deniyor.
Bu
kitabın 1959 baskısında, -ilk baskıyı hazırlayanların
çoğunluğu tarafından genişletildi- Stalin’le ilgili yerler
çıkartıldı. Ama yukarıdaki cümle aynen kalmıştı. Yani;
üretim araçları metalaştırılıyor, pazarda alınıp satılıyor
ve bu karakterli “devlet
işletmelerinde en olgunlaşmış ve en tutarlı biçimi içinde
sosyalist üretim ilişkileri hakim” oluyor!!
(s. 503).
Yine aynı
kitabın 1954 baskısında şöyle deniyor.
“Sosyalist
üretim ilişkilerinin karakteristik özellikleri şunlardır. 1.
Üretim araçlarında toplumsal mülkiyetin sınırsız hakimiyeti,
2. emekçilerin sömürüden kurtarılmaları ve dostça işbirliği
ve sosyalist karşılıklı yardım ilişkilerinin kurulması; 3.
üretimin, emekçilerin çıkarlarına göre paylaşılması”
(s. 455).
1959’daki
baskısında ise 2. noktaya “iki
biçimde devletsel halk mülkiyeti ve kolektif mülkiyet” ve
3. noktaya da “herkese emeğine göre”
ilkesi eklenmiş (s. 507).
Stalin
döneminde bu tespitler, gerçeğin ifadesiydi. Böyleydi, doğruydu.
Ama XX. Parti Kongresinden sonra, özellikle söz konusu o
“reform”larla SB’nde üretim ilişkilerinin sosyalist karakteri
yıkılmıştı.
Üretim
ilişkileri ne ki? “İnsanların maddi
varlıkların üretim süreci içindeki belirli ilişkileri ve
bağları” değil mi? (Agk, s. 9,
1954). Aynı kitabın 1959 baskısında şu ekleme var: “üretim
ilişkileri, üretim araçları mülkiyetinin biçimlerini,
sınıfların, sosyal grupların üretimdeki konumlarını ve
karşılıklı ilişkilerin, ürünlerin paylaşımının biçimlerini
içerir” (s. 11).
Güzel.
Yukarıda, bütün yazı boyunca döne döne, “reform”lardan,
revizyonistlerin parti kongrelerinde aldıkları kararlardan
bahsettik. Bütün bu verilerin, üretim araçlarının
metalaştırıldığını, meta üretiminin, pazar için üretimin,
karın, amaç edinildiğini gösteriyorlar. Bu durumda nasıl oluyor
da hala bu üretim ilişkileri sosyalist üretim ilişkileri olarak
değerlendirilebiliyor? Üretim araçları metalaşıyor, pazarda
alınıp satılıyor, ama sosyalist mülkiyeti ifade ediyorlar?
Bu olur mu?
Revizyonizm hakkında böyle düşünmeyenlere, “kötü” de olsa,
sosyalizm diyenlere, mutlaka klasik kapitalizmdeki koşulları
arayanlara, revizyonizmi temize çıkartmak isteyenlere göre oluyor!
Bu
önemlidir. Çünkü revizyonizmin sınıfsal içeriği görülmezse,
kavranmazsa, Marksizm’in krizini Marksist dünya görüşünde ve
yönteminde arama tehlikesi doğar.
Lenin:
”Marksizm,
tam da, cansız bir dogma olmadığı, tamamlanmış, hazır,
değişmez bir öğreti olmadığı, eylemin canlı bir kılavuzu
olduğu içindir ki, toplumsal yaşam koşullarındaki şaşılacak
kadar beklenmedik değişmeleri yansıtmak zorundaydı. Bu değişme,
derin parçalanmalar ve dağılmalarda, yalpalamanın her biçiminde,
kısaca, Marksizm’in çok ciddi bir iç
krizinde yansıyordu. Bu parçalanmaya karşı kararlı bir direnme,
Marksizm’in temellerini
ayakta tutmak uğruna kararlı ve inatçı bir mücadele, yeniden
gündem konusu olmuştu. Bir önceki dönemde, amaçlarını formüle
ederken Marksizm’den uzak duramayan sınıfların çok geniş
kesimleri, bu öğretiyi son derece tek yanlı ve sakat bir biçimde
özümlemişlerdi. Belli "sloganları" ezberlemişler,
verilecek yanıtların Marksist ölçütlerini anlamaksızın,
taktik sorunlara, belli yanıtlar vermeyi öğrenmişlerdi. Toplumsal
yaşamın çeşitli alanlardaki "tüm değerlerin yeniden
değerlendirilmesi", Marksizm’in en soyut ve genel felsefi
temellerinin bir "revizyon”una neden oldu… Ezberlenmiş, ama
anlaşılmamış, üzerinde düşünülmemiş "slogan”ların
yinelenmesi, boş lafebeliğinin yaygın bir biçimde hüküm
sürmesine yol açtı“ (139).
Aynı
makalesinde Lenin, Marksizm’in “derin krizi”ni kastederek şöyle
der:
”Bu
krizin ortaya çıkardığı sorunlar bir yana itilemez. Laf
boğuntusuna getirip bunları baştan savma girişimlerinden daha
tehlikeli ya da daha ilkesizce bir şey olamaz. Krizin derinliğini
ve buna karşı mücadelenin zorunluluğunu kavramış bütün
Marksistlerin, Marksizm’in
çeşitli "yol arkadaşları" arasında burjuva etkisinin
yayılmasıyla, tamamen karşıt yönlerden çarpıtılmakta olan
Marksizm’in teorik dayanaklarının ve temel önermelerinin
savunulması için birleşmelerinden daha önemli bir şey olamaz...
Bu
nedenle, şu sıralarda bu çöküşün kaçınılmazlığının
nedenlerini kavramak ve ona karşı tutarlı bir mücadele için
birleşmek, kelimenin en doğrudan ve en kesin anlamıyla günün
görevidir“ (140).
Uluslararası
komünist hareket ve uluslararası işçi hareketi, Kruşçev modern
revizyonistlerinin SB’nde siyasi iktidarı gasp etmelerinden bu
yana kriz içindedir. Bu kriz, revizyonizmin sınıfsal içeriğinin
kavranmamasından dolayı, Marksizm’in içine girdiği derin krizin
doğrudan bir sonucudur. Marksist dünya görüşünün, doğa ve
toplumsal alandaki gelişmelere çözüm getiremediğinden,
yönteminin yanlış olduğundan dolayı burjuva dünya görüşü
gibi, krize girmemiştir. Tam tersine bu krize neden olan sorunlar,
pek ciddiye alınmadığı, “bir el
hareketiyle atlandığı” ajitatif
sloganlarla, kahrolsun edebiyatıyla geçildiği için Marksizm’in
krizi olarak bugüne kadar gelmiştir. Lenin ve Stalin, revizyonizme,
troçkizme ve bu yüz yılda antimarksist bütün akımlara karşı
tutarlı mücadele vererek Marksizm’in temellerini, temel
ilkelerini savunmuşlar ve geliştirmişlerdir. Lenin, bizzat tespit
ettiği krizin aşılmasına da önderlik etmiştir.
Stalin’in
ölümünden sonra böyle bir mücadele olmamıştır. Şüphesiz,
AEP ve E. Hoca’nın özellikle Sovyet modern revizyonizmine karşı
mücadelesi yol gösterici olmuştur. Ama hepsi bu kadar.
Revizyonizm,
Marksist dünya görüşünü ve onun yöntemlerini her alanda
çarpıtmış, içini boşaltmış ve ölü doğmalara
dönüştürmüştür. Bunun en basit, her dünyalı tarafından
anlaşılabilir örneğini, yukarıda sözünü ettiğimiz “Politik
Ekonominin Ders Kitabı” oluşturur.
Bilinçli çarpıtma ve değiştirmelerin ötesinde bu kitabın 1954
baskısı ile 1959 baskısı arasında söylem olarak hemen hiç bir
fark yoktur. Yukarıda bununla ilgili bir de örnek verdik. Bu
kitabın 1954 baskısı, SB’nde sosyalist inşa tecrübesinin
teorileştirilmesini ifade ediyordu. 1959’da ise o pratikten ve
teoriden geriye bir şey kalmamıştı. Yani pratik başkalaşmıştı,
ama teori aynı kalmıştı. Ne teori pratiğe uygulanabiliyordu ve
ne de pratikten, o kitapta sosyalizmin inşasına ilişkin teorileri
ifade eden, geliştiren teorik sonuçlar çıkartılabiliyordu.
Sadece ekonomi alanında değil, her alanda; felsefede, tarihte vs.
hep aynı agnostisizmle, pragmatizmle, evet nihilizmle karşı
karşıyayız.
Sovyet
modern revizyonizmi, toplumsal yaşamın ve teorinin sorunlarının
her alanında ortaya attığı anlayışlarla agnostisizmi
(bilinemezciliği), pragmatizmi (faydacılığı), nihilizmi (öğreti
ve ilkelerin reddini) Marksizm-Leninizm adına yaymıştır. Örneğin
proletarya diktatörlüğü, “bütün
halkın devleti”, komünist partisi
“bütün halkın partisi”
olabilmiş, kapitalist ekonomi kavramları bütün ekonomide geçerli
kılınmış, “sosyalist kar”dan, pazardan, mükafatlandırmanın
esas alınmasından, pazar ve kar için üretimin esas alınmasından,
değer yasasının genel geçerli kılınmasından sadece
bahsedilmemiş, bu kapitalist ekonomi yasa ve kategorilerinin
uygulanmasının maddi koşulları özenle hazırlanmıştır. Sonuç
ne oldu? Bir dizi kavram ve kategoriler birbirine karıştırıldı,
içerikleri boşaltıldı. Bir çok kavram ve kategori, lafızda
–genel olarak- Marksist tanımlandı, ama içeriği tamamen
burjuvalaştırılmıştı. Revizyonist ülkelerde milyonlarca insan
ve klasik kapitalist ülkelerde de revizyonizmin etkisinde kalanlar,
bir bütün olarak, Kruşçev revizyonizminin siyasi iktidarı gasp
etmesinden bu yana yetişen nesil, revizyonizmi, bu çalışma
boyunca bolca örneklediğimiz çarpıtmaları, bazen çıplak
kapitalist, burjuva anlayış ve teorileri Marksizm-Leninizm olarak
algıladılar.
Modern
revizyonizm, Stalin’e, O’nun ‘yanlış’larına karşı
mücadele adı altında, 20 sene içinde komünizmin bir üst
aşamasına geçeceğiz palavrası altında, “bütün
değerleri yeniden değerlendirme”ye
kalkıştı. Öyle olmadı mı?
Bolca
söz edilen ve uygulanan o ekonomik “reform”lar, toplumun ve
ekonominin nesnel yasalarının ele alınması –bolca
örneklediğimiz bu gerçekler- “bütün
değerlerin yeniden değerlendirilmesi”,
yani Marksizm-Leninizmin revizyona uğratılması, çarpıtılması
değil miydi? Bu, nihilizm değil mi?
Hem
revizyonist, hem de Marksist olunamaz. Ya revizyonist olunur ya da
Marksist. Sovyet modern revizyonizminin etkisinden dolayı (Maoculuk
da böyledir) milyonlarca insan bunu kavrayamadı, Sovyet modern
revizyonizmi, on yıllarca iktidarda kalmasını bu başarısına
borçludur, aynı zamanda. Şimdi, daha doğrusu SB’nin
dağılmasından bu yana kelimenin gerçek anlamıyla bir çöplükle
karşı karşıyayız. Bu çöplüğü yok etmek, Marksizmi ölü
dogma olmaktan kurtarmak, onun krizini aşmak göreviyle karşı
karşıyayız. Bunu da ancak ve ancak onun temellerini, temel
ilkelerini savunarak yapabiliriz. Böyle bir mücadeleyi
sürdürebilmek için sorunun doğuş koşullarını ele almak
gerekir. Bu nedenle “toplumsal yaşamın
çeşitli alanlarında”
revizyonistler tarafından “bütün
değerlerin yeniden değerlendirilmesi”ni,
Marksist dünya görüşüne ve yöntemine göre yeniden ele almak
zorundayız.
Emperyalist
burjuvazinin ötesinde antimarksist akımlar(modern revizyonistlerin
kalıntıları, Troçkistler –Stalin ile bağlam içinde- vs.),
işçi sınıfı ideolojisine; Marksizm-Leninizme, yöntem olarak
diyalektik ve tarihsel materyalizme cepheden saldırıyorlar, bu
ideolojinin ve yönteminin iflas ettiğini ve bu iflasın, onun
krizini ifade ettiğini savunuyorlar. Onlar, krizi teoride ve
yönteminde arıyorlar. Oysa krizin nedeni teoriden değil, bizzat
biz Marksist-Leninistlerden kaynaklanmaktadır. Çünkü olayların
hızına ayak uyduramadık, gelişmeleri analiz etmede ve teoriyi
geliştirmede sınıfta kaldık. Yaşamın ve bilimin her alanında
(örneğin felsefe, tarih bilimi, devlet teorisi, ekonomi, teknik
vb.); bir bütün olarak doğa ve toplum bilimlerinde, sınıf
mücadelesinin sorunlarında hep geride kaldık. On yıllarca süren
revizyonist tahribata ajitasyondan pek öteye geçmeyen söylemlerle
karşı koymaya çalıştık. Son yıllarda ise, yani SB ve
revizyonist bloğun dağılmasından sonra geç kalmış tespitler
yapmaktan öteye pek geçmedik.
Somut
durumun somut analizini yapmak; gerçeği, nesnel durumu incelemek,
sonuçlar çıkartmak ve dönüştürmek için inandığımız
ideolojinin ve yöntemin; Marksizm-Leninizmin bir eksikliği yoktur.
Ama bu ideolojinin ve yönteminin doğruluğuna inanmak veya
tartışılmayacak kadar doğru olduğuna inanmak, toplumsal
gelişmelere, sınıf mücadelesinin sorunlarına çözüm
getirdiğimiz anlamına gelmiyor. Bu, Marksizmi doğma
olarak kavrayanların bir işidir.
Oysa Marksizm, düşünsel ve pratik
anlamda bir eylem kılavuzudur. Bu anlaşılmadığı müddetçe,
teorinin veremeyeceğini teoriden beklemeye devam ederiz.
Marksizm-Leninizm, aynı zamanda, sistemli bilgi birikiminden oluşan
bir teoridir ve sürekli, gelişmeye açıktır. Bu bilgi dağarcığını
zenginleştirmek, geliştirmek doğa ve toplumsal gelişmeleri
incelemekten ve teorileştirmekten geçer. Bunu da ancak ve ancak
komünistler yapabilirler.
Geçen
yüzyılın ‘90’lı yıllarının ikinci yarısından itibaren
dünya işçi sınıfı ve emekçi yığınların, dünyanın ezilen
halklarının ve uluslarının yıkılan hayaller arasında feniks
gibi yeniden doğduklarını, yeniden kıpırdanmaya başladıklarını
görüyoruz. Emperyalist demagojinin etkisi kırılmaya başlamış;
teoriyi çarpıtma bombardımanı bizzat nesnel gerçeklik tarafından
geri püskürtülmüştür.
“Bu
dünyanın lanetlileri” yeniden
uyandıklarında; kendilerine geldiklerinde niteliksel olarak hiçbir
şeyin değişmemiş olduğunu gördüler. Onların uyanmasında ne
yazık ki Marksist-Leninist güçlerin fazla bir katkısı
olmamıştır. Onları nesnel gerçeklik uyandırmıştır;
emperyalist savaşlar, işsizlik, açlık, sefalet vs. vs. Şimdi hem
dünya işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınları ve hem de
uluslararası Marksist-Leninist hareket birbirinden ayrı olarak aynı
sorunlarla karşı karşıyalar.
Çekim
merkezi olabilmek için zorlukların üstesinden gelmeliyiz.
Toplumsal olgulara ve gelişmelere doğru teorik yanıtlar verebilmek
için yaşamın içinde olmak zorundayız.
Stalin’in
ölümünden; O’nun eserlerinden sonra doğan ve hala devam eden
biriken sorunlara cevap verememe boşluğu ve bundan dolayı doğan
ideolojik kriz ve mücadele, oldukça kapsamlı ve karmaşıktır.
Bunun üstesinden gelmek zorundayız.
Bugünün
sorunlarına cevap verebilmek için işe ‘50’li yılların
ortasından itibaren başlamak gerekir.
Bu durum
bize şunu gösteriyor: 20. Yüzyılın ‘50’li yıllarının
ikinci yarısından bu yana komünistler Marksist teoriyi
geliştirilmediler, ama Marksist teori her türden revizyonist parti
ve kuruluşlar tarafından yozlaştırıldı. Geçen yüzyılın
‘50’li yıllarının ikinci yarısına kadar veya SB’nin
sosyalist olduğu dönemde bu alanda dayandığımız, sığındığımız,
her an başvurabileceğimiz bir kalemiz vardı. Bu kale SB’idi,
Stalin önderliğinde Bolşevik Partiydi. ‘50’li yılların
ikinci yarısından itibaren bu güvencemiz yok oldu. Görev, her bir
komünist partisine düştü ve yaşam, geçen yüzyılın ‘50’li
yıllarının ikinci yarısından itibaren çözüm bekleyen bir
yığın sorunu önümüze koydu. Şimdi bu alanda birçok cephede
mücadele etmekle karşı karşıya kaldık:
- Yaklaşık 50 yıllık toplumsal yaşamın her alanındaki gelişmeleri Marksist teori temelinde analiz etmek.
- Marksizm-Leninizmi her türlü revizyonist tahribattan arındırmak.
- Burjuvazinin ve Marksizm adına konuşan avanak küçük burjuvazinin günümüze ve geleceğe yönelik antimarksist, antikomünist değerlendirmelerini teşhir etmek.
Belki,
sorunu böyle üç başlık altında ele almaya da gerek yok. Önemli
olan, 21. Yüzyılı, devrimlerin, sosyalizmin yüzyılı yapmak için
teorideki, bilimdeki 50 yıllık geriliğimizi; geride kalmışlığımızı
gidermek ve proletaryanın önünü açmaktır. Eğer bu silahımızın,
işçi sınıfının elinde maddi güce dönüşmesini istiyorsak bu
görevi üstlenmek zorundayız. Bu bizim tarihsel borcumuz, görevimiz
ve sorumluluğumuzdur. 50 senelik bu tarihi atlayarak
ilerleyebileceğimizi sanıyorsak, tarih ve gelen/gelecek neslin bizi
affetmeyeceğini bilmeliyiz.
“Kapitalizmin
gelişme yolu, emekçilerin ezici çoğunluğunun yoksulluğunun ve
açlık içinde sürünmesinin yoludur” (Stalin).
Bu sözü
öyle de yazabiliriz:
“Revizyonizmin
gelişme yolu, emekçilerin ezici çoğunluğunun yoksulluğunun ve
açlık içinde sürünmesinin yoludur”!
Yaşam, her
iki sistemin de böyle olduğunu yeteri kadar kanıtlamıştır.
*
*Sovyetler
Birliği'nde sosyalizmin inşası ve geriye dönüş için bkz.:
İbrahim Okçuoğlu; SSCB'de Sosyalizmin Zaferi ve
Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz
2011.
*
Kaynaklar:
1) Lenin; C. 29, s. 493, “Über die Aufgaben der III.
Internationale”.
2)
Lenin; C. 1, s. 453/454, “Der Ökonomische Inhalt der
Volkstümlerrichtung”.
3)
Marks; C. 23, s. 613, Kapital, C. 1, s. 613.
4)
Aristotel Pano ve Kıço Kapetani; Der kapitalistische Charakter der
Produktionsverhaeltnisse in der Sowjetunion”, Albanien heute, Nr. 5
(35), 1978, s. 48, Tirana.
5)
Lenin; C. I, s. 517.
6)
Bkz.: ag dergi, s. 48/49.
7)
Politische Ökonomie des Sozialismus-Anschauungsmaterial”, Berlin,
1974, s. 29.
8) A.
Pano ve K. Kopetoni: Ag. Dergi, s. 50, Nr. 5 (35), 1978.
9)“Şimdi
bizde sosyalist üretimin iki temel biçimi mevcuttur; devletsel ve
halka ait olan (biçim)
ve halka ait olarak tanımlanamayacak olan kolektif iktisadi biçim.
Devlet işletmelerinde üretim araçları ve üretimin ürünleri
genel halk mülkiyetidir. Buna karşın kolektif iktisadi
işletmelerde ise üretim araçları (toprak, makineler) devlete ait
olsalar da, üretimin ürünleri tek tek kolektif ekonomilerin
mülkiyetidir. Çünkü kolektif ekonomilerde kendi işleri
(emekleri,
çn) ve
tohumları söz konusudur (ve) kolektif ekonomiler, kendilerine
sınırsız kullanım için verilen toprağa fiilen kendi mülkleri
gibi sahiptirler. Ama onlar, toprağı ne satmak, satın almak, ne
kiralamak ne de rehin koymak hakkında sahiptirler.
Bu durum, sadece kolektif ekonomiler, kolektif
iktisadi ürünleri kendi mülkleri olarak sahiplenirlerken,
devletin, sadece devlet işletmelerinin ürünlerine sahip
olabilmelerine neden oluyor. Ama kolektif ekonomiler ürünlerini
meta biçiminden başka türlü pazarlamak istemiyorlar, ürünlerinin
karşılığında mübadele içinde ihtiyaç duydukları metaları
elde etmek istiyorlar. Şimdiki durumda şehir ile satma ve satın
alma vasıtasıyla mübadelenin başka ekonomik bağlar, kolektif
ekonomiler açısından kabul edilemez. Bundan dolayı biz de şimdiki
durumda meta üretimi ve meta dolaşımı bir zorunluluktur...
Bu
iki temel üretim sektörlerinin; devlet ve kolektif iktisadi
sektörler, yerine ülkenin bütün tüketim malları üzerinde
tasarruf hakkıyla genel kapsamlı bir üretim sektörü aldığında
tabii ki meta üretimi –“para ekonomisiyle”- ulusal ekonominin
gerekli olmayan unsuru olarak ortadan kaybolacaktır” (Stalin;
C. 15, s. 268/269, “Problem des Sozialismus in der UdSSR”).
“Örneğin
tarım ve sanayi arasındaki farkı ele alalım: bu fark bizde
sadece, tarımdaki çalışma koşullarının sanayideki çalışma
koşullarından farklı olmasından değil, bilakis her şeyden önce
ve esas itibariyle biz, tarımda genel halk mülkiyetine değil, grup
mülkiyetine, kolektif iktisadi mülkiyete sahipken, sanayide üretim
araçlarına ve üretimin ürünlerine olan genel halk, halk
mülkiyetine sahip olmamızdan ibarettir. Bu durumun, meta
dolaşımının muhafaza edilmesine neden olduğu, sadece, sanayi ve
tarım arasındaki bu farkın kaybolmasıyla meta üretiminin,
kendisinden kaynaklanan bütün sonuçlarıyla yok olabileceği
söylenmişti. Dolayısıyla, tarım ve sanayi arasındaki bu önemli
farkın yok olmasının bizim açımızdan birinci derecede öneme
sahip olması inkar edilemez”
(Stalin; agk, s. 279).
10)
Stalin; agk, s. 340.
11)
“Ürün
mübadelesinin gelişmiş sistemine henüz sahip değiliz, ama
tarımsal ürünler için... ürün mübadelesinin embriyonlarına
sahibiz... Görev, ürün mübadelesinin bu embriyonlarını tarımın
bütün dallarında teşvik etmektir, ürün mübadelesinin dal budak
salmış bir sistemi olarak geliştirmektir. Böylelikle kolektif
ekonomiler, ürünleri için sadece para değil, aksine her şeyden
önce, gerekli ürünleri elde ederler. Böyle bir sistem, şehrin
köye verdiği ürünün muazzam bir artışını gerekli kılar. Bu
nedenle, bu sisteme acele etmeksizin, şehir tarafından üretilen
ürünlerin birikimine tekabül ederek geçilmelidir.
Ama sebatlıca, yalpalamadan, meta dolaşımının etki alanını
adım adım daraltarak ve ürün mübadelesinin etki alanını
genişleterek geçilmelidir”
(abç.) (Stalin; agk, s. 342/343)
12)“Sanina
ve Wenşer yoldaşlar, temel önlem olarak, MTI’ında yığılı
üretim araçlarının başlıcalarını kolhozlara kendi malları
olarak satmayı önermektedirler; böylece devlet, tarımda sermaye
yatırımı yapmaktan kurtulacak ve MTİ’nın bakımı ve gelişmesi
kolhozlara yüklenecektir. Şöyle diyorlar:
‘Kolhoz
yatırımlarının, esas olarak, kolhoz köylerinin tarımsal
gereksinimlerine ayrılması gerektiğini, oysa devletin, eskiden
olduğu gibi, tarımsal üretim gereksinimleri için gereken
yatırımların tümünü sağlaması gerektiğini sanmak yanlış
olur. Kolhozlar bu yükü tamamen karşılayacak durumda olduğuna
göre, devleti bu yükten bağışık tutmak daha doğru olmaz mı?
Ülkede bir tüketim nesneleri bolluğu yaratmak amacı ile devletin
bu olanakları yatırabileceği yeteri kadar işletme bulunur”
(Stalin; Agk, s. 336/337).
13)
MTI ve kolhozlar bağlamında Stalin; bu iki ekonomistin sorularını
cevaplandırırken şöyle der:
“Hepimiz,
ülkemizdeki tarımsal üretimin devasa artışından.... sevinç
duyuyoruz. Bu artışın kaynağı nerededir? Bu kaynak modern
teknikte, bütün bu üretim dallarına dağılmış bol miktardaki
yetkinleşmiş makinelerdedir. Burada söz konusu olan yalnızca
genel olarak teknik değildir; gerçek şudur ki, teknik, hareketsiz
kalmaz, durmadan yetkinleşmek zorundadır; eski teknik ıskartaya
çıkartılmalı ve sırası gelinice daha yeni bir tekniğe yerini
bırakacak olan, yeni bir teknik ile değiştirilmelidir. Aksi halde,
sosyalist tarımımızın gelişmesi düşünülemez, büyük
rekolteler, tarımsal ürünlerin bolluğu düşünülemez. Ancak
yüzbinlerce tekerlekli traktörü ıskartaya çıkarmak ve onların
yerine paletli traktör koymak, zamanı geçmiş on binlerce
biçerdöveri yenileri ile değiştirmek, örneğin sanayi bitkileri
için yeni makineler icat etmek ne demektir? Bunlar, ancak altı ya
da sekiz yılda geri alınabilecek milyarlar düzeyinde bulunan
masraflar demektir. Kolhozlarımız, milyoner kolhozlar da olsalar,
bu masrafları karşılayabilirler mi? Hayır, karşılayamazlar.
Çünkü altı ya da sekiz yılda geri alınabilecek milyarlar sarf
edecek durumda değildirler. Bu masrafları sadece devlet
yüklenebilir. Çünkü sadece o, eski makinelerin ıskartaya
çıkartılıp yenileri ile değiştirilmesinin yaratacağı
zararlara tahammül edebilecek durumdadır; sadece o, bu zararlara 6
ya da 8 yıl dayanacak ve masraflarının geri alınması için bu
sürenin geçmesini bekleyebilecek durumdadır.
Bütün bunlardan sonra MTI’nın kolhozlara öz
malları olarak satılmasını istemenin anlamı nedir? Bunun anlamı,
kolhozlara olağanüstü zararlar verdirmek, onları iflas ettirmek,
tarımın makineleşmesini tehlikeye sokmak, kolhoz üretiminin
temposunu yavaşlatmaktır.
Buradan
şu sonuç çıkar: MTI’nın kolhozlara satılmasını önermekle
Sanina ve Wensher yoldaşlar, geriye doğru bir adım atıyorlar ve
tarihin çarkını geriye doğru döndürmeye uğraşıyorlar”
(Stalin; agk, s. 338/339).
14)“Bir
an için Sanina ve Wenşer yoldaşların önerisini kabul ettiğimizi
ve kolhozlara öz malları olarak esas üretim araçlarını, Makine
ve Traktör İstasyonlarını satmayı kabul ettiğimizi düşünelim.
Bunun sonucu ne olur?
Bunun sonucu şu olur ki, önce, kolhozlar başlıca
üretim araçlarının sahibi olurlar, yani ülkedeki hiçbir
işletmenin sahip bulunmadığı olağanüstü bir duruma girmiş
bulunurlar. Çünkü bilindiği gibi ulusallaşmış işletmeler bile
ülkemizde üretim araçlarının mülkiyetine sahip değiller.
Kolhozların bu olağanüstü durumunu, nasıl, hangi ilerleme ve
ileriye gidiş düşüncesi ile haklı gösterebiliriz? Bu durumun,
kolhoz mülkiyetinin, ulusal mülkiyet düzeyine yükseltilmesine
katkıda bulunduğu, toplumumuzun sosyalizmden komünizme geçişini
hızlandırdığı söylenebilir mi? Bu durumun, ancak, kolhoz
mülkiyetini ulusal mülkiyetten uzaklaştırabileceği ve komünizme
yaklaştırmak yerine bizi ondan uzaklaştırmaya varacağını
söylemek daha doğru olmaz mı?
Bunun ikinci bir sonucu da, yörüngesi içine pek
büyük miktarda tarımsal üretim aletleri sürükleyecek olan meta
dolaşımının etki alanının genişlemesi olurdu. Sanina ve Wenşer
yoldaşlar, bu konuda ne düşünüyorlar? Meta dolaşımı alanının
genişlemesi, komünizme doğru ilerleyişimize katkıda bulunabilir
mi? Bunun, ancak komünizme doğru ilerlememizi frenleyebileceğini
söylemek daha doğru olmaz mı?
Sanina ve Wenşer yoldaşların öze değin
yanılgıları, sosyalist düzende meta dolaşımının rolünün
önemini anlamamış olmalarındadır; meta dolaşımının,
sosyalizmden komünizme geçiş amacı ile uzlaşmadığını
anlamıyorlar. Herhalde, meta dolaşımı düzeninde bile
sosyalizmden komünizme gerilebileceği, meta dolaşımının, bu
durumda bir engel olmayacağı kanısındalar. Bu, Marksizmi eksik
olarak kavramaktan doğan büyük bir yanılgıdır.
Engels,
mata dolaşımı koşullarında işleyen Dühring’in ‘ekonomik
komünasını ‘Anti-Dühring’inde eleştirirken meta dolaşımının,
kaçınılmaz bir biçimde, Dühring’in ‘ekonomik komünasını’,
kapitalizmi yeniden doğurtmaya vardıracağını açık-seçik
göstermiştir. Görünüyor ki, Sanina ve Wenşer yoldaşlar bu
düşüncede değildirler. Kendileri için yazık. Ancak biz
Marksistler, sosyalizmden komünizme geçişin ve gereksinimlere göre
ürünlerin paylaşımı komünist ilkesinin, her tür meta
değişimini ve sonuç olarak, ürünlerin metalara dönüşmesini ve
aynı zamanda, onların değene dönüşmesini dışladığını
belirten Marksizm’in iyi bilinen tezinden hareket ediyoruz”
(Stalin;
C. 15, s. 339-341. SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”).
15)Stalin;
agk., s. 341-342.
16)Woprosy
Ekonomiki, “Warenproduktion im Sozialismus und
Kollektivwirtschaften”.
17)
Ökonomische Lexikon, L-Z, s.1070/1071, 1967.
18)
Liberman; Flirten wir mit dem Kapitalismus? Nutzen und Profite,
Sowjetische Leben, Temmuz 1965.
19)
L. Gatowski; “Unity of Plan and Cast Accounting”, in “Kommunist,
No: 15, 1965. Aktaran:
Bland; agk., s. 26.
20)
G. Kosiachenko: ibid.; P. 243. Aktaran: Bland; agk., s. 27.
21)
R. Rakitsky, “Bourgeois Interpretation of the Soviet Economic
Reform”, in, “Woprosy Ekonomiki; Nr. 10, 1965. Aktaran: Bland; s.
27.
22)
Liberman, “The Plan, Direct Ties and Profitability; Pravda: 21
Kasım 1965. Aktaran:
Bland; s. 27.
23)
L. Gatowski. Aktaran: Bland; s. 28.
24)
L. Konnik, “Planung und der Markt”, Woprosy Ekonomiki, Nr. 5,
1966.
25)
Agy.
26)
E.
G. Liberman: "Plan, Direct Ties and Profitability“. Aktaran:
Bland; agk., s. 29.
27)
L.
Gatovski: "Unity of Plan and Çost Accounting“. Aktaran:
Bland; agy.
28)
Liberman; “Planung Production and Standards Long-form Operation; in
Voprosy Ekonomiki. Aktaran: Bland; agk., s. 29.
29)A.
M. Rumyantsev; “Management of the Soviet Economy Today; Basic
Principles”. Aktaran: Bland; Agk., s. 29.
30)
S. Starostin, G. Emdin; “The Five Year Plan and the Soviet Way of
Life”. Aktaran: Bland; Agk., s. 30
31)
V. Rusakova, G. Sudets: “Problems and Judgements: Let’s Remember
Adverting. Aktaran: Bland; Agk., s. 32.
32)
B. Suharevski, “The Enterprise and Material Stimulation in
Ekonomicheskoya gazeta. Aktartan:
Bland; Agk., s. 34.
33)Ökonomisches
Lexikon; Q-Z, s.581/582, Berlin 1980. 1980, 3. Baskı.
34)
Politische Ökonomie des Sozialismus, s. 130, 1967.
35)Sowjetskije
Nomosti, Nr. 9, Nisan 1964.
36)Sowjetskije
Nomosti, Nr. 9, Nisan 1964.
37)
Engels; C. 20, s. 289, “Anti-Dühring”.
38)
Engels; agk., s. 291.
39)
S. Pervuşkin; “Planwirtschaft”, Nr. 7, 1961.
40)“Değer
ve değer yasası, meta üretiminin varlığına bağlı bulunan
tarihsel bir kategoridir. Meta üretiminin yok olması ile, değer ve
değer yasası da bütün biçimleriyle yok olacaktır”.
“Diyorlar
ki, bizde, sosyalist düzende yürürlükte bulunan bazı ekonomik
yasalar, değer yasası dahil olmak üzere, planlı ekonominin temeli
üzerinde “biçim değiştirmiş” ve hatta “temelinden biçim
değiştirmiş” yasalardır. Bu da yanlıştır. Yasaların
“biçimini değiştirmek” ve hele onların biçimlerini
“temelden” değiştirmek olanaksızdır. Eğer, onların biçimi
değiştirilebilseydi, onları yok etmek ve yerlerine yenilerini
getirmek de mümkün olurdu. Yasaların “biçim değiştirmesi”
tezi, yasaların “yok edilişi” ve “oluşturulması” yanlış
formülünün bir kalıntısından başka bir şey değildir.
Ekonomik yasaların biçimini değiştirmek formülünün bizde uzun
süreden beri sözü edilmesine karşın, daha özenli olmak için
bundan vazgeçmek zorundayız. Şu ya da bu ekonomik yasanın etki
alanı sınırlandırılabilir, eğer varsa, onların yıkıcı
etkileri önlenebilir, ama yasaların “biçimi değiştirilemez”
ya da onlar “yok edilemez”.
“Ekonomi
politiğin kendine özgü bir özelliği, onun yasalarının, doğa
yasalarının tersine, sürekli olmayışlarıdır; bunların çoğu
hiç olmazsa bir tarih dönemi boyunca etkili kalırlar, sonra da
yerlerini başka yasalara bırakırlar. Yok olmazlar, ancak yeni
ekonomik koşulların sonucu olarak güçlerini yitirirler ve onlar
da, insanların iradesi ile yaratılmış bulunmayan, ve ama yeni
ekonomik koşulların temeli üzerinde ortaya çıkan yeni yasalara
yerlerini bırakmak üzere sahneden çekilirler”
(Stalin; C. 15, s. 271, 274, 261 ve 257/58 SSCB’nde Sosyalizmin
Ekonomik Sorunları).
41)
Wosnesenski’ye göre değer yasası, işin, ekonominin çeşitli
sektörleri arasında dağılımını belirler. Bir işletme ne kadar
verimli olursa, o kadar yatırım ve emeği kendine çeker. Bu baya
göre meta fiyatı, değerini yansıtmalıdır. Üretimi
örgütlemesinde maliyet hesaplaması çok önemlidir, bu hesaplama
münferit işletmelerin ve sanayilerin verimliliğine dayanmalıdır.
Münferit işletmelerde, maddi teşvike ücretlerin yükseltilmesine
önem verilmelidir.
Devlet Planlama Komisyon
başkanı olan Wosnesenski, bu konumunu, görüşlerini yaymak için
kullanır. Parti ve devletin içinde önemli sorumluluklar taşıyan
bir çok fonksiyoner ve bir kısım ekonomist onu desteklerler.
Leontyev ve Gatovski bu türden ekonomistlerdendi.
Wosnessenski, reform
düşüncelerini uygulamaya kor. Onun “reform”u 1 Ocak 1949’da
yürürlüğe konur ve toptancı fiyatı, değerine uygun olsun diye
yeniden tespit edilir. Bunun sonucu vahim olur. Çoğu temel
ürünlerin fiyatı birdenbire ikiye, üçe katlanır.
Wosnesenski
reformlarının uygulanmaya konmasından bir kaç hafta sonra
Bolşevikler, Stalin önderliğinde harekete geçerler. 1949 Martının
başında Wosnesenski, görevinden alınır ve Temmuz 1949’da da
partiden atılır. 1949 sonunda yabancı bir devlete, Devlet Planlama
Komisyonunun gizli belgelerini verdiği nedeniyle dava edilir.
Wosnesenski dahil, dava edilenlerin bir kısmı ölüme mahkum
edilirler ve Eylül 1950’de, Stalin’in karşı çıkmasına
rağmen, infaz edilirler. (Leningrad Olayı denen gelişme budur).
Bu
bayın ekonomik reformları iki adımda; 1 Ocak ve 1 Temmuz 1950’de
geri çekilir.
42)Stalin;
agk, s. 271.
43)Stalin;
agk., s. 275/276.
44)
L.
Gatovski: "The Role of Profit in a Socialist Economy", in:
"Kommunist" (Communist), no. 18, 1962, in: M.E. Sharpe
(Ed.): "Planning, Profit and Incentives in the USSR",
Volume 1; New York; 1966; p. 98. Aktaran: Bland; agk., s.18.
45)
N.S. Khrushchov: Report on the Programme of the CPSU, 22nd.
Congress
CPSU; London; 1961; p.54. Aktaran: Bland; agy.
46)
Editorial: "Economic Policy and the Work of Communism", in:
"Pravda" (Truth), January 14th., 1966, in: "The Soviet
Economic Reform: Main Features and Aims"; Moscow; 1967; p.11.
Aktaran: Bland; agy.
47)
L. Gatovsky: p. cit.; p.90. Aktaran: Bland; agk., s.19.
48)A.M.
Rumyantsev: "Management of the Soviet Economy Today: Basic
Principles", in: "Soviet Economic Reform: Progress and
Problems"; Moscow; 1972; p.12. Aktaran: Bland; agy.
49)
S. Kamenitser: "The Experience of Industrial Management in the
Soviet Union"; Moscow 1975; p.130-1. Aktaran: Bland; agy.
50)
V. Trapeznikov: "For Flexible Economic Management of
Enterprises", in: "Pravda" (Truth), August 17th.,
1964, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 196. Aktaran:
Bland; agy.
51)
L.
Leontiev: "The Plan and Methods of Economic Management",
in: "Pravda" (Truth), September 7th., 1964, in: M.E. Sharpe
(Ed.): op. cit., Volume 1; p. 209. Aktaran: Bland; agy.
52)
E.G. Liberman: "Are We Flirting with Capitalism? Profits and
'Profits' ", in: "Soviet Life", July 1965, in: M.E.
Sharpe (Ed.) op. cit., Volume 1: p. 309. Aktaran: Bland; agy.
53)
B. Sukharevsky: "New Elements in Economic Incentives", in:
"Voprosy ekonomiki" (Problems of economics), No. 10, 1965,
in: "The Soviet Economic Reform: Main Features and Aims";
Moscow; 1967; p. 76. Aktaran: Bland; agk., s. 20.
54)
Editorial: "Economic Policy and Work for Communism", in:
"Pravda" (Truth), January 14th., 1966, in: ibid.; p.11.
Aktaran: Bland; agy.
55)
N. Bogomolova: "Human Relations' Doctrine: Ideological Weapon of
the Monopolies"; Moscow; 1973; p.63. Aktaran: Bland; agy.
56)
E.G. Liberman: "Plan, Direct Ties and Profitability", in:
"Pravda" (Truth), November 21st., 1965, in: "The
Soviet Economic Reform: Main Features and Aims", Moscow; 1967;
p.55. Aktaran: Bland; agy.
57)
P. Bunich: "Economic Stimuli to Increase the Effectiveness of
Capital Investments and the Output-to-Capital Ratio", in:
"Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 12, 1965,
in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 2; p. 189. Aktaran: Bland;
agk., s. 21.
58)(I.
Kasitsky: "The Main Question: Criteria for Premiums and Indices
Planned for Enterprises", in: "Voprosy ekonomiki"
(Problems of Economics), No. 11, 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): op.
cit., Volume 1; p. 139. Aktaran: Bland; agy.
59)
L.
Gatovski: op. cit., p. 95. Aktaran: Bland; agy.
60)
L. Leontiev: "Pravda" (Truth), July 10th., 1964, in: J.L.
Felker: "Soviet Economic Controversies". Cambridge (USA);
1966; p. 77-8. Aktaran: Bland; agk., s. 21/22.
61)
A.N. Kosigin: "On Improving Industrial Management, Perfecting
Planning and Enhancing Economic Incentives in Industrial Production",
in: "Izvestia" (News), September 28th., 1965, in: M.E.
Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 2, p. 21. Aktaran: Bland; agk., s. 23.
62)
B. Sukharevsky: "On Improving the Forms and Methods of Material
Incentives", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of
economics), No. 11, 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.) op. cit., Volume 1;
p. 116-7, 118. Aktaran: Bland; agk., s. 25.
63)G.
Kosiachenko: "Important Conditions for Improvement of Planning",
in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 11,
1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 158. Aktaran:
Bland; agy.
64)B.
Sukharevsky: "New Elements in Economic Incentives", in:
"Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 10, 1965,
in: "The Soviet Economic Reform: Main Features and Aims";
Moscow; 1967; p. 78. Aktaran: Bland; agy.
65)V.S.
Nemchinov: "Socialist Economic Management and Production
Planning", in: "Kommunist" (Communist), No. 5, 1964,
in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 188-9. Aktaran: Bland;
agy.
66)
V. Trapeznikov: op. cit.; p. 196. Aktaran:
Bland; agk., s. 26.
67)
B. Sukharevsky: "The Enterprise and Material Stimulation",
in: "Ekonomicheskaya gazeta" (Economic gazette), No. 49,
1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 2; p. 205, 206.
Aktaran: Bland; agy.
68)(E.G.
Liberman: "Plan: Profits: Bonuses", in: "Pravda"
(Truth), September 9th., 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit.,
Volume 1; p. 83. Akt: Bland; agk, s. 81.
69)
Editarial: “Economic Policy and Mark for communism” Pravda, 14
Ocak 1966, Akt: Bland; s. 81.
70)
E.G. Liberman: "Are We Flirting with Capitalism? Profits and
'Profits'", in: "Soviet Life", July 1965, in: M.E.
Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 304.Aktaran: Bland; agk., s. 82.
71)Liberman;
aktaran: Bland: agk, s. 85.
72)Liberman;
“Profitability of socialist Enterprises”, Aktaran: Bland, agk, s.
85.
73)
Editarial; “Economic Policy and Mark for Communism”, Prawda, 14
Ocak 1966. Aktaran: Bland, s.85.
74)
D.A. Allakhverdyan: "National Income and Income Distribution in
the USSR", in: "The Soviet Planned Economy"; Moscow;
1974; p. 92). Akt.: Bland; s. 85.
75)
B. Rakitsky; “Bourgeois Interpretotion of the Soviet Economic
Reform”, Akt.: Bland; s. 85.
76)
L. Gotavsky: agk, s.,, 91, Akt. Bland, s. 86.
77)
V. Belkin ve I. Berman: “The Independence of the Enterprise and
Economic Stimuli, Izvesta, 4 Aralık 1964; Akt.: Bland; s. 86.
78)
E. G. Liberman, akt: Bland, s. 86.
79)
Editarial; “Economic Policy and Mark of Communism” Prawda, 14
Ocak 1966, Aktaran: Bland; s.86.
80)
Marks; C. 23, s. 231. (Kapital, C. I).
81)
Marks; C.
19, s. 18/19, “Gotha Programı Eleştirisi”.
82)
L. Gatovski: "The Role of Profit in a Socialist Economy",
in :"Kommunist" (Communist), No. 18, 1962, in: M.E. Sharpe
(Ed.): "Planning, Profit and Incentives in the USSR",
Volume 1; New York; 1966; p. 103-4. Aktaran; Bland; s. 78.
83)V.
Shkatov: "What is Useful for the Country is Profitable for
Everyone", in: "Pravda" (Truth), September 1st., 1964,
in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 203. Aktaran; Bland;
agk., s. 78.
84)
A.N. Kosygin: "On Improving Industrial Management, Perfecting
Planing and Enhancing Economic Incentives in Industrial Production",
in: "Izvestia" (News), September 28th., 1965, in: M.E.
Sharpe (Ed.): op. cit., Voume 2; p. 21. Aktaran: Blanda; agy.
85)
Bkz.: Bland; agk., s. 79.
86)V.M. Batyrev: "Commodity-Money Relations under Socialism", in: "The Soviet Planned Economy"; Moscow; 1974; p. 172. Aktaran: Bland; agk., s. 87.
86)V.M. Batyrev: "Commodity-Money Relations under Socialism", in: "The Soviet Planned Economy"; Moscow; 1974; p. 172. Aktaran: Bland; agk., s. 87.
87)A.N.
Kosygin: "On Improving Industrial Management, Perfecting
Planning, and Enhancing Economic Incentives in Industrial
Production", in: "Izvestia" (News), September 28th.,
1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): "Planning, Profit and Incentives in
the USSR", Volume 2; New York; 1966; p. 26. Aktaran: Bland; s.
87.
88)
E.G. Liberman: "Cost Accounting and Material Encouragement of
Industrial Personnel", in: "Voprosy ekonomiki"
(Problems of Economics), No. 6, 1955, in: M.E. Sharpe (Ed.): op.
cit., Volume 1; p. 13. Aktaran: Bland, s. 87.
89)
E.G. Liberman: "Plan: Profits: Bonuses", in: "Pravda"
(Truth), September 9th., 1962, in; M.E. Sharpe (Ed.): op. cit.,
Volume 1; p. 80, 86.
Aktaran: Bland; s. 87.
90)
L. Gatovsky: "The Role of Profit in a Socialist Economy",
in: "Kommunist" (Communist), No. 18, 1962, in: M.E. Sharpe
(Ed.): op. cit., Volume 1; p. 104. Aktaran: Bland; agk., s. 88.
91)V.
Belkin & I. Berman: "The Independence of the Enterprise and
Economic Stimuli", in: "Izvestia" (News), December
4th., 1964, in; M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 227.
Aktaran:
Bland; Agk., s. 88.
92)
A.N. Kosygin: ibid.; p. 25-6. Aktaran; Bland; agy.
93)
E.G. Liberman: "Cost Accounting and Material Encouragement of
Industrial Personnel", in: "Voprosy ekonomiki"
(Problems of Economics), No. 6, 1955, in: M.E. Sharpe (Ed.): op.
cit., Volume 1; p. 17. Aktaran: Bland; agy.
94)
G. Kosiachenko: "Important Condition for Improvement of
Planning", in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of
Economics), No. 11, 1962, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1;
p. 157. Aktaran:
Bland; agy.
95)
G. Kosiachenko: ibid.: p. 157. Aktaran: Bland; agy.
96)
S. Kamenitser: "The Experience of Industrial Management in the
Soviet Union"; Moscow; 1973; p. 134. Aktaran: Bland; agy.
97)
Y.L. Manevich: ibid.; p. 253. Aktaran: Bland; agy.
98)E.G.
Liberman: "Economic Levers for Fulfilling the Plan for Soviet
Industry", in: "Kommunist" (Communist), No. 1, 1959,
in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 1; p. 54. Aktaran:
Bland; agy.
99)
S. Kamenitser: ibid.; p. 127. Aktaran: Bland; agy.
100) S. Kamenitser: ibid.; p. 127. Aktaran: Bland; agk.,
s. 90.
101)
A. Volkov: "A Mighty Stimulus for The Development of
Production", in "Pravda" (Truth), November 14th.,
1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 2; p. 169. Aktaran:
Bland; agy.
102)
E. Manevich: "Ways of Improving the Utilisation of Manpower",
in: "Voprosy ekonomiki" (Problems of Economics), No. 12,
1973, in: "Problems of Economics", Volume 17, No. 2; June
1974; p. 13. Aktaran: Bland; agk., s. 91.
103)F.
Levtrinsky & G. Mantsurov: "Ekonomika Sovetskoy Ukrainy"
(The Economy of Soviet Ukraine), No. 5, 1968; p. 47; in: G.R. Feiwel:
"The Soviet Quest for Economic Efficiency"; New York; 1972;
p. 387. Aktaran: Bland; agy.
104)F.
Roethlisberger & W. Dickson: 'Management and the Worker';
Cambridge (USA); 1946; p. 542. Aktaran: Bland; agy.
105)
N. Bogomolova: "'Human Relations' Doctrine: Ideological Weapon
of the Monopolies"; Moscow; 1973; p. 54, 55. Aktaran: Bland;
agk., s. 92.
106) N. Bogomolova; ibid.; p. 96, 99. Aktaran: Bland;
agy.
107) P.Krylov & M. Chistiakov: "Problems in
Improving the Methods of National Economic Planning", in:
"Planovoe khoziaistvo" (Planned Economy), No. 1, 1972, in:
"Problems of Economics", Volume 15, No. 4; August 1972; p.
33. Akmtaran: Bland; agy.
108)T. Ivensen: "Problems in Forecasting the
Monetary Savings of the Population", in: "Nauchnye doklady
vysshei shkoly: Ekonomicheskie nauki" (Scientific Reports of
Higher Schools: Economic Science), No. 11, 1973, in: "Problems
of Economics", Volume 17, No. 2, June 1974; p. 66-7. Aktaran:
Bland; agk., s.93.
109)N. Buzliakov: "Rational Long-range Income and
Consumption Norms", in: "Planovoe khoziaistvo"
(Planned Economy). No. 6, 1974, in; "Problems of Economics",
Volume 17, No. 7; November 1974; p. 84. Aktaran: Bland; agy.
110)
Marks; C. 25, s. 46 (Kapital, C. III).
111)
Marks; agk., s. 52.
112)
Kapitalizm ve sosyalizmdeki paylaşıma ilişkin şemalar, konuya
ilişkin hemen her ciddi kitapta bulunabilir veya anlatımdan
hareketle çıkartılabilir. Revizyonizme ilişkin olan tarafımızdan
hazırlandı.
113)Köylülerin
ve zanaatçıların ürünleri de ulusal gelirin bir bileşimini
oluştururlar. Bu alanda üretilen ürünün bir kısmını köylüler
(emekçi köylüler) ve zanaatçılar alırlarken, diğer kısmı da
kapitalistlerin -zengin köylülük, toptancılar, tüccarlar,
bankacılar vs- eline geçer. Bu emekçi kesimin gelirlerinin kaynağı
kendi işgüçlerinin ifadesi olarak elde ettikleri ürünlerdir;
kendi çalışmaları, kendi emekleridir. Bu kesimin yabancı
işgücünü sömürerek gelir (artı değer) elde etme durumları
istisnadır.
114)Marks’ın
belirttiği gibi, kapitalist devletin bütçesi, “...
sınıf bütçesinden, burjuvazi için bütçeden başka bir şey
değildir”. Bütçe,
ulusal geliri sömürücü sınıfların lehine yeniden paylaşmanın
bir aracıdır. Bütçenin çok önemli bir kısmını vergiler
oluşturur. Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı
ve emekçi yığınlar, dolaylı ve dolaysız vergi adı altında
resmen soyulurlar ve kapitalist devlet, bütçe gelirlerini
kapitalist sınıfa yeniden -örneğin kredi, sübvansiyon vs.-
dağıtır.
115) Gotha Programı Eleştirisi”, C. 19, s. 19.
116)
Büyük Sovyet Ansiklopedisi; C. I, s. 1126, 1952.
117)MK
Plenumlarının, Konferansların ve Parti Kongrelerinin Kararlarında
ve Bildirgelerinde SBKP, Cilt XII, s. 274/275.
118)
“MK Plenumlarının, Konferansların, Parti Kongrelerinin…”;
Cilt XIII, s. 92/93.
119)Bkz.:
1954’ün ilk baharında Yüksek Sovyet’teki konuşması.
120)Bkz.: Leonhard; W. Leonhard; “Die Revolution
entlaesst ihre Kinder”, s. 90-93.
121)W.
Leonhard; agk, s. 96.
122)W.
Leonhard; agk., s.104.
123)Bkz.:
W. Leonhard; agk, s. 93.
124)
Bkz.: W. Leonhard; agk, s. 210.
125)
A. L. Paşkov; agk, s. 121.
126) “Die Kommunistische Partei der Sowjetunion in
Resolutionen und Beschlüsse der Parteitage, Konferenzen und Plenen
des ZK” - MK Plenumlarının, Konferanslarının ve Parti
Kongrelerinin Kararlarında ve Bildirgelerinde SBKP, C. XIII. Berlin,
1961, s. 4.
127)Gelişmeyi
ve sonucunu E. Hoca şöyle anlatır:
“Revizyonist
gericilerin konumu pekişti ve onların Başkanlıktaki (siyasi
konsey kastediliyor, çn)
karşıtları Malenkov, Molotov, Kaganoviç, Voroşilov ve diğerleri,
şimdi, Kruşçev’in SBKP’ne ve proletarya diktatörlüğü
devletine karşı sürdürdüğü entrika ve şeytani planları daha
açık görmeye başladılar. Parti Merkez Komitesi Başkanlığının
1957 yazında Kreml’ndeki bir oturumunda Kruşçev, bir dizi
eleştiriden sonra azınlıkta kaldı ve .... Birinci Sekreter olarak
görevinden alındı. Ve tarım bakanı yapıldı.... Ama bu, sadece
birkaç saat geçerliydi. Kruşçev ve yandaşları, gizlice alarm
verdiler, Mareşaller, Kreml’i tank ve askerlerle kuşattılar ve
bir farenin dahi Kreml’i terk etmemesi emrini verdiler. Ayrıca,
SBKP MK’nin başkanlık üyelerini getirmek için her tarafa uçak
yolladılar. Kruşçev’in yaratığı olan Polyanski bize anlatmaya
devam etti: “Sonra Kreml’e gittik ve oturuma katılmayı talep
ettik. Voroşilov dışarı çıktı ve ne istediğimizi sordu.
Oturuma katılmak istediğimizi söyleyince, bunu reddetti. Ona
yumruk gösterince ‘ne oluyor burada’ diye sordu. Onu uyardık:
fazla gevezelik yapma, yoksa seni tutuklarız. Oturuma katıldık ve
durumun değişmesini sağladık. Kruşçev iktidarı yeniden aldı”.
Stalin’in
bu eski mücadele arkadaşları, onun şanlı eserini karalamaya
katılan bunlar, başarısız kalan bu denemeden sonra “parti
düşmanı grup” olarak tanımladılar ve Kruşçevciler tarafından
nihai olarak azledildiler”
(Enver
Hoca; Kruşçevciler, s. 205/206).
Bu “parti
düşmanı grup” hakkında alınan karar şöyleydi:
“SBKP
MK Plenumu 22-29 Haziran 1957’deki oturumlarında, SBKP Başkanlığı
içinde oluşan Malenkov, Molotov ve Kaganoviç’ten müteşekkil
parti düşmanı grup sorunu ele alındı...
Partinin
siyasi çizgisini değiştirmek için bu grup, parti düşmanı
fraksiyonculuk yöntemleriyle SBKP MK Plenumlarında seçilmiş
yönetici parti organlarının bileşimini değiştirmeye çalıştı”
(“MK
Plenumlarının, Konferanslarının...”; C. XIII. s. 25).
Bu grubun
“suç” ve “hataları” devamla şöyle sıralanıyordu:
- Son 3-4 yıl boyunca parti, kararlı bir şekilde kişiye tapıcılığa karşı, kişiye tapıcılıktan kaynaklanan hatalara ve eksikliklere karşı ve ulusal ve enternasyonal alanda “Marksizm-Leninizmin revizyonistleri”ne karşı başarılı bir mücadele verirken bu grup, buna karşı direndi.
- Bu parti düşmanı grup, XX. Parti kongresi rotasına sürekli karşı geldi.
- Bu grup, Birlik Cumhuriyetleri’nin ekonomik ve kültürel inşasına karşı geldi.
- Bu grup, ekonomi yönetiminin yeniden örgütlenmesine karşı geldi.
- Bu grup, kolhozlardaki “eski, bürokratik planlama yöntemi”nin değiştirilmesine karşı geldi vs. vs. (Bkz.: agk., s. 26-33).
Karar:
“1.
Malenkov, Kaganoviç, Molotov ve onlara katılan Şepilov’dan
müteşekkil parti düşmanı grubun fraksiyonculuk faaliyeti,
partimizin Leninist ilkeleriyle uzlaşmaz olarak mahkum edilmelidir.
2.
Malenkov, Kaganoviç ve Molotov yoldaşlar, MK Başkanlığı üyeliği
ve MK üyeliği görevlerinden alınmalıdırlar; Şepilov, SBKP MK
Sekreteri görevinden alınmalıdır. Keza MK Başkanlığı adayı
ve MK üyeliği görevinden de alınmalıdır”
(Agk., s. 32).
Bu karardan
sonra Sovyet yönetimi temelden değiştirilir. Bu gruptan yana olan
bütün önemli yöneticiler görevlerinden alınırlar. Temizlik
birden bire değil, yavaş yavaş yapılır. Boşalan yerler Kruşçev
yanlıları tarafından doldurulur.
Bu grubu E.
Hoca şöyle değerlendiriyor:
“Onların
arkasından hiç kimse ağlamadı, kimse üzülmedi. Onlar, devrimci
ruhlarını kaybetmişlerdi, Bolşevizmin cesedi olmuşlardı, artık
Marksist-leninist değillerdi. Onlar, Kruşçev ile anlaştılar ve
Stalin ve eserinin kirletilmesine izin verdiler; bir şeyler yapmaya
çalıştılar, ama parti ile değil, çünkü onlar için de artık
parti yoktu”
(Enver Hoca; agk., s. 206/207).
Bu
“parti düşmanı grup” hakkında çok şey söylenebilir. Ama
açık olan şu ki bu grubun, grup olma özelliği yoktu. Onları
grup yapan, Kruşçev’e karşı oluştu. Dolayısıyla
Kruşçev ve avenesine karşı olan herkes bu gruptan sayılıyordu.
Malenkov,
Molotov ve Kaganoviç ne derece komünisttiler, Marksizm-Leninizm ne
derece bağlıydılar? Şüphesiz ki bunlar hiç de tutarlı hareket
etmemişlerdi. Stalin’in ölümünden sonra yalpalamışlar, çoğu
kez de –Malenkov örneğinde olduğu gibi- Kruşçev’in
oyunlarına alet olmuşlardı. Onların hataları büyüktür. Onlar,
Marksizm-Leninizm ve Stalin’e karşı suç işlemişlerdir. Bunun
ne derece bilincinde olduklarını tespit etme durumumuz yok. Ama
onların arasında Marksizm-Leninizme ve Stalin’e en uzak kalan
Malenkov olmuştu. Bu üçlü, Stalin’in ölümünden Haziran
1957’ye kadar olan süreç içinde devrimci özelliklerini hızla
yitirmişlerdi. Yaratılan esere ve düşünceye sahip çıkmak
istemişler, ama sürekli oyuna gelmişler, sürekli yanlış açıdan
sahip çıkmaya çalışmışlardır. Ama her şeye rağmen bu üçlü,
Stalin’in ölümünden sonra tasfiye edilene kadar, yani Haziran
1957’ye kadar şu veya bu şekilde Marksizm-Leninizmi savunmaya
çalışmışlardır.
Şu veya bu kişinin söz konusu dönemdeki rolünü
farklı değerlendirebiliriz. Bu, o kadar önemli değil. Önemli
olan, Haziran 1957’deki iktidar kavgasının sınıfsal
sonuçlarıdır. Kişilerin rolü, bizim değerlendirmemizden
bağımsız olarak, bu çatışmada görülüyor. Dolayısıyla bu
tarihteki iktidar kavgasının karakteri ile kişilerin rolü
diyalektik bir bütünlük içinde ele alınmalıdır.
128) Stalin; agk, C. 15, s. 316/317.
129)
Bu konuda Yaroşenko’yu eleştiren Stalin şöyle der:
Yoldaş
Yaroşenko, sosyalizmde toplumun üretim ilişkileri ve üretici
güçleri arasında asla çelişki yoktur iddiasında bulunmakla
yanılıyor. Tabii ki bizim şu durumdaki üretim ilişkilerimiz,
üretici güçlerin gelişmesiyle tamamen uyumluluk içinde olan ve
üretici güçleri dev adımlarla ilerleten bir dönemden geçiyorlar.
Ama bununla yetinilmesi ve bizim üretici güçlerimiz ile üretim
ilişkilerimiz arasında çelişkilerin asla olmayacağına inanmak
yanlış olur. Şüphesiz ki çelişkiler var ve şüphesiz ki
olacak, çünkü üretim ilişkilerinin gelişmesi, üretici güçlerin
gelişmesinin arkasında kalıyor ve kalacaktır. Yönetici
organların doğru bir politikası ile bu çelişkiler zıddına
çevrilemezler ve burada toplumun üretim ilişkileri ve üretici
güçleri arasında bir çatışma olmaz. Ama yoldaş Yaroşenko’nun
önerdiği gibi yanlış bir politika izlersek, durum değişir. Bu
durumda çatışma kaçınılmaz olur ve bizim üretim ilişkilerimiz,
üretici güçlerin devam eden gelişmesi önünde ağır bir engel
olabilirler....
Bu
görünümlerin, aynı zamanda, üretici güçlerimizin devasa
gelişmesini engellemeye başladıklarını görmemek affedilmez bir
körlük olur. Bunlar, bütün ulusal ekonominin, özellikle tarımın
devlet planlamasıyla tam kontrol altına alınması önünde engel
oluyorlar. Bu görünümlerin, ne kadar uzarsa, ülkemizin üretici
güçlerinin devam eden büyümesini o kadar çok engelleyeceğinden
şüphe olmamalıdır. Bundan dolayı, görev, bu çelişkileri
kolektif ekonomiksel mülkiyeti genel halk mülkiyetine tedricen
dönüştürmekten ve meta dolaşımının yerine –keza tedricen-
ürün mübadelesini getirmekten ibarettir” (Stalin;
agk, s. 317/318).
130) H. Karuscheit/A. Schröder; “Von der
Oktoberrevolution zum Bauernsozialismus”, Verlag Theoreticher
Kampf, 1993, s. 263.
131) H. Karuscheit/A. Schröder; agk., s. 262/263.
132)Aktaran: H. Karuscheit/A. Schröder; agk, s. 263.
133)Bkz, Karuscheit/A. Schröder; agk, s. 263/264.
134)
1 Mart 1958’de “Yoldaş
Kruşçev’in Tezleri: Kolhoz Yapısının Geliştirilmesi ve
Makine-Traktör-İstasyonlarının Yeniden Örgütlenmesi Üzerine”
yayınlanır. MTİ’nın bu tezlere göre yeniden örgütlenmesinin
1959 sonuna kadar tamamlanması öngörülür. Yeniden örgütleme
kolhozların satışından başka bir anlam taşımıyordu. Nitekim
kolhozlar bu tarihe kadar 32 milyar ruble değerinde makine ve
traktör satın almışlardı (Bkz.: Günther Wagenlehner; “Das
sowjetische Wirtschaftssystem und Karl Marx”, s. 298,
301,Köln-Berlin 1960).
135)Stalin;
agk, s. 339/340.
136)“MK Plenumlarının, Konferanslarının...”;
agk., C. XIII. s. 93.
137) Bkz.: Leonhard; agk, s. 315/316.
138)Albanien heute, Nr. 3, 1990, s. 7.
139)Lenin; C. 17, s. 26/27, “Über einige
Besonderheiten der historischen Entwicklung des Marxismus”.
140) Lenin; agk., s. 27/28.