SOSYALİZMDE
ÜCRET POLİTİKASI* (II)
II-KRUŞÇEV
VE SONRASI
“Hukuk,
hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından … daha yüksek
olamaz”
(Marks,
“Gotha Programı Eleştirisi”)
Kendi
anlayışlarına göre Kruşçev revizyonistleri, en kısa zamanda
komünizme geçmek ve emeğine göre değil de, ihtiyaçlara göre
ilkesini gerçekleştirmek için iktidarı ele geçirdiler. XX. Parti
Kongresi, önceki girişimin (1955) onanması ve sonrasındaki
adımların çıkış noktasıydı. Komünizme geçme vaadi uzun
ömürlü olmadı ve yakın zamanda komünizme geçileceğinin
açıklandığı XXII. Parti Kongresi, aynı zamanda, Sovyet
revizyonistlerini ekonomik gerçeklikle yüz yüze getirdi.
1933’te
dağıtılan ”Çalışma Halk Komiserliği“ 1955’te „İş ve
Ücretler İçin Devlet Komitesi“ adı altında yeniden kuruldu.
Öncü işçi hareketi tasfiye edildi. Buna paralel olarak akortla
çalışma da geriledi. Bunun yerini zamana göre ücret almaya
başladı. Bireysel parça başı ücretin yerini, daha önceleri
eleştirilen grup primleri aldı. Komünizme doğru yaklaşılıyor
olsa gerek, ücretlerde eşitleme adımları atılmaya başlandı;
Orta ve özellikle alt gelirler arttırıldı ve 1957-1965 arasında
yüksek gelirler ya artmadı ya da yavaş arttı. Buna paralel olarak
bireysel parça başı iş azaltıldı ve progresif akort ölçülerinin
“aşırı” biçimleri tasfiye edildi.
Sonra
progresif akort tasfiye edildi; 1961’de işçilerin sadece yüzde
biri bu sisteme göre ücret alıyordu.
XX.
Parti Kongresinde gelir farklılığının kapatılması, resmi ücret
politikasının amacı ilan edildi. Bu amaç, eşitçiliğe
düşülmeksizin gerçekleştirilecekti. Bu amacın
gerçekleştirilmesi için bir dizi tedbir alındı:
- XXI. Kongrede (1959) yasal asgari ücretin (27-35 ruble) 1965’te 50-60 rubleye çıkartılması öngörüldü.
- 1958’de, 60 rubleye kadar olan aylık gelirlerde gelir vergisi kaldırıldı.
- 1960 ve 1961’de çıkartılan yeni ücret cetvelleriyle kalifiye ve kalifiye olmayan meslekler arasındaki gelir farkları daraltıldı; 2,8:1’den 1,9:1’e indirildi.
- Akort ücretlendirmesinin yerini giderek zamana göre ücretlendirme almaya başladı.
Hem
bütün olarak sanayide, hem de tekstil sanayi sektörlerinde
işçiler ile teknik ve yönetici memurlar arasındaki ücret farkı
da görünüşte daraltıldı. 1932’de sanayide mühendislerin ve
teknisyenlerin ortalama geliri, sıradan bir işçinin ortalama
gelirinin yüzde 263’üne tekabül ediyordu, yani oran 1:2,63’tü.
Sıradan memur ise işçi ücretinin yüzde 150’sini kazanıyordu,
yani oran 1:1,5 idi. 1955’te mühendislerin ve teknisyenlerin
geliri, işçi gelirinin yüzde 165’ine ve sıradan memurunki da
yüzde 88’ine tekabül ediyordu. 1960’da ise mühendislerin ve
teknisyenlerin geliri, işçi ücretinin yüzde 150’sine tekabül
ediyordu, yani oran 1:1,5’e düşmüştü.
Kruşçev
revizyonizmi, kısa zamanda komünist toplumu kurmayı amaçladığı
için, ilk elden ücretler arasındaki farkı kaldırmayı
hedeflemişti. Aslında burada yapılan, emeğe göre sosyalist
dağıtım ilkesinin rafa kaldırılmasından başka bir şey
değildi.
1931’de
Stalin, Kruşçev modern revizyonistlerinin uygulamaya çalıştıkları
ücret politikasını eşitlemecilik diye mahkum etmişti. O
tartışmalarda eşitlemeci ücret cetveli tasfiye edilmiş, yani
zamana göre ücretlendirme tasfiye edilmiş, hatta kolektif akort
ücretlendirmesi de eleştirilmiş ve bireysel akort ücretlendirmesi
temel ücretlendirme olarak kabul edilmişti. 1936-1956 arasında
sanayi işçilerinin dörtte üçünden daha fazlası bireysel akort
ücreti alıyorlardı. 1956’dan sonra durum değişmeye başladı
ve zamana göre ücretlendirme yaygın olarak uygulandı.
SB”nde Ücret
Biçimlerinin Yaygınlık Durumu
(1)
|
||
Yıllar
|
Parça başı ücrete
göre çalışan işgücü
|
Zamana göre ücrete
bazında çalışan işgücü
|
1950
|
% 77
|
% 23
|
1969
|
% 56,6
|
% 46, 4
|
Eşitlemecilik,
demagojiydi. SB’nde yoksulluk diz boyuydu:
Birkaç
bin aileyi kapsayan elit tabakanın varlığı inkar edilemiyordu.
Üst seviyedekilerin aylıkları 1500 rubleye varıyordu ve bu
aylıklar, primlerle daha da artıyordu.
1960’ları
başında bir bilimsel araştırma enstitüsü müdürü yaklaşık
600 ruble, bir çelik işletmesi müdürü 400 ruble kazanıyordu. Bu
miktara, yıllık ücret tutarı kadar olabilen primler dahil
değildi. Buna karşın bir yazman, sekreter 60 ruble kazanıyordu
(yasal asgari ücret). Tanınmış bilim adamlarının aylık
gelirleri 1000 rubleye varıyordu.
Buna
karşın görece yoksulluk içinde yaşayanların sayısı hiç de az
değildi. ‚60’lı yılların ortalarında resmi verilerde
yoksulluk olgusuna yer veriliyordu. Sovyet bilim adamları, şehirli
aileler için yoksulluk sınırı olarak ayda ve kişi başına 51,4
ruble tespiti yapıyorlardı. 1962-1963’te Leningrad’da yaklaşık
10 bin işçi arasında yapılan bir araştırma, ailelerin yüzde
40’ının bu yoksulluk sınırının altında yaşadığını
gösteriyordu. 1962’de açıklanan başka bir araştırma da SB’nde
işçi ve ücretli memurların yaklaşık yüzde 30’unun yoksulluk
sınırı altında yaşadığını ortaya koyuyordu
(2).
1967’de
yayımlanan Sovyet İş İstatistikleri El Kitabına göre ücretlerin
yüksek olduğu inşat sektöründe çalışanların yüzde 20’si
ve ücretlerin düşük olduğu tekstil ve gıda sektörlerinde de
çalışanların yüzde 60’ı, yukarıda belirtilen yoksulluk
sınırı ölçüsünün altında yaşıyorlardı.
1965’te
yeni bir prim sistemi uygulamaya kondu. Bu sistem, gelir farklılığını
arttırdı. Yeni sistemi uygulayan işletmelerde ücretli memurların
gelirleri bir yıl öncesine göre yüzde 10,3 oranında ve
mühendislerin ve teknisyenlerinki de yüzde 8,2 oranında artmıştı.
Bu artış işçilerin gelirinde ancak yüzde 4,1 oranında olmuştu.
1967 sonunda mühendis ve teknikerlerde kar primleri gelirlerin yüzde
20’den daha fazlasını oluşturuyordu. Bu oran işçiler de ise
ancak yüzde 3,3 oranındaydı. 1966-1970 arasında prim fonunun 196
milyondan 3 900 milyon rubleye çıkmasından en çok yüksek gelir
grupları yararlanmıştı.
1-Sosyalizmde
İşgücü ve Revizyonizmde İşgücü
İşçi
sınıfının üretim araçlarından yoksunlaştırılması,
mülksüzleştirilmesi, SB ve diğer revizyonist ülkelerde işgücünün
alım ve satımını kaçınılmaz olarak gündeme getirmiştir.
Sovyet işçileri kontrollerindeki üretim araçlarından yoksun
bırakıldıklarından; de facto mülksüzleştirildiklerinden dolayı
işgücü de de facto meta olmuştu. Marks’ın dediği gibi, “bir
kimsenin, işgücü dışında meta satabilmesi için, kuşkusuz,
üretim araçlarına, hammaddeye, birtakım gereçlere vb. sahip
olması gerekir. Derisiz çizme yapılmaz. Üstelik yaşamını
sürdürebilmesi için de bazı şeylere gereksinmesi vardır. Hiç
kimse —"geleceğin müzisyeni" bile— geleceğin
ürünleri ile ya da bitmemiş durumdaki kullanım değerleri ile
yaşayamaz… ” (3).
Sovyet
revizyonistleri neyi inkar etmeye çalışıyorlardı? Onlar,
işgücünün metaya dönüştüğünü inkar etmeye çalışıyorlardı.
Ama bu inkara rağmen SB’nde de Marks’ın anlattığı şu süreç
artık geçerliydi:
“Meta
tüketiminden değer sızdırabilmek için dostumuz para babası,
dolaşım alanında, piyasada, kullanım değeri, değer kaynağı
olmak gibi özel bir niteliğe sahip bulunan ve bunun için de fiilen
tüketimi bizzat emeğin maddeleşmiş şekli ve dolayısıyla da
değer yaratması olan bir metayı bulacak kadar şanslı olmalıdır.
Ve gerçekten de para sahibi, çalışma kapasitesi ya da işgücü
niteliği taşıyan böyle özel bir metayı piyasada bulur.
İşgücü ya da
çalışma kapasitesi sözünden, insanın, kendisinde bulunan ve
hangi türden olursa olsun bir kullanım değeri üretirken harcadığı
ussal ve fiziksel yeteneklerin bütünü anlaşılmalıdır”
(4).
Sovyet işçisi,
yaşamını sürdürebilmek için de facto kapitaliste, Sovyet
işletmesine, işgücünü, onun dayattığı koşullarda satmak
zorunda kalmıştı. Sovyet modern revizyonistleri, tam da bu gerçeği
inkar ediyorlardı. Onlara göre “sosyalist
bir ülkede, işgücünü meta yapan ekonomik yasalar yoktu”
(5).
Veya
“sosyalizmde
işgücü meta değildir” (6).
Başka
bir ifadeyle, SB’nde işgücünün meta olmadığı ve işçilerin
işgüçleri üzerine özgür karar verme haklarının olduğu
anlatılmak isteniyor.
“Sosyalizmde
çalışan kişi, sürekli, kendi işgücü üzerine karar verme
hakkına sahiptir. O, bu hakkını işletme ile iş anlaşması
yaparak gerçekleştirir”
(7).
Bu
tanımlamanın gerçekle uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yoktur.
SB’nde işgücü, aynen klasik kapitalist bir ülkede olduğu gibi,
metaydı; meta olmak zorundaydı. Çünkü, kar, meta üretimi,
meta-para ilişkileri, meta üretimi ve değer yasasının bütün
ekonomide geçerli olması, üretim araçlarının metalaştırılması
vb. kavramlar ve anlayışlar kapitalist ekonomiye özgüdür ve
Sovyet revizyonistleri bu kapitalist anlayış, kavram ve
kategorileri “sosyalizm” adı altında ekonomide geçerli
kılmışlardır. En azından bu nedenden dolayı, SB’nde işgücü
metaydı, meta olmak zorundaydı. Ve bundan dolayı da ücret
politikası kapitalist ülkelerdekinden, burjuva ücret
politikasından farklı değildi.
İşgücünün
değeri:
Domino
efekti veya çorap söküğü gibi; meta üretimi, üretim
araçlarının metalaştırılması, pazar için üretim, rekabet,
işgücünün metalaşması, sonunda bu gücün bir de değerinin
olacağı gerçeğini ortaya koydu. Sovyet işçisinin işgücü,
alınıp satıldığına göre, bu işlemin belli bir değer
üzerinden gerçekleştirilmesi gerekecekti. Öyle de oldu.
Önce,
Marks’ın işgücü değerinin tespiti hakkındaki görüşlerine
bakalım:
“İşgücünün
değeri, öteki her metada olduğu gibi, bu özel nesnenin üretimi
ve dolayısıyla yeniden üretimi için gerekli iş zamanı ile
belirlenir. İşgücü bir değere sahip olduğuna göre, kendisinde
maddeleşmiş ortalama toplumsal işin belirli bir niceliğinden daha
fazlasını temsil etmez. İşgücü, yalnızca, bir kapasite, ya da
canlı bireyin gücü olarak vardır. Bunun sonucu olarak, işgücünün
üretimi, bu bireyin varlığını öngörür. Belli bir bireyin
işgücü üretimi, onun kendisini yeniden üretmesinden ya da
varlığının devamından oluşur. Bireyin varlığını
sürdürebilmesi için, belli miktarda geçim aracına gereksinmesi
vardır. Bu nedenle, işgücünün üretimi için gerekli iş zamanı,
kendini bu geçinme araçlarının üretimi için gerekli zamana
indirgiyor; başka bir deyişle, işgücünün değeri, işçinin
varlığını sürdürmesi için gerekli olan geçim araçlarının
değeridir. Ne var ki, işgücü, ancak kullanılmakla gerçekleşir;
ancak çalışma ile kendini faaliyete sokar…
Öte
yandan, zorunlu denilen gereksinmelerinin çeşidi ve büyüklüğü,
tıpkı bunları karşılama şekilleri gibi, bizzat kendileri
tarihsel bir gelişmenin ürünleri olduğu için, ve bu yüzden
geniş ölçüde o ülkenin uygarlık düzeyine ve özellikle de,
özgür emekçiler sınıfının koşullara ve alıştıkları
rahatlık derecesine bağlıdır. Bu nedenle, diğer metalarda
olduğunun tersine, işgücü değerinin belirlenmesine, tarihsel ve
manevi bir öge de giriyor. Bununla birlikte, belli bir ülkede,
belli bir dönemde, işçi için gerekli olan geçim araçlarının
ortalama miktarı pratik olarak bilinir… bu özel meta sahiplerinin
soyunun pazarda varlıklarını sürdürmeleri için, işgücü
üretimi için gerekli geçim araçlarının toplamı, işçinin
yerini dolduracak olanların, yani çocuklarının gereksinmelerini
de karşılayacak şekilde olmalıdır” (8).
Sovyet
revizyonistlerine göre SB, sosyalist olduğu için, işgücü meta
değildi ve olamazdı.
“Sosyalist
bir ülkede, işgücünü meta yapan yasalar olmadığı için,
işgücü değeri kategorisi de yoktur”
(9).
Buna
rağmen Sovyet revizyonistleri, işgücü değeri kavramını Sovyet
gerçekliğinde kabul etmek zorunda kalmışlardı. Nasıl kabul
etmesinler ki?! Değer yasasının etkisinin bütün ekonomi üzerinde
geçerli olması, meta üretiminin esas alınması, ayrı cinsten bir
meta olan işgücünün de bir değerinin olması gerektiği
gerçekliğinin kabul edilmesini beraberinde getirmiştir.
“Bu
seviyeyi (ücretlerin seviyesi -yazar) tespit eden nesnel faktör,
fabrikalarda ve bürolarda işçileri, …işgücünü yeniden elde
etmek için gerekli araçlarla donatmak zorunluluğudur…
İşgücünü
telafi etmek için masrafların zorunluluğu genel yasası,
sosyalizmde de etkide bulunmaktadır.Onun özü, nesnel olarak
bakıldığında,toplumun, üretim sürecinde tüketilen fiziki ve
zihni enerjileri yenilemek için ve işçileri ve ailelerini, geçim
için
maddi ve
kültürel araçlarla donatmak için, işgücünü yeniden üretmek
zorunda olmasından ibarettir”
(10).
Buna
rağmen, Sovyet revizyonistleri, SB’nde, daha doğrusu onlara göre
sosyalizmde “işgücünün
yeniden üretilmesi maliyetinin”, klasik
kapitalist ülkelerdekinden farklı olduğunu iddia etmişlerdir.
Onlara
göre;
“Sosyalizmde…,kalifiye
işgücünün yeniden üretilmesinde yapılan emek harcamaları değer
olarak tespit edilir. Kalifiye işgücünün yeniden üretilme
masrafı, işgücünün yenilenmesi fonunu oluşturan yaşam
araçlarına eşdeğerdir. Veya başka bir deyişle, bu fiyat,
zamanın belli döneminde sosyalist toplum nüfusunun yaşam
standartlarının parasal ifadesidir”
(11).
“Sosyalizmde,
işgücünün yeniden üretilme ve işçilerin yaşam koşullarının
genişletilmiş yeniden üretilmesi yasasının spesifik özelliği,
bu koşullar ve üretici güçlerin gelişimi arasındaki doğrudan
ve dolaysız bağı temsil eder. Bu, sosyalist ekonominin kapitalist
ekonomi üzerindeki devasa üstünlüklerinin bir
özelliğidir...Sosyalizmde üretici güçlerin gelişimi, sadece,
ücretlerin yükseltilmesi için uygun olanakları yaratmıyor,
ayrıca, toplumun kullanımında olan maddi kaynakların artışıyla
tam uyumluluk içinde yükseltmenin gerekliliğine de neden oluyor”
(12).
”Bir
de değişen sermayeyi gözden geçirmek gerekiyor. İşgücünün
değerinin bunun yeniden üretimi için gerekli geçim araçlarının
değerinde bir yükselme olduğu için yükselmesi, ya da bunların
değerinde bir düşme olduğu için düşmesi nedeniyle -ve değişen
sermayenin değerinin yükselmesi ya da düşmesi, aslında bu iki
durumun ifadesinden başka bir şey değildir- işgünü aynı kalmak
kaydıyla, artı değerde bir düşme, böyle bir değer yükselmesine
ve artı değerde bir artma, böyle bir değer düşmesine tekabül
eder. Ama diğer koşullar da -sermayenin serbest kalması ve
bağlanması- bu gibi durumlar ile ilgili olabilir …
Ücretlerin,
işgücünün değerinde bir düşme sonucu düşmesi halinde (bu,
emeğin gerçek fiyatında bir yükselme ile birlikte bile olabilir),
şimdiye değin ücretlere yatırılmış bulunan sermayenin bir
kısmı serbest kalır. Değişen sermaye serbest kalmıştır. Yeni
sermaye yatırımları söz konusu ise, bu yalnızca onun daha yüksek
bir artı değer oranı ile işlemesi etkisine sahiptir. Aynı miktar
emeği harekete geçirmek için, öncekine göre daha az para
gerekecek ve bu şekilde, emeğin karşılığı ödenmeyen kısmı,
ödenen kısmı aleyhine büyüyecektir. Ama, zaten yatırılmış
bulunan sermaye söz konusu ise, yalnız artı değer oranı
yükselmekle kalmayacak, daha önce ücretlere yatırılmış bulunan
sermayenin bir kısmı da serbest kalacaktır. Bu kısım şimdiye
kadar bağlı idi ve ürünün hasılatından düşülmesi gereken
düzenli bir kısmı oluşturuyordu; işin eski hacminde
yürütülebilmesi için bu kısmın ücretlere yatırılması,
değişen sermaye olarak iş görmesi gerekiyordu. Şimdi, bu kısım
serbest kalmıştır ve, ister aynı işin genişletilmesi için
olsun, ister başka bir üretim alanında iş görmek için olsun,
yeni bir yatırım gibi kullanılabilir….
Değişen
sermayenin biraz önce incelenen serbest kalması ve bağlanması,
değişen sermayenin öğelerinin değerlerinin, yani işgücünün
yeniden üretilmesinin maliyetinin değerinin, düşmesi ya da
yükselmesinin bir sonucudur.
Ne
var ki, değişen sermaye, ücretler aynı kalırken, emeğin
üretkenliğindeki gelişme sonucu, aynı miktar değişmeyen
sermayeyi harekete getirmek için daha az işçiye gerek olduğu
taktirde gene serbest kalabilirdi. Aynı şekilde, üretkenlikteki
bir düşüş nedeniyle, aynı miktarda değişmeyen sermaye için
daha fazla işçiye gereksinme olduğu takdirde, bunun tersine, ek
değişen sermaye bağlanması olabilirdi. Öte yandan, eskiden
değişen sermaye olarak kullanılan sermayenin bir kısmının,
değişmeyen sermaye biçiminde kullanılması ve böylece aynı
sermayenin kısımları arasında farklı bir dağılım olması
halinde, bunun hem artı değer oranı ve hem de kâr oranı üzerinde
bir etkisi olur…“
(13).
İşgücü
değerinin yükselmesinde veya düşmesinde neyin rol oynadığını
ve bunun artı değer açısından önemini Marks, böyle anlatıyor.
Yine Marks’ın dediği gibi, işgücü değeri, aynı zamanda,
kısmen „medeniyetin
derecesine bağlı“dır.
Yani işin verimliliğinin artması, yaşam koşullarının
yükselmesine ve buna bağlı olarak da işçinin, işgücünü
yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu maddelerin değerinin
yükselmesine neden olur. Bu da işgücü değerini yükselten bir
faktördür.
Bunun
böyle olduğunu; kapitalizmde de işgücü değerinin tespitinde
artan ihtiyaçlar yasasının geçerli olduğunu revizyonist
teorisyenler de kabul etmekteler
“Artan
ihtiyacın genel yasası, tabii ki, kapitalizmde de işlemektedir”
(14).
Demek
ki bu, sosyalizmin kapitalizme olan bir üstünlüğü değilmiş.
2-Ücret
Politikası ve Fon Sorunu Bağlamında Ekonomik Reformlar,
Maddi Teşvik,
Kar ve İşin Verimliliği
XX.
Parti Kongresi’nden sonra modern revizyonistler düzenledikleri
“bilimsel” toplantılarda, konferanslarda sosyalist altyapıyı
ve üst yapıyı, reformlar adı altında yıkmak ve yerine
kapitalist ilişkileri getirmek için durmaksızın uğraştılar.
SB’nde ve tabii bu ülkedeki gelişmeleri takip ederek Doğu ve
Orta Avrupa’nın eski “Halk
Demokrasisi”
ülkelerinde de reformlar uygulanmaya kondu. SB’nde reform
hareketinin başını çeken E. G. Liberman’dı. Kruşçev’in
gözdesi bu revizyonist ekonomist, iktisadi reformlarla, ekonomide
karı esas amaç yapıyordu. Bu
baya göre üretimde, iktisadi yönlenmede kar, esas kaldıraç
olmalıydı. Azami kar, ekonomide temel yönlendirici, düzenleyici
faktör olmalıydı.
Ekonominin
merkezi planlanması, revizyonistler açısından büyük bir
sorundu. Merkezi planlamanın eksikliklerini giderme, planlamayı
mükemmelleştirme yerine, onu etkisizleştiren ve yerel yapıları
güçlendiren adımlar atıldı. Bu türden “reform”lara daha
‘50’li yıllarda başlanmış ve ekonominin sektörlerinden
sorumlu merkezi bakanlıklar dağıtılarak, sorumluluk yerel
organlara devredilmişti. Böylece yerel yönetimler ve işletme
direktörlerinin manevra alanları genişletilmişti.
Revizyonistler
bu alandaki “iktisadi reform”larını, merkezi planlamayı
“düzeltme”,
“sağlamlaştırma”,
evet, “mükemmelleştirme”
adına yaptıklarını açıklıyorlardı.
Modern
revizyonistlere göre, “ekonomik
değişmeler, ulusal iktisadi planlamanın düzeltilmesi anlamına
geliyordu... Reformlar, merkezi planlamayı güçlü kılıyordu”
(15).
İşe
önce propaganda kampanyasıyla başlandı. “Aşın”,
“geçin”,
bürokrasiyi püskürtün direktifleri verildi. Bütün bu
“olumsuzluklar”ın
sorumlusu olarak da Stalin gösterildi. Modern revizyonistlere göre
Stalin; sosyalizmi çarpıtmıştı.
Daha
1955’te Liberman şöyle diyordu:
“İktisadi
yönetimdeki bu kusurlar, planlamayı daha fazla karmaşıklaştırarak,
ayrıntılaştırarak ve merkezileştirerek değil, ekonomik
inisiyatif ve işletmelerin bağımsızlığı geliştirilerek
bertaraf edilmelidir… İşletmelere daha geniş inisiyatifler
verilmeli; merkezi planlamanın kılı kırk yaran idari vesayetiyle
sınırlandıramamalıdır”
(16).
Sosyalist
ekonomiye ve planlamaya yöneltilen saldırının hedefi belliydi:
Stalin nezdinde sosyalist ekonomi ve planlamasını, “reform” adı
altında yıkmak ve işletmelerin önünü açmak, rekabet
koşullarını oluşturmak ve azami kar için üretimi esas almak.
Nitekim
1962’de L. Gatovski şöyle diyordu:
“İşletmelerin
mali işletme olanaklarının kullanılmasının tam ve detaylı
düzenlenmesi ortadan kaldırılmalıdır ve işletmelere, …
işletme olanaklarını kullanmaları için daha büyük fırsatlar
verilmelidir”
(17).
S.,
Nemchinov da “(işletme
yönetimini) önemsizleştirme pratiğinin yok edilmesini”
talep ediyordu (18).
“Pravda”daki
yazısında (“İşletmelerin
Esnek Ekonomik Yönetimi” 17
Ağustos 1964) V. Trapeznikov, daha somuttu:
“Bu
normların (merkezi planlama tarafından tespit edilen normlar)
çoktan zamanı geçmiştir, önemsizleşmişlerdir, işletme
yöneticilerinin inisiyatifini engelliyorlar kılı kırk yaran idari
vesayete dönüşmüşlerdir...
Ekonomik yönetimin zamanı geçmiş biçimlerini, yön gösteren
normlara dayanarak atmanın zamanı gelmiştir”
(19).
“İzvestia”da
(4 Aralık 1964 tarihli sayısı) V. Belkin ve I. Berman,
“işletmelerin
bağımsızlığını”
talep ediyorlar, işletmelerin ekonomik bağımsızlığıyla
“ekonomik
teşvikler”
arasında bağ kuruyorlar ve “detaylı
idari müdahale ile işletmelerin yönetimi, iyi sonuçlar getirmeyen
çok kötü bir yöntemdir”
anlayışına varıyorlardı (20).
“Gazeta
Ekonomicheskaya”daki makalesinde (“Finansman
ve Ekonomik Teşvikler”)
V. Garbuzov da şöyle diyordu:
“Müdürler,
belli materyal ve parasal kaynakları kontrol ediyorlar. Fakat
bunları kullanma hakkı, bunlarla manevra yapmaları şimdiye kadar
çok sınırlı kalmıştır. Yüksek organlar tarafından kılı
kırk yaran yönlendirme,
personelin
inisiyatifini engellemiştir“(21).
Revizyonist
ideologlar ve ekonomistler tarafından öne sürülen bütün bu
anlayışlar, belli amaca hizmet ediyorlardı:
- Merkezi planlama, düzeltme, yenilenme adı altında, işletmelerin ve dolayısıyla müdürlerin bağımsızlaşmalarını, kendi inisiyatiflerine göre hareket etmelerini engellemeyecek, ötesinde, teşvik edecek bir yapılandırmaya kavuşturulmalıdır. Yani içi boşaltılmalı ve esas yetki, inisiyatif, işletmelere verilmelidir.
- Böylece işletmeler, mevcut mali olanaklarını uygun gördükleri biçimde kullanmalıdırlar.
Liberman,
merkezi planlamayı, işletmelere önemli bir kaç anahtar/temel yön
belirleme talimatıyla sınırlamayı amaçlıyordu.
“İşletmelere
sadece anahtar talimatlar verilmelidir. İşletmelere ve müdürlere
kendi alanlarında hareket edebilmeleri için geniş haklar ve
fırsatlar verilmelidir”
(22).
1965’te
de Liberman, “işletmeleri
aşırı sayıda mecburi talimatlardan kurtarmalıyız”
diyordu (23).
Ekim
1964’te Kruşçev, “istifa eder”. Aslında görevden alınır.
1956-’64 arasında işlenen hatalar, gündemde olan olumsuzluklar
Kruşçev’in sırtına yıkılır.
Artık
Brejnev ve Kosigin dönemi başlamıştır. Artık, karın üretimin
yönlendirici faktörü olduğu tartışma götürmez bir gerçeklik
olmuştur.
Karın,
üretimin yönlendirici faktörü olduğu yerde ücret politikası da
bu anlayış ile uyumluluk içinde olmak zorundaydı.
Kruşçev,
ekonominin kapitalist şekillenmesinin yolunu açmış, reformlarla
temelini atmıştı. Brejnev döneminde ise bütün bu çabalar belli
bir sisteme dönüştürülmüştür.
Kosigin,
Eylül 1965’te, SBKP MK’nın toplantısında, o zamana kadar
atılan adımların sistemleştirildiğini açıklayan bir konuşma
yapar. Artık Sovyet ekonomisinde azami kar ilkesi, temel ilkedir. Bu
kapitalist ilke ile Sovyet ekonomisi sistemleştirilmiştir. Artık
kar, azami kar, Sovyet ekonomisi ve işletmelerin esas amacı
olmuştur.
Kar,
ancak ve ancak, işgücünün sömürüldüğü, meta üretimi ve
değer yasasının geçerli olduğu koşullarda, yani adı ne olursa
olsun kapitalist bir ekonomide esas amaç olabilir.
“Sosyalist
pazar”ı meşrulaştırmak ve kapitalizmin yeniden inşasını,
yani sistemleştirilen reformları temellendirmek için modern
revizyonistler, yeni ekonomik sistemden bahsetmeye başladılar. Bu
sistemlerini Lenin döneminde uygulanan ve o günün koşullarında
kaçınılmaz olan Yeni Ekonomik Politika anlayışıyla açıklamaya
çalıştılar.
Koşulların
farklı olması, onları pek ilgilendirmiyordu:
“Savaş
komünizmi’, savaşın ve yıkımın sonucudur. O, proletaryanın
iktisadi görevlerine tekabül eden bir politika değildi ve olamazdı
da. Geçici bir tedbirdi. Küçük burjuva bir ülkede diktatörlüğünü
uygulayan proletaryanın doğru politikası, köylülerin ihtiyaç
duydukları sanayi ürünlerine karşı tahıl mübadelesidir. Sadece
böyle bir beslenme politikası, proletaryanın görevlerine tekabül
eder. Sadece bu politika, sosyalizmin temellerini pekiştirmek ve onu
tam zaferine götürmek için uygundur”
(24).
Bu
doğru politikayı yaşama geçirmek için ihtiyaç duyulan sosyalist
sanayi gerçekleştirildi. Sanayide sosyalizmin inşası, bu
politikanın uygulanmasının olmazsa olmaz koşuluydu. ‘50’li
yıllarda SB’nin böyle bir sorunu yoktu.
Lenin
döneminde Sovyet proletaryası, mevcut sanayi üretimiyle köylülerin
ihtiyacını karşılayacak durumda değildi. Bundan dolayı, küçük
sanayin canlanmasına, evet sınırlı ve kontrollü de olsa
kapitalist üretime ve ticarete müsaade edildi. Bu, kapitalizmin
yeniden inşasının kolaylaştırılmasıydı. Ama proletarya
diktatörlüğünün tedbiri, böyle bir gelişmeyi engelledi.
Sosyalist devletin kontrolünde gelişen bu kapitalizme, “devlet
kapitalizmi” deniyordu. Bu kapitalizm, büyük sanayin, sosyalist
sanayin kurulması için alınmış olan tedbirin sonucuydu. Evet,
NEP, bir geriye çekilişti. Ama Lenin, oportünistlerin aksine
NEP’te sadece geriye çekiliş görmüyordu. NEP, aynı zamanda
ileriye atılımın adımıydı.
“Bir
sene boyunca geriye çekildik. Şimdi partinin adına söylemeliyiz:
Yeter! Geriye çekilmeyle takip ettiğimiz amaca ulaşılmıştır.
Bu dönem sonlanıyor veya sona erdi. Şimdi başka bir amacı
hedeflemeliyiz: güçleri yeniden gruplandırmak. Yeni bir noktaya
geldik. Geriye çekilişi, genel anlamda oldukça düzenli
gerçekleştirdik”
(25).
“Güçlerin
yeniden gruplandırılması”,
kontrollü kapitalizme son verilmesinden ve sosyalizmin inşası için
atılıma geçilmesinden başka bir anlam taşımıyordu.
Peki,
zorunluluğun ifadesi olan bu NEP ile revizyonistlerin yeni ekonomik
sistemleri arasında ne gibi bir bağ var? Hiç bir bağ yok. Çünkü
her iki politikanın koşulları farklı. İlkinde bir zorunluluk,
ilerlemek için kaçınılmaz bir geriye çekiliş söz konusu.
İkincisinde ise böyle bir zorunluluk yok. İkincisinde amaç,
sosyalist ekonomiyi yıkmak ve kapitalizmin yeniden inşasını
meşrulaştırmaktır.
- İlkinde sosyalizmi kurmak için kapitalizmin kontrollü olarak belli bir zaman için gelişmesine müsaade ediliyor.
- İkincisinde sosyalizmi yıkarak kapitalizmin “kontrollü” yeniden inşası meşrulaştırılıyor.
Revizyonistlerin
yeni ekonomi sistemi, “sosyalist pazar” adı altında ürünlerin
metalaşmasını gizlemeye hizmet ediyordu. Sovyet ekonomisi, artık
meta ekonomisiydi. Pazar için üreten, karı amaçlayan ve
dolayısıyla sömürüye dayanan ekonomiydi.
Rezaletin,
demagojinin boyutlarını göstermek için bir kaç örnek vermeyi
doğru buluyoruz:
“Kar,
pazarlanan mallar temelinde belirleniyor, üretimleri temelinde
değil” (26).
Lafa
bak! Karın kaynağını gizlemek için dünyanın en eski, en
pespaye üçkağıtçılığına baş vuruluyor. Bu anlayışa göre
kar, pazarda oluşuyor. Tam bir tüccar zihniyeti!
Böylece,
avanak revizyonist, karın, artı değerin bir biçimi olduğunu ve
artı değerin de ancak ve ancak işgücünün sömürülmesiyle elde
edildiğini gizleyebileceğini sanıyor.
Peki,
rekabetçinin, rekabetin olmadığı yerde pazar olur mu? Olmaz.
Olmayacağını Liberman şöyle açıklıyor:
“İşletme,
siparişler için rekabet ediyor. Rekabet, garantilerin, kalitenin,
teslim tarihlerinin ve fiyatların karşılaştırılmasına
dayanıyor”
(27).
Bu,
kapitalizmden başka nedir ki?! Tabii ki pazarda her alıcı veya
sipariş veren (kişi, işletme, vs.), malın garantisine,
kalitesine, teslim tarihine ve fiyatına göre karar verir.
İşletmeler de sipariş alabilmek için en uzun garantiyi, en iyi
kaliteyi, en yakın teslim tarihini, en ucuz fiyatı sunarlar veya
sunmazlar! Her halükarda, sipariş kapmak için işletmeler, pazarda
veya revizyonistlerin “sosyalist pazarı”nda yarışırlar.
Bu
yarışın kapitalizmdeki adı rekabettir ve rekabet de, kendi
kuralları, yasaları doğrultusunda gerçekleştirilir.
Tabii
ki revizyonist literatürde bunun adı rekabet değil, “yarış”tır.
Bu durumda ise işletmeler, “kar” için, sipariş için
yarışıyorlar!
“Birey
veya kolektif, başka bireylerle veya kolektiflerle ilişkiye geçiyor
(birbirlerine angaje oluyorlar. çn)...
Ekonomik
reform ve (söz konusu) sanayin sektörel ilkelerinin açıklanması,
aynı sektördeki işletmeler arasındaki somut yarış için olumlu
koşullar yaratmıştır”
(28).
İlginç,
hem de oldukça ilginç değil mi? Sosyalist bir ekonomide bireyler,
işletmelerle, kolektiflerle yarışa giriyorlar! Bunun ötesinde
ekonomik reformlar, sektörlerde alınan tedbirler, işletmeler
arasındaki yarışı verimli kılıyor!
Bu
sözleri Türkçeleştirelim: Söz konusu reformlar ve alınan
tedbirler, hangi koşullarda nasıl rekabet edileceğini, kimin ne
kadar mükafat alacağını düzenlemekten öte bir anlam
taşımıyorlar.
Ve
bireylerin, işletmelerin birbirleriyle rekabet ettikleri bir pazarda
belli kuralların da olması doğaldır.
Sovyet
ekonomisinde, klasik kapitalist bir ülkede (pazarında) işlevsel
olan ekonomik güçler ve faktörler yönlendirici olmuşlardı:
“Pazar
sorunları... ulusal ekonomide payların belirlenmesinde temel faktör
olmuşlardır.
Müşteriler
tarafından rublenin kontrolü... daha iyi tüketim özellikleri ve
güçlü ucuz üretim için mücadele, etkili ekonomik bir
kaldıraçtır.
Pazar,
her verili noktada, zaman içinde arz ve talep arasındaki nihai
karşılıklı ilişkiyle karakterize olur”
(29).
“Bugün
pazar ve fiyat dalgalanmaları sorununun planlı sosyalist ekonomide
bile devam ettiği genel olarak kabul ediliyor”
(30).
Gerçek
anlamda bir kapitalizm. Pazar, ulusal ekonomide pay sorununun temel
faktörü oluyor: yani rekabet.
Sosyalist
ekonomide müşteri, bu bir işletme de olsa, pazarın hareketini
kontrol edemez. Pazar hareketinin müşteri tarafından kontrolü
esprisi, yıkmak istediğimiz kapitalist sisteme özgüdür.
Revizyonist
baylar arz ve talepten, fiyat dalgalanmalarından bahsediyorlar ve
bunların sosyalizmde de olduğunu savunuyorlar. Bu kategorilerin,
kavramların sosyalist ekonomide yeri yoktur. Ama kapitalizmin, meta
üretiminin olmazsa olmaz koşullarıdır. Arz ve talep, meta üretimi
koşullarında mübadele sürecinin belirleyici/temel bileşenleridir.
Arz ve talep, kapitalizmde ekonomik gelişmenin çelişkili oluşunu
ifade eder. Arz ve talep, birbiriyle uyumluluk içinde değildir ve
tam da bu nedenden dolayı fiyat dalgalanmalarına neden olurlar.
Kapitalizmin
etkisini hemen hisseden Sovyet ekonomisini, sosyalist ekonomi olarak
göstermekte revizyonistler zorlandılar ve yukarıdaki
anlayışlarıyla da Sovyet ekonomisinin kapitalist karakterini
açıklamış oldular.
Artık
azami karın ilke, üretimde temel motif olduğu da gizlenmiyordu.
Sovyet modern revizyonizmi pervasızlaşmıştı.
L.
Gatovski, “sosyalizm
koşullarında karın artması, sosyalist üretimin görevini yerine
getirmesi için araçlardan birisidir”
diyor (31).
Böylece,
insanların gereksinimlerine tam uygun hareket edilmiş olunuyormuş!
14
Ocak 1966 tarihli sayısında Pravda’da şunları okuyoruz:
“Sosyalizm
koşullarında kar, ... sosyalist işletmelerin gelişmesi ve
faaliyetlerinde maddi dürtü için ekonomik bir araçtır.
Karın
rolünü güçlendiren ölçekler,... ekonomiyi geliştirmeyi ve
komünizmi kurmayı hedefleyen sosyalist ölçeklerdir”
(32).
“Karın
rolünü güçlendiren ölçekler”, aynı
zamanda, işgücünün sömürüsünü de güçlendiren ölçekler
değil mi? Ve bu da revizyonist SB’nde ücret politikasının
gerçek anlamda kapitalist tarzda ele alındığını göstermez mi?
Sosyalizmde
karın temel ekonomik araç olduğunu, sosyalizmde kar için üretim
yapıldığını bu revizyonistlerden öğrenmiş oluyoruz.
Revizyonistlerin
anlayışına göre, “sosyalist” işletmelerin gelişmesi ve
faaliyetleri için kar, amaç ve dürtü oluyor. Biz bunun
kapitalizmde böyle olduğunu sanıyorduk. Veya inşa edilen
kapitalizm, “reel sosyalizm” olarak gösterilirse böylesi
zırvalıklar ortaya çıkıyor.
Sosyalizmde
karın rolünü güçlendiren ölçekler neler olabilir?! Ekonominin
tamamen rekabete açık hale getirilmesi, üretimin azami kar için
yapılması ve bunu meşrulaştıran “reformlar” olabilir. Ama bu
koşullarda da sosyalist ekonomiden bahsedilemez.
Doğru,
“General Motors
için iyi olan ABD için de iyidir” veya
Siemens için iyi olan Almanya için de iyidir. Aynı şekilde
“her işletme için karlı olan, toplum için de iyi olmalıdır”
(33).
Sovyet
revizyonistleri ve tabii diğer ülkelerdeki revizyonistler de şu
anlayıştaydılar: Özel sermayenin olmadığı yerde kapitalizm
yoktur! Kapitalizm olgusuyla özel sermaye bu baylar tarafından
eşanlamlı olarak yorumlanıyor. Bu anlayışın bir demagoji
olduğunu 1877'den beri biliyoruz.
Engels,
devlet “ne kadar
çok üretici gücü kendi mülkiyetine geçirirse, o kadar çok
ekonomik kolektif/devlet kapitalist olur. O kadar çok vatandaşı
sömürür"
(34) diyor.
Şüphesiz
ki, SB’nde, 1956 darbesinden sonra özel sermaye, klasik
kapitalizm olgusu
doğmamıştır. Bu, sonraki dönemlerde de görülmemiştir. Bu
konuda modern revizyonistler gerçekten haklıydılar! Ama 1956
darbesinden sonra kapitalizmin yeniden inşa süreci, SB’nde
devletin ekonomik olarak umumi kapitaliste dönüşme sürecidir.
1956’da siyasi iktidarın Kruşçev revizyonistleri tarafından
gasp edilmesinden sonra SB, tek tek bürokratların, konumlarına
göre yararlandıkları kolektif/devlet kapitalizmi sistemi olmuştur.
Kolektif
kapitalist olmak için değişmesi gereken neydi? Bunun için, üretim
amacının kökten değişmesi gerekiyordu.
Üretimdeki
amaç, sosyalizmde ve sömürüye dayanan toplumlarda tamamen
farklıdır:
- Bütün toplumun çıkarı, sosyalizmde üretimin amacıdır. Yani sosyalizmde işçinin emeği, üretimi, artı ürünü bütün toplumun yararınadır.
- Kapitalizmde ise, bu artı değere kapitalist el kor.
- Revizyonizmde ise, bu artı değer, bürokrasinin; “kolektif” kapitalistin çıkarları için kullanılmıştır.
Bunun
gerçekleştirilmesi için yapılması gereken, kar kaynaklarının,
Sovyet somutunda da karın ve bütçenin "emin ellerde"
olmasını sağlamaktır. Yani bürokrasinin siyasi iktidara hakim
olması gerekir. SB’nde bu, adım adım gerçekleştirilmiştir.
Şimdi
iki dünya görüşünü karşılaştıralım:
Marksist
anlayış:
"Komün,
devletin ve devlet organlarının toplumun hizmetçisinden toplumun
efendilerine doğru şimdiye kadarki bütün devletlerdeki kaçınılmaz
bu dönüşüme karşı yanılmaz iki araç kullandı. Birincisi, o,
katılanların genel oy hakkı temelinde seçimle ve aynı
katılanların (seçilenlerin) yeniden görevden alınmaları
vasıtasıyla bütün yerleri (idare eden, hukuki karar veren,
öğreten) ele geçirdi ve ikincisi, yüksek veya aşağı bütün
hizmetler için diğer işçilerin aldığı ücreti verdi"
(F. Engels; Marks, Engels Toplu Eserler; C.22, s.198).
Revizyonist
anlayış:
"Yönetici
bir parti görevlisinin faaliyeti her şeyden önce, ekonominin
gelişmesindeki neticelere göre belirlenmelidir. Plan gerçekleşmişse
veya hedef aşılarak gerçekleşmişse, daha fazla ücret
alınmalıdır, plan gerçekleşmemişse ücret, düşük olmalıdır"
(N. Kruşçev; XX.
Parti Kongresi).
Birbirinden
temelden farklı iki anlayış. Engels, idari görevde olanlar için
bir ayrıcalığın olamayacağından bahsederken, Kruşçev, bu
ayrıcalığı koyuyor. Bunun ötesinde, hangi şartlarda olursa
olsun, planın gerçekleşmesi durumunda belirlenen limitte ücret
alınacağını, planın hedefi aşarak gerçekleşmesi durumunda
daha fazla ücret alınacağını, ama planın hedefin altında
gerçekleşmesi durumunda ise, ücretin düşeceğini
sistemleştiriyor. Bunun anlamı şudur: Planı aşmak ve böylece
daha fazla ücret almak için, sosyalist işletme adı altında
işçiye baskı yapacaksın. Baskı yapacaksın ki, ölesiye
çalışsın, daha çok çalışsın. Kendisine de birtakım
kırıntıların düşeceğini anlatarak, onu teşvik de edeceksin!
Bir
örnek daha verelim:
Marksist
anlayış:
"Sıradan
bir işçinin fedakarca, zor işi aşarak emeğin verimliliğinin
artırılması için çalışanların veya 'yakınlarının' kişisel
çıkarına değil, bilakis 'uzakta duranların' yani bütünlüğün
içinde tüm toplumun bir dizi ve milyonlarca insanın çıkarına
yarayan her put tahılın, kömürün, demirin ve diğer ürünlerin
korunması için kafa yormaya başladığı yerde komünizm başlar"
(Lenin).
Revizyonist
anlayış:
"Emeğin
ve ücretin örgütlenmesindeki mevcut eksiklikleri mümkün mertebe
hızlı bir şekilde ortadan kaldırmak ve emekçilerin, işlerinin
sonuçlarına şahsi maddi ilgilerini artırmak için… tedbirler
alınmalıdır. Yeni tekniğin (üretime) sokulması emeğin
verimliliğinin artırılması için… güçlü bir şekilde prim
sisteminden yararlanılmalıdır”
(25 Şubat 1956'da kabul edilen SBKP XX Parti Kongresi
talimatlarından).
Lenin;
fedakarca çalışmaktan, kişisel çıkar için değil, toplumun
çıkarı için çalışmaktan bahsediyor. Ama revizyonistler, ürünü
meta yapıyorlar. Sanki sosyalist inşanın başlangıcındaymışlar
gibi hareket ederek, işçinin yaptığı işe ilgi duyması için,
onda kişisel maddi çıkar anlayışını teşvik ediyorlar. Onlara
göre, işçinin verimli çalışabilmesi için, üründe kişisel
çıkarı olmalıdır, bu çıkar teşvik edilmelidir. Bu teşvik
yollarından birisi de prim sistemidir. Böylece revizyonistler,
genel olarak teşviki ve somutta da primi, kapitalizmin yeniden
inşasında kullanılması gereken mutlak itici faktör yapıyorlar.
Sovyet
revizyonistlerinin bu anlayışlarından çıkartılması gereken
sonuçlar nedir?
- Ürünün kalitesi, üretildiği şartlar önemli değildir.
- Ürün, kullanım değerinden dolayı üretilmiyor.
- Maddi teşvik esas alınıyor.
- Ve nihayet ürün, metalaştırılıyor. Kar elde etmek için üretiliyor ve böylelikle mübadele değeri kazanıyor.
Bu,
kapitalizmin yeniden inşasından başka bir şey değildir.
SB’nde
kapitalizmi inşa etmenin yolu açılınca, düşüncelerini yer
altına çekmiş, Marksist-Leninist olarak görünmeye özen gösteren
revizyonist teorisyenler, teker teker siyasal-teorik kimliklerini
göstermeye başladılar. Kruşçev yolu açınca, ekonominin ve
toplumsal yaşamın bütün alanlarında Marksizmi yeniden yorumlamak
için sayısız toplantılar düzenlenmiş, bolca yazılıp
çizilmiştir.
Prof.
Liberman da Eylül 1962’de önerdiği “ekonomik
reform”larla bu
tartışmalara yönlendirici olarak katılır. Liberman’ın “Plan,
Kar ve Prim”
makalesi çok yönlü tartışılır. Ve bu amaçla “İktisadi
Muhasebe ve Üretimin Maddi Teşviki İçin Bilimsel Konsey”in
25 ve 26 Eylül 1962 tarihinde genişletilmiş bir oturumu
gerçekleştirilir. Bu toplantıya bir dizi kurumun önde gelenleri
katılır. Konuya ilişkin tartışma yazıları, “Prawda”da,
“İzvestia’da, “İktisat Gazetesi’nde, “İktisadın
Sorunları” ve “Plan Ekonomisi” gibi gazete ve dergilerde
yayımlanır.
Bu
tartışmaların hangi çerçevede ne amaçla yapıldığına
geçmeden önce Liberman’ın ‘60’lı yıllar boyunca önerdiği
“reform”ların ne anlama geldiğini açıklamaya çalışalım.
“Plan,
Kar, Prim”
makalesinde Liberman, bir işletme ne kadar verimli çalışırsa, o
kadar çok prim almalıdır talebinde bulunuyordu.
“İlke,
birincisi, işletme ne kadar verimli çalışırsa, prim de o kadar
yüksek olurdan ibarettir.... İkincisi, ilke, işletmeler primlerini
elde edilen kara paysal katılım temelinde almalıdırlar; bizzat
işletme tarafından oluşturulan planın verimliliği ne kadar
yüksek olursa, prim de o kadar yüksek olur”
(35).
Böylece
Liberman, işletmelerin o zamana kadarki prim pratiğine –verimsiz
ve kolay yerine getirilebilir planlar üzerinden, ‘plan hedefine
ulaşıldı’ diyerek prim almak- karşı gelineceğinden hareket
ediyordu.
Liberman
1970’de de şöyle diyecektir:
“Bir
işletmenin faaliyetinin teşviki ve değerlendirilmesi için kara,
bağlayıcı bir veri karakteri verilmelidir”
(36).
Liberman’a
göre ekonomik reformlar, kara böyle bir karakter verilecek kadar
amacına ulaşmıştı. Liberman açısından münferit, tek tek
işletmelerde verimlilik önemliydi. Çünkü onun mantığında,
verimlilik anlayışında, rekabet olgusu ön plandaydı. Bundan
dolayı tek tek işletmelerin verimliliği ön plana çıkartılıyordu.
Sosyalist
bir ekonomide bu türden bir anlayışın yeri var mı? Veya
sosyalist ekonomi, münferit işletmelerdeki verimliliğe göre
yönlenebilir mi?
Tabii
ki, sosyalist ekonomide de tek tek işletmelerin verimliliği
önemlidir. Ama, sosyalist ekonomide sorun tek tek işletmeler değil,
ekonominin bütünüdür. Sorunun Stalin tarafından nasıl ele
alındığı biliniyor
(37).
Liberman’a
göre “toplum için
yararlı olan, her işletme için de yararlı olmalıdır”.
Bu doğru bir anlayış değil. Her zaman böyle olmayabilir. Stalin
ve Liberman’ın bu konudaki –verimlilik- anlayışlarını
karşılaştırdığımızda şunu da görürüz: Kendisi için
verimsiz olan, “kar” getirmeyen bir işletme, pekala toplum
açısından verimli olabilir. Liberman’ın sorunu, toplumdan
ziyade tek tek işletmelerin kar-verimlilik durumu olduğu için o,
her bir işletmenin verimliliğini, toplumsal bağlam içinde de ele
alarak ön plana çıkartıyor. Liberman, böyle bir demagojiye
ihtiyaç duyuyor. Çünkü onun konsepti, işletmelerin ve
çalışanlarının verimliliğini, genelden, ekonominin ve toplumun
bütününden kopartarak, tecrit ederek, teşvik etmek üzerinde
yükselmektedir. Bu, işletmelerin rekabet gücünü arttırmaktan
başka bir anlam taşımaz.
Sosyalist
ekonomi ve teoriyle hiç bir ilişkisi olmayan bu anlayış, SB’nde
uygulamaya konmuştur. Liberman’a göre “işletmeler,
işin verimliliği planı, çalışanların sayısı, ücret, üretim
masrafları, birikim, yatırımlar...” üzerine
bizzat karar vermeliler ve
“bir işletme, kardaki kendi payını kullanmakta daha özgür
olmalıdır”
(38).
Soruna
böyle bakınca, kaçınılmaz olarak, değer yasasının etki alanı
ve tabii ki fiyatların ne olacağı akla geliyor. Bağımsızlaşan,
rekabet olanağı kazanan işletme, ister istemez, fiyatları da
pazar, arz ve talep koşullarında belirlemek zorunda kalacaktır. Bu
bir istek değildir, olamaz da. Bu, kapitalist ekonominin nesnel
yasalarının bir dayatmasıdır. Yönlendirici olan, bu yasalardır.
Yoğun
tepkiden çekinen Liberman, önce “fiyatların
sadece merkezi olarak tespit edilmesini” savunur,
ama bir kaç satır sonra da “yeni
ürünler için fiyatları işletmeler yapay olarak yükseltebilirler”
savına karşı
bizim yöntemimiz bu olasılığı engeller cevabını verir. Çözüm
yolu şu:
“Teslim
edilen metalar için yüksek tespit edilmiş her fiyat, tüketiciler
için verimliliği azaltır. Bu nedenle tüketiciler, teslim ediciler
tarafından saptanan fiyatları sıkı bir biçimde gözden
geçirirler. Bu, ulusal ekonomi konseylerine ve Devlet Planlama
Komisyonuna fiyat oluşumu üzerinde şekli olmayan, bilakis etkili
kontrol yapmalarına yardımcı olacaktır”
(39).
Tam
bir kapitalist mantık. Teslim ediciler (üretici firmalar)
tarafından tespit edilmeleri durumunda fiyatlar, pazarda belirlenmiş
olur. Üretici, fiyatları istediği kadar arttırabilir. Bu durumda
malını satamaz. Ama pazara çıkan her metanın fiyatı, o pazarda
belirlenir. Böylece pazar, fiyatların belirlenmesinde düzenleyici
olur. Yani değer yasası ekonomide düzenleyici, yönlendirici olur.
Kaçınılmaz olarak böyle olur. Bu durumda işletmeler arasında
rekabetin olduğu da kabul edilmiş olur. Ulusal Ekonomi
Konseylerinin ve Devlet Planlama Komisyonunun fiyatlar üzerinde
etkili kontrolü ise etkisizleşir. Bu kurumları da pazar kontrol
etmeye, yönlendirmeye başlar.
Bu
türden ilişkilere giren işletmelerde verimlilik, kapitalizmdeki,
meta üretimindeki verimliliktir. Azami kar amacıyla verimliliğin,
üretimin arttırılması, kıyasıya rekabet demektir. Bu olanaklara
sahip olan işletmeler, verimlilik durumlarını ancak ve ancak
pazarda gösterebilirler.
Liberman’ın
fiyat üzerine önerisi önce rağbet görmedi. SB ve diğer
revizyonist ülkelerde fiyatlar, devlet tarafından tespit edildi,
ancak sonraki dönemlerde devletin fiyat tespiti gevşetilmeye
başlandı. 1970’de Liberman, “fiyatlar
devlet tarafından çalışanların çıkarına kontrol edilmektedir”
diye yazacaktı
(40).
Liberman,
1962’de yaptığı reform önerilerinden dolayı genellikle işletme
temsilcileri tarafından alkışlanırken, devlet planlama ve başka
yönetici mekanizmalardaki bürokratlar tarafından sert bir şekilde
eleştirilmiştir. Böylece Liberman önerileri, işletme
temsilcileriyle devlet bürokrasisinde yer alan bürokratlar
arasındaki çıkar çatışmasını da açığa çıkarmıştır.
Liberman’ın
önerilerine yöneltilen eleştirilere bir örnek verelim:
“Bazı
cumhuriyet ve bölge yetkililerinin, ama münferit işletme
yöneticilerinin ortaya koydukları yerel yurtseverlik eğilimleri de
unutulmamalıdır... işletmeler için üretim masraflarının
planlanması durdurulursa, bu, bu temel ekonomik üretim sorunu
karşısında duyarlılığı zayıflatır... ortalama verimlilik
normu, yüksek organların kontrol fonksiyonlarının yerini
alamaz...
Hatta
kapitalist Fransa’da (devlet), yatırımların yardımıyla işletme
üzerinde etkili olmaya çalışıyor. Buna karşın bizde, sosyalist
bir devlette, işletmelere, sermaye yatırımlarını bütünlüklü
plan dışında planlamak için olanak verilmesi öneriliyor...”
(41).
Bürokrat
kesimden yükselen ses de böyleydi.
“Plan,
Kar, Prim”
makalesinde Liberman, esas itibariyle o zamana kadarki planlama
sisteminin, işletme yönetiminin ve maddi teşvikin temel
eksikliklerini ele alır ve bu yetmezliklerin ortadan kaldırılması
için önerilerde bulunur.
Liberman
açısından, işletmelerin yeterli hareket olanağına sahip
olmamaları; neyi nasıl ve ne kadar yapacağının merkezi planlama
tarafından belirlenmesinden dolayı inisiyatif geliştirme
olanağının olmaması, önemli bir eksikliktir.
Liberman
ikinci temel bir eksikliği, planın her seferinde, bir sene önce
ulaşılmış seviyeden hareketle düzenlenmesinde görüyordu; yani
bir yıl öncesine göre brüt üretim, işin verimliliği,
masrafların düşürülmesi şu veya bu oranda olmalıdır anlayışı
kaldırılsın deniyordu.
Üçüncü
temel eksiklik, -ikincisiyle bağlam içinde- bilimsel teknik
gelişmenin engellenmesiyle ilişkili. İşletmelerin faaliyeti,
planın yerine getirilmesi ve aşılması durumuna göre
değerlendirildiği için işletmeler, kolay planlara ilgi
duyuyorlar. Çünkü, plan hedefi ne kadar aşılırsa prim de o
derece yüksek olacaktır anlayışı, maddi teşvikin esasını
oluşturuyor. Öneri şudur: yüzde 20 artış planlayıp da plan
hedefini yüzde 99,5 oranında gerçekleştirmektense, plan hedefini,
bir önceki yıla oranla yüzde 5 oranında yüksek tutmak ve bu
planı yüzde 105 oranında gerçekleştirmek daha yararlıdır.
Birinci durumda, büyük bir sonuç elde edilse de, plan hedefine
ulaşılmadığı için prim alınmıyor.
Liberman’ın
eksiklik diye değindiği noktalar ve önerileri, işletmelerin
bağımsızlık kazanımlarına yöneliktir. Bu amaçla o, üç temel
değişim önerir:
Birinci
öneri:
İşletmelere, sadece planlanmış üretim kapsamı, ne üretecekleri
ve teslim mühleti bağlayıcı olarak bildirilmelidir ve gerisine
karışılmalıdır.
Bu
tedbirle işletmelerin vesayet altında olma durumları kaldırılmış
ve işletme planının nitel bir iyileştirilmesi sağlanmış
olacak. Yani işletmeler, hedefe ulaşmak için kendi
inisiyatifleriyle hareket edebilecekler.
İkinci
tedbir: Bu tedbir,
işletmelerin faaliyetinin değerlendirilmesiyle ilgili: Önkoşul
olarak, işletme, belirtilen üretim miktarını ve cinsini,
belirtilen zaman zarfında yerine getirmelidir. Temel koşul bu. Ama
toplumsal işin veriminin değerlendirilmesi, yani işletmenin asgari
kullanımla en yüksek sonuçları alıp almadığı, nesnel bir
ölçüye göre belirlenmelidir. Bu ölçü de üretimin ve yeniden
üretimin bütün yönlerini hesaba katmalı ve karşılaştırılabilir
olmalıdır. Liberman, verimlilik temel ölçüsünü böyle bir
kıstas olarak görmektedir. Yani işin toplumsal verimliliği,
verimlilik temel ölçüsüne göre değerlendirilmelidir.
Ama
Liberman, bütün işletmeler için geçerli bütünlüklü bir
verimlilik normunun tespit edilmesinin olası olmadığından
hareketle, merkezi organların yaklaşık aynı koşullarda çalışan
bütün işletmeler için uzun vadeli verimlilik-temel ölçüsü
hazırlamalarını ve bunun bağlayıcı olarak belirlenmesini
öneriyor. Bu ölçü, üretim hedefleriyle birlikte işletmelere
verilmelidir. Bu verimlilik temel ölçüsü, toplumsal işin
verimliliği için ölçek olmalıdır.
“Günümüzde,
işletmelerin işinin her değerlendirilmesinin ve planın yerine
getirilmesinin her mükafatlandırılmasının, en güvenilir ölçü
olarak görülmesi genel geçerlidir. Bu niçin böyle? Plan,
işletmeler için güya aynı koşulları yaratıyormuş ve farklı
doğal koşulları, farklı mekanize derecesini ve başka ‘bireysel’
durumları hesaba katıyormuş. Gerçekte ise işletmelerin planları,
“rapor zemini” denen (zeminde) tespit ediliyor, yani ulaşılan
seviyeden hareketle. Tam da bundan dolayı oldukça eşit olmayan
koşullar yaratılıyor... yaklaşık aynı doğal ve teknik
koşullarda üreten işletmeler için bütünlüklü verimlilik
normlarıyla gerçekten ‘aynı koşullar’ oluşturmak daha iyi
değil mi?” (42).
Liberman’ın
verimlilik-temel ölçüsü önerisi, doğrudan, üretim fonundan
azami istifade edilmesini içermektedir.
“Öyleyse,
bir işletme bizim koşullarımızda ve planlanmış fiyatlarla
yüksek bir verimliliğe ulaşmak istiyorsa, planların
hazırlanmasında kapasiteden ve teçhizattan mümkün olduğunca
yararlanmaya çalışmalıdır. (Kar, oran olarak işletmenin fonuna
akıyor). Yani işletme, kendi çıkarı için çok vardiya sistemine
geçmek ve mevcut teçhizatlardan azami yararlanmak zorundadır”
(43).
Bunun
adı, kapitalizmdeki çalışma koşullarının geçerli
kılınmasıdır; yani karın artması için ölesiye çalışmak
gerekiyor.
Üçüncü
öneri de maddi
teşvikle ilgilidir. İşin verimliliği için verimlilik normu
nesnel ölçü olduğundan, verimlilik de üretimin maddi teşviki
için ölçüdür. Bu konuda Liberman şöyle der:
“Devlete
karşı dürüstlüğü ve işletmelerin, üretimin azami
verimliliğine ilgisini teminat altına almak için, maddi
mükafatlandırmanın bütün türleri için bütünlüklü bir fon
kurulmalıdır ve bu, verimliliğe bağlı olmalıdır (karın,
üretim fonuna oransal bağlı olması). Münferit sektörler ve
işletme grupları için merkezi uzun vadeli verimlilik-prim
tabloları uygulanmalıdır.... işletmelerin, fonun kullanımıyla
ilgili olarak kolektif ve kişisel mükafatlandırma hakları
genişletilmelidir”
(44).
Demek
ki, işletmeler ve Sovyet emekçileri, devlete karşı dürüst
değiller. Hile yapıyorlar, devletin malını çalıyorlar!
Anlaşılan o ki, bu durum, Liberman için büyük bir sorun.
Bunun
ötesinde maddi teşvik, bu durumda olan emekçileri ve işletme
müdürlerini çalışmaya, üretmeye zorlamanın yegane yolu olarak
görülüyor. Ve priminin artmasını isteyen, ölesiye çalışır
deniyor. Aynen kapitalizmde görülen üretim koşulları.
Liberman’ın
yeni prim sisteminde kara olağanüstü önem verilir. İşletmeler,
elde edilen kardan, katılım payı bazında prim alıyorlar. Yani
kar, ne kadar yüksek olursa, pay ve dolayısıyla prim de o derece
yüksek olur.
Şimdi
“Plan, Kar ve
Prim”
tartışmasına bakalım.
“İktisadi
Muhasebe ve Üretimin Maddi Teşviki İçin Bilimsel Konsey”,
hazırlanması gereken rapor için bazı tezlerin temel teşkil
etmesini önerir. Bu tezler şunlardı:
“1-
Planın yerine getirilmesi ve hedefin aşılması için işletmelerin
mükafatlandırılmasının mevcut sisteminin,... önemli
eksiklikleri vardır... Bu sistemin yerini, işletmeleri yüksek plan
görevlerini üstlenmeye ve iç rezervlerin azami harekete
geçirilmesine yönlendiren yeni bir sistem almalıdır.
2-
Maddi teşvikin yeni sistemi, plan seviyesine bağlı kılınmalıdır...
İşletmeler, daha yüksek plan görevlerine ve ek rezervlerin
harekete geçirilmesine ilgi duyacak hale getirilmeliler...
3-
Yeni sistem yüksek sonuçlar alan işletmeler için, uzun bir dönem
sadece bir yıl için değil, aksine 2, 3 veya 5 yıl için şu veya
bu derecedeki taktir primi almaları olanağını garantilemelidir...
4-
Maddi teşvikin yeni sistemi, ortalama dal (sektör,
çn.)-verisi üzerine
kurulmamalıdır, görece benzerlikleri olan işletme gruplarına
göre ayrıştırılmalıdır...
5-
Konsey, teşvikin yeni sisteminin bütün sektörler ve işletmeler
için aynı birim üzerine kurulmaması gerektiği düşüncesindedir.
Bu, işletmenin işinin değerlendirilmesi için yegane birim ve prim
için de yegane dayanak olarak anlaşılabilir...
...
7-
Birincisi, işletmeye kalan ve ihtiyacı için kullanılacak olan kar
payının yükseltilmesiyle; ikincisi, karın, işletmenin prim fonu
için kaynak olarak oldukça kullanılmasıyla; üçüncüsü, karın,
bazı sektörlerde veya bazı işletme gruplarında mükafatlandırma
(prim, çn)
için dayanak olarak tespit edilmesiyle... karın teşvik edici rolü
güçlendirilmelidir.
8-
Üretim fonundan yararlanmak için teşvik yöntemi kapsamlı olarak
kullanılmalıdır...
9-
Konsey, şimdiki aşamada bütün maddi teşvik fonlarının
bütünlüklü bir fonda birleştirilmesinin amaca uygun olmadığı
anlayışındadır... “
(45).
Konsey,
direktifi verdikten, çerçeveyi belirledikten sonra tartışmalar
başlar (25-26 Eylül 1962).
F.
Veselkov (SSCB Devlet İktisat Konseyi Ekonomik Araştırma Enstitüsü
Maddi Araştırma Grup Yöneticisi), aşağıda ayrıca ele
alacağımız gibi işletmelerde ortak bir fonun kurulmasını talep
eder (46).
B.
Suharevski, (SSCB Bakanlık Konseyi Emek ve Ücret Devlet Komitesi
Başkan Yardımcısı) “maddi
teşvikin biçimlerinin ve yöntemlerinin mükemmelleştirilmesi
üzerine” kafa
yorar.
Keza
D. Onika da (Çalışma Enstitüsü Direktörü) “XXII.
Parti Kongresi kararlarında komünist inşanın mükemmel
programının genel hatlarının çizilmiş”
olduğu inancıyla “plan
ve maddi teşviki”
ele alır (47).
I.
Kasizki (Bilimsel-Teknik Birlik Cemiyetinde Üretimin Örgütlenmesi
ve Ekonomi Seksiyonu Başkanı), teşvikin kriterlerine kafa yorar,
XXII. Parti Kongresine atıfta bulunur ve “planın
prim için kıstas olamayacağı”
görüşünü savunur (48).
J.
Maneviç, “üretim
masraflarının fiilen düşürülmesinin mükafatlandırılması”ndan
bahseder (49).
A.
Sverev, “karmaşık
sorunların çözümünde şemacılığa karşı”
mücadeleyi yeğler (50).
J.
Kapustin (Çalışma Enstitüsü Direktör Yardımcısı) “işletmeler
nasıl teşvik edilmelidir”e
kafa yorar ve “görüşümüze
göre işletmeler, planın yerine getirilmesi ve plan hedefinin
aşılması için mükafatlandırılmalıdır. Ama önemli bir koşul
altında; işletme, yürürlükte olan plana maddi ilgi
göstermelidir” der
(51).
W.
S. Nemçinov, “işletmelerin
sıkı planlara ilgi duymalarının”
sağlanmasını talep eder (52).
A.
Varabyava, “teşvikin
çıkış noktası, ancak plan olabilir”
der (53).
G.
Yevstafyev, “devlet
planının etkisinin arttırılmasından”
(54); A.
Schachurin, “ilerici
tecrübelerden kapsamlı yararlanmaktan”(55);
K. Kossjatschenko, “planın
daha da
iyileştirilmesi için önemli bir koşul”dan
(56). bahseder. K. Plotnikow, “Liberman’ın
düşüncelerindeki doğru ve yanlış olanı”
ele alır! (57). L. Alter, “maddi
teşvikin, işletmenin perspektif planlanmasına bağlanmasını”
talep eder (58).L. Rotstein, “ulusal
ekonomi konseylerinde mali planlamanın daha da iyileştirilmesi”ne
dikkat çeker (59). N. Spiridonova, “prim
kaynakları ve prim sistemleri” üzerinde
durur (60). N. Maslova, “mühendislik-teknik
alanda çalışanların teşvik sisteminin mükemmelleştirilmesini”
gerekli görür
(61). J. Russanow, “işletmelerin
faaliyetinin temel öğeleri üzerine”
kafa yorar (62). B. Kapitonov, “kar
genelleştirilmiş ölçü olamaz”
anlayışındadır (63). T. Kuliyev, “iç
rezervlerin harekete geçirilmesinin mükafatlandırılmasını”
savunur (64). L.
Gatovski, “işletmelerin
teşviki için yeni bir sistemin oluşturulmasını”
savunur (65) ve adı geçen konseyin baş tarafta belirttiğimiz
görüşleri doğrultusunda hareket eder (65x).
Bu
konuşmacılardan bazılarının görüşlerine çeşitli
vesilelerle değineceğiz. Ama burada bu tartışmada önemli
gördüğümüz bazı anlayışları biraz açmakta yarar görüyoruz.
F.
Veselkov, “Maddi
Teşvik ve Yüksek Plan Görevleri”
konuşmasında şöyle der:
“Her
işletmede çalışanların
maddi teşviki için bir fon kurulmalıdır.
Bu fon, işletme fonunu, yönetici personele, teknik personele ve
ücretlilere ödenen primleri ve maddi teşvikin bazı başka
biçimlerini kendinde birleştirmelidir. Maddi teşvik fonunun yanı
sıra işletmelerde maddi teşvikin başka bağımsız biçimleri de
etkili olmalıdır: Prim-akorduna veya prim-zaman ücretlendirilmesine
göre çalışan işçiler için ücret, prim ödemeleri; sosyalist
yarışta muzaffer olan işletmelere ödenen primler; yeni teknik
alanındaki katkılar için primler ve miktarı, işletme karına
bağlı olmayan başka ödemeler, maddi teşvik fonundan bağımsız
olarak işletmede üretimin geliştirilmesi için bir fon
olmalıdır...
Maddi
teşvikin çeşitli türleri toplandığında fonun
olası en yüksek kapsamı,
sanayi personeli için ücret fonunun yüzde 12 ila 18’i arasında
oluyor” (66).
Tartışmaya
katılan bir çok ekonomist, işletmelerin tam bağımsızlığından
dolayı fon konusunda istenmeyen ölçüsüzlüklere ve başka
sonuçlara yol açacağı endişesiyle ücret fonu konusunda
bağlayıcı bir ölçünün saptanması gerektiğini, en azından
başlangıçta böyle hareket edilmesi gerektiğini belirtirler (F.
Veselkov ve G. Andronov).
Borovitzki,
Liberman’ın tezlerini destekler ve randıman sorununu ele alır.
Barovitzki’nin görüşü şöyle: İşletmeler, çok sayıda
ölçülerin tespit edilmesinden dolayı faaliyetlerinde
engellenmiyorlar. Tersine, ölçüler, birbirleriyle oldukça
uyumsuzluk içindeler ve bundan dolayı işletmeler, bunların tespit
edilmesine katılamıyorlar ve böylece de faaliyetlerinde
engelleniyorlar. Bu nedenle o, ulusal ekonomi ve işletmeler
arasındaki karşılıklı ilişkiler sistemi yeniden düzenlenmelidir
ve bu alanda Liberman’ın tezleri doğrudur diyor. Diğer bir
ifadeyle, Borovitzki, rekabet gücü kazanması için işletmelerin
bağımsızlığını güçlendiren tedbirlerin alınmasını
öneriyor(67).
Başka
bir grup ekonomist de, toplumsal işin efektifliği için kar veya
verimliliğin temel kriter alınmasına itiraz ediyor.
M.
Federoviç, işletme faaliyetinin değerlendirilmesinde maliyetin
düşürülmesini temel ölçü olarak görüyor ve Liberman’ın
maliyeti düşürme ölçüsünün kar ölçüsüyle yer
değiştirmesini istediğini savunarak şöyle diyor:
“Meselenin
özünde fazla bir şey değiştirmez. Ama o, prim hesaplamasına,
maliyetten daha da koşullu gereksiz bir ölçü katıyor. Bizim
koşullarımızda kar, esas itibariyle üretimin fiyatı ile maliyeti
arasındaki farktır. Fiyatlar ise devlet tarafından, sadece üretim
masraflar değil, başka bir çok oldukça karmaşık iktisadi
faktörler de göz önünde tutularak tespit edilmektedir... Bu
nedenden dolayı biz, işletmelerin üretim faaliyetinin kalitesinin
değerlendirilmesi için kar gibi bir ölçünün getirilmesini
anlamsız buluyoruz” (68).
B.
Smehov da aynı görüştedir: Üretimin maliyeti, doğrudan kar
olarak üretimin efektifliğini yansıtır ve teşvik çıtasını
doğrudan doğruya maliyetin düşürülmesinin mutlak meblağına
bağımlı kılar
(69).
M.
Federoviç ve B. Smehov, işletmelerin kara katılmalarının
fiyatları oldukça yükseltmeleri için bir neden olacağından
hareket ediyorlar.
Açık
ki, bunlar, bürokrasi adına konuşuyorlar ve işletmelerin
güçlenmelerinden yana değiller.
Bir
çok konuşmacı, işletme faaliyetinin efektifliği için sadece bir
ölçünün (verinin) ölçü olarak alınmasını doğru bulmuyor.
Bunların temel savı şöyle: tek başına kar veya verimlilik
normu, işletme faaliyetini karakterize etmek için yeterli değildir.
Karın
rolünün oldukça güçlendirilmesini doğru bulan F. Veselkov şöyle
der:
“...
Tam da bu nedenden dolayı, bizim karın kapitalist karla ortak
yanının olmamasından dolayı, kar, bütün zamanlar, işletmeler
ve sektörler için ücretin yanı sıra maddi teşvikin yegane
ölçüsü (primin kapsamını belirleyen ölçü) olarak görülemez.
Birincisi; elde edilen kar, toplumsal çalışmadaki tasarrufla
örtüşmüyor. İkincisi; çeşitli işletmelerin oldukça farklı
görevleri vardır... Üçüncüsü, işletmelerin verimlilik
seviyesini belirleyen ve işletmeye bağlı olmayan çok sayıda
neden vardır”
(70).
Bu
nedenle şunu önerir:
“Maddi
teşvik olarak karın rolünü arttırmak, (70x)
düşüncemize göre, verimlilik için ölçüyü, işletmelerin
faaliyeti için başka ölçülerle doğru ilişkilendirmek anlamına
gelir. Yoldaş Liberman’ın doğru olarak söylediği gibi, en
önemli olan, kar üzerine tasarruf sahibi olması ve onu, kolektifin
iyi çalışmasının ödüllendirilmesinde ve üretimin
genişletilmesinde kullanılması için işletmelere büyük
olanaklar verilmelidir (71).
Sholkeviç
ve Ivanov da, işletmelerin faaliyetlerinin değerlendirilmesi için
tek bir ölçü (veri) yerine ölçülerden oluşan bir sistemin
uygulanmasını talep ederler. Yalnız bunlar, “işin
verimliliğinin arttırılması”
ölçüsünü vurgularlar
(72).
İtirazlara
cevabi konuşmasında Liberman şöyle der:
“Genelleştirilerek
(söylenebilir ki) bu faydalı efekt, karın fona oransal tespiti
ilişkisiyle, verimlilikle en iyi bir şekilde ölçülür, bu
ölçünün en kapsamlı olmasından dolayı, ihtiyaç duyduğumuz
bütün ölçüleri planlayabilir ve hesaplayabiliriz. Ama bunu ne
mükafatlandırmanın ne de cezalandırmanın ölçüsü yapabiliriz.
İşletmeleri, verimliliklerine göre mükafatlandırmalıyız”
(73).
Liberman,
çok ölçü yerine böyle genel bir ölçünün; işletmeleri
mükafatlandırmak için verimliliğin, genel geçerli ölçü kabul
edilmesini savunur. Liberman’a göre bu, nesnel bir kriterdir.
“Günümüzde
verimliliğin, çalışmanın faydalı efekti için kıstas alınması
ne kadar kötü olursa olsun, nihayetinde bu, hayali değil, parayla
ilgili somut bir veridir ve işletme faaliyetinin bütün yönlerini
toplu olarak: hem işin verimliliğinin arttırılmasını, hem
maliyetin düşürülmesini ve hem de fonların daha iyi
kullanılmasını yansıtmaktadır”
(74).
Fiyatlar
üzerine de tartışılır. Liberman, bu alandaki itirazlara verdiği
cevapta şöyle der:
“Sonuç
itibariyle temel itiraz, ideal fiyatlarımız olsa her şey yolunda
olacaktırdan ibarettir. Ama fiyatları bir çok defa değiştirdik
ve buna rağmen onlardan memnun değiliz. Niçin? Çünkü fiyat,
tabii ki toptancı fiyatlarından bahsediyorum, ekonomi için oldukça
önemsizdir
(ekonomi karşısında kayıtsızdır, çn.).
Sipariş eden, siparişi, her hangi bir fiyat üzerinden zamanında
almalıdır. Ama alıcı, tedarik edicinin keyfi yüksek fiyatını,
sorumluluk taşımaksızın, yatırımları veya plan maliyetleri
için tahmini bütçesine dahil eder. Karkov sistemi diye
tanımladığımız sistemde bu, böyle mi olacaktır? Şayet satın
alıcı biraz pahalı ödediyse, bunu hiç bir plan haklı
çıkartamaz. Aksine fiili verimlilik düşer. Biz inanıyoruz ki,
temin edici ve tüketici arasındaki iktisadi muhasebeye dayanan
karşılıklı maddi ilgi duyma olmaksızın yeni ürünler için
fiyat üzerinden kontrol sonuç vermez”
(75).
Böylece,
fiyatın pazarda oluştuğu gerçeği dile getirilmiş oluyor. Yani
Gromiko’nun arz ile talep arasındaki doğrudan ilişki dediği
olgu kabul ediliyor; yani temin edici firmalarla alıcı firmalar
pazarda karşı karşıya geliyorlar; birbirleri için arz ve talebi
oluşturuyorlar.
Bunun
adı rekabettir. Bunun adı kapitalizmdir. Nitekim bu olgunun
tartışıldığı döneminde Sovyet basınında soruna ilişkin
kapsamlı açıklamaların yanı sıra birbiriyle rekabet amaçlı
tekelci oluşumların kurulmaya başlandığı da görülmüştür.
Aynı sektörde çok sayıda işletme, yönlendirici bir işletme
önderliğinde yeni bir işletme olarak birleşti (Lvov Ekonomi
Konseyi’nde 1961’den itibaren 220 işletme 40 işletme olarak
birleşirler). Burada esas olan, birleşen firmaların
materyal-teknik tedariki de üstlenmeleridir. Bu, Liberman’ın
önerdiği sistem doğrultusunda bir adımdı. Böylece devlet
ticaretinin bu alandaki; materyal-teknik tedarik alanındaki
işletmeler arasındaki önemli üretim ilişkilerini şekillendiren
ilkeleri de işletmelere devredilmiş oluyordu. (Bu, SBKP MK
Plenumunda da talep edilmişti). Bu durumda işletmeler, ürünlerini
satmak için mücadele etmek, yani pazarda rekabet etmekle karşı
karşıya kalıyorlar. Dolayısıyla işletmeler, talep edilen
kalitede, fiyatta ve istenilen cinste meta üretmek zorundalar. Bu
durumdan dolayı temin edici, (üretici) ve alıcı işletmeler
arasındaki üretim ilişkileri de pazar koşullarına tabi
olmaktadır.
Bu
anlayışı, materyal-teknik tedarikin işletmelere devredilmesini
destekleyen bir öneriyi de V. S., Nemçinov yapmıştır. Nemçinov,
temel maddelerin (üretim araçları) parasız devrinin
kaldırılmasını talep etmiştir. Diğer bir ifadeyle: Nemçinov,
üretim araçları alınıp satılmalıdır; metalaştırılmalıdır
talebinde bulunmuştur.
Bu
öneriye göre, işletmeler, genişletilmiş üretim sürecine, temel
ve dolaşım fonuna katılım biçiminde katılmalılar.
“Daha
uzun vadeler için normatiflerle (ölçülerle,
kıstaslarla, normlarla, çn.)
uyumluluk içinde, verimliliğin planlanmış normatifleri biçiminde
işletmeler, artı üründen kaynaklanan toplumun giderlerinin belli
bir kısmını karşılamalıdırlar. Bu kısım, temel ve dolaşım
fonunun genişletilmiş yeniden üretimi için artı ürün
harcamalarına eşittir. Kime çok fon verilirse, ondan verimliliğin
planlanmasında çok şey istenmelidir... Temel ve dolaşım fonu
için katkılar, verili kolektifin işletmede, toplum için
gerçekleştirmek zorunda olduğu artı ürünün bir kısmıdır.
İşletme, artı değeri elde etmiyorsa, zarar ediyordur. Bu durumda
nakdi yardım veya hibeler zorunlu olur”
(76).
Bir
çok ekonomist de Liberman’ın önerilerini ilkesel olarak
reddediyordu. Sürekli, kaynak olarak gösterdiğimiz makalenin
yazarı Ottoman Kraç, ret savlarını şöyle sıralıyor:
“Bir
dizi iktisat bilimcileri Liberman’ın önerilerini ilkesel olarak
reddediyorlar. Esas itibariyle üç soru öne sürülüyor:
1.
Sosyalizmde kar, amaç değilmiş ve bundan dolayı sosyalist üretimi
teşvik edemezmiş. 2. Önerilen sistem, sosyalist ekonominin
orantılı gelişmesini teminat altına almıyormuş ve nihayetinde;
3. Önerilen sistem, merkezi planlamayı ortadan kaldırıyormuş”
(77).
Tartışmaya
katılanların çoğunluğu karın rolünün arttırılmasını
istiyor. Bunlardan birisi de SSCB Bakan Yardımcısı V. Sitnin’dir.
Tartışmanın yapıldığı dönemin son senelerini kastederek şöyle
der:
“Ülkede
iki temel biçimde görünen -kar ve üretim vergisi- para
birikiminin toplam kapsamını ele alırsak, bunun, 1958 ile
karşılaştırıldığında yüzde 28 oranında büyüdüğü
görülür. Kar, yüzde 64 oranında ve üretim vergisi de yüzde 6
oranında artmıştır. Kısa bir zaman öncesine kadar para
birikiminin hakim biçimi, üretim vergisiydi. Bugün bu, kara,
neredeyse eşittir ve açık ki, önümüzdeki yıllarda kar, para
birikiminin hakim biçimi olacaktır...
Karın
artması olumludur. Bu, daha ziyade, işletmelerin iktisadi
faaliyetinin ve her şeyden önce üretim maliyetinin ölçüleriyle
bağlam içindedir. İktisat bilimcileri, karın rolünü sıkça
küçümsüyorlar. Ülkede bugüne kadar işletmelerin yüzde 20’den
fazlası zarar ediyor. İşletmelerin planlı zararının sadece
fiyat oluşumundaki yetmezliklerden kaynaklandığını sanmak hata
olur. Bunun önemli ölçüde bu işletmelerdeki kötü iktisadi
yönetimle bağı vardır”
(78).
Bu
anlayışta olmasına rağmen V. Sitnin, Liberman’ın önerilerini
reddeder.
“Karı,
işletmenin faaliyetinin yegane ölçüsüne dönüştürmek
yanlıştır. Genişletilmiş yeniden üretim, başka önemli plan
ölçülerini de gerekli kılar... Karın merkezileştirilmiş
dağıtım düzeni muhafaza edilmelidir. Bu, planlı gelişme
yasasına uygun düşer”
(79).
V.
Sitnin, açık ki devlet bürokrasisini, merkezi planlamanın
devamını savunmaktadır.
L.
Gatovski de karın öneminin yükseltilmesini talep eder.
Ama,”
karın rolünün ve öneminin yükseltilmesi sosyalist bir ekonomide
sınırsız olamaz... Karın büyümesi, sosyalist ekonomi için amaç
değildir... Fiyat oluşumu ne kadar mükemmelleştirilirse
mükemmelleştirilsin, verimlilik ölçeği ne kadar ‘temizlenirse
temizlensin’ bu, hiç bir zaman, ekonominin bütün dallarında
işletmenin faaliyetinin yegane ölçeği ve teşvikin de yegane
temeli olamaz. Sektörler ve işletme grupları, ayrı ayrı ele
alınmalıdır ve özellikleri göz önünde tutulmalıdır”(80).
K.
Plotnikov ve V. Kotov da aynı paralelde görüşler öne sürerler.
Liberman’ı
kastederek K. Plotnikov şöyle der:
“Üretimin
planlamasının mevcut sistemi mükemmelleştirilmelidir, ama
önerdiğiniz yoldan değil. Gerçekten de, ücret fonunun işin
verimliliğinin, üretimin maliyetinin, birikimin, yatırımların
vs. merkezi planlamasını terk edersek, en önemli ulusal ekonomi
orantılıklarının devlet tarafından düzenlenmesini, yani esasa
özgü olarak ulusal ekonomi planlamasını terk etmiş oluruz”
(81).
V.
Kotov’un görüşü de aynı doğrultudadır:
“Ekonominin
gelişmesinin oranlılığı, sadece, merkezi planlamada mümkündür.
Ve önemli ölçüde değer bilançosu sistemiyle teminat altına
alınır. Kar planlamasının bütünlüklü sisteminin kaldırılması
üzerine öneri, toplumsal üretimin planlı yönlendirilmesi
sürecinde değer kategorilerinin küçümsenmesi anlamına gelir. Bu
önerilerin gerçekleştirilmesi, merkezi yönlendirmenin
zayıflamasına neden olur” (82).
V.
Sitnin gibi, K. Plotnikov ve V. Kotov da devlet bürokrasisinin,
merkezi planlamanın görüşlerini savunuyorlar.
Merkezi
planlama konusunda eleştirilerin yoğunluğu, Liberman’ı bu
konuda demagoji yapmaya itmiş ve o, merkezi planlamaya hem evet, hem
de hayır demek zorunda kalmıştır. Şöyle:
“SB’nde
yüz binlerce işletme var, bunların arasında on binlerce büyük
işletme var. Bunlar, çok çeşitli milyonlarca ürünleri
üretiyorlar. Kolektiflerin inisiyatifini uyandırmak, aşağıdan
inisiyatifi uyandırmak istiyorsak, devletin istediği anlamda
planlarını ele almaları şeklinde onları uyandırmak istiyorsak,
işletmelerin faaliyetini son noktaya kadar planlayabilir miyiz?
Bununla beraber, merkezileştirilmiş yönlendirme ilkesi sadece
muhafaza edilmemelidir, bilakis oldukça sağlamlaştırılmalıdır
ve bu yapılırken merkezi organlar, bütün gereksiz işlerden
arındırılmalıdır. İşletmelerin vesayet altına alınması da
buna dahildir”
(83).
Böylece
Liberman, merkezi planlamaya evet diyerek, merkezi planlama
güçlendirilmelidir diyerek, onun etkisizleştirilmesini
önermektedir. Liberman için önemli olan, işletmelerin merkezi
planlama vesayetinden kurtulmalarıdır, bağımsız planlayarak,
bağımsız üreterek, bağımsız kar elde ederek rekabet, pazar
koşulları içinde var olmalarıdır. Liberman, merkezi planlamanın
eksikliklerinin, eskimiş yönlerinin düzeltilmesini ve aşılmasını
öneriyor, ama her seferinde buna kıstas olarak işletmelerin
bağımsızlığını koşul yapıyor. Şöyle:
“Haklı
olarak iddia edilebilir ki, önerilen yöntem, işletmelerin kılı
kırk yaran vesayet altına alınmalarını yok edecektir ve merkezi
planlamayı, üretim üzerine ekonomik değil, aksine idari
tedbirlerle etkide bulunmak için parasal denemelerden kurtaracaktır.
Sadece bizzat işletme, kendi rezervlerini en iyi bilir ve en iyi
biçimde açığa çıkartır. Ama bunun için işletmelerin, gelecek
yıl iyi çalışmayla zor bir durumla karşılaşacağından
korkmaması gerekir. Merkezi planlamanın bütün temel kaldıraçları
sadece merkezi saptanıyor, fiyatlar, maliye, bütçe, rapor, büyük
yatırımlar, üretim safhasında orantılar... dağıtım ve
tüketim.
Merkezi
planlamanın yerine getirilişi, ulusal ekonomi konseyleri (ve yerel
Sovyet yürütme komiteleri), bütün plan pozisyonlarında bağlayıcı
yıllık kontrol verilerini aldıklarında, garanti altına
alınacaktır. Ulusal ekonomi konseyi, ne yazık ki, sıkça olduğu
gibi, sadece basit bir iletici, ara bir merci olmayacak, bilakis,
yerel planlamanın bütün faaliyetinin toplandığı merkez, düğüm
noktası olacaktır. O, yukarıdan bütün iktisadi alanlar için
genelleştirilmiş devlet görevlerini alacak. Aşağıdan işletmeler
tarafından bizzat hazırlanmış planlar gelecek... İşletmeler,
cari harcamalar ve yatırımların asgarisiyle azami üretime çok
ilgi duyacakları için planlamanın tespitinde, neredeyse garanti
edilebilir ki, işletme planlarının toplamı, ulusal ekonomi
konseyi alanında merkezi görevlerin tamamen yerine getirilmesini ve
aşılmasını teminat altına alır”
(84).
Hem
evet, hem hayır; evet derken hayır!
Liberman’ın
“iktisadi reformları” esas itibariyle bu anlayışlardan
ibarettir ve ilk önerildiğinde de yukarıya aktardığımız
şekilde tartışıldı.
SB’nde
ekonomide “reform”lar, böylesi tartışmalarla ivmelendi ve
esasen kapitalizmin yeniden inşası önündeki engellerin
kaldırılmasını ve maddi teşviki içermekteydi.
Sosyalist
bölüşüm (dağıtım) sistemini kaldıran modern revizyonistler,
onun yerine kapitalist dağıtım sistemini getirdiler. Tabii
kapitalist dağıtım sistemi diye bir sistem yok. Olan, üretimin
kapitalist ilişkiler temelinde yapılmasıdır. Bu ilişkiler içinde
üretimin arttırılması için öncelikle yapılması gereken,
işletme müdürlerinin ve üst seviye görevlilerin
mükafatlandırılmasıydı. Kişisel çıkarı olmayan bir işletme
müdürünün üretimin arttırılması için fazla uğraşmayacağı
açıktır. Bundan dolayı öncelikle bu kategoride olanların
gelirleri arttırılmıştır. Sonra ücretli memurlar ve işçiler
için de maddi teşvik sistemi uygulanmaya konmuştur. Ama işletme
müdürlerinin veya genel olarak yönetici kesimin
mükafatlandırılmasıyla işçilerin mükafatlandırılması aynı
derecede olmamıştır. İlk kategoride olanların yanında
işçilerinki “devede kulak” bile değildi. Ama buna rağmen, bu
“devede kulak” bile olmayan kırıntılar, Sovyet koşullarında
bir işçinin gelirinin önemli bir kısmına tekabül ediyordu.
Şüphesiz ki bu, Sovyet işçilerinin zenginleştikleri, bolluk
içinde yaşadıkları anlamına asla gelmiyordu. Ücretlerin daha
baştan oldukça düşük tespit edilmesi, işçileri, mesai yapmaya,
mükafat için çalışmaya zorluyordu. Örneğin Pravda’nın 17
Mayıs 1967 tarihli sayısında bir işletmede mükafatların toplam
ücretlerin yüzde 40’ı ile yüzde yüzüne tekabül ettiği
yazılıyordu.
Sanılmasın
ki revizyonist Sovyet sisteminde sadece müdürler, Sovyet
burjuvazisinin üst kesimini oluşturuyordu. Bunlar, yeni
burjuvazinin, bürokratik burjuvazinin uşaklarıydı. Yeni
burjuvazinin, sistemini ayakta tutmak için müttefiklere, çarkını
çevirecek güçlere ihtiyacı vardı. Müdürler ve o seviyedeki
yöneticiler, yeni burjuvazinin sistemini uygulayan, çarkın
dönmesini sağlayan unsurlar olarak görülmelidir. Bürokrat
burjuvazi, Moskova ve başka önemli merkezlerde yerleşik olan, her
türlü imtiyaza (yazlık ev, şoför, özel alış veriş mağazaları
vs.) sahip olan parti, devlet, sendika, ordu, iktisadi mekanizmada
yer alan fonksiyonerlerden, politikacılardan, teknokratlardan,
akademisyenlerden generallerden oluşmaktaydı. Merkezi bütçeyi
talan edenler bunlardı. Bu nedenle, karın, gelirlerin, esas kaynağı
işletme fonları değil, merkezi bütçeydi. Bu konuda Kosigin XXIV.
Parti Kongresinde şöyle der:
“İktisadi
muhasebenin sağlamlaştırılmasına ve gelişmesine dayanan
ekonomik
teşvikin yeni
sistemi, ekonomide kara büyük önem verildiğini öngörmektedir.
Karı ve verimliliği, üretimin sonuçları açısından önemli bir
faktör olarak görüyoruz. Aynı zamanda kar, işletmeler ve
birliklerin iktisadi muhasebesine dayanan fonlar için sadece ana
kaynak değildir, bilakis devlet bütçesinin en önemli gelir
kaynağıdır da”
(85).
Böylece
karın önemini ve merkezi devlet bütçesine olan katkının da
nereden sağlanmış olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
Karın
ana kaynağı olan işletmelerde üretimi arttırmak –bu, karın ve
mükafatın da artması anlamına gelir- için modern revizyonistler,
sosyalist paylaşım ilkesinin yerine işçileri rüşvetlendirmenin,
kendi çıkarlarına alet etmenin bir aracı olarak maddi teşvik
sistemini uygulamaya koyulmuşlardır.
Aradaki
farkın görülmesi için komünizmde paylaşım ilkesinin nasıl
olduğunu hatırlatalım (86).
Hal
böyle olmasına rağmen Liberman, “mevcut
planlama yöntemlerimiz ve pratiğimiz, işletmelerimizin mali
mükafatlandırılmaları planının yerine getirilmesini... önkoşul
yapmaktadır” anlayışındadır
(87).
Demek
oluyor ki maddi teşvik için, mükafatlanmak için, plan hedefine
ulaşmak ve aşmak gerekiyor.
Bu
durumu Kosigin daha açık ifade ediyor. “Personel
için maddi teşvik sistemi esasen plan hedefinin aşılarak yerine
getirilmesinin mükafatlandırılmasına dayanır”
(88).
Bunun
nasıl bir rekabet olduğunu da Liberman’dan öğreniyoruz:
“İşletmenin
verimliliği ne kadar yüksek olursa, karın payı da o derece büyük
olur... Kar ne kadar büyük olursa, mükafat fonu da o kadar büyük
olur” (89).
Liberman,
“burada esas olan,
mükafatların bütün türlerinin kardan kaynaklanmasıdır” diyor
(90).
V.
S. Nemhinov da “işletme,
maddi teşvik için bir sermayeye sahip olmalıdır. Mükafatın
büyüklüğü verimliliğin gerçek seviyesine bağlı olmalıdır”
diyor (91).
Bu
konuda Kosigin de şöyle der:
“Şimdi
durum hâlâ şöyle; bir işletmenin, kârların arttırılmasında
ve üretimin verimliliğinde başarıları, işletmenin
çalışanlarının gelirleri üzerinde asla doğrudan etkiye sahip
değildir.
Personele
büyük maddi bir çıkar sağlamak için bu sistemi değiştirmek
zorunludur. Bir işletmenin, işçilerine ve memurlarına daha iyi
ücret vermesi için olanaklarının (artacağı) bir sistem
uygulamak zorunludur… Öncelikle …yüksek kârlara ve daha büyük
verimliliğe bağımlı olan (bir sistem)…
Bireysel
başarılarından ve işletme çalışmalarının yüksek kapsamlı
sonuçlarından dolayı personeli (çalışanı) ödüllendirmek için
işletmeler –maaş fonuna ek olarak- kendi kaynağını kendi
emirlerine almalılar. Bu kaynak, işletme tarafından elde edilen
karın bir parçası olmalıdır”
(92).
“Gazeta
Ekonomicheskaya”daki makalesinde de (“Maliye
ve Ekonomik Teşvikler”, Nr.
41, 1965) V. Garbuzov, şu anlayışı savunur:
“Yeni
koşullar altında kârın uyandırıcı rolü oldukça büyümektedir.
Maddi teşvik ve üretimin gelişmesi için fonlar, kârlardan
oluşmaktadır. Bu fonlar, şimdiye kadar mevcut olan işletme
fonlarından oldukça büyük olmalıdır. Bir işletmenin elde
ettiği kâr ne kadar yüksek olursa, maddi teşvik ve üretimin
gelişmesi için fonlara yapılan aktarmalar da o kadar yüksek olur
” (93).
Görüyoruz
ki kar, karın artması, maddi teşvik vb. bütün kavramlar,
revizyonistler tarafından işçi sınıfına, fazla gelir elde etmek
istiyorsan, mükafatlandırılmak istiyorsan ölesiye çalışarak,
üretimi arttıracaksın anlamında yansıtılıyor ve işletme
müdürlerine de, işletmenin kar payının artması, çalışan
işçilerin daha çok/yoğun sömürüsünün sağlanmasıyla
mümkündür, o halde gereğinin yerine getirilmesi
için yapılması gerekeni yapmalısınız anlamında yansıtılıyor.
Marksist-leninist
teoriyi çarpıtmasaydı, revizyonizm, revizyonizm olmazdı.
İhanetteki çıplaklık, demagojik açıklamalarla kapatılmaya
çalışılmıştır. Her konuda olduğu gibi sosyalist paylaşım
ilkesi de başkalaştırılmıştır. Yapılan, demagojiden başka
bir şey değildir.
B.
Suharevski şöyle diyor:
“Söz
konusu olan, sosyalizmin ekonomik yasalarının bilinçli kullanımına
dayanan çok yönlü bir sistemin oluşturulmasıdır...
Bununla
bağlam içinde ücretlerin yükseltilmesinin dolaysız kaynakları
ve yolları da değişiyor. Yeni sistemde her bir işçinin ve
ücretlinin işi, şimdiye kadar olduğundan daha yüksek bir ölçüde
sadece kişisel katkısıyla değil, bilakis bütün kolektifin
faaliyetinin sonuçlarıyla da ölçülmektedir”
(94).
Bu
baya göre de teşvik, mükafatlandırma, sosyalizmin ekonomik
yasalarından sayılıyor, öyle ki, ücretlerin kaynağının önemli
bir bileşeni haline getiriliyor. Bu anlayışa göre, maddi teşvik,
Sovyet emekçisi açısından kaçınılmaz oluyor. Yani ölesiye
çalışarak üretimi arttıracaksın, işletmenin karını
arttıracaksın ki maddi teşvikten yararlanabilesin!
Suharevski,
işçinin bireysel katkısıyla, çalışmasının ürünüyle,
kolektifin faaliyetinin sonuçlarını birbirine bağlıyor. Demek
oluyor ki, bir işçi çokça çalışabilir, ama onun ücretinin
yüksekliği aynı zamanda kolektifin toplam faaliyetinin sonuçlarına
da bağlıdır.
Bu
formülasyonun ne anlama geldiğini çok yönlü yorumlamak mümkün.
Ama Brejnew, bizi böyle bir zahmetten kurtarıyor:
“Sosyalist
bir işletmenin üretimi, toplam kolektifin ortak çabalarının
sonucudur. Bundan dolayı, kişisel katkısına uygun olarak her bir
çalışan için maddi teşvikin yanı sıra bütün çalışanların
işletmenin sonuç ürünlerine maddi ilgi duymalarını (sağlamak)
tamamen meşrudur. Böylece kişisel ve toplumsal çıkarların
birbirine daha iyi
bağlanmaları mümkündür”
(95).
Burada
ve bir yukarıdaki alıntıda bizi ilgilendiren esasen, kişisel,
toplumsal ve kolektif çıkarlardır. Sovyet revizyonistleri, güya
sosyalist toplumlarında, kişisel ve toplumsal çıkarları karşı
karşıya koyuyorlar ve sonra da bunları birleştirmeye
çalışıyorlar. Bu birleştirmeyi de maddi çıkarlar, maddi teşvik
yoluyla gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
Burjuva
düzende de kişisel ve toplumsal çıkarlar aynen böyle
anlatılmıyor mu?
Reformlarla
ilgili olarak önde gelen revizyonist ideologlardan ve
ekonomistlerden yaptığımız alıntılar da -yorumumuzdan bağımsız
olarak- göstermektedir ki, Sovyet ekonomisinde, işletmelerinde
azami kar, rekabet ve kar yasalarına göre üretim belirleyici
olmuştur. Yeni Sovyet işletmesi, kapitalist işletmedir. Üretim,
sömürünün sonucudur.
Brejnew,
bu kapitalist işletmelerin maddi çıkarlarını, toplumsal çıkar
olarak açıklıyor. Bu durumda toplumun da aynı maddi çıkarlara
ilgi duyduğunu, yani kapitalistleştiğini, burjuvalaştığını
açıklıyor.
Bu
anlayışların da gösterdiği gibi modern revizyonistler, işçi
sınıfını, artık azami kar amaçlı üretim yapan işletmelerine
bağlamak, onları, maddi teşvik ile susturmak, sömürü temelinde
kolektif (işletme)-birey (işçi) ilişkileri geliştirmek için her
yola başvuruyorlardı.
Sosyalizmde
ücretlerin farklı olması veya maddi teşvike baş vurulması
nesnel durumun doğrudan bir sonucudur.
Komünist
paylaşımla ilgili olarak Marks’ın anlayışına bir daha
bakalım:
Komünizmin
ilk aşamasında, yani sosyalizmde bir bütün olarak işçi
sınıfının komünist çalışma ahlakını kavradıklarını,
bireycilikten, kapitalizmin o çirkinliklerinden, kişisel çıkar
hırsından vs. tamamen arınmış olduklarını düşünemeyiz. Bu
ve başka nedenlerden dolayı sosyalizmde kapitalizmin burjuva
ideolojinin/bilincin kalıntıları vardır ve bunlara karşı
mücadele edilmelidir.
Demek
oluyor ki sosyalizmde paylaşım ilkesi, işçiler arasında farklı
ücretlendirmeyi kaçınılmaz kılabiliyor.
Ama bu, bu kaçınılmazlığın ebedileştirilmesi anlamına
gelmiyor.
- Sovyet revizyonistlerinin, onca başarılı sosyalist inşadan sonra yapmaya çalıştıkları, giderek ortadan kaldırılması gereken maddi teşvik ilkesini genel geçerli kılmak olmuştur.
Sosyalizmde
her bir işçinin kişisel katkısı, işgücü harcaması,
ücretlendirilmesinde temel ilkedir. Ücretlendirme bireysel iş gücü
harcamasına bağlıdır. Bu anlamda “çalışmayan tüketemez”.
Bu durum, sosyalist inşa derinleştikçe ortadan kalkar. Sosyalist
Sovyetler Birliği’nde ücretlendirme bu anlayışa göre
düzenlenmişti. Her bir işçinin aldığı ücret, gerçek
katkısına tekabül ediyordu. Ölçü buydu. Çalıştığın kadar
alırsın! Bu ilkeyi tam gerçekleştirmek, haksızlıkları
engellemek için saate göre ücretlendirmenin yerine parça başı
ücretlendirme yöntemi uygulanmıştı. Bunun ötesinde
mükafatlandırma, maddi teşvik yöntemine de baş vurulmuştu.
Amaç açıktı. Fedakarca çalışan, sosyalist inşaya katkısını
arttıran işçilerin, bu artı işgücü harcamalarının
karşılığının ödenmesi.
Sosyalist
SB’ndeki bu yöntemle revizyonist/kapitalist SB’nde kullanılan
yöntemin ortak hiç bir yanı yoktur. İlkinde sosyalizmin inşasına
teşvik ve katkı söz konusuyken, ikincisinde kapitalist üretimi
geliştirmek, karı arttırmak ve işçileri bu sömürü
ilişkilerine bağımlı kılmak söz konusudur.
3-Meta
Üretimi, Meta Dolaşımı ve Fon Bağlamında İşin Verimliliği,
Maddi Teşvik
ve Sömürünün Arttırılması
Bir
daha baştan alalım. Revizyonistlerin kaleminin ürünü olan SBKP
tarihinde (Rusça baskı 1959 ) geçmişe dönük olarak yapılan
tespitlerden birisi de şu: “Ekonominin
planlamasının ve yönetiminin aşırı merkezileştirilmesi ve
maddi teşvikin küçümsenmesi üretimin büyümesi ve kaynaklarının
kullanılması ... olanaklarını sınırlandırılmıştır”
(96).
XX.
Parti Kongresinden sonra maddi teşvike ne kadar önem verildiği
biliniyor. Verilen önem yeterli olmamış olacak ki veya beklenen
sonuçlar alınmamış olacak ki, XXIV. Parti Kongresinde Brejnew
şöyle diyecekti:
“Ekonomik
teşvikin güçlendirilmesi üzerine.
Ekonominin yönetilmesinin mükemmelleştirilmesi üzerine
faaliyetinde partimiz, kararlı bir şekilde, merkezi organlar
tarafından yön verici özellikli iletilmiş görevlerin doğru
bağının yönünü, üretimi etkilemek için ekonomik kaldıracın
kullanılmasıyla (bağlam
içinde ele alır, bu yönün uygulanmasını takip eder, çn). Bu
kaldıraçların –iktisadi muhasebe, fiyat, kar, kredi, maddi
teşvikin biçimleri, vs.- iktisadi koşullar yaratma görevi vardır;
bu koşullar, üretim kolektiflerinin milyonlarca emekçinin başarılı
faaliyetine katkıda bulunurlar...” (97).
Aynı
kongrede Kosigin de aynı konuyu ele alır ve şöyle der:
“Merkez
Komitesinin Eylül Oturumu (1965). “Sanayi Yönetiminin
İyileştirilmesi, Sanayi Üretiminin Ekonomik Teşvikinin
Güçlendirilmesi ve Planlamanın Mükemmelleştirilmesi Üzerine”
kararında bütün iktisadi yaşamın mükemmelleştirilmesi üzerine
somut tedbirler formüle etmiştir....
Yeni
beş yıllık planda hizmet sektörünün ve maddi üretimin bütün
dallarının iktisadi muhasebe kurallarına göre çalışan
işletmelerinin ve örgütlerinin planlamanın ve teşvikin yeni
sistemine göre yeniden düzenlenmeleri sonuçlandırılacaktır”
(98).
Sovyet
revizyonistlerinin gözü, ekonomik
kaldıraç olarak kardan, maddi teşvikten, mükafatlandırmaktan,
krediden, fiyattan
başka bir şey görmüyor.
Haksız
oldukları da pek söylenemez. Ne de olsa proletarya diktatörlüğünün
artık elzem olmadığı sonucuna vararak, komünist partisini “bütün
halkın partisine”, proletarya diktatörlüğünü “bütün
halkın devleti”ne dönüştürmüşlerdi. Sosyalist ekonominin;
üretim biçiminin nesnel yasalarını ayaklar altına almışlar,
süreklilik arz eden reformlarıyla yeni bir ekonomik sistem
oluşturmuşlar ve kapitalist ilişkiler üzerine yükselen bu
sistemlerini mükemmelleştirmeye çalışıyorlardı. Artık, adını
koymasalar da, sosyalizmi lafta kullanmaya devam etseler de, bir
kapitalist gibi düşündüklerini ve hareket ettiklerini
gizlemiyorlardı.
Anlayışlarına
uyan sonuçlar da alıyorlardı: örneğin Sovyet verilerine göre
1969 yılının sonu itibariyle bu yeni ekonomi sistemine dahil olan
sanayi işletmesi sayısı 36 000 idi. Bu işletmelerin toplam
üretimdeki payı da yüzde 83,6 oranındaydı. Ama toplam kardaki
payları yüzde 91’i geçiyordu.
Demek
oluyor ki Sovyet modern revizyonistleri, sanayi üretimi alanını
neredeyse tamamen yeni ekonomik sistemlerine göre; kar ve maddi
teşvik ilkesine göre çalışan sistemlerine göre örgütlemişlerdi.
Reformların
sonuçları başka alanlarda da görülmeye başladı. “Devlet
Manüfaktür İşletmeleri Kararnamesi”
(1966), işletmelere, “eskimiş”
sabit sermayeleri (makineler, hammaddeler, nakliyat araçları vs.)
istedikleri gibi satma hakkını veriyordu. Bu kararnameyle legal
pazarlar kuruldu. Devletin mülkiyetinde olan üretim araçları,
işletme müdürleri tarafından pazarlandı, nakite, paraya
çevrildi. Bu kararnameden önce, Gorki ve Swerdlowsk’ta kurulan
pazarlarda, SB’nin her tarafından gelen işletme temsilcileri,
devletin mülkiyetinde olan üretim araçlarını satıyorlar ve
satın alıyorlardı. Yeraltı fabrikalarının kurulmasında ve
yaygınlaşmasında bu pazarların önemli bir rolü olmuştu. Çünkü
bu fabrikaları kuran özel kişiler –kapitalistler- gerekli üretim
araçlarını bu pazarlarda satın alıyorlardı.
Ama
Sovyet modern revizyonistleri, uygulanan reformlardan istenilen
sonuçları tam
olarak
alamıyorlardı. Bu nedenden dolayı sürekli, verimliliği, üretimi
arttırıcı denemelerde bulunuyorlardı. Bu denemelerin hepsinde
maddi teşvik anahtar rol oynamaktaydı. Buna Sçokino Kimya
Kombinası bir örnektir. XXIV. Parti Kongresinde Brejnew tarafından
söz konusu edilecek derecede önemli bir deneme.
Revizyonist
başı bu konuda şöyle der:
“...Yüksek
verimli çalışma teşvik edilmelidir ve yüksek
ücretlendirilmelidir. Sçokino Kimya Kombinası tecrübeleri
göstermektedir ki, üretimin gelişmesi için en büyük katkıda
bulunan, farklı mesleklere hakim olan ve toplumsal mülkiyeti
tutumlu kullanan çalışanların teşviki için işletmelere büyük
olanaklar sağlanmalıdır. Çalışanların maddi ilgilerini
arttırmak, çalışmaya ilişkin ahlaki teşvikin güçlü
kullanımıyla el ele gitmelidir” (99).
Bu
teşvik yöntemi, klasik kapitalist ülkelerde her gün yaşanıyor.
SB pratiğinde yöntemin uygulanması biraz değişik ve oldukça
basit: Sovyet yasalarına göre işten çıkartma durumunda, devlet
tarafından tespit edilmiş olan ücret fonu, otomatik olarak, işten
çıkartılanların ücretine tekabül edecek oranda azalıyordu. Ama
Sçokino deneyimi dahilinde olan işletmelerde durum başkaydı. Bu
işletmelerde ücret fonu hiçbir şey olmamış gibi muhafaza
ediliyor ve maddi teşvik için ek olarak kullanıyorlardı.
Bu
deney, bu türden işletme müdürleri için zenginleşmenin yeni bir
kaynağını oluşturmuştur. Çünkü, işletme yöneticileri,
işçileri işten atmaya başlamışlar ve böylece onların
ücretlerine de el koymuşlardı. Diğer işçilere de, plan hedefine
ulaşmak için daha çok çalışmak, başka meslekler öğrenmek
düşüyordu. Bu deneyle işletme yöneticileri, işçileri, işten
atmakla tehdit edebiliyorlar, onları korkutabiliyorlar, daha çok,
daha yoğun çalışmaya zorluyorlardı.
SB’nde
“önceleri
küçümsenen maddi teşvik”
, artık üretimin ana itici gücü olmuştu; işçileri üretime
yabancılaştıran, sömürüldüklerini, baskı altına
alındıklarını gösteren önemli bir faktör olmuştu.
Kapitalizmde
ve sosyalizmde işin verimliliği nasıl arttırılır veya
kapitalizmde ve sosyalizmde işin verimliliği arttırılması ne
anlama gelir?
Lenin:
“İşin
verimliliği, son kertede, yeni toplum düzeninin zaferi için en
önemli, en belirleyici olandır. Kapitalizm, işin verimliliğini
yarattı... Sosyalizm yeni, oldukça daha yüksek bir iş verimliliği
yarattığında kapitalizm nihai olarak yenilebilir ve böylece nihai
olarak yenilecektir. Bu, oldukça zor, oldukça uzun süren bir
iştir, ona başlandı
ve tam da bu (başlamak,
çn) en önemli
olandır... Kapitalist iş verimliliğine karşın komünizm, ileri
tekniği kullanarak, gönüllü, bilinçli, birleşik üreten
insanların daha yüksek bir iş verimliliğidir. Komünist
subbotnik, komünizmin
fiili başlangıcı
olarak olağanüstü önemlidir... Komünizm, sıradan işçinin
gönüllü olarak zor işin üstesinden gelerek işin verimliliğinin
yükseltilmesi için kişisel olarak çalışanlara ve onlarla
‘yakınlık içinde olanlara’ (doğrudan) yaramayan, bilakis
‘uzakta duranlara’ , yani bütün topluma önce bir
sosyalist devlette birleşen ve sonra Sovyet Cumhuriyetleri
Birliği’nde birleşecek olan düzinelerce ve yüz milyonlarca
insana yarayan her
bir pud
tahılı, kömürü, demiri ve başka ürünleri
korumak için kafa yorduğu yerde başlar”
(100).
İşin
verimliliği, bütün üretim biçimleri için genel geçerli bir
yasadır: Bunun adı zaman ekonomisi yasasıdır. Feodal beyler,
üretimi arttırmak, bağımlı köylüleri daha sıkı sömürmek
için onların üretime ilgi duymalarını sağlamanın yolunu,
onlara kendileri için üretebilecekleri bir toprak parçası
vermekte bulmuşlardı. Bu, feodalizmde maddi teşvikti. Kapitalizmde
işçilerin üretime ilgisinin arttırılması, yani daha sıkı
sömürülmeleri için aynı yöntem, koşulları değişik olarak
kullanılmaktadır.
Zaman
ekonomisi yasası, doğru kullanıldığında iş, daha da verimli
olur. Bu yasa, kişisel ve toplumsal çalışmanın her alanında
geçerlidir. Özellikle toplumsal ürünlerin üretiminde bu yasanın
kullanılması, üretimin olmazsa olmaz koşuludur. Çünkü bu
yasanın kullanılması, ifadesini işin verimliliğinin
arttırılmasında ve dolayısıyla ulusal gelirin de artmasında
bulur.
“Toplumsal
üretim koşullarında, tabii ki zaman belirlemesi esastır. Buğday,
hayvan vs. üretmek için toplum ne kadar az zamana ihtiyaç duyarsa,
maddi veya zihni olsun başka üretim için o kadar çok zaman
kazanır... Zaman ekonomisi, nihayetinde bütün ekonomiler burada
sonlanıyorlar... Zaman ekonomisi, ... çalışma zamanını üretimin
çeşitli dallarına planlı olarak dağıtmak, toplumsal üretim
temelinde ilk ekonomik yasadır. Hatta, daha yüksek derecede bir
yasadır” (101).
Bu
yasa Kapital C. I’de de şöyle tanımlanır:
“Genel
olarak, işin verimliliği ne kadar büyük olursa, bir madde üretimi
için gerekli çalışma zamanı o kadar kısa, o malda billurlaşmış
emek miktarı o kadar az ve değeri de o kadar küçük olur;
tersine, işin verimliliği ne kadar azsa, bir malın üretimi için
gerekli olan çalışma zamanı o kadar çok, malın değeri o kadar
büyük olur. Bu nedenle, bir metanın değeri, o metada maddeleşmiş
emek miktarı ile doğru orantılı, verimliliği ile ters orantılı
olarak değişir”
(102).
Demek
oluyor ki işin verimliliğinin ölçülmesinde iki faktör
belirleyici oluyor: Belli bir zaman dilimi içinde üretilen meta
miktarı ve ikincisi de belli miktarda meta üretimi için gerekli
toplumsal çalışma zamanı.
İşin
verimliliğinin ölçüsü olan bu iki faktörü etkileyen olgular
vardır: işçilerin kalifiye durumu; üretim tecrübesi. Bilimin
gelişme derecesi ve teknolojinin kazanımlarının üretimde
kullanılıp kullanılmadığı. Üretim araçlarının, bunların
arasında da özellikle iş araçlarının kapsamı ve üretimi
etkileme derecesi, kitlesel üretimin gelişme derecesi, üretim
sürecinde uzmanlaşma, kooperasyon vs. işin örgütlenmesi, üretim
sürecinde yönetimin seviyesi ve nihayetinde doğa durumu.
Bütün
bu faktörler işin verimliliğinin arttırılmasında veya
düşmesinde temel ögeleri oluştururlar.
Bu olguları iki ana
başlık altında da toplayabiliriz:
- Teknolojik ilerleme ile işin verimliliğinin arttırılması ve
- Değişmeyen teknolojik koşullarda işin verimliliğinin arttırılması.
Birinci
durumda aynı kalan
ortalama işgücü harcamasıyla, teknolojinin üretimde yoğun
kullanılmasından dolayı belli bir zaman diliminde üretilen ürün
toplamı artar.
İkinci
durumda işgücünün
yoğun kullanılmasından dolayı belli bir zaman diliminde üretilen
ürün miktarı artar.
İster
teknoloji kullanımı bazında olsun, isterse de işgücünün yoğun
sömürüsü bazında olsun, her halükarda sonuç aynıdır: işin
verimliliği ve dolayısıyla da üretim miktarı artar.
Kapitalizmde
işin verimliliğinin artması, kapitalist açısından azami kar,
işçi açısından sömürünün ve çalışma yoğunluğunun
artması anlamına gelir.
Kapitalist,
işçiyi daha fazla sömürmek için olmadık yöntemlere baş vurur;
İşletme yönetimini, üretim sürecini, tamamen değiştirebilir;
amacına ulaşmak için modern teknoloji kullanır, işçilerin
üretime ilgisini sağlamak veya arttırabilmek için yeni yöntemler
(örneğin lean production) geliştirir, maddi çıkarı teşvik
eder, tutamayacağı sözler verir veya genel ekonomik ve toplumsal
duruma göre işçileri yoğun baskı altına alır, işten atarım
tehditleri savurur.
Demek
oluyor ki:
- Kapitalizmde işin verimliliğinin arttırılmasında esas amaç azami kardır.
- Sosyalizmde ise tamamen farklı bir durumla karşı karşıyayız. Lenin, “işin verimliliği, son kertede, yeni toplum düzeninin zaferi için en önemli, en belirleyici olandır” diyor.
Her
iki sistemde de işin verimliliği, bağlayıcı önemi haizdir,
zaman ekonomisi yasasının ne denli kullanıldığını gösterir.
Belirttiğimi gibi, işin verimliliğinde amaç, her iki toplumda
tamamen farklıdır: Kapitalizmde amaç, azami kar ve bunun için
işçilerin sömürüsünün yoğunlaştırılması söz konusuyken,
sosyalizmde işin verimliliğinin arttırılmasında amaç, bütün
toplumun refahıdır; bütün toplumun refahı için toplumsal
üretimin sürekli arttırılmasıdır; sosyalizmde temel ekonomik
yasanın geçerli kılınmasıdır. Bu anlamda sosyalizmde zaman
ekonomisinden ne denli yararlanıldığı, sosyalizmde temel ekonomik
yasanın nasıl gerçekleştiriliyor olduğuyla ölçülür.
Sovyet
deneyi, SB’nde sosyalizmin inşası, bize sosyalizmde işin
verimliliğinin nasıl ele alındığını göstermektedir.
Her
şeyden önce gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur:
- Ekim Devrimi, bir küçük burjuvalar ülkesinde gerçekleştirildi.
- Rusya’da kapitalizm, sosyalizm için maddi temel teşkil edecek derecede gelişmemişti.
- Üretim modern teknolojiye dayanmıyordu.
- Halkın genel kültür seviyesi oldukça geriydi.
- Gelişmiş ülkelerde devrimler gerçekleştirilmediği için, dış dünyanın sosyalizmin inşasına katkısı, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfını dayanışmasıyla sınırlı kaldı.
Kısaca,
bu koşullarda olan Rusya’da Ekim Devriminin zaferinin taçlanması
anlamına gelen sosyalizmin inşasında Bolşevikler, akıl almaz
sorunların üstesinden gelmekle ve aynı zamanda iç düşmanla
mücadele etmekle karşı karşıya kaldılar. Örneğin, tek ülkede
sosyalizm kurulmaz diyen ve süreç içinde karşı devrimci olan
Troçkistlerle mücadelenin yanı sıra, işçi sınıfının devlet
yönetmedeki tecrübesizliğinden ve yeterli aydınının ve
uzmanının olmamasından dolayı Çarlık döneminden kalma
aydınları ve uzmanları maddi teşvikle –yüksek ücretler, lüks
evler, başka imtiyazlar vs.- genç Sovyet ülkesinin yönetimine ve
ekonomisinin inşasına kazanmaya çalıştılar.
Bu
alandaki gelişmenin nasıl olduğunu Stalin şöyle anlatır:
“Biliyorsunuz
ki, eski dönemden bize tekniği geri bir ülke, yoksul, yıkılmış
bir ülke kaldı. Dört yıl süren emperyalist savaşla harabe
olmuş, bir üç yıl daha iç savaşla yıkıma uğramış, yarı
yarıya okuma yazma bilmeyen halkı ile, aşağı bir teknikle, bir
kaç sanayi adacığı ile, en aşağılık bir köylü sömürüsü
ummanı içinde boğulmuş bir ülke. İşte geçmişten bize kalan
ülke, böyle bir ülkeydi.
Görev, bu ülkeyi
karanlık ortaçağ yolundan, modern sanayi ve makineleşmiş tarım
yoluna geçirmekti. Gördüğünüz gibi, ciddi ve güç bir iş,
sorun, kendini şöyle koyuyordu: Ya bu görevi en kısa zamanda
yerine getireceğiz ve ülkemizde sosyalizmi pekiştireceğiz ya da
bu görevi yapamayacağız ve o zaman da teknik bakımdan zayıf,
kültür bakımından geri olan ülkemiz, bağımsızlığını
yitirecek ve emperyalist devletlerin göz koydukları hedef olacak.
Ülkemiz o zaman
korkunç bir teknik yoksunluk döneminden geçiyordu. Sanayi için
makine bulunamıyordu. Tarım için makine yoktu. Ulaştırma işleri
için makine yoktu. Yokluğu halinde bir ülkenin sanayisel yeniden
şekillenmesi mümkün olmayan en basit teknik temelden bile
yoksunduk. Sadece, böyle bir temelin yaratılabilmesi için bazı ön
koşullar vardı. Birinci sınıf bir büyük sanayi kurmak
gerekiyordu. Bu büyük sanayiyi, sadece sanayimizi değil, aynı
zamanda tarımımızı da, demiryolu ulaşımımızı da teknik
bakımdan yeni baştan örgütlemeye elverişli kılacak biçimde
yönlendirmek gerekiyordu. Bu nedenle, özveride bulunmamız ve her
şeyde çok sıkı bir tutumluluğu gerçekleştirmek gerekiyordu;
sanayin kurulması için gerekli fonları biriktirmek üzere, hem
yiyecekten, hem okullardan, hem giyecekten tasarruf etmek
gerekiyordu. Teknik alandaki eksikliklerimizi aşmak için başka bir
yol yoktu. Bunu bize Lenin öğretti ve biz bu alanda Lenin’in
izinden yürüdük.
Evet yoldaşlar,
ülkemizin sanayileştirilmesi ve kolektifleştirilmesi yolunda
güvenli ve karşı durulmaz adımlarla yürüdük. Ve şimdi bu yol,
baştan başa yürünmüş sayılabilir...Bu demektir ki, teknik
alanındaki eksiklikler dönemini ana hatlarıyla artık aştık.
Ama teknik
eksiklikler dönemini aştıktan sonra yeni bir döneme; insan
kıtlığı, kadro kıtlığı, tekniğe hükmetmesini, onu ileri
götürmesini bilen çalışanlar kıtlığı dönemine girdik...
Fabrikalarımız, işletmelerimiz, kolhozlarımız, sovhozlarımız,
ulaşım araçlarımız, ordumuz var, bütün bunlar için tekniğimiz
var. Ama teknikten sağlanabilecek en yüksek yararı sağlayabilmek
için gerekli deneyime sahip insanlarımız eksik. Önceleri şöyle
diyorduk: ‘Teknik her şeyi belirler’. Bu slogan bize, teknik
eksikliklerimize çare bulmamız ve insanlarımızı birinci sınıf
teknikle silahlandırmak için tüm çalışma dallarında çok geniş
bir temel yaratmamız bakımında yardımcı oldu. Bu, çok iyi. Ama
yeterli olmaktan uzak, çok uzak. Tekniği harekete geçirmek ve
ondan tam anlamıyla yararlanmak için tekniğe hükmeden insanlar,
bu tekniği özümleyebilecek, onu, teknik sanatı bütün
kurallarına göre
kullanabilecek kadrolar gerekir. Onun ustası olma yeteneğini
kazanmış insanlar olmadıkça, teknik ölü bir şeydir. Teknik,
başta, onu eline almış insanlarla birlikte mucizeler yaratabilir
ve yaratmalıdır da. Eğer birinci sınıf işletmelerimizde ve
fabrikalarımızda, sovhozlarımızda ve kolhozlarımızda, ulaşım
işlerimizde, Kızıl Ordumuzda yeterli sayıda bu tekniğe hakim
olacak yetenekte kadrolar olsaydı, ülkemiz bugün elde ettiğinden
üç-dört kat daha büyük bir sonuç elde ederdi. İşte bu
nedenle, en büyük çabamız, tekniğe hükmetmesini bilen
insanlara, kadrolara, emekçilere yönelimdir. İşte bu yüzden,
ülkemizde teknik eksikliğin ortalığı kasıp kavurduğu artık
günü geçmiş dönemi yansıtan, eski, ‘teknik her şeyi
belirler’ sloganının yerini, şimdi yeni bir sloganın alması
gerekir. Bugün için esas olan budur” (103).
4
Mayıs 1935’te Stalin böylesi tespitler yapıyordu.
Geri
kalmış bir ülkede bu yol izlenmiştir: Önce koşulların tespiti,
envanterin çıkartılması ve bu verilerin analizine göre yol
alınması.
“İşin
üretkenliğinin arttırılması, öncelikle büyük sanayinin maddi
temellerinin garantilenmesini; yakıt ve demir üretiminin,
makineciliğin, kimya sanayinin gelişmesini gerektirir...
İşin verimliliğini
arttırmak için başka bir koşul, ilk olarak halk kitlesinin eğitim
ve kültür düzeyinin yükseltilmesidir... Ekonomik kalkınmanın
ikinci koşulu, emekçilerin çalışma gücünün, becerisinin,
çalışma yoğunluğunun arttırılması ve çalışmanın daha iyi
örgütlenmesidir...
Rus
proletaryasının en sınıf bilinçli öncüsü, çalışma
disiplininin arttırılması görevini önüne koymuş bulunuyor.
Örneğin metal işçileri birliği yönetim kurulunda ve sendikalar
merkez konseyinde, kararnameler için uygun önlem ve tasarılar
hazırlanmaya başlandı. Bu çalışma desteklenmeli ve var
gücümüzle ilerletmeliyiz. Akort ücretini, Taylor sisteminde
mevcut olan birçok bilimsel ve ileri yanın uygulanmasını, kazancı
üretim randımanının genel sonuçlarına ya da demiryollarından,
deniz taşımacılığından yararlanmanın sonuçlarına göre
uyarlamayı vs. gündeme sokmak, fiilen uygulamak ve sınamak
gerekir” (104).
Demek
ki sorun, yeni insan sorunu, bilinçli hareket eden insan sorunu.
Mevcut olanakları değerlendirme, deneylerden yararlanma sorunu.
Bolşevik
partinin arayışı yanıtsız kalmaz. “Komünist
Cumartesiler”
doğar. Demiryolu işçilerinin aldığı karar şöyledir:
“Zor
iç ve dış durumdan dolayı komünistler ve onlara sempati
duyanlar, sınıf düşmanı üzerinde üstünlük kazanmak için,
yeniden toparlanmak ve dinlenme zamanlarından bir çalışma saati
daha almalılar, yani işgünlerini bir saat uzatmalılar ve bu
saatlerin hepsini birleştirmeliler ve Cumartesi günü hemen gerçek
değer üretmek amacıyla 6 saat fiziki olarak çalışmalılar.
Devrimin kazanımları söz konusu olduğunda komünistlerin sağlık
ve yaşamlarını esirgemeyeceklerinden hareketle, bu iş,
ücretsizdir.
Komünist
Cumartesi,
bütün bölgede Kolçak üzerine tam zafer sağlanana kadar
uygulanacak”
(105).
Bu
coşkulu çalışma sonucunda işin verimliliği 2-3 misli artmış
ve büyük bir komünist Cumartesi inisiyatifi gelişmiştir.
Lenin’in deyimiyle, “işçilerin
kendi inisiyatifleriyle başlattıkları ‘Komünist Cumartesi’,
açık ki bir başlangıçtı”
(106). Ama bu başlangıcın görülmemiş büyük bir ufku vardı.
Çünkü “Komünist
Cumartesileri, ... iş verimliliğinin geliştirilmesinde, yeni bir
çalışma disiplinine geçişte, sosyalist ekonomi ve yaşam
koşullarının oluşturulmasında işçilerin bilinçli ve gönüllü
inisiyatifini bize gösterdikleri için devasa tarihsel anlama
sahipler” (107).
Sosyalist
bilinçlenme, sosyalizmin inşasının yaşanır olması, Sovyet
ülkesinde yeni inisiyatiflerin doğmasına da yol açmıştır.
Bunlardan birisi de “Stahanov Hareketi”dir. Bu konuda Stalin:
“Burada,…
Stahanov Hareketinin, yeni ve daha yüksek teknik normların ifadesi
olarak, sadece sosyalizmin verebileceği, kapitalizmin veremeyeceği
işin yüksek verimliliğinin bir örneği olduğu söylendi. Bu,
tamamıyla doğrudur. Kapitalizm, feodalizmi neden yerle bir etti ve
yendi? Çünkü daha yüksek iş verimliliği normları yarattı.
Çünkü topluma, feodal düzende elde edemediği, son derece daha
çok ürün alma olanağını verdi. Çünkü toplumu daha zengin
etti. Sosyalizm, kapitalist ekonomi sistemini neden alt edebilir ve
etmelidir ve zorunlu olarak alt edecektir? Çünkü sosyalist sistem,
kapitalist ekonomi sisteminden daha üstün çalışma örnekleri,
daha yüksek bir verim sağlayabilir. Çünkü sosyalist sistem,
topluma daha çok ürün verebilir ve toplumu daha zengin kılacaktır.
Sosyalizm,
ancak, yüksek bir iş verimliliği, kapitalizmdekinden daha yüksek
bir iş verimliliği temeli üzerinde, bir ürün ve her çeşit
tüketim nesneleri bolluğu temeli üzerinde, toplumun üyeleri için
rahat ve kültürlü bir yaşam temeli üzerinde üstün
gelebilir...(108).
“Komünist
Cumartesiler”, “Stahanov Hareketi”, kendiliğinden başlıyor;
sosyalizme, geleceğe bilinçli inanan işçiler, özlemini
duydukları sistemi kurmak için kolları sıvıyorlar, işin
verimliliğini yükseltiyorlar ve böylece sosyalizmin inşasıyla
işin verimliliği ve üretimin arttırılması arasındaki
diyalektik bağı kuruyorlar.
Şüphesiz,
Ekim Devriminden sonraki ilk yıllarda, belirttiğimiz nedenlerden
dolayı, ekonomiyi harekete geçirebilmek için maddi teşvik, işin
verimliliğini yükseltmek için bir yöntem olarak kullanılmıştır.
Ama, sosyalist inşanın derinleşmesi, kapsamlaşması, toplumun
giderek yeni
insanlardan
–sosyalist, komünist bilinçli- oluşmaya başlaması, maddi
teşvik sisteminin kaldırılması anlamına gelir. Hele hele
komünizme geçişten, 20 sene içinde komünist aşamaya
ulaşılacağından bahsedildiği bir dönemde maddi teşvik, işin
verimliliğini yükseltmek için kullanılmaması gereken bir yöntem
olmalıydı. Bu yöntem tarihin çöplüğüne atılmış olmalıydı.
Ama XX. Parti Kongresinden sonraki SB’nde bunun tam tersini
görüyoruz.
- Revizyonist rejim, sosyalist paylaşım ilkesini kaldırdı ve üretimi arttırmak için maddi teşviki, kar amaçlı üretimi esas aldı. Ama buna rağmen, 1913’ten 1956’ya sanayide 9 misli artan işin verimliliğinin artış hızına yaklaşılmadı bile.
Sovyet
revizyonistleri, sanki sosyalizmi yeni inşa ediyorlarmış gibi,
aynen Ekim Devrimi sonrası yıllardaki bir ülkede sosyalizmi inşa
ediyorlarmış gibi hareket ettiler.
Kar
amaçlı üretimi ve maddi teşviki, sosyalist bilinci köreltmek,
rekabeti, bencilliği toplumda yaygınlaştırmak için de
kullandılar.
Öyle ki işin
verimliliğine etkide bulunan sosyalist ilişkileri ifade eden
toplumsal faktör olarak üç temel faktör ileri sürdüler;
- işin maddi teşviki,
- çalışma üzerine ahlaki teşvik ve
- sosyalist yarış (109).
“Sanayide
ücret yeniden düzenlenirken progresif-parça başı ücret, işin
verimliliğinin artışını ve nitel göstergelerin daha da
iyileştirilmesini engelliyor diye tasfiye edilir. Sektörlerin
çoğunluğunda temel sanayi işçileri için, görevlerin ve
planların yerine getirilmesi ve hedefin açılması durumunda prim
ödenmesi uygulamaya konur.
Primde yeniden
düzenleme, prim alan işçilerin sayısını da arttırır. Prim
alan işçilerin sayısı 1962’de yüzde 70’e çıkar.
İşçilerin
mükafatlandırıldığı göstergelerin genişletilmesinin ve plan
görevlerinin yerine getirilmesi ve hedefin aşılması durumunda
işçi kolektifinin de mükafatlandırılmasına geçişin yanı
sıra, parça başı ücretten zamana göre ücrete geçiş, prim
sistemlerinin kullanım alanının genişlemesi üzerinde önemli
etkide bulunur.
Sade (düz) zamana göre
ücret, işçilerin işlerine ilgi duymalarını sağlamadığı
için, bu ücrete genel olarak prim eklenir. Bu nedenle parça başı
ücretin kullanım alanının sınırlandırılmasıyla prim
sistemlerinin kullanım alanının genişletilmesi tesadüfi
değildir.
Prim
için yeni kaynakların yaratılması, işletme kolektifinin işinin
toplam ekonomik sonuçlarına (yani üretime) ilgi duymasının
güçlendirilmesi ve maddi teşvikin şekillendirilmesinde işletme
haklarının genişletilmesi, prim alan çalışanların sayısının
artmasında ek faktörlerdir. 1972’de prim alan işçilerin payı
yüzde 84,6’ya çıkar. Bu işçilerin neredeyse tamamı (yüzde
96’sı) prim sistemine bağlanmış zamana göre ücretle
çalışıyordu. Mühendislik-teknik alanında çalışanların hepsi
ve ücretli memurlar, mükafatlandırma (prim) sistemine dahil
edildiler” (110).
Biraz
serbest çevrilen yukarıdaki anlayışlar, herhangi bir ekonomistin
görüşleri değildir. Bunlar, “SSCB Bakanlık Konseyi İş ve
Ücret İçin Devlet Komitesi”nin görüşleridir. Yani resmi
görüştür.
Buradaki
anlayışla sosyalizmi inşa eden SSCB’nde geçerli olan ücret
politikasını karşılaştırmak, her iki dönem arasındaki farkı
görmek için yeterlidir.
Bu
anlayışlarıyla Sovyet revizyonistleri, emeğe göre ücret
ilkesini; sosyalizmin bu temel dağıtım ilkesini tasfiye
ettiklerini ve onun yerine prim sistemiyle desteklenen zamana göre
ücreti uyguladıklarını gösteriyorlar.
İşçilerin
yüzde 84,6’sının prim sistemine dahil edilmesi, revizynizmin,
işin verimliliğinin arttırılmasında maddi teşviki ne denli
önemsediğini, esas aldığını, en ön planda tuttuğunu
göstermeye yeter. İlerlemiş sosyalizmden bahseden, evet 20 yılda
komünizme geçileceğini açıklayan Sovyet revizyonistlerinin, prim
sistemini tedricen kaldırmaları gerekirdi. Ama onlar, tam tersini
yaptılar.
İşin
verimliliğinin arttırılmasında maddi teşvikin ne denli önemli
olduğunu şu ifadelerden de anlıyoruz:
“1971-1975
yıllarında işin ücretlendirilmesi, o zamana kadar olduğu gibi,
işletmede çalışan her bir (çalışanın) işinin verimliliğinin
arttırılması için temel maddi teşviktir. İşin
ücretlendirilmesinin yüksekliği, harcanan işin kalitesine ve
miktarına bağlıdır… Akort ve mükafatlandırma sistemi çok
yaygındır. Buna karşın saat başına ücretlendirme oldukça
nadirdir…İşin verimliliğinin yükseltilmesine kişisel maddi
ilgi, çeşitli mükafatlandırmalarla teşvik edilir; bunlar ücretin
yanı sıra işletmenin karından ödenir”
(111).
Bu
konuda Kosigin tam bir tekel yöneticisi gibi düşünüyor:
“1976’dan
1980’e SSCB Ekonomisinin Gelişmesinin Temel Yönleri”ne göre;
“İktisadi
faaliyetin efektifliğinin arttırılmasında ücret ve mükafat
(prim) sisteminin rolü güçlendirilmelidir. Maddi teşvikin ileri
biçimleri daha yaygın olarak kullanılmalıdır…
Mükafatlandırmalar, şimdiye kadar olduğundan daha da güçlü
ölçüde işin verimliliğinin arttırılmasına… katkıda
bulunmalıdır”
(112).
Kosigin’in
verilerine göre 1971’den 1975’e ortalama gelir yüzde 20
oranında artar. Bu artışın
dörtte üçünü mükafatlandırma –prim- ödemeleri oluşturur.
Revizyonistlerin,
propaganda materyallerinde bu denli açık verecek kadar aptal
olduklarını her halde kimse düşünmez. Çünkü buradaki sorun,
ideolojik bir sorundur ve revizyonistler, artık bazı gerçekleri
gizleme gereği duymuyorlardı.
Revizyonist
rejim, üretimi, kar amaçlı yaptığı, maddi teşviki esas aldığı
için, basına ve parti kongrelerine yansıyan, işletmelerin,
kolhozların, sovhozların çöktüğü anlatımlarından, yeraltı
fabrikaları, hortumculuk haberlerinden kurtulamamıştır.
Revizyonist
rejim, işin verimliliğinin sosyalist ilkesini, uygulamaya koyduğu
“reform”larıyla yıkmış ve yerine işin verimliliğinin
kapitalist ilkesini getirmiştir. Bu da maddi teşvikin ve kar amaçlı
üretimin esas alınmasıdır.
Kar
amaçlı üretim, aynen klasik kapitalizmde olduğu gibi, ancak maddi
teşvikle arttırılabilir. SB’nde olan da buydu ve bu gelişme
kendini, ekonominin, her alanda dökülmesinde ve toplumun antogonist
çelişkili sınıflara ayrılmışlığında göstermiştir.
“Kar ve
verimliliğe daha ziyade önem vermeliyiz”
dersen (Kruşçev), bunun sonunda sosyalist inşayı değil,
kapitalizmin inşasını görürsün!
Karşılaştırma:
Kapitalizmde
emeğin verimliliği:
- Azami karın elde edilmesi için emeğin verimliliğinin artırılması gerekir. Bunun için kapitalistler, bir taraftan gelişen tekniği üretim sürecine sokarlarken, diğer taraftan da işgücünün yoğun sömürüsünü sağlamaya çalışırlar. Kapitalizmde emeğin verimliliğinin arttırılması, en çok kar, son kertede işçinin daha fazla sömürülmesi, daha çok baskı altına alınması ile sağlanır.
Revizyonizmde
emeğin verimliliği:
- Sovyet revizyonistleri, sosyalizmde emeğin verimliliğini artıran olguları/koşulları kaldırmışlar, yerine kapitalizmde emeğin verimliliğini artıran koşulları getirmişlerdir. Bu nedenle de revizyonistlerin "sosyalizmi", sosyalizmin bir karikatürü olmaktan başka bir anlam taşımıyordu. Çünkü bu “sosyalizm”, kitlelerin yoksulluğu, baskı altına alınmaları ve bir avuç bürokratın yaşam şartlarının yüksek olması üzerine kurulmuştu. 1934'te Stalin; bu karikatür üzerine şöyle diyordu;
- "Sosyalizmin, yoksulluk ve mahrumiyetler temelinde şahsi ihtiyaçların kısıtlanması temelinde ve insanların yaşam şartlarının fakirlerin (ki bunlar da fakir kalmak istemiyorlar ve refah içinde yaşamayı amaçlıyorlar) yaşam şartlarına indirgenmesi (temelinde) inşa edilebileceğine inanmak aptallıktır. Sözüm yabana böyle bir sosyalizme kim ihtiyaç duyuyor? Bu, sosyalizm olamaz, bilakis sosyalizm üzerine bir karikatürdür" (113).
Böyle
bir "sosyalizm"e revizyonistler ihtiyaç duymuşlardı. Bu
karikatür, gerçekte, bürokratik kapitalizmden başka bir şey
değildi.
Sosyalizmde
emeğin verimliliği:
- Sosyalizmde emeğin verimliliğinin artırılmasında çıkış noktasını kar değil, bütün toplumun çıkarları oluşturur. Yani bütün toplumun maddi ve kültürel ihtiyaçlarının giderilmesi ve yükseltilmesi esastır. Teknik gelişme üretime bu amaçla sokulur ve işçinin daha verimli çalışmasında sosyalist bilinç itici güç olur.
4-Meta-Para
İlişkileri Ve Komünist Aşamaya Geçiş Bağlamında
Sosyalizmde
ve Kapitalizmde Temel Ekonomik Yasa Sorunu
Sovyetler
Birliği’nde ekonomik yapının karakteri konusunda fikir verici en
önemli göstergelerden birisi de üretim biçiminin temel yasasıdır.
Buna açıklık getirmek için, kapitalizmde ve sosyalizmde temel
ekonomik yasaları tanımlayalım.
Kapitalizmde
temel ekonomik yasa:
“Modern
kapitalizmin ekonomik temel yasasının en önemli özellikleri ve
gerekçeleri şöyle formüle edilebilir. Verili ülke nüfusu
çoğunluğunun sömürüsü, yıkımı ve yoksullaştırılmasıyla,
başka ülke halklarının, özellikle de geri ülkelerin
köleleştirilmesi ve sistematik talanıyla ve nihayetinde en yüksek
karı elde etmeye hizmet eden savaşlarla ve ekonominin
askerileştirilmesiyle kapitalist azami karın teminat altına
alınmasıdır”
(114).
Sosyalizmin
temel ekonomik yasa:
“Sosyalizmin
ekonomik temel yasasının önemli özellikleri ve gereksinimleri
aşağı-yukarı şöyle formüle edilebilir: en gelişmiş teknik
temelinde sosyalist üretimin kesintisiz büyümesi ve devamlı
mükemmelleştirilmesi sayesinde bütün toplumun devamlı artan
maddi ve kültürel ihtiyaçlarını azami tatmininin teminat altına
alınmasıdır”
(115).
“Bütün
toplumun devamlı artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami
tatmin edilmesinin teminat altına alınması –bu, sosyalist
üretimin amacıdır;
en gelişmiş teknik temelinde sosyalist üretimin kesintisiz
büyümesi ve devamlı mükemmelleştirilmesi- bu, amaca ulaşmak
için araçtır.
Bu
sosyalizmin ekonomik temel yasasıdır”
(116).
Kapitalizmle
karşılaştırıldığında sosyalizmde temel ekonomik yasa:
“Azami
karın teminat altına alınması yerine, toplumun maddi ve kültürel
ihtiyaçlarının azami tatmininin teminat altına alınması;
yükselişten krize ve krizden yükselişe (gibi) kesintisiyle
üretimin gelişmesi yerine, üretimin kesintisiz büyümesi;
periyodik, toplumun üretici güçlerinin tahribatının refakat
ettiği tekniğin gelişmesindeki kesintilerin yerine, en çok
gelişmiş teknik bazında üretimin devamlı
mükemmelleştirilmesi”dir
(117).
Bu
yasa, toplumsal mülkiyetin gerçekleştirilmesiyle; sosyalist üretim
ilişkilerinin geçerli kılınmasıyla, yani kapitalist
üretim/mülkiyet ilişkilerinin yıkılması ve yeni (sosyalist)
ekonomik koşulların hakim olmasıyla başlar. Böylelikle,
kapitalizmde amaç olan azami kar için üretimin yerini, sosyalizmde
amaç olan ihtiyaçların azami tatmini için üretim alır.
“Sosyalist
üretimin amacı, ihtiyaçlarıyla insandır. Yani onun maddi ve
kültürel ihtiyaçlarının tatminidir... Sosyalist üretimin
amacı... bütün toplumun sürekli artan maddi ve kültürel
ihtiyaçlarının azami tatminidir”
(118).
Bütün
eksikliklerine rağmen böyle bir düzen SB’nde kurulmuştu.
H.
Johnson, 1939’da yayımladığı “Dünyanın
Altıda Biri”
kitabında bu olgu şöyle anlatılır:
“Dünyanın
altıda biri deneme aşamasını aştı. Her geçen yıl, bunu daha
iyi görüyoruz. Sosyalist toplum düzeni henüz mükemmel değil.
SB’nde bir çok alanda büyük iyileştirmeler yapılmalıdır...
SB’nde
bütün fabrikalar, maden ocakları, demiryolları, deniz, tarım ve
ticaret işletmeciliği bütün halkın mülkiyetinde, ülkenin
iktisadi ve toplumsal yaşamı, kamu refahı için örgütlenmiştir.
Tam eşitlik, ırkına, etniğine bakmaksızın devletin yönetimine
yeteneklerine uygun olarak katılmalarını vatandaşlara olanaklı
kılıyor. Cinsiyetlerin tam eşitliği –aynı işe aynı ücret-
asla geri alınamaz ilke. Eğitim için herkes eşit hakka sahip...
Yüksek okula gidenler, burs alıyorlar. Herkes için iş var;
işsizlik bilinmiyor. Ekonomik krizler yok. Fiyatlar sürekli
düşüyor, ücretler sürekli artıyor. Günlük en yüksek çalışma
süresi 8 saat, ama ortalama olarak 7 saatten az. Her işçi yılda
en azından 2 hafta ödenmiş izin alır. Sağlık işleri ücretsiz.
Hastalık durumunda işçiler, ücretlerini sanki çalışıyorlarmış
gibi alırlar”
(119).
Burada,
SB’nde, sosyalizmin ekonomik temel yasasının uygulanışı
anlatılmaktadır.
Sosyalist
inşanın giderek kapsamlaşması, derinleşmesi; mükemmelleşmesi,
bu ekonomik temel yasanın geçerlilik boyutlarını gösterir. Bu
yasanın ne denli geçerli olduğu, bilimsel tartışmaların
ötesinde çoğumuzun okuduğu romanlara, şiirlere bile yansımıştır.
XX.
Parti Kongresinden sonra durum değişmeye başlıyor. Bu parti
kongresinde siyasi iktidarı gasp eden modern revizyonistler,
reformlar adı altında attıkları adımlarla kapitalizmin yeniden
inşasının yolunu açtılar. Şeklen değişen fazla bir şey
olmadı. Ama önde gelen revizyonist ideologlardan, ekonomistlerden
aktardığımız anlayışların, partinin aldığı kararların
gösterdiği gibi, SB’nde artık belirleyici olan, “en
gelişmiş teknik temelinde sosyalist üretimin kesintisiz büyümesi
ve devamlı mükemmelleştirilmesi sayesinde bütün toplumun artan
maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatminin teminat altına
alınması”
(Stalin) değildi. Artık esas olan, belli bir kesimin; yeni sınıfın;
partide, sendikalarda, işletmelerde, kolhozlarda, orduda vs.
çöreklenmiş bürokrat burjuvazinin çıkarlarının teminat altına
alınmasıydı. Bu kesimin devamlı artan maddi ihtiyaçlarının
giderilmesi, üretimin amacı olmuştu. Azami kar, üretimin itici
gücü olmuştu. Kişisel çıkar, kişisel zenginleşme, devletin
olanaklarını çalma almış yürümüştü. Reform adında bazı
merkezi yapıların dağıtılması, bir çok sorumluluğun
bölgelere, işletmelere verilmesi, yönetici konumunda olanların
kendi çıkarlarına göre üretimi yönlendirmeleri saklanamaz hale
gelmişti.
İşletmeler
açısından plan hedefine ulaşmak, aşmak ve buna tekabül eden
parayı almak esastı. Üretilen malların miktarı ton ile
ölçüldüğünden işletme yöneticileri için esas olan, kaç
tonluk meta üretildiğiydi. Kalitenin hiç bir önemi kalmamıştı.
İşletme yöneticileri, işletmenin payını, dolayısıyla
kendilerine düşecek mükafat payını da arttırmak için bolca
kalitesiz malların üretilmesinden hiç rahatsız olmamışlardı.
Kötü
kalite, üretim araçları üretiminden tüketim araçları üretimine
kadar her alanda görülmekteydi. Öyle ki bu, gazetelere yansıyacak,
parti konferanslarında ele alınacak derecede önemli bir sorun
olmuştu. Mutlaka bir örnek vermek gerekirse:
“Kötü
kaliteli malların üretimi, gerçekten, oldukça önemli ekonomik
zararlara neden olmaktaydı. Örneğin 1965’te, kağıt ve karton
gibi hammaddelerin az olduğu bir dönemde 465 000 tonluk zarar –70
milyon rublelik bir değer- ortaya çıkmıştı...
Ama
tecrübe öğretmektedir ki, bazı durumlarda eskimiş ve düşük
değerli ürünler üreten işletmeler, iktisadi olarak, sürekli
yeni ürünler üreten ve programına alan işletmelerden daha iyi
durumdaydılar. Çeşitli işletmelerde sürdürülen rast gele
kontroller, toplam ürüne oranla yeni ürünlerin payının
artmasının, işletmenin verimliliğini düşürdüğünü
gösteriyorlar”
(120).
SB’nin
Devlet Planlama Komisyonu Ekonomik Araştırma Enstitüsü direktörü
böyle yazıyorsa, açık ki bir sorun var.
Otuzlarda
kurulan, teknik olarak oldukça ileri, modern olan, kapitalist dünya
ve özellikle de Amerikan üretimiyle boy ölçüşen, onu bazı
alanlarda geçen, dünyada ikinci, Avrupa’da birinci sıraya
yükselen Sovyet ekonomisinde ve sanayinde geriye çöküntü ve
eskimiş materyal yığını kalmıştı. Verimlilik düşmüş,
çalışanların üretime ilgisi kalmamıştı. Revizyonistler bu
durumu değiştirmek için maddi teşviki, kar payının
arttırılmasını gündeme getirdiler.
29
Eylül 1965’te karar altına alınan “Ekonominin
Yönetimi için Yeni Yöntemler”
çareyi, “işletme
çalışanlarının, diğer şeylerin yanı sıra, üretimin
verimliliğinin arttırılmasına ilgi duymalarını”
sağlamakta bulmuştu (121).
Bu
amaca ulaşmak için de, esas olan, “kar,
fiyat, mükafatlandırma, kredi gibi oldukça önemli iktisadi
kaldıraçlara daha iyi baş vurmaktı”.
Evet alınan karar buydu.
Bunun
ötesinde başka bir kapitalist mantığa işlerlik kazandırılmıştı.
Ortada ortak dava, inanç, sosyalist inşa kalmadığı ve salt
kişisel, grupsal çıkarlar söz konusu olduğu için merkezi
bürokrasi, ölçü kıstası olarak, brüt üretim yerine, satılmış
brüt üretimi esas almıştır. Bu durumda işletmelerin salt
üretimiyle plan hedefine varmaları ve aşmaları yetmiyordu. Artık
kıstas, satılan brüt üretimdi. İşletmenin kar payı, satılmış
brüt üretime göre ölçülüyordu.
Aslında
bu durum, SB’nde üretimin yığınların sürekli artan
gereksinimlerini karşılamaya yönelik olmadığını, ürünlerin
satılmadığını; alıcı bulmadığını gösterir. Bu durumda,
‘ancak, kar sağlayan işletmeler, bu kardaki payını
arttırabilirler’ ilkesi uygulanıyor. Kar konusunda ise
revizyonistler oldukça açık konuşuyorlardı.
Söz
konusu bu temel yasa üzerine biraz gidelim:
Stalin’in
“SSCB’nde
Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”
yapıtında ele aldığı en önemli sorunlardan birisi de
kapitalizmde ve sosyalizmde ekonomik temel yasadır. Bu yasanın
keşfedilmesi ve etkisinin açıklanması Stalin’in Marksist
teoriye bir katkısıdır.
Bütün
toplumun sürekli artan maddi ve kültürel gereksinimlerinin
giderilmesi, sosyalist üretimin amacıdır. En gelişmiş teknik
temelinde sosyalist üretimin kesintisiz artması ve devamlı
mükemmelleştirilmesi, bu, bu amaca ulaşmak için araçtır. Bu,
sosyalizmin ekonomik temel yasasıdır.
Adı
geçen eserinde Stalin; L. D. Yaroşenko’nun üretim-tüketim
bağlamında antimarksist görüşlerini teşhir etmiş ve
sosyalizmin ekonomik temel yasasından amaç olarak üretimin
dışlanmasının kaçınılmaz olarak burjuva ideolojisinin
saflarına götüreceğini, böylece üretimin artışının kendine
yeten amaç olarak görüleceğini ve ihtiyaçlarıyla insanın
sahneden silineceğini göstermiştir.
Üretim
amacı, üretimin özünün ortaya çıkartılmasında oldukça
önemli teorik bir sorundur. “Kapitalist
veya sosyalist üretimin amacından, kapitalist veya sosyalist
üretimin tabi olduğu görevlerden bahsedilebilir mi?...
Bahsedilebileceğini ve bahsedilmesi gerektiğini düşünüyorum”
(Stalin).
Kapitalizmde
ve sosyalizmde üretimin amacı bilindiğine göre revizyonizmde
üretimin amacı nedir? Açık ki lafta sosyalist, özde kapitalist.
Sovyet modern revizyonistleri, sosyalizmde ekonomik temel yasayı,
kapitalizmde ekonomik temel yasaya dönüştürmüşlerdir. Bunu
kanıtlamak o kadar zor bir iş değil. Öyle zor olmadığını da
revizyonist teorisyenlerin anlayışlarını yorumlu-yorumsuz buraya
aktararak gösterdik. Bu baylar için sorun, nasıl olur da
sosyalizmden bahsederek kapitalizmi yeniden inşa ederiz sorunuydu.
Marksist-leninist
politik ekonomi, kapitalist ve sosyalist üretimin birbirine tamamen
zıt amacını eksiksiz açıklığa kavuşturmuştur. Aynı şekilde
bizlere düşen görev de, revizyonizmin kapitalizm olduğunu, teorik
olarak temellendirmek ve eksiksiz açıklamaktır.
Kapitalist
ve revizyonist üretimin dolaysız amacı, sosyalist üretimin
aksine, metaların üretimi değildir,
bilakis artı değer ve kardır.
“Artı değer üretimi,... kapitalist üretimin dolaysız amacı ve
belirleyici motifidir”
(K. Marks, Kapital, C. III).
Kar
oranı, kapitalist üretimi harekete geçiren güçtür. Bu nedenle
kapitalizmde üretimin genişlemesi veya daralması, üretim-toplumsal
gereksinimler bağlamında ele alınmaz, tersine burada, üretimin
genişleme ve daralma seyrinde belirleyici olan, kardır, kar
oranıdır.
“Sosyalist
üretimin amacı, kar değildir, bilakis ihtiyaçlarıyla insandır,
yani onun maddi ve kültürel gereksinimlerinin giderilmesidir”
(Stalin; SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları).
Sovyet
modern revizyonistlerinin böyle bir sorunu yoktu. Onlar, uygulamaya
koydukları ekonomik reformlarıyla karı, artı değeri, üretimin
esas amacı yaptılar.
Daha
1907’de “Anarşizm
veya Sosyalizm?”
yapıtında Stalin; sosyalist topluma ilişkin şunları söylüyordu:
“Geleceğin
üretiminin temel amacı, kapitalistlerin karının yükseltilmesi
yararına satış için meta üretmek değil, doğrudan doğruya
toplumun gereksinimlerini karşılamaktır. Meta üretiminin, kar
için yarışmanın vb. burada yeri olmayacaktır”
(122).
Ama
modern revizyonistler hiç de böyle düşünmüyorlardı. Karı,
amaç ve meta üretimini, pazar için üretimi, ekonominin
belirleyici özelliği yapıyorlardı.
İnsanlık
tarihinde ilk defa sosyalizmde, kişisel ve toplumsal çıkarların
doğru ilişkilenişi için önkoşullar oluşturulmuştu. SB’nde
sosyalizmin inşası, kişisel ve toplumsal çıkarları antagonist
çıkarlar olmaktan çıkarmıştı. Ama Sovyet modern
revizyonistleri, reformlarıyla bu çıkar ahengini, bu doğru
ilişkilenişi tersine çevirdiler. Maddi teşvik, pazar için
üretim, kar için üretim, toplumsal çıkarlar ile kişisel
çıkarları antagonist ilişkilendiren faktörler olmuşlardı.
Her
amaca, kendine tekabül eden araçla ulaşılır. Kapitalizm
(emperyalizm) koşullarında üretimin amacı, azami kardır. Bu
amaca ulaşmak için araç, işçi sınıfının ve emekçi
yığınların sömürülmesidir. Kapitalizmin temel ekonomik yasası,
kapitalist üretimin amacı ile ona ulaşmak için kullanılan
araçlar arasında diyalektik bir bütünselliği, birliği içerir
veya ifade eder: Azami
kar (amaç), sömürü, talan (araç).
Revizyonistlerin
iktidarı gasp etmesinden sonra SB’nde sosyalist üretimin amacı,
kendine tekabül eden araçları belirleyemez olmuştu; bu amaç;
belirleyebilme olgusu, tarihe karışmıştı: Sosyalist üretimin
amacı,
“ihtiyaçlarıyla insandır, yani onun maddi ve kültürel
gereksinimlerinin giderilmesidir”
ve bu amaca ulaşmak için araç da, en modern teknik temelinde
üretimin kesintisiz büyümesidir ve sürekli
mükemmelleştirilmesidir. Revizyonist SB’nde üretimin amacı ile
araçları kapitalistleştirilmişti. Modern revizyonistler de, belli
bir üretimde amaca ulaşmak için gerekli araçların keyfi bir
seçimin sonucu olamayacağını çok iyi biliyorlardı. Onlar da
biliyorlardı ki, bu araçlar, ekonomik gelişmenin belli nesnel
koşulları tarafından belirlenirler. Bu nedenle, verili üretimin
nesnel yasaları, adı ne konursa konsun, isterse de istenmese de
geçerlilik kazanacaktır. Bu anlamda sosyalizmde meta üretimini
genelleştirmenin, üretim araçlarını metalaştırmanın, maddi
teşvikle üretimi arttırmaya çalışmanın, meta-para ilişkilerini
genelleştirmenin, karın (adı “sosyalist kar” da olsa)
sosyalizmle hiç bir ilişkisi olamazdı.
Sosyalist
üretimin amacına ulaşması için araçlar, bizzat bu üretimin
özü-kendisi tarafından belirlenir. Bunun olabilmesi için
sosyalist üretim ilişkilerinin hakim olması gerekir; bu
ilişkilerin üretici güçlerin karakterine tamamen uyumluluk içinde
olması ve üretici güçlerin kesintisiz gelişmesinin sağlanması
gerekir. Ancak bunlar sağlandığında sosyalist üretim, en modern
teknoloji temelinde kesintisiz artar ve mükemmelleşir.
Modern
revizyonistlerin siyasi iktidarı gasp etmelerinden sonra SB’nde
meta üretiminin genelleştirilmesi, esas amaç olarak görülmesi,
üretim araçlarının metalaştırılması, pazar için üretim,
sonuç itibariyle üretim ilişkileriyle üretici güçlerin
karakteri arasında çelişkinin doğmasına neden olmuştur.
Kapitalist ilişkilerin esas alındığı ekonomide (üretimde) bunun
böyle olması kaçınılmazdır.
Üretim
araçlarının sosyalist mülkiyeti, üreticileri birleştirir,
ekonomik gelişme için yeni motivasyon kaynağı ve itici güç
olur. Sosyalist üretimin amacına ulaşması için sosyalist toplum,
üretimi sürekli geliştirmek ve en modern teknoloji temelinde
mükemmelleştirmek göreviyle karşı karşıyadır. Bu, sosyalist
üretimin amacının ve ona ulaşmak için araçların diyalektik
birliğidir; karşılıklı bağımlılığıdır; ancak bu birlik
sağlandığında sosyalist inşanın derinleşmesinin komünizme
doğru gelişmesinin kaynağı olur.
Üretim
araçlarının toplumsal/sosyalist mülkiyeti, üretimin arttırılması
için sınırsız olanaklar sunar:
“Modern
üretici güçlerin gelişmesi, mevcut kapitalist mülkiyet
tarafından engellenmektedir. Ancak, geleceğin toplumunda bu
mülkiyetin olmayacağı düşünülürse, üretici güçlerin kat
kat artacağı kendiliğinden ortaya çıkar” (123).
Bunun
böyle olduğunu SB’nde sosyalizmin inşası kanıtlamıştır.
Aynı zamanda, modern revizyonistlerin iktidara gelmesiyle uygulamaya
konan reformlar da bunun böyle olduğunu ters yönden kanıtlamıştır.
SB’nde üretim araçları metalaştırılmıştır, üretimin
artışı yavaşlamıştır, üretim araçlarının metalaştırılması,
üretici güçlerin gelişmesi önünde engel olmuştur.
Sovyet
tecrübesi, sosyalist toplumda üretim araçlarının
metalaşmayacağını (kapitalist mülkiyette olmayacağını)
gösterdi, modern revizyonistler ise üretim araçlarını
metalaştırdı.
Marksist-leninist
politik ekonomiyi çarpıtmak, bu alanda Stalin’in katkılarını,
“yanlış tezler”,
“tamamen yanlış
tezler” olarak
göstermek için modern revizyonist ekonomistler ve teorisyenler, hiç
de küçümsenmeyecek çaba harcamışlardır. Bu türden
kalemşorlardan oluşan bir grup (M. Atlas, L. Kadişev, M. Makarova,
G. Sorakin, ve P. Figurnov) ortaklaşa yazdıkları bir makalede
(“Ekonomik Temel Yasa Üzerine”) şöyle diyor:
“Daha bütün
birlik müzakeresinde,... ekonomik teori alanında Stalin tarafından
ciddi hataların yapıldığına işaret edilmişti. Onun, kolektif
iktisadi (kolhoz,
çn) mülkiyetin
genel halk mülkiyeti seviyesine çıkartılması yolları, meta
üretiminin sınırlandırılması ve yerine ürün mübadelesinin
getirilmesi üzerine düşüncesi yanlıştı... Stalin tarafından
yapılan, sosyalizmde meta üretiminin nedenleri, üretim araçlarının
meta üretimi safhasından dışlanması üzerine açıklaması doğru
değildi....
... SSCB’nde
Sosyalizmin Ekonomik Sorunları’nda Stalin; kolektif iktisadi
mülkiyetin genel halk mülkiyeti seviyesine çıkartılması için
kolektif iktisadi üretimin artı ürünlerinin meta dolaşımı
sisteminden çıkartılması ve devlet sanayi ve kolektif ekonomiler
arasındaki ürün mübadelesi sistemine dahil edilmesi gerektiği
tezini savundu...
Stalin, sosyalist
üretim ilişkilerinin komünist şekillenmesini toplumsal üretimin
gelişmesine değil, aksine mübadelenin gelişmesine, şehir ile kır
arasındaki meta dolaşımının muhafazasına veya yok edilmesine
bağımlı kıldı...
Stalin’in, komünist
inşa koşullarında meta-para ilişkilerinin ömrünü doldurmuş
olacağı, komünizme doğru gelişmeyi köstekleyeceği ve bu
nedenle meta dolaşımının etki alanının sınırlandırılması
ve ürün mübadelesi alanının genişletilmesi gerektiği tezi
oldukça yanlıştı ve pratikte zararlıydı. Komünizme geçiş
döneminde toplumsal gelişmenin yasallıklarının bilimsel
kavranışına dayanarak parti programında, komünist inşada
meta-para ilişkilerinin yeni içeriğine uygun olarak... tam
anlamıyla kullanılması gerektiğini gösterdi.
Stalin’in “SSCB’nde
Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” çalışmasının etkisi altında
(kalınarak) Sovyet ekonomi literatüründe belli bir zaman, artı
değer yasası sadece tekel öncesi kapitalizm koşullarında temel
yasadır, emperyalizm çağında ise güya başka bir yasa, azami kar
elde etme yasası etkide bulunurmuş yanlış görüşü vardı...
Ama ekonomik
yasalar, bunların içinde ekonomik temel yasa da tarihsel olarak ele
alınmalıdır”
(124).
Böylece,
“çağımızın
komünist manifestosu”
olan SBKP’nin yeni (revizyonist programı, (1961), XX., XXI. ve
XXII. Parti Kongreleri Stalin’in hatalarını düzeltmiş oluyor!
Doğru ile yanlışı ayrıştırmış oluyor!
Sosyalizmi
inşa eden SB’nde;
- kapitalizmde ve sosyalizmde meta üretiminin anlamı doğru yorumladığı için,
- sosyalizmde meta üretiminin ve dolaşımının alanı doğru belirlediği için,
- modern kapitalizmde (emperyalizmde) temel ekonomik yasa doğru belirlediği için,
- sosyalizmde temel ekonomik yasa doğru belirlediği için ciddi hatalar, yanlış tezler savunulmuş!!
Revizyonist SB’nde;
- meta üretimi ve dolaşımı bütün ulusal ekonomide geçerli kılındığı için,
- meta-para ilişkileriyle komünist topluma doğru gelişileceği teorileştirildiği ve uygulandığı için,
- sosyalizmde temel ekonomik yasa ortadan kaldırılarak, kapitalizmin temel ekonomik yasası geçerli kılındığı için doğru tezler savunulmuş ve pratikte uygulanmış!!
“Reel sosyalizm”,
bu “doğru”ların aynası ve 1991 de “hazin” sonucudur.
*
*
Bütün yönleriyle Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşası ve
geriye dönüş için bkz.:
İbrahim
Okçuoğlu; SSCB'de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası
Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz 2011.
*
Kaynaklar:
1)Politische
Ökonomie, Sozialismus, Anschauungsmaterial; s. 48, Berlin 1974.
2)
Bkz: S.
P. Figurnov,
ein
sowjetischer Wirtschaftswissenschaftler.
3)Marks;
C. 23, s. 183, Kapital, C. I.
4)
Marks; agk., s. 181.
5)E.N.
Zhiltsov: “Concering the Subjekt of the Economics of Higher
Eduction”. Aktadar: Bland; agk., s. 59.
6)V.M.
Batyrev: “Commodity-Money Relations under Socialism”. Aktaran:
Bland; agy.
7)
A. Sukhov: “Labour Mobility and its Causes”. Aktaran: Byand;
agy.
8)
Marks; agk., s. 184/185.
9)
E.N. Zhiltsov: agy. Aktaran: Bland; agk., s. 60.
10)Y.L.
Manevich: "Wages Systems", in: "The Soviet Planned
Economy"; Moscow; 1974; p. 230). Aktaran: Bland; agy.
11)
E.N. Zhiltsov: ibid.; p. 76. Aktaran: Bland; agk., s. 61.
12)
Y.L. Manevich: ibid.; P. 230-1. Akmtaran: Bland; agy.
13)
Marks; C. 25, s. 124-127. Kapital C. III.
14)Y.L.
Manevich: ibid.; p. 231. Aktaran: Bland; agy.
15)Pravda,
baş makale, 14 Ocak 1966, Aktaran: W. B.Bland; “The Restoration of
Capitalism in the Soviet Union”, s. 9. (Bland’in kitabıyla
ilgili olarak sayfa belirlemesi, İnternet çıkışına göredir).
16)
Liberman, “Woprosy Ekonomiki”, 1955, Nr. 6, Aktaran: Bland,;
agk., s. 10.
17)L.
Gatovsky: “Sosyalist Ekonomide Karın Rolü”, Komünist, Nr. 18,
1962. Aktaran:
Bland; agk., s. 10.
18)
Ekonomiki Voprosy”, Nr. 11, 1962. Aktaran: Bland; agk., s. 10.
19)Aktaran:
Bland; agk., s. 10.
20)Aktaran:
Bland; agk., s. 10.
21)Aktaran:
Bland; agk., s. 11.
22)
Liberman: Ekonomiki Voprosy, Nr. 8, 1962. Aktaran: Bland; agk., s.
11.
23)Sovyet
Yaşamı, Temmuz 1965. Aktaran: Bland; agk., s. 12.
24)Lenin;
C. 32, s. 355/356, “Ayni Vergi Üzerine”.
25)Lenin;
C. 33, s. 266, “XI. Parteitag der KPR (B).
26)G.
Kosiachenko: The Plan and Cost Accounting”. Aktaran:
Bland; s. 26.
27)E.
G. Liberman, Pravda, 21 Kasım 1965. Aktaran:
Bland; s. 27.
28)V.
K. Fedinin; “The Economic Reform and the Development of Socialist
Emulation”. Aktaran: Bland; s. 27.
29)Gatovski;
İbid.: P. 85, 88, 89. Aktaran: Bland; s. 28.
30)L.
Konnik; İbid, P. 25. Aktaran:
Bland; s. 28.
31)Bkz.:
Komünist, Nr. 18, 1962. Aktaran: Bland; s. 28.
32)Aktaran:
Bland; s. 28.
33)
L. G. Liberman. Aktaran: Bland; s., 29.
34)Marks-Engels,
Toplu Eserleri; C.20, s. 260.
35)
P. Naumann; “Zurück zum Profit. Zur Entwicklung des Revisionusmus
in der DDR, s. 112-114, 1973.
36)Agk,
s. 10.
37)“Bugünkü
ekonomik düzenimizde, yani komünist toplumun gelişmesinin ilk
aşamasında, değer yasasının üretimin değişik dalları
arasında emeğin dağılımının “oranlarını” sözüm ona
düzenlediğini ileri sürmek, aynı şekilde kesin olarak yanlıştır.
Eğer
bu doğru olsaydı, neden, çok kez daha az verimli olan ve bazen hiç
de verimli bulunmayan ağır sanayi yerine, daha verimli olan hafif
sanayimizi sonuna kadar öncelikle geliştirmeyelim?
Eğer
bu doğru olsaydı, neden, işçilerin emeğinin “istenilen etkiyi”
yaratmadığı, şimdilik verimsiz olan ağır sanayi işletmelerimiz
kapatılarak, işçi emeğinin “en büyük etkiyi”
yaratabileceği, verimli yeni hafif sanayi işletmeleri açılmıyor?
Eğer
bu doğru olsaydı, neden, bizde ulusal ekonomi için çok gerekli
olmakla birlikte, az verimli olan işletmelerin işçileri, sözüm
ona üretim dalları arasında emeğin dağılımının “oranlarını”
düzenleyen değer yasası uyarınca daha verimli işletmelere doğru
aktarılmıyorlar?
Kuşkusuz
ki, bu görüşte olan yoldaşlara ayak uydurarak, üretim araçları
üretimine verdiğimiz öncelikten vazgeçip, tüketim araçları
üretimine hız vermemiz gerekirdi. Yani üretim araçları
üretiminin önceliğinden vazgeçmek ne anlama gelir? Bunun sonucu,
ulusal ekonomimizin sürekli gelişmesini olanaksız kılmaktır,
çünkü üretim araçlarının üretiminin önceliği sağlanmadan,
aynı zamanda, ulusal ekonominin sürekli gelişmesi sağlanamaz”
(Stalin; C. 15, s. 275. SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları).
38)P.
Naumann; “Zurück zum Profit. Zur Entwicklung des Revisionusmus in
der DDR, s. 10, 1973.
39)Agy.
40)
Bkz.: Methoden der Wirtschaftslenkung im Sozialismus, s. 71.
41)
Voprosy Ekonomiki, Nr. 11, 1962.
42)Wirtschaftswissenschaft,
Nr. 1, Ocak 1963, s. 111/112.
43)Ag.
dergi, s. 112.
44)Ag.
dergi, s. 112.
45)“Probleme
der ökonomischen Stimulierung der Betriebe”, “Fragen der
Wirtschaft”, Nr. 10, 1962. “Sowjetwissenschaft,
Gesellschaftswissenschaftliche Beitraege”, Nr. 3 (Mart) 1963), s.
266-267.
46)Ag.
dergi, s. 268-283.
47)
Ag. dergi, s. 302-311.
48)
Ag. dergi, Nr. 4, (Nisan) 1963, s. 377-382.
49)
Ag. dergi, s. 382-385.
50)Ag.
dergi, s. 385-391.
51)Ag.
dergi, s. 391-394.
52)
Ag. dergi, s. 394-397.
53)Ag.
dergi, s. 397-401.
54)Ag.
dergi, s. 401-404.
55)Ag.
dergi, s. 405-406.
56)
Ag. dergi, s. 406-411.
57)
Ag. dergi, s. 411-415.
58)Ag.
dergi, Nr. 5, (Mayıs) 1963, s. 503-506.
59)
Ag. dergi, s. 506-513.
60)
Ag. dergi, s. 513-518.
61)
Ag. dergi, s. 518-519.
62)Ag.
dergi, s. 520-524.
63)Ag.
dergi, s. 525-527.
64)Ag.
dergi s. 527-529.
65)
Ag. dergi s. 529-54
65x)L.
M. Gatowski, Konseyin başkanıdır, oturum sonuçlarını toparlar
ve konuşmacıların çoğunluğunun görüşlerini yansıtan
önerileri formüle eder.
66)Sowjetwissenschaften;
ag. dergi, s. 268/269.
67)
Aktaran: Wirtschaftswissenschaft, Nr. 1, Ocak 1963, s. 114.
68)Aktaran:
Wirtschaftswissenschaft, Nr. 1, Ocak 1963, s. 115.
69)Agy.
70)
Ag. dergi, s. 116.
70x)„Kolektiflerin
maddi taktiri için ana kaynak kardır ve ücret fonu değildir.
Böylece kar, birikim için daha yüksek plan görevlerinin
üstlenilmesinde ekonomik kaldıraçtır. Sadece maddi teşvik
fonunun değil, bilakis prim fonunun da, her türlü primlerin de
kapsamı, kar planının seviyesine ve yerine getirilme derecesine
bağlıdır. Gerekli olan yerde, işletmelerde emekçiler, karın
arttırılması için mükafatlandırılmalıdır“ (F.
Veselkov; „Materielle Stimuli hoher Planaufgaben“ Aktaran:
Sowjetwissenschaft, Gesellschafts Wissenschaftliche Beitraege, Nr. 3,
Mart 1963, syf. 282).
71)
Ag. dergi, s. 116.
72)Agy.
73)
Wirtschaftswissenschaft, Nr. 1, Ocak 1963, s. 117.
74)
Ag. dergi, s. 117.
75)
Ag. dergi, s. 118-119.
76)Ag.
dergi, s. 120.
77)
Ag. dergi, s. 121
78)Ag.
dergi, s. 121.
79)
Agy.
80)
Ag. dergi; s. 121-122.
81)
Ag. dergi, s. 123.
82)
Ag. dergi, s. 123.
83)
Ag. dergi, s. 123.
84)
Ag. dergi, s. 125/126.
85)XXVI.
Parti Kongresi, s. 220, Presse der SU, A46, 19 Nisan 1971.
86)Bkz.:
K. Marks; Gotha Programı.
87)
Aktaran: Bland; s. 79.
88)Agy.
89)Agy.
90)
Agk., s. 80.
91)
Pravda, 21
Eylülü 1962. Aktaran: Bland; s. 80.
92)
A.N. Kosigin. Aktaran: Bland; agk., s., 80.
93)
V. Garbuzov: "Finances and Economic Stimuli", in:
"Ekonomicheskaya gazeta" (Economic Gazette), No. 41, 1965,
in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 2; p. 49, 50. Aktaran;
Bland; agk., s. 80.
94)Boris
Suhurevski; “Probleme der ekonomischen Stimulierung in den
RWG-Laendern; Probleme des Friedens und des Sozialismus, 1970, Nr. 8,
s. 1077.
95)
L. I. Brejnew, XXIII. Parti Kongresi, s. 17, Presse der SU, 4 Nisan
1966, Nr. 39.
96)
Die Geschichte der KPdSU”, s. 820/821.
97)Brejnew;
XXIV. Parteitag der KPdSU, s. 32, Presse der SU, A39, 2 Nisan 1971.
98)
XXIV. Parteitag der KPdSU, s. 219, Presse der SU, A46, 19 Nisan 1971.
99)XXIV.
Parteitag der KPdSU, s. 32, Presse der SU, A39, 2 Nisan 1971.
100)
Lenin; C. 29, s. 416/417, Büyük İnisiyatif.
101)K. Marks, Grundnisse der Kritik der politischen
Ökonomie”, s. 89, 1953.
102)
Marks; Kapital, C. I, s. 55.
103)Stalin; C. 14, s. 24, 25, 27/28. “Rede vor den
Absolventen der Akademie der Raten Armee”.
104)Lenin; C. 27, s. 248/249. “Die naechsten Aufgaben
der Sovjetmacht”.
105) Aktaran: Lenin; C. 29, s. 400; “Die grosse
Initiative”.
106)Agk,
s. 399.
107)Lenin;
agk, s. 413.
108)Stahanov
Hareketinin önemi, eski teknik normlarıyla bağları kopartan bir
hareket olmasıdır. İleri kapitalist ülkelerin iş verimliliğini
bir dizi durumlarda aşmasıdır. Ve böylece... ülkemizde
sosyalizmi daha da sağlamlaştırmanın pratik olanaklarını,
ülkemizi, yaşamın refahlı olduğu ülke yapma olanağını
açmasıdır...
Gerçekten, Stahanovist
yoldaşları daha yakından gözlemleyiniz.. Nedir bu insanlar?
Bunlar, özellikle işlerinde şaşmazlık ve özen örnekleri veren,
çalışmada zaman etkenini değerlendirmesini bilen, sadece
dakikaları değil, saniyeleri de saymasını öğrenmiş olan genç
ya da yaşlı erkek ve kadın işçilerdir, kültürlü ve teknikte
derinleşmiş adamlardır. Aralarında çoğu asgari teknik öğrenimi
denen şeyi gördüler, bu öğrenimi tamamlamaya devam ediyorlar.
Bazı mühendis, teknisyen ve işletme yöneticilerindeki tutuculuk
ve görenekçilik onlarda yok, onlar cesaretle ileri doğru
yürüyorlar, eskimiş teknik normları deviriyorlar, yerlerine
yenilerini, daha yükseklerini yaratıyorlar; sanayimizin
yöneticilerinin hazırlamış olduğu ön görülen verim
kapasitelerine ve ekonomik planlara düzeltmeler getiriyorlar;
durmadan mühendislerin ve teknisyenlerin eksikliklerini
tamamlıyorlar ve düzeltiyorlar; sık sık onları uyarıyorlar ve
onları ileri doğru dürtüyorlar, çünkü onlar, mesleklerinin
tekniğine tamamen egemen olan ve teknikten elde edilebilecek en
fazlayı elde etmesini bilen insanlardır. Stahanovcuların sayısı
bugün az, ama yarın onların sayılarının on katına
çıkmayacağından kim kuşku duyabilir?...
Stahanovcular,
sanayimizin yenilikçileridirler... İlk bakışta göze çarpan şey,
bu hareketin, deyim yerinde olursa, kendi kendine, hemen hemen
kendiliğinden, aşağıdan, işletmelerimizin yöneticilerinden
gelen hiç bir baskı söz konusu olmaksızın başlamasıdır.
Dahası, bu hareket, bir ölçüde, işletmelerimizin yönetiminin
isteğine karşı,... mücadele vererek doğmuş ve gelişmiştir”
(Stalin; C. 14, s. 32, 33, 34, 35, 36).
109) Bkz: “Politische Ökonomie des Sozialismus-
Anschauungsmaterial”, s. 39, 1974.
110)Bkz.:”Arbeit und Arbeitslohn in der UdSSR”-
SSCB’de İş ve Ücret, s. 281/282, Berlin 1976.
111)W. Beltschuk; “Arbeitsproduktivitaet und
Fünfjahrplan”, Sowjetunion heute, 01.10.1971.
112) Kosigin; XXI. Parti Kongresi, s. 189, Presse der
Sowjetunion, Nr. 12, 1976.
113)Stalin; XVII Parti Kongresi, C.13, s. 319, İnter
Yayınları, s. 312.
114) Stalin; C. 15, s. 290 (Ökonomische Probleme des
Sozialismus in der UdSSR).
115)Stalin;
agk, s. 291.
116)Stalin;
agk., s. 327.
117)Stalin;
Agk, s. 292.
118)Stalin;
Agk, s. 326.
119)Hewlett Johnson, Canterbury Dekanı; “1/6 der
Erde”, s. 83/84, Berlin 1947.
120)A. N. Yefimov; “Die Industrie der UdSSR”; s.
244/245, Berlin 1969.
121)Bkz.: Beschlüsse des Plenums des ZK der KPdSU, 29
Eylül 1965.
122)Stalin;
C. I, s. 291/292.
123)
Stalin; C. I, s. 294.
124)“Über
das ökonomische Grundgesetz”; Sowjetwissenschaft,
Gesellschaftswissenschaftliche Beitraege, Nr. 6, Haziran 1962, s.
621-623 ve 630.