deneme

7 Aralık 2012 Cuma

SOSYALİZMDE ÜCRET POLİTİKASI* (II)

-->
SOSYALİZMDE ÜCRET POLİTİKASI* (II)

II-KRUŞÇEV VE SONRASI

Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından … daha yüksek olamaz”
(Marks, “Gotha Programı Eleştirisi”)

Kendi anlayışlarına göre Kruşçev revizyonistleri, en kısa zamanda komünizme geçmek ve emeğine göre değil de, ihtiyaçlara göre ilkesini gerçekleştirmek için iktidarı ele geçirdiler. XX. Parti Kongresi, önceki girişimin (1955) onanması ve sonrasındaki adımların çıkış noktasıydı. Komünizme geçme vaadi uzun ömürlü olmadı ve yakın zamanda komünizme geçileceğinin açıklandığı XXII. Parti Kongresi, aynı zamanda, Sovyet revizyonistlerini ekonomik gerçeklikle yüz yüze getirdi.

1933’te dağıtılan ”Çalışma Halk Komiserliği“ 1955’te „İş ve Ücretler İçin Devlet Komitesi“ adı altında yeniden kuruldu. Öncü işçi hareketi tasfiye edildi. Buna paralel olarak akortla çalışma da geriledi. Bunun yerini zamana göre ücret almaya başladı. Bireysel parça başı ücretin yerini, daha önceleri eleştirilen grup primleri aldı. Komünizme doğru yaklaşılıyor olsa gerek, ücretlerde eşitleme adımları atılmaya başlandı; Orta ve özellikle alt gelirler arttırıldı ve 1957-1965 arasında yüksek gelirler ya artmadı ya da yavaş arttı. Buna paralel olarak bireysel parça başı iş azaltıldı ve progresif akort ölçülerinin “aşırı” biçimleri tasfiye edildi.
Sonra progresif akort tasfiye edildi; 1961’de işçilerin sadece yüzde biri bu sisteme göre ücret alıyordu.


XX. Parti Kongresinde gelir farklılığının kapatılması, resmi ücret politikasının amacı ilan edildi. Bu amaç, eşitçiliğe düşülmeksizin gerçekleştirilecekti. Bu amacın gerçekleştirilmesi için bir dizi tedbir alındı:
  • XXI. Kongrede (1959) yasal asgari ücretin (27-35 ruble) 1965’te 50-60 rubleye çıkartılması öngörüldü.
  • 1958’de, 60 rubleye kadar olan aylık gelirlerde gelir vergisi kaldırıldı.
  • 1960 ve 1961’de çıkartılan yeni ücret cetvelleriyle kalifiye ve kalifiye olmayan meslekler arasındaki gelir farkları daraltıldı; 2,8:1’den 1,9:1’e indirildi.
  • Akort ücretlendirmesinin yerini giderek zamana göre ücretlendirme almaya başladı.
Hem bütün olarak sanayide, hem de tekstil sanayi sektörlerinde işçiler ile teknik ve yönetici memurlar arasındaki ücret farkı da görünüşte daraltıldı. 1932’de sanayide mühendislerin ve teknisyenlerin ortalama geliri, sıradan bir işçinin ortalama gelirinin yüzde 263’üne tekabül ediyordu, yani oran 1:2,63’tü. Sıradan memur ise işçi ücretinin yüzde 150’sini kazanıyordu, yani oran 1:1,5 idi. 1955’te mühendislerin ve teknisyenlerin geliri, işçi gelirinin yüzde 165’ine ve sıradan memurunki da yüzde 88’ine tekabül ediyordu. 1960’da ise mühendislerin ve teknisyenlerin geliri, işçi ücretinin yüzde 150’sine tekabül ediyordu, yani oran 1:1,5’e düşmüştü.
Kruşçev revizyonizmi, kısa zamanda komünist toplumu kurmayı amaçladığı için, ilk elden ücretler arasındaki farkı kaldırmayı hedeflemişti. Aslında burada yapılan, emeğe göre sosyalist dağıtım ilkesinin rafa kaldırılmasından başka bir şey değildi.

1931’de Stalin, Kruşçev modern revizyonistlerinin uygulamaya çalıştıkları ücret politikasını eşitlemecilik diye mahkum etmişti. O tartışmalarda eşitlemeci ücret cetveli tasfiye edilmiş, yani zamana göre ücretlendirme tasfiye edilmiş, hatta kolektif akort ücretlendirmesi de eleştirilmiş ve bireysel akort ücretlendirmesi temel ücretlendirme olarak kabul edilmişti. 1936-1956 arasında sanayi işçilerinin dörtte üçünden daha fazlası bireysel akort ücreti alıyorlardı. 1956’dan sonra durum değişmeye başladı ve zamana göre ücretlendirme yaygın olarak uygulandı.

SB”nde Ücret Biçimlerinin Yaygınlık Durumu (1)
Yıllar
Parça başı ücrete göre çalışan işgücü
Zamana göre ücrete bazında çalışan işgücü
1950
% 77
% 23
1969
% 56,6
% 46, 4

Eşitlemecilik, demagojiydi. SB’nde yoksulluk diz boyuydu:
Birkaç bin aileyi kapsayan elit tabakanın varlığı inkar edilemiyordu. Üst seviyedekilerin aylıkları 1500 rubleye varıyordu ve bu aylıklar, primlerle daha da artıyordu.

1960’ları başında bir bilimsel araştırma enstitüsü müdürü yaklaşık 600 ruble, bir çelik işletmesi müdürü 400 ruble kazanıyordu. Bu miktara, yıllık ücret tutarı kadar olabilen primler dahil değildi. Buna karşın bir yazman, sekreter 60 ruble kazanıyordu (yasal asgari ücret). Tanınmış bilim adamlarının aylık gelirleri 1000 rubleye varıyordu. 
 
Buna karşın görece yoksulluk içinde yaşayanların sayısı hiç de az değildi. ‚60’lı yılların ortalarında resmi verilerde yoksulluk olgusuna yer veriliyordu. Sovyet bilim adamları, şehirli aileler için yoksulluk sınırı olarak ayda ve kişi başına 51,4 ruble tespiti yapıyorlardı. 1962-1963’te Leningrad’da yaklaşık 10 bin işçi arasında yapılan bir araştırma, ailelerin yüzde 40’ının bu yoksulluk sınırının altında yaşadığını gösteriyordu. 1962’de açıklanan başka bir araştırma da SB’nde işçi ve ücretli memurların yaklaşık yüzde 30’unun yoksulluk sınırı altında yaşadığını ortaya koyuyordu (2).

1967’de yayımlanan Sovyet İş İstatistikleri El Kitabına göre ücretlerin yüksek olduğu inşat sektöründe çalışanların yüzde 20’si ve ücretlerin düşük olduğu tekstil ve gıda sektörlerinde de çalışanların yüzde 60’ı, yukarıda belirtilen yoksulluk sınırı ölçüsünün altında yaşıyorlardı.
1965’te yeni bir prim sistemi uygulamaya kondu. Bu sistem, gelir farklılığını arttırdı. Yeni sistemi uygulayan işletmelerde ücretli memurların gelirleri bir yıl öncesine göre yüzde 10,3 oranında ve mühendislerin ve teknisyenlerinki de yüzde 8,2 oranında artmıştı. Bu artış işçilerin gelirinde ancak yüzde 4,1 oranında olmuştu. 1967 sonunda mühendis ve teknikerlerde kar primleri gelirlerin yüzde 20’den daha fazlasını oluşturuyordu. Bu oran işçiler de ise ancak yüzde 3,3 oranındaydı. 1966-1970 arasında prim fonunun 196 milyondan 3 900 milyon rubleye çıkmasından en çok yüksek gelir grupları yararlanmıştı.

1-Sosyalizmde İşgücü ve Revizyonizmde İşgücü

İşçi sınıfının üretim araçlarından yoksunlaştırılması, mülksüzleştirilmesi, SB ve diğer revizyonist ülkelerde işgücünün alım ve satımını kaçınılmaz olarak gündeme getirmiştir. Sovyet işçileri kontrollerindeki üretim araçlarından yoksun bırakıldıklarından; de facto mülksüzleştirildiklerinden dolayı işgücü de de facto meta olmuştu. Marks’ın dediği gibi, “bir kimsenin, işgücü dışında meta satabilmesi için, kuşkusuz, üretim araçlarına, hammaddeye, birtakım gereçlere vb. sahip olması gerekir. Derisiz çizme yapılmaz. Üstelik yaşamını sürdürebilmesi için de bazı şeylere gereksinmesi vardır. Hiç kimse —"geleceğin müzisyeni" bile— geleceğin ürünleri ile ya da bitmemiş durumdaki kullanım değerleri ile yaşayamaz… ” (3).

Sovyet revizyonistleri neyi inkar etmeye çalışıyorlardı? Onlar, işgücünün metaya dönüştüğünü inkar etmeye çalışıyorlardı. Ama bu inkara rağmen SB’nde de Marks’ın anlattığı şu süreç artık geçerliydi:

Meta tüketiminden değer sızdırabilmek için dostumuz para babası, dolaşım alanında, piyasada, kullanım değeri, değer kaynağı olmak gibi özel bir niteliğe sahip bulunan ve bunun için de fiilen tüketimi bizzat emeğin maddeleşmiş şekli ve dolayısıyla da değer yaratması olan bir metayı bulacak kadar şanslı olmalıdır. Ve gerçekten de para sahibi, çalışma kapasitesi ya da işgücü niteliği taşıyan böyle özel bir metayı piyasada bulur.
İşgücü ya da çalışma kapasitesi sözünden, insanın, kendisinde bulunan ve hangi türden olursa olsun bir kullanım değeri üretirken harcadığı ussal ve fiziksel yeteneklerin bütünü anlaşılmalıdır” (4).
Sovyet işçisi, yaşamını sürdürebilmek için de facto kapitaliste, Sovyet işletmesine, işgücünü, onun dayattığı koşullarda satmak zorunda kalmıştı. Sovyet modern revizyonistleri, tam da bu gerçeği inkar ediyorlardı. Onlara göre “sosyalist bir ülkede, işgücünü meta yapan ekonomik yasalar yoktu” (5).
Veya “sosyalizmde işgücü meta değildir” (6).
Başka bir ifadeyle, SB’nde işgücünün meta olmadığı ve işçilerin işgüçleri üzerine özgür karar verme haklarının olduğu anlatılmak isteniyor.

Sosyalizmde çalışan kişi, sürekli, kendi işgücü üzerine karar verme hakkına sahiptir. O, bu hakkını işletme ile iş anlaşması yaparak gerçekleştirir” (7).
Bu tanımlamanın gerçekle uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yoktur. SB’nde işgücü, aynen klasik kapitalist bir ülkede olduğu gibi, metaydı; meta olmak zorundaydı. Çünkü, kar, meta üretimi, meta-para ilişkileri, meta üretimi ve değer yasasının bütün ekonomide geçerli olması, üretim araçlarının metalaştırılması vb. kavramlar ve anlayışlar kapitalist ekonomiye özgüdür ve Sovyet revizyonistleri bu kapitalist anlayış, kavram ve kategorileri “sosyalizm” adı altında ekonomide geçerli kılmışlardır. En azından bu nedenden dolayı, SB’nde işgücü metaydı, meta olmak zorundaydı. Ve bundan dolayı da ücret politikası kapitalist ülkelerdekinden, burjuva ücret politikasından farklı değildi.

İşgücünün değeri:
Domino efekti veya çorap söküğü gibi; meta üretimi, üretim araçlarının metalaştırılması, pazar için üretim, rekabet, işgücünün metalaşması, sonunda bu gücün bir de değerinin olacağı gerçeğini ortaya koydu. Sovyet işçisinin işgücü, alınıp satıldığına göre, bu işlemin belli bir değer üzerinden gerçekleştirilmesi gerekecekti. Öyle de oldu.

Önce, Marks’ın işgücü değerinin tespiti hakkındaki görüşlerine bakalım:
İşgücünün değeri, öteki her metada olduğu gibi, bu özel nesnenin üretimi ve dolayısıyla yeniden üretimi için gerekli iş zamanı ile belirlenir. İşgücü bir değere sahip olduğuna göre, kendisinde maddeleşmiş ortalama toplumsal işin belirli bir niceliğinden daha fazlasını temsil etmez. İşgücü, yalnızca, bir kapasite, ya da canlı bireyin gücü olarak vardır. Bunun sonucu olarak, işgücünün üretimi, bu bireyin varlığını öngörür. Belli bir bireyin işgücü üretimi, onun kendisini yeniden üretmesinden ya da varlığının devamından oluşur. Bireyin varlığını sürdürebilmesi için, belli miktarda geçim aracına gereksinmesi vardır. Bu nedenle, işgücünün üretimi için gerekli iş zamanı, kendini bu geçinme araçlarının üretimi için gerekli zamana indirgiyor; başka bir deyişle, işgücünün değeri, işçinin varlığını sürdürmesi için gerekli olan geçim araçlarının değeridir. Ne var ki, işgücü, ancak kullanılmakla gerçekleşir; ancak çalışma ile kendini faaliyete sokar…
Öte yandan, zorunlu denilen gereksinmelerinin çeşidi ve büyüklüğü, tıpkı bunları karşılama şekilleri gibi, bizzat kendileri tarihsel bir gelişmenin ürünleri olduğu için, ve bu yüzden geniş ölçüde o ülkenin uygarlık düzeyine ve özellikle de, özgür emekçiler sınıfının koşullara ve alıştıkları rahatlık derecesine bağlıdır. Bu nedenle, diğer metalarda olduğunun tersine, işgücü değerinin belirlenmesine, tarihsel ve manevi bir öge de giriyor. Bununla birlikte, belli bir ülkede, belli bir dönemde, işçi için gerekli olan geçim araçlarının ortalama miktarı pratik olarak bilinir… bu özel meta sahiplerinin soyunun pazarda varlıklarını sürdürmeleri için, işgücü üretimi için gerekli geçim araçlarının toplamı, işçinin yerini dolduracak olanların, yani çocuklarının gereksinmelerini de karşılayacak şekilde olmalıdır” (8).

Sovyet revizyonistlerine göre SB, sosyalist olduğu için, işgücü meta değildi ve olamazdı.
Sosyalist bir ülkede, işgücünü meta yapan yasalar olmadığı için, işgücü değeri kategorisi de yoktur” (9).

Buna rağmen Sovyet revizyonistleri, işgücü değeri kavramını Sovyet gerçekliğinde kabul etmek zorunda kalmışlardı. Nasıl kabul etmesinler ki?! Değer yasasının etkisinin bütün ekonomi üzerinde geçerli olması, meta üretiminin esas alınması, ayrı cinsten bir meta olan işgücünün de bir değerinin olması gerektiği gerçekliğinin kabul edilmesini beraberinde getirmiştir.
Bu seviyeyi (ücretlerin seviyesi -yazar) tespit eden nesnel faktör, fabrikalarda ve bürolarda işçileri, …işgücünü yeniden elde etmek için gerekli araçlarla donatmak zorunluluğudur…
İşgücünü telafi etmek için masrafların zorunluluğu genel yasası, sosyalizmde de etkide bulunmaktadır.Onun özü, nesnel olarak bakıldığında,toplumun, üretim sürecinde tüketilen fiziki ve zihni enerjileri yenilemek için ve işçileri ve ailelerini, geçim için maddi ve kültürel araçlarla donatmak için, işgücünü yeniden üretmek zorunda olmasından ibarettir” (10).

Buna rağmen, Sovyet revizyonistleri, SB’nde, daha doğrusu onlara göre sosyalizmde “işgücünün yeniden üretilmesi maliyetinin”, klasik kapitalist ülkelerdekinden farklı olduğunu iddia etmişlerdir.

Onlara göre;
Sosyalizmde…,kalifiye işgücünün yeniden üretilmesinde yapılan emek harcamaları değer olarak tespit edilir. Kalifiye işgücünün yeniden üretilme masrafı, işgücünün yenilenmesi fonunu oluşturan yaşam araçlarına eşdeğerdir. Veya başka bir deyişle, bu fiyat, zamanın belli döneminde sosyalist toplum nüfusunun yaşam standartlarının parasal ifadesidir” (11).
Sosyalizmde, işgücünün yeniden üretilme ve işçilerin yaşam koşullarının genişletilmiş yeniden üretilmesi yasasının spesifik özelliği, bu koşullar ve üretici güçlerin gelişimi arasındaki doğrudan ve dolaysız bağı temsil eder. Bu, sosyalist ekonominin kapitalist ekonomi üzerindeki devasa üstünlüklerinin bir özelliğidir...Sosyalizmde üretici güçlerin gelişimi, sadece, ücretlerin yükseltilmesi için uygun olanakları yaratmıyor, ayrıca, toplumun kullanımında olan maddi kaynakların artışıyla tam uyumluluk içinde yükseltmenin gerekliliğine de neden oluyor” (12).

Bir de değişen sermayeyi gözden geçirmek gerekiyor. İşgücünün değerinin bunun yeniden üretimi için gerekli geçim araçlarının değerinde bir yükselme olduğu için yükselmesi, ya da bunların değerinde bir düşme olduğu için düşmesi nedeniyle -ve değişen sermayenin değerinin yükselmesi ya da düşmesi, aslında bu iki durumun ifadesinden başka bir şey değildir- işgünü aynı kalmak kaydıyla, artı değerde bir düşme, böyle bir değer yükselmesine ve artı değerde bir artma, böyle bir değer düşmesine tekabül eder. Ama diğer koşullar da -sermayenin serbest kalması ve bağlanması- bu gibi durumlar ile ilgili olabilir …

Ücretlerin, işgücünün değerinde bir düşme sonucu düşmesi halinde (bu, emeğin gerçek fiyatında bir yükselme ile birlikte bile olabilir), şimdiye değin ücretlere yatırılmış bulunan sermayenin bir kısmı serbest kalır. Değişen sermaye serbest kalmıştır. Yeni sermaye yatırımları söz konusu ise, bu yalnızca onun daha yüksek bir artı değer oranı ile işlemesi etkisine sahiptir. Aynı miktar emeği harekete geçirmek için, öncekine göre daha az para gerekecek ve bu şekilde, emeğin karşılığı ödenmeyen kısmı, ödenen kısmı aleyhine büyüyecektir. Ama, zaten yatırılmış bulunan sermaye söz konusu ise, yalnız artı değer oranı yükselmekle kalmayacak, daha önce ücretlere yatırılmış bulunan sermayenin bir kısmı da serbest kalacaktır. Bu kısım şimdiye kadar bağlı idi ve ürünün hasılatından düşülmesi gereken düzenli bir kısmı oluşturuyordu; işin eski hacminde yürütülebilmesi için bu kısmın ücretlere yatırılması, değişen sermaye olarak iş görmesi gerekiyordu. Şimdi, bu kısım serbest kalmıştır ve, ister aynı işin genişletilmesi için olsun, ister başka bir üretim alanında iş görmek için olsun, yeni bir yatırım gibi kullanılabilir….

Değişen sermayenin biraz önce incelenen serbest kalması ve bağlanması, değişen sermayenin öğelerinin değerlerinin, yani işgücünün yeniden üretilmesinin maliyetinin değerinin, düşmesi ya da yükselmesinin bir sonucudur.

Ne var ki, değişen sermaye, ücretler aynı kalırken, emeğin üretkenliğindeki gelişme sonucu, aynı miktar değişmeyen sermayeyi harekete getirmek için daha az işçiye gerek olduğu taktirde gene serbest kalabilirdi. Aynı şekilde, üretkenlikteki bir düşüş nedeniyle, aynı miktarda değişmeyen sermaye için daha fazla işçiye gereksinme olduğu takdirde, bunun tersine, ek değişen sermaye bağlanması olabilirdi. Öte yandan, eskiden değişen sermaye olarak kullanılan sermayenin bir kısmının, değişmeyen sermaye biçiminde kullanılması ve böylece aynı sermayenin kısımları arasında farklı bir dağılım olması halinde, bunun hem artı değer oranı ve hem de kâr oranı üzerinde bir etkisi olur…“ (13).

İşgücü değerinin yükselmesinde veya düşmesinde neyin rol oynadığını ve bunun artı değer açısından önemini Marks, böyle anlatıyor. Yine Marks’ın dediği gibi, işgücü değeri, aynı zamanda, kısmen „medeniyetin derecesine bağlı“dır. Yani işin verimliliğinin artması, yaşam koşullarının yükselmesine ve buna bağlı olarak da işçinin, işgücünü yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu maddelerin değerinin yükselmesine neden olur. Bu da işgücü değerini yükselten bir faktördür.

Bunun böyle olduğunu; kapitalizmde de işgücü değerinin tespitinde artan ihtiyaçlar yasasının geçerli olduğunu revizyonist teorisyenler de kabul etmekteler

Artan ihtiyacın genel yasası, tabii ki, kapitalizmde de işlemektedir” (14).
Demek ki bu, sosyalizmin kapitalizme olan bir üstünlüğü değilmiş.

2-Ücret Politikası ve Fon Sorunu Bağlamında Ekonomik Reformlar, 
   Maddi Teşvik, Kar ve İşin Verimliliği

XX. Parti Kongresi’nden sonra modern revizyonistler düzenledikleri “bilimsel” toplantılarda, konferanslarda sosyalist altyapıyı ve üst yapıyı, reformlar adı altında yıkmak ve yerine kapitalist ilişkileri getirmek için durmaksızın uğraştılar. SB’nde ve tabii bu ülkedeki gelişmeleri takip ederek Doğu ve Orta Avrupa’nın eski “Halk Demokrasisi” ülkelerinde de reformlar uygulanmaya kondu. SB’nde reform hareketinin başını çeken E. G. Liberman’dı. Kruşçev’in gözdesi bu revizyonist ekonomist, iktisadi reformlarla, ekonomide karı esas amaç yapıyordu. Bu baya göre üretimde, iktisadi yönlenmede kar, esas kaldıraç olmalıydı. Azami kar, ekonomide temel yönlendirici, düzenleyici faktör olmalıydı.

Ekonominin merkezi planlanması, revizyonistler açısından büyük bir sorundu. Merkezi planlamanın eksikliklerini giderme, planlamayı mükemmelleştirme yerine, onu etkisizleştiren ve yerel yapıları güçlendiren adımlar atıldı. Bu türden “reform”lara daha ‘50’li yıllarda başlanmış ve ekonominin sektörlerinden sorumlu merkezi bakanlıklar dağıtılarak, sorumluluk yerel organlara devredilmişti. Böylece yerel yönetimler ve işletme direktörlerinin manevra alanları genişletilmişti.
Revizyonistler bu alandaki “iktisadi reform”larını, merkezi planlamayı “düzeltme”, “sağlamlaştırma”, evet, “mükemmelleştirme” adına yaptıklarını açıklıyorlardı.
Modern revizyonistlere göre, “ekonomik değişmeler, ulusal iktisadi planlamanın düzeltilmesi anlamına geliyordu... Reformlar, merkezi planlamayı güçlü kılıyordu” (15).
İşe önce propaganda kampanyasıyla başlandı. “Aşın”, “geçin”, bürokrasiyi püskürtün direktifleri verildi. Bütün bu “olumsuzluklar”ın sorumlusu olarak da Stalin gösterildi. Modern revizyonistlere göre Stalin; sosyalizmi çarpıtmıştı.

Daha 1955’te Liberman şöyle diyordu:
İktisadi yönetimdeki bu kusurlar, planlamayı daha fazla karmaşıklaştırarak, ayrıntılaştırarak ve merkezileştirerek değil, ekonomik inisiyatif ve işletmelerin bağımsızlığı geliştirilerek bertaraf edilmelidir… İşletmelere daha geniş inisiyatifler verilmeli; merkezi planlamanın kılı kırk yaran idari vesayetiyle sınırlandıramamalıdır” (16).

Sosyalist ekonomiye ve planlamaya yöneltilen saldırının hedefi belliydi: Stalin nezdinde sosyalist ekonomi ve planlamasını, “reform” adı altında yıkmak ve işletmelerin önünü açmak, rekabet koşullarını oluşturmak ve azami kar için üretimi esas almak.
Nitekim 1962’de L. Gatovski şöyle diyordu:
İşletmelerin mali işletme olanaklarının kullanılmasının tam ve detaylı düzenlenmesi ortadan kaldırılmalıdır ve işletmelere, … işletme olanaklarını kullanmaları için daha büyük fırsatlar verilmelidir” (17).

S., Nemchinov da “(işletme yönetimini) önemsizleştirme pratiğinin yok edilmesini” talep ediyordu (18).

Pravda”daki yazısında (“İşletmelerin Esnek Ekonomik Yönetimi” 17 Ağustos 1964) V. Trapeznikov, daha somuttu:
Bu normların (merkezi planlama tarafından tespit edilen normlar) çoktan zamanı geçmiştir, önemsizleşmişlerdir, işletme yöneticilerinin inisiyatifini engelliyorlar kılı kırk yaran idari vesayete dönüşmüşlerdir... Ekonomik yönetimin zamanı geçmiş biçimlerini, yön gösteren normlara dayanarak atmanın zamanı gelmiştir” (19).

İzvestia”da (4 Aralık 1964 tarihli sayısı) V. Belkin ve I. Berman, “işletmelerin bağımsızlığını” talep ediyorlar, işletmelerin ekonomik bağımsızlığıyla “ekonomik teşvikler” arasında bağ kuruyorlar ve “detaylı idari müdahale ile işletmelerin yönetimi, iyi sonuçlar getirmeyen çok kötü bir yöntemdir” anlayışına varıyorlardı (20).

Gazeta Ekonomicheskaya”daki makalesinde (“Finansman ve Ekonomik Teşvikler”) V. Garbuzov da şöyle diyordu:
Müdürler, belli materyal ve parasal kaynakları kontrol ediyorlar. Fakat bunları kullanma hakkı, bunlarla manevra yapmaları şimdiye kadar çok sınırlı kalmıştır. Yüksek organlar tarafından kılı kırk yaran yönlendirme, personelin inisiyatifini engellemiştir“(21).

Revizyonist ideologlar ve ekonomistler tarafından öne sürülen bütün bu anlayışlar, belli amaca hizmet ediyorlardı:
  • Merkezi planlama, düzeltme, yenilenme adı altında, işletmelerin ve dolayısıyla müdürlerin bağımsızlaşmalarını, kendi inisiyatiflerine göre hareket etmelerini engellemeyecek, ötesinde, teşvik edecek bir yapılandırmaya kavuşturulmalıdır. Yani içi boşaltılmalı ve esas yetki, inisiyatif, işletmelere verilmelidir.
  • Böylece işletmeler, mevcut mali olanaklarını uygun gördükleri biçimde kullanmalıdırlar.

Liberman, merkezi planlamayı, işletmelere önemli bir kaç anahtar/temel yön belirleme talimatıyla sınırlamayı amaçlıyordu.
İşletmelere sadece anahtar talimatlar verilmelidir. İşletmelere ve müdürlere kendi alanlarında hareket edebilmeleri için geniş haklar ve fırsatlar verilmelidir” (22).

1965’te de Liberman, “işletmeleri aşırı sayıda mecburi talimatlardan kurtarmalıyız” diyordu (23).

Ekim 1964’te Kruşçev, “istifa eder”. Aslında görevden alınır. 1956-’64 arasında işlenen hatalar, gündemde olan olumsuzluklar Kruşçev’in sırtına yıkılır.

Artık Brejnev ve Kosigin dönemi başlamıştır. Artık, karın üretimin yönlendirici faktörü olduğu tartışma götürmez bir gerçeklik olmuştur.

Karın, üretimin yönlendirici faktörü olduğu yerde ücret politikası da bu anlayış ile uyumluluk içinde olmak zorundaydı.

Kruşçev, ekonominin kapitalist şekillenmesinin yolunu açmış, reformlarla temelini atmıştı. Brejnev döneminde ise bütün bu çabalar belli bir sisteme dönüştürülmüştür.

Kosigin, Eylül 1965’te, SBKP MK’nın toplantısında, o zamana kadar atılan adımların sistemleştirildiğini açıklayan bir konuşma yapar. Artık Sovyet ekonomisinde azami kar ilkesi, temel ilkedir. Bu kapitalist ilke ile Sovyet ekonomisi sistemleştirilmiştir. Artık kar, azami kar, Sovyet ekonomisi ve işletmelerin esas amacı olmuştur.
Kar, ancak ve ancak, işgücünün sömürüldüğü, meta üretimi ve değer yasasının geçerli olduğu koşullarda, yani adı ne olursa olsun kapitalist bir ekonomide esas amaç olabilir.

Sosyalist pazar”ı meşrulaştırmak ve kapitalizmin yeniden inşasını, yani sistemleştirilen reformları temellendirmek için modern revizyonistler, yeni ekonomik sistemden bahsetmeye başladılar. Bu sistemlerini Lenin döneminde uygulanan ve o günün koşullarında kaçınılmaz olan Yeni Ekonomik Politika anlayışıyla açıklamaya çalıştılar.
Koşulların farklı olması, onları pek ilgilendirmiyordu:

Savaş komünizmi’, savaşın ve yıkımın sonucudur. O, proletaryanın iktisadi görevlerine tekabül eden bir politika değildi ve olamazdı da. Geçici bir tedbirdi. Küçük burjuva bir ülkede diktatörlüğünü uygulayan proletaryanın doğru politikası, köylülerin ihtiyaç duydukları sanayi ürünlerine karşı tahıl mübadelesidir. Sadece böyle bir beslenme politikası, proletaryanın görevlerine tekabül eder. Sadece bu politika, sosyalizmin temellerini pekiştirmek ve onu tam zaferine götürmek için uygundur” (24).

Bu doğru politikayı yaşama geçirmek için ihtiyaç duyulan sosyalist sanayi gerçekleştirildi. Sanayide sosyalizmin inşası, bu politikanın uygulanmasının olmazsa olmaz koşuluydu. ‘50’li yıllarda SB’nin böyle bir sorunu yoktu.
Lenin döneminde Sovyet proletaryası, mevcut sanayi üretimiyle köylülerin ihtiyacını karşılayacak durumda değildi. Bundan dolayı, küçük sanayin canlanmasına, evet sınırlı ve kontrollü de olsa kapitalist üretime ve ticarete müsaade edildi. Bu, kapitalizmin yeniden inşasının kolaylaştırılmasıydı. Ama proletarya diktatörlüğünün tedbiri, böyle bir gelişmeyi engelledi. Sosyalist devletin kontrolünde gelişen bu kapitalizme, “devlet kapitalizmi” deniyordu. Bu kapitalizm, büyük sanayin, sosyalist sanayin kurulması için alınmış olan tedbirin sonucuydu. Evet, NEP, bir geriye çekilişti. Ama Lenin, oportünistlerin aksine NEP’te sadece geriye çekiliş görmüyordu. NEP, aynı zamanda ileriye atılımın adımıydı.
Bir sene boyunca geriye çekildik. Şimdi partinin adına söylemeliyiz: Yeter! Geriye çekilmeyle takip ettiğimiz amaca ulaşılmıştır. Bu dönem sonlanıyor veya sona erdi. Şimdi başka bir amacı hedeflemeliyiz: güçleri yeniden gruplandırmak. Yeni bir noktaya geldik. Geriye çekilişi, genel anlamda oldukça düzenli gerçekleştirdik” (25).

Güçlerin yeniden gruplandırılması”, kontrollü kapitalizme son verilmesinden ve sosyalizmin inşası için atılıma geçilmesinden başka bir anlam taşımıyordu.
Peki, zorunluluğun ifadesi olan bu NEP ile revizyonistlerin yeni ekonomik sistemleri arasında ne gibi bir bağ var? Hiç bir bağ yok. Çünkü her iki politikanın koşulları farklı. İlkinde bir zorunluluk, ilerlemek için kaçınılmaz bir geriye çekiliş söz konusu. İkincisinde ise böyle bir zorunluluk yok. İkincisinde amaç, sosyalist ekonomiyi yıkmak ve kapitalizmin yeniden inşasını meşrulaştırmaktır.
  • İlkinde sosyalizmi kurmak için kapitalizmin kontrollü olarak belli bir zaman için gelişmesine müsaade ediliyor.
  • İkincisinde sosyalizmi yıkarak kapitalizmin “kontrollü” yeniden inşası meşrulaştırılıyor.

Revizyonistlerin yeni ekonomi sistemi, “sosyalist pazar” adı altında ürünlerin metalaşmasını gizlemeye hizmet ediyordu. Sovyet ekonomisi, artık meta ekonomisiydi. Pazar için üreten, karı amaçlayan ve dolayısıyla sömürüye dayanan ekonomiydi.

Rezaletin, demagojinin boyutlarını göstermek için bir kaç örnek vermeyi doğru buluyoruz:
Kar, pazarlanan mallar temelinde belirleniyor, üretimleri temelinde değil” (26).

Lafa bak! Karın kaynağını gizlemek için dünyanın en eski, en pespaye üçkağıtçılığına baş vuruluyor. Bu anlayışa göre kar, pazarda oluşuyor. Tam bir tüccar zihniyeti!
Böylece, avanak revizyonist, karın, artı değerin bir biçimi olduğunu ve artı değerin de ancak ve ancak işgücünün sömürülmesiyle elde edildiğini gizleyebileceğini sanıyor.

Peki, rekabetçinin, rekabetin olmadığı yerde pazar olur mu? Olmaz. Olmayacağını Liberman şöyle açıklıyor:
İşletme, siparişler için rekabet ediyor. Rekabet, garantilerin, kalitenin, teslim tarihlerinin ve fiyatların karşılaştırılmasına dayanıyor” (27).
Bu, kapitalizmden başka nedir ki?! Tabii ki pazarda her alıcı veya sipariş veren (kişi, işletme, vs.), malın garantisine, kalitesine, teslim tarihine ve fiyatına göre karar verir. İşletmeler de sipariş alabilmek için en uzun garantiyi, en iyi kaliteyi, en yakın teslim tarihini, en ucuz fiyatı sunarlar veya sunmazlar! Her halükarda, sipariş kapmak için işletmeler, pazarda veya revizyonistlerin “sosyalist pazarı”nda yarışırlar.
Bu yarışın kapitalizmdeki adı rekabettir ve rekabet de, kendi kuralları, yasaları doğrultusunda gerçekleştirilir.
Tabii ki revizyonist literatürde bunun adı rekabet değil, “yarış”tır. Bu durumda ise işletmeler, “kar” için, sipariş için yarışıyorlar!
Birey veya kolektif, başka bireylerle veya kolektiflerle ilişkiye geçiyor (birbirlerine angaje oluyorlar. çn)...
Ekonomik reform ve (söz konusu) sanayin sektörel ilkelerinin açıklanması, aynı sektördeki işletmeler arasındaki somut yarış için olumlu koşullar yaratmıştır” (28).

İlginç, hem de oldukça ilginç değil mi? Sosyalist bir ekonomide bireyler, işletmelerle, kolektiflerle yarışa giriyorlar! Bunun ötesinde ekonomik reformlar, sektörlerde alınan tedbirler, işletmeler arasındaki yarışı verimli kılıyor!
Bu sözleri Türkçeleştirelim: Söz konusu reformlar ve alınan tedbirler, hangi koşullarda nasıl rekabet edileceğini, kimin ne kadar mükafat alacağını düzenlemekten öte bir anlam taşımıyorlar.
Ve bireylerin, işletmelerin birbirleriyle rekabet ettikleri bir pazarda belli kuralların da olması doğaldır.

Sovyet ekonomisinde, klasik kapitalist bir ülkede (pazarında) işlevsel olan ekonomik güçler ve faktörler yönlendirici olmuşlardı:
Pazar sorunları... ulusal ekonomide payların belirlenmesinde temel faktör olmuşlardır.
Müşteriler tarafından rublenin kontrolü... daha iyi tüketim özellikleri ve güçlü ucuz üretim için mücadele, etkili ekonomik bir kaldıraçtır.
Pazar, her verili noktada, zaman içinde arz ve talep arasındaki nihai karşılıklı ilişkiyle karakterize olur” (29).
Bugün pazar ve fiyat dalgalanmaları sorununun planlı sosyalist ekonomide bile devam ettiği genel olarak kabul ediliyor” (30).

Gerçek anlamda bir kapitalizm. Pazar, ulusal ekonomide pay sorununun temel faktörü oluyor: yani rekabet.
Sosyalist ekonomide müşteri, bu bir işletme de olsa, pazarın hareketini kontrol edemez. Pazar hareketinin müşteri tarafından kontrolü esprisi, yıkmak istediğimiz kapitalist sisteme özgüdür.
Revizyonist baylar arz ve talepten, fiyat dalgalanmalarından bahsediyorlar ve bunların sosyalizmde de olduğunu savunuyorlar. Bu kategorilerin, kavramların sosyalist ekonomide yeri yoktur. Ama kapitalizmin, meta üretiminin olmazsa olmaz koşullarıdır. Arz ve talep, meta üretimi koşullarında mübadele sürecinin belirleyici/temel bileşenleridir. Arz ve talep, kapitalizmde ekonomik gelişmenin çelişkili oluşunu ifade eder. Arz ve talep, birbiriyle uyumluluk içinde değildir ve tam da bu nedenden dolayı fiyat dalgalanmalarına neden olurlar.
Kapitalizmin etkisini hemen hisseden Sovyet ekonomisini, sosyalist ekonomi olarak göstermekte revizyonistler zorlandılar ve yukarıdaki anlayışlarıyla da Sovyet ekonomisinin kapitalist karakterini açıklamış oldular.

Artık azami karın ilke, üretimde temel motif olduğu da gizlenmiyordu. Sovyet modern revizyonizmi pervasızlaşmıştı.
L. Gatovski, “sosyalizm koşullarında karın artması, sosyalist üretimin görevini yerine getirmesi için araçlardan birisidir” diyor (31).
Böylece, insanların gereksinimlerine tam uygun hareket edilmiş olunuyormuş!

14 Ocak 1966 tarihli sayısında Pravda’da şunları okuyoruz:
Sosyalizm koşullarında kar, ... sosyalist işletmelerin gelişmesi ve faaliyetlerinde maddi dürtü için ekonomik bir araçtır.
Karın rolünü güçlendiren ölçekler,... ekonomiyi geliştirmeyi ve komünizmi kurmayı hedefleyen sosyalist ölçeklerdir” (32).

Karın rolünü güçlendiren ölçekler”, aynı zamanda, işgücünün sömürüsünü de güçlendiren ölçekler değil mi? Ve bu da revizyonist SB’nde ücret politikasının gerçek anlamda kapitalist tarzda ele alındığını göstermez mi?
Sosyalizmde karın temel ekonomik araç olduğunu, sosyalizmde kar için üretim yapıldığını bu revizyonistlerden öğrenmiş oluyoruz.
Revizyonistlerin anlayışına göre, “sosyalist” işletmelerin gelişmesi ve faaliyetleri için kar, amaç ve dürtü oluyor. Biz bunun kapitalizmde böyle olduğunu sanıyorduk. Veya inşa edilen kapitalizm, “reel sosyalizm” olarak gösterilirse böylesi zırvalıklar ortaya çıkıyor.

Sosyalizmde karın rolünü güçlendiren ölçekler neler olabilir?! Ekonominin tamamen rekabete açık hale getirilmesi, üretimin azami kar için yapılması ve bunu meşrulaştıran “reformlar” olabilir. Ama bu koşullarda da sosyalist ekonomiden bahsedilemez.
Doğru, “General Motors için iyi olan ABD için de iyidir” veya Siemens için iyi olan Almanya için de iyidir. Aynı şekilde “her işletme için karlı olan, toplum için de iyi olmalıdır” (33).
Sovyet revizyonistleri ve tabii diğer ülkelerdeki revizyonistler de şu anlayıştaydılar: Özel sermayenin olmadığı yerde kapitalizm yoktur! Kapitalizm olgusuyla özel sermaye bu baylar tarafından eşanlamlı olarak yorumlanıyor. Bu anlayışın bir demagoji olduğunu 1877'den beri biliyoruz.

Engels, devlet “ne kadar çok üretici gücü kendi mülkiyetine geçirirse, o kadar çok ekonomik kolektif/devlet kapitalist olur. O kadar çok vatandaşı sömürür" (34) diyor.

Şüphesiz ki, SB’nde, 1956 darbesinden sonra özel sermaye, klasik kapitalizm olgusu doğmamıştır. Bu, sonraki dönemlerde de görülmemiştir. Bu konuda modern revizyonistler gerçekten haklıydılar! Ama 1956 darbesinden sonra kapitalizmin yeniden inşa süreci, SB’nde devletin ekonomik olarak umumi kapitaliste dönüşme sürecidir. 1956’da siyasi iktidarın Kruşçev revizyonistleri tarafından gasp edilmesinden sonra SB, tek tek bürokratların, konumlarına göre yararlandıkları kolektif/devlet kapitalizmi sistemi olmuştur.

Kolektif kapitalist olmak için değişmesi gereken neydi? Bunun için, üretim amacının kökten değişmesi gerekiyordu.
Üretimdeki amaç, sosyalizmde ve sömürüye dayanan toplumlarda tamamen farklıdır:
  • Bütün toplumun çıkarı, sosyalizmde üretimin amacıdır. Yani sosyalizmde işçinin emeği, üretimi, artı ürünü bütün toplumun yararınadır.
  • Kapitalizmde ise, bu artı değere kapitalist el kor.
  • Revizyonizmde ise, bu artı değer, bürokrasinin; “kolektif” kapitalistin çıkarları için kullanılmıştır.
Bunun gerçekleştirilmesi için yapılması gereken, kar kaynaklarının, Sovyet somutunda da karın ve bütçenin "emin ellerde" olmasını sağlamaktır. Yani bürokrasinin siyasi iktidara hakim olması gerekir. SB’nde bu, adım adım gerçekleştirilmiştir.

Şimdi iki dünya görüşünü karşılaştıralım:

Marksist anlayış:
"Komün, devletin ve devlet organlarının toplumun hizmetçisinden toplumun efendilerine doğru şimdiye kadarki bütün devletlerdeki kaçınılmaz bu dönüşüme karşı yanılmaz iki araç kullandı. Birincisi, o, katılanların genel oy hakkı temelinde seçimle ve aynı katılanların (seçilenlerin) yeniden görevden alınmaları vasıtasıyla bütün yerleri (idare eden, hukuki karar veren, öğreten) ele geçirdi ve ikincisi, yüksek veya aşağı bütün hizmetler için diğer işçilerin aldığı ücreti verdi" (F. Engels; Marks, Engels Toplu Eserler; C.22, s.198).

Revizyonist anlayış:
"Yönetici bir parti görevlisinin faaliyeti her şeyden önce, ekonominin gelişmesindeki neticelere göre belirlenmelidir. Plan gerçekleşmişse veya hedef aşılarak gerçekleşmişse, daha fazla ücret alınmalıdır, plan gerçekleşmemişse ücret, düşük olmalıdır" (N. Kruşçev; XX. Parti Kongresi).

Birbirinden temelden farklı iki anlayış. Engels, idari görevde olanlar için bir ayrıcalığın olamayacağından bahsederken, Kruşçev, bu ayrıcalığı koyuyor. Bunun ötesinde, hangi şartlarda olursa olsun, planın gerçekleşmesi durumunda belirlenen limitte ücret alınacağını, planın hedefi aşarak gerçekleşmesi durumunda daha fazla ücret alınacağını, ama planın hedefin altında gerçekleşmesi durumunda ise, ücretin düşeceğini sistemleştiriyor. Bunun anlamı şudur: Planı aşmak ve böylece daha fazla ücret almak için, sosyalist işletme adı altında işçiye baskı yapacaksın. Baskı yapacaksın ki, ölesiye çalışsın, daha çok çalışsın. Kendisine de birtakım kırıntıların düşeceğini anlatarak, onu teşvik de edeceksin!

Bir örnek daha verelim:
Marksist anlayış:
"Sıradan bir işçinin fedakarca, zor işi aşarak emeğin verimliliğinin artırılması için çalışanların veya 'yakınlarının' kişisel çıkarına değil, bilakis 'uzakta duranların' yani bütünlüğün içinde tüm toplumun bir dizi ve milyonlarca insanın çıkarına yarayan her put tahılın, kömürün, demirin ve diğer ürünlerin korunması için kafa yormaya başladığı yerde komünizm başlar" (Lenin).
Revizyonist anlayış:
"Emeğin ve ücretin örgütlenmesindeki mevcut eksiklikleri mümkün mertebe hızlı bir şekilde ortadan kaldırmak ve emekçilerin, işlerinin sonuçlarına şahsi maddi ilgilerini artırmak için… tedbirler alınmalıdır. Yeni tekniğin (üretime) sokulması emeğin verimliliğinin artırılması için… güçlü bir şekilde prim sisteminden yararlanılmalıdır” (25 Şubat 1956'da kabul edilen SBKP XX Parti Kongresi talimatlarından).

Lenin; fedakarca çalışmaktan, kişisel çıkar için değil, toplumun çıkarı için çalışmaktan bahsediyor. Ama revizyonistler, ürünü meta yapıyorlar. Sanki sosyalist inşanın başlangıcındaymışlar gibi hareket ederek, işçinin yaptığı işe ilgi duyması için, onda kişisel maddi çıkar anlayışını teşvik ediyorlar. Onlara göre, işçinin verimli çalışabilmesi için, üründe kişisel çıkarı olmalıdır, bu çıkar teşvik edilmelidir. Bu teşvik yollarından birisi de prim sistemidir. Böylece revizyonistler, genel olarak teşviki ve somutta da primi, kapitalizmin yeniden inşasında kullanılması gereken mutlak itici faktör yapıyorlar.
Sovyet revizyonistlerinin bu anlayışlarından çıkartılması gereken sonuçlar nedir?
  • Ürünün kalitesi, üretildiği şartlar önemli değildir.
  • Ürün, kullanım değerinden dolayı üretilmiyor.
  • Maddi teşvik esas alınıyor.
  • Ve nihayet ürün, metalaştırılıyor. Kar elde etmek için üretiliyor ve böylelikle mübadele değeri kazanıyor.
Bu, kapitalizmin yeniden inşasından başka bir şey değildir.

SB’nde kapitalizmi inşa etmenin yolu açılınca, düşüncelerini yer altına çekmiş, Marksist-Leninist olarak görünmeye özen gösteren revizyonist teorisyenler, teker teker siyasal-teorik kimliklerini göstermeye başladılar. Kruşçev yolu açınca, ekonominin ve toplumsal yaşamın bütün alanlarında Marksizmi yeniden yorumlamak için sayısız toplantılar düzenlenmiş, bolca yazılıp çizilmiştir.

Prof. Liberman da Eylül 1962’de önerdiği “ekonomik reform”larla bu tartışmalara yönlendirici olarak katılır. Liberman’ın “Plan, Kar ve Prim” makalesi çok yönlü tartışılır. Ve bu amaçla “İktisadi Muhasebe ve Üretimin Maddi Teşviki İçin Bilimsel Konsey”in 25 ve 26 Eylül 1962 tarihinde genişletilmiş bir oturumu gerçekleştirilir. Bu toplantıya bir dizi kurumun önde gelenleri katılır. Konuya ilişkin tartışma yazıları, “Prawda”da, “İzvestia’da, “İktisat Gazetesi’nde, “İktisadın Sorunları” ve “Plan Ekonomisi” gibi gazete ve dergilerde yayımlanır.
Bu tartışmaların hangi çerçevede ne amaçla yapıldığına geçmeden önce Liberman’ın ‘60’lı yıllar boyunca önerdiği “reform”ların ne anlama geldiğini açıklamaya çalışalım.
Plan, Kar, Prim” makalesinde Liberman, bir işletme ne kadar verimli çalışırsa, o kadar çok prim almalıdır talebinde bulunuyordu.

İlke, birincisi, işletme ne kadar verimli çalışırsa, prim de o kadar yüksek olurdan ibarettir.... İkincisi, ilke, işletmeler primlerini elde edilen kara paysal katılım temelinde almalıdırlar; bizzat işletme tarafından oluşturulan planın verimliliği ne kadar yüksek olursa, prim de o kadar yüksek olur” (35).

Böylece Liberman, işletmelerin o zamana kadarki prim pratiğine –verimsiz ve kolay yerine getirilebilir planlar üzerinden, ‘plan hedefine ulaşıldı’ diyerek prim almak- karşı gelineceğinden hareket ediyordu.

Liberman 1970’de de şöyle diyecektir:
Bir işletmenin faaliyetinin teşviki ve değerlendirilmesi için kara, bağlayıcı bir veri karakteri verilmelidir” (36).
Liberman’a göre ekonomik reformlar, kara böyle bir karakter verilecek kadar amacına ulaşmıştı. Liberman açısından münferit, tek tek işletmelerde verimlilik önemliydi. Çünkü onun mantığında, verimlilik anlayışında, rekabet olgusu ön plandaydı. Bundan dolayı tek tek işletmelerin verimliliği ön plana çıkartılıyordu.

Sosyalist bir ekonomide bu türden bir anlayışın yeri var mı? Veya sosyalist ekonomi, münferit işletmelerdeki verimliliğe göre yönlenebilir mi?

Tabii ki, sosyalist ekonomide de tek tek işletmelerin verimliliği önemlidir. Ama, sosyalist ekonomide sorun tek tek işletmeler değil, ekonominin bütünüdür. Sorunun Stalin tarafından nasıl ele alındığı biliniyor (37).

Liberman’a göre “toplum için yararlı olan, her işletme için de yararlı olmalıdır”. Bu doğru bir anlayış değil. Her zaman böyle olmayabilir. Stalin ve Liberman’ın bu konudaki –verimlilik- anlayışlarını karşılaştırdığımızda şunu da görürüz: Kendisi için verimsiz olan, “kar” getirmeyen bir işletme, pekala toplum açısından verimli olabilir. Liberman’ın sorunu, toplumdan ziyade tek tek işletmelerin kar-verimlilik durumu olduğu için o, her bir işletmenin verimliliğini, toplumsal bağlam içinde de ele alarak ön plana çıkartıyor. Liberman, böyle bir demagojiye ihtiyaç duyuyor. Çünkü onun konsepti, işletmelerin ve çalışanlarının verimliliğini, genelden, ekonominin ve toplumun bütününden kopartarak, tecrit ederek, teşvik etmek üzerinde yükselmektedir. Bu, işletmelerin rekabet gücünü arttırmaktan başka bir anlam taşımaz.

Sosyalist ekonomi ve teoriyle hiç bir ilişkisi olmayan bu anlayış, SB’nde uygulamaya konmuştur. Liberman’a göre “işletmeler, işin verimliliği planı, çalışanların sayısı, ücret, üretim masrafları, birikim, yatırımlar...” üzerine bizzat karar vermeliler ve “bir işletme, kardaki kendi payını kullanmakta daha özgür olmalıdır” (38).

Soruna böyle bakınca, kaçınılmaz olarak, değer yasasının etki alanı ve tabii ki fiyatların ne olacağı akla geliyor. Bağımsızlaşan, rekabet olanağı kazanan işletme, ister istemez, fiyatları da pazar, arz ve talep koşullarında belirlemek zorunda kalacaktır. Bu bir istek değildir, olamaz da. Bu, kapitalist ekonominin nesnel yasalarının bir dayatmasıdır. Yönlendirici olan, bu yasalardır.
Yoğun tepkiden çekinen Liberman, önce “fiyatların sadece merkezi olarak tespit edilmesini” savunur, ama bir kaç satır sonra da “yeni ürünler için fiyatları işletmeler yapay olarak yükseltebilirler” savına karşı bizim yöntemimiz bu olasılığı engeller cevabını verir. Çözüm yolu şu:

Teslim edilen metalar için yüksek tespit edilmiş her fiyat, tüketiciler için verimliliği azaltır. Bu nedenle tüketiciler, teslim ediciler tarafından saptanan fiyatları sıkı bir biçimde gözden geçirirler. Bu, ulusal ekonomi konseylerine ve Devlet Planlama Komisyonuna fiyat oluşumu üzerinde şekli olmayan, bilakis etkili kontrol yapmalarına yardımcı olacaktır” (39).

Tam bir kapitalist mantık. Teslim ediciler (üretici firmalar) tarafından tespit edilmeleri durumunda fiyatlar, pazarda belirlenmiş olur. Üretici, fiyatları istediği kadar arttırabilir. Bu durumda malını satamaz. Ama pazara çıkan her metanın fiyatı, o pazarda belirlenir. Böylece pazar, fiyatların belirlenmesinde düzenleyici olur. Yani değer yasası ekonomide düzenleyici, yönlendirici olur. Kaçınılmaz olarak böyle olur. Bu durumda işletmeler arasında rekabetin olduğu da kabul edilmiş olur. Ulusal Ekonomi Konseylerinin ve Devlet Planlama Komisyonunun fiyatlar üzerinde etkili kontrolü ise etkisizleşir. Bu kurumları da pazar kontrol etmeye, yönlendirmeye başlar.

Bu türden ilişkilere giren işletmelerde verimlilik, kapitalizmdeki, meta üretimindeki verimliliktir. Azami kar amacıyla verimliliğin, üretimin arttırılması, kıyasıya rekabet demektir. Bu olanaklara sahip olan işletmeler, verimlilik durumlarını ancak ve ancak pazarda gösterebilirler.

Liberman’ın fiyat üzerine önerisi önce rağbet görmedi. SB ve diğer revizyonist ülkelerde fiyatlar, devlet tarafından tespit edildi, ancak sonraki dönemlerde devletin fiyat tespiti gevşetilmeye başlandı. 1970’de Liberman, “fiyatlar devlet tarafından çalışanların çıkarına kontrol edilmektedir” diye yazacaktı (40).

Liberman, 1962’de yaptığı reform önerilerinden dolayı genellikle işletme temsilcileri tarafından alkışlanırken, devlet planlama ve başka yönetici mekanizmalardaki bürokratlar tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. Böylece Liberman önerileri, işletme temsilcileriyle devlet bürokrasisinde yer alan bürokratlar arasındaki çıkar çatışmasını da açığa çıkarmıştır.
Liberman’ın önerilerine yöneltilen eleştirilere bir örnek verelim:

Bazı cumhuriyet ve bölge yetkililerinin, ama münferit işletme yöneticilerinin ortaya koydukları yerel yurtseverlik eğilimleri de unutulmamalıdır... işletmeler için üretim masraflarının planlanması durdurulursa, bu, bu temel ekonomik üretim sorunu karşısında duyarlılığı zayıflatır... ortalama verimlilik normu, yüksek organların kontrol fonksiyonlarının yerini alamaz...

Hatta kapitalist Fransa’da (devlet), yatırımların yardımıyla işletme üzerinde etkili olmaya çalışıyor. Buna karşın bizde, sosyalist bir devlette, işletmelere, sermaye yatırımlarını bütünlüklü plan dışında planlamak için olanak verilmesi öneriliyor...” (41).
Bürokrat kesimden yükselen ses de böyleydi.

Plan, Kar, Prim” makalesinde Liberman, esas itibariyle o zamana kadarki planlama sisteminin, işletme yönetiminin ve maddi teşvikin temel eksikliklerini ele alır ve bu yetmezliklerin ortadan kaldırılması için önerilerde bulunur.

Liberman açısından, işletmelerin yeterli hareket olanağına sahip olmamaları; neyi nasıl ve ne kadar yapacağının merkezi planlama tarafından belirlenmesinden dolayı inisiyatif geliştirme olanağının olmaması, önemli bir eksikliktir.

Liberman ikinci temel bir eksikliği, planın her seferinde, bir sene önce ulaşılmış seviyeden hareketle düzenlenmesinde görüyordu; yani bir yıl öncesine göre brüt üretim, işin verimliliği, masrafların düşürülmesi şu veya bu oranda olmalıdır anlayışı kaldırılsın deniyordu.

Üçüncü temel eksiklik, -ikincisiyle bağlam içinde- bilimsel teknik gelişmenin engellenmesiyle ilişkili. İşletmelerin faaliyeti, planın yerine getirilmesi ve aşılması durumuna göre değerlendirildiği için işletmeler, kolay planlara ilgi duyuyorlar. Çünkü, plan hedefi ne kadar aşılırsa prim de o derece yüksek olacaktır anlayışı, maddi teşvikin esasını oluşturuyor. Öneri şudur: yüzde 20 artış planlayıp da plan hedefini yüzde 99,5 oranında gerçekleştirmektense, plan hedefini, bir önceki yıla oranla yüzde 5 oranında yüksek tutmak ve bu planı yüzde 105 oranında gerçekleştirmek daha yararlıdır. Birinci durumda, büyük bir sonuç elde edilse de, plan hedefine ulaşılmadığı için prim alınmıyor.
Liberman’ın eksiklik diye değindiği noktalar ve önerileri, işletmelerin bağımsızlık kazanımlarına yöneliktir. Bu amaçla o, üç temel değişim önerir:

Birinci öneri: İşletmelere, sadece planlanmış üretim kapsamı, ne üretecekleri ve teslim mühleti bağlayıcı olarak bildirilmelidir ve gerisine karışılmalıdır.
Bu tedbirle işletmelerin vesayet altında olma durumları kaldırılmış ve işletme planının nitel bir iyileştirilmesi sağlanmış olacak. Yani işletmeler, hedefe ulaşmak için kendi inisiyatifleriyle hareket edebilecekler.

İkinci tedbir: Bu tedbir, işletmelerin faaliyetinin değerlendirilmesiyle ilgili: Önkoşul olarak, işletme, belirtilen üretim miktarını ve cinsini, belirtilen zaman zarfında yerine getirmelidir. Temel koşul bu. Ama toplumsal işin veriminin değerlendirilmesi, yani işletmenin asgari kullanımla en yüksek sonuçları alıp almadığı, nesnel bir ölçüye göre belirlenmelidir. Bu ölçü de üretimin ve yeniden üretimin bütün yönlerini hesaba katmalı ve karşılaştırılabilir olmalıdır. Liberman, verimlilik temel ölçüsünü böyle bir kıstas olarak görmektedir. Yani işin toplumsal verimliliği, verimlilik temel ölçüsüne göre değerlendirilmelidir.

Ama Liberman, bütün işletmeler için geçerli bütünlüklü bir verimlilik normunun tespit edilmesinin olası olmadığından hareketle, merkezi organların yaklaşık aynı koşullarda çalışan bütün işletmeler için uzun vadeli verimlilik-temel ölçüsü hazırlamalarını ve bunun bağlayıcı olarak belirlenmesini öneriyor. Bu ölçü, üretim hedefleriyle birlikte işletmelere verilmelidir. Bu verimlilik temel ölçüsü, toplumsal işin verimliliği için ölçek olmalıdır.

Günümüzde, işletmelerin işinin her değerlendirilmesinin ve planın yerine getirilmesinin her mükafatlandırılmasının, en güvenilir ölçü olarak görülmesi genel geçerlidir. Bu niçin böyle? Plan, işletmeler için güya aynı koşulları yaratıyormuş ve farklı doğal koşulları, farklı mekanize derecesini ve başka ‘bireysel’ durumları hesaba katıyormuş. Gerçekte ise işletmelerin planları, “rapor zemini” denen (zeminde) tespit ediliyor, yani ulaşılan seviyeden hareketle. Tam da bundan dolayı oldukça eşit olmayan koşullar yaratılıyor... yaklaşık aynı doğal ve teknik koşullarda üreten işletmeler için bütünlüklü verimlilik normlarıyla gerçekten ‘aynı koşullar’ oluşturmak daha iyi değil mi?” (42).

Liberman’ın verimlilik-temel ölçüsü önerisi, doğrudan, üretim fonundan azami istifade edilmesini içermektedir.

Öyleyse, bir işletme bizim koşullarımızda ve planlanmış fiyatlarla yüksek bir verimliliğe ulaşmak istiyorsa, planların hazırlanmasında kapasiteden ve teçhizattan mümkün olduğunca yararlanmaya çalışmalıdır. (Kar, oran olarak işletmenin fonuna akıyor). Yani işletme, kendi çıkarı için çok vardiya sistemine geçmek ve mevcut teçhizatlardan azami yararlanmak zorundadır” (43).
Bunun adı, kapitalizmdeki çalışma koşullarının geçerli kılınmasıdır; yani karın artması için ölesiye çalışmak gerekiyor.

Üçüncü öneri de maddi teşvikle ilgilidir. İşin verimliliği için verimlilik normu nesnel ölçü olduğundan, verimlilik de üretimin maddi teşviki için ölçüdür. Bu konuda Liberman şöyle der:

Devlete karşı dürüstlüğü ve işletmelerin, üretimin azami verimliliğine ilgisini teminat altına almak için, maddi mükafatlandırmanın bütün türleri için bütünlüklü bir fon kurulmalıdır ve bu, verimliliğe bağlı olmalıdır (karın, üretim fonuna oransal bağlı olması). Münferit sektörler ve işletme grupları için merkezi uzun vadeli verimlilik-prim tabloları uygulanmalıdır.... işletmelerin, fonun kullanımıyla ilgili olarak kolektif ve kişisel mükafatlandırma hakları genişletilmelidir” (44).

Demek ki, işletmeler ve Sovyet emekçileri, devlete karşı dürüst değiller. Hile yapıyorlar, devletin malını çalıyorlar! Anlaşılan o ki, bu durum, Liberman için büyük bir sorun.

Bunun ötesinde maddi teşvik, bu durumda olan emekçileri ve işletme müdürlerini çalışmaya, üretmeye zorlamanın yegane yolu olarak görülüyor. Ve priminin artmasını isteyen, ölesiye çalışır deniyor. Aynen kapitalizmde görülen üretim koşulları.

Liberman’ın yeni prim sisteminde kara olağanüstü önem verilir. İşletmeler, elde edilen kardan, katılım payı bazında prim alıyorlar. Yani kar, ne kadar yüksek olursa, pay ve dolayısıyla prim de o derece yüksek olur.

Şimdi “Plan, Kar ve Prim” tartışmasına bakalım.

İktisadi Muhasebe ve Üretimin Maddi Teşviki İçin Bilimsel Konsey”, hazırlanması gereken rapor için bazı tezlerin temel teşkil etmesini önerir. Bu tezler şunlardı:

1- Planın yerine getirilmesi ve hedefin aşılması için işletmelerin mükafatlandırılmasının mevcut sisteminin,... önemli eksiklikleri vardır... Bu sistemin yerini, işletmeleri yüksek plan görevlerini üstlenmeye ve iç rezervlerin azami harekete geçirilmesine yönlendiren yeni bir sistem almalıdır.

2- Maddi teşvikin yeni sistemi, plan seviyesine bağlı kılınmalıdır... İşletmeler, daha yüksek plan görevlerine ve ek rezervlerin harekete geçirilmesine ilgi duyacak hale getirilmeliler...

3- Yeni sistem yüksek sonuçlar alan işletmeler için, uzun bir dönem sadece bir yıl için değil, aksine 2, 3 veya 5 yıl için şu veya bu derecedeki taktir primi almaları olanağını garantilemelidir...

4- Maddi teşvikin yeni sistemi, ortalama dal (sektör, çn.)-verisi üzerine kurulmamalıdır, görece benzerlikleri olan işletme gruplarına göre ayrıştırılmalıdır...

5- Konsey, teşvikin yeni sisteminin bütün sektörler ve işletmeler için aynı birim üzerine kurulmaması gerektiği düşüncesindedir. Bu, işletmenin işinin değerlendirilmesi için yegane birim ve prim için de yegane dayanak olarak anlaşılabilir...
...
7- Birincisi, işletmeye kalan ve ihtiyacı için kullanılacak olan kar payının yükseltilmesiyle; ikincisi, karın, işletmenin prim fonu için kaynak olarak oldukça kullanılmasıyla; üçüncüsü, karın, bazı sektörlerde veya bazı işletme gruplarında mükafatlandırma (prim, çn) için dayanak olarak tespit edilmesiyle... karın teşvik edici rolü güçlendirilmelidir.

8- Üretim fonundan yararlanmak için teşvik yöntemi kapsamlı olarak kullanılmalıdır...

9- Konsey, şimdiki aşamada bütün maddi teşvik fonlarının bütünlüklü bir fonda birleştirilmesinin amaca uygun olmadığı anlayışındadır... “ (45).

Konsey, direktifi verdikten, çerçeveyi belirledikten sonra tartışmalar başlar (25-26 Eylül 1962).

F. Veselkov (SSCB Devlet İktisat Konseyi Ekonomik Araştırma Enstitüsü Maddi Araştırma Grup Yöneticisi), aşağıda ayrıca ele alacağımız gibi işletmelerde ortak bir fonun kurulmasını talep eder (46).

B. Suharevski, (SSCB Bakanlık Konseyi Emek ve Ücret Devlet Komitesi Başkan Yardımcısı) “maddi teşvikin biçimlerinin ve yöntemlerinin mükemmelleştirilmesi üzerine” kafa yorar.

Keza D. Onika da (Çalışma Enstitüsü Direktörü) “XXII. Parti Kongresi kararlarında komünist inşanın mükemmel programının genel hatlarının çizilmiş” olduğu inancıyla “plan ve maddi teşviki” ele alır (47).

I. Kasizki (Bilimsel-Teknik Birlik Cemiyetinde Üretimin Örgütlenmesi ve Ekonomi Seksiyonu Başkanı), teşvikin kriterlerine kafa yorar, XXII. Parti Kongresine atıfta bulunur ve “planın prim için kıstas olamayacağı” görüşünü savunur (48).

J. Maneviç, “üretim masraflarının fiilen düşürülmesinin mükafatlandırılması”ndan bahseder (49).

A. Sverev, “karmaşık sorunların çözümünde şemacılığa karşı” mücadeleyi yeğler (50).

J. Kapustin (Çalışma Enstitüsü Direktör Yardımcısı) “işletmeler nasıl teşvik edilmelidir”e kafa yorar ve “görüşümüze göre işletmeler, planın yerine getirilmesi ve plan hedefinin aşılması için mükafatlandırılmalıdır. Ama önemli bir koşul altında; işletme, yürürlükte olan plana maddi ilgi göstermelidir” der (51).

W. S. Nemçinov, “işletmelerin sıkı planlara ilgi duymalarının” sağlanmasını talep eder (52).

A. Varabyava, “teşvikin çıkış noktası, ancak plan olabilir” der (53).

G. Yevstafyev, “devlet planının etkisinin arttırılmasından” (54); A. Schachurin, “ilerici tecrübelerden kapsamlı yararlanmaktan”(55); K. Kossjatschenko, “planın daha da iyileştirilmesi için önemli bir koşul”dan (56). bahseder. K. Plotnikow, “Liberman’ın düşüncelerindeki doğru ve yanlış olanı” ele alır! (57). L. Alter, “maddi teşvikin, işletmenin perspektif planlanmasına bağlanmasını” talep eder (58).L. Rotstein, “ulusal ekonomi konseylerinde mali planlamanın daha da iyileştirilmesi”ne dikkat çeker (59). N. Spiridonova, “prim kaynakları ve prim sistemleri” üzerinde durur (60). N. Maslova, “mühendislik-teknik alanda çalışanların teşvik sisteminin mükemmelleştirilmesini” gerekli görür (61). J. Russanow, “işletmelerin faaliyetinin temel öğeleri üzerine” kafa yorar (62). B. Kapitonov, “kar genelleştirilmiş ölçü olamaz” anlayışındadır (63). T. Kuliyev, “iç rezervlerin harekete geçirilmesinin mükafatlandırılmasını” savunur (64). L. Gatovski, “işletmelerin teşviki için yeni bir sistemin oluşturulmasını” savunur (65) ve adı geçen konseyin baş tarafta belirttiğimiz görüşleri doğrultusunda hareket eder (65x).
Bu konuşmacılardan bazılarının görüşlerine çeşitli vesilelerle değineceğiz. Ama burada bu tartışmada önemli gördüğümüz bazı anlayışları biraz açmakta yarar görüyoruz.

F. Veselkov, “Maddi Teşvik ve Yüksek Plan Görevleri” konuşmasında şöyle der:
Her işletmede çalışanların maddi teşviki için bir fon kurulmalıdır. Bu fon, işletme fonunu, yönetici personele, teknik personele ve ücretlilere ödenen primleri ve maddi teşvikin bazı başka biçimlerini kendinde birleştirmelidir. Maddi teşvik fonunun yanı sıra işletmelerde maddi teşvikin başka bağımsız biçimleri de etkili olmalıdır: Prim-akorduna veya prim-zaman ücretlendirilmesine göre çalışan işçiler için ücret, prim ödemeleri; sosyalist yarışta muzaffer olan işletmelere ödenen primler; yeni teknik alanındaki katkılar için primler ve miktarı, işletme karına bağlı olmayan başka ödemeler, maddi teşvik fonundan bağımsız olarak işletmede üretimin geliştirilmesi için bir fon olmalıdır...

Maddi teşvikin çeşitli türleri toplandığında fonun olası en yüksek kapsamı, sanayi personeli için ücret fonunun yüzde 12 ila 18’i arasında oluyor” (66).

Tartışmaya katılan bir çok ekonomist, işletmelerin tam bağımsızlığından dolayı fon konusunda istenmeyen ölçüsüzlüklere ve başka sonuçlara yol açacağı endişesiyle ücret fonu konusunda bağlayıcı bir ölçünün saptanması gerektiğini, en azından başlangıçta böyle hareket edilmesi gerektiğini belirtirler (F. Veselkov ve G. Andronov).

Borovitzki, Liberman’ın tezlerini destekler ve randıman sorununu ele alır. Barovitzki’nin görüşü şöyle: İşletmeler, çok sayıda ölçülerin tespit edilmesinden dolayı faaliyetlerinde engellenmiyorlar. Tersine, ölçüler, birbirleriyle oldukça uyumsuzluk içindeler ve bundan dolayı işletmeler, bunların tespit edilmesine katılamıyorlar ve böylece de faaliyetlerinde engelleniyorlar. Bu nedenle o, ulusal ekonomi ve işletmeler arasındaki karşılıklı ilişkiler sistemi yeniden düzenlenmelidir ve bu alanda Liberman’ın tezleri doğrudur diyor. Diğer bir ifadeyle, Borovitzki, rekabet gücü kazanması için işletmelerin bağımsızlığını güçlendiren tedbirlerin alınmasını öneriyor(67).

Başka bir grup ekonomist de, toplumsal işin efektifliği için kar veya verimliliğin temel kriter alınmasına itiraz ediyor.

M. Federoviç, işletme faaliyetinin değerlendirilmesinde maliyetin düşürülmesini temel ölçü olarak görüyor ve Liberman’ın maliyeti düşürme ölçüsünün kar ölçüsüyle yer değiştirmesini istediğini savunarak şöyle diyor:

Meselenin özünde fazla bir şey değiştirmez. Ama o, prim hesaplamasına, maliyetten daha da koşullu gereksiz bir ölçü katıyor. Bizim koşullarımızda kar, esas itibariyle üretimin fiyatı ile maliyeti arasındaki farktır. Fiyatlar ise devlet tarafından, sadece üretim masraflar değil, başka bir çok oldukça karmaşık iktisadi faktörler de göz önünde tutularak tespit edilmektedir... Bu nedenden dolayı biz, işletmelerin üretim faaliyetinin kalitesinin değerlendirilmesi için kar gibi bir ölçünün getirilmesini anlamsız buluyoruz” (68).

B. Smehov da aynı görüştedir: Üretimin maliyeti, doğrudan kar olarak üretimin efektifliğini yansıtır ve teşvik çıtasını doğrudan doğruya maliyetin düşürülmesinin mutlak meblağına bağımlı kılar (69).

M. Federoviç ve B. Smehov, işletmelerin kara katılmalarının fiyatları oldukça yükseltmeleri için bir neden olacağından hareket ediyorlar.
Açık ki, bunlar, bürokrasi adına konuşuyorlar ve işletmelerin güçlenmelerinden yana değiller.

Bir çok konuşmacı, işletme faaliyetinin efektifliği için sadece bir ölçünün (verinin) ölçü olarak alınmasını doğru bulmuyor. Bunların temel savı şöyle: tek başına kar veya verimlilik normu, işletme faaliyetini karakterize etmek için yeterli değildir.

Karın rolünün oldukça güçlendirilmesini doğru bulan F. Veselkov şöyle der:

... Tam da bu nedenden dolayı, bizim karın kapitalist karla ortak yanının olmamasından dolayı, kar, bütün zamanlar, işletmeler ve sektörler için ücretin yanı sıra maddi teşvikin yegane ölçüsü (primin kapsamını belirleyen ölçü) olarak görülemez. Birincisi; elde edilen kar, toplumsal çalışmadaki tasarrufla örtüşmüyor. İkincisi; çeşitli işletmelerin oldukça farklı görevleri vardır... Üçüncüsü, işletmelerin verimlilik seviyesini belirleyen ve işletmeye bağlı olmayan çok sayıda neden vardır” (70).

Bu nedenle şunu önerir:
Maddi teşvik olarak karın rolünü arttırmak, (70x) düşüncemize göre, verimlilik için ölçüyü, işletmelerin faaliyeti için başka ölçülerle doğru ilişkilendirmek anlamına gelir. Yoldaş Liberman’ın doğru olarak söylediği gibi, en önemli olan, kar üzerine tasarruf sahibi olması ve onu, kolektifin iyi çalışmasının ödüllendirilmesinde ve üretimin genişletilmesinde kullanılması için işletmelere büyük olanaklar verilmelidir (71).

Sholkeviç ve Ivanov da, işletmelerin faaliyetlerinin değerlendirilmesi için tek bir ölçü (veri) yerine ölçülerden oluşan bir sistemin uygulanmasını talep ederler. Yalnız bunlar, “işin verimliliğinin arttırılması” ölçüsünü vurgularlar (72).

İtirazlara cevabi konuşmasında Liberman şöyle der:

Genelleştirilerek (söylenebilir ki) bu faydalı efekt, karın fona oransal tespiti ilişkisiyle, verimlilikle en iyi bir şekilde ölçülür, bu ölçünün en kapsamlı olmasından dolayı, ihtiyaç duyduğumuz bütün ölçüleri planlayabilir ve hesaplayabiliriz. Ama bunu ne mükafatlandırmanın ne de cezalandırmanın ölçüsü yapabiliriz. İşletmeleri, verimliliklerine göre mükafatlandırmalıyız” (73).

Liberman, çok ölçü yerine böyle genel bir ölçünün; işletmeleri mükafatlandırmak için verimliliğin, genel geçerli ölçü kabul edilmesini savunur. Liberman’a göre bu, nesnel bir kriterdir.
Günümüzde verimliliğin, çalışmanın faydalı efekti için kıstas alınması ne kadar kötü olursa olsun, nihayetinde bu, hayali değil, parayla ilgili somut bir veridir ve işletme faaliyetinin bütün yönlerini toplu olarak: hem işin verimliliğinin arttırılmasını, hem maliyetin düşürülmesini ve hem de fonların daha iyi kullanılmasını yansıtmaktadır” (74).

Fiyatlar üzerine de tartışılır. Liberman, bu alandaki itirazlara verdiği cevapta şöyle der:
Sonuç itibariyle temel itiraz, ideal fiyatlarımız olsa her şey yolunda olacaktırdan ibarettir. Ama fiyatları bir çok defa değiştirdik ve buna rağmen onlardan memnun değiliz. Niçin? Çünkü fiyat, tabii ki toptancı fiyatlarından bahsediyorum, ekonomi için oldukça önemsizdir (ekonomi karşısında kayıtsızdır, çn.). Sipariş eden, siparişi, her hangi bir fiyat üzerinden zamanında almalıdır. Ama alıcı, tedarik edicinin keyfi yüksek fiyatını, sorumluluk taşımaksızın, yatırımları veya plan maliyetleri için tahmini bütçesine dahil eder. Karkov sistemi diye tanımladığımız sistemde bu, böyle mi olacaktır? Şayet satın alıcı biraz pahalı ödediyse, bunu hiç bir plan haklı çıkartamaz. Aksine fiili verimlilik düşer. Biz inanıyoruz ki, temin edici ve tüketici arasındaki iktisadi muhasebeye dayanan karşılıklı maddi ilgi duyma olmaksızın yeni ürünler için fiyat üzerinden kontrol sonuç vermez” (75).

Böylece, fiyatın pazarda oluştuğu gerçeği dile getirilmiş oluyor. Yani Gromiko’nun arz ile talep arasındaki doğrudan ilişki dediği olgu kabul ediliyor; yani temin edici firmalarla alıcı firmalar pazarda karşı karşıya geliyorlar; birbirleri için arz ve talebi oluşturuyorlar.
Bunun adı rekabettir. Bunun adı kapitalizmdir. Nitekim bu olgunun tartışıldığı döneminde Sovyet basınında soruna ilişkin kapsamlı açıklamaların yanı sıra birbiriyle rekabet amaçlı tekelci oluşumların kurulmaya başlandığı da görülmüştür. Aynı sektörde çok sayıda işletme, yönlendirici bir işletme önderliğinde yeni bir işletme olarak birleşti (Lvov Ekonomi Konseyi’nde 1961’den itibaren 220 işletme 40 işletme olarak birleşirler). Burada esas olan, birleşen firmaların materyal-teknik tedariki de üstlenmeleridir. Bu, Liberman’ın önerdiği sistem doğrultusunda bir adımdı. Böylece devlet ticaretinin bu alandaki; materyal-teknik tedarik alanındaki işletmeler arasındaki önemli üretim ilişkilerini şekillendiren ilkeleri de işletmelere devredilmiş oluyordu. (Bu, SBKP MK Plenumunda da talep edilmişti). Bu durumda işletmeler, ürünlerini satmak için mücadele etmek, yani pazarda rekabet etmekle karşı karşıya kalıyorlar. Dolayısıyla işletmeler, talep edilen kalitede, fiyatta ve istenilen cinste meta üretmek zorundalar. Bu durumdan dolayı temin edici, (üretici) ve alıcı işletmeler arasındaki üretim ilişkileri de pazar koşullarına tabi olmaktadır.

Bu anlayışı, materyal-teknik tedarikin işletmelere devredilmesini destekleyen bir öneriyi de V. S., Nemçinov yapmıştır. Nemçinov, temel maddelerin (üretim araçları) parasız devrinin kaldırılmasını talep etmiştir. Diğer bir ifadeyle: Nemçinov, üretim araçları alınıp satılmalıdır; metalaştırılmalıdır talebinde bulunmuştur.
Bu öneriye göre, işletmeler, genişletilmiş üretim sürecine, temel ve dolaşım fonuna katılım biçiminde katılmalılar.

Daha uzun vadeler için normatiflerle (ölçülerle, kıstaslarla, normlarla, çn.) uyumluluk içinde, verimliliğin planlanmış normatifleri biçiminde işletmeler, artı üründen kaynaklanan toplumun giderlerinin belli bir kısmını karşılamalıdırlar. Bu kısım, temel ve dolaşım fonunun genişletilmiş yeniden üretimi için artı ürün harcamalarına eşittir. Kime çok fon verilirse, ondan verimliliğin planlanmasında çok şey istenmelidir... Temel ve dolaşım fonu için katkılar, verili kolektifin işletmede, toplum için gerçekleştirmek zorunda olduğu artı ürünün bir kısmıdır. İşletme, artı değeri elde etmiyorsa, zarar ediyordur. Bu durumda nakdi yardım veya hibeler zorunlu olur” (76).

Bir çok ekonomist de Liberman’ın önerilerini ilkesel olarak reddediyordu. Sürekli, kaynak olarak gösterdiğimiz makalenin yazarı Ottoman Kraç, ret savlarını şöyle sıralıyor:

Bir dizi iktisat bilimcileri Liberman’ın önerilerini ilkesel olarak reddediyorlar. Esas itibariyle üç soru öne sürülüyor:

1. Sosyalizmde kar, amaç değilmiş ve bundan dolayı sosyalist üretimi teşvik edemezmiş. 2. Önerilen sistem, sosyalist ekonominin orantılı gelişmesini teminat altına almıyormuş ve nihayetinde; 3. Önerilen sistem, merkezi planlamayı ortadan kaldırıyormuş” (77).

Tartışmaya katılanların çoğunluğu karın rolünün arttırılmasını istiyor. Bunlardan birisi de SSCB Bakan Yardımcısı V. Sitnin’dir. Tartışmanın yapıldığı dönemin son senelerini kastederek şöyle der:

Ülkede iki temel biçimde görünen -kar ve üretim vergisi- para birikiminin toplam kapsamını ele alırsak, bunun, 1958 ile karşılaştırıldığında yüzde 28 oranında büyüdüğü görülür. Kar, yüzde 64 oranında ve üretim vergisi de yüzde 6 oranında artmıştır. Kısa bir zaman öncesine kadar para birikiminin hakim biçimi, üretim vergisiydi. Bugün bu, kara, neredeyse eşittir ve açık ki, önümüzdeki yıllarda kar, para birikiminin hakim biçimi olacaktır...
Karın artması olumludur. Bu, daha ziyade, işletmelerin iktisadi faaliyetinin ve her şeyden önce üretim maliyetinin ölçüleriyle bağlam içindedir. İktisat bilimcileri, karın rolünü sıkça küçümsüyorlar. Ülkede bugüne kadar işletmelerin yüzde 20’den fazlası zarar ediyor. İşletmelerin planlı zararının sadece fiyat oluşumundaki yetmezliklerden kaynaklandığını sanmak hata olur. Bunun önemli ölçüde bu işletmelerdeki kötü iktisadi yönetimle bağı vardır” (78).
Bu anlayışta olmasına rağmen V. Sitnin, Liberman’ın önerilerini reddeder.

Karı, işletmenin faaliyetinin yegane ölçüsüne dönüştürmek yanlıştır. Genişletilmiş yeniden üretim, başka önemli plan ölçülerini de gerekli kılar... Karın merkezileştirilmiş dağıtım düzeni muhafaza edilmelidir. Bu, planlı gelişme yasasına uygun düşer” (79).

V. Sitnin, açık ki devlet bürokrasisini, merkezi planlamanın devamını savunmaktadır.

L. Gatovski de karın öneminin yükseltilmesini talep eder.

Ama,” karın rolünün ve öneminin yükseltilmesi sosyalist bir ekonomide sınırsız olamaz... Karın büyümesi, sosyalist ekonomi için amaç değildir... Fiyat oluşumu ne kadar mükemmelleştirilirse mükemmelleştirilsin, verimlilik ölçeği ne kadar ‘temizlenirse temizlensin’ bu, hiç bir zaman, ekonominin bütün dallarında işletmenin faaliyetinin yegane ölçeği ve teşvikin de yegane temeli olamaz. Sektörler ve işletme grupları, ayrı ayrı ele alınmalıdır ve özellikleri göz önünde tutulmalıdır”(80).
K. Plotnikov ve V. Kotov da aynı paralelde görüşler öne sürerler.

Liberman’ı kastederek K. Plotnikov şöyle der:
Üretimin planlamasının mevcut sistemi mükemmelleştirilmelidir, ama önerdiğiniz yoldan değil. Gerçekten de, ücret fonunun işin verimliliğinin, üretimin maliyetinin, birikimin, yatırımların vs. merkezi planlamasını terk edersek, en önemli ulusal ekonomi orantılıklarının devlet tarafından düzenlenmesini, yani esasa özgü olarak ulusal ekonomi planlamasını terk etmiş oluruz” (81).

V. Kotov’un görüşü de aynı doğrultudadır:
Ekonominin gelişmesinin oranlılığı, sadece, merkezi planlamada mümkündür. Ve önemli ölçüde değer bilançosu sistemiyle teminat altına alınır. Kar planlamasının bütünlüklü sisteminin kaldırılması üzerine öneri, toplumsal üretimin planlı yönlendirilmesi sürecinde değer kategorilerinin küçümsenmesi anlamına gelir. Bu önerilerin gerçekleştirilmesi, merkezi yönlendirmenin zayıflamasına neden olur” (82).

V. Sitnin gibi, K. Plotnikov ve V. Kotov da devlet bürokrasisinin, merkezi planlamanın görüşlerini savunuyorlar.

Merkezi planlama konusunda eleştirilerin yoğunluğu, Liberman’ı bu konuda demagoji yapmaya itmiş ve o, merkezi planlamaya hem evet, hem de hayır demek zorunda kalmıştır. Şöyle:

SB’nde yüz binlerce işletme var, bunların arasında on binlerce büyük işletme var. Bunlar, çok çeşitli milyonlarca ürünleri üretiyorlar. Kolektiflerin inisiyatifini uyandırmak, aşağıdan inisiyatifi uyandırmak istiyorsak, devletin istediği anlamda planlarını ele almaları şeklinde onları uyandırmak istiyorsak, işletmelerin faaliyetini son noktaya kadar planlayabilir miyiz? Bununla beraber, merkezileştirilmiş yönlendirme ilkesi sadece muhafaza edilmemelidir, bilakis oldukça sağlamlaştırılmalıdır ve bu yapılırken merkezi organlar, bütün gereksiz işlerden arındırılmalıdır. İşletmelerin vesayet altına alınması da buna dahildir” (83).

Böylece Liberman, merkezi planlamaya evet diyerek, merkezi planlama güçlendirilmelidir diyerek, onun etkisizleştirilmesini önermektedir. Liberman için önemli olan, işletmelerin merkezi planlama vesayetinden kurtulmalarıdır, bağımsız planlayarak, bağımsız üreterek, bağımsız kar elde ederek rekabet, pazar koşulları içinde var olmalarıdır. Liberman, merkezi planlamanın eksikliklerinin, eskimiş yönlerinin düzeltilmesini ve aşılmasını öneriyor, ama her seferinde buna kıstas olarak işletmelerin bağımsızlığını koşul yapıyor. Şöyle:

Haklı olarak iddia edilebilir ki, önerilen yöntem, işletmelerin kılı kırk yaran vesayet altına alınmalarını yok edecektir ve merkezi planlamayı, üretim üzerine ekonomik değil, aksine idari tedbirlerle etkide bulunmak için parasal denemelerden kurtaracaktır. Sadece bizzat işletme, kendi rezervlerini en iyi bilir ve en iyi biçimde açığa çıkartır. Ama bunun için işletmelerin, gelecek yıl iyi çalışmayla zor bir durumla karşılaşacağından korkmaması gerekir. Merkezi planlamanın bütün temel kaldıraçları sadece merkezi saptanıyor, fiyatlar, maliye, bütçe, rapor, büyük yatırımlar, üretim safhasında orantılar... dağıtım ve tüketim.

Merkezi planlamanın yerine getirilişi, ulusal ekonomi konseyleri (ve yerel Sovyet yürütme komiteleri), bütün plan pozisyonlarında bağlayıcı yıllık kontrol verilerini aldıklarında, garanti altına alınacaktır. Ulusal ekonomi konseyi, ne yazık ki, sıkça olduğu gibi, sadece basit bir iletici, ara bir merci olmayacak, bilakis, yerel planlamanın bütün faaliyetinin toplandığı merkez, düğüm noktası olacaktır. O, yukarıdan bütün iktisadi alanlar için genelleştirilmiş devlet görevlerini alacak. Aşağıdan işletmeler tarafından bizzat hazırlanmış planlar gelecek... İşletmeler, cari harcamalar ve yatırımların asgarisiyle azami üretime çok ilgi duyacakları için planlamanın tespitinde, neredeyse garanti edilebilir ki, işletme planlarının toplamı, ulusal ekonomi konseyi alanında merkezi görevlerin tamamen yerine getirilmesini ve aşılmasını teminat altına alır” (84).
Hem evet, hem hayır; evet derken hayır!

Liberman’ın “iktisadi reformları” esas itibariyle bu anlayışlardan ibarettir ve ilk önerildiğinde de yukarıya aktardığımız şekilde tartışıldı.
SB’nde ekonomide “reform”lar, böylesi tartışmalarla ivmelendi ve esasen kapitalizmin yeniden inşası önündeki engellerin kaldırılmasını ve maddi teşviki içermekteydi.
Sosyalist bölüşüm (dağıtım) sistemini kaldıran modern revizyonistler, onun yerine kapitalist dağıtım sistemini getirdiler. Tabii kapitalist dağıtım sistemi diye bir sistem yok. Olan, üretimin kapitalist ilişkiler temelinde yapılmasıdır. Bu ilişkiler içinde üretimin arttırılması için öncelikle yapılması gereken, işletme müdürlerinin ve üst seviye görevlilerin mükafatlandırılmasıydı. Kişisel çıkarı olmayan bir işletme müdürünün üretimin arttırılması için fazla uğraşmayacağı açıktır. Bundan dolayı öncelikle bu kategoride olanların gelirleri arttırılmıştır. Sonra ücretli memurlar ve işçiler için de maddi teşvik sistemi uygulanmaya konmuştur. Ama işletme müdürlerinin veya genel olarak yönetici kesimin mükafatlandırılmasıyla işçilerin mükafatlandırılması aynı derecede olmamıştır. İlk kategoride olanların yanında işçilerinki “devede kulak” bile değildi. Ama buna rağmen, bu “devede kulak” bile olmayan kırıntılar, Sovyet koşullarında bir işçinin gelirinin önemli bir kısmına tekabül ediyordu. Şüphesiz ki bu, Sovyet işçilerinin zenginleştikleri, bolluk içinde yaşadıkları anlamına asla gelmiyordu. Ücretlerin daha baştan oldukça düşük tespit edilmesi, işçileri, mesai yapmaya, mükafat için çalışmaya zorluyordu. Örneğin Pravda’nın 17 Mayıs 1967 tarihli sayısında bir işletmede mükafatların toplam ücretlerin yüzde 40’ı ile yüzde yüzüne tekabül ettiği yazılıyordu.
Sanılmasın ki revizyonist Sovyet sisteminde sadece müdürler, Sovyet burjuvazisinin üst kesimini oluşturuyordu. Bunlar, yeni burjuvazinin, bürokratik burjuvazinin uşaklarıydı. Yeni burjuvazinin, sistemini ayakta tutmak için müttefiklere, çarkını çevirecek güçlere ihtiyacı vardı. Müdürler ve o seviyedeki yöneticiler, yeni burjuvazinin sistemini uygulayan, çarkın dönmesini sağlayan unsurlar olarak görülmelidir. Bürokrat burjuvazi, Moskova ve başka önemli merkezlerde yerleşik olan, her türlü imtiyaza (yazlık ev, şoför, özel alış veriş mağazaları vs.) sahip olan parti, devlet, sendika, ordu, iktisadi mekanizmada yer alan fonksiyonerlerden, politikacılardan, teknokratlardan, akademisyenlerden generallerden oluşmaktaydı. Merkezi bütçeyi talan edenler bunlardı. Bu nedenle, karın, gelirlerin, esas kaynağı işletme fonları değil, merkezi bütçeydi. Bu konuda Kosigin XXIV. Parti Kongresinde şöyle der:

İktisadi muhasebenin sağlamlaştırılmasına ve gelişmesine dayanan ekonomik teşvikin yeni sistemi, ekonomide kara büyük önem verildiğini öngörmektedir. Karı ve verimliliği, üretimin sonuçları açısından önemli bir faktör olarak görüyoruz. Aynı zamanda kar, işletmeler ve birliklerin iktisadi muhasebesine dayanan fonlar için sadece ana kaynak değildir, bilakis devlet bütçesinin en önemli gelir kaynağıdır da” (85).

Böylece karın önemini ve merkezi devlet bütçesine olan katkının da nereden sağlanmış olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
Karın ana kaynağı olan işletmelerde üretimi arttırmak –bu, karın ve mükafatın da artması anlamına gelir- için modern revizyonistler, sosyalist paylaşım ilkesinin yerine işçileri rüşvetlendirmenin, kendi çıkarlarına alet etmenin bir aracı olarak maddi teşvik sistemini uygulamaya koyulmuşlardır.

Aradaki farkın görülmesi için komünizmde paylaşım ilkesinin nasıl olduğunu hatırlatalım (86).
Hal böyle olmasına rağmen Liberman, “mevcut planlama yöntemlerimiz ve pratiğimiz, işletmelerimizin mali mükafatlandırılmaları planının yerine getirilmesini... önkoşul yapmaktadır” anlayışındadır (87).

Demek oluyor ki maddi teşvik için, mükafatlanmak için, plan hedefine ulaşmak ve aşmak gerekiyor.
Bu durumu Kosigin daha açık ifade ediyor. “Personel için maddi teşvik sistemi esasen plan hedefinin aşılarak yerine getirilmesinin mükafatlandırılmasına dayanır” (88).

Bunun nasıl bir rekabet olduğunu da Liberman’dan öğreniyoruz:
İşletmenin verimliliği ne kadar yüksek olursa, karın payı da o derece büyük olur... Kar ne kadar büyük olursa, mükafat fonu da o kadar büyük olur” (89).
Liberman, “burada esas olan, mükafatların bütün türlerinin kardan kaynaklanmasıdır” diyor (90).

V. S. Nemhinov da “işletme, maddi teşvik için bir sermayeye sahip olmalıdır. Mükafatın büyüklüğü verimliliğin gerçek seviyesine bağlı olmalıdır” diyor (91).

Bu konuda Kosigin de şöyle der:
Şimdi durum hâlâ şöyle; bir işletmenin, kârların arttırılmasında ve üretimin verimliliğinde başarıları, işletmenin çalışanlarının gelirleri üzerinde asla doğrudan etkiye sahip değildir.
Personele büyük maddi bir çıkar sağlamak için bu sistemi değiştirmek zorunludur. Bir işletmenin, işçilerine ve memurlarına daha iyi ücret vermesi için olanaklarının (artacağı) bir sistem uygulamak zorunludur… Öncelikle …yüksek kârlara ve daha büyük verimliliğe bağımlı olan (bir sistem)…
Bireysel başarılarından ve işletme çalışmalarının yüksek kapsamlı sonuçlarından dolayı personeli (çalışanı) ödüllendirmek için işletmeler –maaş fonuna ek olarak- kendi kaynağını kendi emirlerine almalılar. Bu kaynak, işletme tarafından elde edilen karın bir parçası olmalıdır” (92).

Gazeta Ekonomicheskaya”daki makalesinde de (“Maliye ve Ekonomik Teşvikler”, Nr. 41, 1965) V. Garbuzov, şu anlayışı savunur:
Yeni koşullar altında kârın uyandırıcı rolü oldukça büyümektedir. Maddi teşvik ve üretimin gelişmesi için fonlar, kârlardan oluşmaktadır. Bu fonlar, şimdiye kadar mevcut olan işletme fonlarından oldukça büyük olmalıdır. Bir işletmenin elde ettiği kâr ne kadar yüksek olursa, maddi teşvik ve üretimin gelişmesi için fonlara yapılan aktarmalar da o kadar yüksek olur (93).
Görüyoruz ki kar, karın artması, maddi teşvik vb. bütün kavramlar, revizyonistler tarafından işçi sınıfına, fazla gelir elde etmek istiyorsan, mükafatlandırılmak istiyorsan ölesiye çalışarak, üretimi arttıracaksın anlamında yansıtılıyor ve işletme müdürlerine de, işletmenin kar payının artması, çalışan işçilerin daha çok/yoğun sömürüsünün sağlanmasıyla mümkündür, o halde gereğinin yerine getirilmesi için yapılması gerekeni yapmalısınız anlamında yansıtılıyor.
Marksist-leninist teoriyi çarpıtmasaydı, revizyonizm, revizyonizm olmazdı. İhanetteki çıplaklık, demagojik açıklamalarla kapatılmaya çalışılmıştır. Her konuda olduğu gibi sosyalist paylaşım ilkesi de başkalaştırılmıştır. Yapılan, demagojiden başka bir şey değildir.

B. Suharevski şöyle diyor:
Söz konusu olan, sosyalizmin ekonomik yasalarının bilinçli kullanımına dayanan çok yönlü bir sistemin oluşturulmasıdır...
Bununla bağlam içinde ücretlerin yükseltilmesinin dolaysız kaynakları ve yolları da değişiyor. Yeni sistemde her bir işçinin ve ücretlinin işi, şimdiye kadar olduğundan daha yüksek bir ölçüde sadece kişisel katkısıyla değil, bilakis bütün kolektifin faaliyetinin sonuçlarıyla da ölçülmektedir” (94).
Bu baya göre de teşvik, mükafatlandırma, sosyalizmin ekonomik yasalarından sayılıyor, öyle ki, ücretlerin kaynağının önemli bir bileşeni haline getiriliyor. Bu anlayışa göre, maddi teşvik, Sovyet emekçisi açısından kaçınılmaz oluyor. Yani ölesiye çalışarak üretimi arttıracaksın, işletmenin karını arttıracaksın ki maddi teşvikten yararlanabilesin!

Suharevski, işçinin bireysel katkısıyla, çalışmasının ürünüyle, kolektifin faaliyetinin sonuçlarını birbirine bağlıyor. Demek oluyor ki, bir işçi çokça çalışabilir, ama onun ücretinin yüksekliği aynı zamanda kolektifin toplam faaliyetinin sonuçlarına da bağlıdır.
Bu formülasyonun ne anlama geldiğini çok yönlü yorumlamak mümkün. Ama Brejnew, bizi böyle bir zahmetten kurtarıyor:
Sosyalist bir işletmenin üretimi, toplam kolektifin ortak çabalarının sonucudur. Bundan dolayı, kişisel katkısına uygun olarak her bir çalışan için maddi teşvikin yanı sıra bütün çalışanların işletmenin sonuç ürünlerine maddi ilgi duymalarını (sağlamak) tamamen meşrudur. Böylece kişisel ve toplumsal çıkarların birbirine daha iyi bağlanmaları mümkündür” (95).
Burada ve bir yukarıdaki alıntıda bizi ilgilendiren esasen, kişisel, toplumsal ve kolektif çıkarlardır. Sovyet revizyonistleri, güya sosyalist toplumlarında, kişisel ve toplumsal çıkarları karşı karşıya koyuyorlar ve sonra da bunları birleştirmeye çalışıyorlar. Bu birleştirmeyi de maddi çıkarlar, maddi teşvik yoluyla gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
Burjuva düzende de kişisel ve toplumsal çıkarlar aynen böyle anlatılmıyor mu?

Reformlarla ilgili olarak önde gelen revizyonist ideologlardan ve ekonomistlerden yaptığımız alıntılar da -yorumumuzdan bağımsız olarak- göstermektedir ki, Sovyet ekonomisinde, işletmelerinde azami kar, rekabet ve kar yasalarına göre üretim belirleyici olmuştur. Yeni Sovyet işletmesi, kapitalist işletmedir. Üretim, sömürünün sonucudur.

Brejnew, bu kapitalist işletmelerin maddi çıkarlarını, toplumsal çıkar olarak açıklıyor. Bu durumda toplumun da aynı maddi çıkarlara ilgi duyduğunu, yani kapitalistleştiğini, burjuvalaştığını açıklıyor.
Bu anlayışların da gösterdiği gibi modern revizyonistler, işçi sınıfını, artık azami kar amaçlı üretim yapan işletmelerine bağlamak, onları, maddi teşvik ile susturmak, sömürü temelinde kolektif (işletme)-birey (işçi) ilişkileri geliştirmek için her yola başvuruyorlardı.

Sosyalizmde ücretlerin farklı olması veya maddi teşvike baş vurulması nesnel durumun doğrudan bir sonucudur.
Komünist paylaşımla ilgili olarak Marks’ın anlayışına bir daha bakalım:
Komünizmin ilk aşamasında, yani sosyalizmde bir bütün olarak işçi sınıfının komünist çalışma ahlakını kavradıklarını, bireycilikten, kapitalizmin o çirkinliklerinden, kişisel çıkar hırsından vs. tamamen arınmış olduklarını düşünemeyiz. Bu ve başka nedenlerden dolayı sosyalizmde kapitalizmin burjuva ideolojinin/bilincin kalıntıları vardır ve bunlara karşı mücadele edilmelidir.
Demek oluyor ki sosyalizmde paylaşım ilkesi, işçiler arasında farklı ücretlendirmeyi kaçınılmaz kılabiliyor. Ama bu, bu kaçınılmazlığın ebedileştirilmesi anlamına gelmiyor.
  • Sovyet revizyonistlerinin, onca başarılı sosyalist inşadan sonra yapmaya çalıştıkları, giderek ortadan kaldırılması gereken maddi teşvik ilkesini genel geçerli kılmak olmuştur.
Sosyalizmde her bir işçinin kişisel katkısı, işgücü harcaması, ücretlendirilmesinde temel ilkedir. Ücretlendirme bireysel iş gücü harcamasına bağlıdır. Bu anlamda “çalışmayan tüketemez”. Bu durum, sosyalist inşa derinleştikçe ortadan kalkar. Sosyalist Sovyetler Birliği’nde ücretlendirme bu anlayışa göre düzenlenmişti. Her bir işçinin aldığı ücret, gerçek katkısına tekabül ediyordu. Ölçü buydu. Çalıştığın kadar alırsın! Bu ilkeyi tam gerçekleştirmek, haksızlıkları engellemek için saate göre ücretlendirmenin yerine parça başı ücretlendirme yöntemi uygulanmıştı. Bunun ötesinde mükafatlandırma, maddi teşvik yöntemine de baş vurulmuştu. Amaç açıktı. Fedakarca çalışan, sosyalist inşaya katkısını arttıran işçilerin, bu artı işgücü harcamalarının karşılığının ödenmesi.
Sosyalist SB’ndeki bu yöntemle revizyonist/kapitalist SB’nde kullanılan yöntemin ortak hiç bir yanı yoktur. İlkinde sosyalizmin inşasına teşvik ve katkı söz konusuyken, ikincisinde kapitalist üretimi geliştirmek, karı arttırmak ve işçileri bu sömürü ilişkilerine bağımlı kılmak söz konusudur.

3-Meta Üretimi, Meta Dolaşımı ve Fon Bağlamında İşin Verimliliği, 
   Maddi Teşvik ve Sömürünün Arttırılması

Bir daha baştan alalım. Revizyonistlerin kaleminin ürünü olan SBKP tarihinde (Rusça baskı 1959 ) geçmişe dönük olarak yapılan tespitlerden birisi de şu: “Ekonominin planlamasının ve yönetiminin aşırı merkezileştirilmesi ve maddi teşvikin küçümsenmesi üretimin büyümesi ve kaynaklarının kullanılması ... olanaklarını sınırlandırılmıştır” (96).

XX. Parti Kongresinden sonra maddi teşvike ne kadar önem verildiği biliniyor. Verilen önem yeterli olmamış olacak ki veya beklenen sonuçlar alınmamış olacak ki, XXIV. Parti Kongresinde Brejnew şöyle diyecekti:
Ekonomik teşvikin güçlendirilmesi üzerine. Ekonominin yönetilmesinin mükemmelleştirilmesi üzerine faaliyetinde partimiz, kararlı bir şekilde, merkezi organlar tarafından yön verici özellikli iletilmiş görevlerin doğru bağının yönünü, üretimi etkilemek için ekonomik kaldıracın kullanılmasıyla (bağlam içinde ele alır, bu yönün uygulanmasını takip eder, çn). Bu kaldıraçların –iktisadi muhasebe, fiyat, kar, kredi, maddi teşvikin biçimleri, vs.- iktisadi koşullar yaratma görevi vardır; bu koşullar, üretim kolektiflerinin milyonlarca emekçinin başarılı faaliyetine katkıda bulunurlar...” (97).

Aynı kongrede Kosigin de aynı konuyu ele alır ve şöyle der:
Merkez Komitesinin Eylül Oturumu (1965). “Sanayi Yönetiminin İyileştirilmesi, Sanayi Üretiminin Ekonomik Teşvikinin Güçlendirilmesi ve Planlamanın Mükemmelleştirilmesi Üzerine” kararında bütün iktisadi yaşamın mükemmelleştirilmesi üzerine somut tedbirler formüle etmiştir....
Yeni beş yıllık planda hizmet sektörünün ve maddi üretimin bütün dallarının iktisadi muhasebe kurallarına göre çalışan işletmelerinin ve örgütlerinin planlamanın ve teşvikin yeni sistemine göre yeniden düzenlenmeleri sonuçlandırılacaktır” (98).

Sovyet revizyonistlerinin gözü, ekonomik kaldıraç olarak kardan, maddi teşvikten, mükafatlandırmaktan, krediden, fiyattan başka bir şey görmüyor.
Haksız oldukları da pek söylenemez. Ne de olsa proletarya diktatörlüğünün artık elzem olmadığı sonucuna vararak, komünist partisini “bütün halkın partisine”, proletarya diktatörlüğünü “bütün halkın devleti”ne dönüştürmüşlerdi. Sosyalist ekonominin; üretim biçiminin nesnel yasalarını ayaklar altına almışlar, süreklilik arz eden reformlarıyla yeni bir ekonomik sistem oluşturmuşlar ve kapitalist ilişkiler üzerine yükselen bu sistemlerini mükemmelleştirmeye çalışıyorlardı. Artık, adını koymasalar da, sosyalizmi lafta kullanmaya devam etseler de, bir kapitalist gibi düşündüklerini ve hareket ettiklerini gizlemiyorlardı.

Anlayışlarına uyan sonuçlar da alıyorlardı: örneğin Sovyet verilerine göre 1969 yılının sonu itibariyle bu yeni ekonomi sistemine dahil olan sanayi işletmesi sayısı 36 000 idi. Bu işletmelerin toplam üretimdeki payı da yüzde 83,6 oranındaydı. Ama toplam kardaki payları yüzde 91’i geçiyordu.
Demek oluyor ki Sovyet modern revizyonistleri, sanayi üretimi alanını neredeyse tamamen yeni ekonomik sistemlerine göre; kar ve maddi teşvik ilkesine göre çalışan sistemlerine göre örgütlemişlerdi.

Reformların sonuçları başka alanlarda da görülmeye başladı. “Devlet Manüfaktür İşletmeleri Kararnamesi” (1966), işletmelere, “eskimiş” sabit sermayeleri (makineler, hammaddeler, nakliyat araçları vs.) istedikleri gibi satma hakkını veriyordu. Bu kararnameyle legal pazarlar kuruldu. Devletin mülkiyetinde olan üretim araçları, işletme müdürleri tarafından pazarlandı, nakite, paraya çevrildi. Bu kararnameden önce, Gorki ve Swerdlowsk’ta kurulan pazarlarda, SB’nin her tarafından gelen işletme temsilcileri, devletin mülkiyetinde olan üretim araçlarını satıyorlar ve satın alıyorlardı. Yeraltı fabrikalarının kurulmasında ve yaygınlaşmasında bu pazarların önemli bir rolü olmuştu. Çünkü bu fabrikaları kuran özel kişiler –kapitalistler- gerekli üretim araçlarını bu pazarlarda satın alıyorlardı.
Ama Sovyet modern revizyonistleri, uygulanan reformlardan istenilen sonuçları tam olarak alamıyorlardı. Bu nedenden dolayı sürekli, verimliliği, üretimi arttırıcı denemelerde bulunuyorlardı. Bu denemelerin hepsinde maddi teşvik anahtar rol oynamaktaydı. Buna Sçokino Kimya Kombinası bir örnektir. XXIV. Parti Kongresinde Brejnew tarafından söz konusu edilecek derecede önemli bir deneme.

Revizyonist başı bu konuda şöyle der:
...Yüksek verimli çalışma teşvik edilmelidir ve yüksek ücretlendirilmelidir. Sçokino Kimya Kombinası tecrübeleri göstermektedir ki, üretimin gelişmesi için en büyük katkıda bulunan, farklı mesleklere hakim olan ve toplumsal mülkiyeti tutumlu kullanan çalışanların teşviki için işletmelere büyük olanaklar sağlanmalıdır. Çalışanların maddi ilgilerini arttırmak, çalışmaya ilişkin ahlaki teşvikin güçlü kullanımıyla el ele gitmelidir” (99).
Bu teşvik yöntemi, klasik kapitalist ülkelerde her gün yaşanıyor. SB pratiğinde yöntemin uygulanması biraz değişik ve oldukça basit: Sovyet yasalarına göre işten çıkartma durumunda, devlet tarafından tespit edilmiş olan ücret fonu, otomatik olarak, işten çıkartılanların ücretine tekabül edecek oranda azalıyordu. Ama Sçokino deneyimi dahilinde olan işletmelerde durum başkaydı. Bu işletmelerde ücret fonu hiçbir şey olmamış gibi muhafaza ediliyor ve maddi teşvik için ek olarak kullanıyorlardı.

Bu deney, bu türden işletme müdürleri için zenginleşmenin yeni bir kaynağını oluşturmuştur. Çünkü, işletme yöneticileri, işçileri işten atmaya başlamışlar ve böylece onların ücretlerine de el koymuşlardı. Diğer işçilere de, plan hedefine ulaşmak için daha çok çalışmak, başka meslekler öğrenmek düşüyordu. Bu deneyle işletme yöneticileri, işçileri, işten atmakla tehdit edebiliyorlar, onları korkutabiliyorlar, daha çok, daha yoğun çalışmaya zorluyorlardı.
SB’nde “önceleri küçümsenen maddi teşvik” , artık üretimin ana itici gücü olmuştu; işçileri üretime yabancılaştıran, sömürüldüklerini, baskı altına alındıklarını gösteren önemli bir faktör olmuştu.

Kapitalizmde ve sosyalizmde işin verimliliği nasıl arttırılır veya kapitalizmde ve sosyalizmde işin verimliliği arttırılması ne anlama gelir?

Lenin:
İşin verimliliği, son kertede, yeni toplum düzeninin zaferi için en önemli, en belirleyici olandır. Kapitalizm, işin verimliliğini yarattı... Sosyalizm yeni, oldukça daha yüksek bir iş verimliliği yarattığında kapitalizm nihai olarak yenilebilir ve böylece nihai olarak yenilecektir. Bu, oldukça zor, oldukça uzun süren bir iştir, ona başlandı ve tam da bu (başlamak, çn) en önemli olandır... Kapitalist iş verimliliğine karşın komünizm, ileri tekniği kullanarak, gönüllü, bilinçli, birleşik üreten insanların daha yüksek bir iş verimliliğidir. Komünist subbotnik, komünizmin fiili başlangıcı olarak olağanüstü önemlidir... Komünizm, sıradan işçinin gönüllü olarak zor işin üstesinden gelerek işin verimliliğinin yükseltilmesi için kişisel olarak çalışanlara ve onlarla ‘yakınlık içinde olanlara’ (doğrudan) yaramayan, bilakis ‘uzakta duranlara’ , yani bütün topluma önce bir sosyalist devlette birleşen ve sonra Sovyet Cumhuriyetleri Birliği’nde birleşecek olan düzinelerce ve yüz milyonlarca insana yarayan her bir pud tahılı, kömürü, demiri ve başka ürünleri korumak için kafa yorduğu yerde başlar” (100).

İşin verimliliği, bütün üretim biçimleri için genel geçerli bir yasadır: Bunun adı zaman ekonomisi yasasıdır. Feodal beyler, üretimi arttırmak, bağımlı köylüleri daha sıkı sömürmek için onların üretime ilgi duymalarını sağlamanın yolunu, onlara kendileri için üretebilecekleri bir toprak parçası vermekte bulmuşlardı. Bu, feodalizmde maddi teşvikti. Kapitalizmde işçilerin üretime ilgisinin arttırılması, yani daha sıkı sömürülmeleri için aynı yöntem, koşulları değişik olarak kullanılmaktadır.

Zaman ekonomisi yasası, doğru kullanıldığında iş, daha da verimli olur. Bu yasa, kişisel ve toplumsal çalışmanın her alanında geçerlidir. Özellikle toplumsal ürünlerin üretiminde bu yasanın kullanılması, üretimin olmazsa olmaz koşuludur. Çünkü bu yasanın kullanılması, ifadesini işin verimliliğinin arttırılmasında ve dolayısıyla ulusal gelirin de artmasında bulur.

Toplumsal üretim koşullarında, tabii ki zaman belirlemesi esastır. Buğday, hayvan vs. üretmek için toplum ne kadar az zamana ihtiyaç duyarsa, maddi veya zihni olsun başka üretim için o kadar çok zaman kazanır... Zaman ekonomisi, nihayetinde bütün ekonomiler burada sonlanıyorlar... Zaman ekonomisi, ... çalışma zamanını üretimin çeşitli dallarına planlı olarak dağıtmak, toplumsal üretim temelinde ilk ekonomik yasadır. Hatta, daha yüksek derecede bir yasadır” (101).

Bu yasa Kapital C. I’de de şöyle tanımlanır:
Genel olarak, işin verimliliği ne kadar büyük olursa, bir madde üretimi için gerekli çalışma zamanı o kadar kısa, o malda billurlaşmış emek miktarı o kadar az ve değeri de o kadar küçük olur; tersine, işin verimliliği ne kadar azsa, bir malın üretimi için gerekli olan çalışma zamanı o kadar çok, malın değeri o kadar büyük olur. Bu nedenle, bir metanın değeri, o metada maddeleşmiş emek miktarı ile doğru orantılı, verimliliği ile ters orantılı olarak değişir” (102).

Demek oluyor ki işin verimliliğinin ölçülmesinde iki faktör belirleyici oluyor: Belli bir zaman dilimi içinde üretilen meta miktarı ve ikincisi de belli miktarda meta üretimi için gerekli toplumsal çalışma zamanı.
İşin verimliliğinin ölçüsü olan bu iki faktörü etkileyen olgular vardır: işçilerin kalifiye durumu; üretim tecrübesi. Bilimin gelişme derecesi ve teknolojinin kazanımlarının üretimde kullanılıp kullanılmadığı. Üretim araçlarının, bunların arasında da özellikle iş araçlarının kapsamı ve üretimi etkileme derecesi, kitlesel üretimin gelişme derecesi, üretim sürecinde uzmanlaşma, kooperasyon vs. işin örgütlenmesi, üretim sürecinde yönetimin seviyesi ve nihayetinde doğa durumu.

Bütün bu faktörler işin verimliliğinin arttırılmasında veya düşmesinde temel ögeleri oluştururlar.
Bu olguları iki ana başlık altında da toplayabiliriz:
  • Teknolojik ilerleme ile işin verimliliğinin arttırılması ve
  • Değişmeyen teknolojik koşullarda işin verimliliğinin arttırılması.
Birinci durumda aynı kalan ortalama işgücü harcamasıyla, teknolojinin üretimde yoğun kullanılmasından dolayı belli bir zaman diliminde üretilen ürün toplamı artar.
İkinci durumda işgücünün yoğun kullanılmasından dolayı belli bir zaman diliminde üretilen ürün miktarı artar.
İster teknoloji kullanımı bazında olsun, isterse de işgücünün yoğun sömürüsü bazında olsun, her halükarda sonuç aynıdır: işin verimliliği ve dolayısıyla da üretim miktarı artar.

Kapitalizmde işin verimliliğinin artması, kapitalist açısından azami kar, işçi açısından sömürünün ve çalışma yoğunluğunun artması anlamına gelir.
Kapitalist, işçiyi daha fazla sömürmek için olmadık yöntemlere baş vurur; İşletme yönetimini, üretim sürecini, tamamen değiştirebilir; amacına ulaşmak için modern teknoloji kullanır, işçilerin üretime ilgisini sağlamak veya arttırabilmek için yeni yöntemler (örneğin lean production) geliştirir, maddi çıkarı teşvik eder, tutamayacağı sözler verir veya genel ekonomik ve toplumsal duruma göre işçileri yoğun baskı altına alır, işten atarım tehditleri savurur.
Demek oluyor ki:
  • Kapitalizmde işin verimliliğinin arttırılmasında esas amaç azami kardır.
  • Sosyalizmde ise tamamen farklı bir durumla karşı karşıyayız. Lenin, “işin verimliliği, son kertede, yeni toplum düzeninin zaferi için en önemli, en belirleyici olandır” diyor.
Her iki sistemde de işin verimliliği, bağlayıcı önemi haizdir, zaman ekonomisi yasasının ne denli kullanıldığını gösterir. Belirttiğimi gibi, işin verimliliğinde amaç, her iki toplumda tamamen farklıdır: Kapitalizmde amaç, azami kar ve bunun için işçilerin sömürüsünün yoğunlaştırılması söz konusuyken, sosyalizmde işin verimliliğinin arttırılmasında amaç, bütün toplumun refahıdır; bütün toplumun refahı için toplumsal üretimin sürekli arttırılmasıdır; sosyalizmde temel ekonomik yasanın geçerli kılınmasıdır. Bu anlamda sosyalizmde zaman ekonomisinden ne denli yararlanıldığı, sosyalizmde temel ekonomik yasanın nasıl gerçekleştiriliyor olduğuyla ölçülür.
Sovyet deneyi, SB’nde sosyalizmin inşası, bize sosyalizmde işin verimliliğinin nasıl ele alındığını göstermektedir.

Her şeyden önce gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur:
  • Ekim Devrimi, bir küçük burjuvalar ülkesinde gerçekleştirildi.
  • Rusya’da kapitalizm, sosyalizm için maddi temel teşkil edecek derecede gelişmemişti.
  • Üretim modern teknolojiye dayanmıyordu.
  • Halkın genel kültür seviyesi oldukça geriydi.
  • Gelişmiş ülkelerde devrimler gerçekleştirilmediği için, dış dünyanın sosyalizmin inşasına katkısı, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfını dayanışmasıyla sınırlı kaldı.
Kısaca, bu koşullarda olan Rusya’da Ekim Devriminin zaferinin taçlanması anlamına gelen sosyalizmin inşasında Bolşevikler, akıl almaz sorunların üstesinden gelmekle ve aynı zamanda iç düşmanla mücadele etmekle karşı karşıya kaldılar. Örneğin, tek ülkede sosyalizm kurulmaz diyen ve süreç içinde karşı devrimci olan Troçkistlerle mücadelenin yanı sıra, işçi sınıfının devlet yönetmedeki tecrübesizliğinden ve yeterli aydınının ve uzmanının olmamasından dolayı Çarlık döneminden kalma aydınları ve uzmanları maddi teşvikle –yüksek ücretler, lüks evler, başka imtiyazlar vs.- genç Sovyet ülkesinin yönetimine ve ekonomisinin inşasına kazanmaya çalıştılar.
Bu alandaki gelişmenin nasıl olduğunu Stalin şöyle anlatır:

Biliyorsunuz ki, eski dönemden bize tekniği geri bir ülke, yoksul, yıkılmış bir ülke kaldı. Dört yıl süren emperyalist savaşla harabe olmuş, bir üç yıl daha iç savaşla yıkıma uğramış, yarı yarıya okuma yazma bilmeyen halkı ile, aşağı bir teknikle, bir kaç sanayi adacığı ile, en aşağılık bir köylü sömürüsü ummanı içinde boğulmuş bir ülke. İşte geçmişten bize kalan ülke, böyle bir ülkeydi.
Görev, bu ülkeyi karanlık ortaçağ yolundan, modern sanayi ve makineleşmiş tarım yoluna geçirmekti. Gördüğünüz gibi, ciddi ve güç bir iş, sorun, kendini şöyle koyuyordu: Ya bu görevi en kısa zamanda yerine getireceğiz ve ülkemizde sosyalizmi pekiştireceğiz ya da bu görevi yapamayacağız ve o zaman da teknik bakımdan zayıf, kültür bakımından geri olan ülkemiz, bağımsızlığını yitirecek ve emperyalist devletlerin göz koydukları hedef olacak.
Ülkemiz o zaman korkunç bir teknik yoksunluk döneminden geçiyordu. Sanayi için makine bulunamıyordu. Tarım için makine yoktu. Ulaştırma işleri için makine yoktu. Yokluğu halinde bir ülkenin sanayisel yeniden şekillenmesi mümkün olmayan en basit teknik temelden bile yoksunduk. Sadece, böyle bir temelin yaratılabilmesi için bazı ön koşullar vardı. Birinci sınıf bir büyük sanayi kurmak gerekiyordu. Bu büyük sanayiyi, sadece sanayimizi değil, aynı zamanda tarımımızı da, demiryolu ulaşımımızı da teknik bakımdan yeni baştan örgütlemeye elverişli kılacak biçimde yönlendirmek gerekiyordu. Bu nedenle, özveride bulunmamız ve her şeyde çok sıkı bir tutumluluğu gerçekleştirmek gerekiyordu; sanayin kurulması için gerekli fonları biriktirmek üzere, hem yiyecekten, hem okullardan, hem giyecekten tasarruf etmek gerekiyordu. Teknik alandaki eksikliklerimizi aşmak için başka bir yol yoktu. Bunu bize Lenin öğretti ve biz bu alanda Lenin’in izinden yürüdük.
Evet yoldaşlar, ülkemizin sanayileştirilmesi ve kolektifleştirilmesi yolunda güvenli ve karşı durulmaz adımlarla yürüdük. Ve şimdi bu yol, baştan başa yürünmüş sayılabilir...Bu demektir ki, teknik alanındaki eksiklikler dönemini ana hatlarıyla artık aştık.
Ama teknik eksiklikler dönemini aştıktan sonra yeni bir döneme; insan kıtlığı, kadro kıtlığı, tekniğe hükmetmesini, onu ileri götürmesini bilen çalışanlar kıtlığı dönemine girdik... Fabrikalarımız, işletmelerimiz, kolhozlarımız, sovhozlarımız, ulaşım araçlarımız, ordumuz var, bütün bunlar için tekniğimiz var. Ama teknikten sağlanabilecek en yüksek yararı sağlayabilmek için gerekli deneyime sahip insanlarımız eksik. Önceleri şöyle diyorduk: ‘Teknik her şeyi belirler’. Bu slogan bize, teknik eksikliklerimize çare bulmamız ve insanlarımızı birinci sınıf teknikle silahlandırmak için tüm çalışma dallarında çok geniş bir temel yaratmamız bakımında yardımcı oldu. Bu, çok iyi. Ama yeterli olmaktan uzak, çok uzak. Tekniği harekete geçirmek ve ondan tam anlamıyla yararlanmak için tekniğe hükmeden insanlar, bu tekniği özümleyebilecek, onu, teknik sanatı bütün kurallarına göre kullanabilecek kadrolar gerekir. Onun ustası olma yeteneğini kazanmış insanlar olmadıkça, teknik ölü bir şeydir. Teknik, başta, onu eline almış insanlarla birlikte mucizeler yaratabilir ve yaratmalıdır da. Eğer birinci sınıf işletmelerimizde ve fabrikalarımızda, sovhozlarımızda ve kolhozlarımızda, ulaşım işlerimizde, Kızıl Ordumuzda yeterli sayıda bu tekniğe hakim olacak yetenekte kadrolar olsaydı, ülkemiz bugün elde ettiğinden üç-dört kat daha büyük bir sonuç elde ederdi. İşte bu nedenle, en büyük çabamız, tekniğe hükmetmesini bilen insanlara, kadrolara, emekçilere yönelimdir. İşte bu yüzden, ülkemizde teknik eksikliğin ortalığı kasıp kavurduğu artık günü geçmiş dönemi yansıtan, eski, ‘teknik her şeyi belirler’ sloganının yerini, şimdi yeni bir sloganın alması gerekir. Bugün için esas olan budur” (103).
4 Mayıs 1935’te Stalin böylesi tespitler yapıyordu.

Geri kalmış bir ülkede bu yol izlenmiştir: Önce koşulların tespiti, envanterin çıkartılması ve bu verilerin analizine göre yol alınması.
İşin üretkenliğinin arttırılması, öncelikle büyük sanayinin maddi temellerinin garantilenmesini; yakıt ve demir üretiminin, makineciliğin, kimya sanayinin gelişmesini gerektirir...
İşin verimliliğini arttırmak için başka bir koşul, ilk olarak halk kitlesinin eğitim ve kültür düzeyinin yükseltilmesidir... Ekonomik kalkınmanın ikinci koşulu, emekçilerin çalışma gücünün, becerisinin, çalışma yoğunluğunun arttırılması ve çalışmanın daha iyi örgütlenmesidir...
Rus proletaryasının en sınıf bilinçli öncüsü, çalışma disiplininin arttırılması görevini önüne koymuş bulunuyor. Örneğin metal işçileri birliği yönetim kurulunda ve sendikalar merkez konseyinde, kararnameler için uygun önlem ve tasarılar hazırlanmaya başlandı. Bu çalışma desteklenmeli ve var gücümüzle ilerletmeliyiz. Akort ücretini, Taylor sisteminde mevcut olan birçok bilimsel ve ileri yanın uygulanmasını, kazancı üretim randımanının genel sonuçlarına ya da demiryollarından, deniz taşımacılığından yararlanmanın sonuçlarına göre uyarlamayı vs. gündeme sokmak, fiilen uygulamak ve sınamak gerekir” (104).

Demek ki sorun, yeni insan sorunu, bilinçli hareket eden insan sorunu. Mevcut olanakları değerlendirme, deneylerden yararlanma sorunu.

Bolşevik partinin arayışı yanıtsız kalmaz. “Komünist Cumartesiler” doğar. Demiryolu işçilerinin aldığı karar şöyledir:
Zor iç ve dış durumdan dolayı komünistler ve onlara sempati duyanlar, sınıf düşmanı üzerinde üstünlük kazanmak için, yeniden toparlanmak ve dinlenme zamanlarından bir çalışma saati daha almalılar, yani işgünlerini bir saat uzatmalılar ve bu saatlerin hepsini birleştirmeliler ve Cumartesi günü hemen gerçek değer üretmek amacıyla 6 saat fiziki olarak çalışmalılar. Devrimin kazanımları söz konusu olduğunda komünistlerin sağlık ve yaşamlarını esirgemeyeceklerinden hareketle, bu iş, ücretsizdir.
Komünist Cumartesi, bütün bölgede Kolçak üzerine tam zafer sağlanana kadar uygulanacak” (105).

Bu coşkulu çalışma sonucunda işin verimliliği 2-3 misli artmış ve büyük bir komünist Cumartesi inisiyatifi gelişmiştir. Lenin’in deyimiyle, “işçilerin kendi inisiyatifleriyle başlattıkları ‘Komünist Cumartesi’, açık ki bir başlangıçtı” (106). Ama bu başlangıcın görülmemiş büyük bir ufku vardı. Çünkü “Komünist Cumartesileri, ... iş verimliliğinin geliştirilmesinde, yeni bir çalışma disiplinine geçişte, sosyalist ekonomi ve yaşam koşullarının oluşturulmasında işçilerin bilinçli ve gönüllü inisiyatifini bize gösterdikleri için devasa tarihsel anlama sahipler” (107).
Sosyalist bilinçlenme, sosyalizmin inşasının yaşanır olması, Sovyet ülkesinde yeni inisiyatiflerin doğmasına da yol açmıştır. Bunlardan birisi de “Stahanov Hareketi”dir. Bu konuda Stalin:

Burada,… Stahanov Hareketinin, yeni ve daha yüksek teknik normların ifadesi olarak, sadece sosyalizmin verebileceği, kapitalizmin veremeyeceği işin yüksek verimliliğinin bir örneği olduğu söylendi. Bu, tamamıyla doğrudur. Kapitalizm, feodalizmi neden yerle bir etti ve yendi? Çünkü daha yüksek iş verimliliği normları yarattı. Çünkü topluma, feodal düzende elde edemediği, son derece daha çok ürün alma olanağını verdi. Çünkü toplumu daha zengin etti. Sosyalizm, kapitalist ekonomi sistemini neden alt edebilir ve etmelidir ve zorunlu olarak alt edecektir? Çünkü sosyalist sistem, kapitalist ekonomi sisteminden daha üstün çalışma örnekleri, daha yüksek bir verim sağlayabilir. Çünkü sosyalist sistem, topluma daha çok ürün verebilir ve toplumu daha zengin kılacaktır.
Sosyalizm, ancak, yüksek bir iş verimliliği, kapitalizmdekinden daha yüksek bir iş verimliliği temeli üzerinde, bir ürün ve her çeşit tüketim nesneleri bolluğu temeli üzerinde, toplumun üyeleri için rahat ve kültürlü bir yaşam temeli üzerinde üstün gelebilir...(108).

Komünist Cumartesiler”, “Stahanov Hareketi”, kendiliğinden başlıyor; sosyalizme, geleceğe bilinçli inanan işçiler, özlemini duydukları sistemi kurmak için kolları sıvıyorlar, işin verimliliğini yükseltiyorlar ve böylece sosyalizmin inşasıyla işin verimliliği ve üretimin arttırılması arasındaki diyalektik bağı kuruyorlar.

Şüphesiz, Ekim Devriminden sonraki ilk yıllarda, belirttiğimiz nedenlerden dolayı, ekonomiyi harekete geçirebilmek için maddi teşvik, işin verimliliğini yükseltmek için bir yöntem olarak kullanılmıştır. Ama, sosyalist inşanın derinleşmesi, kapsamlaşması, toplumun giderek yeni insanlardan –sosyalist, komünist bilinçli- oluşmaya başlaması, maddi teşvik sisteminin kaldırılması anlamına gelir. Hele hele komünizme geçişten, 20 sene içinde komünist aşamaya ulaşılacağından bahsedildiği bir dönemde maddi teşvik, işin verimliliğini yükseltmek için kullanılmaması gereken bir yöntem olmalıydı. Bu yöntem tarihin çöplüğüne atılmış olmalıydı. Ama XX. Parti Kongresinden sonraki SB’nde bunun tam tersini görüyoruz.
  • Revizyonist rejim, sosyalist paylaşım ilkesini kaldırdı ve üretimi arttırmak için maddi teşviki, kar amaçlı üretimi esas aldı. Ama buna rağmen, 1913’ten 1956’ya sanayide 9 misli artan işin verimliliğinin artış hızına yaklaşılmadı bile.
Sovyet revizyonistleri, sanki sosyalizmi yeni inşa ediyorlarmış gibi, aynen Ekim Devrimi sonrası yıllardaki bir ülkede sosyalizmi inşa ediyorlarmış gibi hareket ettiler.

Kar amaçlı üretimi ve maddi teşviki, sosyalist bilinci köreltmek, rekabeti, bencilliği toplumda yaygınlaştırmak için de kullandılar.
Öyle ki işin verimliliğine etkide bulunan sosyalist ilişkileri ifade eden toplumsal faktör olarak üç temel faktör ileri sürdüler;
  • işin maddi teşviki,
  • çalışma üzerine ahlaki teşvik ve
  • sosyalist yarış (109).
Sanayide ücret yeniden düzenlenirken progresif-parça başı ücret, işin verimliliğinin artışını ve nitel göstergelerin daha da iyileştirilmesini engelliyor diye tasfiye edilir. Sektörlerin çoğunluğunda temel sanayi işçileri için, görevlerin ve planların yerine getirilmesi ve hedefin açılması durumunda prim ödenmesi uygulamaya konur.
Primde yeniden düzenleme, prim alan işçilerin sayısını da arttırır. Prim alan işçilerin sayısı 1962’de yüzde 70’e çıkar.
İşçilerin mükafatlandırıldığı göstergelerin genişletilmesinin ve plan görevlerinin yerine getirilmesi ve hedefin aşılması durumunda işçi kolektifinin de mükafatlandırılmasına geçişin yanı sıra, parça başı ücretten zamana göre ücrete geçiş, prim sistemlerinin kullanım alanının genişlemesi üzerinde önemli etkide bulunur.
Sade (düz) zamana göre ücret, işçilerin işlerine ilgi duymalarını sağlamadığı için, bu ücrete genel olarak prim eklenir. Bu nedenle parça başı ücretin kullanım alanının sınırlandırılmasıyla prim sistemlerinin kullanım alanının genişletilmesi tesadüfi değildir.
Prim için yeni kaynakların yaratılması, işletme kolektifinin işinin toplam ekonomik sonuçlarına (yani üretime) ilgi duymasının güçlendirilmesi ve maddi teşvikin şekillendirilmesinde işletme haklarının genişletilmesi, prim alan çalışanların sayısının artmasında ek faktörlerdir. 1972’de prim alan işçilerin payı yüzde 84,6’ya çıkar. Bu işçilerin neredeyse tamamı (yüzde 96’sı) prim sistemine bağlanmış zamana göre ücretle çalışıyordu. Mühendislik-teknik alanında çalışanların hepsi ve ücretli memurlar, mükafatlandırma (prim) sistemine dahil edildiler” (110).

Biraz serbest çevrilen yukarıdaki anlayışlar, herhangi bir ekonomistin görüşleri değildir. Bunlar, “SSCB Bakanlık Konseyi İş ve Ücret İçin Devlet Komitesi”nin görüşleridir. Yani resmi görüştür.
Buradaki anlayışla sosyalizmi inşa eden SSCB’nde geçerli olan ücret politikasını karşılaştırmak, her iki dönem arasındaki farkı görmek için yeterlidir.

Bu anlayışlarıyla Sovyet revizyonistleri, emeğe göre ücret ilkesini; sosyalizmin bu temel dağıtım ilkesini tasfiye ettiklerini ve onun yerine prim sistemiyle desteklenen zamana göre ücreti uyguladıklarını gösteriyorlar.
İşçilerin yüzde 84,6’sının prim sistemine dahil edilmesi, revizynizmin, işin verimliliğinin arttırılmasında maddi teşviki ne denli önemsediğini, esas aldığını, en ön planda tuttuğunu göstermeye yeter. İlerlemiş sosyalizmden bahseden, evet 20 yılda komünizme geçileceğini açıklayan Sovyet revizyonistlerinin, prim sistemini tedricen kaldırmaları gerekirdi. Ama onlar, tam tersini yaptılar.

İşin verimliliğinin arttırılmasında maddi teşvikin ne denli önemli olduğunu şu ifadelerden de anlıyoruz:
1971-1975 yıllarında işin ücretlendirilmesi, o zamana kadar olduğu gibi, işletmede çalışan her bir (çalışanın) işinin verimliliğinin arttırılması için temel maddi teşviktir. İşin ücretlendirilmesinin yüksekliği, harcanan işin kalitesine ve miktarına bağlıdır… Akort ve mükafatlandırma sistemi çok yaygındır. Buna karşın saat başına ücretlendirme oldukça nadirdir…İşin verimliliğinin yükseltilmesine kişisel maddi ilgi, çeşitli mükafatlandırmalarla teşvik edilir; bunlar ücretin yanı sıra işletmenin karından ödenir” (111).

Bu konuda Kosigin tam bir tekel yöneticisi gibi düşünüyor:
1976’dan 1980’e SSCB Ekonomisinin Gelişmesinin Temel Yönleri”ne göre;
İktisadi faaliyetin efektifliğinin arttırılmasında ücret ve mükafat (prim) sisteminin rolü güçlendirilmelidir. Maddi teşvikin ileri biçimleri daha yaygın olarak kullanılmalıdır… Mükafatlandırmalar, şimdiye kadar olduğundan daha da güçlü ölçüde işin verimliliğinin arttırılmasına… katkıda bulunmalıdır” (112).

Kosigin’in verilerine göre 1971’den 1975’e ortalama gelir yüzde 20 oranında artar. Bu artışın dörtte üçünü mükafatlandırma –prim- ödemeleri oluşturur.
Revizyonistlerin, propaganda materyallerinde bu denli açık verecek kadar aptal olduklarını her halde kimse düşünmez. Çünkü buradaki sorun, ideolojik bir sorundur ve revizyonistler, artık bazı gerçekleri gizleme gereği duymuyorlardı.

Revizyonist rejim, üretimi, kar amaçlı yaptığı, maddi teşviki esas aldığı için, basına ve parti kongrelerine yansıyan, işletmelerin, kolhozların, sovhozların çöktüğü anlatımlarından, yeraltı fabrikaları, hortumculuk haberlerinden kurtulamamıştır.
Revizyonist rejim, işin verimliliğinin sosyalist ilkesini, uygulamaya koyduğu “reform”larıyla yıkmış ve yerine işin verimliliğinin kapitalist ilkesini getirmiştir. Bu da maddi teşvikin ve kar amaçlı üretimin esas alınmasıdır.

Kar amaçlı üretim, aynen klasik kapitalizmde olduğu gibi, ancak maddi teşvikle arttırılabilir. SB’nde olan da buydu ve bu gelişme kendini, ekonominin, her alanda dökülmesinde ve toplumun antogonist çelişkili sınıflara ayrılmışlığında göstermiştir.
Kar ve verimliliğe daha ziyade önem vermeliyiz” dersen (Kruşçev), bunun sonunda sosyalist inşayı değil, kapitalizmin inşasını görürsün!
Karşılaştırma:
Kapitalizmde emeğin verimliliği:
  • Azami karın elde edilmesi için emeğin verimliliğinin artırılması gerekir. Bunun için kapitalistler, bir taraftan gelişen tekniği üretim sürecine sokarlarken, diğer taraftan da işgücünün yoğun sömürüsünü sağlamaya çalışırlar. Kapitalizmde emeğin verimliliğinin arttırılması, en çok kar, son kertede işçinin daha fazla sömürülmesi, daha çok baskı altına alınması ile sağlanır.
Revizyonizmde emeğin verimliliği:
  • Sovyet revizyonistleri, sosyalizmde emeğin verimliliğini artıran olguları/koşulları kaldırmışlar, yerine kapitalizmde emeğin verimliliğini artıran koşulları getirmişlerdir. Bu nedenle de revizyonistlerin "sosyalizmi", sosyalizmin bir karikatürü olmaktan başka bir anlam taşımıyordu. Çünkü bu “sosyalizm”, kitlelerin yoksulluğu, baskı altına alınmaları ve bir avuç bürokratın yaşam şartlarının yüksek olması üzerine kurulmuştu. 1934'te Stalin; bu karikatür üzerine şöyle diyordu;
  • "Sosyalizmin, yoksulluk ve mahrumiyetler temelinde şahsi ihtiyaçların kısıtlanması temelinde ve insanların yaşam şartlarının fakirlerin (ki bunlar da fakir kalmak istemiyorlar ve refah içinde yaşamayı amaçlıyorlar) yaşam şartlarına indirgenmesi (temelinde) inşa edilebileceğine inanmak aptallıktır. Sözüm yabana böyle bir sosyalizme kim ihtiyaç duyuyor? Bu, sosyalizm olamaz, bilakis sosyalizm üzerine bir karikatürdür" (113).
Böyle bir "sosyalizm"e revizyonistler ihtiyaç duymuşlardı. Bu karikatür, gerçekte, bürokratik kapitalizmden başka bir şey değildi.
Sosyalizmde emeğin verimliliği:
  • Sosyalizmde emeğin verimliliğinin artırılmasında çıkış noktasını kar değil, bütün toplumun çıkarları oluşturur. Yani bütün toplumun maddi ve kültürel ihtiyaçlarının giderilmesi ve yükseltilmesi esastır. Teknik gelişme üretime bu amaçla sokulur ve işçinin daha verimli çalışmasında sosyalist bilinç itici güç olur.
4-Meta-Para İlişkileri Ve Komünist Aşamaya Geçiş Bağlamında
   Sosyalizmde ve Kapitalizmde Temel Ekonomik Yasa Sorunu
Sovyetler Birliği’nde ekonomik yapının karakteri konusunda fikir verici en önemli göstergelerden birisi de üretim biçiminin temel yasasıdır. Buna açıklık getirmek için, kapitalizmde ve sosyalizmde temel ekonomik yasaları tanımlayalım.

Kapitalizmde temel ekonomik yasa:
Modern kapitalizmin ekonomik temel yasasının en önemli özellikleri ve gerekçeleri şöyle formüle edilebilir. Verili ülke nüfusu çoğunluğunun sömürüsü, yıkımı ve yoksullaştırılmasıyla, başka ülke halklarının, özellikle de geri ülkelerin köleleştirilmesi ve sistematik talanıyla ve nihayetinde en yüksek karı elde etmeye hizmet eden savaşlarla ve ekonominin askerileştirilmesiyle kapitalist azami karın teminat altına alınmasıdır” (114).

Sosyalizmin temel ekonomik yasa:
Sosyalizmin ekonomik temel yasasının önemli özellikleri ve gereksinimleri aşağı-yukarı şöyle formüle edilebilir: en gelişmiş teknik temelinde sosyalist üretimin kesintisiz büyümesi ve devamlı mükemmelleştirilmesi sayesinde bütün toplumun devamlı artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarını azami tatmininin teminat altına alınmasıdır” (115).
Bütün toplumun devamlı artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatmin edilmesinin teminat altına alınması –bu, sosyalist üretimin amacıdır; en gelişmiş teknik temelinde sosyalist üretimin kesintisiz büyümesi ve devamlı mükemmelleştirilmesi- bu, amaca ulaşmak için araçtır.
Bu sosyalizmin ekonomik temel yasasıdır” (116).

Kapitalizmle karşılaştırıldığında sosyalizmde temel ekonomik yasa:
Azami karın teminat altına alınması yerine, toplumun maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatmininin teminat altına alınması; yükselişten krize ve krizden yükselişe (gibi) kesintisiyle üretimin gelişmesi yerine, üretimin kesintisiz büyümesi; periyodik, toplumun üretici güçlerinin tahribatının refakat ettiği tekniğin gelişmesindeki kesintilerin yerine, en çok gelişmiş teknik bazında üretimin devamlı mükemmelleştirilmesi”dir (117).
Bu yasa, toplumsal mülkiyetin gerçekleştirilmesiyle; sosyalist üretim ilişkilerinin geçerli kılınmasıyla, yani kapitalist üretim/mülkiyet ilişkilerinin yıkılması ve yeni (sosyalist) ekonomik koşulların hakim olmasıyla başlar. Böylelikle, kapitalizmde amaç olan azami kar için üretimin yerini, sosyalizmde amaç olan ihtiyaçların azami tatmini için üretim alır.

Sosyalist üretimin amacı, ihtiyaçlarıyla insandır. Yani onun maddi ve kültürel ihtiyaçlarının tatminidir... Sosyalist üretimin amacı... bütün toplumun sürekli artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatminidir” (118).
Bütün eksikliklerine rağmen böyle bir düzen SB’nde kurulmuştu.

H. Johnson, 1939’da yayımladığı “Dünyanın Altıda Biri” kitabında bu olgu şöyle anlatılır:
Dünyanın altıda biri deneme aşamasını aştı. Her geçen yıl, bunu daha iyi görüyoruz. Sosyalist toplum düzeni henüz mükemmel değil. SB’nde bir çok alanda büyük iyileştirmeler yapılmalıdır...
SB’nde bütün fabrikalar, maden ocakları, demiryolları, deniz, tarım ve ticaret işletmeciliği bütün halkın mülkiyetinde, ülkenin iktisadi ve toplumsal yaşamı, kamu refahı için örgütlenmiştir. Tam eşitlik, ırkına, etniğine bakmaksızın devletin yönetimine yeteneklerine uygun olarak katılmalarını vatandaşlara olanaklı kılıyor. Cinsiyetlerin tam eşitliği –aynı işe aynı ücret- asla geri alınamaz ilke. Eğitim için herkes eşit hakka sahip... Yüksek okula gidenler, burs alıyorlar. Herkes için iş var; işsizlik bilinmiyor. Ekonomik krizler yok. Fiyatlar sürekli düşüyor, ücretler sürekli artıyor. Günlük en yüksek çalışma süresi 8 saat, ama ortalama olarak 7 saatten az. Her işçi yılda en azından 2 hafta ödenmiş izin alır. Sağlık işleri ücretsiz. Hastalık durumunda işçiler, ücretlerini sanki çalışıyorlarmış gibi alırlar” (119).
Burada, SB’nde, sosyalizmin ekonomik temel yasasının uygulanışı anlatılmaktadır.

Sosyalist inşanın giderek kapsamlaşması, derinleşmesi; mükemmelleşmesi, bu ekonomik temel yasanın geçerlilik boyutlarını gösterir. Bu yasanın ne denli geçerli olduğu, bilimsel tartışmaların ötesinde çoğumuzun okuduğu romanlara, şiirlere bile yansımıştır.

XX. Parti Kongresinden sonra durum değişmeye başlıyor. Bu parti kongresinde siyasi iktidarı gasp eden modern revizyonistler, reformlar adı altında attıkları adımlarla kapitalizmin yeniden inşasının yolunu açtılar. Şeklen değişen fazla bir şey olmadı. Ama önde gelen revizyonist ideologlardan, ekonomistlerden aktardığımız anlayışların, partinin aldığı kararların gösterdiği gibi, SB’nde artık belirleyici olan, “en gelişmiş teknik temelinde sosyalist üretimin kesintisiz büyümesi ve devamlı mükemmelleştirilmesi sayesinde bütün toplumun artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatminin teminat altına alınması” (Stalin) değildi. Artık esas olan, belli bir kesimin; yeni sınıfın; partide, sendikalarda, işletmelerde, kolhozlarda, orduda vs. çöreklenmiş bürokrat burjuvazinin çıkarlarının teminat altına alınmasıydı. Bu kesimin devamlı artan maddi ihtiyaçlarının giderilmesi, üretimin amacı olmuştu. Azami kar, üretimin itici gücü olmuştu. Kişisel çıkar, kişisel zenginleşme, devletin olanaklarını çalma almış yürümüştü. Reform adında bazı merkezi yapıların dağıtılması, bir çok sorumluluğun bölgelere, işletmelere verilmesi, yönetici konumunda olanların kendi çıkarlarına göre üretimi yönlendirmeleri saklanamaz hale gelmişti.
İşletmeler açısından plan hedefine ulaşmak, aşmak ve buna tekabül eden parayı almak esastı. Üretilen malların miktarı ton ile ölçüldüğünden işletme yöneticileri için esas olan, kaç tonluk meta üretildiğiydi. Kalitenin hiç bir önemi kalmamıştı. İşletme yöneticileri, işletmenin payını, dolayısıyla kendilerine düşecek mükafat payını da arttırmak için bolca kalitesiz malların üretilmesinden hiç rahatsız olmamışlardı.

Kötü kalite, üretim araçları üretiminden tüketim araçları üretimine kadar her alanda görülmekteydi. Öyle ki bu, gazetelere yansıyacak, parti konferanslarında ele alınacak derecede önemli bir sorun olmuştu. Mutlaka bir örnek vermek gerekirse:
Kötü kaliteli malların üretimi, gerçekten, oldukça önemli ekonomik zararlara neden olmaktaydı. Örneğin 1965’te, kağıt ve karton gibi hammaddelerin az olduğu bir dönemde 465 000 tonluk zarar –70 milyon rublelik bir değer- ortaya çıkmıştı...
Ama tecrübe öğretmektedir ki, bazı durumlarda eskimiş ve düşük değerli ürünler üreten işletmeler, iktisadi olarak, sürekli yeni ürünler üreten ve programına alan işletmelerden daha iyi durumdaydılar. Çeşitli işletmelerde sürdürülen rast gele kontroller, toplam ürüne oranla yeni ürünlerin payının artmasının, işletmenin verimliliğini düşürdüğünü gösteriyorlar” (120).

SB’nin Devlet Planlama Komisyonu Ekonomik Araştırma Enstitüsü direktörü böyle yazıyorsa, açık ki bir sorun var.
Otuzlarda kurulan, teknik olarak oldukça ileri, modern olan, kapitalist dünya ve özellikle de Amerikan üretimiyle boy ölçüşen, onu bazı alanlarda geçen, dünyada ikinci, Avrupa’da birinci sıraya yükselen Sovyet ekonomisinde ve sanayinde geriye çöküntü ve eskimiş materyal yığını kalmıştı. Verimlilik düşmüş, çalışanların üretime ilgisi kalmamıştı. Revizyonistler bu durumu değiştirmek için maddi teşviki, kar payının arttırılmasını gündeme getirdiler.

29 Eylül 1965’te karar altına alınan “Ekonominin Yönetimi için Yeni Yöntemler” çareyi, “işletme çalışanlarının, diğer şeylerin yanı sıra, üretimin verimliliğinin arttırılmasına ilgi duymalarını” sağlamakta bulmuştu (121).
Bu amaca ulaşmak için de, esas olan, “kar, fiyat, mükafatlandırma, kredi gibi oldukça önemli iktisadi kaldıraçlara daha iyi baş vurmaktı”. Evet alınan karar buydu.

Bunun ötesinde başka bir kapitalist mantığa işlerlik kazandırılmıştı. Ortada ortak dava, inanç, sosyalist inşa kalmadığı ve salt kişisel, grupsal çıkarlar söz konusu olduğu için merkezi bürokrasi, ölçü kıstası olarak, brüt üretim yerine, satılmış brüt üretimi esas almıştır. Bu durumda işletmelerin salt üretimiyle plan hedefine varmaları ve aşmaları yetmiyordu. Artık kıstas, satılan brüt üretimdi. İşletmenin kar payı, satılmış brüt üretime göre ölçülüyordu.
Aslında bu durum, SB’nde üretimin yığınların sürekli artan gereksinimlerini karşılamaya yönelik olmadığını, ürünlerin satılmadığını; alıcı bulmadığını gösterir. Bu durumda, ‘ancak, kar sağlayan işletmeler, bu kardaki payını arttırabilirler’ ilkesi uygulanıyor. Kar konusunda ise revizyonistler oldukça açık konuşuyorlardı.

Söz konusu bu temel yasa üzerine biraz gidelim:
Stalin’in “SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” yapıtında ele aldığı en önemli sorunlardan birisi de kapitalizmde ve sosyalizmde ekonomik temel yasadır. Bu yasanın keşfedilmesi ve etkisinin açıklanması Stalin’in Marksist teoriye bir katkısıdır.

Bütün toplumun sürekli artan maddi ve kültürel gereksinimlerinin giderilmesi, sosyalist üretimin amacıdır. En gelişmiş teknik temelinde sosyalist üretimin kesintisiz artması ve devamlı mükemmelleştirilmesi, bu, bu amaca ulaşmak için araçtır. Bu, sosyalizmin ekonomik temel yasasıdır.
Adı geçen eserinde Stalin; L. D. Yaroşenko’nun üretim-tüketim bağlamında antimarksist görüşlerini teşhir etmiş ve sosyalizmin ekonomik temel yasasından amaç olarak üretimin dışlanmasının kaçınılmaz olarak burjuva ideolojisinin saflarına götüreceğini, böylece üretimin artışının kendine yeten amaç olarak görüleceğini ve ihtiyaçlarıyla insanın sahneden silineceğini göstermiştir.

Üretim amacı, üretimin özünün ortaya çıkartılmasında oldukça önemli teorik bir sorundur. “Kapitalist veya sosyalist üretimin amacından, kapitalist veya sosyalist üretimin tabi olduğu görevlerden bahsedilebilir mi?... Bahsedilebileceğini ve bahsedilmesi gerektiğini düşünüyorum” (Stalin).
Kapitalizmde ve sosyalizmde üretimin amacı bilindiğine göre revizyonizmde üretimin amacı nedir? Açık ki lafta sosyalist, özde kapitalist. Sovyet modern revizyonistleri, sosyalizmde ekonomik temel yasayı, kapitalizmde ekonomik temel yasaya dönüştürmüşlerdir. Bunu kanıtlamak o kadar zor bir iş değil. Öyle zor olmadığını da revizyonist teorisyenlerin anlayışlarını yorumlu-yorumsuz buraya aktararak gösterdik. Bu baylar için sorun, nasıl olur da sosyalizmden bahsederek kapitalizmi yeniden inşa ederiz sorunuydu.

Marksist-leninist politik ekonomi, kapitalist ve sosyalist üretimin birbirine tamamen zıt amacını eksiksiz açıklığa kavuşturmuştur. Aynı şekilde bizlere düşen görev de, revizyonizmin kapitalizm olduğunu, teorik olarak temellendirmek ve eksiksiz açıklamaktır.
Kapitalist ve revizyonist üretimin dolaysız amacı, sosyalist üretimin aksine, metaların üretimi değildir, bilakis artı değer ve kardır. “Artı değer üretimi,... kapitalist üretimin dolaysız amacı ve belirleyici motifidir” (K. Marks, Kapital, C. III).

Kar oranı, kapitalist üretimi harekete geçiren güçtür. Bu nedenle kapitalizmde üretimin genişlemesi veya daralması, üretim-toplumsal gereksinimler bağlamında ele alınmaz, tersine burada, üretimin genişleme ve daralma seyrinde belirleyici olan, kardır, kar oranıdır.
Sosyalist üretimin amacı, kar değildir, bilakis ihtiyaçlarıyla insandır, yani onun maddi ve kültürel gereksinimlerinin giderilmesidir” (Stalin; SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları).

Sovyet modern revizyonistlerinin böyle bir sorunu yoktu. Onlar, uygulamaya koydukları ekonomik reformlarıyla karı, artı değeri, üretimin esas amacı yaptılar.
Daha 1907’de “Anarşizm veya Sosyalizm?” yapıtında Stalin; sosyalist topluma ilişkin şunları söylüyordu:
Geleceğin üretiminin temel amacı, kapitalistlerin karının yükseltilmesi yararına satış için meta üretmek değil, doğrudan doğruya toplumun gereksinimlerini karşılamaktır. Meta üretiminin, kar için yarışmanın vb. burada yeri olmayacaktır” (122).

Ama modern revizyonistler hiç de böyle düşünmüyorlardı. Karı, amaç ve meta üretimini, pazar için üretimi, ekonominin belirleyici özelliği yapıyorlardı.

İnsanlık tarihinde ilk defa sosyalizmde, kişisel ve toplumsal çıkarların doğru ilişkilenişi için önkoşullar oluşturulmuştu. SB’nde sosyalizmin inşası, kişisel ve toplumsal çıkarları antagonist çıkarlar olmaktan çıkarmıştı. Ama Sovyet modern revizyonistleri, reformlarıyla bu çıkar ahengini, bu doğru ilişkilenişi tersine çevirdiler. Maddi teşvik, pazar için üretim, kar için üretim, toplumsal çıkarlar ile kişisel çıkarları antagonist ilişkilendiren faktörler olmuşlardı.
Her amaca, kendine tekabül eden araçla ulaşılır. Kapitalizm (emperyalizm) koşullarında üretimin amacı, azami kardır. Bu amaca ulaşmak için araç, işçi sınıfının ve emekçi yığınların sömürülmesidir. Kapitalizmin temel ekonomik yasası, kapitalist üretimin amacı ile ona ulaşmak için kullanılan araçlar arasında diyalektik bir bütünselliği, birliği içerir veya ifade eder: Azami kar (amaç), sömürü, talan (araç).

Revizyonistlerin iktidarı gasp etmesinden sonra SB’nde sosyalist üretimin amacı, kendine tekabül eden araçları belirleyemez olmuştu; bu amaç; belirleyebilme olgusu, tarihe karışmıştı: Sosyalist üretimin amacı, “ihtiyaçlarıyla insandır, yani onun maddi ve kültürel gereksinimlerinin giderilmesidir” ve bu amaca ulaşmak için araç da, en modern teknik temelinde üretimin kesintisiz büyümesidir ve sürekli mükemmelleştirilmesidir. Revizyonist SB’nde üretimin amacı ile araçları kapitalistleştirilmişti. Modern revizyonistler de, belli bir üretimde amaca ulaşmak için gerekli araçların keyfi bir seçimin sonucu olamayacağını çok iyi biliyorlardı. Onlar da biliyorlardı ki, bu araçlar, ekonomik gelişmenin belli nesnel koşulları tarafından belirlenirler. Bu nedenle, verili üretimin nesnel yasaları, adı ne konursa konsun, isterse de istenmese de geçerlilik kazanacaktır. Bu anlamda sosyalizmde meta üretimini genelleştirmenin, üretim araçlarını metalaştırmanın, maddi teşvikle üretimi arttırmaya çalışmanın, meta-para ilişkilerini genelleştirmenin, karın (adı “sosyalist kar” da olsa) sosyalizmle hiç bir ilişkisi olamazdı.
Sosyalist üretimin amacına ulaşması için araçlar, bizzat bu üretimin özü-kendisi tarafından belirlenir. Bunun olabilmesi için sosyalist üretim ilişkilerinin hakim olması gerekir; bu ilişkilerin üretici güçlerin karakterine tamamen uyumluluk içinde olması ve üretici güçlerin kesintisiz gelişmesinin sağlanması gerekir. Ancak bunlar sağlandığında sosyalist üretim, en modern teknoloji temelinde kesintisiz artar ve mükemmelleşir.

Modern revizyonistlerin siyasi iktidarı gasp etmelerinden sonra SB’nde meta üretiminin genelleştirilmesi, esas amaç olarak görülmesi, üretim araçlarının metalaştırılması, pazar için üretim, sonuç itibariyle üretim ilişkileriyle üretici güçlerin karakteri arasında çelişkinin doğmasına neden olmuştur. Kapitalist ilişkilerin esas alındığı ekonomide (üretimde) bunun böyle olması kaçınılmazdır.
Üretim araçlarının sosyalist mülkiyeti, üreticileri birleştirir, ekonomik gelişme için yeni motivasyon kaynağı ve itici güç olur. Sosyalist üretimin amacına ulaşması için sosyalist toplum, üretimi sürekli geliştirmek ve en modern teknoloji temelinde mükemmelleştirmek göreviyle karşı karşıyadır. Bu, sosyalist üretimin amacının ve ona ulaşmak için araçların diyalektik birliğidir; karşılıklı bağımlılığıdır; ancak bu birlik sağlandığında sosyalist inşanın derinleşmesinin komünizme doğru gelişmesinin kaynağı olur.

Üretim araçlarının toplumsal/sosyalist mülkiyeti, üretimin arttırılması için sınırsız olanaklar sunar:
Modern üretici güçlerin gelişmesi, mevcut kapitalist mülkiyet tarafından engellenmektedir. Ancak, geleceğin toplumunda bu mülkiyetin olmayacağı düşünülürse, üretici güçlerin kat kat artacağı kendiliğinden ortaya çıkar” (123).

Bunun böyle olduğunu SB’nde sosyalizmin inşası kanıtlamıştır. Aynı zamanda, modern revizyonistlerin iktidara gelmesiyle uygulamaya konan reformlar da bunun böyle olduğunu ters yönden kanıtlamıştır. SB’nde üretim araçları metalaştırılmıştır, üretimin artışı yavaşlamıştır, üretim araçlarının metalaştırılması, üretici güçlerin gelişmesi önünde engel olmuştur.
Sovyet tecrübesi, sosyalist toplumda üretim araçlarının metalaşmayacağını (kapitalist mülkiyette olmayacağını) gösterdi, modern revizyonistler ise üretim araçlarını metalaştırdı.

Marksist-leninist politik ekonomiyi çarpıtmak, bu alanda Stalin’in katkılarını, “yanlış tezler”, “tamamen yanlış tezler” olarak göstermek için modern revizyonist ekonomistler ve teorisyenler, hiç de küçümsenmeyecek çaba harcamışlardır. Bu türden kalemşorlardan oluşan bir grup (M. Atlas, L. Kadişev, M. Makarova, G. Sorakin, ve P. Figurnov) ortaklaşa yazdıkları bir makalede (“Ekonomik Temel Yasa Üzerine”) şöyle diyor:
Daha bütün birlik müzakeresinde,... ekonomik teori alanında Stalin tarafından ciddi hataların yapıldığına işaret edilmişti. Onun, kolektif iktisadi (kolhoz, çn) mülkiyetin genel halk mülkiyeti seviyesine çıkartılması yolları, meta üretiminin sınırlandırılması ve yerine ürün mübadelesinin getirilmesi üzerine düşüncesi yanlıştı... Stalin tarafından yapılan, sosyalizmde meta üretiminin nedenleri, üretim araçlarının meta üretimi safhasından dışlanması üzerine açıklaması doğru değildi....
... SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları’nda Stalin; kolektif iktisadi mülkiyetin genel halk mülkiyeti seviyesine çıkartılması için kolektif iktisadi üretimin artı ürünlerinin meta dolaşımı sisteminden çıkartılması ve devlet sanayi ve kolektif ekonomiler arasındaki ürün mübadelesi sistemine dahil edilmesi gerektiği tezini savundu...
Stalin, sosyalist üretim ilişkilerinin komünist şekillenmesini toplumsal üretimin gelişmesine değil, aksine mübadelenin gelişmesine, şehir ile kır arasındaki meta dolaşımının muhafazasına veya yok edilmesine bağımlı kıldı...
Stalin’in, komünist inşa koşullarında meta-para ilişkilerinin ömrünü doldurmuş olacağı, komünizme doğru gelişmeyi köstekleyeceği ve bu nedenle meta dolaşımının etki alanının sınırlandırılması ve ürün mübadelesi alanının genişletilmesi gerektiği tezi oldukça yanlıştı ve pratikte zararlıydı. Komünizme geçiş döneminde toplumsal gelişmenin yasallıklarının bilimsel kavranışına dayanarak parti programında, komünist inşada meta-para ilişkilerinin yeni içeriğine uygun olarak... tam anlamıyla kullanılması gerektiğini gösterdi.
Stalin’in “SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” çalışmasının etkisi altında (kalınarak) Sovyet ekonomi literatüründe belli bir zaman, artı değer yasası sadece tekel öncesi kapitalizm koşullarında temel yasadır, emperyalizm çağında ise güya başka bir yasa, azami kar elde etme yasası etkide bulunurmuş yanlış görüşü vardı...
Ama ekonomik yasalar, bunların içinde ekonomik temel yasa da tarihsel olarak ele alınmalıdır” (124).
Böylece, “çağımızın komünist manifestosu” olan SBKP’nin yeni (revizyonist programı, (1961), XX., XXI. ve XXII. Parti Kongreleri Stalin’in hatalarını düzeltmiş oluyor! Doğru ile yanlışı ayrıştırmış oluyor!

Sosyalizmi inşa eden SB’nde;
  • kapitalizmde ve sosyalizmde meta üretiminin anlamı doğru yorumladığı için,
  • sosyalizmde meta üretiminin ve dolaşımının alanı doğru belirlediği için,
  • modern kapitalizmde (emperyalizmde) temel ekonomik yasa doğru belirlediği için,
  • sosyalizmde temel ekonomik yasa doğru belirlediği için ciddi hatalar, yanlış tezler savunulmuş!!
Revizyonist SB’nde;
  • meta üretimi ve dolaşımı bütün ulusal ekonomide geçerli kılındığı için,
  • meta-para ilişkileriyle komünist topluma doğru gelişileceği teorileştirildiği ve uygulandığı için,
  • sosyalizmde temel ekonomik yasa ortadan kaldırılarak, kapitalizmin temel ekonomik yasası geçerli kılındığı için doğru tezler savunulmuş ve pratikte uygulanmış!!
Reel sosyalizm”, bu “doğru”ların aynası ve 1991 de “hazin” sonucudur.

                                              *

* Bütün yönleriyle Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşası ve geriye dönüş için bkz.:
İbrahim Okçuoğlu; SSCB'de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz 2011.


                                                       *


Kaynaklar:
1)Politische Ökonomie, Sozialismus, Anschauungsmaterial; s. 48, Berlin 1974.
2) Bkz: S. P. Figurnov, ein sowjetischer Wirtschaftswissenschaftler.
3)Marks; C. 23, s. 183, Kapital, C. I.
4) Marks; agk., s. 181.
5)E.N. Zhiltsov: “Concering the Subjekt of the Economics of Higher Eduction”. Aktadar: Bland; agk., s. 59.
6)V.M. Batyrev: “Commodity-Money Relations under Socialism”. Aktaran: Bland; agy.
7) A. Sukhov: “Labour Mobility and its Causes”. Aktaran: Byand; agy.
8) Marks; agk., s. 184/185.
9) E.N. Zhiltsov: agy. Aktaran: Bland; agk., s. 60.
10)Y.L. Manevich: "Wages Systems", in: "The Soviet Planned Economy"; Moscow; 1974; p. 230). Aktaran: Bland; agy.
11) E.N. Zhiltsov: ibid.; p. 76. Aktaran: Bland; agk., s. 61.
12) Y.L. Manevich: ibid.; P. 230-1. Akmtaran: Bland; agy.
13) Marks; C. 25, s. 124-127. Kapital C. III.
14)Y.L. Manevich: ibid.; p. 231. Aktaran: Bland; agy.
15)Pravda, baş makale, 14 Ocak 1966, Aktaran: W. B.Bland; “The Restoration of Capitalism in the Soviet Union”, s. 9. (Bland’in kitabıyla ilgili olarak sayfa belirlemesi, İnternet çıkışına göredir).
16) Liberman, “Woprosy Ekonomiki”, 1955, Nr. 6, Aktaran: Bland,; agk., s. 10.
17)L. Gatovsky: “Sosyalist Ekonomide Karın Rolü”, Komünist, Nr. 18, 1962. Aktaran: Bland; agk., s. 10.
18) Ekonomiki Voprosy”, Nr. 11, 1962. Aktaran: Bland; agk., s. 10.
19)Aktaran: Bland; agk., s. 10.
20)Aktaran: Bland; agk., s. 10.
21)Aktaran: Bland; agk., s. 11.
22) Liberman: Ekonomiki Voprosy, Nr. 8, 1962. Aktaran: Bland; agk., s. 11.
23)Sovyet Yaşamı, Temmuz 1965. Aktaran: Bland; agk., s. 12.
24)Lenin; C. 32, s. 355/356, “Ayni Vergi Üzerine”.
25)Lenin; C. 33, s. 266, “XI. Parteitag der KPR (B).
26)G. Kosiachenko: The Plan and Cost Accounting”. Aktaran: Bland; s. 26.
27)E. G. Liberman, Pravda, 21 Kasım 1965. Aktaran: Bland; s. 27.
28)V. K. Fedinin; “The Economic Reform and the Development of Socialist Emulation”. Aktaran: Bland; s. 27.
29)Gatovski; İbid.: P. 85, 88, 89. Aktaran: Bland; s. 28.
30)L. Konnik; İbid, P. 25. Aktaran: Bland; s. 28.
31)Bkz.: Komünist, Nr. 18, 1962. Aktaran: Bland; s. 28.
32)Aktaran: Bland; s. 28.
33) L. G. Liberman. Aktaran: Bland; s., 29.
34)Marks-Engels, Toplu Eserleri; C.20, s. 260.
35) P. Naumann; “Zurück zum Profit. Zur Entwicklung des Revisionusmus in der DDR, s. 112-114, 1973.
36)Agk, s. 10.
37)“Bugünkü ekonomik düzenimizde, yani komünist toplumun gelişmesinin ilk aşamasında, değer yasasının üretimin değişik dalları arasında emeğin dağılımının “oranlarını” sözüm ona düzenlediğini ileri sürmek, aynı şekilde kesin olarak yanlıştır.
Eğer bu doğru olsaydı, neden, çok kez daha az verimli olan ve bazen hiç de verimli bulunmayan ağır sanayi yerine, daha verimli olan hafif sanayimizi sonuna kadar öncelikle geliştirmeyelim?
Eğer bu doğru olsaydı, neden, işçilerin emeğinin “istenilen etkiyi” yaratmadığı, şimdilik verimsiz olan ağır sanayi işletmelerimiz kapatılarak, işçi emeğinin “en büyük etkiyi” yaratabileceği, verimli yeni hafif sanayi işletmeleri açılmıyor?
Eğer bu doğru olsaydı, neden, bizde ulusal ekonomi için çok gerekli olmakla birlikte, az verimli olan işletmelerin işçileri, sözüm ona üretim dalları arasında emeğin dağılımının “oranlarını” düzenleyen değer yasası uyarınca daha verimli işletmelere doğru aktarılmıyorlar?
Kuşkusuz ki, bu görüşte olan yoldaşlara ayak uydurarak, üretim araçları üretimine verdiğimiz öncelikten vazgeçip, tüketim araçları üretimine hız vermemiz gerekirdi. Yani üretim araçları üretiminin önceliğinden vazgeçmek ne anlama gelir? Bunun sonucu, ulusal ekonomimizin sürekli gelişmesini olanaksız kılmaktır, çünkü üretim araçlarının üretiminin önceliği sağlanmadan, aynı zamanda, ulusal ekonominin sürekli gelişmesi sağlanamaz” (Stalin; C. 15, s. 275. SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları).
38)P. Naumann; “Zurück zum Profit. Zur Entwicklung des Revisionusmus in der DDR, s. 10, 1973.
39)Agy.
40) Bkz.: Methoden der Wirtschaftslenkung im Sozialismus, s. 71.
41) Voprosy Ekonomiki, Nr. 11, 1962.
42)Wirtschaftswissenschaft, Nr. 1, Ocak 1963, s. 111/112.
43)Ag. dergi, s. 112.
44)Ag. dergi, s. 112.
45)“Probleme der ökonomischen Stimulierung der Betriebe”, “Fragen der Wirtschaft”, Nr. 10, 1962. “Sowjetwissenschaft, Gesellschaftswissenschaftliche Beitraege”, Nr. 3 (Mart) 1963), s. 266-267.
46)Ag. dergi, s. 268-283.
47) Ag. dergi, s. 302-311.
48) Ag. dergi, Nr. 4, (Nisan) 1963, s. 377-382.
49) Ag. dergi, s. 382-385.
50)Ag. dergi, s. 385-391.
51)Ag. dergi, s. 391-394.
52) Ag. dergi, s. 394-397.
53)Ag. dergi, s. 397-401.
54)Ag. dergi, s. 401-404.
55)Ag. dergi, s. 405-406.
56) Ag. dergi, s. 406-411.
57) Ag. dergi, s. 411-415.
58)Ag. dergi, Nr. 5, (Mayıs) 1963, s. 503-506.
59) Ag. dergi, s. 506-513.
60) Ag. dergi, s. 513-518.
61) Ag. dergi, s. 518-519.
62)Ag. dergi, s. 520-524.
63)Ag. dergi, s. 525-527.
64)Ag. dergi s. 527-529.
65) Ag. dergi s. 529-54
65x)L. M. Gatowski, Konseyin başkanıdır, oturum sonuçlarını toparlar ve konuşmacıların çoğunluğunun görüşlerini yansıtan önerileri formüle eder.
66)Sowjetwissenschaften; ag. dergi, s. 268/269.
67) Aktaran: Wirtschaftswissenschaft, Nr. 1, Ocak 1963, s. 114.
68)Aktaran: Wirtschaftswissenschaft, Nr. 1, Ocak 1963, s. 115.
69)Agy.
70) Ag. dergi, s. 116.
70x)„Kolektiflerin maddi taktiri için ana kaynak kardır ve ücret fonu değildir. Böylece kar, birikim için daha yüksek plan görevlerinin üstlenilmesinde ekonomik kaldıraçtır. Sadece maddi teşvik fonunun değil, bilakis prim fonunun da, her türlü primlerin de kapsamı, kar planının seviyesine ve yerine getirilme derecesine bağlıdır. Gerekli olan yerde, işletmelerde emekçiler, karın arttırılması için mükafatlandırılmalıdır“ (F. Veselkov; „Materielle Stimuli hoher Planaufgaben“ Aktaran: Sowjetwissenschaft, Gesellschafts Wissenschaftliche Beitraege, Nr. 3, Mart 1963, syf. 282).
71) Ag. dergi, s. 116.
72)Agy.
73) Wirtschaftswissenschaft, Nr. 1, Ocak 1963, s. 117.
74) Ag. dergi, s. 117.
75) Ag. dergi, s. 118-119.
76)Ag. dergi, s. 120.
77) Ag. dergi, s. 121
78)Ag. dergi, s. 121.
79) Agy.
80) Ag. dergi; s. 121-122.
81) Ag. dergi, s. 123.
82) Ag. dergi, s. 123.
83) Ag. dergi, s. 123.
84) Ag. dergi, s. 125/126.
85)XXVI. Parti Kongresi, s. 220, Presse der SU, A46, 19 Nisan 1971.
86)Bkz.: K. Marks; Gotha Programı.
87) Aktaran: Bland; s. 79.
88)Agy.
89)Agy.
90) Agk., s. 80.
91) Pravda, 21 Eylülü 1962. Aktaran: Bland; s. 80.
92) A.N. Kosigin. Aktaran: Bland; agk., s., 80.
93) V. Garbuzov: "Finances and Economic Stimuli", in: "Ekonomicheskaya gazeta" (Economic Gazette), No. 41, 1965, in: M.E. Sharpe (Ed.): op. cit., Volume 2; p. 49, 50. Aktaran; Bland; agk., s. 80.
94)Boris Suhurevski; “Probleme der ekonomischen Stimulierung in den RWG-Laendern; Probleme des Friedens und des Sozialismus, 1970, Nr. 8, s. 1077.
95) L. I. Brejnew, XXIII. Parti Kongresi, s. 17, Presse der SU, 4 Nisan 1966, Nr. 39.
96) Die Geschichte der KPdSU”, s. 820/821.
97)Brejnew; XXIV. Parteitag der KPdSU, s. 32, Presse der SU, A39, 2 Nisan 1971.
98) XXIV. Parteitag der KPdSU, s. 219, Presse der SU, A46, 19 Nisan 1971.
99)XXIV. Parteitag der KPdSU, s. 32, Presse der SU, A39, 2 Nisan 1971.
100) Lenin; C. 29, s. 416/417, Büyük İnisiyatif.
101)K. Marks, Grundnisse der Kritik der politischen Ökonomie”, s. 89, 1953.
102) Marks; Kapital, C. I, s. 55.
103)Stalin; C. 14, s. 24, 25, 27/28. “Rede vor den Absolventen der Akademie der Raten Armee”.
104)Lenin; C. 27, s. 248/249. “Die naechsten Aufgaben der Sovjetmacht”.
105) Aktaran: Lenin; C. 29, s. 400; “Die grosse Initiative”.
106)Agk, s. 399.
107)Lenin; agk, s. 413.
108)Stahanov Hareketinin önemi, eski teknik normlarıyla bağları kopartan bir hareket olmasıdır. İleri kapitalist ülkelerin iş verimliliğini bir dizi durumlarda aşmasıdır. Ve böylece... ülkemizde sosyalizmi daha da sağlamlaştırmanın pratik olanaklarını, ülkemizi, yaşamın refahlı olduğu ülke yapma olanağını açmasıdır...
Gerçekten, Stahanovist yoldaşları daha yakından gözlemleyiniz.. Nedir bu insanlar? Bunlar, özellikle işlerinde şaşmazlık ve özen örnekleri veren, çalışmada zaman etkenini değerlendirmesini bilen, sadece dakikaları değil, saniyeleri de saymasını öğrenmiş olan genç ya da yaşlı erkek ve kadın işçilerdir, kültürlü ve teknikte derinleşmiş adamlardır. Aralarında çoğu asgari teknik öğrenimi denen şeyi gördüler, bu öğrenimi tamamlamaya devam ediyorlar. Bazı mühendis, teknisyen ve işletme yöneticilerindeki tutuculuk ve görenekçilik onlarda yok, onlar cesaretle ileri doğru yürüyorlar, eskimiş teknik normları deviriyorlar, yerlerine yenilerini, daha yükseklerini yaratıyorlar; sanayimizin yöneticilerinin hazırlamış olduğu ön görülen verim kapasitelerine ve ekonomik planlara düzeltmeler getiriyorlar; durmadan mühendislerin ve teknisyenlerin eksikliklerini tamamlıyorlar ve düzeltiyorlar; sık sık onları uyarıyorlar ve onları ileri doğru dürtüyorlar, çünkü onlar, mesleklerinin tekniğine tamamen egemen olan ve teknikten elde edilebilecek en fazlayı elde etmesini bilen insanlardır. Stahanovcuların sayısı bugün az, ama yarın onların sayılarının on katına çıkmayacağından kim kuşku duyabilir?...
Stahanovcular, sanayimizin yenilikçileridirler... İlk bakışta göze çarpan şey, bu hareketin, deyim yerinde olursa, kendi kendine, hemen hemen kendiliğinden, aşağıdan, işletmelerimizin yöneticilerinden gelen hiç bir baskı söz konusu olmaksızın başlamasıdır. Dahası, bu hareket, bir ölçüde, işletmelerimizin yönetiminin isteğine karşı,... mücadele vererek doğmuş ve gelişmiştir” (Stalin; C. 14, s. 32, 33, 34, 35, 36).
109) Bkz: “Politische Ökonomie des Sozialismus- Anschauungsmaterial”, s. 39, 1974.
110)Bkz.:”Arbeit und Arbeitslohn in der UdSSR”- SSCB’de İş ve Ücret, s. 281/282, Berlin 1976.
111)W. Beltschuk; “Arbeitsproduktivitaet und Fünfjahrplan”, Sowjetunion heute, 01.10.1971.
112) Kosigin; XXI. Parti Kongresi, s. 189, Presse der Sowjetunion, Nr. 12, 1976.
113)Stalin; XVII Parti Kongresi, C.13, s. 319, İnter Yayınları, s. 312.
114) Stalin; C. 15, s. 290 (Ökonomische Probleme des Sozialismus in der UdSSR).
115)Stalin; agk, s. 291.
116)Stalin; agk., s. 327.
117)Stalin; Agk, s. 292.
118)Stalin; Agk, s. 326.
119)Hewlett Johnson, Canterbury Dekanı; “1/6 der Erde”, s. 83/84, Berlin 1947.
120)A. N. Yefimov; “Die Industrie der UdSSR”; s. 244/245, Berlin 1969.
121)Bkz.: Beschlüsse des Plenums des ZK der KPdSU, 29 Eylül 1965.
122)Stalin; C. I, s. 291/292.
123) Stalin; C. I, s. 294.
124)“Über das ökonomische Grundgesetz”; Sowjetwissenschaft, Gesellschaftswissenschaftliche Beitraege, Nr. 6, Haziran 1962, s. 621-623 ve 630.