10.
makale
YOLUN
SONU (II)
POST-MARKSİZM
- EMPERYALİST KÜRESELLEŞME VE EZİLENLER
MARKSİZM-LENİNİZME
GÖRE “EZİLENLER” VE “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” NEDİR NE
DEĞİLDİR (II)
Post-Marksist
arayışların Anadolu coğrafyasına yansımaları (I)
(Sıkça
sorulan sorular)
7.
Tez
Ezilenlerin
değil, işçi sınıfının partisi
Marksizm-Leninizm
şunu diyor: Ezilenlerin değil, işçi sınıfının partisi
olabilirsiniz. Bu nedenden dolayı ezilen kavramını işçi sınıfı
anlamında kullanamazsınız. Bu kavramı kullanmakta itinalı
olunmalıdır. Komünist basın Marksist-Leninist teoriye, tarihsel
geleneğe sıkı sıkıya bağlı olmalıdır. Komünist basının
ezilenlerin değil, işçi sınıfının sesi olduğunu ise hepimiz
biliyoruz. Lenin'in örgütlenme ve parti basını anlayışı,
tasfiyeciliğe karşı mücadelesi bunun böyle olduğunu
göstermektedir.
Nasıl
bir sınıf mücadelesi?
Sınıf
mücadelesinin üç biçimi var:
-Ekonomik
mücadele
-Siyasi
mücadele ve
-İdeolojik
mücadele.
Marksizm-Leninizm
böyle bir ayırım yapıyor. Genel olarak sınıf mücadelesi ve
özelde de bu mücadelenin her biri sınıfsal karakter taşır. Şu
olmaz: Komünist partisi hiçbir koşul altında ideolojik
mücadeleden ezilenlerin ideolojisi doğrultusunda bir mücadeleyi
anlamaz, anlayamaz. Çünkü ezilenlerin ideolojisi diye bir ideoloji
veya her bir bileşeninin kendine özgü ayrı ayrı ideolojileri
yok. Ezilenler toplamında, bileşenlerin durumuna göre burjuva veya
küçük burjuva ideolojilerden bahsedilebilir. Bu da ezilenlerin
toplamına özgü bir ideoloji anlamına gelmez. Bu, diğer mücadele
biçimleri için de geçerlidir.
Komünist
partisi, hitap ettiği sınıfa; işçi sınıfına dayalı politika
yapar. Ancak bu politika içinde emekçi yığınların çıkarlarına
yer verebilir. Yani emekçi yığınlara yönelik politikası temel
politikasına; işçi sınıfına dayalı politikasına tabidir.
Başka türlü de olamaz. Teorik mücadele alanında da aynı anlayış
geçerlidir. Post-Marksizmin ve TP ve onun etkisinde olanların
ezilenler kavramını, işçi sınıfı kavramı yerine koymak için
mücadele ediyorlar; sınıf mücadelesinin her üç biçimini de
ezilenlerin “sınıf” mücadelesine; yani ezilenlerin ekonomik
mücadelesine; ezilenlerin teorik mücadelesine ve ezilenlerin
ideolojik mücadelesine dönüştürmek istiyorlar, partinin sınıfsal
karakterini değiştirme mücadelesi veriyorlar. Bütün bunlar
ideolojik, teorik ve örgütsel tasfiyeciliktir.
TP
ve onun ideolojik etkisinde kalanlar, işçi sınıfının partisi
olma anlayışını ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Varsa da
yoksa da ezilenler! Ezilen kavramı, işçi sınıfı anlamında
kullanılıyor. Tabii bu kolay olmuyor. Ezilenleri sınıflaştırmak;
işçi sınıfından yapmak için Plehanov'dan bile medet umuluyor
(Lenin'in anlayışı ile Plehanov'un anlayışını
karşılaştırırsanız TP ve onun ideolojik etkisinde kalanlarda ne
kadar Plehanovculuk olduğunu açık bir biçimde görürsünüz);
emperyalist küreselleşme sürecinde anlaşılan o ki, ezilenleri
işçi sınıfı yapan değişikliklerin olduğundan hareket
ediliyor; yani Post-Marksizmin ezilenci “Marksist”leri ezilenleri
sınıflaştırmak için yılmadan usanmadan mücadele ediyorlar.
Bunu yapmak zorundalar. Çünkü emperyalist küreselleşme öyle bir
gelişme göstermiştir ki, artık işçi sınıfının tarihsel rolü
belirleyici olmaktan çıkmıştır. Öyle ki, emperyalist
küreselleşme aşamasında kapitalist üretim biçimi, artı değeri
ortadan kaldırmakta ve dolayısıyla sömürüyü de, işçi
sınıfını da ortadan kaldırmaktadır. Geriye, sadece ve sadece
“çokluk” kalmaktadır. İşte bu anlayışta oldukları için
ezilenleri işçi sınıfı yerine özneleştiren Post-Marksistler,
uluslararası post-Marksist küçük burjuvazinin yerli temsilcileri,
kaçınılmaz olarak komünist partisini tek bir sınıfın; işçi
sınıfının partisi olarak reddetmekteler. Artık işçi sınıfı
yok, “çokluk” var. Bunun coğrafyamızdaki versiyonu
ezilenlerdir. Ve işçi sınıfının partisi de ezilenlerin partisi
olmak zorundadır. Savunulmaya çalışılan emperyalist küreselleşme
sürecinde meydana gelen değişiklikler işte budur. Yani dünya,
Lenin'in yüzyılın başında eleştirdiği anlayışlar, bugün
-emperyalist küreselleşme adı altında- hesaba katılması
gerekecek derecede değişmiş! Bundan dolayı Plehanovcu görüşler
savunuluyor ve aynen Plehanov gibi işçi sınıfı hareketi bütün
ezilenleri kendi önderliği altında birleştirmelidir deniyor.
Lenin:
“Marksizm
(şunu) öğretir;…Sadece işçi sınıfının siyasi partisi, yani
komünist partisi, proletaryanın böyle bir öncüsü olma ve bütün
emekçi kitleyi birleştirme, eğitme ve örgütleme yeteneğine
sahiptir. Sadece böyle bir parti, bu kitlenin kaçınılmaz küçük
burjuva yalpalamalarına, proletarya içinde kaçınılmaz
geleneklere ve loncavari darlığa veya loncavari önyargılara
düşüşlere karşı koyma ve bütün proletaryanın bütün
birleştirilmiş faaliyetini yönetme, yani siyasi yönetme ve
proletarya üzerinden bütün emekçileri yönetme yeteneğine
sahiptir. Proletarya diktatörlüğü başka türlü
gerçekleştirilemez.
Komünist
partinin, partisiz proletarya ile ve sonra birinci ve ikinci
faktörlerin(1), emekçilerin toplam kitlesiyle ilişkisinde komünist
partinin rolünün yanlış kavranışı, komünizmden temel teorik
vazgeçmedir ve sendikalizm ve anarşizm yönüne doğru bir
sapmadır”. (Lenin: RKP(B)-X. Parti
Kongresi’).
Doğru,
Lenin böyle demiş olabilir. Hatta o zaman için bunlar doğru da
olabilir. Ama şimdi emperyalist küreselleşme sürecinde
ezilenlerin de sosyalizm için mücadele edeceği değişmeler
meydana gelmiştir; onlar da işçi sınıfının bir parçası
olmuşlardır diyor “ezilenlerin Marksizmi”. Bu anlayış bir
taraftan TP, diğer taraftan da onun ideolojik önderliğini kabul
edenler tarafından yıllardır işlenmektedir.
Alternatifin
içeriğini belirleyen bakış açısıdır. Coğrafyamızda
Post-Marksizm, ezilenleri, işçi sınıfına alternatif olarak öne
sürüyor. Tabii ki, bu anlayışın kaçınılmaz sonucu olarak işçi
sınıfının partisinin; komünist partisinin alternatifi de
ezilenlerin partisi oluyor. İsteyen buna “Ezilenlerin Komünist
Partisi” de diyebilir. Bu parti anlayışıyla “halkın partisi”
anlayışı arasında fark yoktur. “Halkın partisi”, bütün
halk sınıf ve sosyal tabakalarını aynı siyasal hedefler için
örgütleyen partidir. Ezilenleri sınıflaştıran TP ve onun
ideolojik önderliğini kabul edenler bununla bütün halk sınıf ve
katmanlarını -biraz daha genişleterek- kastediyorlar. Böylece
ezilenler, bütün halk sınıf ve tabakalarını, Lenin’in
deyimiyle “proleteri, yarı proleter
ve küçük meta üreticisiyle birleştirmekte” ve
ezilenleri sınıflaştıranlar da
“böylece sınıf mücadelesinin temel kavramını ve sınıflar
arasında tam ayrım yapma temel talebini radikal olarak terk
etmekte”ler. (Lenin: RKP(B)-X. Parti
Kongresi’).
İşçi
sınıfı dışında kalan ezilenleri de komünist partisinde
örgütlemek, Lenin’in deyimiyle “partisiz yığınlara yöneliş
veya onlara göz kırpma” anlamına gelmiyor mu? Böylece “partisiz
yığınlara”; parti saflarında örgütlü olmayan işçilere,
küçük üreticilere, köylülere; bir bütün olarak emekçilere
“seni küçük üretici özelliğini, köylü özelliğini; bütün
“sınıfsal” özelliklerini kabul ederek siyasal olarak bir
partide örgütleyecek yegane güç benim” denmiyor mu? Bu da, yine
Lenin’in deyimiyle “Marksizm’den daha az radikal bir sapma
değildir”.
8.Tez
Her
ezilen sosyalizmden yana mı ki onun alternatifi olalım?
Her
“ezilen” sosyalizmden yana mı?
İnsanlar
üretim ilişkilerinde yer aldıkları konumdan kopartılırsa,
mülkiyet karşısında durumları göz ardı edilirse ve ezilmişlik
durumu esas alınırsa ortaya rahatlıkla aynı durumda olan geniş
yığınlar çıkar. Bu yığın neye yarar, orasını bilemem, ama
sosyalizmden yana olmanın ve olmamanın sürekli göz önünde
tutulması gereken, emperyalist küreselleşme sürecindeki
değişmelere rağmen göz önünde tutulması gereken kıstasları
veya temel kıstası vardır.
Gericiliğe,
faşizme, karşı devrime karşı mücadelede ezilenler kavramı
içine dahil edilen halk sınıf ve sosyal tabakalarının ortak
hareket etmek için, tek irade sergilemek için önünde maddi bir
engel yoktur. Lenin'in dediği gibi “Geçmişe
karşı mücadelede, karşı devrimle mücadelede proletaryanın ve
köylülüğün "irade birliği" olanağı vardır, çünkü
burada çıkarların birliği vardır”.
Ama sorun gelecekle ilgili olunca yollar ayrılıyor, irade birliği
ortadan kalkıyor. İşçi sınıfının “Geleceği
ise özel mülkiyete karşı mücadeledir, ücretli işçilerin
işverene karşı mücadelesidir, sosyalizm için mücadeledir.
Burada iradenin birliği olanaksızdır.”
(Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s., 73/74). Küçük üreticinin
geleceği ise özel mülkiyetin değil, mevcut düzenden duyduğu
“memnuniyetsizliğin” özel mülkiyet ilişkileri temelinde
ortadan kaldırılmasıdır. TP önderliğinde “ezilenlerin
Marksizmi” bu iki anlayışı; tek irade birliğinin oluşabileceği
ve oluşamayacağı koşulları bilinçli bir biçimde göz ardı
ediyor ve sorun sınıfsal özellikten ezilmişlik alanına çekilerek
toplumsal ilerlemenin özneleri silikleştiriyor.
Hal
böyle olunca Komünist Manifesto'da yer alan şu sözlerin de
ezilenciler açısından hiçbir değeri kalmamış oluyor:
"Orta
sınıflar, küçük sanayici, küçük tüccar, zanaatçı, köylü,
tüm bunlar orta tabakalar olarak varlıklarını sürdürmek ve
kendilerini çöküşe karşı güvence altına almak için
burjuvaziye karşı mücadele ediyorlar. Yani onlar devrimci değil,
muhafazakârdırlar. Hatta gericidirler, tarihin çarkını geriye
döndürmeye çalışırlar. Eğer devrimci olsalar bile, bunun
nedeni proletaryaya katılmaktan korkmalarından dolayıdır; o
andaki çıkarlarını değil, gelecekteki çıkarlarını
savunurlar, proletaryanın bakış açısını benimsemek için kendi
görüş açılarını terk ederler”.
Ezilenci
tasfiyecilerin ezilenleri de sosyalizm mücadelecisi konumuna koyan
anlayışlarıyla yukarıda Marks ve Lenin'den aktardığımız
anlayışlara bakarak nasıl bir sonuca varabiliriz veya ne gibi
sorular sorabiliriz?
Anladık,
küçük üretici, sermaye karşısında eziliyor, ama o, bundan
dolayı sosyalizmden yana değildir. Veya onun bu nedenden dolayı
sosyalist devrimden yana olduğunu kim söyleyebilir?
Veya
emperyalist küreselleşme sürecinde meydana gelen değişmeler
küçük üreticiyi, küçük üretici olmaktan çıkartmış mıdır?
Yerli
Post-Marksizm bu konuda hem evet hem de hayır diyor, ama sonunda
küçük üreticiyi sosyalizm için mücadele eden unsurlardan
sayıyor.
Büyük
sermayedar karşısında küçük sermayedar eziliyor, emekçiler
bütün sermaye karşısında eziliyor, ama bundan dolayı onların
bütün bileşenlerinin sosyalizmden yana olduğunu kim söylüyor;
en azından Marksizm-Leninizm söylemiyor, tam tersini söylüyor.
Sadece TP ve onun ideolojik etkisinde kalanların böyle bir iddiası
var. Post-Marksizm, emekçiler ezildiklerinden dolayı sosyalist
devrim için mücadele edeceklerini iddia ediyor.
Kürt
ulusu eziliyor, ama o, bundan dolayı sosyalizmden yana değil.
Emperyalizm
karşısında, bağımlı, yeni sömürge ülkeler eziliyorlar, ama
bundan dolayı bu ülkelerde hakim sınıflar sosyalizmden yana
değil.
Ezilenleri
halk olarak kabul edelim. Halk eziliyor. Ama bu, halkın bütün
bileşenlerinin sosyalizmden yana olduğu anlamına gelmez.
Yerli
Post-Marksizm, halkın bütün bileşenlerinin sosyalizmden yana
olduğunu iddia ediyor. Her ezileni sosyalist görmek, ancak ve ancak
küçük burjuva devrimcilerinin dünya görüşüne tekabül eder.
Bunun adı küçük burjuva sosyalizmidir. Tasfiyecilerin anlayışına
tamamen bu içerik hakim.
Yanlış
sonuç çıkartılmaması için şunun bilmesini isterim: Günlük
politikada, ajitasyonda ezilenler kavramı kullanılabilir. Buna
karşı olunamaz ve karşı olmak için bir neden de görmüyorum.
Ama bu kavram, işçi sınıfının yerine geçirilir ve sınıf
anlamında kullanılırsa, burada bir yanlışlık var demektir.
Benim için, Marksist teori açısından muamma olan şudur: Örneğin
ezilen ulus burjuvazisi, küçük burjuvazi ve ezilen cins olarak
burjuva kadınlar, ne zamandan beri sosyalizm için mücadele
ediyorlar veya sosyalizmi istiyorlar? Yani şimdi, işgal altında
ezilen Türk ulusunu temsil eden Mustafa Kemal sosyalist miydi?
Neresinden bakılırsa bakılsın, ezilenlerin sosyalizmi anlayışı,
burjuva ya da küçük burjuva sosyalizmi savunusudur.
Ezilenci
tasfiyeciler, düşünceleriyle halkın özel mülkiyeti savunan
bileşenleriyle (küçük üreticilerle) özel mülkiyeti yok etmek
için mücadele eden bileşeni (işçi sınıfı) arasında sınıfsal
uzlaşmayı sağlamaya, sınıflar arası köprü kurmaya hizmet
ediyorlar.
9.Tez
Komünist
hareket, işçi hareketi ve ezilenler
Ezilenler
kavramı Post-Marksizm tarafından uluslararasılaştırıldı.
Post-Marksist yazılarda dünya çapında ezilenlerden ve onların
mücadelesinden bahsediliyor. Yani komünist harekete ulusal ve
uluslararası çapta “tarihsel” bir görev veriliyor: Ulusal ve
enternasyonal alanda burjuva hareketlerin başında durmak; bu
hareketi örgütlemek görevi veriliyor. İnsanın gözünün içine
baka baka bu sıradan propaganda yapılıyor. Komünist hareket ile
işçi sınıfı arasındaki diyalektik bağ kopartılıyor. Bunun
böyle olmadığını söyleyebilir miyiz?
Öyle
ki, ezilenciler emperyalist küreselleşme sürecinde meydana gelen
değişiklikler hesaba katıldığında bütün
ezilenleri sosyalist ilan eden Post-Marksistler ve TP’ciler,
proletarya ile ezilenlerin sosyalist birliğini savunuyorlar
ve bu anlayışlarıyla da Marksist-Leninist veya Marksist Leninist
Komünist olduklarını düşünebiliyorlar.
Lenin
bu konuda ne diyor?
“…Uluslararası
sosyal demokrasi (uluslararası
komünist hareket, çn.) emekçi
ve sömürülen yığının kurtuluş hareketinin başında
durmaktadır…”. Hiç de değil. O, sadece işçi sınıfının,
işçi hareketinin başındadır ve başka unsurlar bu sınıfa
katılırlarsa, adı üstünde bunlar, unsurlardır, sınıflar
değil. Ve onlar, sadece, “kendi (sınıfsal) konumlarını “
tamamen “terk ettiklerinde” katılmış olurlar”.
Şimdi
neye inanalım? Post-Marksist anlayış ile Lenin’in bu sözlerini
yan yana korsak aradaki fark görülür. Ezilenci Post-Marksist
anlayışları okuyan bir işçi neye inansın? Partinin, ezilenlere
önderlik ettiğine mi yoksa işçi hareketine önderlik etmesi
gerektiğine mi? Bu konuda Lenin’in görüşü belli. Ama TP
gibileri ezilenleri sınıflaştıranlar, bir “yükselti” olan
Lenin öyle demiş olabilir, ama biz öyle düşünmüyoruz
anlayışından hareket ediyorlar. Bu anlayışa nasıl ortak
olunabilir? Veya doğrudan sorayım: Bu anlayışa karşı mücadele
etmeksizin ve bu anlayışı mahkum etmeksizin programatik anlayış
nasıl savunulabilir?
Yani
şimdi parti, “emekçi ve sömürülen yığının”,
“ezilenler”in “kurtuluş hareketinin başında” mı duruyor?
Yoksa o, Lenin’in dediği gibi, sınıfın siyasal örgütü olarak
“sadece işçi sınıfının, işçi
hareketinin (mi) başında”
duruyor? (Daha doğrusu: Her iki durumda da durmaya mı çalışıyor
sorusu yerinde olur). Post-Marksizme göre “ezilenler”in
“kurtuluş hareketinin başında” durması gerekir.
Veya
şöyle sorayım: Her derginin temel bir fonksiyonu vardır,
organdır. Bir yayın organı, nasıl olur da sınıf olgusunu bir
kenara atabilir? Nasıl olur da ezilenler kavramı, sınıf
kavramının yerini alabilir? Bu konuda TP'den farkı nedir?
Hatırlatmak
isterim: Dünya genelinde Marksist-Leninistleri partileri var eden
belgelerinde işçi sınıfının tarihsel ve toplumsal rolü çok
açık olarak ortaya konmuştur. Orada her bir Marksist-Leninist
partinin temel belgelerinde devrimci işçi hareketinin, sınıf
hareketi ile komünist hareketin birleştirilmesi görevlerine
ilkesel ve siyasal boyutta işaret edilir. Ama bu partilerin hiçbir
temel belgesinde bolca ezilenlerden bahsedilmiyor.
TP,
“Ezilenler birleşin” diyor!
Öyle
ya, ezilenler artık sosyalist, sosyalizm için savaşan güçler!
10.Tez
Mücadele
güçlerinin örgütlenmesi, işçi hareketi ve ezilenler
Bir
sınıf, başka bir sınıfı siyasal olarak, siyasal/sınıfsal
çıkarları için örgütleyebilir mi? Sınıf bilinçliliği
temelinde örgütleyemez. Her bir sınıf, sınıfsal çıkarlarını
geçerli kılmak için kendi sınıf örgütünde örgütlenir. Bu
partidir. Sınıflar arasında müttefiklik ilişkileri, cephe
örgütlenmeleri ayrıdır. (Cephe örgütlenmesinde sınıf ve
sosyal tabakaların ittifakı, diyelim ki faşizme ve emperyalizme
karşı ortaklaştırılmış mücadeleleri söz konusudur). Burada
sorunumuz bu değil.
Lenin’in
bu konudaki görüşü, her dünyalının anlayabileceği kadar sade:
“…Sosyal
demokrasi onların (küçük
üreticilerin, çn.) mücadele
güçlerini örgütlüyor…”. Bu da doğru değil. Sosyal
demokrasi, hiçbir yerde küçük üreticilerin “mücadele
güçlerini” örgütlemiyor. O, sadece işçi sınıfının
mücadele güçlerini örgütlüyor…”
(Lenin: “Plehanov’un İkinci Program Taslağı Üzerine
Notlar”dan).
Hal
böyle olmasına rağmen, TP'ci ezilenci tasfiyecilik, işçi
sınıfıyla ezilenler arasında fark kalmadı anlayışından
hareketle ezilenleri sınıflaştırıyor, böylece işçi
sınıfının tarihsel misyonu konusunda sorunların olduğunu
açıklamış oluyor. Böyle düşünenler açısından parti,
ezilenleri bir araya getiren, ezilenlerin “mücadele güçlerini”
örgütleyen, dolayısıyla “küçük üreticiler”in de mücadele
güçlerini örgütleyen bir örgüttür.
Ezilenleri
sınıflaştıran ezilenci tasfiyecilik açısından komünist
hareketin tarihi misyonu, artık “işçi
sınıfının mücadele güçlerini”
örgütlemek değildir. Komünist hareketin, partinin tarihsel
misyonu artık ezilenlerin “mücadele güçleri”ni örgütlemekten
ibarettir.
Ezilenler
sınıflaştırmanın başka bir anlamı olamaz.
Ezilenleri
sınıf yapan TP-tasfiyeciliği, “proletaryanın
sınıf mücadelesi yerine “emekçilerin ve sömürülen
kitlelerin mücadelesini”
koymaktadır.
Bu
konuda Lenin:
“Proletaryanın
sınıf mücadelesi yerine “emekçilerin ve sömürülen
kitlelerin mücadelesi” konmaktadır. Böyle bir ifade tarzı,
“Enternasyonal”in şu temel ilkesine aykırıdır: “İşçi
sınıfının kurtuluşu ancak işçi sınıfının kendi eseri
olabilir”. “Emekçi ve sömürülen kitlenin” proletaryanın
yanı sıra mevcut olan diğer bölümü (yani esas olarak küçük
üreticiler), burjuvaziye karşı mücadelesinde sadece
kısmen devrimcidir. Ve ancak,
“proletaryaya geçmek üzere olduğu dikkate alındığında”
“proletaryanın bakış açısına
geldiği” zaman devrimcidir
(“Komünist Manifesto”). Küçük üreticinin gerici özü
taslakta hiç vurgulanmamakta, böylece proletaryanın “emekçi ve
sömürülen kitleler” ile ilişkisi genel itibariyle yanlış
gösterilmektedir”. (Lenin:
“Plehanov’un İkinci Program Taslağı Hakkında Değerlendirme”).
Komünist
partisi, dernek değildir; bir demokratik mücadele örgütü
değildir; halk sınıf ve tabakalarının bir araya geldiği bir
sınıflar federasyonu veya konfederasyonu değildir. Ya Leninist
parti örgütlenmesi anlayışının yanlışlığı açıklanır ya
da Leninist parti ne ise ona göre hareket edilir. “Mavi boncuk”
dağıtan TP-tasfiyeciliğinin bunu açıklayacak cüreti yoktur.
11.Tez
Sınıfsal
zorunluluk, slogan ve ezilenler
İşçi
sınıfı hareketi, sosyalist teorinin oluşturulması ve sınıf
partisi birbirinden kopartılamaz kavramlardır. Proletarya, bağımsız
bir sınıf hareketi olmadan önce sosyalizm öğretisinde "tarihsel
zorunluluk" öngörüsü yoktur. Lenin’in deyimiyle o dönemde
‘Marksizm, işçi hareketi içinde sadece bir akımdı. Hem de
güçlü olmayan bir akım’. Ancak mücadele içinde işçi
sınıfının sınıfsal karakterini, tarihsel misyonunu ifade eden
akım oldu. Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in öğretileri,
kapitalizm gerçeği bunu göstermektedir. Sosyalizm, ancak işçi
sınıfıyla kurulur, proletarya diktatörlüğü işçi sınıfının
diktatörlüğüdür gerçekliğini tartışmak zorunda mıyız? Ama,
ezilenler, proletaryadan önce de vardı. Köleci toplumda köleler,
köle sahipleri karşısında ezilen konumundaydılar. Feodalizmde
feodal beyler, köylüleri, zanaatçıları, evet oluşan burjuvaziyi
eziyorlardı. Kapitalizmde ise sadece işçi sınıfı ezilmiyor ki.
Hakim sınıfların ötesinde her sınıf ve sosyal tabaka eziliyor.
Ama bu ezilmişlikten dolayı, onların hepsinin sosyalizmi istediği
sonucu neye dayanarak çıkartılıyor?
Ezilenler
kavramının “eşitlik, adalet ve özgürlük” kavramıyla
oldukça sıkı ilişkisi vardır. Bu kavramların hiçbirisi
sınıfsal bakış açısından kopuk olarak ele alınamaz. Marks’ın
bir sözünü hatırlatmak isterim: “Alternatifi belirleyen bakış
açısıdır”. Soruna Marksist anlayışla yaklaşırsak; "eşitlik,
adalet ve özgürlük" sloganının içeriği ve ona sahip çıkan
sınıfın sınıfsal çıkarı ile sınıf görüş açısı ve
sistemlerden ayrı olarak, ileri sürülen "eşitlik, adalet ve
özgürlük" sloganının içeriği tamamen farklılaşıyor.
Birincisinde bu slogan, emekçi yığınları işçi sınıfı
önderliğinde demokrasi ve sosyalizm için mücadeleye sevk etmeye
hizmet ederken, ikincisinde “demokratik” bir burjuva düzen için
mücadeleye hizmet etmektedir.
Bu
sloganla Fransız burjuvazisi, işçi sınıfı ve köylülüğü
arkasına takmak istemişti ve bunda başarılı da oldu. Feodalizme
karşı mücadelesinde, burjuva düzen için mücadelesinde o
haklıydı ve bu slogan da doğruydu. Ama kapitalizm koşullarında
eşitlik ve adalet sloganlarının ne anlama geldiğini
Marksizm-Leninizm açıklayamıyor mu? Kapitalizm koşullarında bu
kavramın ne anlama geldiğini Marksist öğreti yeteri kadar
açıklamıyor mu?
12.Tez
Post-Marksizm,
Küreselleşme, Çokluk ve Ezilenler
Uluslararası
alanda ezilenlerin teorisini yapanlar ve ideolojisini oluşturanlar
ile küreselleşme ve çokluk kavramları arasında sıkı bir bağ
vardır. Çokluk adı altında ezilenler kavramını teorileştirmeye
çalışanların başında gelenlerden birisi de “İmparatorluk”
kitabının yazarlarından A. Negri’dir. Negri’nin “çokluk”
kavramıyla “ezilenler” kavramı arasında temele ilişkin bir
fark yoktur. Negri, Marksist işgücü değeri teorisinin içini
boşaltıyor ve yerine idealist bir “yorum” getiriyor. Negri,
işçi sınıfının değer yaratma özelliğini, dolayısıyla artı
değer üretme özelliğini yok sayıyor. Böylece, işçi sınıfının
sosyal değişimin merkez gücü olduğunu ve dolayısıyla onun
tarihsel misyonunu reddediyor ve örgütlü işçi hareketinin
devrimci mücadelenin merkezinde durduğu gerçeğini inkara
kalkışıyor. Bu nedenle sınıf kavramını bir kanara iterek amorf
(şekilsiz) ezilen bir “çokluk”tan bahsediyor.
Çokluk,
tanımlanmış bir kitle, bir yığın değildir. “İmparatorluk”
karşısında bir miktardır, sayısal bir çokluktur. Bu “çokluk”
ile “ezilenler” arasında niteliksel bir fark yoktur.
“İmparatorluk” karşısında “çokluk” ile “ezilenler”
arasında nitel bir fark bulabilmek için sosyolojiyi; bir bütün
olarak toplum bilimlerini zorlamak gerekir.
Küreselleşme,
kavram olarak işçi sınıfını ve onun tarihsel misyonunu
katletmekle eş anlamlıdır. Artı değer üretimi damarlarının
tıkandığı iddiaları sadece yerel değildir. Uluslararası alanda
da Post-Marksistler tarafından savunulmaktadır. (Daha doğrusu, bu
anlayış başkalarından alınarak yerelleştirilmiştir ve
yeniymiş, emperyalist küreselleşmenin bir sonucuymuş gibi
savunulmaktadır). Böylece de işçi sınıfını yok olduğu iddia
edilmiş oluyor.
Emperyalist
küreselleşmenin etkisiyle “Misak-i Milli” sınırları dışında
“çokluk” kavramı üretildi. Bu kavramın “Misak-ı Milli”
sınırları içindeki adı ezilenler kondu. Şimdi bu kavram TP ve
onun ideolojik önderliğini kabul edenler tarafından
içeriklendiriliyor.
Toplum
bilimlerinde Marksizm, her bir olgunun kavramını üretmiştir ve
yeni bir olgu söz konusu olduğunda da onu tanımlamak için kavram
üretir. Bu, bilinen bir gerçektir. Bu nedenle Marksist teorinin
kapitalizmde sömürülen ve ezilen yığınların sınıfsal
tanımını yapmada herhangi bir kavram sorunu yoktur. Ama
Marksizm-Leninizmi inkara kalkışanların ve bunu açıkça dile
getiremeyenlerin Marksist görünerek Marksizm-Leninizme karşı
mücadele etmede devasa zorlukları vardır. Uluslararası arenada
kapitalizmin sonu geldi telalığını yapanlar, işçi sınıfının
değer ve dolayısıyla artı değer üreten yegane sınıf olduğu
gerçekliğini bir kenara atarak kavram zorluklarını aştılar.
Şimdi onlar, böyle bir “yükü” sırtlarından attıkları için
oldukça özgürler.
Ezilenler
teorileştirilmeksizin ve ezilenler ideolojisi oluşturulmaksızın
bu kavram özne olamaz. Bu kavramın özne olabilmesi için de
Marksizm-Leninizmin aşılması ve Post-Marksist olunması gerekir.
Negri denedi, “İmparatorluk”u kurmak ve “çokluk”u üretmek
için Marksizmi nasıl katlettiği bilinmiyor değil.
Karşı
karşıya kalınılan sorun, aşılamayan ve aşılamayacak olan
sorun veya ikilem tam da budur: Marksizm mi yoksa Post-Marksizm mi?!
Sıra
şimdi Anadolu coğrafyasında ezilenleri teorileştirenlere ve
ezilenler ideolojisi oluşturmaya çalışanlara geldi. Marksizmi
nasıl aştıklarını, nasıl Post-Marksist olduklarını veya
Post-Marksist olunması gerektiğini açıklıyorlar.
TP
akıl veriyor ve onan inananlar da o akıl doğrultusunda hareket
ediyorlar.
Ezilenleri
sınıf mertebesine çekmekle ezilenleri teorileştirmek ve ezilenler
ideolojisi oluşturmak arasında Çin Seddi yoktur. A diyen, bir gün
B de diyecektir. Önemli olan, en fazlasıyla, bunu nasıl
diyeceğindir.
TP
bunu nasıl yaptığını açıklıyor. Ona inananlar da aynı yoldan
devam ediyorlar.
Bunun
yol ve yöntemi çoktur. Ama örnek olsun diye bir yoldan bahsedeyim:
Hiçbir neden bulamazsanız “bu bir ajitasyondur” diyebilirsiniz.
Sonra da bu “ajitasyon”u propaganda seviyesine çekebilirsiniz.
İşi propaganda seviyesine getirdikten sonra ezilenleri
sınıflaştırma teorisine rahatça gidebilirsiniz. Artık yol
açılmıştır. Ezilenleri sınıflaştırma teorisini
derinleştirirken veya ezilenlerin teorisini yapma yolunda ilerlerken
işçi sınıfı kavramı ortadan kaldırmak için harekete
geçersiniz. Bu sınıftan hiç bahsetmemekle de aynı iş yapılmaya
başlanmış olur. İdeolojisiz sınıf olmayacağına göre bir de
ideoloji oluşturulur. Bunun için fazla uğraşmaya da gerek yok. TP
yol gösteriyor. Pazarlamak için elinin altında hazır bir
“Marksizm” var. “Ezilenlerin Marksizm”i. Onun ideolojik
önderliğini kabul edenler de Marksizm-Leninizmden değil,
ezilenlerin Marksizminden bahsederler.
TP,
“24
ayar” ezilencidir!
13.Tez
“Çalışanlar”,
“Emekçiler, “Ezilenler”…
Post-Marksizmin
ezilenci versiyonu coğrafyamızda varsa da ezilenler, yoksa da
ezilenler diyor. Sınıf farkı ortadan kaldırıyor. Post-Marksizm,
genel olarak “çalışanlar”dan pek bahsetmiyor ama ezilenler
kavramı işçi sınıfı kavramını gölgede bırakıyor. Tabi ki,
her ne kadar TP “tarih bilimsel bir kavram olan ‘işçi
sınıfı’nın konjonktürde eylemesi ve değiştirmesi söz konusu
olamaz, çünkü gerçek dünyada işçi sınıfı diye bir şey
yoktur. Gerçek dünyada mesela kanlı canlı Tuzla deri işçileri
vardır” (“Marksist Çağrı ve Ezilenler” yazısından)
diyerek işçi sınıfını kesin reddetse de siz, henüz onun
mertebesine erişemediyseniz ara sıra da olsa işçi sınıfından
bahsetmenizin bir sakıncası yoktur. Ezilenlerin teorisini yapan, bu
anlayışı sınıflaştıran Post-Marksizm hakkında Marks, Engels
ve Lenin şöyle düşünüyorlar:
“Marks
ve Engels, sınıfların farkını unutan ve basitçe üreticilerden,
halktan ya da emekçilerden söz eden kişilerle acımasızca
mücadele ettiler. Marks ve Engels’in eserlerini bir ölçüde
tanıyanlar, bütün bu eserlerde, basitçe üreticilerden, halktan,
emekçilerden söz edenlerle sürekli alay edildiğini unutamaz.
Genelde emekçi ya da genelde çalışan yoktur, bilakis ya tüm
psikolojisi ve tüm yaşam alışkanlıkları kapitalistçe olan –ve
başka türlü de olamayacak olan- üretim araçlarına sahip küçük
mülk sahipleri, ya da tümüyle farklı bir psikolojiye sahip olan
ücretli işçi vardır, kapitalistlerle antagonizma içinde, zıtlık
içinde, onlarla mücadele içinde bulunan büyük sanayinin ücretli
işçisi vardır” (Lenin: C. 32, s.
255, RKP(B)-X. Parti Kongresi).
Birtakım
genel kavramlarla politika yapılamayacağı, hele hele genel
kavramlarla ifade edilen sosyal toplulukların devrimin öznesi
olamayacağı, Marksist teorinin en çok bilinen klasiklerindendir.
Örneğin “çalışalar” kavramının kullanılmasında bir
sakınca yoktur. Önemli olan nerede ve niçin kullanıldığını
bilmektir. Ama ne zaman ki “çalışanlar” kavramı, devrim
öznesi söz konusu olduğunda, sınıf tanımlaması söz konusu
olduğunda Lenin tarafından şiddetle reddedilmiştir ve bu kavramı
kullananlarla alay etmiştir. “Herkes” çalışıyor! İşçi de,
köylü de, öğretmen de, küçük, orta, büyük burjuvazi de
çalışıyor! Ezilenler de çalışıyor!
Veya
herkes bir biçimde eziliyor, sömürülüyor!
Açık
ki ezilenci Post-Marksizm, mülkiyetin sınıfsal karakterini
önemsemiyor; ezilenler içinde küçük üreticiyi sömürülen özne
yerine koyarak; onun bu özelliğini ön plana çıkartarak ve özel
mülkiyete bağlılığını göz ardı ederek üretim araçlarının
mülkiyetini önemsizleştirmiş oluyor ve tam da bundan dolayı
“proleter“ olmak için işgücünün ”dolaylı veya dolaysız“
herhangi bir biçimde ”sömürülmesi“ yeterli oluyor. Sömürü,
ülkenin herhangi bir yerinde herhangi bir şekilde sermaye
üretimiyle ilişki içinde gerçekleşiyor. Yani ezilenci
Post-Marksizmin de iddia ettiği gibi herkes bir biçimde eziliyor
ve sömürülüyor.
“Çalışan”
kavramı, sınıfın yerine kullanıldığı için devrimin öznesi
konusunda hayaller yaymaya hizmet eder. Aynen ezilenler kavramı
gibi. İster demokratik isterse de sosyalist devrim olsun,
“çalışanlar” kavramı gibi çokluk ve ezilenler kavramı da
devrimin sınıfsal karakterini bulanıklaştırır, sınıfsal
hedefsizleştirir ve nihayetinde devrimin yerine reformları
hedefleyen bir sürece dönüştürür. Öyle ki, sorun bir komünist
partisini ezilenlerin partisine dönüştürmeye kalkışınca durum
daha da vahim olur. Demokratik devrime halk sınıf ve sosyal
tabakalarının katılımıyla bu güçlerle demokratik devrim
bazında ittifak söz konusu olduğu için halkın irade birliği
gerçekleştirilir. Hangi ülkede olursa olsun asgari programlar
genellikle böyle içeriklidir. Ama sorun sosyalist devrim olunca
durum tamamen değişir. Sosyalizmde halkın irade birliği söz
konusu değildir, olamaz da. Sosyalist devrim, mülkiyetin sınıfsal
karakterini değiştiren; radikal değiştiren; sistemin karakterini
radikal değiştiren bir devrimdir; yani toplumun ve ekonominin
örgütlenmesinde proletaryanın sınıfsal çıkarlarını temel
alan bir nitelik değişimidir. Ama her ezilen sosyalizmden yana
değildir; mülkiyetin sınıfsal karakterinin değişmesine; burjuva
mülkiyetten toplumsal, sosyalist mülkiyete geçişe evet demez. Bu
nedenden dolayı teoride ve pratikte ezilenlerle sosyalist devrim
gerçekleştirilemez. Ama ancak Marksizmin anladığı ve bugüne
kadar savuna gelinen sosyalizm anlayışından vazgeçerek, küçük
burjuva sosyalizm anlayışında konaklanılırsa, işte o zaman
ezilenlerle birlikte “sosyalist “devrim gerçekleştirilir.
Ezilenler
üzerinden parti, ideolojik, teorik ve örgütsel anlamda tasfiye
ediliyor demektir.
Uluslararası
alandaki tartışmaları göz önünde tutarsak diğer şeylerin yanı
sıra şunları da görürüz: Marksizmi aşanlar, yeni gelişmeler
temelinde onu geliştirdiğini sananlar; Marksizme dayanarak yeni bir
teori oluşturduğuna inananlar, Marksizmin devamcıları olduklarını
göstermek için olsa gerek, Marksist kavramları kullanmaktan
vazgeçmiyorlar. Yani Negri ve benzerlerinin Marksist olması gibi
bir durum çıkıyor ortaya.
Ezilenleri
sınıf yapan Post-Marksizmin tarihsel görevinin tasfiyecilik
olduğunu biliyoruz.
14.Tez
Yolun
sonu
TP'nin
2. sayısında (1996) yayınlanan “Ezilenler ve Marksizm” yazısı
2010 yılında adeta tekrarlanıyor. TP-ezilenci “Marksist”
tasfiyeciliği kural, hukuk, disiplin tanımaksızın
Marksist-Leninist, Marksist Leninist Komünist varoluşu ve ilkeleri
ayaklar altına alıyor.
Bu
makale serisinin 3. sayısında (TP Dünyasında Gezinti,
Post-Marksizmin, Post-Marksizme karşı mücadelesi) ezilenlerle
ilgili olarak TP'ye yöneltilen eleştiriye konu olan anlayışlar
tekrarlanıyor. Bu anlayışlarla Lenin'in “Program Taslağı”yla
ilgili eleştirilerini karşılaştırmak gerekir. Bunları bir
araya getirip irdelediğimizde yolun sonuna gelindiğini anlıyoruz.
Post-Marksizmin Marksist-Leninist, Marksist Leninist Komünist olma
diye bir iddiası kalmamıştır. Zaten öne sürülen görüşlerde
bu açıkça görülmektedir.
“Ezilenlerin
Marksizmi”, ezilenlerin taleplerinin bayraklaştırılmasından,
“ezilenden yana” olunmaktan ve bütün ezilen toplumsal kesimleri
sosyalizm bayrağı altında toplanmaya çağırmaktan bahsediyor.
TP, 1996'da formüle ettiği görüşü, aynı kelimelerle olmasa da
2010 yılında “Ezilenlerin Marksizmi” olarak tekrarlıyor.
Lenin
ise bu anlayışların yanlışlığını, proletaryanın ancak ve
ancak proletaryanın taleplerini bayraklaştıracağını ve aynı
zamanda da emekçi yığınların taleplerini destekleyeceğini döne
döne anlatır.
Sosyalist
devrimi gerçekleştirmeyi hedef edinen proletarya, özel mülkiyeti
savunan küçük üreticinin sınıfsal çıkarını bayraklaştırarak
üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçişi anlamına gelen
sosyalizmi nasıl savunabilir?
TP
1996'da, “Ezilenlerin Marksizmi” de 2010'da proletarya
“ezilenden yana”dır diyor. Ezilenden yana olmak görecedir.
Proletarya özel mülkiyet ilişkileri içinde olan emekçilerin
bütün çıkarlarından yana değildir.
“Ezilenlerin
Marksizmi”, proletarya, kapitalist sınıf egemenliğini devirmek
ve komünist topluma geçişi sağlamak biçimindeki tarihsel rolünü
ancak bütün ezilenlerin sosyalist önderi haline gelmek yolundan
oynayabilir diyor. Ama Lenin hiç de bu anlayışta değil. Lenin,
“proletarya, hiç de
küçük burjuvazinin “önder temsilcisi” değildir...
uluslararası komünist hareket... sadece
işçi sınıfının, işçi hareketinin
başındadır ve başka unsurlar bu sınıfa katılırlarsa, adı
üstünde bunlar, unsurlardır, sınıflar değil”. Aradaki
fark bu.
“Ezilenlerin
Marksizmi”ne göre ‘Ezilenlerin birliği’ ile ‘işçilerin
birliği’, çelişen hedefler değildir; işçi sınıfı bütün
ezilenleri birleştirme yeteneğine sahip yegane toplumsal güçtür.
İşçi sınıfı ayağa kalktığında, mücadelesi politikleştiği
ve topluma mal olduğu oranda, düzenle sorunu olan bütün güçleri
etrafında seferber etmekte, cepheleştirmektedir
diyor. TP bu görevi doğrudan ezilenlere veriyor ve ezilenlerin
merkezde durduğu bir mücadeleden bahsediyor.
Marksizm-Leninizme
göre işçi sınıfının “bütün ezilenleri birleştirme” diye
bir sorunu yoktur. Ne onları örgütleme, onlara önderlik etme ne
de sınıfsal çıkarlarını kendi sınıfsal çıkarları
mertebesine çekerek sahiplenme sorunu vardır. En azından Lenin
böyle diyor (Bkz.: Program Taslağı ile ilgili yukarıdaki
anlayışları).
TP
ve “ezilenlerin Marksizmi”, sınıf olgusunun merkezine
sömürülmeyi değil de ezilmeyi koydukları için ‘ezilenlerin
birliği’ ile ‘işçilerin birliği’ bağlamında işçi sınıfı
tarafından oynanan bu rolü oynayabilecek başka herhangi bir ezilen
toplum kesimi yoktur anlayışı savunuluyor. Görüyoruz ki kıstas
sömürülen değil ezilendir.
Post-Marksizmin
“ezilenlerin Marksizmi” versiyonu, işçilerin birliği,
ezilenlerin birliğinin temelidir, harcıdır anlayışı üzerinden
işçi sınıfının örgütlenmesi ne denli derin, sınıf bilinci
ne kadar gelişkin olursa, bütün ezilenleri birleştirmek ve
sosyalizm amacı etrafında seferber etmek de o kadar olanaklı olur
küçük burjuva sosyalizm anlayışına varmaktadır. Bu görüşün
ne denli saçma olduğu Marksizmin kurucuları Marks ve Engels
tarafından, sonrasında da TP'ye göre bir “yükselti”den öte
bir şey olmayan Lenin tarafından ortaya konmuştur. Buna rağmen
revizyonist, sınıf uzlaşmacı, Post-Marksist tasfiyecilik bu
anlayışını sürekli tekrarlar. Bu anlamda Post-Marksizmin
“ezilenlerin Marksizmi” versiyonu oldukça cüretkardır,
proletaryanın tarihsel rolünün toplumsal ve siyasal olarak
ezilenleri, sosyalizm için seferber ederek ve onlara önderlik
ederek, kapitalizmi devirerek sosyalizmi kurmak olduğunu savunur.
Özel mülkiyet savunucularıyla -örneğin ezilen küçük
üreticiler ile- toplumsal mülkiyet savunucularını -proletarya-
birleştirmek, onlara kapitalizmi devirtmek ve sosyalizmi kurdurmak
ancak ve ancak böyle olabilir!
Post-Marksizmin
“ezilenlerin Marksizmi” versiyonu proletaryanın öne
çıkışı, kendisini diğer ezilenlerin mücadelelerinden yalıtarak
değil, tam tersine bütün ezilenlerin sosyalist önderi haline
gelmesiyle mümkündür diyor. Burada Post-Marksizmin, farklı
açılardan aynı noktaya atış yaptığını görüyoruz:
Post-Marksizm bir taraftan işçi sınıfının tarihsel rolünü
inkar ediyor, “ezilenler” arasında önderlik söz konusu
olduğunda özel bir yerinin olmadığını söylüyor, TP örneğinde
olduğu gibi işçi sınıfının tarihsel rolünden bahsedenleri
-Marksist-Leninistleri- “işçicilik” yapmakla suçluyor, ama
diğer taraftan da Post-Marksizmin “ezilenlerin
Marksizmi” versiyonu örneğinde olduğu gibi, işçi sınıfının
tarihsel rolünü bütün ezilenlerin sosyalist önderi olmakla
yerine getirebileceği savunuluyor. Bir taraftan özel bir önderlik
konumunun olmadığı, ama diğer taraftan da bütün ezilenlerin
sosyalist önderi olması dillendiriliyor. Bütün ezilenler
sosyalist önderliği kabullendiklerine göre, bütün ezilenlerin
sosyalist olması gerekir. Bu durumda mücadelenin örgütlenmesi ve
sınıfsal içeriği bakımından işçi sınıfı-ezilen ayrım da
ortadan kalkar. Açık ki, amaç her iki durumda da işçi sınıfının,
sınıf olarak varlığı ve toplumsal konumuyla ilgilidir. Buna
rağmen, işçi sınıfının bütün ezilenlerin sosyalist önderi
olması anlayışı -işçi sınıfını yok sayma anlayışından
bağımsız olarak ele alınsa dahi, sonuç itibariyle sınıf
uzlaşmacılığına götürmektedir. Bu nedenle -sınıf
uzlaşmacılığı nedeniyle- Lenin, bu sınıf uzlaşmacılığı
anlayışın tam tersini savunuyor. Lenin, proletarya,
bırakalım tüm ezilenleri, onların bir kısmının dahi önderi
olamayacağını savunuyor.
Post-Marksizmin
“ezilenlerin Marksizmi” versiyonuna göre proletarya, kendisini
yeniden bağımsız bir siyasal güç haline getirme mücadelesini,
ezilenlerin, yoksulların, dışlananların mücadeleleri zemininde
yürütmek zorundadır; Post-Marksistlerin baktığı yerden
çokluğun herhangi bir parçasıdır ve işçici doktrinerlerin
baktığı yerden ise, safi proleter olmayan hiçbir hareket ilgiye
değmez.
Bu
durumda işçici doktriner olmak istemiyorsanız, örneğin Marks,
Engels, Lenin ve Stalin olmak istemiyorsanız yoksulların,
dışlananların, çalışanların; bilumum ezilenlerin mücadelesini
örgütleyerek sosyalizme gidebilirsiniz.
Post-Marksizmin
“ezilenlerin Marksizmi” versiyonu Post-Marksizmi eleştiriyor.
Yani TP'yi, Negri'yi ve nihayetinde farkına varmadan kendisini
eleştiriyor. Post-Marksistler işçi sınıfını çokluğun
herhangi bir parçası olarak görüyorlarmış ve Post-Marksizmin
“ezilenlerin Marksizmi” versiyonu ise onlar gibi görmüyormuş.
Yani herhangi bir parçası olarak görmüyor, önderlik özelliği
olan bir parçası olarak görüyor.
Burada
Marksizm-Leninizm de işçici doktrin oluyor. TP'nin bir Marks'tan
iki Marks; bir Lenin'den iki Lenin üretmek için nasıl uğraştığını
biliyoruz. Ezilenci Marks-işçici Marks ve ezilenci Lenin-işçici
Lenin anlayışı yukarıda görüldüğü gibi Post-Marksizmin
“ezilenlerin Marksizmi” versiyonu, yani TP ve onun ideolojik
etkisi altında olanlar tarafından savunulmaktadır.
Soruna
Post-Marksizmin “ezilenlerin Marksizmi” versiyonu açısından
bakıldığında her iki anlayışın arasına sıkıştırılmış,
ilkinden farkı olmayan ama farklıymış gibi gösterilen başka
bir anlayış karşımıza çıkıyor: Proletarya, kendisini yeniden
bağımsız bir siyasal güç haline getirme mücadelesini,
ezilenlerin,
yoksulların, dışlananların mücadeleleri zemininde
yürütmektedir. Demek ki yoksullar, dışlananlar ezilenlerden
farklı kesimleri ifade ediyorlar!
Ezilenler
anlayışına göre ezilenler arasında sınıfsal, sosyal tabakasal
ayrımı önemsizdir. Dolayısıyla “ezilenlerin Marksizmi” de
ezilenler arasında nitel bir ayrım yapmıyor. “Ezilenlerin
Marksizmi” bu anlayışına dayanarak, işçi sınıfı ve
ezilenlerin birliği ekseninin kapitalist üretim ilişkilerinin
egemenliğine son vermeyi amaçlıyor. İşte bu anlayış işçi
sınıfıyla ezilenleri aynı potada eritme , bir ve aynı sınıf
yapma anlayışıdır. Neden kendinizi bu kadar zorladığınızı
anlayamıyorum. “Ant-küresel hareket”in unsurlarını,
“Occupy'cileri” ve “öfkelileri” bir çırpıda
antikapitalist ilan eden anlayışlar var. Bunlar daha kısa yoldan,
bir çırpıda işçi sınıfını ve ezilenleri aynı potada
eritmekteler.
Uluslararası
alanda çokluk-ezilenler teorisini savunanlar, 21. yüzyılın
Mevlanalarıdır. Bunlar, Marksizmi işçi sınıfının ideolojisi
ve dünya görüşü olmaktan çıkartıyorlar ve onu ezilenlerin
ideolojisi ve dünya görüşü yapmaya çalışıyorlar. Marksizmi,
işçi sınıfının ötesine geçerek, özel mülkiyetle bağı olan
sınıflarla, ezilenlerin işçi sınıfı ötesindeki
bileşenleriyle ilişkilendirmek; onların ideolojisi ve dünya
görüşü olarak ilişkilendirmek, Marksizme ihanetten, onu tasfiye
etmekten başka bir anlam taşımaz.
Türkiye’de
bu işler tesadüfen mi oluyor? Tesadüfen arka arkaya gelen,
birbirini takip eden gelişmelerden bahsedemeyiz. İşçi sınıfının
tarihsel rolü, ezilenlerin sınıf olduğunun kabul ettirilmesi
oranında önemsizleştiriliyor. Marksist-Leninist teoriler,
anlayışlar, ilkeler adım adım sulandırılıyor, belli renkler
tanınamaz hale getiriliyor. İnsanlar, alıştırılıyor.
Renksizlik, sulandırılmış anlayışlar kanıksatılıyor.
Memleketin siyasal manzarasına baktığımızda bunun sayısız
örneklerinin olduğunu görüyoruz. Bu işin başını da TP ve
“mavi boncuk” sahipleri çekiyor.
Uluslararası
planda konuya ilişkin görüşler üretildikçe bunlar Türkiye’ye
de yansıyacaktır. Kaçınılmaz olarak böyle olacak. Sorun ne
“ezilenler birleşin” veya da “dünyanın bütün ezilenleri,
işçi sınıfıyla birleşin” ile sınırlıdır. A diyen B de
diyecektir. Veya anlayışının takipçisi olmak isteyen bunu
mutlaka yapacaktır. Bunlar zaten ekonomik gelişmeler ve sistem
analizi bakımından yapılmaktadır. Küreselleşmeye, spekülatif
sermayeye veya genel olarak emperyalist küreselleşmeye yapılan
atıflar, toplumsal alanda ezilenlerin ön plana çıkartılmasıyla
karşılık bulmaktadır. Bunların böyle olması hiç de tesadüfi
değildir. Ne yani artı değer üretiminin damarlarını tıkarsan,
ister istemez işçi sınıfını ortadan kaldırırsın ve sermayeye
karşı mücadele edecek özne derdine düşersin! Yoksa değil mi?
Rahmetli N. Kurz bunları, düşüncelerinin Anadolu coğrafyasında
yeşermeye başladığını duysaydı acaba ne derdi?
Bu
anlayışlara göre (sermayenin genişletilmiş yeniden üretim
koşullarının yok olması, artı değer üretimi damarlarının
tıkanması) işçi sınıf, “küreselleşme” ve fiktif mali
sermaye hareketi tarafından yok edilmektedir. Böyle bir sınıfın
varlığı yok sayılmaya çalışılmaktadır. Böylelikle
uluslararası alanda ezilenler teorisinin maddi temeli oluşturulmuş
oluyor. Ezilenlerin, herhalde yeni bir “sınıf” olarak maddi
temeli oluşturulduğuna göre, bu maddi temel üzerinden onun
ideolojisi, dünya görüşü de oluşturulacaktır. Bütün bunların
toplamı; bir bütün olarak ezilenler teorisi, işçi sınıfının
ideolojik ve sınıfsal olarak tasfiye edilmesi anlamına
gelmektedir. Bu tasfiye, işçi sınıfı kavramından çok ezilenler
kavramının kullanılmasıyla zaten yapılıyor. Günümüzde
Post-Marksizmin tarihsel görevi budur.
Emperyalist
burjuvazi, ideologlarını, küçük burjuva unsurları dolaylı ve
dolaysız ilişkiler içinde örgütlüyor, üretmeleri için
olanaklar sağlıyor ve bunlar da emperyalist burjuvazinin istediği
yönde teoriler üretiyorlar. Şu son 10-20 sene içinde bu alanda
üretilen teoriler saymakla bitmez. Ama bir şey kalıcı olmuştur.
Küreselleşme ile üretim ve işçi sınıfı arasında kurdukları
ilişki inandırıcı olmaya devam ediyor. Gelişmelere, ortaya çıkan
sorunlara cevap veremeyen küçük burjuvazi, yalpalamakta, Marksist
teoriye şüpheli bakmaya başlamakta, güya sürekli “yeni”nin
peşinde olduğu için Marksizmin özünün hiçbir zaman
eskimeyeceğinin, sürekli yeni olarak kalacağının farkında
değil. O, yeni olanı, küreselleşmede, onun dalgalarında,
spekülatif sermayede aramaktadır. Yok edilemeyen işçi sınıfını
yok saymanın yegane yolu bu. Emperyalist burjuvazi tam da bunu
istiyor. İşçi sınıfını yok etmek, sosyalizmi alternatif olarak
yok etmek anlamına gelir. Emperyalist burjuvazi bu manevrasıyla
tarihin akışın daha ne kadar yavaşlatabilir, bu bilinmez, ama
gerçek olan şu ki, ideolojik, toplumsal ve teorik alanda
küreselleşme, ideolojisizleştirmedir, sınıfsızlaştırmadır ve
teorisizleştirmedir. Yani her alanda tasfiyeciliktir. Post-Marksizm
tam da bu görevi üstlenmiş durumdadır. Şimdiye kadar TP'den
bolca, adeta propagandasını yapar gibi aktardığımız anlayışlar
bunu göstermiyor mu? Bu derginin ideolojik önderliğini kabul
edenlerdeki ezilenler ve ezilenlerin Marksizmi ısrarı başka neyin
ifadesi olabilir?
Ezilenci
Post-Marksizmde demagoji boldur. TP'den örneklerini verdik. Başka
bir demagoji de şöyle: İşçilerin burjuvalarla olan çelişkileri
doğrudan üretim biçiminden gelir ve bu yüzden antagonisttir. Bu
antagonizma sermaye üretimi ile ilişkileri bakımından artık
bütün ezilen emekçi tabakalar için de geçerlidir!
Sermaye
üretimi artı değer üretimidir (karın çoğaltılması değildir).
Ama Post-Marksizmin “ezilenlerin Marksizmi” versiyonu sorunu
böyle anlamıyor; açık ki hizmet sektöründe çalışan herkesin
sermaye ürettiği görüşünde. Bundan dolayı bu ayrım yapılıyor
ve bu antagonizma sermaye üretimi ile ilişkileri bakımından artık
bütün ezilen emekçi tabakalar için de geçerlidir deniyor. Ve
devamla bugün sınıfsal olarak ezilenlerden bahsediyoruz denerek
ezilenler sınıflaştırılıyor. Tabii böyle bir anlayış sadece
Post-Marksizmin “ezilenlerin Marksizmi” versiyonu ait değildir.
Post-Marksizmin “ezilenlerin Marksizmi” versiyonu bu anlayışı
başkalarından almıştır. Almaya karşı değiliz, ama nereden
alındığı söylenirse insanlar neyle karşı karşıya olduklarını
daha iyi anlarlar.
Ezilenler
de bir çırpıda sermaye üretimi ile ilişkileri bakımından işçi
yapıldıktan sonra toplumda geriye sadece kapitalistler ve işçiler
veya ezilenler kalmaktadır. Böylece kapitalistler karşısında
toplum, sınıfsal ayrımdan arındırılmış oluyor; işçi,
emekçi, mühendis, doktor, bürokrat, öğretmen vb. yoktur artık
veya ezilenlerin birer bileşenidir! Kapitalistler karşısında
herkes, bütün farklılıklarını koruyarak aynı düzeyde özne
olmuşlardır; çokluk olmuşlardır, ezilenler olmuşlardır! Bu
görüş Negri'den alınmıştır.
Ezilenler
teorisi, aynı zamanda, emperyalist burjuvazinin “elveda
proletarya” bağlamında, “teoriler dünyası geride kaldı”
bağlamında ideolojik ve siyasi saldırısının; modern revizyonist
blokun ideolojik çöküşü ve tahribatının "sol"
içindeki bir yansımasıdır da. Bu tasfiyeciliği Marksizme,
Marksizm-Leninizme karşı cepheden ideolojik mücadeleye
dönüştürerek sürdüren de Post-Marksizmdir.
TP
ve ona öykünenler bunu yapmıyorlar mı? Veya daha ne kadar açıktan
yapmaları gerekir?
TP
ve Post-Marksizmin “ezilenlerin Marksizmi” versiyonunun Marksist
sınıf ve devrim teorisini sulandırmadığını söyleyebilir
miyiz?
Uluslararası
alanda çokluk teorisini geliştirenlerin ideolojiyi ve teoriyi
revizyona tabi kıldıkları ve sınıf uzlaşmacılığını
savundukları ve yerli Post-Marksistlerin de aynı yolu takip
ettikleri açık değil mi?
Bütün
bunların yeni bir Marksizm oluşturmak için yapıldığı ve yeni
bir Marksizmin de oluşturulduğu, bu Marksizmin adının da
“ezilenlerin Marksizmi” olduğu TP tarafından açıklanmadı mı?
Onun ideolojik önderliğini kabul edenler de günümüzde Marksizm
“ezilenlerin Marksizmi”dir demiyorlar mı?
Post-Marksizmin
“Ezilenlerin Marksizmi” versiyonunun Marksizmi teoride ve
ideolojide “yamalı bohça”ya dönüştürmenin bir adımı
olduğunu; sınıfa değil, sınıflara, somutta da ezilenlere
dayandığını; ideolojiye –somutta da Marksizm-Leninizme- değil,
ideolojilere dayandığını; teoriye –somutta da
Marksist-Leninist- değil, teorilere dayandığını göz ardı
edebilir miyiz?
Post-Marksizmin
“Ezilenlerin Marksizmi” versiyonu, şu anlayıştan bu anlayıştan
aldığı görüşleri bütünselleştirmeye çalışıyor ve böylece
de eklektizmin kaba bir örneği oluyor. TP bunun aynasıdır.
Ezilenleri işçi sınıfının yerine koymak, ona tarihsel misyon
yüklemek için öne sürülen savların uygulanması durumunda
pratikte ortaya çıkacak pragmatizm ve eklektizmin derinliğini
düşünebiliyor musunuz? Pragmatizm, eklektizm ve tasfiyecilik
olmaksızın yeni bir Marksizm oluşturulamıyor.
Post-Marksizmin
“Ezilenlerin Marksizmi” versiyonu, mücadele ve örgütlenme
anlayışını, sınıf partisini, sınıf çıkarlarını ortadan
kaldırıyor ve yerine en fazlasıyla küçük burjuva devrimciliğini
getiriyor.
Post-Marksizmin
“Ezilenlerin Marksizmi” versiyonu, teoride, kitle çizgisinde
“rengi” solduruyor, baktığı zaman isteyenin istediği rengi
gördüğü, ezilenler adına herkesin yer alabileceği, sınıf ve
ideoloji ayrımının ortadan kaldırıldığı bir yapı öngörüyor.
Post-Marksizmin
“Ezilenlerin Marksizmi” versiyonu, Marksizm-Leninizm’den
Marks’ın, Engels’in, Lenin’in ve Stalin’in anladıkları ve
geliştirdikleri Marksizmden (Marksizm-Leninizmden) açık bir
sapkınlıktır.
Ezilenler
kavramının 21. yüzyılın eşiğinde yeni bir anlam kazanmasının
toplumsal gelişmeyle, değişimle hiçbir ilişkisi yoktur. Bu
konuda TP ve onun ideolojik önderliğini kabul edenler kendilerine
boşuna bir pay biçiyorlar. Bu kavrama yeni anlam yükleyenler,
kapitalizmde/emperyalizmde Marksist sınıf teorisi ve analizine
karşı çıkanlardır;
Post-Marksistlerdir. Bunların başında da Negri gelmektedir.
Öncelikle bu küçük burjuva anarşist çevrenin çabasıyla bu
kavram yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Bildiğim
kadarıyla Negri'nin bu anlayışı Anadolu coğrafyası dışında
pek tutmamıştır. Yani uluslararası alanda hiçbir
Marksist-Leninist, Marksist Leninist Komünist örgüt veya parti
ezilenleri işçi sınıfı yerine koyma çabası içinde olmamıştır.
Ezilenler, coğrafyamızda TP ve onun izinden gidenler tarafından
özneleştirilmeye çalışılmaktadır. Teorinin
içeriği oldukça açık: İşçi sınıfı diye bir sınıf yok;
ezilenler var ve Marksizm-Leninizm yok; “ezilenlerin Marksizmi”
var. Bir kısım insan da bu konuda Negri ve TP'ye öykünmektedir.
Post-Marksizmin
“Ezilenlerin Marksizmi” versiyonunun “harikalar diyarı”:
Ezilenlerin
özneleştirilmesi serüveni: Post-Marksizmin “Ezilenlerin
Marksizmi” versiyonu, kapitalist toplumda çelişkilerin çözümünü
emek-sermaye arasındaki çelişkide aramıyor. Bu çelişki artık
önemsizleşmiştir deniyor. Ezilen-ezen çelişkisi emek-sermaye
çelişkinin önüne konuyor, en fazlasıyla ezilen-ezen
çelişkisine tabi kılınıyor. Emek-sermaye çelişkisinin
çözülmesini gerçekleştirecek olan özne bellidir. Yani sosyalist
devrimin devrimci ve karşı devrimci özneleri bellidir. Peki aynı
durum ezen ve ezilen bakımından da belli midir? Değil.
Emek-sermaye çelişkisi ikinci plana itilerek veya yok sayılarak
kimin kime karşı niçin mücadele ettiğinin pek bilinmediği;
devrimin mi, reformların mı söz konusu olduğunun pek bilinmediği
bir toplumsal yapı ortaya çıkar. Yani ezilen ve ezenden ibaret bir
dünya. Bu anlamda uluslararası tartışmalara baktığımızda
yeteri kadar aydınlanıyoruz: Emeği değersizleştirenler, yok
sayanlar ve dolayısıyla işçi sınıfını yok sayanlar; sermaye
hareketinin ve ilişkilerinin her bir sürecinde faal olanları;
çalışanları aynılaştıranlar; yani ezilen yapanlar karşımıza
çıkıyor. Bunların bir kısmı kendine “Marksist” demekten de
geri kalmıyor. Bir kısmı Marksizmi aştığı anlayışındadır.
TP ve onun ideolojik izinden gidenler gibileri artık Marksizmin
toplumsal gelişmelere cevap verecek durumda olmadığı
anlayışındalar. Hepsinin ortak yönü, toplumun sınıfsal
yapısının geriye dönüşümü olmayacak derecede değiştiğidir.
Yani emek-sermaye çelişkisinin artık tarihe karıştığıdır.
Bunlara göre çağ atlanmıştır, emperyalizm ötesi bir düzen
söz konusudur veya küreselleşme yeni bir aşamadır. Tabii bu yeni
toplumun -kapitalizm/emperyalizm olmadığına göre hangi ekonomik
ilişkiler temelindeyse- yeni sınıfsal ilişkileri de olmalıdır.
İşte bu ilişkiler ezen-ezilen ilişkisidir. İşte bu ne olduğu
pek belli olmayan, ama emperyalist burjuvazinin düşünce
fabrikalarında, üniversitelerinde beslediği birtakım “eski
tüfekler”den, küçük burjuva aydınlardan, Marksizm
“geliştiricileri”nden vb. oluşan ve birbirine karşı da
“atıp-tutan” “kadro” veya hareketler tarafından dizayn
edilen bir toplum düzeniyle karşı karşıyayız. Bunlar kim mi?
Bunlar, emperyalist küreselleşme sürecinde her şeyin geriye
dönüşümü olmayacak bir biçimde değiştiğini savunan
Post-Marksistlerdir. Abartmayayım; en azından artı değer
üretiminin artık imkansızlaştığını, ezilenlerin de işçi
sınıfından olduğunu; onların da sosyalist devrimin öznesi
olduğunu savunan Post-Marksistlerdir.
Ezilenler
kavramının, proletaryanın, işçi sınıfının yok olduğu veya
önemsizleştiği; emeğin önemsizleştiği anlayışına
dayandırılması, geriye çalışanların kalması; ezilenler
kavramının “küreselleşme” dalgasıyla eş zamanlı olarak
yaygınlaşmasının ve kullanılmasının tesadüfi olmaması;
sınıfsal farkın ortadan kaldırılması, emperyalist küreselleşme
saldırılarının üzerimizdeki tasfiyeci etkisidir; ideolojik,
teorik, sınıfsal ve nihayetinde örgütsel etki: Sınıf yok! Sınıf
partisi yok ve ideolojisi de yok! Ezilenler yığını var. Ezilenler
örgütü olacak ve ezilenler ideolojisi olacak!
Post-Marksizmin
“Ezilenlerin Marksizmi” versiyonu böyle diyor.
Gelişmenin
yönünün ne olduğunu TP'nin planlamasından çıkartabiliriz:
TP'nin
gelişmesindeki iki aşama, ideolojisi “ezilenlerin Marksizmi”
olan partiye işaret etmektedir.
Sürecin
ilk aşaması:
Bu
aşamada işçi sınıfı yerine ezilenlerin özne olarak kabul
edilmesi temel amaçtır. Bu süreçte ezilenler kavramı işçi
sınıfının yerini alacak biçimde kullanılarak özneleştirilmeye
çalışıldı. “Ezilenlerin Marksizmi” adında yeni bir Marksizm
oluşturulmaya çalışıldı. TP bunu yaptı.
Sürecin
ikinci aşaması:
Bu
aşama partileşme aşamasıdır. Karışık bir süreç. Bu karışık
süreci TP, ilk aşamayla bağlam içinde şöyle anlatır:
“Başta
esas amacımız, Marksizm için bir teorik-politika misyonu
oluşturmaktı. Geçen zamandan sonra, Teori ve Politika’nın bir
teorik-politik akım olduğunu kabul ve iddia ediyoruz. Zayıf bir
teorik-politik akım. Ancak bu bir ‘ilerleme’dir. Öte yandan,
pratik-politik Marksizmin belirli bir ağırlığı kabulünden
hareket ediyorduk. Bugün bu göreli ağırlığın bir alt seviyeye
düştüğünü öngörüyoruz. Teori ve Politika, başta, tutarlı
olduğuna kanaat getirdiğimiz bir model kurmuştu. Bugün modelin
oluşturucu öğelerinin en önemlisi devreden çıkmadı ama
ağırlığını, modeli yeniden kurgulamayı gerektirecek ölçüde
azalttı”.
TP,
gelecekteki partisini -‘Ezilenlerin Marksist Partisi’ni- bu
modele göre tasarlamış:
“Teori
ve Politika misyonunu gelecekte ortaya çıkması beklenen bir
partiyi esas alarak yürütüyor. Bunu şimdiki koşullarda,
ezilenlerin Marksist nitelikli devrimci partisi olarak ifade
ediyoruz. Bu “parti”, gerçek varoluşunun zeminini
pratik-politik Marksist örgütlerde buluyor; ideolojik grup
konumunda olan oluşumların ve Teori ve Politika gibi varoluş
tarzlarının oluşturduğu maddi varlığı yanında, bir de
giydirilmiş, ve gelecekteki bir varlığı da içeren genel bir
bünye oluşturuyordu imgelemimizde. Bu parti, özel olarak, şu an
ve yerde pratik-politika yapan bir parti değildi, ama bu işi
üstlenen bileşenleri vardı. Geçen dönemden sonra, ezilenlerin
Marksist devrimci partisinin gerçek pratik-politik ayağı zayıfladı
ve bu alanda bir boşluk oluştu. Politik Marksizmin kapsadığı
alan, Teori ve Politika’nın başlangıç yıllarına göre,
kategorik niteliğini tartışma konusu yapacak bir şekilde
küçüldü”.
“Günümüzde,
‘Bütünsel Marksizm’in, bir başka deyişle, ‘Ezilenlerin
Marksist Partisi’nin varlığının önkoşulları ‘programatik’
terimlerle belirmiştir”.
TP'nin
on yıllık çabası sonucunda güya kendine özgü Post-Marksist
anlayışlarını, “Ezilenlerin
Marksist Partisi’nin varlığının önkoşulları”nı
“programatik” olarak oluşturuyor.
Bu, tamamen yeni bir durumdur; TP, varoluş sürecinin ikinci
dönemine partileşecek derecede güçlü giriyor ve uluslararası
komünist hareketin; Marksizm-Leninizmin tarihinde görülmemiş bir
partiden -en azından ben bilmiyorum-, “Ezilenlerin
Marksist Partisi”nden ve onun
varlığının ön koşulu olan programatik belirlemelerden
bahsediyor.
Böyle
bir aşamaya girdiğini de şu ifadelerle açıklıyor: “Teori
ve Politika’nın uğraşını, bir anlamda, burada dile getirmeye
yöneldiğimiz ‘program’ın öncüllerini ortaya koymak şeklinde
ifade edebiliriz. Teori ve Politika, on küsur yıldan beri ortaya
koyduğu Marksizm anlayışının politik belirimlerinin vücut
bulacağı bir döneme girmekte olduğumuz görüşündedir”
(TP; “Post-Devrimcilik Dönemi – 2” yazısından).
Coğrafyamızda
Post-Marksizm önümüzdeki dönemde hiçbir koşul altında Marksist
kavramları kullanmaktan vazgeçmeyecektir. Tarihsel görev
tasfiyecilik olduğu için Marksizmi savunuyor, geliştiriyor
gözükerek tasfiyecilik yapacaktır.
Uluslararası
operatif unsurlar, öncelikle “Ortodoks” Marksizmle bağların
kopartılması gerektiğini, ama bunun kolay olmayacağını
biliyorlar. En azından bir buçuk asırlık Marksizmi, kısa zamanda
başkalaştırmak, çarpıtarak “ezilenlerin Marksizmi” haline
getirmek her tasfiyecinin üstesinden gelebileceği bir iş değildir.
TP ve onun ideolojik önderliğini kabul edenler bunu deniyorlar.
Belli
bir sınıfın dünya görüşü olarak Marksizmin reddedilmesi için,
ideolojinin içeriği ezilenlerle dolduruluyor. Negri boşuna
“çokluk” üzerine kitap yazmadı. Marksizmin belli bir sınıfın
dünya görüşü olmadığı veya artık olamayacağı, sınıfın
yerini ezilenlerin aldığı veya artık alması gerektiği sürekli
işleniyor. Coğrafyamızda TP bunun bayraktarlığını yapıyor.
Onun ideolojik önderliğini kabul edenler de ona öykünüyorlar.
Böylece işçi sınıfına değil, ezilenlere tarihsel misyon
yükleniyor; işçi sınıfı ideolojisinin yerini ezilenlerin
“ideolojisi”nin alması için maddi zemin oluşturuluyor.
Bunu
yapabilmek için işçi sınıfından yana olmak anlayışının
yerini “ezilenlerden yana olmak” anlayışının alması gerekir.
Zaten TP-Post-Marksizmi ve onun ideolojik etkisinde kalanlar bunu
açıkça dile getiriyorlar. “Ezilenlerden yana olmak her şeyin
ontolojik başıdır. Bu önsellik sağlanmadan Marksist olunamaz”
(TP; “Ezilenlerin Marksizmi” makalesinden).
TP'deki
birçok yazıda dile getirildiği gibi yolun sonu ezilenler
birleşin olmalıydı. Öyle de olmuştur:
“Ezilenler
birleşin”!
Post-Marksist
demagogların uluslararası arenada bilimsel araştırma adına
ektikleri, Anadolu coğrafyasında ezilenler olarak yetişiyor:
Neden
Negri'nin “çokluk”u TP'nin ve onun ideolojik önderliğini kabul
edenlerin “ezilenler”i olmuyor ki? Neden alınıyorsunuz? Neden
Negri denince “cin çarpmış” gibi oluyorsunuz? TP bunu bir
türlü izah edemiyor.
Sorulması
ve cevaplandırılması gereken sorular:
-Ezilenler
teorisi, işçi sınıfının üretken çekirdeğini reddetmekle
kalmıyor, aynı zamanda örgütlü işçi hareketinin sermayeye
karşı mücadelede merkez olduğunu da, belirleyici olduğunu da
inkar ediyor. Bu, Negri’den alınmış bir anlayıştır. Sınıfı,
onun adını anarak inkar etmek ve yerine çokluğu, yani ezilenleri
getirmek anlayışıdır. Ezilenleri kavram ve sınıf mertebesine
çıkartmak, sınıf kavramını tamamen sulandırmaktan ve şekilsiz
çokluk kavramını sınıf olarak kullanmaktan başka bir anlam
taşımaz. TP böyle bir eleştiriyle karşı karşıya kalmamak için
an'cılık yapıyor; genel olarak işçi sınıfını ve ezilenleri
değil, somut olanı; an'daki işçileri ve an'daki ezilen
bölüklerini tanıyor. TP tarafından işçi ve ezilen olarak kabul
edilmek için “seferi” durumda olacaksın, “hareket halinde”
olacaksın.
-”İmparatorluk”
kitabında işçi sınıfının siyasal mücadelesinde önderliği
reddedilir ve bunun yerine kapitalizm tarafından sömürülenlerin,
ezilenlerin kendiliğinden gelişen siyasal bilincine tapıcılığın
propagandası yapılır. Post-Marksizm bu anlayışı karşımıza
ezilenlerin sınıf mertebesine çıkartılması, proletaryanın
siyasal parti olarak örgütlenmesinin reddi olarak çıkmaktadır.
-“Proletaryanın
sınıf bileşimi değişti ve bunu anlamak zorundayız. Proletarya
için başka bir kavram kullanıyoruz ve işgücü doğrudan
sömürülenlerin ve üretimde ve yeniden üretimde kapitalist
normlara tabi olanların hepsini bu kategori içinde topluyoruz”
(A. Negri; Agk., s. 66).
Negri’nin
bu anlayışını Anadolu coğrafyasında Post-Marksizm ezilenler
sınıfı olarak karşımıza çıkartıyor. Yani “kapitalist
normlara tabi olanların hepsi” ezilenler sınıfının bir
parçasıdır. Hal böyle olunca ezilenlerin sosyalizm için
mücadele ettiklerini savunmak doğallaşıyor.
Negri’nin
anlayışına göre sanayide işçi sınıfı, proletaryanın
evriminde sadece ve sadece bir anı ifade ediyor. Sanayide işçi
sınıfı önemini geçen yüzyılın ’50’li yıllarına kadar
korudu. Teknolojik gelişme, proletaryanın bileşimini de
değiştirdi. Hardt ve Negri, bu anlayışlarına dayanarak sanayide
işçi sınıfının artık “yok olduğunu” (s. 66) savunuyorlar.
Bunun “kuyruklu bir yalan” olduğu tartışma götürmez. Ama
ezilenler teorisini savunan Post-Marksistlere de Negri gibi aynı
anlayışı savunuyorlar.
Ne
diyelim, Negri kılavuz olunca ancak bu sonuca varılabilir.
Sonuç
itibariyle ezilenler, “ezilenlerin Marksizmi” bağlamında şunu
söyleyebiliriz:
1-”Ezilenlerin
Marksizmi” sınıf uzlaşmacılığıdır; işbirlikçi büyük
burjuvazi dışında kalan sınıf ve toplumsal tabakaları işçi
sınıfı ile aynı kategoriye koyan, onları ezilenler adı altında
aynılaştıran Post-Marksist bir anlayıştır.
2-”Ezilenlerin
Marksizmi”, salt ezilenleri sınıflaştırdığı için
kapitalizmde nesnel gerçekliği, burjuva toplumun iki ana sınıfa
-burjuvazi ve işçi sınıfı- ayrışmış olduğunu ve bunların
uzlaşmaz çelişki içinde olduğunu reddettiği için
Post-Marksist anti-sınıfçı bir anlayıştır.
3-”Ezilenlerin
Marksizmi”, kapitalizmde işçi sınıfının tarihsel misyonunu
ve geleceği kurabilecek, sosyalizmi gerçekleştirebilecek yegane
sınıf olduğunu reddettiği için sosyalist devrimi reddeden bir
Post-Marksist anlayıştır.
4-”Ezilenlerin
Marksizmi” farklı sınıfları ve sosyal tabakaları, onların
özel mülkiyetle ilişkilerini; üretim araçlarının mülkiyeti
bazında varoluş nedenlerini reddetmekle, sınıflı toplumlarda
-somutta da kapitaizmde- mülkiyetin sınıfsal karakterinin reddeden
Post-Marksist bir anlayıştır.
5-”Ezilenlerin
Marksizmi” üretim araçlarının mülkiyetinin sınıfsal
karakterini reddettiği için bu mülkiyet üzerinde yükselen
hukukun, devletin; bir bütün olarak üst yapının ve ona tekabül
eden alt yapının sınıfsal karakterini de reddeden bir
Post-Marksist anlayıştır.
6-Nihayetinde
“ezilenlerin Marksizmi”, Marksizmin, Marksizm-Leninizmin
postmodern tarzda içinin boşaltılmasıdır.
Yukarıda
ele aldığımız nedenlerden dolayı şunu söyleyebiliriz:
1-
Ezilenler, sınıf partisi; komünist partisi ve sosyalizm için
mücadele perspektifine göre içeriklendirilemez. Ancak küçük
burjuva sosyalizmi perspektifine göre içeriklendirilebilir. Bu
konularda Marksist teori ile küçük burjuva teori arasında ortak
bir yan yoktur. Bu nedenle ezilenlerin hepsini sosyalizmin
güçlerinden saymak, küçük burjuva sosyalizmini savunmaktır.
Ezilenlere sınıfsal içerik vermeye çalışan Post-Marksizm, bu
anlayışından dolayı sonuç itibariyle en fazlasıyla küçük
burjuva sosyalizmini savunabilir.
2-
Ezilenlerin sınıfsal bileşimi, tek sınıf iradesini, dolayısıyla
komünist partide proletaryanın sınıf iradesini dışlar.
Ezilenlere kendinde olmayan sınıfsal içerik vermek, komünist
partide sınıf iradesinin tekliğini, paylaşılmazlığını
reddetmektir. Aksini savunmak sınıf uzlaşmacılığıdır, irade
uzlaşmacılığıdır.
3-
Ezilenlerin bütün bileşenlerini karakterize eden bir mülkiyet
türü ve mülkiyet ilişkileri yoktur. Dolayısıyla ezilenlerin her
bir bileşeni son kertede kendi sınıfsal çıkarları için
mücadele eder. Bu anlamda da ezilenlerin bileşenlerinden işçi
sınıfı ile küçük burjuvaziyi sınıfsal aynılaştıran,
aralarındaki irade farklılığını silip, onları tek irade
birliğinde bir araya getiren bir siyasal yapı düşünülemez. Ama
Post-Marksizm düşünebiliyor.
4-
Her ezileni sosyalizmin güçlerinden saymak boşuna bir çabadır;
sınıf uzlaşmacılığıdır, küçük burjuva sosyalizmidir. Her
ezilen sosyalizmden yana değildir ve olamaz da.
5-Komünist
partisi politikasının bilimsel temelleri ile ezilenlerin
partisinin bilimsel temelleri birbirini dışlar.
Ya
komünist parti ya da bütün halkın partisi!
6-Komünist
partisinin ideolojik temelleri ile ezilenlerin partisinin ideolojik
temelleri birbirini dışlar.
Ya
komünist parti ya da bütün halkın partisi!
7-Belirttiğimiz
nedenlerden dolayı “ezilenler”in teorisi, ideolojik ve sınıfsal
tasfiyeciliktir.
8-“Çokluk”un
teorisini yapan Negri ve onun gibileri, “çokluk” için bir
“Marksizm” oluşturmaya çalışıyorlar ve böylece -bilerek
veya farkına varmadan- emperyalizmin küreselleşme ideologlarına
Marksizm-Leninizme, işçi sınıfına, devrim anlayışına
saldırılarında Post-Marksist katkıda bulunuyorlar.
9-Emperyalizmin
ideologları, ideolojinin, sınıfların, teorilerin ortadan
kalkmasını savundular, savunuyorlar. Post-Marksizm de aynı yolda
gitmiyor mu? TP'nin ideolojiye, sınıfa -somutta da işçi sınıfına-
bakışı küreselleşmecilerin bakışından çok mu farklı? Değil.
Bu
anlamda:
Küreselleşme
ve Post-Marksizm ideolojisizleştirmedir.
Küreselleşme
ve Post-Marksizm sınıfsızlaştırmadır.
Küreselleşme
ve Post-Marksizm teorisizleştirmedir.
Küreselleşme
ve Post-Marksizm örgütsüzleştirmedir.
Veya
şöyle de diyebiliriz:
“Ezilenlerin
Marksizmi”, işçi sınıfını ideolojisizleştirilmesidir.
“Ezilenlerin
Marksizmi”, işçi sınıfını teorisizleştirilmesidir.
“Ezilenlerin
Marksizmi”, işçi sınıfının sınıfsızlaştırılmasıdır.
“Ezilenlerin
Marksizmi”, işçi sınıfını sınıfsal örgütsüzleştirilmesidir.
TP,
“24 ayar” “ezilenlerin Marksizm”cisidir!
Bunlar,
ezilenlerin teorisini yapan TP ve onun ideolojik önderliğini kabul
edenlerin, ezilenler için bir “Marksizm” oluşturmaya
çalışanların Marksist ideolojiyi ve teoriyi gelişme, yeniye
cavap verme adı altında revizyona tabi kılmalarının doğrudan
sonuçlarıdır.
*
1)”Birincisi,
‘üretici’ kavramı, proleteri, yarı proleter ve küçük meta
üreticisiyle birleştirmekte ve böylece sınıf mücadelesinin
temel kavramını ve sınıflar arasında tam ayrım yapma temel
talebini radikal olarak terk etmektedir.
İkincisi,
partisiz yığınlara yöneliş veya onlara göz kırpma –ki bu,
aktarılan tezde ifade ediliyor- Marksizm’den daha az radikal bir
sapma değildir”.
*
11.
makale
YOLUN
SONU (III)
POST-MARKSİZMİN
ANTİ-SINIFÇILIĞI - EZİLENLER
Post-Marksist
arayışların Anadolu coğrafyasına yansımaları (II)
(Sıkça
sorulan sorular)
Negri’nin
“Çokluk” Teorisi ve “Ezilenler” Arasındaki Diyalektik Bağ