deneme

17 Aralık 2012 Pazartesi

YOLUN SONU (I)


9. makale

YOLUN SONU (I)

EZİLENLERİN MARKSİZMİ”
ÇAKMA MARKSİZM” - POST-MARKSİZM
(Sıkça sorulan sorular)

EZİLENLER VE EZİLENLERİN MARKSİZMİ KAVRAMSAL OLARAK NEDİR NE DEĞİLDİR (I)

Önce ezilenler kavramına bir açıklık getirmek gerekmektedir. Bu kavramdan anlaşılması gereken nedir, bu kavramı hangi anlamda kullanmak gerekir ve ona hangi anlamlar yüklenilmemelidir?

Marksist-Leninistlere veya Marksist Leninist Komünistlere göre ezilenler kavramından anlaşılması gereken şudur: proletarya, kırın ve kentin emekçi sınıf ve tabakaları, ezilen ulus ve ulusal topluluklar, ezilen cins olarak kadınlar, bastırılmış dinsel inanç toplulukları, bastırılmış cinsel kimlikler ezilenler kavramının içeriğini oluştururlar.

Ezilenler kavramı, beli bir sınıfı ifade etmek için kullanılmazsa, sınıfsal belirsizliklere maddi zemin oluşturmaz ve sınıf bakış açısını bulanıklaştırmaz.

Marksist-Leninistler veya Marksist Leninist Komünistler ezilenler kavramını, işçi sınıfı yerine kullanamazlar ve bununla işçi sınıfını kastediyoruz diyemezler.

Marksist-Leninistler veya Marksist Leninist Komünistler ezilenler kavramına ajitasyon ve propaganda faaliyetlerinde kullanmanın ötesinde bir anlam yüklemezler.


Ezilenler kavramının, basında, panellerde, basın açıklamalarında vs. bazen amacı aşacak şekilde kullanıldığı bir gerçektir. Böylesi durumlarda Marksist-Leninistlerin veya Marksist Leninist Komünistlerin görevi, kavramın yanlış kullanımını susarak kabullenmek değil, uyarmaktır. Böylesi durumlarda susmak, hataya ortak olmak demektir.

Ezilenlerin Marksizmi”, “ezilenlerin sosyalizmi” gibi ideolojik yön belirleyen kavramlar Marksizm-Leninizme, Marksist Leninist Komünist anlayışa tamamen yabacı kavramlardır. Marksist-Leninistlerin veya Marksist Leninist Komünistlerin ideolojik anlayışına tamamen yabancı olan bu kavramlar kullanılmamalı ve kullananlar da eleştirilmelidir. Bunun doğrudan bir ideolojik sapma olduğu unutulmamalıdır. “Ezilenlerin Marksizmi”, “ezilenlerin sosyalizmi” gibi ideolojik sapkınlıklar Marksist-Leninistlerin veya Marksist Leninist Komünistlerin gündeminde olmayan, tartışılması -eleştirilmesi- gereken bir konudur.

Bu tespitler Marksist-Leninistler veya Marksist Leninist Komünistler için ilke tespitlerdir. Bu anlamda Marksist-Leninist teoriye, programa bağlı olmak ve ona göre hareket etmek Marksist-Leninist olmanın bir gereğidir. Söz konusu ilke tespitlere sapmadan, yalpalamadan bağlı kalmak her komünistin görevidir. 
 
Diğer taraftan şu veya bu gazetede, teorik yazılarda, basın açıklamalarında, bildirilerde, afişlerde işçi sınıfının yerini çoktan ezilenlerin almış olduğu da bir gerçektir. Bu da yetmiyormuş gibi ezilenlerin sınıf olduğunun teorisi bile yapılıyor. İşçilerin burjuvalarla olan çelişkileri doğrudan üretim biçiminden gelir ve bu yüzden antagonisttir anlayışından hareketle bu antagonizma sermaye üretimi ile ilişkileri bakımından artık bütün ezilen emekçi tabakalar için de geçerlidir sonucuna varılarak -bu, bir katakullidir- ezilenlere bir çırpıda işçi sınıfını oluşturan nitelik veriliyor. Ama anlaşılan o ki, bu da yetmiyor ve sonunda ezilenlerde kapitalist üretim biçimini yok etme dinamiği keşfediliyor. İşçi sınıfı ve ezilenlerin birliğinin ekseninin kapitalist üretim ilişkilerinin egemenliğine son vermek olduğundan bahsediliyor. Örneğin her ezilen antikapitalist ilan ediliyor; antikapitalizm dünya çapında ortak duygu ve düşünceye dönüşüyor düşünceleri savunuluyor.

Sorun, işçi sınıfı dışında kalan “ezilenler”le birlikte sosyalizmi kurmak olduğuna göre, “ezilen” kavramıyla kastedilen sosyal tabakaların sınıfsal yapısını iyi incelemek gerekir diye düşünüyorum.
Ezilenci Post-Marksizm özenle, sömürüyü değil de ezilmişliği sınıfsal kıstas olarak alıyor. Ezilmişlik kavramına sığınılarak, ona olduğundan farklı anlamlar yüklenerek, sömürü kavramıyla aynılaştırılamayanlar aynılaştırıyor. Ezilenci Post-Marksizm bunu çok yalın, her dünyalının anlayabileceği biçimde yapıyor. TP ve onun ideolojik etkisinde olanlar bunu yapıyorlar. Sınıf tanımlamasında Marksizmin neyi kıstas aldığını, defalarca belirttiğimiz için burada yeniden açmaya gerek yok. Her halükarda ezilmişliği kıstas almadığını ve bunun sınıf tanımlaması konusunda Marksizmden bir sapma olduğunu da belirtelim.

Ezilenler “teorisi” Marksizmden kopmaksızın geliştirilemez. Post-Marksizm, ezilenleri sınıf mertebesine çıkartıyor ve böylece Marksist-Leninist parti, sınıf ve devrim anlayışlarının, teorilerinin içini boşaltıyor. Çıkış noktası oldukça basit: Teknolojinin üretimde kullanılmasının sonuçları son derece etkili olduğu için, maddi değerlerin üretiminde çalışan işçilerin sayısı azalmakta ve toplumsal rolü önemsizleşmektedir. Bu nedenle insanların çoğunluğu, sermaye hareketinin üretim aşamasından ziyade dolaşım aşamasında çalışıyor. Bu alanda çalışan herkes işçi değil ve dolayısıyla sömürülmemekte ama ezilmekte. Ezilenci Post-Marksizm böyle düşünüyor ve bunu kabul ettirmeye çalışıyor. Burada çok açık bir ideolojik tasfiyecilikle karşı karşıyayız.

Ezilencilere göre Lenin’de ezilenler kavramı, çok belli toplumsal katmanları kapsamaz. TP, zorlamayla Marksist Lenin'den ezilenci Lenin çıkartmaya çalışsa da kapsamaz. Belirtelim ki, sadece Lenin bu anlayışta değildi. Marks, Engels ve Stalin de bu kavrama olduğundan öte bir anlam vermemişlerdir. Ama Post-Marksizm, somutta da Negri ve yerli versiyonları -örneğin TP ve ona öykünenler- pek öyle Marks, Engels, Lenin ve Stalin gibi düşünmüyorlar; bu kavramın sermaye karşısında herkesi kapsadığını açık bir şekilde savunuyorlar.

Marksizmde, Marksizm-Leninizmde ezilen kavramının nasıl kullanıldığı ve tuttuğu yer bellidir. Marksizm-Leninizmde “ezilenler” temel alınarak sınıf teorisi geliştirilmemiştir ve geliştirilemez de. Ama “ezilenlerin Marksizmi” ezilenleri temel alarak sınıf teorisi geliştiriyor. Hal böyle olunca “ezilenlerin Marksizmi”, “ezilenlerin sosyalizmi” ezilenleri -bırakalım demokratik devrimi bir kenara- sosyalist devrimin sınıfsal öznesi yapmıyor mu? Bunun başka izahı var mı?
Ezilenleri Negri'nin içeriklendirmesiyle, TP'nin ve ona öykünenlerin içeriklendirilmesi arasında nitel bir farkın olduğunu sanan, fena halde yanılmış olur. Anadolu coğrafyasında Post-Marksizmin amacı da budur; kendisi (TP ve ona öykünenler) ile Negri arasından ezilenler konusunda nitel bir düşünce birliğinin olmadığını göstermek.

Marksist-Leninistlerin veya Marksist Leninist Komünistlerin kendilerini var eden ilkelere sahip çıkmaktan, bu ilkeler için mücadele etmekten başka bir seçenekleri yok. Marksist-Leninistler veya Marksist Leninist Komünistler ya Marksizm-Leninizm, Marksist-Leninist parti için mücadele ederler ya da “ezilenci Marksist” olurlar, “ezilenci Marksist partici” olurlar. Bunun ortasında üçüncü bir yol yok; üçüncü bir nitelik yok.

Post-Marksizmin temel amaçlarından biri de iktidara kim yürüyor ve nasıl bir iktidar için yürüyor sorusunu anlamsızlaştırmaktır. İşçi sınıfının iktidara yürüyüşü tarihsel bir akıştır; burjuva toplumun temel çelişkisinden kaynaklanan bir yasadır. Bu akışı, bu yasanın etkili oluşunu (devrimi) hiçbir güç engelleyemez, ama geciktirebilir. Bunun böyle olduğunu Post-Marksizm de biliyor. Bu nedenle ezilenleri, ezilenlerin Marksizmini öne sürüyor, aklına göre onları iktidara doğru yürütüyor ama nasıl bir iktidar sorusuna cevap veremiyor.

Bu türden açıklamalar veya sorular çoğaltılabilir. Soruların pek çoğu bu kavramlarla ilgili olduğu için bu konudaki görüşlerimi tezler biçiminde ele almayı uygun gördüm.

1. Tez
Ezilenler kavramının içeriği

Ezilenler kavramının ne anlama geldiğini açıklamak için kapsamlı bir araştırma yapmaya gerek yok. Ama bu kavramın neden bugün, daha doğrusu ‘90’lı yılların ikinci yarısından bu yana sık sık kullanılmaya başlandığı, öyle ki sınıf kavramının yerine geçecek derecede sık sık kullanıldığı kapitalist üretimin yapısındaki gelişmeler ve buna Post-Marksizmin verdiği cevap incelenmeksizin kavranmaz. Kapitalist ekonomideki birtakım temel gelişmelerin sınıfsal açıdan ne anlama geldiği açıklanmaksızın ezilenler kavramı, Marksist teori için “baş ağrısı” olacak bir kavrama dönüşecektir. Uluslararası arenada avanak küçük burjuvazi kendini akıllı, başkalarını “aptal” sandığı için teorik çarpıtmanın farkına varılmayacağını sanıyordu. Ve ezilenler kavramına onda olmayan özellikler yükleyerek sınıf analizi konusunda Marksizmin içini Post-Marksist biçimde boşalatabileceğine inanıyordu. Sınıyordu, inanıyordu diyorum, ama bir dönem etkili olduğunu da kabul etmek gerekir. Bu, Post-Marksizmin doğrudan ideolojik, teorik, sınıfsal, örgütsel tasfiyeci etkisini gösterir.

Bu kavramın yukarıda belirtilen içeriğini birkaç örneklerle açıklamaya çalışalım.
Ezmek ve ezilmek olgusu sınıflı toplumlarda çıkar sorunundan kaynaklı bir sonuçtur. Her sınıflı toplumda, üretim araçlarının özel mülkiyette olduğu her toplumda ezen ve ezilen sınıflar ve sosyal tabakalar vardır. Ama sömüren ve sömürülen kavramlarının içeriğindeki sadelik ezen ve ezilen kavramlarının içeriğinde yoktur. Ezen ve ezilen olgusundan kaynaklanan sorunlar ve sonuçları oldukça karmaşıktır. Bu nedenle kimin nerede, hangi nedenden dolayı ezen veya ezilen konumunda olduğu soruna bakış perspektifinden dolayı değişebilir, ezen ve ezilen birbirine karıştırılabilir. Bir durumda ezen, başka bir durumda ezilen olabilir. Açık ki, toplumsal konum, zaman, çıkarlar ve koşullar ezen ve ezileni değişken yapabilir. Kavramlarda değişkenlik olunca bu değişkenliğe dayanarak siyasal saptamalar yapmak da ya imkansızlaşır ya da oldukça zorlaşır. Toplumsal konum, zaman, çıkar ve koşul ezeni ezilen, ezileni ezen durumuna getirebildiği için bir ezenin karşısında bir ezilen, başka bir ezilenin karşısında ezen olabilir. Başka biçimde formüle edersek: Bir durumda ezen egemen güç karşısında ezilenler, başka bir durumda ezilenler karşısında ezen egemen olabilirler. Özellikle tarihsel koşulların değişmesi durumunda böylesi gelişmelerle karşı karşıya kalabiliriz. İktidar mücadelesi sonucunda ezen, ezilen ve ezilen de ezen konumuna yükselebilir.

Sorunun yukarıda belirttiğimiz özellikleri, ezen ve ezilenin her zaman ve her koşul altında belli bir sınıfsal kimliğe sahip olmadığını gösterir. Çıkarlarda ortaklık olmayınca, üretim ilişkilerindeki konumda farklılık olunca ezilenlerde sınıflaşma özelliği de ortadan kalkar, sınıfsal stratejik bir amaç oluşamaz.

Ezilenlerin ezilme seviyesinde ve ezilme nedenlerinde bir aynılık veya ortaklık yoktur. Yukarıda belirttiğimiz nedenden dolayı ezilmede farklılıklar doğar. Bundan dolayı en fazlasıyla nedenlerden ve koşullardan kaynaklanan ezilen gruplar oluşabilir. Ama bir ezen karşısında ezilen bir sosyal grup, başka bir ezilen karşısında ezen sosyal gruba dönüşebilir. Açık ki, ezilenlerin ezenler karşısında ezilmelerine neden olan olgular farklıdır ve tam da bundan dolayı karşı karşıya oldukları sorunlar da ortak değildir. Bu durumda farklı nedenlerden dolayı ezilenler, farklı sorunlarla karşı karşıya kalırlar. Bu durum onlarda ortak çıkar ve ortak sınıfsal düşman düşüncesini geliştirmez; yani bu nedenlerden dolayı ezilenler bir sınıf oluşturamazlar. Tam da bu nedenden dolayı ezilenlerin yaşadığımız koşullarda kapitalizme karşı, onu yıkmak için ortaklaştırılmış bir mücadele programı olamaz. Böyle bir anlayışı savunmak saçmalıktan da ötedir.

Ezilenlerin her bir bölüğünün bir mücadele anlayışı vardır. Ama her bir bölüğünün ortaklaştırılmış bir mücadele anlayışı yoktur, olamaz da. Şüphesiz ki kendi aralarında şu veya bu konuda ortak hareket edebilecek ezilen bölükleri vardır.
Birkaç örnek vererek durumun ne denli karmaşık olduğunu göstermeye çalışalım:
Bütün dünyaya dağılmış durumda olan Yahudi toplumunun ezici çoğunluğu bulundukları toplumda ezilen konumundalar. Yüzyıllarca horlandılar, dışlandılar, ötekileştirildiler. Ama bugün, İsrail'in kurulmasından bu yana Filistinliler üzerinde ezen konumundalar.
Irak'ta Baas rejim altında ezilen Kürtler ve Şiiler, bugün farklı konumdalar. Şiiler ezilen mezhepten ezen mezhep seviyesine çıktılar ve Sünni mezhebini ve diğerlerini eziyorlar. Keza ezilen ulus konumunda olan Kürtler bugün ezen ulus konumuna geldiler ve Güney Kürdistan'da Araplar, Türkmenler vb. üzerinde egemen konumdalar.
Bir zamanlar Osmanlı devletinin hakimiyet sürdürdüğü bölgelerde, örneğin eski Yugoslavya'da, Yunanistan'da, Bulgaristan'da egemen ve ezen konumda olan Türkler, bugün ezilen azınlıklar konumundadır.

Ezilen ulustan iki farklı sınıf temsilcisini alalım: Ezilen ulus kapitalisti ve ezilen ulus proleteri. Her ikisi de ezen ulus karşısında ezilen konumundalar. Ama birbirleriyle emek-sermaye çelişkisi içindeler. İlk durumda ezen ulus karşısında ezilmişliklerinin ortaklığından dolayı aynı siyasi tavrı geliştirebilecek durumdalar. Ama ikincisinde ezilmişlik ortak olmasına rağmen emek-sermaye çelişkisinden dolayı karşı karşıya gelebilmekteler. Ücret konusunda, iş sözleşmesi konusunda, sigorta konusunda vs. birbirlerine karşı mücadele içindeler. Burada ezilen ulustan kapitalist ezen ulusun çıkarlarına göre düzenlenmiş sistemden yararlanarak kendi ulusundan proleteri ezmekten çekinmez. Bu duruma en iyi örneği Kürt ulusundan kapitalist ile proleter oluşturur.

Kadınların konumuna bakalım. Kadınlar erkeklerin baskısına, horlamasına, taciz ve tecavüzüne, zorbalığına, şiddetine maruz kalıyorlar ve sınıflı toplumlarda erkeklerden sonra geliyorlar; ikinci planda kalan insanlar konumundalar. Onlar bu halleriyle ezilen cinsi oluşturuyorlar. Yani erkekler tarafından eziliyorlar; erkek ezen, kadın ezilen. Ama kadınlar arasındaki ilişkilerde -bu durumda ezilenler arasındaki ilişkilerde- durum tamamen değişiyor. Kadınlar da kendi aralarında ezen ve ezilen diye ayrışıyor. Patron durumunda olan kadın, işçisi durumunda olan kadını eziyor ve sömürüyor. Bu durumda patron olan kadın kapitalist sınıfın, işçi olan kadın da işçi sınıfının temsilcisidir. Her ne kadar cinsel ezilmişlik onları birbirlerine yakınlaştırıyorsa da, emek-sermaye çelişkisi birbirlerinden uzaklaştırıyor. Bir durumda ortak hareket etmenin nedenleri varken, diğer durumda ortak hareket etmemenin; farklı sınıflardan olmanın nedenleri ön plana çıkıyor. Yani cinsel ezilmişlikten dolayı birbirine yakınlaşan patron kadın ile proleter kadın emek-sermaye söz konusu olduğunda birbirinden uzaklaşıyor; kadın patron erkek patrona, kadın işçi de erkek işçiye yakınlaşıyor. Burada sınıfsal duruş belirleyici oluyor.

Bu da olmuyorsa soruna şöyle yaklaşabilirsiniz:

Ezilenlerin sınıfsal bileşimi:
Büyük burjuvazi ve büyük toprak sahipleri karşısında diğer sınıf ve sosyal tabakalar eziliyor.
Ezilenler bunlar mı?

Emperyalist burjuvazi karşısında bütün diğer burjuvazi –emperyalist ülkelerde tekelci olmayan burjuvazi- ve yeni sömürge ülkelerde işbirlikçi sınıflar da dahil bütün sınıflar eziliyor.
Bunlar arasında ezilenlerin ittifakı gerekmez mi?

Bu anlamda ezilenler, “üç dünya teorisi”nin bir versiyonu değil mi?
Bu anlamda ezilenler, sınıf uzlaşmacılığını öngören revizyonist bir teori değil mi?
Evet, ”Ezilenlerin Marksizmi” bir üç dünya teorisidir; Piramidin tepesinde duran herkesi eziyor. O halde piramidin tepesinde durana karşı ezilenler birleşmelidir! Üç dünya teorisi de iki süper güce karşı geriye kalan herkesi, bütün devletleri, burjuvaziyi ve işçi sınıfını birleştirmiyor muydu?

Ezilencilere bu soruları sormanız yeter.

2. Tez

Ezilenler kavramı sınıfsal açıdan içeriklendirilebilir mi?

Marksizm-Leninizmde, ezilencilerin içeriklendirdiği anlamda “ezilenler” diye başlı başına bir kavram yok. Gerek Marks ve Engels ve gerekse de Lenin ve Stalin şurada burada, ama oldukça seyrek olarak bu kavramı kullanmışlardır. Onların bu kavrama yükledikleri içerik ile ezilenler teorisini yapanlar arasında veya bu kavramın sınıf mertebesine çıkartılması arasında sınıfsal fark vardır. Bu kavramın içeriği görecedir, kıyaslamadır. Yukarıda birkaç örnek verdik. Aşağıda da vereceğiz. Burada da bir örnek verebiliriz: Tekelci burjuvazi karşısında, burjuvazinin diğer kanatları da dahil, diğer bütün toplumsal sınıflar ve tabakalar ezilen konumundadır. Üretim biçimin karakterine bağlı olarak sömürüye dayanan toplumlarda her bir sınıf ve toplumsal tabaka, bir alttakini ezen konumdadır. Bunun ötesinde emperyalist ülkeler, emperyalist olmayan ülkeleri, bağımlı ülkeleri ezen konumdadır. Hakim ulus, hakim olmayanı ezen konumdadır vs. Bu kıyaslamadan nasıl bir sınıfsal içerik çıkartılabilir? Bu soruyu ezilencilere sormak gerekir.

Sınıfsal içeriklendirilemeyince bu kavram ideolojik bakımından işçi sınıfı kavramının yerine kullanılamaz. Çünkü ezilenler ile işçi sınıfı bir ve aynı içerikli değildir. Bu kavram emekçiler kavramı yerine de kullanılamaz. Çünkü ezilenlerin her kesimi ile emekçiler bir ve aynı içerikli değildir.

Ezilen kimliğinden dolayı oluşan toplumsal hareketler herkesi, toplumun sermaye karşısında her sınıf ve sosyal tabakalarını göz önünde tutan, bunların hepsinin sahiplenebileceği ortak istemler öne sürmezler. Sürseler de bu onların esas amacı değildir. Bu hareketlerin temel amacı, kendilerini ezenin baskısından kurtulmaktır. Onlar için özgürlük ve demokrasi ezenin baskısından kurtulmakla eş anlamlıdır. Bu hareketlerin özneleri, ezenin boyunduruğunda kurtulduklarında ve ezeni ile eşit konuma geldiklerinde sorunları da bitmiş olur. Ezilenlerdeki bu anlayış kimi durumda onları ezen konumuna da getirebilir. Haklarını elde etmiş, ezeni ile eşitlenmiş bir eski ezilen, diğer ezilenleri ezen durumuna gelmiş demektir. Bu değişkenlik nedeniyle sınıflı toplumlarda bir ezilen kesim aynı zamanda başka bir ezilen kesimin ezeni olabilir. Bu nesnel durum onlarda ortak çıkar ve ortaklaşmış bir ideolojinin gelişmesi için maddi zemini yok eder.

Soruna hangi açıdan bakarsanız bakın, çağımızda, özellikle neoliberalizmin hakim olduğu günümüzde, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının şimdiki aşamasında ezilen kavramı, Post-Marksizmin Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde çok kolay kullanılan bir demagoji olmuştur. Ulusal çapta değil, uluslararası çapta adeta herkes birbirini eziyor. Kapitalist işçiyi, erkek kadını, aile çocukları, beyaz siyahı veya sarıyı, kuzeyli güneyliyi, batılı doğuluyu, Hristiyan Müslümanı veya Müslüman Hristiyan'ı, Sünni aleviyi, emperyalist ülkeler bağımlı ülkeleri, AB içinde Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler Yunanistan, Portekiz, Polonya, Macaristan vb. ülkeleri, BM'de veto hakkı olan 5 ülke diğerlerini, ülke içinde çoğunlukta olan ulus azınlıkta olan ulusu veya etnik grupları eziyor. Bütün bunlar bize bir ezme-ezilme ilişkileri toplamı verir. Bu, birtakım niceliklerin bir araya geldiği bir toplamıdır. Ama ezilmenin ötesinde ortak noktaları olmayan bir toplamdır ve onlardaki ezilme ortaklığı belli bir sınıf oluşturmanın maddi zeminini oluşturmayan bir ortaklıktır. Sınıflı toplumlarda ezen, bir biçimde çıkarı (ekonomik, sosyal vs.) olduğu için ezer, ayrıcalık sahibi olduğu ve öyle kalmak istediği için ezer. Ezilen de aynı haklara sahip olmak istediği için mücadele eder ve genelde, aynı haklara sahip olma durumunda onun mücadelesi de sonlanır. Bu sefer o da ezmeye başlar.

Sınıflı toplumlarda ezen-ezilen ilişkisi bir piramit yapısını andırır: En üstte en büyük ezen ve onun altında da birbirini ezerek, ezen-ezilen ilişkisi içinde tabana kadar inen bir piramit yapısı. Tabanı ise ezilenler değil, ezilen içinde yer alan sömürülenler oluşturur. Yani işçi sınıfı.

Bunun böyle olmasını sınıflı toplumlarda sınıfsal ayrışım gerçekliğinde ve bu ayrışımın da üretim araçlarının özel mülkiyette oluşunda aramak gerekir. Salt bu gerçeklik, her bir ezen-ezilen ilişkisinde farklı sınıfsal çıkarların olduğunu gösterir. Bu gerçeklik son kertede burjuva toplumun iki ana sınıftan oluştuğunu, her bir ana sınıf içinde ezen ve ezilen kesimlerin olduğunu, ama bu farklılığın her iki sınıfın ezenlerini birleştirecek kadar güçlü olmadığını; sınıfsal farklılığın belirleyici olduğunu gösterir.

Şüphesiz ki, her ezilenin ezene karşı mücadelesinde ezilme neden ve durumuna göre değişen bir haklılık payı vardır. Ezilen, ezeni karşısında ezilmemek için, aynı haklara sahip olmak, onunla eşitlenmek için mücadele eder. Bu mücadele başarıyla sonuçlandığında ezilen, artık eski ezilen, yeni eze konumundadır. Mücadelesindeki haklılık payı yok olmuştur. Bu nedenle ezilenin ezene karşı mücadelesi toplumsal ilişkileri tüm toplumun çıkarına değiştirme mücadelesi değildir ve bu anlamda da mutlaka referans alınamaz. Bu mücadelesinde ezen, tüm toplumsal ilişkileri değiştirmeyi değil, kendi konumunu iyileştirmeyi amaçlıyor. Ezen bu mücadelesinde sömürüyü ortadan kaldırmayı değil, kendini ezen koşulları, onu ezilen yapan koşulları ortadan kaldırmayı ve ezen konumuna gelmeyi amaçlıyor.

Ezen sınıfın (burjuvazinin) kendi sınıfından ezdikleri ile ezilen sınıfın (işçi sınıfının) sadece ezilme kavramı çerçevesinde ortaklığı vardır. Ezilen sınıf olarak işçi sınıfının ezilmekten kurtulması sömürülmekten kurtulmasıyla eş anlamlıdır. Bu durumda işçi sınıfı sömürü koşullarını, dolayısıyla kapitalizmi ortadan kaldırmak zorundadır. Ama ezen sınıfın (burjuvazinin) ezilen kesimlerinin böyle bir amacı yoktur. Burjuvazinin ezilenleri, ezilmişlikten kurtulmak için sömürü sistemini, kendi sistemlerini ortadan kaldırmayı amaçlamaz. Bu durum her iki sınıftan ezilenler (bir taraftan ezen sınıf burjuvazinin ezilenleri ve diğer taraftan da ezilen ve sömürülen sınıf olarak işçi sınıfı) arasında sınıfsal bir ortaklığın olmadığını gösterir.

Post-Marksizm bu olguyu nasıl yorumluyor ve kullanıyor? Post-Marksizm, işçi sınıfından umudun kesildiğini, devrimci dinamiğini kaybettiğini, toplumu ilerletecek güce sahip olmadığını, önemsizleştiğini savunuyor ve burjuva toplumu yıkmayı değil, içsel değişimle iyileştirmeyi, herkesin yaşayabileceği bir toplum haline getirmeyi amaçlıyor. Bu amacına sosyal hareketlerle ulaşabileceğini sanıyor. Açık ki sosyal hareketler ve onların talepleri toplumda sınıfsal çelişkilerin ve çatışmaların üstünü örtmeye, bu çelişkileri etkisizleştirmeye hizmet etmektedir. Bu hareketler, en fazlasıyla çerçevesi belli -örneğin burjuva/kapitalist- toplum içi değişimi gerçekleştirebilirler. Bu nedenle reformist hareketlerdir. Post-Marksizm bu hareketlerin öznelerini ezilenler olarak tanımlamakta ve bu öznelerin mücadelesiyle toplumsal ilerlemenin sağlanabileceği propagandasını yapmaktadır. Post-Marksizm, işçi sınıfını yok saymakta, ezilenler içinde eritmektedir. Ezilenler içinde eritilmiş bir işçi sınıfının sınıfsal bir amacı ve o amacına ulaşmak için de sınıfsal bir örgütlenmesi gereksiz kalmaktadır.
Post-Marksizm, işçi sınıfını burjuvazinin tamamen reddetmediği, ihtiyaçlarına ve çıkarlarına uygun araçlara dönüştürebildiği sosyal hareketler ve özneleri olan ezilenler içinde kalmaya mahkum ediyor. İşçi sınıfını burjuvaziye hizmet edecek, onun çıkarlarıyla uyumluluk içinde olabilecek bir özneye çevirmeye çalışıyor.
Bazı dönemlerde burjuvazinin sosyal hareketleri neden desteklediği üzerinde durmak gerekir.

Post-Marksizm, ezilenlerin ezilmelerine neden olan faktörlerin birbirinden farklı olduğunun, bu faktörlerin ezilenleri kimi zaman karşı karşıya getirdiğinin üstünü örtmeye çalışmaktadır. Bu farklılıktan dolayı çözüm yollarının da farklı olacağını karartmaya özen göstermektedir. Post-Marksizm, ezilen kimliği üzerinden bir sınıf oluşturmaya çalıştığı için ezilenlerin ezilmesine neden olan gerçeklerin birbirinden farklı olduğu ve çözüm yollarının da farklı olacağı için ortak bir düşüncede bir araya gelemeyeceklerini; bir ideoloji, sınıf ve örgütlenme oluşturamayacaklarını reddediyor. Bunun işçi sınıfı ideolojisine, sınıfsal örgütlenmesine; bir bütün olarak Marksiz-Leninizme açık bir düşmanlık olduğu; bunun bir sınıf mücadelesi olduğu unutulmamalıdır. Post-Marksizmin inatla ezilenlerden sınıf çıkartmaya ve Marksizmden de ezilenlerin ideolojisi oluşturmaya çaılşması bu açıdan ele alınmalıdır.

Bu durumda söylenmesi gereken şudur: Genel olarak Post-Marksizm ve özelde de onun ezilenciler, “ezilenlerin Marksizmi” versiyonu, ezilenlerin çıkarlarının ortak olduğunu, bu anlamda yazgılarının da ortak olduğunu, ortak bir amaç ve ideoloji temelinde örgütlenebileceklerini, bir sınıf oluşturduklarını savunmaktadır. Post-Marksizm, ezilenci “Marksizm”, ezilenlerin ideolojisi, çıkarları ve geleceği ortak olduğu için sınıf olarak düşmanları da ortaktır ve bu düşmana karşı mücadeleleri de ortaktır anlayışını savunuyor. Bu arada burjuvazi tarafından ezilen küçük burjuvazi ile sömürülen-ezilen işçi sınıfı arasında ne türden bir ideolojik ortaklık, çıkar ortaklığı ve gelecek ortaklığı vardır sorusunun da bir anlamı kalmamış oluyor. (Burada üzerinde durduğumuz sınıfsal ortaklık (aynılaşma), iradedir. İşçi sınıfı ve küçük burjuvazinin şu veya bu konuda örneği demokratik devrimde geçici bir irade birliğine sahip olmaları sorunun özünde bir şey değiştirmez). Birinin geleceğinin sosyalizm olması, diğerinin de sistem içi iyileştirme olması Post-Marksistler açısından, özellikle de ezilenci “Marksizm” açısından hiç önemli değildir.

Post-Marksizm, onun “ezilenlerin Marksizmi” versiyonu diğer bir ifadeyle şunu diyor: Bastırılmış cinsel kimlikli kapitalist (diyelim ki eşcinsel kapitalist), yani bu durumda ezilen kapitalist ile işçi olduğu için sömürülen ve ezilen işçi; Kürt olduğu için ezilen kapitalist ve sömürülen, ezilen Kürt işçisi; ezilen burjuva kadın ile sömürülen ve ezilen işçi kadın arasında nitel, sınıf oluşturmalarını engelleyen bir fark yoktur. Bunlar ortak ideolojiye sahiptirler ve ortak iktidar kurabilirler. İşte ezilenci “Marksizm” budur.

Bu anlayışlar, “kökenimize geri dönerek” ifade edersek Marksizmin, günümüz diliyle ifade edersek Marksizm-Leninizmin doğrudan reddidir. Bu anlayışlar “tarihin sınıf mücadeleleri tarihi” olduğunun reddidir. Diyeceksiniz ki, bunda yeni olan nedir? Gerçekten de Marksizmin tarihinde dönem dönem varoluş nedeni Marksizmin reddi olan böylesi sapkınlıklar çıkmıştır. Örneğin Bernstein revizyonizmi, örneğin Batı-Marksizmi, örneğin Troçkizm. Daha ziyade Dünya ve Avrupa Sosyal Forumlarında örgütlenmiş olan sosyal hareketler ve bunların hemen hepsinin ifadesi olan Post-Modernizm ve Post-Marksizm, Marksizm-Leninizme karşı mücadelelerinde bir sonuç alamadılar. Dünya ve Avrupa Sosyal Forumları birer cenaze oldular. Ama yeni bir anlayış ortaya çıktı. Oldukça cesaretli bir biçimde Batı-Marksizmini kaynak olarak aldı, Marksizmi eleştire eleştire kendine göre işe yaramaz hale getirdi, Marksizm-Leninizmi bir kenara itti ve ezilenleri sınıflaştırarak “ezilenlerin Marksizmi”ni üretti: Post-Marksizmin en son versiyonu olan “ezilenlerin Marksizmi”. Bu cüreti Anadolu coğrafyasında TP gösterdi. Savunduğu ise sınıf uzlaşmacılığı, ideolojik “çorba”, devrim yerine reformizm vs. vs.

Marksist sınıf teorisi reddedilmeksizin “ezilenler” sınıfsal açıdan içeriklendirilemez:
Marksizmin bu kavrama yüklediği anlam ile ezilencilerin, Post-Marksizmin yüklediği anlam arasında sınıfsal fark vardır.

Post-Marksizmin Anadolu versiyonu ezilenler teorisini geliştiriyor, ama bu teori Marksizmden kopmaksızın geliştirilemez veya bu kavramı ezilencilerin anlayışı seviyesinde; sınıf seviyesinde ele almak parti, sınıf ve devrim konularında Marksist-Leninist teoriyi kavramada sorunların olduğunu gösterir. Ezilenci “Marksizm”, mevcut ekonomik ilişkileri; üretimdeki yerleri, özel mülkiyete bakışları bakımından hiçbir zaman bir ve aynı sınıf olamayacak insan yığınlarını aynılaştırıyor, onlara ortak sınıfsal özellik veriyor.

Kapitalist üretim biçimi belli temel sınıflar üzerinde yükselir. Bu sistem, burjuvazi ve proletarya dışında temel sınıf tanımaz. Veya burjuvazi ve proletarya dışında bu üretim biçimine tekabül eden başka temel sınıf yoktur. Dolayısıyla kapitalist üretim biçimi koşullarında ezilenler kavramı, temel sınıf açısından; “emek-sermaye” çelişkisinin çözümü bakımından sınıfsal içeriklendirilemez. Böyle bir içeriklendirme ancak ve ancak reformizme tekabül eder.

Ezilencilerin “Marksizmi”, sınıf, üretim ilişkileri, parti ve devrim konusunda Marksizmi revize etmenin zamanı gelmiştir diyor. Ezilenciler, burada Marksist partinin veya Marksist-Leninist partinin veya da Marksist Leninist Komünist partinin bu konulardaki anlayışlarının değiştirilmesi gerektiği mesajını veriyorlar. Bu anlamda ezilenci Post-Marksizm şimdiki durumu ve geleceği farklı yorumluyor; mevcut durumu ve geleceği görmek istediği gibi görmemizi istiyor. Burada söz konusu olan, şu veya bu “bağımsız” insanın veya herhangi bir partinin ezilenler hakkındaki görüşleri değildir. Burada söz konusu olan, Marksist, Marksist-Leninist olma iddialı olanların, devrimden bahsedenlerin; bu amaçlı örgütlü mücadele sürdürenlerin ezilenler kavramına yükledikleri anlamdır. Yani, burada söz konusu olan, bir komünist partinin, Marksist-Leninist partinin duruşudur. Bu konuda Lenin, hiç de ezilenler “teorisi”ni yapanlar, bu kavramı sınıfsal içeriklendirenler gibi düşünmüyor.

Her ne kadar ezilenci Post-Marksizm “yeni”yi emperyalist küreselleşme ile ortaya çıkartıyorsa da aslında konu kapitalizmin tarihi kadar eskidir. Bu bakımdan sosyalizm için sınıf eksenli mi yoksa çokluk-ezilen eksenli mi mücadele edilir sorusu eskidir ve biz burada eski bir sorunun “ezilenler” olarak karşımıza çıkartılmasıyla karşı karşıyayız.

3.Tez

Ezilenler ve mülkiyetin karakteri/mülkiyet ilişkileri-
Ezilenler kategorisine giren sınıflarda ve sosyal tabakalarda mülkiyetin karakteri

Kapitalist üretim biçimindeki gelişmelerin ortaya çıkarttığı sorulara cevap vermek, her bir Marksist-Leninist partinin görevidir. Nihayetinde bunlar, devrimin sorunlarıdır. Peki bu sorulara cevap veriliyor mu? Parti bu sorulara cevap veriyor. Ama ezilenci Post-Marksizm bu sorulara cevap verebiliyor mu? Veremiyor. Bu sorulardan birisi de ezilenler ve mülkiyet ilişkileridir veya ezilenler ve mülkiyetin karakteridir. Buna da cevap verilmiyor. Ezilenci “Marksizm” sorunun esasını bir kenara koyuyor, ezilmişiliği, haksızlığı ön plana çıkartarak yeni bir teori üretiyor. Ezilenci “Marksizm” tek kelimeyle ezilenler diye anlatılan kesimlerin hangi mülkiyet ilişkileri içinde olduklarını ve hangi nedenden dolayı aynılaşamayacaklarını ele alıyor mu? Hayır, ama onları sınıflaştırıyor. O zaman bu sınıfın mülkiyet karşısındaki konumu nedir? Ezilenci “Marksizm” buna cevap vermiyor, ama Marksizm-Leninizm buna cevap veriyor.

Kapitalizmde çok çeşitli olan mülkiyet ilişkileri yoktur. Kapitalizm, burjuva mülkiyet ilişkileri temeli üzerinde yükselir. Bunun adı burjuva mülkiyettir; üretim araçlarının özel mülkiyette olmasıdır. Kapitalizmde her iki temel sınıfın (burjuvazi ve proletarya) özel mülkiyet karşısındaki duruşu, o sınıfların üretimdeki ve toplumdaki konumlarını belirler. Küçük veya büyük burjuvazi, üretim araçlarının özel mülkiyetine sahiptir. Onu burjuvazi yapan da budur. Tam tersi proletarya için geçerlidir. Ezilenler kavramı bazında burada söz konusu olan, küçük burjuvazi/üreticiler ile işçi sınıfı arasındaki ilişkidir. Kapitalizmde mülkiyet ilişkileri bu her iki sınıfın; işçi sınıfı ve küçük burjuvazinin mülkiyet ilişkileri bakımından sınıfsal çıkar faklılığı içinde olduğunu göstermektedir. Sınıfsal çıkar faklılığı, nihayetinde siyasal çıkar farklılığını ve siyasal iktidar faklılığını kaçınılmaz olarak beraberinde getirir. Bu faklılık, siyasal mücadelede kaçınılmaz olarak gündeme gelir.

“…Emekçi ve sömürülen yığınının memnuniyetsizliği artmaktadır”. Bu doğru. Ama burada yapıldığı gibi, proletaryanın memnuniyetsizliğini küçük üreticinin memnuniyetsizliğiyle aynılaştırmak ve aynı kaba koymak tamamen yanlıştır. Küçük üreticinin memnuniyetsizliği çoğu kez onun çabalarına… küçük mülk sahibi olarak varlığını savunmak için, yani mevcut sistemi savunmak için ve hatta tarihin tekerleğini geriye çevirmek için çabalarına neden olur” (Lenin; C. 6, s., 35, “Plehanov’un İkinci Program Taslağı Üzerine Notlar”dan).

Proletaryanın ve küçük üreticinin memnuniyetsizliği mülkiyet ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Bu “memnuniyetsizlik”, onun kaynağının sınıfsal karakterini bir kenara koyarak ezilenler kavramıyla aynılaştırılamaz ve ezilenlerin memnuniyetsizliği için mücadele esas alınamaz. Hele bu talep, perspektif olarak öne sürülürse, orada geriye dönüşün pek kolay olmayacağı bir sapma var demektir. Proletarya, “memnuniyetsizliğinin” maddi temelinin devrimle ortadan kaldırılacağına inanıyor ve bu “memnuniyetsizliğe” kaynaklık eden mülkiyet/sömürü ilişkilerini; kapitalist üretim biçimini yıkmak için mücadele ediyor. Ezilenlerin çok önemli bir bölüğünü oluşturan küçük üretici ise, “küçük mülk sahibi olarak varlığını savunmak için, yani mevcut sistemi savunmak için ve hatta tarihin tekerleğini geriye çevirmek için”; kapitalizm koşullarında daha iyi yaşamak için mücadele ediyor. Her iki sınıf ve her iki “memnuniyetsizlik” türü arasındaki fark bu. Bu fark göz ardı edilebilir mi? Ama ezilenci “Marksizm” göz ardı ediyor.

Demek oluyor ki, mülkiyetin karakteri/mülkiyet ilişkileri bakımından ezilenler ve işçi sınıfı, antagonist çelişki içindeler. Bu anlamda ortak bir yanları, paydaları yok. Bu anlamda ezilenleri aynılaştıran bir mülkiyet türü yok; ezilenlere özgü bir mülkiyet yok. Ezilenler, mülkiyet karşısındaki konumlarından dolayı bileşenlerine ayrılıyorlar ve mülkiyet karşısındaki konumlarından dolayı da ezilenlerin, mülkiyet ilişkilerinde aynı sınıfı oluşturacak bir özellikleri yok.

Bu durum en çıplak bir biçimde siyasal mücadelede görülür: Sosyalist devrimin, sosyalizm için mücadelenin öznesi, ideolojisi, sınıfsal içeriği, Lenin’in dediği gibi proletarya olmaz da, ezilenler olursa ya küçük burjuva sosyalizminden yana oluruz ya da Marksizm-Leninizmin anladığı sosyalist devrimden yana olamayız. Bunun ortasında üçüncü bir yol yok. Tarih, özel mülkiyet savunucularının özel mülkiyetin reddi üzerine kurulacak olan bir düzen için; sosyalizm için mücadele ettiğine henüz şahit olmamıştır. Ezilenlerin “Marksizmi” bunun tersini rahatlıkla savunulabiliyor.

4. Tez
Ezilenlerin devrimi (kime karşı ve niçin?)
Önderlik ve ezilenlerin devrimi
Kime karşı niçin?
Devrim ve mülkiyetin karakteri

“…Mücadele, her şeyden önce onun önder temsilcisinin –proletaryanın- mücadelesi…keskinleşmektedir…”. Tabii ki küçük üreticilerde de mücadelenin keskinleşmesi söz konusudur. Ama onların “mücadelesi” çoğu kez proletaryaya karşıdır. Çünkü küçük üreticilerin çıkarları, durumlarından dolayı çoğu durumda proletaryanın çıkarlarıyla sert çelişki içindedir. Genel anlamda söyleyecek olursak: Proletarya, hiç de küçük burjuvazinin “önder temsilcisi” değildir. Bu, ancak, küçük üretici yok oluşunun kaçınılmazlığını kavradığında, “proletaryanın konumuna geçmek için kendi(sınıfsal) konumunu terk ettiğinde” söz konusu olur…” (Lenin; agk., s., 35-36).

Komünist partisi, proletaryanın siyasal örgütüdür. Parti, ancak ve ancak bu sınıfı örgütler ve ona önderlik eder. Ezilenleri veya halkı örgütlemek veya da proletarya dışında kalan ezilenleri örgütlemek ve onlara önderlik etmek komünist partisinin işi değildir. O, sınıf örgütü olduğundan dolayı bunu yapamaz. Parti, sınıf iradesini temsil ettiği için bunu yapamaz. Evet, yapamaz. Dolayısıyla komünist partisinde halk sınıf ve sosyal tabakalarının çıkarlarını ifade eden “irade”ler yoktur veya parti, bu iradelerin toplamı, harmanlaması olamaz. Post-Marksizmin ezilenlerin “Marksizmi” versiyonu ezilenleri sınıflaştırıyor; özne yapıyor ve kaçınılmaz olarak önderlik ve çıkar sorununu gündeme getiriyor. Bundan kurtuluş yok.

Yukarıdaki ifadelendirmemizden “komünist partisi, proletaryanın siyasal örgütüdür. Parti, ancak ve ancak bu sınıfı örgütler ve ona önderlik eder”den emekçilerin taleplerinin göz ardı edilmelidir, partinin sınıfı siyasallaştırmak ve toplumsal muhalefeti örgütlemek ve harekete geçirmek için emekçi yığınları demokratik kurumlarda, örneğin cephe vb. yapılarda örgütlemez, bununla ilgilenmez sonucu çıkartılmamalıdır. Böylesi kurumlar; cephe ve dolaylı örgütler üzerinden diğer emekçi yığınları örgütlemek, onlarla ittifak kurmak partinin olmazsa olmaz görevlerindendir. Bu konuda Marksist-Leninist duruş ile sınıf uzlaşmacılığı arasındaki farkın ne olduğu doğru kavranmalıdır. Komünist partisinin işçi sınıfı dışında, emekçi sınıf ve tabakaları örgütlemeyeceği, mücadelesine önderlik edemeyeceği; bunları kendilerini siyasal olarak temsil eden parti ve gruplara bırakacağı ve bırakması gerektiği sonucu çıkartılmamalıdır. Bu, oldukça sekter, dogmatik bir anlayış olur. Bu anlayışın tam tersine komünist partisi, işçi sınıfı dışında, diğer emekçi yığınların, dahası ezilenlerin de (örneğin Kürt ulusal mücadelesi, demokratik alevi hareketi, ezilen cins vs.) mücadelesinden uzak durmamalıdır, onların mücadelelerinin en önünde de yer almalıdır, bu mücadelelere önderlik etmelidir. Burada temel sorun veya sorunun ayırtediciliği şudur: Komünist partisi her koşul altında kendi bağımsız çizgisi, asgari ve azami perspektifi doğrultusunda emeçi yığınların mücadelesine katılmalıdır. Komünist partisinin kendine özgü olan sınıf kimliği vardır ve emekçi yığınlarla ilişkilenişinde bu sınıfsal kimlik belirleyicidir ve ilişkilenişi kendi perspektifinden kopmadan gerçekleşmelidir.

Ezilenler kime, kimin mücadelesine önderlik ediyorlar? Kimin adına konuşuyorlar? Emperyalizm ve işbirlikçisi hakim sınıflar karşısında orta burjuvazi de ezilenlerin bir parçası olur. Yani emperyalizm ve işbirlikçisi hakim sınıflar karşısında diğer her sınıf ve tabaka ezilen konumundadır. Peki burada kim, neyin adına kimin mücadelesine önderlik ediyor?

Lenin, ”küçük üreticilerde de mücadelenin keskinleşmesi söz konusudur. Ama onların “mücadelesi” çoğu kez proletaryaya karşıdır. Çünkü küçük üreticilerin çıkarları, durumlarından dolayı çoğu durumda proletaryanın çıkarlarıyla sert çelişki içindedir... Proletarya, hiç de küçük burjuvazinin “önder temsilcisi” değildir” diyor. O, bu konulardaki görüşlerini parti programı üzerine tartışmalarda dile getiriyor.

Onun bu konuda öne sürdüğü anlayışlarının, ezilenler sınıflaştırılarak bir kenara atılmadığı söylenebilir mi?
Post-Marksizmin “ezilenlerin Marksizmi” versiyonuna göre sömürülen emekçi tabakaların yaşam düzeyinin işçi sınıfına yaklaştığı, bu tabakaların hızla işçi sınıfına aktığı ve bunların işçi sınıfıyla bağlarının geçici bir ittifak ilişkisi olmaktan çıkarak bir kader birliğine doğru yol aldığı günümüzün gerçekliğidir ve bu, işçi sınıfı ve ezilenlerin birliği ekseninde mücadele ile kapitalist üretim ilişkilerinin egemenliğine son vermek anlamına gelir.

Ne yapalım şimdi? Lenin ve Marks gibi “yanlış” düşünmeye mi devam edelim yoksa ezilenci “Marksist”ler gibi “doğru” düşünmeye mi geçelim?

Yukarıdaki anlayışı şöyle de yorumlayabiliriz:
Negri, daha geçen yüzyılın ’70’li yıllarının ortasında maddi değerler üreten işçi kavramını; ”sanayi işçisi“ kavramını bir kenara atarak onun yerine ”toplumsal işçi“ kavramını kullanmaya başlamıştı. Anlayışına göre kapitalist sömürü, bütün toplumu kapsayarak gerçekleştiriliyordu. Bu nedenle artık işçi sınıfının sınıf olarak bir ayrıcalığı kalmamıştı: Artık herkes işçiydi, herkes sömürülüyordu. Daha o zamanlarda Negri, sermaye ile emek arasındaki sömürü ilişkisini belirleyici olarak görmüyordu ve işçi sınıfını da ekonomideki konumuna göre tanımlamıyordu. Toplumsal işçiden Negri, bir öğrenciyi anladığı gibi, bir ev kadınını, işsizi, mühendisi veya öğretmenin de anlıyordu. Çünkü ona göre toplumsal işçi olarak bunların hepsi kapitalizm tarafından sömürülüyor, eziliyor. Post-Marksizmim yerli versiyonu ezilenci “Marksizm”de Negri'nin bu anlayışları tabii ki, olduğu gibi yer almıyor; başkalaştırılıyor, ortaya maddi değerlerin üretiminden, artı değerden kopuk bir “sermaye üretimi” çıkartılıyor; burjuvaziyle, kapitalistle antagonist çelişkileri “doğrudan üretim biçiminden” kaynaklanan “işçilerin” yanı sıra burjuvaziyle, kapitalistle antagonist çelişkileri “sermaye üretimi”den kaynaklanan başka bir işçi yığını çıkartılıyor; yani “sermaye üretimi” ilişkileri içinde herkes eziliyor, sömürülüyor. (Ezilenci “Marksist”lerin işçi sınıfı yerine kullandıkları “ezilenler” kavramının, diğer adıyla “çokluk”un fikir babasının kim olduğunu; bu anlayışın kaynağını bir kez daha göstermek istemiştim).

Antagonist çelişkileri “doğrudan üretim biçiminden” kaynaklanan işçiler ile antagonist çelişkileri “sermaye üretimi”den kaynaklanan “işçiler”, Negri'nin proletarya için ürettiği yeni kavrama denk düşüyor: İşgücü doğrudan veya dolaylı olarak sömürülenler. Üretimde ve yeniden üretimde kapitalist normlara tabi olanlar bu kategoride toplanıyorlar. Yani “küreselleşme” döneminde kapitalizm artık herkesi işçi yapmıştır, artık herkes proletaryadır; birilerinin fabrikada çalışması, birilerinin doktor veya mühendis olması, başka birlerinin küçük üretici olması, devlet memuru olması artık niteliksel bir farkı ifade etmiyor. Negri'nin dediği gibi işçi, öğrenci, ev kadını, doktor, mühendis artık hepimiz “toplumsal işçi”yiz veya “yeni proletarya” olarak “çokluk”a, çalışanlara, ezilenlere dönüşmüş oluyoruz!

Mülkiyet ve sınıfların konumu açısından bu denli farklı anlayışlar nasıl bir araya getirilebilir? Marks, Engels, Lenin, Stalin; bir bütün olarak Marksist-Leninist teori şimdiye kadar bu denli farklı anlayışları bir araya getiremedi, bir araya gelemeyeceğinin teorisini yaptı. Ama ezilenci “Marksist”lere göre işçi sınıfının diğer ezilen emekçi tabakaları sosyalist bir düzen doğrultusunda harekete geçirmek için nesnel koşullar uygundur!

Ne diyordu Lenin? “… Küçük üreticinin memnuniyetsizliği çoğu kez onun çabalarına… küçük mülk sahibi olarak varlığını savunmak için, yani mevcut sistemi savunmak için ve hatta tarihin tekerleğini geriye çevirmek için çabalarına neden olur.
“…Tabii ki küçük üreticilerde de mücadelenin keskinleşmesi söz konusudur. Ama onların “mücadelesi” çoğu kez proletaryaya karşıdır. Çünkü küçük üreticilerin çıkarları, durumlarından dolayı çoğu durumda proletaryanın çıkarlarıyla sert çelişki içindedir...”
Post-Marksizme göre bu sözler eskimiş!

Şüphesiz ki, ezilenler de devrim yapabilirler. Ezilen konumunda olan her bir sınıf, kendini ezen sınıfa karşı ayaklanabilir ve devrim yapabilir. Ama devrime katılan sınıf ve sosyal tabakalar, bu mücadelede kendilerini ifade etmek için kendi örgütlenmeleriyle yer alırlar. En fazlasıyla, çıkarlarının ortaklaştığı hedef için mücadele ederler, ama o hedefin sınıfsal rengi, ezilenlerin gücü tarafından değil, mücadelenin en güçlü sınıfsal bileşeni tarafından belirlenir. Devrimin karakterine göre burada en fazlasıyla ulusal burjuvazi, küçük burjuvazi ve proletarya söz konusu olabilir. Ama her halükarda söz konusu olan, sınıflardır, sınıftır, genel anlamda ezilenler değildir.

Bu noktadan sonra ezilenlerden sosyalizm bekliyor muyuz veya ezilenler sosyalist devrimin öznesi olabilir mi veya ezilenlerin sosyalizmi olur mu soruları artık gereksiz. TP'nin buna evet dediğini biliyoruz. Arkadaşlar salt bu anlayışları için kendilerine özgü bir Marksizm oluşturmadılar mı? Oluşturdular. Adını da “Ezilenlerin Marksizmi” koymadılar mı? Koydular. Bu durumda Türkiye devrimci hareketi dağıtılan “mavi boncuk”ların hatırına TP'nin ideolojik önderliğini kabul ederse ortaya felaket bir durum çıkar: Türkiye devrimci hareketinin her bir bileşeni -en azından “mavi boncuk” sahipleri- asgari ve azami programatik anlayışını, sınıf analizini, strateji ve taktiğini, Marksizm-Leninizm anlayışını, proletarya diktatörlüğü anlayışını tamamen değiştirmek zorunda kalacaktır. Post-Marksizmin Anadolu versiyonuna inanırsak başımıza bunlar gelecektir.

Ezilenlerle bağlam içinde savunulmaya çalışılan sosyalizm anlayışıyla, devrim anlayışıyla Marksizm-Leninizmin sosyalizm ve devrim anlayışı taban tabana zıttır. Bu anlamda küçük burjuva anarşizan sosyalizm anlayışıyla; yani ezilenlerin sosyalizm anlayışıyla Marksizm-Leninizmin sosyalizm anlayışı taban tabana zıttır; bunlar birbirini dışlayan, son kertede bir birine karşı sınıfsal düşmanlık içinde olan anlayışlardır. Marksizm dışında her türden sosyalizm anlayışı sosyalizmin bir karikatürü olarak tarih sahnesinden silinmiştir. Bu silme işi kendiliğinden olmamış, aksine ideolojik, teorik ve politik mücadeleyle olmuştur. Bu mücadele sürecinde Marksist-Leninist teori gelişmiştir.

5.Tez
Ezilenlerin “iradesi”-sınıfsal irade, ortak irade!
Sınıfın irade birliği, ezilenlerin irade birliği midir?
Ezilenlerin “iradesi” bir yerde irade ortaklığı, diğer yerde irade zıtlığıdır

Ezilenlerin “irade” birliği, mutlak görecedir, evet taktikseldir. Belli koşullar altında, belli amaca yönelik olarak ve belli bir dönem için halk kapsamında ezilenlerin belli bir irade birliğinin olduğunu komünistler reddetmezler. Bu doğrudur. Ama komünistler, bu belli koşullara bağlı olan doğruyu; irade birliğini, partinin hitap ettiği sınıf bakımından esas anlayışı haline getiremezler. Bu konuda önce Lenin’in anlayışına bakalım:

"Proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü" sloganına karşı ileri sürülen itirazlardan biri, bu diktatörlüğün "bir tek irade"yi … öngörüyor olması ve proletaryanın ve küçük burjuvazinin bir tek iradesi diye bir şeyin olamayacağıdır. Bu itiraz "bir tek irade" teriminin soyut, "metafizik" bir yorumuna dayandığından ötürü temelsizdir. "Bir tek irade" bir konu üzerinde sağlanırken bir başka konu üzerinde sağlanamayabilir. Sosyalizm sorunlarında ve sosyalizm için mücadelede birliğin bulunmayışı, demokrasi sorunlarında ve cumhuriyet için mücadelede iradenin tekliğini engellemez. Bunu unutmak, demokratik devrimle sosyalist devrim arasındaki mantıksal ve tarihsel farklılığı unutmak demek olur. Bunu unutmak, demokratik devrimin tüm halkın devrimi olması özelliğini unutmak demek olur: eğer bu devrim "tüm halkın" ise, bu demektir ki, bu devrimde tüm halkın gereksinmelerini ve istemlerini karşıladığı kadarıyla, kesin bir "irade birliği" vardır. Demokratçılığın sınırlarının ötesinde, proletaryanın ve köylü burjuvazisinin bir tek iradesinden söz edilemez. Aralarındaki sınıf mücadelesi…kaçınılmazdır. Dünyadaki her şey gibi, proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünün de bir geçmişi ve bir de geleceği vardır. Bunun geçmişi otokrasidir, serfliktir, monarşidir ve ayrıcalıklardır. Bu geçmişe karşı mücadelede, karşı devrimle mücadelede proletaryanın ve köylülüğün "irade birliği" olanağı vardır, çünkü burada çıkarların birliği vardır.

Geleceği ise özel mülkiyete karşı mücadeledir, ücretli işçilerin işverene karşı mücadeledir, sosyalizm için mücadeledir. Burada iradenin birliği olanaksızdır.” (Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s., 73/74).

Böyle bir irade birliği demokratik devrim için geçerlidir. Ama bu, “halkın irade birliği”, demokratik devrimde geçerlidir diye, ezilenleri aynı parti çatısı altında; aynı partide örgütlemek anlamına gelmez. İrade birliği, kendilerine göre farklı irade birliği olanların aynı partide örgütlenmelerini beraberinde getirmez. İrade birliğini sağlayan her bir gücün kendi sınıfsal örgütlenmesi vardır. İrade birliği, onların bu örgütleri arasında sağlanır. (Birleşik cephe, birleşik cepheleri ifade eden, adına parti denen biçimler burada konumuz değil. Bu türden oluşumlar olanaklıdır. Burada eleştiri konusu olan, aynı zamanda anti-faşist, anti-emperyalist ilerici ya da devrimci-demokratik cephesel karakter taşıyan “parti”ler de değildir. Burada eleştiri konusu olan adı üzerinde sınıf örgütlenmesini ifade eden parti anlayışıdır). Bu anlamda irade birliği, irade birliği sağlayanların siyasal/sınıfsal kaynaşması ve bir sınıf olarak bütünleşmesi değildir. Lenin’in dediği gibi, “taktiksel” olan bir sorun, partinin tarihsel misyonu olarak öne sürülemez. Post-Marksizmin Anadolu versiyonu, ezilenci “Marksist”ler tam da bunu yapmak istiyorlar.

Lenin:
Bir sosyal-demokrat, proletaryanın, kaçınılmaz olarak, sosyalizm uğruna, en demokratik ve cumhuriyetçi burjuvaziye ve küçük burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi açmak zorunda olduğunu bir an için bile olsun unutmamalıdır. Bu, her türlü kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, sosyal-demokrasinin ayrı, bağımsız ve tamamen bir sınıf partisinin mutlak zorunluluğu da, her türlü kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, burjuvaziyle birlikte "ortak bir darbe vurma" taktiklerimizin geçici niteliği ve "bir düşmanı" kollar gibi "müttefikimizi de" sıkı bir biçimde kollama görevi de her türlü kuşkunun ötesindedir vb..“ (Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s. 75).

Bu anlayış, ezilenleri sınıflaştıran Post-Marksizm, “ezilenlerin Marksizmi” açısından artık geçerli değildir. “Ezilenlerin Marksizmi”nin yegane amacı, partiyi, ezilenlerin partisine dönüştürmektir veya sınıf partisi olmaktan çıkartmaktır. Çünkü bu anlayışta olanlar açısından gelecek, artık işçi sınıfının değil, ezilenlerin tarihsel misyonu tarafından belirlenecektir; artık belirleyici olan işçi sınıfının değil, ezilenlerin iradesidir. İşçi sınıfı artık geleceği olmayan bir sınıftır. Geleceği olan ve geleceği şekillendirecek olan yegane güç, ezilenlerdir. O halde parti de işçi sınıfının değil, ezilenlerin partisi olmalıdır. TP, ezilenci “Marksist”ler bu anlayışı oldukça açık bir biçimde işlenmektedir.

Bu anlayışların toplamı ve gerçekleştirilmesi, komünist partinin, Marksist-Leninist partinin veya da Marksist Leninist Komünist partinin tasfiyesi demektir.

6.Tez
Ezilenlerin demokrasi anlayışı - Ezilenlerin diktatörlüğü

İşçi sınıfı açısından ezilenlerin demokrasisi, ne kadar demokratik olunursa olunsun, nihayetinde işçi sınıfının kendi demokrasisi olmadığı için, ezilenlerin diktatörlüğünü ifade eder. Ezilenlerin demokrasisine ve diktatörlüğüne katılım en fazlasıyla demokratik devrimde söz konusu olur. Ama demokratik devrim için ezilenleri sınıf mertebesine çıkartmaya gerek yok ki. (Post-Marksizmin Anadolu versiyonu demokratik devrim anlayışını da tarihe havale ediyor, yoksa yanılıyor muyum?)

Demokrasi, sınıfsal karakterlidir. Sınıflar üstü bir demokrasi yoktur. Her sınıfın iktidarı, ne kadar demokratik olursa olsun, nihayetinde hakim konumda olan sınıfın diktatörlüğüdür. Bu durumda, ezilenler farklı sınıflardan ve sosyal tabakalardan oluştuğuna göre –en azından böyle olduğunu sanıyorum- nasıl oluyor da bütün ezilenler sosyalizm için mücadele ediyorlar veya bu mücadele için aynı partide örgütlenebiliyorlar? Açık ki, ezilenlerin demokrasi ve diktatörlük anlayışı işçi sınıfının demokrasi ve diktatörlük anlayışıyla bir ve aynıdır denmek isteniyor. Ezilenci “Marksist”ler, ezilenleri, en azından sosyalist devrim için işçi sınıfıyla aynılaştırdığı için Marksist sınıf analizi ve devrim anlayışı reddi üzerine bir teori geliştiriyorlar. Burada teorik bir “sakatlığın” olduğunu söylemek işi geçiştirmek anlamına gelir. Burada söz konusu olan, ideolojik açıdan kafa karışıklığı da değil. Post-Marksizmin Anadolu versiyonu ideolojik olarak oldukça açık konuşuyor; neyi savunduğunu ve niçin savunduğunu çok iyi açıklıyor.

Bu konuda şöyle düşünmek gerekir: Sosyalizm öldü! İdeolojiler dünyası geride kaldı! “Özgür dünya” nihai olarak zafer kazandı! İşçi sınıfı yok oluyor! “İmparatorluk”un karşısında özne olarak bir “çokluk” var. Bu “çokluk”; sınıfsal çıkarları ortaklaştırılan bu çokluk, ezilenlerden başkası değildir. Emperyalist küreselleşmenin tasfiyeci etkisi böyle yansıyor.
Bu Post-Marksist anlayış da TP ve onun etkisinde olan “Mavi boncuk” sahipleri tarafından coğrafyamızda göklere çıkartılıyor, Marksizm-Leninizme karşı mücadelede temel tez olarak öne sürülüyor.

*

10. makale

YOLUN SONU (II)

POST-MARKSİZM - EMPERYALİST KÜRESELLEŞME VE EZİLENLER
MARKSİZM-LENİNİZME GÖRE “EZİLENLER” VE “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” NEDİR NE DEĞİLDİR (II)
Post-Marksist arayışların Anadolu cografyasına yansımaları (I)
(Sıkça sorulan sorular)


11. makale

YOLUN SONU (III)

POST-MARKSİZMİN ANTİ-SINIFÇILIĞI - EZİLENLER

Post-Marksist arayışların Anadolu cografyasına yansmaları (II)
(Sıkça sorulan sorular)
Negri’nin “Çokluk” Teorisi ve “Ezilenler” Arasındaki Diyalektik Bağ