9.
makale
YOLUN SONU (I)
“EZİLENLERİN
MARKSİZMİ”
“ÇAKMA
MARKSİZM” - POST-MARKSİZM
(Sıkça sorulan
sorular)
EZİLENLER
VE EZİLENLERİN MARKSİZMİ KAVRAMSAL OLARAK NEDİR NE DEĞİLDİR
(I)
Önce
ezilenler kavramına bir açıklık getirmek gerekmektedir. Bu
kavramdan anlaşılması gereken nedir, bu kavramı hangi anlamda
kullanmak gerekir ve ona hangi anlamlar yüklenilmemelidir?
Marksist-Leninistlere
veya Marksist Leninist Komünistlere göre ezilenler kavramından
anlaşılması gereken şudur: proletarya, kırın ve kentin emekçi
sınıf ve tabakaları, ezilen ulus ve ulusal topluluklar, ezilen
cins olarak kadınlar, bastırılmış dinsel inanç toplulukları,
bastırılmış cinsel kimlikler ezilenler kavramının içeriğini
oluştururlar.
Ezilenler
kavramı, beli bir sınıfı ifade etmek için kullanılmazsa,
sınıfsal belirsizliklere maddi zemin oluşturmaz ve sınıf bakış
açısını bulanıklaştırmaz.
Marksist-Leninistler
veya Marksist Leninist Komünistler ezilenler kavramını, işçi
sınıfı yerine kullanamazlar ve bununla işçi sınıfını
kastediyoruz diyemezler.
Marksist-Leninistler
veya Marksist Leninist Komünistler ezilenler kavramına ajitasyon ve
propaganda faaliyetlerinde kullanmanın ötesinde bir anlam
yüklemezler.
Ezilenler
kavramının, basında, panellerde, basın açıklamalarında vs.
bazen amacı aşacak şekilde kullanıldığı bir gerçektir.
Böylesi durumlarda Marksist-Leninistlerin veya Marksist Leninist
Komünistlerin görevi, kavramın yanlış kullanımını susarak
kabullenmek değil, uyarmaktır. Böylesi durumlarda susmak, hataya
ortak olmak demektir.
“Ezilenlerin
Marksizmi”, “ezilenlerin sosyalizmi” gibi ideolojik yön
belirleyen kavramlar Marksizm-Leninizme, Marksist Leninist Komünist
anlayışa tamamen yabacı kavramlardır. Marksist-Leninistlerin veya
Marksist Leninist Komünistlerin ideolojik anlayışına tamamen
yabancı olan bu kavramlar kullanılmamalı ve kullananlar da
eleştirilmelidir. Bunun doğrudan bir ideolojik sapma olduğu
unutulmamalıdır. “Ezilenlerin Marksizmi”, “ezilenlerin
sosyalizmi” gibi ideolojik sapkınlıklar Marksist-Leninistlerin
veya Marksist Leninist Komünistlerin gündeminde olmayan,
tartışılması -eleştirilmesi- gereken bir konudur.
Bu
tespitler Marksist-Leninistler veya Marksist Leninist Komünistler
için ilke tespitlerdir. Bu anlamda Marksist-Leninist teoriye,
programa bağlı olmak ve ona göre hareket etmek Marksist-Leninist
olmanın bir gereğidir. Söz konusu ilke tespitlere sapmadan,
yalpalamadan bağlı kalmak her komünistin görevidir.
Diğer
taraftan şu veya bu gazetede, teorik yazılarda, basın
açıklamalarında, bildirilerde, afişlerde işçi sınıfının
yerini çoktan ezilenlerin almış olduğu da bir gerçektir. Bu da
yetmiyormuş gibi ezilenlerin sınıf olduğunun teorisi bile
yapılıyor. İşçilerin burjuvalarla olan çelişkileri doğrudan
üretim biçiminden gelir ve bu yüzden antagonisttir anlayışından
hareketle bu antagonizma sermaye üretimi ile ilişkileri bakımından
artık bütün ezilen emekçi tabakalar için de geçerlidir sonucuna
varılarak -bu, bir katakullidir- ezilenlere bir çırpıda işçi
sınıfını oluşturan nitelik veriliyor. Ama anlaşılan o ki, bu
da yetmiyor ve sonunda ezilenlerde kapitalist üretim biçimini yok
etme dinamiği keşfediliyor. İşçi sınıfı ve ezilenlerin
birliğinin ekseninin kapitalist üretim ilişkilerinin egemenliğine
son vermek olduğundan bahsediliyor. Örneğin her ezilen
antikapitalist ilan ediliyor; antikapitalizm dünya çapında ortak
duygu ve düşünceye dönüşüyor düşünceleri savunuluyor.
Sorun,
işçi sınıfı dışında kalan “ezilenler”le birlikte
sosyalizmi kurmak olduğuna göre, “ezilen” kavramıyla
kastedilen sosyal tabakaların sınıfsal yapısını iyi incelemek
gerekir diye düşünüyorum.
Ezilenci
Post-Marksizm özenle, sömürüyü değil de ezilmişliği sınıfsal
kıstas olarak alıyor. Ezilmişlik kavramına sığınılarak, ona
olduğundan farklı anlamlar yüklenerek, sömürü kavramıyla
aynılaştırılamayanlar aynılaştırıyor. Ezilenci Post-Marksizm
bunu çok yalın, her dünyalının anlayabileceği biçimde yapıyor.
TP ve onun ideolojik etkisinde olanlar bunu yapıyorlar. Sınıf
tanımlamasında Marksizmin neyi kıstas aldığını, defalarca
belirttiğimiz için burada yeniden açmaya gerek yok. Her halükarda
ezilmişliği kıstas almadığını ve bunun sınıf tanımlaması
konusunda Marksizmden bir sapma olduğunu da belirtelim.
Ezilenler
“teorisi” Marksizmden kopmaksızın geliştirilemez.
Post-Marksizm, ezilenleri sınıf mertebesine çıkartıyor ve
böylece Marksist-Leninist parti, sınıf ve devrim anlayışlarının,
teorilerinin içini boşaltıyor. Çıkış noktası oldukça basit:
Teknolojinin üretimde kullanılmasının sonuçları son derece
etkili olduğu için, maddi değerlerin üretiminde çalışan
işçilerin sayısı azalmakta ve toplumsal rolü önemsizleşmektedir.
Bu nedenle insanların çoğunluğu, sermaye hareketinin üretim
aşamasından ziyade dolaşım aşamasında çalışıyor. Bu alanda
çalışan herkes işçi değil ve dolayısıyla sömürülmemekte
ama ezilmekte. Ezilenci Post-Marksizm böyle düşünüyor ve bunu
kabul ettirmeye çalışıyor. Burada çok açık bir ideolojik
tasfiyecilikle karşı karşıyayız.
Ezilencilere
göre Lenin’de ezilenler kavramı, çok belli toplumsal
katmanları kapsamaz. TP, zorlamayla Marksist Lenin'den ezilenci
Lenin çıkartmaya çalışsa da kapsamaz. Belirtelim ki, sadece
Lenin bu anlayışta değildi. Marks, Engels ve Stalin de bu kavrama
olduğundan öte bir anlam vermemişlerdir. Ama Post-Marksizm,
somutta da Negri ve yerli versiyonları -örneğin TP ve ona
öykünenler- pek öyle Marks, Engels, Lenin ve Stalin gibi
düşünmüyorlar; bu kavramın sermaye karşısında herkesi
kapsadığını açık bir şekilde savunuyorlar.
Marksizmde,
Marksizm-Leninizmde ezilen kavramının nasıl kullanıldığı ve
tuttuğu yer bellidir. Marksizm-Leninizmde “ezilenler” temel
alınarak sınıf teorisi geliştirilmemiştir ve geliştirilemez de.
Ama “ezilenlerin Marksizmi” ezilenleri temel alarak sınıf
teorisi geliştiriyor. Hal böyle olunca “ezilenlerin Marksizmi”,
“ezilenlerin sosyalizmi” ezilenleri -bırakalım demokratik
devrimi bir kenara- sosyalist devrimin sınıfsal öznesi yapmıyor
mu? Bunun başka izahı var mı?
Ezilenleri
Negri'nin içeriklendirmesiyle, TP'nin ve ona öykünenlerin
içeriklendirilmesi arasında nitel bir farkın olduğunu sanan, fena
halde yanılmış olur. Anadolu coğrafyasında Post-Marksizmin amacı
da budur; kendisi (TP ve ona öykünenler) ile Negri arasından
ezilenler konusunda nitel bir düşünce birliğinin olmadığını
göstermek.
Marksist-Leninistlerin
veya Marksist Leninist Komünistlerin kendilerini var eden ilkelere
sahip çıkmaktan, bu ilkeler için mücadele etmekten başka bir
seçenekleri yok. Marksist-Leninistler veya Marksist Leninist
Komünistler ya Marksizm-Leninizm, Marksist-Leninist parti için
mücadele ederler ya da “ezilenci Marksist” olurlar, “ezilenci
Marksist partici” olurlar. Bunun ortasında üçüncü bir yol
yok; üçüncü bir nitelik yok.
Post-Marksizmin
temel amaçlarından biri de iktidara kim yürüyor ve nasıl bir
iktidar için yürüyor sorusunu anlamsızlaştırmaktır. İşçi
sınıfının iktidara yürüyüşü tarihsel bir akıştır; burjuva
toplumun temel çelişkisinden kaynaklanan bir yasadır. Bu akışı,
bu yasanın etkili oluşunu (devrimi) hiçbir güç engelleyemez, ama
geciktirebilir. Bunun böyle olduğunu Post-Marksizm de biliyor. Bu
nedenle ezilenleri, ezilenlerin Marksizmini öne sürüyor, aklına
göre onları iktidara doğru yürütüyor ama nasıl bir iktidar
sorusuna cevap veremiyor.
Bu
türden açıklamalar veya sorular çoğaltılabilir. Soruların pek
çoğu bu kavramlarla ilgili olduğu için bu konudaki görüşlerimi
tezler biçiminde ele almayı uygun gördüm.
1.
Tez
Ezilenler
kavramının içeriği
Ezilenler
kavramının ne anlama geldiğini açıklamak için kapsamlı bir
araştırma yapmaya gerek yok. Ama bu kavramın neden bugün, daha
doğrusu ‘90’lı yılların ikinci yarısından bu yana sık sık
kullanılmaya başlandığı, öyle ki sınıf kavramının yerine
geçecek derecede sık sık kullanıldığı kapitalist üretimin
yapısındaki gelişmeler ve buna Post-Marksizmin verdiği cevap
incelenmeksizin kavranmaz. Kapitalist ekonomideki birtakım temel
gelişmelerin sınıfsal açıdan ne anlama geldiği açıklanmaksızın
ezilenler kavramı, Marksist teori için “baş ağrısı” olacak
bir kavrama dönüşecektir. Uluslararası arenada avanak küçük
burjuvazi kendini akıllı, başkalarını “aptal” sandığı
için teorik çarpıtmanın farkına varılmayacağını sanıyordu.
Ve ezilenler kavramına onda olmayan özellikler yükleyerek sınıf
analizi konusunda Marksizmin içini Post-Marksist biçimde
boşalatabileceğine inanıyordu. Sınıyordu, inanıyordu diyorum,
ama bir dönem etkili olduğunu da kabul etmek gerekir. Bu,
Post-Marksizmin doğrudan ideolojik, teorik, sınıfsal, örgütsel
tasfiyeci etkisini gösterir.
Bu
kavramın yukarıda belirtilen içeriğini birkaç örneklerle
açıklamaya çalışalım.
Ezmek
ve ezilmek olgusu sınıflı toplumlarda çıkar sorunundan kaynaklı
bir sonuçtur. Her sınıflı toplumda, üretim araçlarının özel
mülkiyette olduğu her toplumda ezen ve ezilen sınıflar ve sosyal
tabakalar vardır. Ama sömüren ve sömürülen kavramlarının
içeriğindeki sadelik ezen ve ezilen kavramlarının içeriğinde
yoktur. Ezen ve ezilen olgusundan kaynaklanan sorunlar ve sonuçları
oldukça karmaşıktır. Bu nedenle kimin nerede, hangi nedenden
dolayı ezen veya ezilen konumunda olduğu soruna bakış
perspektifinden dolayı değişebilir, ezen ve ezilen birbirine
karıştırılabilir. Bir durumda ezen, başka bir durumda ezilen
olabilir. Açık ki, toplumsal konum, zaman, çıkarlar ve koşullar
ezen ve ezileni değişken yapabilir. Kavramlarda değişkenlik
olunca bu değişkenliğe dayanarak siyasal saptamalar yapmak da ya
imkansızlaşır ya da oldukça zorlaşır. Toplumsal konum, zaman,
çıkar ve koşul ezeni ezilen, ezileni ezen durumuna getirebildiği
için bir ezenin karşısında bir ezilen, başka bir ezilenin
karşısında ezen olabilir. Başka biçimde formüle edersek: Bir
durumda ezen egemen güç karşısında ezilenler, başka bir durumda
ezilenler karşısında ezen egemen olabilirler. Özellikle tarihsel
koşulların değişmesi durumunda böylesi gelişmelerle karşı
karşıya kalabiliriz. İktidar mücadelesi sonucunda ezen, ezilen ve
ezilen de ezen konumuna yükselebilir.
Sorunun
yukarıda belirttiğimiz özellikleri, ezen ve ezilenin her zaman ve
her koşul altında belli bir sınıfsal kimliğe sahip olmadığını
gösterir. Çıkarlarda ortaklık olmayınca, üretim ilişkilerindeki
konumda farklılık olunca ezilenlerde sınıflaşma özelliği de
ortadan kalkar, sınıfsal stratejik bir amaç oluşamaz.
Ezilenlerin
ezilme seviyesinde ve ezilme nedenlerinde bir aynılık veya ortaklık
yoktur. Yukarıda belirttiğimiz nedenden dolayı ezilmede
farklılıklar doğar. Bundan dolayı en fazlasıyla nedenlerden ve
koşullardan kaynaklanan ezilen gruplar oluşabilir. Ama bir ezen
karşısında ezilen bir sosyal grup, başka bir ezilen karşısında
ezen sosyal gruba dönüşebilir. Açık ki, ezilenlerin ezenler
karşısında ezilmelerine neden olan olgular farklıdır ve tam da
bundan dolayı karşı karşıya oldukları sorunlar da ortak
değildir. Bu durumda farklı nedenlerden dolayı ezilenler, farklı
sorunlarla karşı karşıya kalırlar. Bu durum onlarda ortak çıkar
ve ortak sınıfsal düşman düşüncesini geliştirmez; yani bu
nedenlerden dolayı ezilenler bir sınıf oluşturamazlar. Tam da bu
nedenden dolayı ezilenlerin yaşadığımız koşullarda kapitalizme
karşı, onu yıkmak için ortaklaştırılmış bir mücadele
programı olamaz. Böyle bir anlayışı savunmak saçmalıktan da
ötedir.
Ezilenlerin
her bir bölüğünün bir mücadele anlayışı vardır. Ama her bir
bölüğünün ortaklaştırılmış bir mücadele anlayışı
yoktur, olamaz da. Şüphesiz ki kendi aralarında şu veya bu konuda
ortak hareket edebilecek ezilen bölükleri vardır.
Birkaç
örnek vererek durumun ne denli karmaşık olduğunu göstermeye
çalışalım:
Bütün
dünyaya dağılmış durumda olan Yahudi toplumunun ezici çoğunluğu
bulundukları toplumda ezilen konumundalar. Yüzyıllarca
horlandılar, dışlandılar, ötekileştirildiler. Ama bugün,
İsrail'in kurulmasından bu yana Filistinliler üzerinde ezen
konumundalar.
Irak'ta
Baas rejim altında ezilen Kürtler ve Şiiler, bugün farklı
konumdalar. Şiiler ezilen mezhepten ezen mezhep seviyesine çıktılar
ve Sünni mezhebini ve diğerlerini eziyorlar. Keza ezilen ulus
konumunda olan Kürtler bugün ezen ulus konumuna geldiler ve Güney
Kürdistan'da Araplar, Türkmenler vb. üzerinde egemen konumdalar.
Bir
zamanlar Osmanlı devletinin hakimiyet sürdürdüğü bölgelerde,
örneğin eski Yugoslavya'da, Yunanistan'da, Bulgaristan'da egemen ve
ezen konumda olan Türkler, bugün ezilen azınlıklar konumundadır.
Ezilen
ulustan iki farklı sınıf temsilcisini alalım: Ezilen ulus
kapitalisti ve ezilen ulus proleteri. Her ikisi de ezen ulus
karşısında ezilen konumundalar. Ama birbirleriyle emek-sermaye
çelişkisi içindeler. İlk durumda ezen ulus karşısında
ezilmişliklerinin ortaklığından dolayı aynı siyasi tavrı
geliştirebilecek durumdalar. Ama ikincisinde ezilmişlik ortak
olmasına rağmen emek-sermaye çelişkisinden dolayı karşı
karşıya gelebilmekteler. Ücret konusunda, iş sözleşmesi
konusunda, sigorta konusunda vs. birbirlerine karşı mücadele
içindeler. Burada ezilen ulustan kapitalist ezen ulusun çıkarlarına
göre düzenlenmiş sistemden yararlanarak kendi ulusundan proleteri
ezmekten çekinmez. Bu duruma en iyi örneği Kürt ulusundan
kapitalist ile proleter oluşturur.
Kadınların
konumuna bakalım. Kadınlar erkeklerin baskısına, horlamasına,
taciz ve tecavüzüne, zorbalığına, şiddetine maruz kalıyorlar
ve sınıflı toplumlarda erkeklerden sonra geliyorlar; ikinci planda
kalan insanlar konumundalar. Onlar bu halleriyle ezilen cinsi
oluşturuyorlar. Yani erkekler tarafından eziliyorlar; erkek ezen,
kadın ezilen. Ama kadınlar arasındaki ilişkilerde -bu durumda
ezilenler arasındaki ilişkilerde- durum tamamen değişiyor.
Kadınlar da kendi aralarında ezen ve ezilen diye ayrışıyor.
Patron durumunda olan kadın, işçisi durumunda olan kadını eziyor
ve sömürüyor. Bu durumda patron olan kadın kapitalist sınıfın,
işçi olan kadın da işçi sınıfının temsilcisidir. Her ne
kadar cinsel ezilmişlik onları birbirlerine yakınlaştırıyorsa
da, emek-sermaye çelişkisi birbirlerinden uzaklaştırıyor. Bir
durumda ortak hareket etmenin nedenleri varken, diğer durumda ortak
hareket etmemenin; farklı sınıflardan olmanın nedenleri ön plana
çıkıyor. Yani cinsel ezilmişlikten dolayı birbirine yakınlaşan
patron kadın ile proleter kadın emek-sermaye söz konusu olduğunda
birbirinden uzaklaşıyor; kadın patron erkek patrona, kadın işçi
de erkek işçiye yakınlaşıyor. Burada sınıfsal duruş
belirleyici oluyor.
Bu
da olmuyorsa soruna şöyle yaklaşabilirsiniz:
Ezilenlerin
sınıfsal bileşimi:
Büyük
burjuvazi ve büyük toprak sahipleri karşısında diğer sınıf ve
sosyal tabakalar eziliyor.
Ezilenler
bunlar mı?
Emperyalist
burjuvazi karşısında bütün diğer burjuvazi –emperyalist
ülkelerde tekelci olmayan burjuvazi- ve yeni sömürge ülkelerde
işbirlikçi sınıflar da dahil bütün sınıflar eziliyor.
Bunlar
arasında ezilenlerin ittifakı gerekmez mi?
Bu
anlamda ezilenler, “üç dünya teorisi”nin bir versiyonu değil
mi?
Bu
anlamda ezilenler, sınıf uzlaşmacılığını öngören
revizyonist bir teori değil mi?
Evet,
”Ezilenlerin Marksizmi” bir üç dünya teorisidir; Piramidin
tepesinde duran herkesi eziyor. O halde piramidin tepesinde durana
karşı ezilenler birleşmelidir! Üç dünya teorisi de iki süper
güce karşı geriye kalan herkesi, bütün devletleri, burjuvaziyi
ve işçi sınıfını birleştirmiyor muydu?
Ezilencilere
bu soruları sormanız yeter.
2.
Tez
Ezilenler
kavramı sınıfsal açıdan içeriklendirilebilir mi?
Marksizm-Leninizmde,
ezilencilerin içeriklendirdiği anlamda “ezilenler” diye başlı
başına bir kavram yok. Gerek Marks ve Engels ve gerekse de Lenin ve
Stalin şurada burada, ama oldukça seyrek olarak bu kavramı
kullanmışlardır. Onların bu kavrama yükledikleri içerik ile
ezilenler teorisini yapanlar arasında veya bu kavramın sınıf
mertebesine çıkartılması arasında sınıfsal fark vardır. Bu
kavramın içeriği görecedir, kıyaslamadır. Yukarıda birkaç
örnek verdik. Aşağıda da vereceğiz. Burada da bir örnek
verebiliriz: Tekelci burjuvazi karşısında, burjuvazinin diğer
kanatları da dahil, diğer bütün toplumsal sınıflar ve tabakalar
ezilen konumundadır. Üretim biçimin karakterine bağlı olarak
sömürüye dayanan toplumlarda her bir sınıf ve toplumsal tabaka,
bir alttakini ezen konumdadır. Bunun ötesinde emperyalist ülkeler,
emperyalist olmayan ülkeleri, bağımlı ülkeleri ezen konumdadır.
Hakim ulus, hakim olmayanı ezen konumdadır vs. Bu kıyaslamadan
nasıl bir sınıfsal içerik çıkartılabilir? Bu soruyu
ezilencilere sormak gerekir.
Sınıfsal
içeriklendirilemeyince bu kavram ideolojik bakımından işçi
sınıfı kavramının yerine kullanılamaz. Çünkü ezilenler ile
işçi sınıfı bir ve aynı içerikli değildir. Bu kavram
emekçiler kavramı yerine de kullanılamaz. Çünkü ezilenlerin her
kesimi ile emekçiler bir ve aynı içerikli değildir.
Ezilen
kimliğinden dolayı oluşan toplumsal hareketler herkesi, toplumun
sermaye karşısında her sınıf ve sosyal tabakalarını göz
önünde tutan, bunların hepsinin sahiplenebileceği ortak istemler
öne sürmezler. Sürseler de bu onların esas amacı değildir. Bu
hareketlerin temel amacı, kendilerini ezenin baskısından
kurtulmaktır. Onlar için özgürlük ve demokrasi ezenin
baskısından kurtulmakla eş anlamlıdır. Bu hareketlerin özneleri,
ezenin boyunduruğunda kurtulduklarında ve ezeni ile eşit konuma
geldiklerinde sorunları da bitmiş olur. Ezilenlerdeki bu anlayış
kimi durumda onları ezen konumuna da getirebilir. Haklarını elde
etmiş, ezeni ile eşitlenmiş bir eski ezilen, diğer ezilenleri
ezen durumuna gelmiş demektir. Bu değişkenlik nedeniyle sınıflı
toplumlarda bir ezilen kesim aynı zamanda başka bir ezilen kesimin
ezeni olabilir. Bu nesnel durum onlarda ortak çıkar ve ortaklaşmış
bir ideolojinin gelişmesi için maddi zemini yok eder.
Soruna
hangi açıdan bakarsanız bakın, çağımızda, özellikle
neoliberalizmin hakim olduğu günümüzde, sermaye ve üretimin
uluslararasılaşmasının şimdiki aşamasında ezilen kavramı,
Post-Marksizmin Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde çok kolay
kullanılan bir demagoji olmuştur. Ulusal çapta değil,
uluslararası çapta adeta herkes birbirini eziyor. Kapitalist
işçiyi, erkek kadını, aile çocukları, beyaz siyahı veya
sarıyı, kuzeyli güneyliyi, batılı doğuluyu, Hristiyan Müslümanı
veya Müslüman Hristiyan'ı, Sünni aleviyi, emperyalist ülkeler
bağımlı ülkeleri, AB içinde Almanya, Fransa, İngiltere gibi
ülkeler Yunanistan, Portekiz, Polonya, Macaristan vb. ülkeleri,
BM'de veto hakkı olan 5 ülke diğerlerini, ülke içinde çoğunlukta
olan ulus azınlıkta olan ulusu veya etnik grupları eziyor. Bütün
bunlar bize bir ezme-ezilme ilişkileri toplamı verir. Bu, birtakım
niceliklerin bir araya geldiği bir toplamıdır. Ama ezilmenin
ötesinde ortak noktaları olmayan bir toplamdır ve onlardaki ezilme
ortaklığı belli bir sınıf oluşturmanın maddi zeminini
oluşturmayan bir ortaklıktır. Sınıflı toplumlarda ezen, bir
biçimde çıkarı (ekonomik, sosyal vs.) olduğu için ezer,
ayrıcalık sahibi olduğu ve öyle kalmak istediği için ezer.
Ezilen de aynı haklara sahip olmak istediği için mücadele eder ve
genelde, aynı haklara sahip olma durumunda onun mücadelesi de
sonlanır. Bu sefer o da ezmeye başlar.
Sınıflı
toplumlarda ezen-ezilen ilişkisi bir piramit yapısını andırır:
En üstte en büyük ezen ve onun altında da birbirini ezerek,
ezen-ezilen ilişkisi içinde tabana kadar inen bir piramit yapısı.
Tabanı ise ezilenler değil, ezilen içinde yer alan sömürülenler
oluşturur. Yani işçi sınıfı.
Bunun
böyle olmasını sınıflı toplumlarda sınıfsal ayrışım
gerçekliğinde ve bu ayrışımın da üretim araçlarının özel
mülkiyette oluşunda aramak gerekir. Salt bu gerçeklik, her bir
ezen-ezilen ilişkisinde farklı sınıfsal çıkarların olduğunu
gösterir. Bu gerçeklik son kertede burjuva toplumun iki ana
sınıftan oluştuğunu, her bir ana sınıf içinde ezen ve ezilen
kesimlerin olduğunu, ama bu farklılığın her iki sınıfın
ezenlerini birleştirecek kadar güçlü olmadığını; sınıfsal
farklılığın belirleyici olduğunu gösterir.
Şüphesiz
ki, her ezilenin ezene karşı mücadelesinde ezilme neden ve
durumuna göre değişen bir haklılık payı vardır. Ezilen, ezeni
karşısında ezilmemek için, aynı haklara sahip olmak, onunla
eşitlenmek için mücadele eder. Bu mücadele başarıyla
sonuçlandığında ezilen, artık eski ezilen, yeni eze
konumundadır. Mücadelesindeki haklılık payı yok olmuştur. Bu
nedenle ezilenin ezene karşı mücadelesi toplumsal ilişkileri tüm
toplumun çıkarına değiştirme mücadelesi değildir ve bu anlamda
da mutlaka referans alınamaz. Bu mücadelesinde ezen, tüm toplumsal
ilişkileri değiştirmeyi değil, kendi konumunu iyileştirmeyi
amaçlıyor. Ezen bu mücadelesinde sömürüyü ortadan kaldırmayı
değil, kendini ezen koşulları, onu ezilen yapan koşulları
ortadan kaldırmayı ve ezen konumuna gelmeyi amaçlıyor.
Ezen
sınıfın (burjuvazinin) kendi sınıfından ezdikleri ile ezilen
sınıfın (işçi sınıfının) sadece ezilme kavramı çerçevesinde
ortaklığı vardır. Ezilen sınıf olarak işçi sınıfının
ezilmekten kurtulması sömürülmekten kurtulmasıyla eş
anlamlıdır. Bu durumda işçi sınıfı sömürü koşullarını,
dolayısıyla kapitalizmi ortadan kaldırmak zorundadır. Ama ezen
sınıfın (burjuvazinin) ezilen kesimlerinin böyle bir amacı
yoktur. Burjuvazinin ezilenleri, ezilmişlikten kurtulmak için
sömürü sistemini, kendi sistemlerini ortadan kaldırmayı
amaçlamaz. Bu durum her iki sınıftan ezilenler (bir taraftan ezen
sınıf burjuvazinin ezilenleri ve diğer taraftan da ezilen ve
sömürülen sınıf olarak işçi sınıfı) arasında sınıfsal
bir ortaklığın olmadığını gösterir.
Post-Marksizm
bu olguyu nasıl yorumluyor ve kullanıyor? Post-Marksizm, işçi
sınıfından umudun kesildiğini, devrimci dinamiğini kaybettiğini,
toplumu ilerletecek güce sahip olmadığını, önemsizleştiğini
savunuyor ve burjuva toplumu yıkmayı değil, içsel değişimle
iyileştirmeyi, herkesin yaşayabileceği bir toplum haline getirmeyi
amaçlıyor. Bu amacına sosyal hareketlerle ulaşabileceğini
sanıyor. Açık ki sosyal hareketler ve onların talepleri toplumda
sınıfsal çelişkilerin ve çatışmaların üstünü örtmeye, bu
çelişkileri etkisizleştirmeye hizmet etmektedir. Bu hareketler, en
fazlasıyla çerçevesi belli -örneğin burjuva/kapitalist- toplum
içi değişimi gerçekleştirebilirler. Bu nedenle reformist
hareketlerdir. Post-Marksizm bu hareketlerin öznelerini ezilenler
olarak tanımlamakta ve bu öznelerin mücadelesiyle toplumsal
ilerlemenin sağlanabileceği propagandasını yapmaktadır.
Post-Marksizm, işçi sınıfını yok saymakta, ezilenler içinde
eritmektedir. Ezilenler içinde eritilmiş bir işçi sınıfının
sınıfsal bir amacı ve o amacına ulaşmak için de sınıfsal bir
örgütlenmesi gereksiz kalmaktadır.
Post-Marksizm,
işçi sınıfını burjuvazinin tamamen reddetmediği, ihtiyaçlarına
ve çıkarlarına uygun araçlara dönüştürebildiği sosyal
hareketler ve özneleri olan ezilenler içinde kalmaya mahkum ediyor.
İşçi sınıfını burjuvaziye hizmet edecek, onun çıkarlarıyla
uyumluluk içinde olabilecek bir özneye çevirmeye çalışıyor.
Bazı
dönemlerde burjuvazinin sosyal hareketleri neden desteklediği
üzerinde durmak gerekir.
Post-Marksizm,
ezilenlerin ezilmelerine neden olan faktörlerin birbirinden farklı
olduğunun, bu faktörlerin ezilenleri kimi zaman karşı karşıya
getirdiğinin üstünü örtmeye çalışmaktadır. Bu farklılıktan
dolayı çözüm yollarının da farklı olacağını karartmaya özen
göstermektedir. Post-Marksizm, ezilen kimliği üzerinden bir sınıf
oluşturmaya çalıştığı için ezilenlerin ezilmesine neden olan
gerçeklerin birbirinden farklı olduğu ve çözüm yollarının da
farklı olacağı için ortak bir düşüncede bir araya
gelemeyeceklerini; bir ideoloji, sınıf ve örgütlenme
oluşturamayacaklarını reddediyor. Bunun işçi sınıfı
ideolojisine, sınıfsal örgütlenmesine; bir bütün olarak
Marksiz-Leninizme açık bir düşmanlık olduğu; bunun bir sınıf
mücadelesi olduğu unutulmamalıdır. Post-Marksizmin inatla
ezilenlerden sınıf çıkartmaya ve Marksizmden de ezilenlerin
ideolojisi oluşturmaya çaılşması bu açıdan ele alınmalıdır.
Bu
durumda söylenmesi gereken şudur: Genel olarak Post-Marksizm ve
özelde de onun ezilenciler, “ezilenlerin Marksizmi” versiyonu,
ezilenlerin çıkarlarının ortak olduğunu, bu anlamda yazgılarının
da ortak olduğunu, ortak bir amaç ve ideoloji temelinde
örgütlenebileceklerini, bir sınıf oluşturduklarını
savunmaktadır. Post-Marksizm, ezilenci “Marksizm”, ezilenlerin
ideolojisi, çıkarları ve geleceği ortak olduğu için sınıf
olarak düşmanları da ortaktır ve bu düşmana karşı
mücadeleleri de ortaktır anlayışını savunuyor. Bu arada
burjuvazi tarafından ezilen küçük burjuvazi ile sömürülen-ezilen
işçi sınıfı arasında ne türden bir ideolojik ortaklık, çıkar
ortaklığı ve gelecek ortaklığı vardır sorusunun da bir anlamı
kalmamış oluyor. (Burada üzerinde durduğumuz sınıfsal ortaklık
(aynılaşma), iradedir. İşçi sınıfı ve küçük burjuvazinin
şu veya bu konuda örneği demokratik devrimde geçici bir irade
birliğine sahip olmaları sorunun özünde bir şey değiştirmez).
Birinin geleceğinin sosyalizm olması, diğerinin de sistem içi
iyileştirme olması Post-Marksistler açısından, özellikle de
ezilenci “Marksizm” açısından hiç önemli değildir.
Post-Marksizm,
onun “ezilenlerin Marksizmi” versiyonu diğer bir ifadeyle şunu
diyor: Bastırılmış cinsel kimlikli kapitalist (diyelim ki
eşcinsel kapitalist), yani bu durumda ezilen kapitalist ile işçi
olduğu için sömürülen ve ezilen işçi; Kürt olduğu için
ezilen kapitalist ve sömürülen, ezilen Kürt işçisi; ezilen
burjuva kadın ile sömürülen ve ezilen işçi kadın arasında
nitel, sınıf oluşturmalarını engelleyen bir fark yoktur. Bunlar
ortak ideolojiye sahiptirler ve ortak iktidar kurabilirler. İşte
ezilenci “Marksizm” budur.
Bu
anlayışlar, “kökenimize geri dönerek” ifade edersek
Marksizmin, günümüz diliyle ifade edersek Marksizm-Leninizmin
doğrudan reddidir. Bu anlayışlar “tarihin sınıf mücadeleleri
tarihi” olduğunun reddidir. Diyeceksiniz ki, bunda yeni olan
nedir? Gerçekten de Marksizmin tarihinde dönem dönem varoluş
nedeni Marksizmin reddi olan böylesi sapkınlıklar çıkmıştır.
Örneğin Bernstein revizyonizmi, örneğin Batı-Marksizmi, örneğin
Troçkizm. Daha ziyade Dünya ve Avrupa Sosyal Forumlarında
örgütlenmiş olan sosyal hareketler ve bunların hemen hepsinin
ifadesi olan Post-Modernizm ve Post-Marksizm, Marksizm-Leninizme
karşı mücadelelerinde bir sonuç alamadılar. Dünya ve Avrupa
Sosyal Forumları birer cenaze oldular. Ama yeni bir anlayış ortaya
çıktı. Oldukça cesaretli bir biçimde Batı-Marksizmini kaynak
olarak aldı, Marksizmi eleştire eleştire kendine göre işe
yaramaz hale getirdi, Marksizm-Leninizmi bir kenara itti ve
ezilenleri sınıflaştırarak “ezilenlerin Marksizmi”ni üretti:
Post-Marksizmin en son versiyonu olan “ezilenlerin Marksizmi”.
Bu cüreti Anadolu coğrafyasında TP gösterdi. Savunduğu ise
sınıf uzlaşmacılığı, ideolojik “çorba”, devrim yerine
reformizm vs. vs.
Marksist
sınıf teorisi reddedilmeksizin “ezilenler” sınıfsal açıdan
içeriklendirilemez:
Marksizmin
bu kavrama yüklediği anlam ile ezilencilerin, Post-Marksizmin
yüklediği anlam arasında sınıfsal fark vardır.
Post-Marksizmin
Anadolu versiyonu ezilenler teorisini geliştiriyor, ama bu teori
Marksizmden kopmaksızın geliştirilemez veya bu kavramı
ezilencilerin anlayışı seviyesinde; sınıf seviyesinde ele almak
parti, sınıf ve devrim konularında Marksist-Leninist teoriyi
kavramada sorunların olduğunu gösterir. Ezilenci “Marksizm”,
mevcut ekonomik ilişkileri; üretimdeki yerleri, özel mülkiyete
bakışları bakımından hiçbir zaman bir ve aynı sınıf
olamayacak insan yığınlarını aynılaştırıyor, onlara ortak
sınıfsal özellik veriyor.
Kapitalist
üretim biçimi belli temel sınıflar üzerinde yükselir. Bu
sistem, burjuvazi ve proletarya dışında temel sınıf tanımaz.
Veya burjuvazi ve proletarya dışında bu üretim biçimine tekabül
eden başka temel sınıf yoktur. Dolayısıyla kapitalist üretim
biçimi koşullarında ezilenler kavramı, temel sınıf açısından;
“emek-sermaye” çelişkisinin çözümü bakımından sınıfsal
içeriklendirilemez. Böyle bir içeriklendirme ancak ve ancak
reformizme tekabül eder.
Ezilencilerin
“Marksizmi”, sınıf, üretim ilişkileri, parti ve devrim
konusunda Marksizmi revize etmenin zamanı gelmiştir diyor.
Ezilenciler, burada Marksist partinin veya Marksist-Leninist
partinin veya da Marksist Leninist Komünist partinin bu konulardaki
anlayışlarının değiştirilmesi gerektiği mesajını veriyorlar.
Bu anlamda ezilenci Post-Marksizm şimdiki durumu ve geleceği farklı
yorumluyor; mevcut durumu ve geleceği görmek istediği gibi
görmemizi istiyor. Burada söz konusu olan, şu veya bu “bağımsız”
insanın veya herhangi bir partinin ezilenler hakkındaki görüşleri
değildir. Burada söz konusu olan, Marksist, Marksist-Leninist olma
iddialı olanların, devrimden bahsedenlerin; bu amaçlı örgütlü
mücadele sürdürenlerin ezilenler kavramına yükledikleri
anlamdır. Yani, burada söz konusu olan, bir komünist partinin,
Marksist-Leninist partinin duruşudur. Bu konuda Lenin, hiç de
ezilenler “teorisi”ni yapanlar, bu kavramı sınıfsal
içeriklendirenler gibi düşünmüyor.
Her
ne kadar ezilenci Post-Marksizm “yeni”yi emperyalist küreselleşme
ile ortaya çıkartıyorsa da aslında konu kapitalizmin tarihi kadar
eskidir. Bu bakımdan sosyalizm için sınıf eksenli mi yoksa
çokluk-ezilen eksenli mi mücadele edilir sorusu eskidir ve biz
burada eski bir sorunun “ezilenler” olarak karşımıza
çıkartılmasıyla karşı karşıyayız.
3.Tez
Ezilenler ve
mülkiyetin karakteri/mülkiyet ilişkileri-
Ezilenler
kategorisine giren sınıflarda ve sosyal tabakalarda mülkiyetin
karakteri
Kapitalist
üretim biçimindeki gelişmelerin ortaya çıkarttığı sorulara
cevap vermek, her bir Marksist-Leninist partinin görevidir.
Nihayetinde bunlar, devrimin sorunlarıdır. Peki bu sorulara cevap
veriliyor mu? Parti bu sorulara cevap veriyor. Ama ezilenci
Post-Marksizm bu sorulara cevap verebiliyor mu? Veremiyor. Bu
sorulardan birisi de ezilenler ve mülkiyet ilişkileridir veya
ezilenler ve mülkiyetin karakteridir. Buna da cevap verilmiyor.
Ezilenci “Marksizm” sorunun esasını bir kenara koyuyor,
ezilmişiliği, haksızlığı ön plana çıkartarak yeni bir teori
üretiyor. Ezilenci “Marksizm” tek kelimeyle ezilenler diye
anlatılan kesimlerin hangi mülkiyet ilişkileri içinde
olduklarını ve hangi nedenden dolayı aynılaşamayacaklarını ele
alıyor mu? Hayır, ama onları sınıflaştırıyor. O zaman bu
sınıfın mülkiyet karşısındaki konumu nedir? Ezilenci
“Marksizm” buna cevap vermiyor, ama Marksizm-Leninizm buna cevap
veriyor.
Kapitalizmde
çok çeşitli olan mülkiyet ilişkileri yoktur. Kapitalizm, burjuva
mülkiyet ilişkileri temeli üzerinde yükselir. Bunun adı burjuva
mülkiyettir; üretim araçlarının özel mülkiyette olmasıdır.
Kapitalizmde her iki temel sınıfın (burjuvazi ve proletarya) özel
mülkiyet karşısındaki duruşu, o sınıfların üretimdeki ve
toplumdaki konumlarını belirler. Küçük veya büyük burjuvazi,
üretim araçlarının özel mülkiyetine sahiptir. Onu burjuvazi
yapan da budur. Tam tersi proletarya için geçerlidir. Ezilenler
kavramı bazında burada söz konusu olan, küçük
burjuvazi/üreticiler ile işçi sınıfı arasındaki ilişkidir.
Kapitalizmde mülkiyet ilişkileri bu her iki sınıfın; işçi
sınıfı ve küçük burjuvazinin mülkiyet ilişkileri bakımından
sınıfsal çıkar faklılığı içinde olduğunu göstermektedir.
Sınıfsal çıkar faklılığı, nihayetinde siyasal çıkar
farklılığını ve siyasal iktidar faklılığını kaçınılmaz
olarak beraberinde getirir. Bu faklılık, siyasal mücadelede
kaçınılmaz olarak gündeme gelir.
“…Emekçi
ve sömürülen yığınının memnuniyetsizliği artmaktadır”. Bu
doğru. Ama burada yapıldığı gibi, proletaryanın
memnuniyetsizliğini küçük üreticinin memnuniyetsizliğiyle
aynılaştırmak ve aynı kaba koymak tamamen yanlıştır. Küçük
üreticinin memnuniyetsizliği çoğu kez onun çabalarına… küçük
mülk
sahibi olarak varlığını savunmak için,
yani mevcut sistemi savunmak için ve hatta tarihin tekerleğini
geriye çevirmek için çabalarına neden olur” (Lenin;
C. 6, s., 35, “Plehanov’un İkinci Program Taslağı Üzerine
Notlar”dan).
Proletaryanın
ve küçük üreticinin memnuniyetsizliği mülkiyet ilişkilerinden
kaynaklanmaktadır. Bu “memnuniyetsizlik”, onun kaynağının
sınıfsal karakterini bir kenara koyarak ezilenler kavramıyla
aynılaştırılamaz ve ezilenlerin memnuniyetsizliği için mücadele
esas alınamaz. Hele bu talep, perspektif olarak öne sürülürse,
orada geriye dönüşün pek kolay olmayacağı bir sapma var
demektir. Proletarya, “memnuniyetsizliğinin”
maddi temelinin devrimle ortadan kaldırılacağına inanıyor ve bu
“memnuniyetsizliğe” kaynaklık eden mülkiyet/sömürü
ilişkilerini; kapitalist üretim biçimini yıkmak için mücadele
ediyor. Ezilenlerin çok önemli bir bölüğünü oluşturan küçük
üretici ise, “küçük
mülk sahibi olarak varlığını savunmak için,
yani mevcut sistemi savunmak için ve hatta tarihin tekerleğini
geriye çevirmek için”;
kapitalizm koşullarında daha iyi yaşamak için mücadele ediyor.
Her iki sınıf ve her iki “memnuniyetsizlik” türü arasındaki
fark bu. Bu fark göz ardı edilebilir mi? Ama ezilenci “Marksizm”
göz ardı ediyor.
Demek
oluyor ki, mülkiyetin karakteri/mülkiyet ilişkileri bakımından
ezilenler ve işçi sınıfı, antagonist çelişki içindeler. Bu
anlamda ortak bir yanları, paydaları yok. Bu anlamda ezilenleri
aynılaştıran bir mülkiyet türü yok; ezilenlere özgü bir
mülkiyet yok. Ezilenler, mülkiyet karşısındaki konumlarından
dolayı bileşenlerine ayrılıyorlar ve mülkiyet karşısındaki
konumlarından dolayı da ezilenlerin, mülkiyet ilişkilerinde aynı
sınıfı oluşturacak bir özellikleri yok.
Bu
durum en çıplak bir biçimde siyasal mücadelede görülür:
Sosyalist devrimin, sosyalizm için mücadelenin öznesi, ideolojisi,
sınıfsal içeriği, Lenin’in dediği gibi proletarya olmaz da,
ezilenler olursa ya küçük burjuva sosyalizminden yana oluruz ya da
Marksizm-Leninizmin anladığı sosyalist devrimden yana olamayız.
Bunun ortasında üçüncü bir yol yok. Tarih, özel mülkiyet
savunucularının özel mülkiyetin reddi üzerine kurulacak olan bir
düzen için; sosyalizm için mücadele ettiğine henüz şahit
olmamıştır. Ezilenlerin “Marksizmi” bunun tersini rahatlıkla
savunulabiliyor.
4.
Tez
Ezilenlerin
devrimi (kime karşı ve niçin?)
Önderlik
ve ezilenlerin devrimi
Kime
karşı niçin?
Devrim
ve mülkiyetin karakteri
“…Mücadele,
her şeyden önce onun önder temsilcisinin –proletaryanın-
mücadelesi…keskinleşmektedir…”. Tabii ki küçük
üreticilerde de mücadelenin keskinleşmesi söz konusudur. Ama
onların “mücadelesi” çoğu
kez
proletaryaya karşıdır.
Çünkü küçük üreticilerin çıkarları, durumlarından dolayı
çoğu durumda proletaryanın çıkarlarıyla sert
çelişki içindedir.
Genel anlamda söyleyecek olursak: Proletarya, hiç
de
küçük burjuvazinin “önder temsilcisi” değildir.
Bu, ancak, küçük üretici yok oluşunun kaçınılmazlığını
kavradığında, “proletaryanın konumuna geçmek için
kendi(sınıfsal) konumunu terk ettiğinde” söz konusu olur…”
(Lenin;
agk., s., 35-36).
Komünist
partisi, proletaryanın siyasal örgütüdür. Parti, ancak ve ancak
bu sınıfı örgütler ve ona önderlik eder. Ezilenleri veya halkı
örgütlemek veya da proletarya dışında kalan ezilenleri
örgütlemek ve onlara önderlik etmek komünist partisinin işi
değildir. O, sınıf örgütü olduğundan dolayı bunu yapamaz.
Parti, sınıf iradesini temsil ettiği için bunu yapamaz. Evet,
yapamaz.
Dolayısıyla komünist partisinde halk sınıf ve sosyal
tabakalarının çıkarlarını ifade eden “irade”ler yoktur veya
parti, bu iradelerin toplamı, harmanlaması olamaz. Post-Marksizmin
ezilenlerin “Marksizmi” versiyonu ezilenleri sınıflaştırıyor;
özne yapıyor ve kaçınılmaz olarak önderlik ve çıkar sorununu
gündeme getiriyor. Bundan kurtuluş yok.
Yukarıdaki
ifadelendirmemizden
“komünist partisi, proletaryanın siyasal örgütüdür. Parti,
ancak ve ancak bu sınıfı örgütler ve ona önderlik eder”den
emekçilerin taleplerinin göz ardı edilmelidir, partinin sınıfı
siyasallaştırmak ve toplumsal muhalefeti örgütlemek ve harekete
geçirmek için emekçi yığınları demokratik kurumlarda, örneğin
cephe vb. yapılarda örgütlemez, bununla ilgilenmez sonucu
çıkartılmamalıdır. Böylesi kurumlar; cephe ve dolaylı örgütler
üzerinden diğer emekçi yığınları örgütlemek, onlarla ittifak
kurmak partinin olmazsa olmaz görevlerindendir. Bu konuda
Marksist-Leninist duruş ile sınıf uzlaşmacılığı arasındaki
farkın ne olduğu doğru kavranmalıdır. Komünist partisinin
işçi sınıfı dışında,
emekçi sınıf ve tabakaları örgütlemeyeceği, mücadelesine
önderlik edemeyeceği; bunları kendilerini siyasal olarak temsil
eden parti ve gruplara bırakacağı ve bırakması gerektiği sonucu
çıkartılmamalıdır. Bu, oldukça sekter, dogmatik bir anlayış
olur. Bu anlayışın tam tersine komünist partisi, işçi sınıfı
dışında, diğer emekçi yığınların, dahası ezilenlerin de
(örneğin Kürt ulusal mücadelesi, demokratik alevi hareketi,
ezilen cins vs.) mücadelesinden uzak durmamalıdır, onların
mücadelelerinin en önünde de yer almalıdır, bu mücadelelere
önderlik etmelidir. Burada temel sorun veya sorunun ayırtediciliği
şudur: Komünist partisi her koşul altında kendi bağımsız
çizgisi, asgari ve azami perspektifi doğrultusunda emeçi
yığınların mücadelesine katılmalıdır. Komünist partisinin
kendine özgü olan sınıf kimliği vardır ve emekçi yığınlarla
ilişkilenişinde bu sınıfsal kimlik belirleyicidir ve ilişkilenişi
kendi perspektifinden kopmadan gerçekleşmelidir.
Ezilenler
kime, kimin mücadelesine önderlik ediyorlar? Kimin adına
konuşuyorlar? Emperyalizm ve işbirlikçisi hakim sınıflar
karşısında orta burjuvazi de ezilenlerin bir parçası olur. Yani
emperyalizm ve işbirlikçisi hakim sınıflar karşısında diğer
her sınıf ve tabaka ezilen konumundadır. Peki burada kim, neyin
adına kimin mücadelesine önderlik ediyor?
Lenin,
”küçük
üreticilerde de mücadelenin keskinleşmesi söz konusudur. Ama
onların “mücadelesi” çoğu
kez
proletaryaya karşıdır.
Çünkü küçük üreticilerin çıkarları, durumlarından dolayı
çoğu durumda proletaryanın çıkarlarıyla sert
çelişki
içindedir... Proletarya, hiç
de
küçük burjuvazinin “önder temsilcisi” değildir”
diyor. O, bu konulardaki görüşlerini parti programı üzerine
tartışmalarda dile getiriyor.
Onun
bu konuda öne sürdüğü anlayışlarının, ezilenler
sınıflaştırılarak bir kenara atılmadığı söylenebilir mi?
Post-Marksizmin
“ezilenlerin Marksizmi” versiyonuna göre sömürülen emekçi
tabakaların yaşam düzeyinin işçi sınıfına yaklaştığı, bu
tabakaların hızla işçi sınıfına aktığı ve bunların işçi
sınıfıyla bağlarının geçici bir ittifak ilişkisi olmaktan
çıkarak bir kader birliğine doğru yol aldığı günümüzün
gerçekliğidir ve bu, işçi sınıfı ve ezilenlerin birliği
ekseninde mücadele ile kapitalist üretim ilişkilerinin
egemenliğine son vermek anlamına gelir.
Ne
yapalım şimdi? Lenin ve Marks gibi “yanlış” düşünmeye mi
devam edelim yoksa ezilenci “Marksist”ler gibi “doğru”
düşünmeye mi geçelim?
Yukarıdaki
anlayışı şöyle de yorumlayabiliriz:
Negri,
daha geçen yüzyılın ’70’li yıllarının ortasında maddi
değerler üreten işçi kavramını; ”sanayi
işçisi“
kavramını bir kenara atarak onun yerine ”toplumsal
işçi“
kavramını kullanmaya başlamıştı. Anlayışına göre kapitalist
sömürü, bütün toplumu kapsayarak gerçekleştiriliyordu. Bu
nedenle artık işçi sınıfının sınıf olarak bir ayrıcalığı
kalmamıştı: Artık herkes işçiydi, herkes sömürülüyordu.
Daha o zamanlarda Negri, sermaye ile emek arasındaki sömürü
ilişkisini belirleyici olarak görmüyordu ve işçi sınıfını da
ekonomideki konumuna göre tanımlamıyordu. Toplumsal
işçiden
Negri, bir öğrenciyi anladığı gibi, bir ev kadınını, işsizi,
mühendisi veya öğretmenin de anlıyordu. Çünkü ona göre
toplumsal
işçi
olarak bunların hepsi kapitalizm tarafından sömürülüyor,
eziliyor. Post-Marksizmim yerli versiyonu ezilenci “Marksizm”de
Negri'nin bu anlayışları tabii ki, olduğu gibi yer almıyor;
başkalaştırılıyor, ortaya maddi değerlerin üretiminden, artı
değerden kopuk bir “sermaye üretimi” çıkartılıyor;
burjuvaziyle, kapitalistle antagonist çelişkileri “doğrudan
üretim biçiminden” kaynaklanan “işçilerin” yanı sıra
burjuvaziyle, kapitalistle antagonist çelişkileri “sermaye
üretimi”den kaynaklanan başka bir işçi yığını
çıkartılıyor; yani “sermaye üretimi” ilişkileri içinde
herkes eziliyor, sömürülüyor. (Ezilenci “Marksist”lerin işçi
sınıfı yerine kullandıkları “ezilenler” kavramının, diğer
adıyla “çokluk”un fikir babasının kim olduğunu; bu anlayışın
kaynağını bir kez daha göstermek istemiştim).
Antagonist
çelişkileri “doğrudan üretim biçiminden” kaynaklanan işçiler
ile antagonist çelişkileri “sermaye üretimi”den kaynaklanan
“işçiler”, Negri'nin proletarya için ürettiği yeni kavrama
denk düşüyor: İşgücü doğrudan veya dolaylı olarak
sömürülenler. Üretimde ve yeniden üretimde kapitalist normlara
tabi olanlar bu kategoride toplanıyorlar. Yani “küreselleşme”
döneminde kapitalizm artık herkesi işçi yapmıştır, artık
herkes proletaryadır; birilerinin fabrikada çalışması,
birilerinin doktor veya mühendis olması, başka birlerinin küçük
üretici olması, devlet memuru olması artık niteliksel bir farkı
ifade etmiyor. Negri'nin dediği gibi işçi, öğrenci, ev kadını,
doktor, mühendis artık hepimiz “toplumsal
işçi”yiz
veya “yeni
proletarya”
olarak “çokluk”a,
çalışanlara, ezilenlere dönüşmüş oluyoruz!
Mülkiyet
ve sınıfların konumu açısından bu denli farklı anlayışlar
nasıl bir araya getirilebilir? Marks, Engels, Lenin, Stalin; bir
bütün olarak Marksist-Leninist teori şimdiye kadar bu denli farklı
anlayışları bir araya getiremedi, bir araya gelemeyeceğinin
teorisini yaptı. Ama ezilenci “Marksist”lere göre işçi
sınıfının diğer ezilen emekçi tabakaları sosyalist bir düzen
doğrultusunda harekete geçirmek için nesnel koşullar uygundur!
Ne
diyordu Lenin? “…
Küçük üreticinin memnuniyetsizliği çoğu kez onun çabalarına…
küçük mülk sahibi olarak varlığını savunmak için,
yani mevcut sistemi savunmak için ve hatta tarihin tekerleğini
geriye çevirmek için çabalarına neden olur.
“…Tabii
ki küçük üreticilerde de mücadelenin keskinleşmesi söz
konusudur. Ama onların “mücadelesi” çoğu
kez
proletaryaya karşıdır.
Çünkü küçük üreticilerin çıkarları, durumlarından dolayı
çoğu durumda proletaryanın çıkarlarıyla sert
çelişki
içindedir...”
Post-Marksizme
göre bu sözler eskimiş!
Şüphesiz
ki, ezilenler de devrim yapabilirler. Ezilen konumunda olan her bir
sınıf, kendini ezen sınıfa karşı ayaklanabilir ve devrim
yapabilir. Ama devrime katılan sınıf ve sosyal tabakalar, bu
mücadelede kendilerini ifade etmek için kendi örgütlenmeleriyle
yer alırlar. En fazlasıyla, çıkarlarının ortaklaştığı hedef
için mücadele ederler, ama o hedefin sınıfsal rengi, ezilenlerin
gücü tarafından değil, mücadelenin en güçlü sınıfsal
bileşeni tarafından belirlenir. Devrimin karakterine göre burada
en fazlasıyla ulusal burjuvazi, küçük burjuvazi ve proletarya söz
konusu olabilir. Ama her halükarda söz konusu olan, sınıflardır,
sınıftır, genel anlamda ezilenler değildir.
Bu
noktadan sonra ezilenlerden sosyalizm bekliyor muyuz veya ezilenler
sosyalist devrimin öznesi olabilir mi veya ezilenlerin sosyalizmi
olur mu soruları artık gereksiz. TP'nin buna evet dediğini
biliyoruz. Arkadaşlar salt bu anlayışları için kendilerine özgü
bir Marksizm oluşturmadılar mı? Oluşturdular. Adını da
“Ezilenlerin Marksizmi” koymadılar mı? Koydular. Bu durumda
Türkiye devrimci hareketi dağıtılan “mavi boncuk”ların
hatırına TP'nin ideolojik önderliğini kabul ederse ortaya felaket
bir durum çıkar: Türkiye devrimci hareketinin her bir bileşeni
-en azından “mavi boncuk” sahipleri- asgari ve azami programatik
anlayışını, sınıf analizini, strateji ve taktiğini,
Marksizm-Leninizm anlayışını, proletarya diktatörlüğü
anlayışını tamamen değiştirmek zorunda kalacaktır.
Post-Marksizmin Anadolu versiyonuna inanırsak başımıza bunlar
gelecektir.
Ezilenlerle
bağlam içinde savunulmaya çalışılan sosyalizm anlayışıyla,
devrim anlayışıyla Marksizm-Leninizmin sosyalizm ve devrim
anlayışı taban tabana zıttır. Bu anlamda küçük burjuva
anarşizan sosyalizm anlayışıyla; yani ezilenlerin sosyalizm
anlayışıyla Marksizm-Leninizmin sosyalizm anlayışı taban tabana
zıttır; bunlar birbirini dışlayan, son kertede bir birine karşı
sınıfsal düşmanlık içinde olan anlayışlardır. Marksizm
dışında her türden sosyalizm anlayışı sosyalizmin bir
karikatürü olarak tarih sahnesinden silinmiştir. Bu silme işi
kendiliğinden olmamış, aksine ideolojik, teorik ve politik
mücadeleyle olmuştur. Bu mücadele sürecinde Marksist-Leninist
teori gelişmiştir.
5.Tez
Ezilenlerin
“iradesi”-sınıfsal irade, ortak irade!
Sınıfın
irade birliği, ezilenlerin irade birliği midir?
Ezilenlerin
“iradesi” bir yerde irade ortaklığı, diğer yerde irade
zıtlığıdır
Ezilenlerin
“irade” birliği, mutlak görecedir, evet taktikseldir. Belli
koşullar altında, belli amaca yönelik olarak ve belli bir dönem
için halk kapsamında ezilenlerin belli bir irade birliğinin
olduğunu komünistler reddetmezler. Bu doğrudur. Ama komünistler,
bu belli koşullara bağlı olan doğruyu; irade birliğini, partinin
hitap ettiği sınıf bakımından esas anlayışı haline
getiremezler. Bu konuda önce Lenin’in anlayışına bakalım:
"Proletaryanın
ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü"
sloganına karşı ileri sürülen itirazlardan biri, bu
diktatörlüğün "bir tek irade"yi … öngörüyor olması
ve proletaryanın ve küçük burjuvazinin bir tek iradesi diye bir
şeyin olamayacağıdır. Bu itiraz "bir tek irade"
teriminin soyut, "metafizik" bir yorumuna dayandığından
ötürü temelsizdir. "Bir tek irade" bir konu üzerinde
sağlanırken bir başka konu üzerinde sağlanamayabilir. Sosyalizm
sorunlarında ve sosyalizm için mücadelede birliğin bulunmayışı,
demokrasi sorunlarında ve cumhuriyet için mücadelede iradenin
tekliğini engellemez. Bunu unutmak, demokratik devrimle sosyalist
devrim arasındaki mantıksal ve tarihsel farklılığı unutmak
demek olur. Bunu unutmak, demokratik devrimin tüm halkın devrimi
olması özelliğini unutmak demek olur: eğer bu devrim "tüm
halkın" ise, bu demektir ki, bu devrimde tüm halkın
gereksinmelerini ve istemlerini karşıladığı kadarıyla, kesin
bir "irade birliği" vardır. Demokratçılığın
sınırlarının ötesinde, proletaryanın ve köylü burjuvazisinin
bir tek iradesinden söz edilemez. Aralarındaki sınıf
mücadelesi…kaçınılmazdır. Dünyadaki her şey gibi,
proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünün
de bir geçmişi ve bir de geleceği vardır. Bunun geçmişi
otokrasidir, serfliktir, monarşidir ve ayrıcalıklardır. Bu
geçmişe karşı mücadelede, karşı devrimle mücadelede
proletaryanın ve köylülüğün "irade birliği" olanağı
vardır, çünkü burada çıkarların birliği vardır.
Geleceği
ise özel mülkiyete karşı mücadeledir, ücretli işçilerin
işverene karşı mücadeledir, sosyalizm için mücadeledir. Burada
iradenin birliği olanaksızdır.”
(Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s., 73/74).
Böyle
bir irade birliği demokratik devrim için geçerlidir. Ama bu,
“halkın irade birliği”, demokratik devrimde geçerlidir diye,
ezilenleri aynı parti çatısı altında; aynı partide örgütlemek
anlamına gelmez. İrade birliği, kendilerine göre farklı irade
birliği olanların aynı partide örgütlenmelerini beraberinde
getirmez. İrade birliğini sağlayan her bir gücün kendi sınıfsal
örgütlenmesi vardır. İrade birliği, onların bu örgütleri
arasında sağlanır. (Birleşik cephe, birleşik cepheleri ifade
eden, adına parti denen biçimler burada konumuz değil. Bu türden
oluşumlar olanaklıdır. Burada eleştiri konusu olan, aynı zamanda
anti-faşist, anti-emperyalist ilerici ya da devrimci-demokratik
cephesel karakter taşıyan “parti”ler de değildir. Burada
eleştiri konusu olan adı üzerinde sınıf örgütlenmesini ifade
eden parti anlayışıdır). Bu anlamda irade birliği, irade birliği
sağlayanların siyasal/sınıfsal kaynaşması ve bir sınıf olarak
bütünleşmesi değildir. Lenin’in dediği gibi, “taktiksel”
olan bir sorun, partinin tarihsel misyonu olarak öne sürülemez.
Post-Marksizmin Anadolu versiyonu, ezilenci “Marksist”ler tam da
bunu yapmak istiyorlar.
Lenin:
”Bir
sosyal-demokrat, proletaryanın, kaçınılmaz olarak, sosyalizm
uğruna, en demokratik ve cumhuriyetçi burjuvaziye ve küçük
burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi açmak zorunda olduğunu bir
an için bile olsun unutmamalıdır. Bu, her türlü kuşkunun
ötesindedir. Öyleyse, sosyal-demokrasinin ayrı, bağımsız ve
tamamen bir sınıf partisinin mutlak zorunluluğu da, her türlü
kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, burjuvaziyle birlikte "ortak
bir darbe vurma" taktiklerimizin geçici niteliği ve "bir
düşmanı" kollar gibi "müttefikimizi de" sıkı bir
biçimde kollama görevi de her türlü kuşkunun ötesindedir vb..“
(Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s. 75).
Bu
anlayış, ezilenleri sınıflaştıran Post-Marksizm, “ezilenlerin
Marksizmi” açısından artık geçerli değildir. “Ezilenlerin
Marksizmi”nin yegane amacı, partiyi, ezilenlerin partisine
dönüştürmektir veya sınıf partisi olmaktan çıkartmaktır.
Çünkü bu anlayışta olanlar açısından gelecek, artık işçi
sınıfının değil, ezilenlerin tarihsel misyonu tarafından
belirlenecektir; artık belirleyici olan işçi sınıfının değil,
ezilenlerin iradesidir. İşçi sınıfı artık geleceği olmayan
bir sınıftır. Geleceği olan ve geleceği şekillendirecek olan
yegane güç, ezilenlerdir. O halde parti de işçi sınıfının
değil, ezilenlerin partisi olmalıdır. TP, ezilenci “Marksist”ler
bu anlayışı oldukça açık bir biçimde işlenmektedir.
Bu
anlayışların toplamı ve gerçekleştirilmesi, komünist partinin,
Marksist-Leninist partinin veya da Marksist Leninist Komünist
partinin tasfiyesi demektir.
6.Tez
Ezilenlerin
demokrasi anlayışı - Ezilenlerin diktatörlüğü
İşçi
sınıfı açısından ezilenlerin demokrasisi, ne kadar demokratik
olunursa olunsun, nihayetinde işçi sınıfının kendi demokrasisi
olmadığı için, ezilenlerin diktatörlüğünü ifade eder.
Ezilenlerin demokrasisine ve diktatörlüğüne katılım en
fazlasıyla demokratik devrimde söz konusu olur. Ama demokratik
devrim için ezilenleri sınıf mertebesine çıkartmaya gerek yok
ki. (Post-Marksizmin Anadolu versiyonu demokratik devrim anlayışını
da tarihe havale ediyor, yoksa yanılıyor muyum?)
Demokrasi,
sınıfsal karakterlidir. Sınıflar üstü bir demokrasi yoktur. Her
sınıfın iktidarı, ne kadar demokratik olursa olsun, nihayetinde
hakim konumda olan sınıfın diktatörlüğüdür. Bu durumda,
ezilenler farklı sınıflardan ve sosyal tabakalardan oluştuğuna
göre –en azından böyle olduğunu sanıyorum- nasıl oluyor da
bütün ezilenler sosyalizm için mücadele ediyorlar veya bu
mücadele için aynı partide örgütlenebiliyorlar? Açık ki,
ezilenlerin demokrasi ve diktatörlük anlayışı işçi sınıfının
demokrasi ve diktatörlük anlayışıyla bir ve aynıdır denmek
isteniyor. Ezilenci “Marksist”ler, ezilenleri, en azından
sosyalist devrim için işçi sınıfıyla aynılaştırdığı için
Marksist sınıf analizi ve devrim anlayışı reddi üzerine bir
teori geliştiriyorlar. Burada teorik bir “sakatlığın”
olduğunu söylemek işi geçiştirmek anlamına gelir. Burada söz
konusu olan, ideolojik açıdan kafa karışıklığı da değil.
Post-Marksizmin Anadolu versiyonu ideolojik olarak oldukça açık
konuşuyor; neyi savunduğunu ve niçin savunduğunu çok iyi
açıklıyor.
Bu
konuda şöyle düşünmek gerekir: Sosyalizm öldü! İdeolojiler
dünyası geride kaldı! “Özgür dünya” nihai olarak zafer
kazandı! İşçi sınıfı yok oluyor! “İmparatorluk”un
karşısında özne olarak bir “çokluk” var. Bu “çokluk”;
sınıfsal çıkarları ortaklaştırılan bu çokluk, ezilenlerden
başkası değildir. Emperyalist küreselleşmenin tasfiyeci etkisi
böyle yansıyor.
Bu
Post-Marksist anlayış da TP ve onun etkisinde olan “Mavi boncuk”
sahipleri tarafından coğrafyamızda göklere çıkartılıyor,
Marksizm-Leninizme karşı mücadelede temel tez olarak öne
sürülüyor.
*
10.
makale
YOLUN
SONU (II)
POST-MARKSİZM
- EMPERYALİST KÜRESELLEŞME VE EZİLENLER
MARKSİZM-LENİNİZME
GÖRE “EZİLENLER” VE “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” NEDİR NE
DEĞİLDİR (II)
Post-Marksist
arayışların Anadolu cografyasına yansımaları (I)
(Sıkça
sorulan sorular)
11.
makale
YOLUN
SONU (III)
POST-MARKSİZMİN
ANTİ-SINIFÇILIĞI - EZİLENLER
Post-Marksist
arayışların Anadolu cografyasına yansmaları (II)
(Sıkça
sorulan sorular)
Negri’nin
“Çokluk” Teorisi ve “Ezilenler” Arasındaki Diyalektik Bağ