“DÜŞTÜYSEK
KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
“24
AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ
TROÇKİ VE YOLUN SONU
24
ayar “sürekli umutsuzluk” abidesi Troçki!
“24
ayar” kapitalizm savunucusu Troçki!
Troçki
ve kapitalizm savunuculuğunu nasıl bağdaştırabiliriz diye fazla
düşünmeye, kılı kırk yararak kanıt için bir şeyle aramaya
pek gerek yok. Troçki bunu doğrudan olmasa da dolaylı olarak
bizzat söylüyor. Örneğin “IV. Enternasyonal”in manifestosu
olan “Geçiş Programı”nda “Sömürüye dayanan bir
toplumda işçilerin elinde kalmış tek ciddi hak, çalışma
hakkıdır. Ama bu hak her an onun elinden alınmaktadır”
(1).
Troçki,
”çalışma hakkı“nı bir temel insan hakkı olarak sunmaktadır.
Kimler bu talebe sahip çıkıyor, gerçekleşmesi için mücadele
ediyor veya etmiş diye sorduğumuzda karşımıza küçük burjuva
çevreler ve sosyal demokratlar; sosyal demokrasinin etkisi altında
olan sendikalar çıkmaktadır. İlk bakışta tamamen doğru bir
talep olarak gözüküyor. Hele kitlesel işsizliğin yaygın olduğu
koşullarda işsizlik bağlamında bu talepten daha doğru başka
talep de olamaz! Troçki bu taleple kapitalist dünyadaki işçi
sınıfına şunu diyor: Bu hakkı elde etmek için mücadele
etmelisiniz ve bu hakkı elde ederseniz, siyasi iktidar için
mücadele etmenize gerek kalmaz! Evet, evet, tam da bunu söylüyor.
Troçki haklı; gerçekten de insanca bir yaşam için çalışmak
her insanın hakkı olmalıdır. Engels'in dediği gibi insanı insan
yapan; hayvanlar aleminden ayrılmamızı sağlayan iş/çalışma
değil miydi? Öyle ki, çalışmak insanın gelişmesi için temel
öneme sahip olduğu için “çalışma hakkı” BM-İnsan Hakları
Açıklamasına da alınmıştır. Bu açıklamanın 23. maddesinde
şöyle denir: “Her insan çalışma, meslek seçimi özgürlüğü,
uygun ve tatmin edici çalışma koşulları ve işsizliğe karşı
korunma hakkına sahip olmalıdır”.
Burada
temel soru veya sorun şu: Anayasal olarak kabul edilmiş dahi olsa
kapitalizmde çalışma hakkı gerçekleşebilir mi? Bu mümkün
müdür? Kapitalizm, burjuva toplum sınıflı bir toplumdur. Bu
nedenle hakim hukuk, hakim toplumsal ilişkileri ifade eder; hakim
hukuk, hakim sınıf olan burjuvazinin hukukudur, bu hukuk da üretim
araçlarının özel mülkiyetine dayanır; bu mülkiyeti korumak
için vardır. Bu durumda, işsizliğe neden olan koşullar, hukuk
aracılığıyla ortadan kaldırılamaz. Bu, burjuvaziye kendini
ortadan kaldır demek anlamına gelir. Bu nedenle, sömürü hakkı
üzerine kurulmuş toplumsal bir düzende çalışma hakkını
teminat altına almak imkansızdır; hem sömürü hakkı hem de
çalışma hakkı aynı zamanda bir arada gerçekleşemez; bunlar
birbirlerini dışlar. Ön plana çıkartılması gereken çalışma
hakkı değil, işgücünün sömürüsüdür; çünkü işgücü
sömürüsü, kapitalizmin temel çelişkisi (üretimin toplumsal
karakteri ile ona özel el koyuş arasındaki çelişki), çalışmayı
veya çalışma hakkını insan yaşamının birincil temel koşulu
olarak teminat altına almayı imkansız kılmaktadır. Üretim
araçlarının burjuva mülkiyette olması toplumun refahı için
üretimin önünde engeldir; kapitalizmde üretim kâr, daha fazla
kâr amaçlıdır, toplumsal refah amaçlı değildir. Burjuva
düzenin amacı; var oluş nedeni, sermayenin çıkarlarını
korumaktır. Bu nedenle Marks, burjuva toplumda sömürü ve kâr
bağlamında analiz yaparken şu sonuca varır:
“Haziran
günlerinden önce kaleme alınan ilk anayasa tasarısında, “çalışma
hakkı” proletaryanın devrimci isteklerinin özetlendiği bu ilk
acemice formül henüz bulunuyordu. Bunu yardım hakkına çevirdiler,
oysa, hangi modern devlet yoksullarını şu ya da bu biçimde
beslemez! Çalışma hakkı, burjuva anlamda, mantıksızlıktır,
boş, acınacak bir istektir. Ama çalışma hakkının gerisinde,
sermaye üzerindeki iktidar vardır, sermaye üzerindeki iktidarın
gerisinde üretim araçlarına sahip çıkmak, onları birleşmiş
işçi sınıfına bağımlı kılmak, yani ücretli işin,
sermayenin ve bu ikisi arasındaki karşılıklı ilişkilerin
kaldırılması vardır. “Çalışma hakkı”nın arkasında
Haziran ayaklanması vardı. Gerçekte devrimci proletaryayı yasa
dışı kılan bu Kurucu Meclis, ilke olarak, anayasanın bir
formülünü, yasaların yasasını reddetmek ve “çalışma
hakkı”nı aforoz etmek zorundaydı”
(2).
Marks,
Engels'e yazdığı 1857 tarihli mektubunda
çalışma
hakkını üzerine “çalışma
hakkına karşı ateşlice ortalığı velveleye veren kapitalistler
şimdi her tarafta hükümetlerden kamusal destek talep
ediyorlar...yani devletin sırtına dayanarak kâr etme hakkını
geçerli kılıyorlar” diye
yazar (3).
Aynı
konu üzerine Engels de şunu söyler:
“Çalışma
hakkı Fransız sosyalisti Fourier tarafından ortaya
çıkartılmıştır...Fourieristler, tam da tehlikeli olmayışından
dolayı (bu) safsatayı yaygınlaştırmışlardır. 1848'de Parisli
işçiler, mutlak teorik kafa bulanıklığından dolayı (ve)
oldukça pratik, oldukça az ütopik, oldukça gerçekleşebilir
gözüktüğü için bu talebi kabullendiler. Hükümet ise bu talebi
kapitalist toplumun gerçekleştirebileceği yegâne
tarzda gerçekleştirdi...devlet işletmelerinde. Çalışma hakkı
1861-64 pamuk krizi döneminde burada, Lancashire'de şehir
işletmelerinde aynı biçimde gerçekleştirildi. Ve Almanya'da keza
açlık ve dayak (anlamına gelen) işçi kolonilerinde
gerçekleştiriliyor; buna şimdi dar kafalı bayılıyor. Tekil
talep olarak çalışma hakkı asla başka türlü
gerçekleştirilemez. Bunun kapitalist toplum tarafından
gerçekleştirilmesi talep ediliyor. Bu toplum bu talebi ancak kendi
varoluş koşulları içinde gerçekleştirebilir ve bu toplumdan
talep edildiğinde, bu koşullarda edilen taleptir, yani devlet
işletmeleri ve iş evleri talep edilmektedir”(4).
“Çalışma hakkı”
sloganı, güncel politika anlamında da olsun, taktik olarak da
algılansın tamamen yanlış olan, tamamen ideolojik olan bire
slogandır. İki sistem arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi ifade eder;
devrim ile reform, özel mülkiyet ile toplumsal mülkiyet arasındaki
aynılaşma veya farklılık ne ise onu ifade eder. Troçki bu
sloganın kulağa, duygulara hitap edebilir olduğunu biliyor. Ama bu
sloganı sahiplenmekle aynı zamanda bu düzeni savunmuş olduğunu,
reforme edilmiş özel mülkiyetten, sömürü düzeninden yana
olduğunu bilmiyor olabilir mi? Bu slogan kullanılmaya başlanınca
arkası gelecektir. Bu sistem işgücünü satana (işçiye) işgücünü
özgürce satma hakkını tanıyor, ama sistemin kendisi “çalışma
hakkı” diye bir hak tanımıyor; “işgücünü özgürce
satabilirsin, ama alıp almamak veya hangi koşullarda satın alıp
almamak bana bağlıdır” diyor. “Çalışma hakkı” talep
edilince sistemin herkese iş bulmak zorunda olduğu, özel sektör
bulmazsa devlet “baba”nın bulmak zorunda olduğu savunulmuş
oluyor. Troçki bütün bunları bilmiyor mu? Ötesinde bunu
savununca kapitalizmde işsizliğin ortadan kaldırılabileceği
savunulmuş oluyor. Öyle ya “çalışma hakkı” gerçekleşirse
ortada işsiz kalmaz vs.
Bu
talep, güncel veya perspektif olarak, nasıl kullanılırsa
kullanılsın, hangi anlam yüklenirse yüklensin küçük burjuva
-daha doğrusu küçük burjuva sosyalistlerinin- bir talebidir.
“Çalışma hakkı”, kapitalistler iş vermezse, devletin zor
yoluyla da olsa çalıştırmasını; özel sermaye tarafından
olmuyorsa devlet tarafından sömürülmeyi talep etmektir.
“Çalışma
hakkı” ancak sosyalizmde; üretim araçlarının toplumsal
mülkiyette olduğu ve üretimin toplumun refahı için yapıldığı
koşullarda gerçekleşir. Nitekim Sovyetler Birliği Anayasasında
bu hak kapsamlı olarak yer alır ve uygulanır. Orada şöyle
deniyordu: Anayasa (1936 Anayasası) “Çalışma hakkını
sadece ilan etmez. Bilakis, Sovyet toplumunda krizlerin olmadığı
gerçeğinin, işsizliğin yok edildiği gerçeğinin yasal teyidiyle
teminat altına alır”.
Troçki
bu gerçekleri bilmiyor olamaz.
Tek
ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisi kapitalizme geri
dönüş teorisidir.
Tekrarlamakta
yarar vardır. Gerçekler, en iyi açıklamalardan daha güçlüdür.
Troçki bunun böyle olduğunu anlamamak için diretti. SSCB'nde
sosyalizmin inşasına karşı, karşı devrimci yöntemler de dahil
her yola başvurarak sürdürdüğü mücadelesine rağmen bu ülkede
sosyalizmin inşası Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin mümkün
olmayacağı teorisini çürüttü. Salt bu inşa Sovyet
vatandaşlarına Troçki'nin yolunun yanlış olduğunu gösterdi.
Gerçek
yaşamdan kopuk teori olmaz. Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin
mümkün olmayacağı teorisi de yaşamdan kopuk bir teoriydi. Bu
teorinin günlük yaşamda uygulanmasının nasıl olabileceğini
düşünmek gerekir. Hadi, diyelim ki Troçki ve o zamanki hempaları,
SSCB'nde -tek ülkede- sosyalizmin inşasına karşı
mücadelelerinden dolayı başlarını kaşıyacak zaman
bulamadıkları için kendi teorilerinin -tek ülkede sosyalizmin
inşasının mümkün olmayacağı teorisinin- pratik uygulamasının
nasıl olacağını düşünmemiş olabilirler. Ama ya günümüzdeki
Troçkistler, imkansızlığını kanıtlamak için mücadele
edecekleri bir devrim olmadığına göre düşünmek için ömür
boyu zamanları var. Neden bunun sonuçları üzerine kafa
yormuyorlar?
Tek
ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisinin mantıksal
sonucunun ne olacağını anlatmaya çalışalım. Bu teorinin
uygulanması sonucunda siyasi iktidarı ele geçiren ve kendi
diktatörlüğünü kuran proletarya ve müttefikleri geri çekilmek
ve siyasi iktidarı devirdikleri eski hakim, sömürücü sınıflara
geri vermek zorunda kalacaklardı. Burada “kem küm” etmenin,
geçiş programından, dünya devriminden bahsetmenin hiçbir anlamı
yok. Tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmayacağı
teorisine göre -mücadeleye bu teorinin savunucularının önderlik
etmeleri durumunda “kazara”
siyasi iktidarı eline alan proletarya, bu iktidardan kaynaklanan
gücünü iktidardan uzaklaştırdığı sömürücü sınıfların
sınıfsal yapısını, varlık nedenlerini; kapitalist sistemi
yıkmak için kullanmazsa; yani tek ülkede sosyalizmin inşası için
mücadele etmezse, geriye dönmekten, yıktığı kapitalist düzene
geri dönmekten başka yapacağı bir şey, yürüyeceği bir yol
kalmaz. İsterseniz durumu biraz Troçkistlerin lehine yontalım ve
muzaffer proletaryanın belli bir süre iktidarda kalarak beklemeye
geçtiğini; işleri “rölantiye alarak”
dünya devimini kollamaya; dört gözle dışarıdan gelecek yardımı
beklemeye başladığını düşünelim. Ama bu durumda olan
proletarya sonsuza dek -abartmayalım, ülkenin ve uluslararası
koşulların seyrine bağlı olarak en fazlasıyla bir, iki sene
diyelim- bekleyemez. Somutlaştırmak için de Ekim Devrimine
Troçki'nin “kanka”sı
Lenin'in değil de bizzat Troçki'nin önderlik ettiğini ve devrim
teorisinin de tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün
olamayacağı teorisi olduğunu düşünelim. Bu durumda Ekim
Devrimi, Troçki'ye rağmen yapılmış olacaktı. Ama sonra ne
olacaktı? Troçki tek ülkede sosyalizm inşa edilmez, bu bir
“ulusal sosyalizm”dir,
“gericilik”tir,
“ütopya”dır
diyerek dışarıdan, Avrupa'nın birkaç ileri ülkesinde
gerçekleşecek proleter devrimleri; dünya devrimini bekleyelim
önerisini yapacaktı. Diyelim ki, dediği kabul edildi ve proletarya
diktatörlüğü beklemeye başladı. Hala bekliyor olması gerekmez
miydi? Evet, evet Troçki rahmete kavuşur, onun yerine başka
Troçki'ler geçerdi ve toplum birkaç nesil değiştirirdi, ama
bekleme sürüyor olurdu. Tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün
değildir, Rusya gibi geri bir ülkede sosyalizm ancak diğer
ülkelerden gelecek destekle, dünya devriminin gerçekleşmesiyle
mümkün olur anlayışının somut sonucu işte budur.
“Ölmedilerse
hala yaşıyor” olmalar
gerekir!
Ekim
Devriminden sonra kurulmakta olan SSCB'de somut durum nasıldı?
Dünya devrimi bir yana, diğer ülkelerde beklenen proleter
devrimler gerçekleşmedi. Bunun ötesinde dünya çapında gerici
güçler, I. Dünya Savaşının sarsıntılarını atlatmaya
başladılar. Bu gelişmeler olurken SSCB, Troçki'nin aklına uyarak
bekleseydi, kendi konumunu güçlendirmek için adımlar atmasaydı
acaba ne olurdu? Kurulmakta olan Sovyet iktidarı sadece geri
çekilmek zorunda kalmazdı, gerici güçler -kapitalist dünya-
tarafından ezici bir yenilgiye uğratılırdı. Her iki durumda da
-beklemek ve yenilgi- eski sömürü koşullarına geri dönmek
demektir; bekleme durumunda gönüllü, yenilgi durumunda da acı bir
geri dönüş söz konusu olurdu. Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin
inşası mümkün değildir teorisinin pratik sonucu budur. Ama
Troçki'nin “kanka”sı
Lenin önderliğinde sürdürülen mücadele, Troçki'nin “bekleme”
anlamına gelen tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir
teorisini hiç dikkate almadı ve hezimet anlamına gelen yenilgi ise
zamanında atılan sosyalizmi inşa adımlarıyla ve koşulların
dayattığı sorunların zamanında ve doğru çözümüyle
engellendi.
Yoksa
aynen böyle olmadı mı?
Biraz
da güncelleştirerek düşünelim. Diyelim ki, Misak-ı Milli
sınırları içinde sınıf mücadelesi devrim yapacak derecede
keskinleşti. Bir taraftan bütün donanımıyla düşman cephesi,
diğer taraftan da Troçkistlerin önderliğinde devrim yapacak
derecede güçlü bir parti. Olacak iş değil, ama olduğunu
düşünelim. Ama bu partinin bir takıntısı var: Troçki demiş
ya, tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değil. Bu parti de bu
takıntıdan dolayı devrim yapacak atılımdan çekiniyor,
mücadeleyi sonuçlandırmayı, mevcut sömürü düzenini yıkmayı
sürüncemede bırakıyor. Ama devrimci güçlerin bastırması
sonucunda, bu Troçkist partiye rağmen devrim gerçekleştiriliyor.
Dedik ya, en güçlü olduğu için önderlik bu Troçkist partide.
Bu durumda Troçkist olduklarına bin pişman olurlar mı, orasını
bilemem, ama ne yapar bu parti? Memleketin dört bir yanı düşman
güçlerle sarılmış, iç gerici güçler iktidardan
uzaklaştırılmışlar, ama henüz tam yok edilmemişler, yani dış
yardımla birlikte yeniden toparlanma ve iktidarı yeniden ele
geçirme mücadelesi veriyorlar. Troçki akılma geliyor ve
soruyorum. Onun kafasına göre hareket eden bu Troçkist önder
parti acaba bu durumda ne yapar? Bekleyemez, çünkü dış dünyadan
gelecek bir destek -devrim yok- ve iç ve dış düşmanlar
bekletmez. Yani ya mücadeleye devam ya da eski düzene geri dönüş.
Diyelim ki, Troçkist önderlik mücadeleye devam baskısı altında
mücadeleye devam edelim dedi ve iç ve dış tehlikeyi geçici
olarak da olsa bertaraf ettik. Bu sefer de tek ülkede sosyalizm inşa
edilemez, diğer ülkelerdeki devrimleri bekleyelim diyecek bu
Troçkist parti. Başka yapacağı bir şey yok. Tek ülkede
sosyalizmin inşası mümkün değildir teorisi devrimi ilerletmek
için başka yol ve yöntemleri yasaklayan bir teoridir pratikte.
Sözün
kısası: Proleter devrime, sosyalizmin inşasına tek ülkede
sosyalizmin inşası mümkün değildir diye karşı gelenler, fiilen
geri çekilmeyi ve dolayısıyla yenilgiyi talep edenlerdir; bunun
kaçınılmaz sonucu da eski sömürü düzenine, kapitalizme geri
dönüştür. Bu anlamda Troçki'nin tek ülkede sosyalizmi inşa
etmek mümkün değildir teorisi, kapitalizm savunuculuğudur. Bu
teorinin mantıksal sonucu olarak geriye dönüşü birkaç kez açık
bir biçimde talep eden de Troçki'den başkası değildir. Troçkist
yayın organlarında da bu konu oldukça açık olarak dile
getirilmiştir. Troçki'nin bu teorisinin nereye götüreceği
konusunda Stalin, XVII. Parti Kongresi'ne sunduğu siyasi raporda
şunları söyler:
“Biz
her zaman, "solcuların" sağcılarla aynı olduğunu,
yalnızca sağ politikalarını sol lafazanlıklarla maskelediklerini
söyledik. Şimdi bizzat "solcular" bizim bu iddiamızı
doğruluyorlar. Troçkist "Bülten"in geçen yılki
sayılarını alın. Troçkist baylar orada ne talep ediyor ve ne
hakkında yazıyorlar, "sol" programları neden ibarettir?
Verimli olmadıkları gerekçesiyle Sovyet çiftliklerinin
dağıtılmasını, yapay oluşumlar oldukları
gerekçesiyle kolektif çiftliklerin büyük bölümünün
dağıtılmasını, Kulaklığın tasfiyesi politikasından
vazgeçilmesini, imtiyaz politikasına geri dönülmesini ve
verimli olmadıkları için bir dizi sanayi işletmesinin
imtiyaz sahiplerine devredilmesini talep ediyorlar.
İşte
size aşağılık korkakların ve teslimiyetçilerin programı,
SSCB'de kapitalizmin restorasyonu için karşı devrimci bir
program!” (5).
Yeteri
kadar açık değil mi? Değilse devam edelim:
SSCB
savcısı Vişinski, Pyatakov davası için hazırladığı
iddianamede diğer şeylerin yanı sıra şunlara da yer verir:
“Ama
hakim yoldaş, biliyorsunuz ki, Troçki'nin yurt dışında sözde
“Muhalefet Bülteni”ni
yayımladığı herkes tarafından biliniyor. Bu “Bülten”in
10. sayısına (Nisan 1930) bakınız, orada esas itibariyle aynı
şeyi göreceksiniz:
“...Geri
çekiliş zaten kaçınılmaz. Mümkün olduğunca en kısa zamanda
gerçekleştirilmeli...
...Kolektifleştirme
“bütün”üyle
durdurulmalıdır...
...Sanayileşme
yarışına ara verilmelidir. Hız sorunu tecrübe ışığında
gözden geçirilmelidir...
...Kapalı
bir ekonomi “ideali”nden
vazgeçilmelidir. Dünya pazarıyla oldukça kapsamlı karşılıklı
etkilenmeyi hesaba katan yeni bir plan versiyonu hazırlanmalıdır...
...Zorunlu
geri çekiliş gerçekleştirilmeli ve sonra stratejik donatım
değişikliği...
...Bugünkü
çelişkilerden krizsiz ve mücadelesiz çıkış yok...”
1933
yılında Troçki şunları talep ediyordu:
a)Kolektif
ekonomilerin en büyük kısmının hayali (olduğu için)
dağıtılması;
b)Verimsiz
oldukları için Sovyet çiftliklerinin (Sovhozlar
kastediliyor- İ.O.) dağıtılması;
c)Kulakların
tasfiyesi politikasından vazgeçilmesi;
d)İmtiyaz
politikasına geri dönüş ve verimsiz oldukları için sanayi
işletmelerimizin çokçasının imtiyaza verilmesi”(6).
Troçki
ve hempalarına göre Stalin ve Vişinski'nin söyledikleri
kesinlikle doğru değildir. Bunu biliyoruz. Ama ya bizzat Troçki'nin
yazılarında dile getirdiği anlayışlara ne diyelim?
“Sovyet
Ekonomisi Tehlikede”
kitapçığında Troçki şunları yazıyor:
“Sol
muhalefet … şunu söylemelidir: İkinci beş yıllık plan
ertelenmelidir. Yaygaracı soytarıcılığa son verilmelidir! Geri
çekiliş? Evet, kısmi geri çekiliş...
...Kısmi
geri çekiliş hem sanayide hem de tarımda zorunludur. Geri
çekilişin son çizgisi önceden belirlenemez. Sadece genel iktisadi
yeniden yapılanmanın tecrübeleriyle bu kendini gösterecektir...
Geri
çekiliş her şeyden önce kolektifleştirme alanında
kaçınılmazdır” (7).
Tabii
ki, ikinci beş yıllık plan Troçki'nin aklına uyularak
ertelenmedi, başarıyla uygulandı. Troçki bütün alanlarda geri
çekilişten bahsetmektedir. Sosyalizmi inşa eden bir ülkede inşa
faaliyetlerinden bütünüyle geri çekilmek ne anlama gelir?
Sosyalizmi inşa etmekten vazgeçmek ve kapitalizme geri dönmek
anlamına gelmez mi? Yoksa sosyalizmin inşasından vazgeçmekle
kapitalizme geri dönmek arasında başka bir yol mu var?
Troçki
oldukça açık konuşuyor ve geri çekilişin son hattı (çizgisi)
önceden belirlenemez diyor. Yani geriye ne kadar çekilineceği
duruma bağlıdır diyor. Bu duruma bağlı olan “son çizgi”
kapitalizmin yeniden kurulmasından başka bir şey değildir.
Geri
çekilişin, yani kapitalizme geri dönüşün Troçkist basında
önemli bir yeri vardır. Bunu bilen için Pyatakov-Radek Davasında
Troçki'nin bu konudaki görüşlerinin dile getirilmesi şaşırtıcı
değildir. Pyatakov'un ifadesinde Troçki:
“Yani
geri çekilinmelidir. Bu açıkça görülmelidir. Kapitalizme geri
dönüşe başlanmalıdır. Ne kadar, hangi kapsamda, bunu şimdi
söylemek zordur. Bu ancak iktidara geldikten sonra
somutlaştırılabilir”
(8).
Bu
anlayışların Troçki'nin kendi yazılarında dile getirdiğinden
farkı yok. Aynı davada Pyatakov açıklamaya devam eder:
“Ama
o zaman Radek ve ben, iktidarı ele geçirmemizden sonra blokun
Zinovyevist bölümünün ekonomik geri çekilişte çok ileri
gideceği konusunda endişeliydik. Buna bir ölçüde karşı
konmalıydı”.
Pyatakov
ve Radek böyle düşünüyorlardı. Sorunun çözümü için
Troçki'ye danışmaya karar verirler.
Troçki'den
gelen cevap da şudur:
“Geri
çekilişe gelince: Ben (Pyatakov-
İ.O.) ve Radek, geri çekilişin önemsiz olacağına
inanıyorlarsa yanılıyorlar. Çok ileri giden bir geri çekilişe
başlamak gerekmektedir ve bu bakımdan blok sadece Zinovyevistlerle
değil, sağcılarla da aynı anlayıştadır”
(9).
Bu
geri çekilişle Troçki acaba nereye gitmek ister? Kapitalizme mi,
sosyalizme mi? Tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir
dediğine göre Troçki, istikametin kapitalizm olduğunu söylüyor.
Troçki, mutlaka kapitalizme doğru geri çekilmekten bahsediyor.
Nedeni oldukça açık: Geri çekilme talebi, Troçki'nin de kabul
ettiği üretim araçlarının mülkiyetinin sosyalist olduğu bir
toplumda ileri sürülüyorsa, yani sosyalizmi inşa eden bir ülkede
ileri sürülüyorsa, bu koşullarda bir geri çekiliş kapitalizme
ger dönüşten başka bir anlam taşıyamaz. Troçki kapitalizmi
yeniden inşa etmek istiyordu. Onun tek ülkede sosyalizmi inşa
etmek mümkün değildir teorisinin kapitalizmi yeniden inşa etme
teorisi olduğu sanırsam SSCB'nde sosyalizmin başarılı inşası,
Troçki'nin tek ülkede sosyalizm inşa edilemez teorisinin “anormal”
bir teori olduğunu, yanlış olduğunu bütün Sovyet insanına
göstermiştir. Sosyalizmin kazanımlarını bizzat yaşamaya
başlayan Sovyet insanı, yeniden kapitalizme dönmek istemediğini
Troçki ve hempalarını SSCB'nde yalnızlaştırarak göstermiştir.
Bu nedenle Troçkizmin SSCB'nde siyasi etki gücü neredeyse
sıfırlanmıştır. Troçkizm, işçi ve emekçi yığınlar
nezdinde siyasi bir hareket olmaktan çıkmıştır. Böylece
Troçki'nin SSCB'nde siyasi mücadelesi için maddi zemin
kalmamıştır; işçi ve emekçi yığınlarını siyasi görüşleri
için kazanması ve harekete geçirmesi imkansızlaşmıştır. Tam
da bu gerçekten dolayı Troçki, SSCB'ne, sosyalizmin inşasına,
Stalin ve SBKP(B)'ye karşı mücadelesinde yeni taktiklere gerek
duymuştur. Yeni mücadele yönteminin ne olduğunu
Pyatakov-Davadasında sanık Şestov açıklıyordu:“Bir çıkmaz
sokağa girdik. Bu nedenle ya silahlar bırakılmalıydı veya
mücadelenin yeni yolları gösterilmeliydi”.
Öyle
de oldu. Hırslı, iktidar düşkünü Troçki, halka rağmen, siyasi
amacını gerçekleştirmesi için zeminin olmamasına rağmen, işçi
ve emekçi yığınlar tarafından reddedilmesine rağmen yeni
mücadele yöntemlerine baş vurmaktan çekinmedi. Yeni mücadele
yöntemleri aslında Troçkistlerin yıllarca uyguladıkları
yöntemdi; o yöntem artık mücadelenin belirleyici yöntemi
olmuştu: Sovyet ülkesine zarar vermek için yoz, sekter,
anti-komünist unsurlardan oluşan küçük sabotaj grupları ile
terör estirmek, Bolşevik önderleri katletmek, SSCB'nin
düşmanlarıyla işbirliğine girişmek vs.
Troçki
yenildiğinin farkındaydı. Bunun sadece bir yenilgi değil, bir
hezimet olduğunu da biliyordu. Ama ona enerji veren, var oluşunu
sağlayan Marksizm-Leninizme, SSCB'ne, SBKP(B)'ye ve Stalin'e
düşmanlıktı. Onu ayakta tutan, var eden iksir bu düşmanlıktı.
Ve o bu düşmanlığın mantıksal sonucunun ne olacağını,
kendini nereye götüreceğini bilecek durumdaydı. SSCB'nde kitle
tabanı kalmadığı, seferber edeceği bir gücü olmadığı için
teröre, sabotaja baş vurdu, Sovyet ülkesinin yeminli düşmanlarıyla
ittifak etti. Troçki ve Troçkizm artık siyasi argümanlarla
mücadele edilmesi gereken bir güç olmaktan çıkmıştı.
Kullandığı araçların kendisine karşı kullanılmasından doğal
bir şey olamazdı. Öyle de oldu.
Troçkizmin
işçi hareketi içinde siyasi bir akım olmaktan çıkarak
anti-marksist, karşı devrimci bir çeteye dönüşmesi (Stalin) iyi
kavranmalıdır. Bu nedenle Ekim Devriminden anti-marksist bir gruba
dönüşmesine kadarki gelişmesini bir kez daha göstermek yararlı
olur:
Ekim
Devrimi sonrasının ilk yıllarında Troçki, elinde
bayraklaştırdığı tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün
değildir teorisi ile tek ülkede sosyalizm teorisine karşı
mücadele etti. Troçki, tek ülkede sosyalizm teorisinin SSCB'ni
çöküşe götüreceği iddiasında bulundu. Kabul etmek gerekir ki,
o zaman Troçki'nin bu mücadelesi siyasi bir mücadeleydi,
görüşlerinin belli bir siyasi yankı bulduğu reddedilemez bir
gerçeklikti. Bu doğaldı, çünkü Troçki'nin teorisinin
yanlışlığını gösterecek gelişmeler henüz yoktu. Tam tersine
ülke yıkılmıştı, açlık ve sefalet diz boyundaydı. Öyle
koşullarda kaçınılmaz olarak tek ülkede sosyalizmin inşa
edilebilirliği hakkında insanların kafasında sorular doğmaktaydı.
Troçki teorisini doğrulamak için bu durumu da kullanmaktan geri
kalmadı. Kabul edilsin, edilmesin, Troçki bu dönemde siyasi
savlarıyla emekçi yığınları etkileme, kendi görüşlerine
kazanma şansına sahipti. O da bu durumu görüyordu. İktidarı ele
geçirmek için yapabileceği yegane iş, parti içinde muhalefet
örgütlemekti. Bunu denedi. Bu onun demokratik yoldan iktidara
gelme mücadelesiydi. Gelişmesinin bu aşamasında Troçki, SSCB'ne
karşı, karşı devrimden bahsetmiyordu. Bu dönemde muhalefet,
reformla iktidara gelme mücadelesi veriyordu. Öyle ki, 1931'de
yayımlanan “SSCB'nin Gelişmesinin Sorunları”
kitapçığında da “SSCB'nde sol muhalefetin yolu”nun
reform olduğunu yazıyordu.
“Bugünkü
Sovyet devletinin işçi devleti olarak tanınması, sadece,
burjuvazinin silahlı ayaklanma dışında siyasi iktidarı elde
edemeyeceği, SSCB proletaryasının da devrim olmaksızın, reform
yöntemleri ve araçlarıyla- bürokrasiyi kendine tabi kılma
olanağını kaybetmediği, partiyi yeniden canlandırmayacağı ve
diktatörlük rejimini iyileştirmeyeceği anlamına gelmez”
(10).
Gelişmeler,
Troçki'nin bu görüşünü sürdürmesini olanaksız kıldı. Hangi
gelişmeler diye soracak olursanız, cevap, bizzat Troçki'nin
gelişmesidir olur. SSCB'nde -yani tek ülkede- sosyalizmin başarılı
inşası, Sovyet iktidarının giderek güçlenmesi, bir bütün
olarak sosyalist inşanın ve güçlenen Sovyet iktidarının
yansıttığı olumlu sonuçlarının görülmesi; bütün bu
gerçekler Troçki'nin savlarını geçersiz kılmaya yetti. Böylece
Troçki, SBKP(B)'de çoğunluğu kazanarak iktidara gelme şansını
da tamamen yitirmiş oldu. Bu gerçeği gördükten sonra Troçki'de
açık başkalaşma, belirleyici değişim hızlı gerçekleşti.
SBKP(B)'de
çoğunluğu kazanarak iktidarı elde etme mücadelesi Troçki için
artık geride kalmıştı. Nereden cesaret aldığı bilinmez, ama
Troçki açıktan Bolşevik Parti'ye ve uluslararası komünist
harekete, yani Komünist Enternasyonal'e meydan okuyordu: Troçki
açıktan Bolşevik Parti'nin parçalanmasından, SSCB'nde yeni bir
partinin kurulmasından ve aynı zamanda III. Enternasyonal'in de
parçalanmasından ve yeni bir Enternasyonal'in -”IV.
Enternasyonal”in- kurulmasından bahsediyordu. Troçki'nin partiyi
parçalama ve yeni bir parti kurma anlayışı, bir kısım
Post-Marksistlerin, tasfiyecilerin SSCB'ne, SBKP(B) örgütlenme
anlayışına, yani Leninist örgütlenme anlayışına karşı
kullandıkları bir argümana dönüşmüştür. Sosyalizmde,
proletarya diktatörlüğü koşullarında ikinci bir parti veya çok
parti anlayışının kışkırtıcısı Troçki'den başkası
eğildi.
İstersiniz
bu konuyu biraz açalım.
Troçki'nin
29 Ağustos 1937'de yayımlanan “Bolşevizm mi, Stalinizm mi?”
yazısından okuyalım:
”Bütün
diğer partilerin politik arenanın dışına atılmasıyla, halkın
farklı katmanlarının karşıt çıkar ve eğilimlerinin kendi
ifadelerini, şu ya da bu ölçüde yönetici parti içinde bulmaları
kaçınılmazdı...
Bolşevikler
kendi partileri dışında tüm partileri yok etmişlerdir; Stalin
ise, Bonapartist kliğin çıkarları için Bolşevik Partiyi
boğmuştur...
Diğer
Sovyet partilerinin yasaklanmasına gelince, bu hiç de herhangi bir
Bolşevik "teoriden" kaynaklanmıyordu; her taraftan
düşmanlarla çevrili, geri kalmış ve bitkin düşmüş bir
ülkede diktatörlüğün savunulması için alınmış bir önlemdi.
Sonradan, bizzat yönetici parti içinde hiziplerin yasaklanmasıyla
tamamlanan bu önlemin ne büyük tehlikeler barındırdığını
Bolşevikler başından beri açıkça görüyorlardı. Ne var ki,
tehlikenin kaynağı doktrin ya da taktik değil, içte ve dışta
zor durumlarla karşı karşıya bulunan diktatörlüğün maddi
zayıflığıydı. Devrim hiç değilse, Almanya'da, zafere ulaşmış
olsaydı, diğer Sovyet partilerini yasaklama zorunluluğu bir anda
ortadan kalkacaktı. Tek parti hakimiyetinin totaliter Stalinist
rejime hukuki çıkış noktası olarak hizmet ettiği tartışılmaz
bir gerçektir” (11).
İşte
size bir Troçki klasiği! “Bolşevik” Troçki veya hem
“Bolşevik” hem de “Leninist” Troçki, insanların gözünün
içine baka baka yalan söyleyebiliyor. Troçki'nin düşüncesine
göre ortada bir devlet var, sosyalist bir devlet. Partiler var; yani
sınıflar ve sosyal tabakalar var. Bunların her biri kendi sınıfsal
çıkarlarını gerçekleştirmek için seçilerek -herhalde böyle
olması gerekir- iktidara gelecek. İşçi sınıfı seçimleri
kazanırsa toplum ve ekonomi bu sınıfın çıkarlarına göre
örgütlenecek. Sovyet partileri adı altında örneğin köylüler
seçimi kazanırsa toplum ve ekonomi bu sefer de köylülerin, yani
küçük burjuvazinin çıkarlarına göre şekillendirilecek. Belki
de işçi sınıfı ve köylülük dışında şehir küçük
burjuvazisinin, orta tabakaların aydınları vb. de bir “Sovyet”
partisi olabilir. Belki bir seçimi bu parti kazanabilir ve iktidara
gelebilir. Bu durunda bu sefer de toplum ve ekonomi bunların
çıkarlarına göre şekillendirilecek. Ve bunu adı da proletarya
diktatörlüğü olacak.
Troçki'nin
sosyalist devrimin, proletarya diktatörlüğünün sömürücü
sınıfların ekonomide ve politikada (üst yapıda) hakimiyetini
yıktığını, sosyalist toplumda çıkarları antagonist olmayan
-uzlaşmaz olmayan- sınıfların geriye kaldığını; önemli
olanın da bu sınıfları aynılaştırmak olduğunu, son kerte de
sınıfları da ortadan kaldırmanın esas amaç olduğunu bilmiyor
olduğunu düşünemiyorum.
Ama
açık ki Troçki'nin derdi başka. SSCB, proletarya diktatörlüğü
güçlü olsaydı Sovyet partileri, komünist partide hizipçilik
yasaklanmazdı; bu bir ilke olmazdı demek istiyor. Hizipçi
zihniyetinin yerle bir edilmesini böyle açıklıyor. 'SSCB,
proletarya diktatörlüğü güçlü olsaydı, ben kendi partimi
kurardım ve iktidara gelmek için mücadele ederdim' diyor.
Parti
içinde hizipçiliği yasaklamanın ne kadar tehlikeli olduğunu
ancak ve ancak Troçki, kendi geleceği üzerine kaygısından dolayı
görüyordu. Hiçbir Bolşevik hizipçiliğin yasaklanmasının kendi
içinde büyük tehlikeler taşıdığını dile getirmemiştir; tam
tersi olmuştur. Bolşevikler, hizipçiliğin önünün alınmamasının
kendi içinde büyük tehlikeler barındırdığını dile
getirmişlerdir, bu tehlikeyi vurgulamışlardır. Hizipçiliğin
yasaklandığı ve bu konu üzerine ateşli tartışmaların
yürütüldüğü X. Parti Kongresi belgeleri bunun böyle olduğunu
göstermektedir.
Troçki'nin
bu anlayışından hareketle Post-Marksist, tasfiyeci unsurlar,
ikinci bir partinin kurulmasını veya çok partili proletarya
diktatörlüğünü -nasıl olacaksa!- doğru buluyorlar; yani 21.
yüzyılda herhalde çok partili bir “proletarya diktatörlüğü”
çağı açılmış oluyor. Neden doğru buluyorlar, orasını
bilemem, ama amaç, Marksizm-Leninizmin örgütlenme konusundaki
temel değerlerini aşındırmaktır. Bunu biliyorum.
Troçki'nin
sosyalist bir ülkede, proletarya koşulları altında yeni bir parti
anlayışının fiili sonucunun ne olabileceği, belki ikinci parti
heveslileri için öğretici olabilir. Proletarya diktatörlüğü
koşullarında ikinci parti, kaçınılmaz olarak karşı devrimin
teşvik edilmesi anlamına gelir. Lenin'in bu konudaki anlayışı
oldukça açıktır. Sosyalizm için mücadelede, proletarya
diktatörlüğü döneminde ikinci bir partinin ne anlama geldiğini
Lenin'in parti içinde fraksiyonculuğa karşı mücadelesinden
anlıyoruz. Lenin, bırakalım ikinci bir partiyi, parti içinde
fraksiyonculuğun, kurulmakta olan proletarya diktatörlüğünün,
somutta da kurulmakta olan SSCB'nin varlığını tehdit ettiği
anlayışındaydı. Bolşevik Parti'nin parçalanması ve ondan
ayrılan kısmın yeni bir parti kurması ve o örgütlenmeyle
proletarya diktatörlüğüne karşı mücadelesi -başka kime karşı
mücadele için kurulacaktı ki- kaçınılmaz olarak iç savaşa,
yani karşı devrime götürecektir. Lenin bu nedenle parti içinde
fraksiyonculuğa şiddetle karşı gelmiştir. Proletarya
diktatörlüğü koşularında ikinci bir parti, fraksiyon kurmanın
devamıdır, örgütsel son adımıdır veya fraksiyonculuk, partiden
koparak ayrı partileşmenin ilk adımıdır. Bu nedenle Lenin,
Troçki'nin fraksiyonculuğuna karşı şiddetle mücadele etmiş ve
fraksiyonculuğun parti bütünlüğüne, ideoloji bütünlüğüne,
politika ve eylem bütünlüğüne verdiği zarar görüldüğü için
de yasaklanmıştır. Troçki, fraksiyonculuk konusunda hata
yaptığını, yeni bir partinin kurulmasının iç savaşa neden
olacağını sonradan kabul etmiştir.
Parti
birliği ve fraksiyonculukla ilgili olarak X. Parti Kongresinde
alınan karara bakalım:
“Bolşevik
Parti ve proletarya diktatörlüğü için fraksiyoncu grupların
varlığını ifade eden devasa tehlikeden dolayı X. Parti Kongresi,
partinin birliği sorununa özel bir ihtimam gösterir. Bu sorundaki
raporu Lenin sunar. Parti Kongresi, bütün muhalif hizipleşmeleri
mahkum eder ve bunların 'gerçekte proleter devrimin düşmanlarına
hizmet ettiğini' vurgular. Parti Kongresi, bütün hizipçi
grupların derhal dağıtılması için kesin direktif verir ve bütün
örgütlerini, hiçbir hizipçi eyleyişlere izin verilmemesi için
sıkı denetimle görevlendirir; parti kararının yerine
getirilmemesi kesin ve derhal partiden atılmayı beraberinde
getirir. Parti Kongresi, MK'yı, Merkez Komitesi üyelerinin
disipline uymamaları durumunda ve hizipçiliğin yeniden canlanması
veya izin verilmesi durumunda, MK'dan ve partiden atılma da dahil
bütün disiplin tedbirlerini uygulamakla görevlendirir. Bütün bu
kararlar, Lenin tarafından önerilen ve Parti Kongresi tarafından
kabul edilen 'partinin birliği üzerine' bildirgede yer almaktadır”
(12).
Bu
kararı Kongrede kabul edenlerden birisi de Troçki'dir. Sonraları,
1930'lu yıllarda Troçki kendi imzasını da taşıyan bu kararı
şöyle yorumlayacaktı:
“Muhalefet
partilerinin yasaklanması, hiziplerin yasaklanmasını beraberinde
getirdi; hizip yasaklaması, yanılmaz önderden farklı düşünmenin
yasaklanmasıyla sonuçlandı. Partinin polis yöntemleriyle sağlanan
birliği, bürokratik cezadan muaf olmayı beraberinde getirdi; bu da
dizginsizliği ve çöküşün bütün biçimlerinin kaynağı oldu”
(13).
Troçki
ne mi? İşte bu! Kendi kararını işine gelmediği için bürokratik
tedbir olarak görebiliyor. X. Kongrede hizipçilik üzerine alınan
karar, -karşı gelseydi zor durumda kalacaktı- Troçki'yi can
evinde vurmuştu veya o zaman Lenin'in yerini alma umudu olduğu için
sesini çıkartmamıştı. Önemli değil, önemli olan, yukarıdaki
iki Troçki'nin varlığıdır.
Yeni
bir parti kurma anlayışıyla Troçki, SSCB'nde reform yoluyla
iktidara gelme anlayışını da bir kenara atmış oluyordu.
Proletarya diktatörlüğüne karşı “devrim”den
bahseden Troçki, artık geri dönüşü olmayan karşı devrimci bir
yola girmişti.
“Sovyet
Ekonomisi Tehlikede”
yazısı (1932) Troçki'deki değişimi öğrenmek için oldukça
öğreticidir. Orada, SSCB'nde iç savaştan da çekinilmeyeceğinden
bahsedilmektedir.
Artık
Marksizmle bağını tamamen kopartmış bir Troçki var karşımızda.
Karşımızda iktidar mücadelesi için hiçbir şeyden çekinmeyen
vicdansız bir kumarbaz var artık. Moskova Yargılamaları hakkında
“işkenceyle alınmış, baskı altında alınmış ifadeler”
söyleminin beş paralık değeri yoktur. Hele hele hiç “düzmece”
değildir veya Troçkizm, S. Savran, ne kadar düzmeceyse Moskova
Yargılamaları da o kadar “düzmece”dir
(14). Yukarıda bir çok yerde bizzat Troçki'nin yazılarından
aktardığımız görüşler ya aynen ya da bir biçimde o
yargılamalarda sanıklar tarafından da tekrarlanmıştır. Bu
gerçekler ortadayken kimi kandırmak istiyoruz, kimi koruma adı
altında Marksizm-Leninizme saldırıyoruz. Bu konuda herkes kendini
sorgulamalıdır.
Troçki
seçimini yapmıştır ve o bu seçimini işkence altında, zor
altında yapmamıştır; özgürce yapmıştır: Reform yoluyla
siyasi iktidara gelmek isteyen Troçki, karşı devrim yoluyla siyasi
iktidara gelmek isteyen Troçki'ye dönüşmüştür.
Reformla
iktidara gelmekten sosyalist ülkede, proletarya diktatörlüğü
koşullarında partiyi parçalayarak ikinci bir parti kurmaya evrilen
Troçki, kurulacak partinin amacının doğrudan SSCB'nde siyasi
iktidarı “devrim”le ele
geçirmek, bunun için iç savaş, silahlı ayaklanma örgütlemek
olduğunu açıklamıştır.
Troçki,
“IV. Enternasyonal ve SSCB”
kitapçığında SSCB'nde proletarya diktatörlüğünü barışçıl,
demokratik yoldan devirmenin mümkün olmadığını açıklar. Ve
SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün mutlaka yıkılmasını
talep ettiği için geriye bir yol kalır, o da Sovyet iktidarına
karşı fiili eylem. Bunu açıkça yazar.
Okuyalım:
“Stalin
bürokrasisinin parti ve Sovyet kongresi ile görevden alınacağına
inanmak çocukluk olur...Yöneten kliğin yok edilmesi için normal
“anayasal”
yollar artık kalmamıştır. Bürokrasiyi, iktidarı proleter
öncünün (Troçkistlerin demek
istiyor- İ.O.) eline vermeye zorlamak ancak zor
kullanmakla olur...”.
Bürokrasinin
sosyal kökleri, bildiğimiz gibi proletaryadadır: Aktif
desteklemezse, en azından 'tolore etmelidir'. Proletarya aktif
desteklemeye geçerse Stalinist mekanizma ne yapacağını bilemez
durumda kalır. Karşı koymaya çalışırsa ona karşı iç savaş
tedbirlerinden ziyade polisiye tedbirlerle önlem alınır”(15).
Son
dönem, diyelim ki 1932/1933'ten sonraki yazılarında Troçki,
SSCB'ne, Sovyet iktidarına karşı ayaklanmanın propagandasını
yapmıştır. 1935'te yazdığı broşürde (“İşçi Devleti,
Thermidor ve Bonapartizm”)
1936'da yazdığı “İhanete Uğrayan Devrim”
kitabında bu konuyu işler. Reform yolunun “devrim” yoluna
dönüştüğünü oldukça açık bir biçimde yazar.
“İşçi
Devleti, Thermidor ve Bonapartizm”
yazısından okuyalım:
“Sosyalist
devlet olarak Sovyetler Birliği'nin yazgısı,
Stalin-Bonapartizminin yerine geçecek her siyasi rejime bağlıdır...
Stalinist
siyasi rejimin kaçınılmaz çöküşü, ancak, bonapartizmin yok
edilmesi proleter öncünün (yani
Troçkistlerin- İ.O.) bilinçli eylemi olduğunda Sovyet
demokrasisinin yeniden kuruluşuna götürür”
(16).
Troçki,
SSCB'nin geleceğine “devrim”le el koymak istiyor. Troçkistler
“proleter öncü”
oluyorlar. Bu “öncü”
“bilinçli hareket”le
“Stalin bonapartizmi”ni
yıkıyor ve böylece proletarya diktatörlüğüne karşı
Troçki'nin devrimi gerçekleşmiş oluyor!
Troçki'nin
kendi devrimini haklı nedenlere dayandırmak istemesi onun en doğal
hakkı olarak görülmelidir. Bu nedenle Troçki'nin “devrimci”
eylemleri kesinkes proletarya diktatörlüğüne karşı eylemler
değildir. Troçki, proletarya diktatörlüğüne karşı değil, ama
“bürokrasinin diktatörlüğü”ne
“Stalin bonapartizmi”ne
karşı devrim yapmak istiyor. Troçki'nin gözünde, aklında,
fikrinde SSCB'nde, proletarya diktatörlüğü koşullarında bir
bürokrasinin -”Stalin bürokrasisi”nin- iktidarı ele
alması var; bu bürokrasi partinin ve devletin üstünde
konumlanıyor ve Troçki bu devleti, Sovyet toplumunu her şeye
muktedir durumda olan bürokrasiden kurtarmak için mücadeleye
atılıyor! Neden bütün parti, devlet ve bütün toplum en azından
Troçki'ye karşı o bürokrasinin yanında yer almıştır; neden
Sovyet işçi sınıfı ve emekçileri Troçki'nin görüşlerini
reddetmiştir sorusuna Troçki'nin verebileceği bir cevap yoktur
diye düşünüyorsanız fena halde yanılmış olursunuz. Bu soru
için de Troçki'nin bir açıklaması vardır. “İhanete Uğrayan
Devrim”inde bu soruna da açıklık getirir.
Okuyalım:
“Gerçekten
de on binlerce devrimci militan Bolşevik-Leninistlerin bayrağı
altında bir araya gelmişti. İşçiler muhalefete mutlak bir
sempatiyle bakıyorlardı. Ancak bu sempati edilgen kalıyordu. Çünkü
hiç kimse mevcut durumun yeni bir mücadeleyle değiştirilebileceğine
inanmıyordu... Bürokrasi(nin)...memurlarla askerler blokunu
birbirine sıkıca kenetleyen ... propagandası hiç kuşkusuz yorgun
işçiler ve onlardan daha fazla köylü kitleleri üzerinde etkisini
göstermeye başladı...Bürokrasi...işçilerin şaşkınlık ve
edilgenliğini sömürüp, onların en gerilerini en ilerilerinin
karşısına dikip ve giderek artan ölçüde Kulak'a ve genel olarak
küçük burjuva müttefike yaslanarak birkaç yıl içinde
proletaryanın devrimci öncüsü karşısında zafer kazanmaya
başladı”(17).
Şimdi
anlaşıldı.
On
binlerce militan Troçkistlerin bayrağı altında toplanmış ve
onlara sempatiyle bakıyorlar.
Ama
bu militanlar edilgen, durumun değişeceğine inanmıyorlar. Nasıl
militanlarsa!
Bürokrasi,
memurlara ve askerlere, yorgun işçilere ve köylülere yaslanıyor.
“En
ileri işçilerin karşısına en geri işçileri dikiyor”
ve Troçkistleri yeniyor!
Troçki
bu konuda tecrübelidir. Daha önceleri de Troçkist olmayan ama
Bolşevik olan, komünist olan işçileri, ileri işçileri “politik
olarak tam bir kafasızlık durumunda” olanlar olarak tanımlıyordu.
“Eğer “çok sayıda ileri işçi” Troçki’nin çizgisiyle
uyum içinde olmayan bir politik çizginin ve parti çizgisinin
“gayretli ajanları” haline geliyorsa, Troçki bu sorunu hiç
utanmadan bir çırpıda ve anında hallediyor: Bu ileri işçiler
“politik olarak tam bir kafasızlık durumunda” bulunuyorlar, o,
yani Troçki ise, politik olarak sağlam, berrak ve doğru bir çizgi
“durumunda” bulunuyor herhalde!” (18).
Bu
da bir Troçki klasiğidir; Troçki'den yana olursan militansın,
devrimcisin, komünistsin. Ama Bolşeviklerden yana olursan en
gerisin, kafasızsın vs.!
Troçki'nin
“IV. Enternasyonal ve SSCB”
broşürü, dünya basınında hararetle ele alınmış, özellikle
sosyalist geçinen çevreler tarafından enine boyuna analiz
edilmiştir. Kolay mı, Troçki, devrim yapmış, sosyalizmi
başarıyla inşa eden, pratikte de Marksizm-Leninizmi geliştiren
bir ülkeye, proletarya diktatörlüğüne karşı, onun nezdinde
Stalin'e karşı ayaklanmaktan bahsediyor. Yani demokratik yolu,
reform yolunu kapattığı için Troçki, başka araçlarla
-ayaklanma, devrim dediğine göre zor kullanma- devrimini
gerçekleştireceğini açıkladığına göre başına geleceklerin
sorumlusu da kendisinden başkası olamazdı.
SSCB'ne
karşı, karşı devrimci eylemlere girişen Troçkistler, kaçınılmaz
olarak, kendi hazırladıkları bataklığa gömüldüler. Troçki
için çok korkunç olması ve ders çıkartması gereken olgu,
SSCB'nde proletarya diktatörlüğünü yıkmak için devrimini
gerçekleştirecek, “bilinçli eylem”
yapacak insan bulamamasıdır. Sürece bir daha bakalım: Troçki,
önce reform yoluyla iktidarı ele geçirme mücadelesi veriyor. Bu
olmayınca SSCB'ne karşı devrim yaparak iktidarı ele geçirmek
istiyor. Bu ikinci yol için çabasında hüsrana uğrayınca geriye
tek bir yol kalıyordu. O da yaklaşan savaş. Çaresizlik içinde
Troçki, bütün umudunu savaşa bağlamıştı. Emperyalist
devletlerle SSCB arasında savaş patlak verecek ve bu savaşta SSCB
yenilecek. Yenilgiden sonra da Troçki iktidara gelecek. 22 Aralık
1936'daki sorgusunda Radek (Moskova Yargılaması), Troçki'nin
kendisine gönderdiği mektupta neler yazdığını anlatır.
Okuyalım:
“İktidar
sorununun en gerçekçi olarak ancak savaşta SSCB'nin yenilgisi
sonucunda blok önünde duracağı tespit edilmelidir. Blok buna
enerjik biçimde hazırlanmalıdır... Troçkistlerin iktidara
gelişlerinin temel koşulu, şayet buna terör yoluyla
ulaşamazlarsa, SSCB'nin yenilgisidir; mümkün olduğunca SSCB ve
Almanya arasında bir çatışma hızlandırılmalıdır”
(19).
Radek,
Troçki'nin kendine yazdıklarını anlatmaya devam eder.
Okuyalım:
“Nisan
1934, Aralık 1935 ve Ocak 1936'da olmak üzere Troçki'den üç
mektup aldım. 1934'teki mektubunda sorunu aşağıdaki gibi
koyuyordu: Almanya'da faşizmin iktidara gelmesi, bütün durumu
tamamen değiştiriyor. Bu en yakın zamanda kaçınılmaz olan savaş
demektir; Uzakdoğu'daki durum aynı zamanda keskinleşirse daha iyi.
Bu savaşın SSCB'nin yenilgisine neden olacağından Troçki'nin
şüphesi yok. Bu yenilginin Blokun iktidara gelişi için reel
durumu oluşturacağını yazıyordu; bundan Blokun çatışmanın
sertleştirilmesinde çıkarı olduğu sonucunu çıkartıyordu. Bana
ve Sokolnikov'a, kişisel olarak barış mücadelesine çok adapte
olduğumuz serzenişinde bulunuyordu... Bu mektubunda Troçki, belli
bir Uzakdoğu ve belli bir Orta Avrupa devletiyle ilişki kurduğuna
ve bu devletlerin resmi çevrelerine Blokun kendileriyle yapılan
bir anlaşma zemininde onlardan yana olacağını ve iktisadi ve
topraksal bakımdan önemli tavizlere hazır olduğunu söylediğine
işaret ediyordu” (20).
Radek,
mahkemedeki sonuç konuşmasında Troçki'nin daha önceleri de
SSCB'ne karşı “devrimci savaşı”
körükleme düşüncelerinin olduğunu anlatır.
Okuyalım:
“Troçki'nin
daha on sene öncesinde SSCB'ne karşı, Clemenceau'nun meşhur
tezine dayanarak kendini haklı çıkaran bozguncu tavrının olduğu
hatırlanmalıdır. Troçki o zaman şunu yazıyordu: Clemenceau'nun
taktiği kullanılmalıdır; bilindiği gibi Clemenceau, Fransız
hükümetine karşı Almanların Paris'e 80 km uzaklıkta olduğu
anda isyan etmişti. Yoldaş Stalin -acı acı alay ediyordu Troçki-
bu “opera- Clemenceau”
ve “Don Kişot-grubu”.
Troçki ve suç ortaklarının Clemenceau-tezini ortaya koymaları
tesadüfi değildi. Yeniden o teze döndüler. Ama şimdi teorik
anlamda değil, bilakis SSCB'nin askeri yenilgisi için yabancı
casusluk örgütleriyle birlik içinde daha ziyade pratik güncel
hazırlık anlamında”
(21).
“Sovyet
düşmanı Troçkist Merkeze”e
karşı bu yargılamada (23-30 Ocak 1937) Sokolnikov, Radek ve
Pyatakov, başlangıçta Troçki'nin tezlerini doğru bulduklarını
açıklarlar; SSCB'nin ancak Troçki'nin tezleri doğrultusunda
hareket etmekle kurtulacağını sanırlar. Sosyalist inşanın
zorluklarını aşamadığı dönemde Almanya ve Japonya'ya karşı
bir savaşta SSCB'nin yenilgisinin kaçınılmaz olduğuna
inandıklarını açıklarlar. Bu dönemde Stalin hakimiyetinin
yıkılmasına, yeni devrimci iktidarın saldırganlarla anlaşmasına
ve onlara Brest-Litovsk barışı anlamında tavizler vermekle
SSCB'nin tamamen yok olmaktan kurtarılacağına inanırlar. Ancak
sonraları, sosyalizmin inşasının başarıları reddedilemez
olunca, SSCB askeri ve ekonomik olarak güçlenince ve yenilginin söz
konusu olmadığını anlayınca bu bayların akılları başlarına
gelir ve ancak bundan sonra SSCB'in yenilgisini istemenin veya bu
yenilgi için çalışmanın hainlik olacağını düşünmeye
başlarlar.
1937
tarihli Moskova Yargılamalarının bu üç ana sanığının
mahkemede söyledikleri Troçki'nin o dönemdeki yazılarında
okunabilir. Troçki'nin yazılarını birazcık dikkatle takip eden
her okur için bu sanıkların söyledikleri şaşırtıcı olamaz.
Amiyane
deyişle Troçki'nin gözü dönmüştü. Cesareti hangi
kahramanlığından kaynaklanır, orası bilinmez, ama iç savaştan
korkmuyordu, ne pahasına olursa olsun SSCB'ne, proletarya
diktatörlüğüne karşı ayaklanmayı örgütlemeyi ve
gerçekleştirmeyi istiyordu. Bu benim yorumum değil. Troçki'nin
yazılarında bunları okuyabilirsiniz. Yukarıda alıntılarla bunun
örneklemesini de yaptık. Troçki'nin siyasi denklem kurmakta ne
denli usta veya çırak olduğunu onun gerçekleşen ve
gerçekleşmeyen öngörülerini karşılaştırarak
çıkartabilirsiniz. Ama SSCB'ne karşı devrim ve SSCB'nin savaşta
yenilmesi denkleminde her halükarda iktidarın yolunun açılacağı
sonucuna varması, büyük bir felaketti; denklemi yanlış
kurmuştu ve yaptığı çözüm de mantık dışıydı. Aşağıdaki
“İhanete Uğramış Devrim”den
yaptığımız alıntıyı II. Dünya Savaşının sonucunu
düşünerek okursak tam anlamış oluruz.
Okuyalım:
“Savaş
tehlikesi ve SSCB için yenilgi bir gerçekliktir. Ama devrim de bir
gerçekliktir. Devrim savaşı engelleyemezse, bu durumda savaş
devrime yardımcı olacaktır. İkinci doğum, çoğu zaman ilkinden
daha kolaydır. Yeni savaşta ilk ayaklanma için iki buçuk sene
beklenmeyecek. Bir defa başlayınca devrim yarı yolda
kalmayacaktır. SSCB'nin yazgısı nihayetinde genel kurmay
haritasında değil, sınıf mücadelesi haritasında
belirlenecektir”(22).
Troçki'ye
göre kapitalist ülkelerin orduları Kızıl Ordu'dan her bakımdan
kat be kat üstündür; Kızıl Ordu'nun geriliği “Stalinist
bürokrasi”nin
suçudur! Ama Troçki'nin böyle tanımladığı Kızıl Ordu'nun
nelere muktedir olduğunu II. Dünya Savaş sonucu göstermiştir.
Ama ne hazindir ki, Troçki bunu görememiş, takipçileri de bundan
bir ders çıkartamamışlardır.
Demiştik
ya, Troçki bu, “sağı solu” belli olmaz. Demek ki, Kızıl Ordu
kapitalist ülkelerin ordularından kat be kat geri. 1936'da böyle
değerlendirme yapan Troçki 1934'te tam tersini söylüyordu.
“Avrupa Defterleri”inde
yayımlanan makalelerinde Kızıl Ordu'nun, örneğin Japon
ordusundan üstün olduğunu yazıyordu.
Troçki'nin
Kızıl Ordu hakkındaki görüşlerinin gerçeklikle bir ilgisi yok
ve burada önemli olan, Troçki'nin görüş değiştirmesidir;
SSCB'ne karşı iktidar mücadelesinde değişime uğramasıdır.
Troçki, iktidara gelmenin tek yolu olarak savaşta SSCB'nin
yenilgisini görüyor. “IV. Enternasyonal ve SSCB”
yazısında aynı konuyu ele alır.
Okuyalım:
“Daha
yakın olan nedir? Bürokrasi tarafından kemirilmiş Sovyet
iktidarının çöküş tehlikesi mi yoksa Ekimin mirasını kurtarma
yeteneğine sahip yeni bir parti için proletaryanın birleşme
zamanının gelmiş olması mı? Bu soru üzerine önsel cevap
yoktur; buna mücadele karar verecektir. Güç dengesi, savaş da
olabilecek büyük tarihsel bir denemede tespit edilecektir. Her
halükarda açık olan, sadece iç güçlerle proleter dünya
hareketinin devam eden gerilemesi ve faşist hakimiyetin
yaygınlaşması (koşullarında) Sovyet iktidarı daha uzun süre
var olamaz”
(23).
Troçki'nin
yukarıdaki değerlendirmesi bir insanın ne kadar düşebileceğini,
ne denli iktidar tutkunu olduğunu ve aynı zamanda gerçek dünyadan
kopuk olduğunu göstermektedir. Bu değerlendirme zavallılaşan bir
insanın ruh halini de yansıtıyor. Kapitalist dünyanın azılı
Sovyet düşmanı kesimleriyle aynı görüşü paylaşarak SSCB'nin
faşist güçler karşısında tutunamayacağını ve yenilgisinin
kaçınılmaz olduğunu savunuyor. En önemlisi ise, kendini “bir
şey” sanmasıdır,
SSCB'nin geleceğiyle ilgili karar, “yeni parti”
-Troçki'nin partisi- ile “bürokratizim kemirdiği Sovyet
iktidarı”
arasındaki mücadeleyle verilecekmiş; bu, “büyük tarihsel
bir deneme”
olacakmış; bu “büyük
tarihsel deneme”
savaş biçiminde de
olabilirmiş.
Bu
değerlendirmeyi yapan birisinin nesnel gerçeklikten kopmuş
olmadığını söylemek büyük bir cesaret işidir.
Troçki'nin
bu değerlendirmesini Radek'in mahkemede bahsettiği
Troçki-mektubunda da görüyoruz. Demek ki, o mahkemelerde
söylenenler hiç de yabana atılacak türden değil, gerçekleri
yansıtıyorlar.
Yukarıda
adı geçen yazısında Troçki hayal kurmaya devam eder.
Okuyalım:
“Yeni
enternasyonal (4. Enternasyonal
kastediliyor- İ.O.) işçi devletinin savunulması için
sadece ve sadece kendisinin sorumluluk üstlendiğini Rus işçilerine
sadece lafızda değil, gerçekte kanıtladığında Birlik içinde
(SB kastediliyor- İ.O.)
Bolşevik-Leninistlerin (Troçkistlerin-
İ.O.) konumu 24 saat içinde değişmiş olacaktır”
(24).
Troçki'nin
görüşlerini birbirine karıştırmamak için sadeleştirelim:
Savaşta SSCB darbeler alıyır, yeniliyor, Troçki ise nerede olduğu
bilinmeyen partisiyle, kurtarıcı olarak kendisini bekleyen “direnç
güçleri”nin
önünü açarak devrimini gerçekleştiriyor. Ve Sovyet işçi
sınıfı ve emekçi yığınları Troçki'nin bu işi “götürdüğünü”
görünce saf değiştiriyorlar; SSCB'nin yanında yer almaktan
Marksizm-Leninizmden, proletarya diktatörlüğünden, inşa edilen
sosyalizmden ve nihayetinde SBKP(B) ve Stalin'den vazgeçerek
Troçkizmle kucaklaşıyorlar. Yani o zamana kadar Troçki ve
Troçkizmi adeta lanetlemiş olan geniş yığınlar
“Bolşevik-Leninistlerin”
-Troçkistlerin- kurtarıcı
ilerleyişini görünce “24 saat içinde”
saf değiştiriyorlar.
Bu
senaryonun bir yerinde bir de o meşhur “tren”
olması gerekirdi. Göremedim!
Yukarıdaki
anlatımına göre Troçki gerçekten çok değişmiş. Önceleri
“Stalin bürokrasisi”ni
yok etmek istemiyordu, tersine ona “ortak düşmana karşı
birlik cephesi önermek”ten
yanaydı. Aynı yazıda devamla şöyle der Troçki.
Okuyalım:
“Yeni
Enternasyonal, Stalin-bürokrasisine ortak düşmana karşı birlik
cephesi önerecektir. Bizim enternasyonal, bir gücü temsil
ediyorsa, bürokrasi tehlike anında birlik cephesini
reddedemeyecektir...
Burjuva
ve sosyal demokrat partilerin emperyalist boğazlaşma sırasında
(I. Dünya Savaşını
kastediyor- İ.O.) halkı daha iyi kandırmak için
karşılıklı eleştiriyi durdurmaları örneğinde (olduğu gibi)
Stalin bürokrasisi ile birlik cephesi, savaş durumunda da 'kutsal
ulusal birlik' anlamına gelmeyecektir. Hayır, savaş durumunda da
gerçek devrimci savaş yürütme yeteneğinden mahrum olduğunu
açıklamak zorunda kalacak olan bürokratik merkeziyetçilik ile
ilgili olarak siyasi uzlaşmazlığı koruyacaklar”
(25).
Ve
gerçekten de Troçki, “Geçiş Programı”nda, 1938'de “ortak
düşmana karşı”,
“birlik cephesi”
önerisinde
bulunur:
“Geçiş
Programı”nda şöyle diyecekti Troçki: “Yani
oldukça sınırlandırılmış durumlarda, kapitalist karşı
devrimin açık bir saldırısına karşı bürokrasinin Thermidorcu
kesimi ile bir “birleşik cephe” olasılığı peşinen
dışlanamaz. Ama buna rağmen SSCB'nde temel siyasi görev,
Thermidor bürokrasisinin yıkılması olmaya devam etmektedir”
(26).
O
dönemde, II. Dünya Savaşı öncesinde veya bu programı yazdığı
dönemde Troçki'nin SSCB hakkında somut değerlendirme yapma
yeteneğinden ne denli uzak olduğunun; kendine göre şekillendirdiği
bir hayal dünyasında yaşadığının en tipik göstergesinden
birisi de şu değerlendirmesidir:
“...“SSCB'nin
savunulması” sorunu tamamen somutlaşmaktadır. Eğer yarın,
diyelim ki, burjuva-faşist gruplaşması, yani “Butenko- Hizbi”
iktidarı ele geçirmeye yeltenirse, “Reiss-Hizbi” kaçınılmaz
olarak barikatların karşı saflarında yerini alacaktır. Bu
gruplaşma kendini geçici olarak Stalin'in müttefiki konumunda
bulsa da, onun Bonapartist kliğini değil, SSCB'nin toplumsal
temelini, yani kapitalistlerden kopartılan ve devlet mülkiyetine
dönüştürülmüş mülkiyeti savunuyor olacaktır. Eğer
“Butenko-Hizbi” Hitler ile askeri bir ittifaka girerse,
“Reiss-Hizbi” ülke içinde ve dünya çapında SSCB'ni askeri
müdahaleye karşı savunacaktır. Bundan farklı her tutum ihanet
olacaktır”(27).
Ignaz
Reiss, bir Troçkisttir. Reiss derken Troçki kendini, “Reiss-Hizbi”
derken de SSCB'ndeki Troçkistleri kastetmektedir. Fedor Butenko ise
Sovyet diplomatıydı; İtalya'dayken faşizmi savunduğunu açıkladı.
“Butenko-Hizbi” ile de Troçki, SSCB'ndeki faşistleri
kastediyor. Senaryo şöyle: Savaş patlak verince “Stalin kliği”,
faşistlere karşı savaşacak ve Troçkistler de kaçınılmaz
olarak “Stalin kliği” saflarında faşizme karşı savaşacaklar.
“Reiss-Hizbi” nezdinde Troçkistler SSCB'ni bütün dünyada
askeri bir müdahaleye karşı savunuyorlar.
Bu
senaryonun tek doğru yanı, Alman faşist diktatörlüğünün
SSCB'ne saldırmasıdır. Bu ve bu saldırıya karşı Stalin
önderliğinde bütün ülkenin yekvücut olarak savaşmasıdır.
Yılarca süren bu savaşta “Stalin kliği” yanında yer alarak
“Butenko-Hizbi”ne karşı SSCB'de toplumsal mülkiyeti savunmak
için savaşan “Reiss-Hizbi”ne rastlayan olmadı. Diğer taraftan
“Reiss-Hizbi” askeri müdahaleyi önlemek için SSCB'ni dünya
çapında savunmadı, tam tersini yaptı; SSCB'nin savaşta yenilmesi
için uğraştı, faşistlerle işbirliğine girdi.
Yoksa
aynen böyle olmadı mı?
Savaşı,
SSCB'nin yıkılması için araç olarak değerlendirme düşüncesinin
Troçki'de yeni, son yıllarda ortaya attığı bir düşünce olarak
görüyorsanız fena halde yanılmış olursunuz. 1927'de de
Troçki'nin kafasında bu düşünce geziniyordu. Aralık 1927'de
SBKP(B)'in XV. Kongresinde bu konu da gündemdeydi. Konuşmasında
Stalin soruna ilişkin olarak şunları söyler:
“Troçki'nin
Clemenceau hakkındaki ünlü tezi buna dayanmaktadır. Devlet
iktidarı yozlaşmışsa ya da yozlaşıyorsa, onu esirgemeye,
korumaya, savunmaya değer mi? Elbette değmez. Böyle bir iktidarı
“azletmeye”
elverişli bir durum doğarsa, diyelim ki düşman Moskova'nın 80
kilometre yakınına kadar yaklaşırsa -bu durumdan bu hükümeti
süpürüp atmak ve yeni bir Clemenceau hükümeti, yani Troçkist
hükümet kurmak için yararlanmak gerektiği ortada değil mi?”
(28).
Bu,
Radek'in mahkemede bahsettiği Clemenceau tezidir. Ne kadar söylesek
azdır; Moskova Yargılamalarında sanıkların ifadesi ile tarih
çelişmiyor, orada söylenenler gerçeklerin yansımasıdır.
Söylenecek
söz kalmıyor. Demek ki söylenenler doğru, demek ki Troçki'nin
yazdıkları başkalarının uydurması değil. Demek ki, Troçki'nin
Alman faşistleriyle işbirliği bir uydurma değil. Alman
orduları/faşistleri Moskova önlerine kadar gelecekler ve Alman
faşistleri Moskova'ya 80 km uzaktayken Troçki SSCB'ni yıkmak için
planlarını uyulamaya koyacak.
Ekleyelim:
II. Dünya Savaşında Alman faşistleri Moskova'ya 30 km
uzaklıktayken durduruldular. Troçki'nin hesabına göre planları
uygulamak için daha uygun bir ortam mevcuttu. Neredeydi o planları
uygulayacak “Bolşevik-Leninistler”in
devrim yapmak için kurulmuş partisi?
Troçkistlere
Alman faşistleri ile bu işbirliği neyin nesi diye soracak
olursanız “haşa summe haşa”,
öyle bir işbirliği yoktu diyeceklerdir. Herhalde işbirliği var
demeyeceklerdir. Troçkistlerin ne diyeceklerinden bağımsız olarak
Troçki, bu düşüncelerini sonraları da tekrarlamıştır.
Troçki'nin iktidara gelmek için umutsuz çırpınışında Alman
faşistlerinin Moskova önlerine kadar ilerlemesi, SSCB'nin savaşta
yenilmesi önemli bir rol oynuyordu. Gerçek olan budur.
Arkamızdan
“kötü niyetli”
denmesin diye iyi niyetli olalım ve Troçki'nin gerçek niyetinin
SSCB'ni kurtarmak olduğunu düşünelim. Ama siyasi mücadelede
mücadele edenlerin niyetinin ne olduğu önemli değildir. Troçki,
öznel olarak iyi niyetli veya kötü niyetli olabilir. Esas olan ne
yaptığıdır. Peki, Troçki ne yapıyordu? Troçki ve suç
ortaklarının “hal ve gidişleri”
karşı devrimcilikten başa bir şey değildi. İktidara gelme
uğruna yaptıkları Alman ve Japon faşizmine hizmetten başka bir
şey değildi. Troçki'nin “devrim”i
karşı devrimden, ihanetten başka bir şey değildi.
SSCB,
proletarya diktatörlüğü, Stalin önderliğinde SBKP(B), Troçki
ve suç ortaklarının bu eylemleri karşısında sessiz kalmamışlar,
onlara karşı mücadelede acımasız olmuşlardır. Bolşeviklerin
ve bütün dünya komünistlerinin SSCB'nin düşmanlarıyla
işbirliği yapan, sosyalizmi yıkmaya çalışan “Stalin
bürokrasisini bir partinin veya Sovyet kongresinin yardımıyla
görevden alınacağına inanmak çocukluktur”,
bu ancak “devrim”le
mümkündür, “neye mal olursa olsun”
SSCB'ni yıkmak için “devrim”
diye düşünebilecek duruma gelmiş bu unsurlara karşı
mücadelesi, siyasi ve ahlaki olarak haklı bir mücadeleydi ve
mücadeledir.
“Ne
pahasına olursa olsun”
iktidar, mücadele aracı olarak da “Ne pahasına olursa olsun”
“ne yapmak zorundaysan onu yap”
ilkesine göre hareket etmeye başlayan Troçki'nin bireysel terör
ve zarar vericilikten başka yapacağı bir şey yoktu. Sovyet
insanından, partiden, ordudan, sendikalardan vs. bir beklentisi
kalmamıştı, Sovyet işçi sınıfı ve emekçi yığınlarının
kendisini reddettiğini biliyordu. Bu durumda SSCB'ne karşı
mücadelesinde bireysel teröre başvurmaktan ve zarar vericilik
yapmaktan başka imkanı kalmamıştı.
“İhanete
Uğrayan Devrim”de ve
başka yazılarında da “yeni bir devrimin kaçınılmazlığı”ndan
bahseden Troçki, proletarya diktatörlüğünün, “yeni bir
devrimin kaçınılmazlığı”
doğrultusunda SSCB'de yıkıcı faaliyette bulunan, sabotajlar
yapan, bireysel teröre başvuran unsurlara karşı mücadelesinde,
moda kavramla ifade edecek olursak “orantısız güç”
kullandığından yakınıyor. Troçki ve suç ortakları, SSCB'ni
yıkmak, siyasi iktidarı ele geçirmek için açıktan karşı
devrimci propaganda yapıyorlar ve o doğrultuda hareket ediyorlar,
ama yıkmak istedikleri güç, Sovyet iktidarı buna karşı gelince
“mızıkçılık”
yapıyorlar.
Troçki
nelere kafa yorduğunu “İhanete Uğrayan Devrim”inde
yazıyor.
Okuyalım:
“İki
milyon üyesi bulunan bir parti içinde 20-30 bin kişilik bir
muhalefetin ne önemi olabilir ki? Bu sayıların basit
karşılaştırması bu sorunda bir şey ifade etmiyor. Son derece
kızışmış bir siyasal ortamda bir askeri birliğin halk safına
geçmesini sağlamak için bir düzine devrimcinin çabası yeter.
Genelkurmayların küçük yeraltı çevrelerinden, hatta tek tek
bireylerden ödleri patlarcasına korkmaları hiç de boş yere
değildir. Stalinci bürokrasiyi titreten bu korku, onun uyguladığı
baskıların gaddarlığının ve iftiralarının iğrençliğinin
ifadesidir” (29).
Alıntıdaki
son cümlenin Almanca baskısında (İnternet) neden yer almadığını
anlayamadım. Belki de Stalin lehine bir yontma var. Önemli değil.
Önemli olan, Troçki'nin proletarya diktatörlüğünü yıkmak için
nelere başvurmaya hazır olduğunu bu sözleriyle dile getirmesidir.
Troçki, sabotaj yapın, yıkın, Sovyet önderlerini öldürün
(Kirov), Kızıl Ordu'yu isyana teşvik edin; bunları yapmak için
yeraltı grupları kurun,, bireysel teröre başvurun diyor. Bunları
yaparsanız askeri birlikler halk safına geçer diyor. “Stalinci
bürokrasi” bu
eylemlerden, sizden ödü koparcasına korkar diyor. Troçki, yoksa
başka bir şey mi söylüyor? Yok, yok, başka bir şey söylemiyor.
Yazdığı oldukça açık. Ve o bunları 1936'da söylüyor. Bir
savaş durumunda Troçki, bu türden eylemlerle SSCB'ni zayıflatmayı
ve saldırgan güçlerin -Alman faşistlerinin- işini
kolaylaştırmayı düşünüyor.
Savaş
durumunda Troçki'nin önerdiği doğrultuda faaliyet sürdürecek
olan karşı devrimci grupların ne yapabileceklerini Stalin Mart
1937'de SBKP(B)-MK Plenumu'nda “Parti Çalışmasının Eksikliği
ve Troçkistler ve Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak
Önlemler Üzerine”
konuşmasında anlatır.
Okuyalım:
“...Zararlı
unsurlar zararlı faaliyetlerini en geniş biçimiyle genel olarak
barış dönemlerinde değil, savaş öncesi dönemlerde ya da bizzat
savaş esnasında uygularlar. Varsayalım ki, “ekonomik planların
sistemli bir biçimde gerçekleşmesi”ni
ifade eden bu çürük teoriyle uyutulduk ve zararlı unsurlara
dokunmadık. Bu çürük teorinin sahipleri, bu zararlı unsurları
ekonomimizin bağrında... rahat bırakırsak, herhangi bir savaş
durumunda devletimize ne büyük zararlar verebileceklerini
düşünebiliyorlar mı acaba?..
Troçkist
zararlıların tek tek insanlar tarafından, Bolşeviklerin ise
onlarca milyon insan tarafından desteklendiği doğrudur. Ama
bundan, zararlı unsurların davamıza ciddi zararlar veremeyecekleri
sonucu çıkmaz. Fesat çıkarmak ve zarar vermek için çok sayıda
insana ihtiyaç yoktur. Bir Dinyeper Elektrik Santralı yapmak için
on binlerce işçi harekete geçirilmek zorundadır, ama aynı
santralı havaya uçurmak için belki birkaç düzine insan yeter,
daha fazla değil. Savaşta bir muharebeyi kazanmak için belki
birkaç kızıl kolorduya gereksinim duyulur. Ne var ki, cephede
kazanılmış bu zaferi yerle bir etmek için, ordu karargahında,
hatta bir bölükte birkaç casusun varlığı ve bunların harekat
planlarını temin edip düşmana vermesi yeterlidir. Büyük bir
demiryolu köprüsü kurmak için binlerce insan gerekli. Ama aynı
köprüyü havaya uçurmak için birkaç kişi yeterlidir. Böylece
düzinelerce yüzlerce örnek verilebilir”
(30).
Aynı
konuşmasında devamla “bizim çoğunlukta oluşumuz, Troçkist
zararlıların ise azınlıkta oluşu teselli nedeni olmamalıdır”
diyen Stalin, bu unsurlara, Sovyet ülkesi düşmanlarına karşı
mücadelede uyanık olunması gerektiğini; “saflarımızda hiç
Troçkist zararlı unsurun kalmaması”
gerektiğini, bunun ulaşılması gereken bir hedef olduğunu
açıklar.
Sovyet
düşmanlarının SSCB'ne karşı yıkıcı mücadelelerinde
kullandıkları çeşitli yöntemler birbirini tamamlayan
yöntemlerdi. SSCB'nde örgütlenen ve gerçekleştirilen sabotaj,
casusluk, başkaca zarar verici faaliyetlerde özellikle faşist
casusluk örgütleri ve Troçkistler belirleyici rol oynuyorlardı.
Bu türden yıkıcı faaliyetlere karşı mücadelesinde proletarya
diktatörlüğü kaçınılmaz olarak sert tedbirlere baş vuruyordu.
Bütün bu faaliyetlerinden dolayı SSCB kapsamlı bir temizlik
hareketi örgütlemek zorunda kalmıştır. Ekonominin ve üst
yapının bütün kurumlarının zarar verici faaliyet içinde
olanlardan, ajanlardan, sabotajcılardan temizlenmesi gerekiyordu. Bu
temizlik hareketinin dokunduğu çevreler ve onlara inanma gafletini
gösterenler için Troçkistler, SSCB'ne karşı mücadelelerinde
kullanabilecekleri yeni demagojiler ürettiler. SSCB'nde durumun ne
denli kötü olduğunu, halkın yokluk ve sefalet içinde yüzdüğünü,
devletin güçsüz olduğunu, temizlik hareketinin Stalin'in “kanlı
diktatörlüğü”nün
eseri olduğunu yazıp çizdiler ve propagandasını yaptılar. Başta
Troçkistler olmak üzere bu çevrelere göre SSCB'nde sosyalizmin
ilkelerine ihanet edilmişti, ülke “Stalin-Diktatörlüğü”
altında; “bonapartist diktatörlük”
altında inim inim inliyordu. Demagojiye, yalana dayanan bu
propaganda savaşında aynı amaca hizmet eden farklı güçler,
bilerek veya bilmeyerek birbirlerinin destekçisi oluyorlardı.
Kullandıkları argümanların üreticisi de Troçkistlerdi.
Troçkistler yalan üretiyor, özellikle de Alman faşistleri bu
yalanları SSCB'ne, sosyalizme, dünya komünist hareketine karşı
kullanıyorlardı.
Troçkizm
yalan makinesidir.
Troçki,
Moskova Yargılamalarından önce Stalin'in Bonapart olduğunu
keşfetmiş ve SSCB'nde bonapartizmin hakimiyetinden bahsetmeye
başlamıştı. “İşçi Devleti, Thermidor ve Bonapartizm”
broşüründe (1935) “Sovyetler Birliğinde şimdiki rejim, bir
Sovyet (veya anti-sovyet bonapartizmidir”
değerlendirmesini yapıyordu (31).
Troçki'yi
iyi anlamak için onun bu yazısını okumak çok yararlıdır.
Eğitim çalışmalarında kaynak olarak kullanılabilecek derecede
önemlidir. Troçki, bu broşüründe “Stalin-Bonapartizmi”nin
kaçınılmaz olarak çökeceğinden ve bu çöküşü karşı
devrimin zaferinin takip edeceğinden bahsetmektedir. “Stalinist
rejimin kaçınılmaz çöküşü”,
“Stalinist bonapartizmin kaçınılmaz çöküşü”
gerçekleşince karşı devrimin zafer kazanması istenmiyorsa “öncü”
dediği Troçkist parti elini çabuk tutmalı ve karşı devrimin
zaferinden önce bir kurtarma eylemiyle iktidarı ele geçirmelidir
görüşünde olan Troçki'dir.
Kapitalist
bir toplumun, Rusya gerçeğinde gelişmesi geri kapitalist bir
toplumun sosyalist bir topluma dönüşmesi bugünden yarına ve bir
çırpıda gerçekleştirilebilecek bir iş değildir. Bu dönüşüm
kendi içinde aşamaları olan uzun ve zor bir sürecin ürünü
olabilir. SSCB'nde sosyalizmi kurma süreci farklı görevlerin ön
planda olduğu çeşitli aşamalardan geçilerek ilerlemiştir.
Sosyalist inşanın her aşamasında ele alınan sorunlar farklı
olduğu için görevler de kaçınılmaz olarak farklıydı.
Sosyalist inşanın içeriğini ve inşayı gerçekleştirmek için
atılan adımları anlamayan insanların olması doğaldı. Bunlar
sadece kapitalist dünyadan insanlar değildi, SSCB insanlarından da
sorunu anlamayanlar vardı. Bu doğallığı, sorunu anlamayanların
olmasını özellikle Troçkistler acımasızca SSCB'ne karşı
kullanmışlardır. Yozlaşmadan, sosyalizme ihanetten, dünyanın
ilk işçi devletinin çöküşünden bahsedenler ve bu yönlü
demagojilerle SSCB dışında ve içinde insanları örgütlemeye
çalışanlar Troçkistlerdi. Öyle ki, yapılan hatalar ve Bolşevik
Parti'nin bu hataların üzerine gitmesi, düzeltmesi ve yola devam
edilmesi tek yanlı anlatılmış, sadece hatalardan söz edilmiş ve
bunlara dayanılarak SSCB'nin geleceği üzerine kehanette
bulunulmuştur. Bu demagojilerin “kahramanı”
Troçki'den başkası değildi.
Troçki
bir demagoji makinesidir.
Diğer
taraftan SSCB, kendinden kaynaklı olmayan veya salt proletarya
diktatörlüğü olarak varlığından dolayı kaynaklı olan
birtakım dış tehlike ve tehditlerle de karşı karşıyaydı.
Bunlar, SSCB'nin varlığını tehdit eden tehlikelerdi. Bunların
neler olabileceği üzerine Bolşevik Parti sürekli uyarıda
bulunmuş, hep hazırlıklı olmak gerektiği üzerinde durmuş ve bu
tehlikeleri bertaraf etmenin en emin yolunun en kısa zamanda
sosyalizmin inşa edilmesi olduğunu vurgulamıştır. SSCB ve
Bolşevik Parti, oluşan birçok tehlike ve tehdidin üstesinden
gelmesini bilmiş, düşmanlarını her seferinde hüsrana
uğratmıştır. Bu da bir gerçektir. SSCB ve Bolşevik Parti,
sosyalizmin inşasına, sorunlarına ve görevlere uzak duran
insanların belli bir anlayışsızlık içinde olabileceklerini
hesaba katarak hareket etmemiştir. Öyle hareket etseydi, bütün
insanları önce ikna etmesi sonra adım atması gerekirdi. Buna
Troçki bile gülerdi!
Daha
ziyade Moskova yargılamaları bağlamında dile getirilen temizlik
hareketi, bahsettiğimiz iç ve dış tehdit ve tehlikeleri yok etmek
için yapılmıştı. Proletarya diktatörlüğü, anti-komünist,
anti-sovyetik demagoji ve propagandanın işine gelir diye her türden
casusluk, sabotaj ve zarar verici faaliyetin kökünü kazımada sert
tedbirler almaktan ve gerçekleştirmekten çekinmemiştir. Ajanlara,
sabotajcılara, zarar vericilere, siyasi maceracılara, teröristlere
ve bunların hepsi anlamına gelen Troçkistlere karşı mücadelenin,
söz konusu yargılamaların keyfiyetle, sistemin çürümesiyle,
yozlaşmayla, devletin güçsüzlüğüyle bir ilişkisi yoktur. Bu
yönlü demagojileri üretenlerin ve yayanların başında Troçki ve
Troçkistler gelmektedir.
Tuhaçevski
ve onun gibi ihanet içinde olan Kızıl Ordu mensuplarının
cezalandırılmasının Sovyet askeri gücünün zayıflaması olarak
görenler ve bunu bütün dünyada yayanlar, Kızıl Ordu'nun bir kaç
generalin ihanetiyle yok olmadığını, zayıflamadığını, aksine
güçlendiğini herhalde -Troçki dışında- görmüş ve yaşamış
olmaları gerekir.
İhanetin
yolu kronolojisi (II)
Hitler'in
iktidara gelmesiyle birlikte Almanya uluslararası karşı devrimin
merkezi olmuştu; Ekim Devriminden sonra bütün uluslararası karşı
devrimci çabalar, örgütlenmeler Alman faşistleri tarafından
Alman sermayesinin çıkarlarına hizmet edecek biçimde
konuşlandırılıyordu; bütün casusluk ve terör örgütleri
Nazilerin beşinci koluna dönüştürülüyorlar, SSCB'nde Alman
ordusunun gizli öncüsünü oluşturuyorlardı. Nazilerin beşinci
kolunun en güçlü bölümü SSCB'nde faaliyet göstermekteydi. Bu
bölümün yöneticisi de Troçki'den başkası değildi.
Troçki
ve yandaşları Alman faşistleri için hazır güç durumundaydılar.
Her iksinin ortak noktası Sovyet düşmanlığıydı. Alman
emperyalizmiyle 1923'ten bu yana devam eden ilişkilere dayanarak
Troçki, ülkeden kovulduktan sonra Sovyet iktidarını yıkarak
geriye dönüşünün hazırlığı içindeydi; bir savaş, özellikle
de Almanya'ya karşı bir savaş durumunda SSCB'nin yenileceğinden
oldukça emindi. Ama Troçki sadece savaş beklemekle vakit geçirmek
istemiyor, SSCB'nde yıkıcı faaliyeti, sabotajları, Sovyet
önderlerinin katledilmesini planlıyor ve uygulatıyordu.
1934'te
Sergey Mirinoviç Kirov'un alçakça katledilmesi de bu planlamanın
bir parçasıydı. Kirov, Zinovyevcilerin “Leningrad grubu”
tarafından hunharca katledilmişti.
SBKP(B)-MK'nın
Kirov'un katledilmesiyle bağlam içindeki gelişmeleri ve
çıkartılması gereken dersleri ele alan 18 Ocak 1935 tarihli ve
“Troçkist-Zinovyevist Karşı Devrimci Blokun Terörist Faaliyeti
Üzerine” 29 Temmuz 1936 tarihli
örgüt içi mektuplarında diğer şeylerin yanı sıra şu
görüşlere yer verilir:
1-
S. M. Kirov'un katledilmesinden sonra NKWD organları 1936 yılı
boyunca Moskova, Leningrad, Gorki, Minsk, Kiev, Baku ve başka
yerlerde Troçkist ve Zinovyevci terör gruplarını ortaya
çıkamıştır.
2-Troçkistlerden,
Zinovyevcilerden ve Kamenevcilerden oluşan blok 1932 sonunda
kurulmuştur.
3-Kuruluşundan
bu yana bu blok esas amacının, parti ve hükümete karşı yıkıcı
faaliyet olduğunu göstermiş ve bunun en etkili yolu olarak da
öncelikle, başta Stalin olmak üzere parti önderlerini katletmeyi
görmüştür.
4-Bu
blokun -Birleşik Troçkist-Zinovyevist Merkez- SSCB'ndeki
faaliyetini yurt dışından yöneten Troçki'dir.
5-Troçkist-Zinovyevist
karşı devrimci merkez ve önderleri -Troçki, Zinovyev, Kamenev-
SSCB'nin, sosyalizmin en acımasız düşmanlarıyla ortak hareket
etmektedir; bunlar SSCB'nde sınıf olarak yok edilmiş sınıfların
temsilcileridir, iktidara gelebilmek için tek araçları terördür.
6-Troçkist-Zinovyevist
karşı devrimci merkez ve önderleri -Troçki, Zinovyev, Kamenev-
aynı zamanda dünya burjuvazisinin SSCB'ndeki öncüleri
konumundadırlar; bunlar kapitalizme geri dönüşün umudu
olmuşlardır (32).
Faşist
Almanya'nın SSCB'ne saldırısından sonra, 1941 yazında ABD'nin
SSCB'ndeki elçisi olan Joseph E. Davies şu değerlendirmeyi
yapıyordu:
“Rusya'da
Almanlar ile işbirliği yapan sözümona “iç gericilik” yoktu.
1939'da Hitler'in Prag'a yürüyüşü Henlein Örgütünün askeri
eylemleriyle desteklendi. Benzeri bir durum Norveç'in işgalinde
oldu. Rusya'nın sunduğu resim, Henlein'ın Sudet-Almanlarından,
Slovak Tiso'larından, Belçika Degrell'erinden ve Norveç
Quisling'lerinden temizlenmişti...Bizzat katıldığım 1937 ve 1938
hainler ve temizlik yargılamaları denilen yargılamaların
tarihinde nedenler okunabilir. Bir daha gözden geçirdiğimde ve
kendi notlarımda...Rus 'işbirlikçileri'nden alınan itiraflar ve
açıklamalar Alman beşinci kolunun kelimenin gerçek anlamıyla
tarafımızdan bilinen bütün yöntemlerini ortaya dökmektedir”
(33).
1941'de
SSCB'nde beşinci kolun temsilcisi kalmamıştı; ülke hainlerden
temizlenmişti. Troçki'nin “Bolşevik-Leninistleri” de ortalıkta
görünmüyorlardı; en azından Troçki'nin söz verdiği gibi Kızıl
Ordu'yla omuz omuza SSCB'ni savunmuyorlardı veya Kızıl Ordu
mensuplarıyla “Stalin bürokrasisi”ni yıkmak için yakın
ilişki kuracak “Bolşevik-Leninistler” yoktu.
Troçkizm,
sosyalizmin anavatanı SSCB'nde ve uluslararası arenada sefil ve
acınacak durumdaydı.
Sonuç
itibariyle:
Troçki
kendi seçimi olan yolunun sonuna gelmişti: 1930'lu yılların
ikinci yarısına gelindiğinde Troçkizm “işçi sınıfı
içinde siyasi bir akım”
olmaktan çıkarak “yabancı devletlerin casusluk
organlarının hizmetinde çalışan zararlı unsurlar, bölücüler,
casus ve katillerden oluşan ilkeden ve düşünceden yoksun, işçi
sınıfının yeminli düşmanı olan bir çete”ye
(Stalin) dönüşmüştü.
Bir
anti-komünistin, bir narsistin ruh hali:
Friedrich
Wilhelm Nietzsche
ile Lew Dawidowitsch Bronstein (Troçki) arasında ilginç bir
benzerliğin olduğunu sanıyorum. 19. yüzyılın son çeyreğinde
burjuvazi, yükselen Marksizme karşı mücadele için Nietzsche'yi
öne sürmüştü. Faşizmin bu “babası” ideolojik alanda
Marksizme karşı “meydan muharebesi” verecekti. Verdi de. Ama
sonuç yenilgiden başka bir şey olmadı. Nietzsche, işçi
sınıfından, emekçilerden, velhasıl “alt insan”dan, kendi
deyimiyle “baldırı çıplak”lardan nefret eden ve “üst
insan”ı savunan birisiydi. Faşizm, özellikle de Alman faşizmi
onun düşüncelerini uygulamıştır.
Şüphesiz
ki, Troçki söz konusu olduğunda dünya burjuvazisi sosyalizme,
komünizme karşı mücadele için onu öne sürdü diyemeyiz. Ama
Troçki, politik fizyonomisi, narsizmi bakımından kendi kendini bu
göreve getirmiştir: Marksizme karşı mücadelede Bakunin,
Bernstein ve Kautsky, Marksizm-Leninizme karşı mücadelede
Troçki'nin yanında, amiyane deyişle “solda sıfır” kalırlar.
Kişisel düşmanlık nasıl olur da ideolojik düşmanlığa
dönüşebilir diye kendime çok sordum. Sibirya'da, o zaman için
insanların en son yaşam alanına sürülen Stalin ve Swerdlov aynı
kulübede yaşadılar; kişisel bir ilişki kuramadılar, ama aynı
yerde yaşadılar. Sonrasında Ekim Devriminin o çetin günlerinde,
devrimi yöneten askeri komitede beraber çalıştılar, ama
resmiyetin ötesinde hiçbir insani ilişkileri olmadı. Ama iki
yoldaş olarak, aynı davaya hizmet etmekte hiçbir sıkıntıları
olmadı. Aynısını Troçki için söylemek mümkün değil. Kendine
kölece bağımlı olanların, hükmettiği insanların dışında
hiç kimseyle ortak hareket edemiyor. Ekim Devrimi öncesinde Lenin
hakkında söylediklerininden bahsettik. Bolşevik Partiye
katılmasından sonra da “burnunun sürtüleceğini bildiği için
Lenin hakkında pek fazla “ileri geri” bir şeyler söyleme
cesaretini gösterememiştir. Ama kendi geleceği için Lenin'den
sonra en büyük tehlikenin Stalin olduğunu görmüştür.
Troçki'nin Stalin'e özel düşmanlığının insan olarak
Stalin'den kaynaklanmadığı oldukça açıktır; Stalin yerine
başka birisi olsaydı, Troçki ona düşman olacaktı. Troçki,
geleceği için önünde en büyük engel kimi görüyorsa ona
düşmandı. Şimdi bu düşmanlığın evrelerini göstermek
istiyorum.
Marksizm-Leninizme
karşı mücadelesinde burjuvazi işine yarayan her aracı kullanır,
her fırsatı değerlendirir. Kendine entegre etmek de onun
mücadelesinin bir parçasıdır. Marksizmi eleştirir, ama aynı
zamanda Marks'ı 19. Yüzyılın sevimli sakallı filozofu olarak
gösterip onun devrimci içeriğini boşa çıkartmaya çalışır.
Engels'i atlar, ama Bernstein'ı sever. Lenin'e ve Leninizme veya
Bolşevizme karşı mücadelede rahatlıkla Marksist olur.
Burjuvazinin aklı fikri, Marksizm-Leninizme nasıl ölümcül darbe
indirebilirimdedir. Bunu yapabilmek için Marksizmi düşüncede var
olan, teorik olarak doğru olabilir çerçevesinde ele alır. Böylece
Marksizmi ile Leninizm arasında bir ayırım yapar ve yenilgisinin
somut ifadesi olan Bolşevizme, Marksizm-Leninizme, uygulayıcılarına
ve eserlerine saldırır. Somutta da Bolşevizme, SSCB'nde
sosyalizmin inşasına ve Stalin'e saldırır. Öyle ki Stalin ve
SSCB'nde sosyalizmin inşasına saldırmak için gerekirse Lenin'i
bile savunur. Aynen Stalin'i karalamak için Troçki'de “şövalyelik”
keşfetmesi gibi.
Karalamak,
yalan, çarpıtmak, yanlış bilgilendirmek burjuvazinin ve de
Post-Marksizmin temel yöntemleridir. Bolşevizm, SSCB'nde
sosyalizmin inşası ve Stalin üzerine burjuvazinin neredeyse bir
asır boyunca yazıp çizdiği yalandan, karalamaktan, çarpıtmaktan
ibarettir. Bunun için yeni kavramlar da üretirler. Örneğin bu
kavramlardan birisi de “Stalinizm”dir. “Stalinizm” kavramıyla
Stalin'in devrimci faaliyeti, eserleri, SSCB'nde sosyalizmin inşası
Marksizmden kopartılmış olur. Öyle ki, burjuvazi “Stalinizm”
kavramıyla Stalin'i Marksizm düşmanı olarak gösterir. Bunun
böyle olmasında; burjuvazinin Stalin'i Marksizm düşmanı olarak
göstermesinde Troçki'nin payı küçümsenmemelidir.
“Stalinizm”
kavramını kışkırtıcı anlamda, kriminel anlamda kullananların
ve bu kavramı dünya burjuvazisine Marksizm-Leninizme karşı
mücadelesinde önemli bir silah olarak sunanların başında Troçki
gelmektedir. Sosyalizme, SSCB'ne, Bolşevik Parti'ye,
Marksizm-Leninizme karşı mücadelede sınıf düşmanlarına
“malzeme” sunan, sürekli yenilerini üreten Troçki'den başkası
değildi. Sosyal demokratından faşistine varana kadar emperyalist
burjuvazi, küçük burjuva devrimcileri ve SSCB içinde karşı
devrimci güçler Troçki'nin bu hizmetinden doya doya
yararlanmışlardır. Stalin'i cani olarak tanımlayanların başında
Troçki gelir; dünya burjuvazisinin Troçki'nin kaleminden çıkmayan
tek bir suçlamasını bulamazsınız.
Bu
kişisel kinin bir nedeni olmalıdır. Bir değil, aynı karakterli,
daha doğrusu Troçki'nin karakterini sergileyen birçok neden
vardır:
Ekim
Devrimini yöneten beş kişilik askeri komiteye (Sverdlov,
Stalin, Jerinski, Bubnov, Uritski) seçilememeyi, Stalin'in
seçilmesini Troçki hiçbir zaman hazmedememiştir.
İç
savaş döneminde Troçki, Kızıl Ordu komutanıyken işlediği
hataların düzeltilmesi için birçok kez Stalin'in Lenin tarafından
denetleyici olarak görevlendirilmesini Troçki hiçbir zaman
hazmedememişti.
1922'de
XI. Parti Kongresi'nde kendinin değil de Stalin'in Merkez Komite
Genel Sekreteri seçilmesini hiçbir zaman hazmedememişti.
Troçki'nin
Stalin'e karşı düşmanlığı tam da bu dönemde başlar. Onun kin
ve kışkırtma dolu yazıları, küçük düşürmeye hizmet eden
“eser”leri dün olduğu gibi bugün de sınıf düşmanlarının,
antikomünistlerin en önemli, paha biçilmez kaynağını
oluşturmaktadır.
Sağdan
ve “sol”dan “Stalinizm” ve Stalin üzerinden
Marksizm-Leninizme yönelik saldırılar arasında hiçbir fark
yoktur; faşistlerin “Stalin'in cinayetleri”nden bahsetmesiyle
sosyal demokratların, hatta kendine komünist diyenlerin “Stalin'in
cinayetleri”nden bahsetmesi arasında ne fark vardır? Yoksa
aradaki fark, 'faşistlerin yaptığı saldırdır', 'diğerlerinin
yaptığı da eleştiridir'den mi ibaret? Yoksa sağdan
antikomünizmin, “sol”dan anti-komünizmden bir farkı mı var?
Tarihte
ilerici kişilerin ve toplumsal hareketlerin lanetlenmesinin çok
örneği vardır. Ama bunların hiçbirisi Stalin ve eserlerinin
lanetlenmesi, karalanması ile karşılaştırılamaz. Stalin ve
komünistlerin, Bolşeviklerin lanetlenmesinin eşi emsali daha
görülmemiştir. Ne de olsa burada söz konusu olan sadece kişi
olarak Stalin değildir; söz konusu olan kişi olarak Stalin
bağlamında yeni bir toplumsal formasyonun, kurulan sosyalist üretim
biçiminin; kurulan proletarya diktatörlüğünün, inşa edilen
sosyalizmin ve bu anlamda da Marksizm-Leninizmin mahkum edilmesidir.
Bu kampanyanın başını çeken, örgütleyen, yaygınlaştıran ve
sürekli yeni savlarla besleyen Troçki'den başkası olmamıştır.
Bu anlamda Troçki, aslından “sol”dan antikomünizmin baş
mimarıdır.
Ekim
Devrimi, Rusya'da yüzünü sosyalizme çevirmiş, dürüst,
değişimden yana olan insanları kendi etki alanına çekmiştir.
Diğer taraftan birçok “yol arkadaşı” da devrime katılmıştı.
Menşevikler, anarşistler, sosyal devrimciler bu türden olanlardı.
Troçki gibi birisi de treni kaçırmamak için devrime
katılanlardandı; yıllarca Lenin'e ve oluşmakta olan
Bolşevizme/Leninizme karşı ilkesizlik abidesi olan cephesinden
mücadele eden Troçki de Ekim Devriminde yerini almıştı. Devrime
katılmak başkadır, devrimi yönetmek başkadır; denetleme,
kararların uygulanmasında kararlılık, gereğinde sertlik
olmaksızın devrimin başarıyla sürdürülmesi mümkün değildir.
Bolşevik Parti bunun bilincinde hareket etmiştir. Bu nedenledir ki
Lenin, en karmaşık, içinden çıkılamayacak derecede zor sorunlar
ve görevler olduğunda hep Stalin'i görevlendirmiştir. Bu durum
Troçki'in de gözünden kaçmamıştır. İç savaşın hangi
cephesinde tehlike baş gösterdiyse, görevlendiren Lenin, görev
verilen de hep Stalin olmuştur. 1918-1920 arasında MK'nın cepheden
cepheye gönderdiği tek üyesi Stalin'dir; Zarizin cephesini,
Polonya cephesini, Petrograd cephesini, Batı cephesini, Güney
cephesini, Perm cephesini sürekli dolaşan ve ortaya çıkan
sorunları çözen Stalin'den başkası değildi.
Stalin,
Troçki'nin deyimiyle “epigon” (“taklitçi”) olduğu için
değil, bizzat Lenin'in önerisiyle en önemli görevlere
getirilmiştir:
1-MK
ve politbüro üyesi.
2-Ekim
Ayaklanmasını yöneten askeri komite üyesi.
3-MK
Örgüt Bürosu başkanı (Politbürodan sonra partinin en önemli
kolektifi).
4-Milliyetler
Sorunu Halk Komiseri.
5-İşçi-Köylü
Denetimi Başkanı.
Lenin'in
önerisiyle MK Genel Sekreterliğine seçilen de Stalin'dir.
Peki
bu görevleri Stalin'e kim veriyordu ve Troçki'ye neden bu görevler
verilmiyordu? Bu görevleri Stalin'e veren MK'dır ve çoğu kez de
Lenin'in önerisi üzerine vermiştir.
MK
ve Lenin'in bu tercihinin, Stalin tercihinin mutlaka bir nedeni
olmalıdır. Bunun bir nedeninin olması gerektiğini Troçki
bilmiyor muydu? Mutlaka biliyordu. Troçki, partili olduğu dönemde
dahi parti içinde bir virüs olduğunu, öyle algılandığını
bilmiyor olamazdı. Bu dönemde neyi doğru yaptı ki, parti ona daha
zor, daha kapsamlı görevler versin?
Troçki
bu koşullarda baş düşmanını yarattı. Lenin'e dokunamazdı, ama
Stalin'e dokunabileceğini sandı.
Stalin'in
karakteristik özellikleri, yetenekleri nedir diye sorsanız, onun
“biyografisi”ni yazanlardan çok farklı cevaplar alırsınız.
Birkaç seçme: “kuş beyinli”, “aptal”, “yeteneksiz”,
“vasat”, “çok zeki”, “kurnaz”, “içten pazarlıklı”,
“hilekar”, “kana susamış”, “gaddar”, “kötü niyetli
salak”, “akıl hastası”, “siyasi iktidar düşkünü”,
“kıskanç”, “çıkarcı”, “kindar”, “zorba”,
“taklitçi”, “sevimli dede”.
Troçki
üzerine şimdiye kadar yayımlanmış makaleleri okumuşsanız bu
tanımlamalarda Troçki'nin payını rahatlıkla görmüşsünüzdür.
Stalin
ne yaparsa yapsın, hep, zorba, çıkarcı amacını gerçekleştirmek
için yapmış oluyor. Doğru yaparsa ikiyüzlülük oluyor; sinsice
hazırlanmış bir tuzak oluyor. Hata yaparsa, zaten vasattır,
canidir oluyor. Troçki'nin yazılarını okumuşsanız bu türden
“değerlendirmeler” gözünüzden kaçmamıştır.
İhtiyatlı
tarzı, başkasını dinleme ve anlama saygısı ve yeteneği bir
taktiktir; üst düzey devlet ve parti görevlilerinin Sovyet
yasallığını çiğnemeleri karşısındaki kararlı tutumu, boyun
eğmezliği, tabii ki, iktidar hırsını gizlemek, rakiplerini
elemek için bir taktiktir. Bu türden “değerlendirmeleri” de
Troçki'nin “Stalin Biyorafisi”nde bulabilirsiniz.
Sağdan
ve “sol”dan Marksizm-Leninizm düşmanları, sosyalizme,
sosyalizmi inşa eden SSCB'ne, Bolşevik Parti'ye saldırmak,
antikomünist propaganda için Stalin ve eserlerini, devrimci
kişiliğini dünya kamuoyu önünde, dünya işçi sınıfı
nezdinde prestijini karalamak için her aracı kullanmışlardır.
Bu konuda özel gayretkeşlik içinde olanlar döneklerdir. Bunların
başında da Troçki gelir. Troçki ve benzerleri kaba yalan
söylemekten de çekinmemişlerdir. Örneğin Lenin ile Stalin
arasındaki ilişkiyi ele alışlarında bunu çok açık bir biçimde
görüyoruz. Bu türden saldırıların başını çeken de
Troçki'den başkası değildir.
Troçki'nin
Lenin ile ilişkisini olduğundan farklı göstermek için neler
uydurduğunu kendi anlatımıyla aktarmıştık. Troçki'nin sorunu
Lenin'den sonra ikinci adam kimdir idi. Bolşeviklerin derdi
sosyalizmi inşa etmek iken Troçki'nin derdi de ikinci adamın kim
olacağıydı. Bu kaygılarından dolayı Troçki, Lenin'in Stalin'i
değil, kendisini yardımcısı olarak gördüğü yalanını ortaya
atmıştır. Yalan diyorum, çünkü bu yönde ortada hiçbir
nesnellik yok. Troçki, kendine göre olması gerekeni, olmuş gibi
göstermiştir. Troçki bu iddiasını neye dayandırıyor diye
kendime sorarken aklıma şu geldi: Lenin'in yazılarında Troçki'nin
adı, Stalin'inkine nazaran oldukça sık geçtiğinden dolayı
Troçki böyle bir umuda kapılmış olabilir diye düşünmeye
başladım. Gerçekten de Lenin'in yazılarında Troçki'nin adı
oldukça sık, Stalin'in adı da oldukça seyrek geçer. Lenin,
Troçki'yi sürekli eleştirmek zorunda kaldığı için onun adını
sıkça ve olumsuz anlamda anmıştır. Ama Stalin için bu
söylenemez; birkaç istisna dışında Lenin, Stalin'in adını
sürekli olumlu anlamda anmıştır.
Troçki,
kendini ikinci adam olarak görüyor, ama Lenin Parti Kongresi için
yazdırdığı mektupta (“Vasiyet”inde) Troçki'nin hiçbir zaman
Bolşevik olmadığından bahsediyor. Lenin'in hiçbir zaman Bolşevik
olmadı dediği birisini, yani Troçki'yi ikinci adam, yardımcısı
olarak görebilmesi ve seçilmesi için kongreye önerebilmesi için
Lenin olmaktan çıkmış olması gerekirdi. Troçki, kendi
uydurmasına inanacak kadar iktidar düşkünüydü. “Hayatım”da
“taklitçiler”in hilelerinden bahseden Troçki, “Lenin-Troçki
ittifakı”ndan bahseden Troçki, Nisan 1922'de Lenin'in neden
Troçki'yi değil de Stalin'i MK Genel Sekreterliğine önerdiğine
değinmez. Gerçekten de Troçkistler Troçki'nin bu uydurmasını
Stalin'e karşı mücadelelerinde hala kullanıyorlar. O zaman safça
soralım: Neden Lenin Troçki'yi değil de Stalin'i önerdi? Bunun
bir nedeni olmalıdır. Bence bunun nedeni Stalin'in başından beri
Lenin ile düşünce ortaklığı ve pratik mücadelesidir. Aynı şey
Troçki için asla söylenemez: Troçki ideolojik olarak Bolşevizm
dışında her düşünceyle bütünleşebilmiştir. Stalin önce
sadece Marksistti; sonra da sadece Marksist-Leninistti. Ama Troçki
merkezciydi, Menşevikti, biraz sosyal devrimciydi, yani sürekli
savrulan birisiydi, ama ne Marksistti ne de Marksist-Leninistti
(Hakkını yemeyelim en sonunda “Bolşevik-Leninist” oldu).
Aradaki fark bu.
Troçki
ve Troçkistlerin “sürekli yalanları”ndan birisi de Stalin'in
Marksizm-Leninizmi çarpıttığıdır. Bütün “derdi” Lenin'in
düşüncelerini sadıkça uygulamak olan Stalin, hangi konuda
Leninizmi çarpıttı diye sorarsanız Troçki size cevap verir: “Tek
ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olacağı teorisi”ni
Stalin uydurmuştur. Lenin böyle bir teoriyi savunmamıştır. Bu
iddia sürekli tekrarlanınca insanın içine kurt düşüyor ve
acaba, doğru olamaz mı türünden sorular aklına geliyor! Bu
durumda olan birisine bu durumda kalmamasına yardımcı olmak için
soruna bir kez daha değinelim ve neden bu teori doğrudur, neden
Stalin tarafından formüle edilmemiştir sorularına cevap vermeye
çalışalım.
Birincisi:
Şayet Stalin bu teoriyi oluşturmuşsa, bu onun Marksizm-Leninizme
büyük bir katkısı olurdu. Çünkü bu teorinin doğruluğu
pratikte kanıtlanmıştır. Troçkistlerin iddia ettikleri gibi
SSCB'nde sosyalizmin yıkılmasının bu teorinin yanlışlığıyla
bir ilgisi yoktur.
İkincisi:
Tek ülkede sosyalizm teorisini
geliştiren Lenin'dir. Lenin, bu teorisini kapitalizmde eşit olmayan
gelişme yasasının kaçınılmaz bir sonucu olarak görür. Diğer
taraftan bu teoriyi geliştiren Stalin olamaz, çünkü bu teori
üzerine tartışmalar daha 1915'te yapılmıştır. Tartışanlardan
birisi Lenin, diğeri de Troçki'dir.
Kapitalizmde
eşitsiz gelişme yasasının kaçınılmaz soncu üzerine Lenin şunu
söyler:
“Sosyalizmin
tek bir ülkede zaferi, bir çırpıda genellikle bütün savaşları
ortadan kaldırmaz. Tersine, bu savaşları öngörür. Kapitalizmin
gelişmesi, farklı ülkelerde hiç de düzenli olmayan bir biçimde
yürümektedir. Meta üretimi koşullarında başka türlü de
olamaz. Bundan da reddedilemez bir biçimde şu çıkıyor ki,
sosyalizm
bütün ülkelerde aynı anda zafere ulaşamaz.
Önce bir ya da birkaç ülkede zafere ulaşacak, ötekiler bir süre
burjuva ya da burjuva-öncesi dönemde kalacaklardır” (34).
Düşünce
ve eylemlerine dokunulunca Stalin, o konuda hemen kötü niyetli bir
“bulucu”, bir “mucit” yapılıyor. Sınıf mücadelesi
sosyalizmde de devam ederden ziyade dönemsel olarak sertleşerek
devam eder anlayışını Stalin geliştirdi deniyor. Peki neden diye
sorarsanız, cevap hazır: 1920'li ve 1930'lu yıllardaki baskı ve
zalimliğine bir neden bulması gerekiyordu. Yani bu durumda Stalin,
sosyalizmin inşa sürecinde sınıf mücadelesi dönem dönem
sertleşir derken “baskı” ve “zorba rejimi”ni böyle haklı
çıkartmış oluyor!
Ama
bu konuda neden Stalin ile uğraşırlar, bunu bir türlü
anlayamadım. Partinin birliği ve bütünlüğü için mücadele
etmek, bunu dönem dönem vurgulamak neden yanlış olsun. Diğer
taraftan partide düşünce ve eylem birliğinin ne denli önemli
olduğunu sürekli açıklayan ve bunun mücadelesini veren Lenin'den
başkası değildir. RSDİP'nin II. Kongresi'nde (1903) devrimci bir
partinin oluşturulması içi Lenin'in Martova'a karşı mücadelesi
bilinmiyor değil (Örneğin 1. madde üzerine, parti üyeliğiyle
ilgili tartışma). Diğer taraftan bu mücadele neden “baskı”
ve “zorbalık” olsun? Sosyalizmde de sertleşen sınıf
mücadelesinin kaçınılmaz olabileceğini ve böyle bir durumla
karşılaşılırsa gereğinin yapılması gerektiğini Stalin
Lenin'den öğrenmiştir; ondan öğrendiğini de uygulamıştır.
Aşağıdaki sözler Stalin'e değil Lenin'e aittir:
“Sınıfların
ortadan kaldırılması, uzun süren, inatçı bir sınıf
mücadelesinin eseridir; bu mücadele, eski sosyalizmin ve eski
sosyal demokrasinin bazı düz kafalarının düşledikleri gibi,
sermayenin iktidarının yıkılmasından, burjuva devletin
paramparça edilmesinden, proletarya diktatörlüğünün
kurulmasından sonra yok olmayacaktır, aksine sadece biçimini
değiştirecektir ve birçok bakımdan daha da acımasız olacaktır”
(35).
Başka
bir yerde de aynı konuda şunları söyler:
“Ekimden
sonraki ilk aylarda çok sayıda safdil insan, proletarya
diktatörlüğünün geçici, tesadüfi bir şey olduğuna inanacak
kadar aptal olmuşlarsa, şimdi, bütün enternasyonal burjuvazinin
şiddetli saldırısı altında sürdürülen mücadelede bir
yasallığın olduğunu Menşevikler ve Sosyal devrimciler bile
kavramak zorunda kaldılar.
Pratikte
sadece iki güç oluştu: Burjuvazinin diktatörlüğü ve
proletaryanın diktatörlüğü. Bunu Marks'ı okurken anlamayan,
hiçbir zaman sosyalist olmamıştır; sadece kendini sosyalist
olarak tanımlamıştır...
Kapitalist
toplumda burjuvazi ile proletarya arasında mücadele gelişti. Bu
mücadele sonuçlanmadığı müddetçe, dikkatimiz bu mücadeleyi
sonlandırmaya yoğunlaşacaktır. Bu mücadele henüz
sonuçlanmadı”(36).
Oportünistler
ve revizyonistler sınıf mücadelesinin kapitalizmde işçi sınıfı
ile burjuvazi arasındaki mücadeleyle sınırlı olduğunu
düşünebilirler. Ama sınıf mücadelesi bunun ötesinde bir
mücadeledir. Tek ülkede sosyalizm inşa edilebilir, ama bütün
dünyada kapitalizm yıkılmadığı müddetçe sınıf mücadelesinin
de dönem dönem sertleşerek, keskinleşerek devam edeceğinin maddi
koşulları var demektir. Bu mücadele kendini nerede gösterir?
Devrim yapan ülkede, devrime önderlik eden komünist partisinde bu
mücadele keskinleşmiş olarak gündeme gelebilir. Komünist
partisinde revizyonizm ve oportünizm burjuva ideolojinin komünist
partisi içinde yansıma biçimidir; ister farkında olsunlar isterse
de olmasınlar revizyonistler ve oportünistler düşünceleriyle
proletaryaya karşı sınıf mücadelesi vermiş olurlar. Bu mücadele
dönem dönem sertleşebilir. SBKP(B)'nin Troçkizme karşı
mücadelesi, dönem dönem sertleşen sınıf mücadelesinden başka
bir şey değildir. Bu mücadele partinin bölünmesine, parti içinde
farklı örgütsel oluşumlara neden olabilir. Bunu deneyen de
Lenin'in “kanka”sı olamayacağını anlayan Troçki'den başkası
değildir.
Tehlikeyi
gören Lenin, X. Parti Kongresi'ne parti içinde her türden
platformların, gruplaşmanın, hizip oluşturmanın yasaklanmasını,
mevcut olanların da dağıtılmasını, buna uymayanların partiden
atılmasını önermiştir. Bu, doğrudan Troçki'ye karşı atılan
bir adımdı.
Bir
sene sonra 1922'de XI. Parti Kongresi'nde Stalin, MK Genel
sekreterliğine seçilir. Acaba neden Troçki seçilmez de Stalin
seçilir? Stalin, “yeteneksiz” olabilir, ama en azından parti
içinde hizip oluşturmamıştır. Partinin bütünlüğü için
mücadele etmiştir. Stalin'i Genel Sekreterliğe öneren Lenin ve
seçenler bu gerçeği görüyorlardı.
Troçki'nin
Stalin'e düşmanlığının, hastalık derecesinde düşmanlığının
belki de en önemli aşamasını Lenin'in kendini ve Stalin'i
değerlendirmesinde ve Stalin'i MK Genel Sekreteri için uygun
bulduğunu açıklamasında aramak gerekir.
Toparlayalım:
Nisan
1922'de XI. Kongre'de Lenin, Stalin'i MK Genel Sekreteri seçilmesi
için önerir ve Stalin MK Genel Sekreteri seçilir.
Bir
sene sonra Nisan 1923'te Stalin'in MK Genel Sekreteri olarak görevine
devam etmesi XII. Kongre tarafından onanır.
Nisan
1924'te, XIII. Kongre'de Stalin yeniden MK Genel Sekreteri olarak
seçilir.
Peki
Lenin'in “vasiyeti” diye tanımlanan -bu yanlış bir
tanımlamadır- Parti Kongresi için dikte ettiği mektupta Stalin ve
Troçki için sadece kişisel özelliklerini içeren değerlendirmenin
etkisi ne oldu? Troçkistlere göre Stalin bu “vasiyet”i sakladı,
sonradan açığa çıkartmak zorunda kaldı. Gerçekten öyle mi
oldu?
Hastalık
derecesinde iktidar düşkünü Troçki, sonradan, “Hayatım”da o
dönemi, “vasiyetname” ile bağlam içindeki gelişmeleri şöyle
anlatır:
“O
zaman kafasında, sonraları “vasiyet” adı altında ün
kazanacak olan o doküman oluştu. O dönemde -ikinci beyin kanaması
öncesindeki son haftalarda- benimle faaliyetimin devamı üzerine
uzun bir sohbet yaptı. Bu konuşmayı, siyasi anlamından dolayı
hemen bir dizi kişiye yineledim (Rakowski, J.N. Smirnow, Sosnowski,
Preobraşenski vd.). Sadece bundan dolayı da bu konuşma hafızama
kazınmış olarak kaldı”(37).
Troçki,
Lenin'i yorumlamaya devam eder:
“Durum
şöyleydi. Kültür İşçileri Birliği Merkez Komitesi, Lenin ve
bana bir heyet göndererek nasıl bir yıl boyunca Ulaştırma
Komiserliğini üzerime almış idiysem, Eğitim Komiserliğini de ek
görev olarak benim almamı istemişlerdi. Lenin, bana ne dersin diye
sordu. Eğitim konusunda da diğer bütün işlerde olduğu gibi,
zorluk devlet mekanizmasından gelecektir diye cevap verdim.”Evet,
bürokrasi canavar gibi. İşe döndüğüm zaman gördüklerimden
ödüm koptu. Savaş Komiserliğinde zaten dünya kadar işiniz var.
Bence öbür komiserliklerin de işini üslenmeniz uygun olmaz”
dedi. Ve planını anlatmaya koyuldu, hararetle, ısrarla, coşkuyla
konuşuyordu. Yönetimi güçlendirmek için elinde fazla bir şey
yoktu. Yerine geçebilecek üç kişi vardı. “Onları
tanıyorsunuz. Kamenev, şüphesiz ki, zeki bir politikacıdır. Ama
nasıl bir yöneticidir? Syurpa hasta. Rikov, belki yönetici
yeteneklerine sahiptir, ama o Yüksek Halk Ekonomisi Konseyine geri
dönmek zorunda. Benim yardımcım olmanız gerekir. Durum, radikal
bir personel gruplaştırmasını gerekli kılmaktadır”.
“Mekanizma”nın, Savaş Komiserliğinde de işimi gittikçe daha
çok zorlaştırdığını bir daha anlattım. Daha önce kullandığım
bir söze atıfta bulunarak “o halde mekanizmayı sarsabilirsiniz”
dedi neşelice. Sadece devletteki bürokratizmi değil, partideki
bürokratizmi de kastettiğimi söyledim. Zorlukların kökü iki
mekanizmanın birleşmesinden ve parti sekreterinin çevresinde
yoğunlaşan nüfuzlu grupların karşılıklı suç ortaklığından
oluşmaktadır dedim. Lenin dikkatle dinliyordu ve konuşmanın resmi
havasını kenara atarak, en önemli ve canını en çok sıkan
konulara geçerek, sesinin söylediklerini karşısındakinin iyice
anlamış olduğuna inandığı zamanlarda aldığı tonla,
düşündüklerimi doğru bulduğunu söylüyordu. Bir an düşündükten
sonra Lenin soruyu açıkça sordu: “Yani siz sadece devlet
bürokratizmine karşı değil, merkez komitesi örgütlenme bürosuna
karşı da mücadele edilmesini öneriyorsunuz, öyle mi?”
Şaşkınlıktan gülmeye başladım. Örgütlenme bürosu
Stalin-mekanizmasının merkezini oluşturuyordu. “Olabilir”
dedi. Soruya açıklık getirilmesinden hoşlanan Lenin “Tamam, ben
de size genel olarak bürokratizme ve özel olarak da örgütlenme
bürosuna karşı bir blok öneriyorum” diye devam etti. “İyi
bir insanla iyi bir blok kurmak oldukça şereflidir” dedim. Belli
bir zaman sonra yeniden buluşma kararı aldık. Lenin, sorunun
örgütlenme yanına kafa yormamı önermişti. Bürokratizme karşı
mücadele etmek için merkez komiteye bağlı bir komisyonun
kurulmasını tasarlıyordu. Her ikimiz de bu komisyona katılmalıydık
görüşündeydi. Bu komisyon, bürokrasinin bel kemiği olarak
Stalin fraksiyonunun kökünü kazımak ve Lenin'den sonra yerine
benim geçmemi sağlayacak koşulları oluşturmak için bir
kaldıraç olacaktı; yani Lenin, Halk Komiserliği Başkanlığı
için beni düşünüyordu.
Bu
bağlamda vasiyetin anlamı tam anlaşılmış olur. Bu belgede
Lenin, toplam olarak altı kişinin adını anar ve her birinin ne
olduğunu her kelimeyi tartarak açıklar. Vasiyetin tartışılmaz
amacı, bana yönetim işlerinde kolaylık sağlamaktı. Lenin bu
amaca elbetteki kişisel sürtüşmelere pek fazla yol açmadan
ulaşmak istemişti. Her şeyden büyük bir dikkatle söz
etmekteydi. Gerçekte ağır olan yargılarına yumuşak bir görünüm
veriyordu. Aynı zamanda ilk sırayı gösterirken de ihtiyatlı
davranmıştır. Sadece Stalin hakkındaki düşüncelerini söylerken
bu tonu bırakmış, vasiyete daha sonra eklediği düpedüz ezici
bir tona geçmiştir”“(38).
Troçki'nin
anlatımına göre bu altı kişi hakkında Lenin'in görüşleri:
“Zinovyev
ve Kamenev'e gelince. Lenin, bunların 1917'de teslim oluşlarının
“tesadüfi” olmadığını diğer şeylerin yanı sıra söyledi.
Başka bir ifadeyle, bu onların kanında vardır. Bu türden
insanların bir devrimi yönetemeyecekleri belli bir şeydir. Ama
kendilerine geçmişlerinden dolayı sitem edilemez. Buharin
Marksist değildir, bir skolastiktir,
ama sempatiktir. Pyatakov, iyi bir yöneticidir, ama politikacı
olarak işe yaramaz. Belki bu ikili, yani Buharin ve Pyatakov
öğrenebilirler. En yetenekli olan, Troçki'dir. Hatası, kendine
fazla güvenmesidir. Stalin kabadır, sadık değildir, parti
mekanizmasının kendine verdiği iktidarı kötüye kullanma eğilimi
vardır. Bölünmeyi engellemek için Stalin görevden alınmalıdır.
Vesayetin anlamı işte budur. Son görüşmemizde bana yaptığı
öneriye ekleme yaptı ve açıklama getirdi”
(39).
Troçki
senaryosunu yazmaya devam ediyor:
“Lenin,
Staln'i ancak Ekim'den sonra yakından tanıdı. Sertliğini ve
dörtte üçü kurnazlık olan pratik zekasını taktir ederdi.
Lenin aynı zamanda, her adımda Stalin'in ne kadar cahil olduğuyla,
siyasi ufkunun ne denli dar olduğuyla ve olağanüstü ahlaki
kabalığıyla ve vicdansızlığıyla karşı karşıya kalmıştı.
Stalin, parti genel sekreterliğine Lenin'in isteğine rağmen
getirilmişti ve Lenin bunu ancak kendisinin partinin başında
bulunduğu sürece razı olabilirdi. Birinci beyin kanamasından
sonra yorgun argın iş başına döndüğü zaman yönetim
sorununu bütün yönleriyle ele aldı. Benimle konuşması bu
nedenleydi. Vasiyetin nedeni de buydu. Vasiyetin son satırları dört
ocakta yazılmıştır. Sonrasında, iki ay geçtikten sonra durum
tamamen aydınlanmıştır. Lenin, Stalin'i sadece genel
sekreterlikten ayırmak için değil, onu parti içinde itibardan
düşürmek için de hazırlanıyordu. Dış ticaret tekeli konusunu,
ulusal sorunu, parti iç yönetimini, işçi ve köylü denetlemesini
ve kontrol komisyonu işini ele alan Lenin, parti XII. Kongresinde
Stalin'in şahsında bürokratizme, kayırmacı ekonomiye, memur
hakimiyetine, keyfiyete ve kabalığa karşı sistemli bir şekilde
ezici vuruşa yönelmiştir”(40).
Troçki
senaryosunda kendini “eşitler arasında birinci” yapıyor:
“Lenin,
parti yönetiminde tasarladığı gruplaşmayı gerçekleştirebilecek
durumda mıydı? O zaman için şüphesiz ki gerçekleştirirdi.
Emsallerine (geçmişte) hiç de az rastlanmamıştı; bunlardan
birisi oldukça yenidir ve çok şey ifade eden bir olay. İyileşmekte
olan Lenin hala köyde yaşarken ben Moskova'da değildim.(Bu arada)
merkez komite kasım 1922'de oy birliğiyle dış ticaret tekeline
giderilmesi imkansız zararlar veren bir karar almıştı. Lenin ve
ben, başlangıçta bir birimizden habersiz telaşlandık; karşılıklı
mektuplar yazarak aramızda anlaştık. Birkaç hafta sonra merkez
komite yine oy birliği ile ilk kararını kaldırdı. 21 Aralıkta
Lenin, muzafferane biçimde bana şunları yazıyordu: “Yoldaş
Troçki, tek kurşun atmadan basit bir manevra ile başarıya
ulaştık. Durmamayı, saldırıya devam etmeyi öneriyorum”.
Merkez komiteye karşı ortak hareketimiz 1923 başında kesinkes
başarılı olurdu. Hatta daha da fazlası elde edilirdi. Eğer XII.
Kongre arifesinde Stalinci bürokratizme karşı “Lenin-Troçki
Bloku” ruhuyla hareket etseydim, mücadeleye Lenin'in doğrudan
katılımı olmaksızın zafer kazanacağımdan hiç şüphe
etmiyorum. Bu zaferin ne kadar sürebileceği ayrı bir sorun. Buna
cevap vermek için ülkede, işçi sınıfında ve bizzat partide bir
dizi nesnel süreçleri dikkate almak gerekir. N. K. Krupskaya 1927
yılında bir defa, Lenin hala yaşıyor olsaydı çoktan bir
Stalin hapishanesinde olurdu demişti. Haklı olduğuna inanıyorum.
Çünkü burada söz konusu olan Stalin'in bizzat kendisi değil,
anlamasalar da onun şahsında dile gelen güçlerdir. 1922/1923
yıllarında ana stratejik noktayı ele geçirmek; bunun için açık
bir saldırıya geçmek yeterdi, ulusal-sosyalist memurların hızla
oluşan hizbine karşı, mekanizmayı gasp edenlere karşı, Ekim
mirasına hırsızlama el atanlara ve Bolşevizmin epigonlarına
karşı. Ama bu yolun üzerinde en büyük engel Lenin'in sağlık
durumuydu. İlk beyin kanamasında olduğu gibi gene ayağa kalkacağı
ve nasıl ki XI. Kongreye katıldıysa XII. Kongreye de öyle
katılacağı umuluyordu. Kendisi de böyle olacağından hareket
ediyordu. Giderek daha az umutsuz da olsa doktorlar da cesaret
veriyorlardı. Mekanizmaya ve bürokrasiye karşı “Lenin-Troçki
Bloku” düşüncesini Lenin ve benden başka bilen yoktu. Siyasi
büronun diğer üyeleri sadece bir şeyler sezinliyorlardı.
Lenin'in ulusal sorun ve vasiyet üzerine mektuplarından kimsenin
haberi yoktu. Uğraşım, Lenin'in partideki ve devletteki yerini
almak için mücadele olarak algılanabilirdi, daha doğrusu öyle
gösterilebilirdi. Bu aklıma geldiği zaman tüylerim ürperiyordu.
Bunun saflarımızda cesaret kırılmasına yol açabileceğini ve
zafere ulaşsam bile çok acı çekilebileceğini düşünüyordum.
Bütün planlarda ve hesaplamalarda belirsizliğin belirleyici bir
unsuru vardı; Lenin'in bizzat kendisi ve sağlık durumu.
Konuşabilecek miydi, düşüncelerini dile getirebilecek miydi?
Bunun için zamanı olacak mıydı? Parti, burada Lenin ve Troçki'nin
devrimin geleceği için mücadele ettiklerini ve Troçki'nin hasta
Lenin'in yerini almak için mücadele etmediğini anlayacak mıydı?
Lenin'in parti içindeki yerinin özelliğinden dolayı kişisel
durumu üzerine belirsizlik, bütün partinin durumu üzerine
belirsizliğe dönüşüyordu. Geçicilik durumu devam ediyordu.
Stalin bu arada tabii ki, genel sekreter olarak bütün bu dönem
için mekanizmanın yönlendiricisi oldu; gecikme epigonların
yararına oluyordu”(41).
Troçki
böyle yazıyor. Yazması gereken zamanda değil, her zaman yaptığı
gibi yıllar sonra, 1929'da yazıyor. Tek tanık yok; sadece kendisi
ve Lenin biliyor. Şimdi bu senaryo ile gerçekleri karşılaştıralım:
Sene
1922, XI. Parti Kongresi: Lenin, söz konusu mektubundan 8 ay
öncesinde Stalin'i MK Genel Sekterei seçilmesi içim öneriyor.
Sene
1923, XII. Kongre. Lenin sağ ve Stalin'in MK Genel Sekreteri olarak
görevine devam etmesi XII. Kongre tarafından onanıyor.
Lenin'in
mektubunda bazı MK üyelerinin kişisel özelliklerini içeren
bölüm, ölümünden sonra MK'ya verilmesini bizzat önerdiği ve
Krupskaya'da onun önerisine göre hareket ettiği için henüz
bilinmiyor.
Sene
1924'te, XIII. Kongre. Mektubun söz konusu kısmı da Kongre
tarafından artık biliniyor. Ama Stalin yeniden MK Genel Sekreteri
olarak seçiliyor.
Stalin,
Lenin'in bazı MK üyelerinin “kişisel karakteri” üzerine
değerlendirmesine kayıtsız kalmıyor ve iki kere görevden
alınmasını öneriyor. MK Plenumu'da Stalin'in görevden alınma
önerisi oybirliği ile reddediliyor.
Yani
Stalin görevde kalsın diyenlerden birisi de Troçki'dir.
Bu
durumu Stalin şöyle anlatır:
“Şimdi
Lenin'in “vasiyeti”ne gelelim. Muhalifler burada, sizin de
duyduğunuz gibi, büyük bir yaygara kopardılar ve Parti Merkez
Komitesinin Lenin'in “vasiyeti“ni “gizlemiş” olduğunu iddia
ettiler. Biliyorsunuz, bu sorunu MK ve MKK Plenumu'nda birkaç kez
tartıştık. Hiç kimsenin bir şey gizlemediği, Lenin'in
“vasiyeti”nin XIII. Parti Kongresini muhatap aldığı, bu
“vasiyet”in kongrede okunduğu ve kongrenin oy
birliği ile başka
nedenlerin yanı sıra, Lenin'in kendisi de bunun yayınlanmasını
istemediği ve yayınlanması talebinde bulunmadığı için, bunun
yayınlanmamasına karar verdiği defalarca tanıtlanmıştır.
Hepimiz gibi muhalefet de bütün bunları pekala biliyor. Yine de
muhalefet, MK'nın “vasiyet”i “gizlediğini” ilan etme
cüretini gösteriyor...
Daha
sonra partiden atılmış eski bir Amerikan komünisti, Eastman diye
biri var. Moskova'da belli bir süre Troçkistlerle düşüp kalkan
ve Lenin'in “vasiyeti” hakkında çeşitli söylentiler ve
iftiralar toplayan bu zat yurt dışına çıktıktan sonra, içinde
partiyi, Merkez Komitesini ve Sovyet rejimini karalamak için elinden
geleni yaptığı ve tüm kurgusu Partimiz Merkez Komitesinin
Lenin'in “vasiyeti”ni güya “gizlediği” üzerine inşa
edilmiş olan, “Lenin'in Ölümünden Sonra” başlıklı bir
kitap yayımladı. Bu Eastman belli bir süre Troçki ile temas
halinde bulunmuş olduğundan, biz Politbüro üyeleri, Troçki'ye
sarılarak ve muhalefete atıfta bulunarak Partimize karşı
“vasiyet” konusunda atılan iftira için Troçki'yi sorumlu
duruma sokan Eastman'dan kendisini ayırması için Troçki'ye
çağrıda bulunduk. Sorun çok açık olduğundan Troçki, kendisini
gerçekten Eastman'dan ayırdı ve basına bu doğrultuda bir
açıklama yaptı...
O
halde Troçki, Zinovyev ve Kamenev şimdi neye dayanarak Partinin ve
Merkez Komitesinin Lenin'in “vasiyeti”ni sakladığına dair
masal okuyorlar? Masal okumaya “izin” var, ama herşeyin bir
sınırı olmalı.
Lenin
yoldaşın bu “vasiyet”te, Kongreye, Stalin'in “kabalığı”nı
göz önünde bulundurarak, Genel Sekreter olarak Stalin'in yerine
başka bir yoldaşı koymayı düşünmesi gerektiğini önerdiği
söyleniyor. Bu tamamen doğrudur. Evet yoldaşlar, ben, Partiyi
kabaca ve haince harap eden ve bölenlere karşı kabayım. Bunu
gizlemedim ve gizlemiyorum. Bölücülere karşı biraz yumuşaklık
gerekli olabilir. Ama ben bunu beceremiyorum. XIII. Parti
Kongresinden sonraki hemen ilk MK Plenum toplantısında MK
Plenumu'na, beni Genel Sekreterlik görevinden almasını rica ettim.
Bizzat Parti Kongresi bu sorunu ele aldı. Her delegasyon bu sorunu
tartıştı, Kamenev ve Zinovyev de dahil tüm delegasyonlar oy
birliği ile Stalin'i görevde kalmakla yükümlendirdiler.
Ne
yapabilirdim? Görevimden kaçmak mı? Bu benim yapıma uymaz. Hiçbir
zaman hiçbir görevden kaçmadım ve bunu yapmaya hakkım yok, çünkü
bu bir firar olur. Daha önce de söylediğim gibi, ben kararlarımda
özgür değilim ve Parti beni bir şey ile yükümlendirdiğinde,
bana boyun eğmek düşer.
Bir
sene sonra yeniden, Plenuma, beni görevimden alması için başvuruda
bulundum, ama yine görevimde kalmakla yükümlendirildim.
Daha
başka ne yapabilirdim?”(42).
Şimdi
bir de Lenin'in XI. Parti Kongresi'nde Stalin'i değerlendirmesine
bakalım: Bu konuda şunları söyler:
“Bir
ulusun herhangi bir temsilcisinin gidebileceği ve kalbini
açabileceği bir insana ihtiyacımız var. Böyle bir insan nerede
bulunabilir? İnanıyorum ki, Preobraşenski de yoldaş Stalin'den
başka bir aday tanımlayamaz...Mükemmel bir şey. Kontrolü doğru
yönetmek için başta otoriteye sahip birisinin durması gerekir,
aksi taktirde basit entrikalar içinde çakılıp kalırız ve
batarız”(43).
Herhalde
yeterlidir!
Kaynaklar:
1)
L. Trotzki; “Das Übergangsprogramm”, s. 4, Türkçesi; s.
17.
2)
K. Marks; Fransa'da Sınıf Savaşı, Türkçe; s. 63.
3)
K. Marks; Engels'e mektup (1857), METE; C. 29, s. 229.
4)
Engels'in Bernstein'a mektubu (1884), METE; C. 36, s.151/152.
5)
Stalin; C. 13, s. 321-322.
6)
“Prozessbericht
über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums
verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der
UdSSR vom 23.-30. januar 1937”
- “Moskova Yargılamaları”,
1937-
www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.
7)
L.
Trotsky; “The Soviet Economy in Danger”, “The Second Five-Year
Plan” ve “The Year of Capital Reconstruction” alt başlıkları
altında, marxists.org/archive/trotsky/1932/10/sovecon.htm.
8)
“Prozessbericht
über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums
verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der
UdSSR vom 23. januar 1937”,
www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.
9)
“Prozessbericht über die Strafsache des sowjetfeindlichen
trotzkistischen Zentrums verhandelt vor dem Militärkollegium des
Obersten Gerichtshofes der UdSSR vom 23.-30. januar 1937”,
www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.
10)
L.
Trotzki; “Probleme der Entwicklung der UdSSR", “Programm und
Platform der Linken Opposition im Kampf gegen Stalinfraktion”
içinde, s. 219. Intarlit, Dortmund, 1977.
11)
L. Troçki; “Bolşevizm mi, Stalinizm mi?”, s. 10, 13 ve 15,
İnternet.
12)
Geschichte der KPdSU(B), Kurzer Lehrgang, s. 323 – SBKP(B)- Tarihi.
13)
Trotzki, neue Ausgabe 1988, C. 1, s. 804.
14)
S. Savran; “Kuruluşunun 65. yıl dönümünde IV. Enternasyonal:
Dünden yarına”,
İşçi Mücadelesi, 2003.
15)
L.
Trotzki; “Die 4. Internationale und die UdSSR”.
16)
L.
Trotzki; “Arbeiterstaat, Thermidor und Bonapartismus”,
“Das Hineinwachsen des bürokratischen Zentrismus in den
Bonapartismus
ve Schlussfolgerungen”
bölümlerinden,
marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1935/02/arbstaat.htm.
17)
L. Trotzki; “Verratene Revolution”, “V. Sowjetthermidor”
bölümünden, Türkçesi, s. 128/129,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap05.htm.
18)
Lenin; C. 20, s. 334, “Birlik Yaygarasıyla Örtbas Edilen
Birliğin Zedelenmesi Üzerine”.
19)
“Prozessbericht
über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums
verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der
UdSSR vom 23. januar 1937”,
www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.
20)
“Prozessbericht
über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums
verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der
UdSSR vom 24. januar 1937”,
www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.
21)
“Prozessbericht
über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums
verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der
UdSSR vom 28. januar 1937”,
www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.
22)
L.
Trotzki; “İhanete Uğrayan Devrim”,
Bölüm VIII, “Dış Politika ve Ordu”,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap08b.htm#s5.
23)
L. Trotzki; “Die IV. Internationale und die UdSSR".
24)
L. Trotzki; “Die IV. Internationale und die UdSSR".
25)
L. Trotzki; “Die IV. Internationale und die UdSSR”.
26)
Trotzki; “Der
Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale,
(Das Übergangsprogramm)”,
s. 24, Türkçesi; s. 41/42.
27)
Trotzki; “Der
Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale,
(Das Übergangsprogramm)”,
s. 24, Türkçesi; s. 41.
28)
Stalin;
C. 10, s. 297.
29)
L.
Trotzki; “Verratene Revolution”,
Bölüm XI “Wohin treibt die UdSSR?”,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap11.htm#s2.
Türkçesi; s. 387.
30)
Stalin; C.14, s. 138, 140.
31)
Bkz.: L. Trotzki; “Arbeiterstaat, Thermidor und Bonapartismus”,
“Schlußfolgerungen”
bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1935/02/arbstaat.htm#k01.
32)
Söz konusu mektuplar için bkz.:
1)http://ciml.250x.com/archive/cpsu/german/kirow_zk_kpdsu_b_brief_1935.html
33)
Bkz.: Michael Sayers und Albert E. Kahn; Die große Verschwörung,
Drittes Buch - Die fünfte Kolonne in Rußland, XX. DAS ENDE.
34)
Lenin: C. 23, s. 74, “Proleter Devrimin askeri Programı”.
35)
Lenin: C. 29, s. 378, “Gruss an die ungarische Arbeiter”.
36)
Lenin; C. 29, s. 188, “VIII. Parteitag de KPR (B)”.
37)
Leo
Trotzki; “Mein Leben”, “Lenins Krankheit” bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm.
Türkçesi,
s. 504.
38)
Leo Trotzki; “Mein Leben”, “Lenins Krankheit” bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm.
Türkçesi,
s. 504-506.
39)
Leo Trotzki; “Mein Leben”, “Lenins Krankheit” bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm.
Türkçesi,
s. 506.
40)
Leo Trotzki; “Mein Leben”, “Lenins Krankheit” bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm.
Türkçesi,
s. 506, 507.
41)
Leo Trotzki; “Mein Leben”, “Lenins Krankheit” bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39.
Türkçesi,
s. 507, 508.
42)
Stalin; C. 10, s. 151-153, “Önceki ve Şimdiki Troçkist
Muhalefet”, 1927. Türkçesi; s. 148-150.
43)
Lenin; C. 33, s. 301, XI. Kongre, kapanış konuşması.