BİR
AYRIK OTU HİKAYESİ! (II)*
Dünya
Ekonomisinde Çevrim (Konjonktür) Seyri
IV-KRİZ
ÇEVRİMİ-SERMAYE HAREKETİ (KONJONKTÜR HAREKETİ) VE
İNİŞLİ-ÇIKIŞLI DURGUNLUK AŞAMASI
FED'n
faiz artırımı açıklamasından dolayı bir ekleme:
ABD
Merkez Bankası (FED) 16 Aralıkta faiz oranını artırdı. 7
yıldan bu yana neredeyse sıfır faizden 25 baz puan artırarak
yüzde 0.50’ye çekti. Faiz artırmanın temel nedeni olarak da
“ekonomide önemli iyileşmeler” gösterildi; iş pazarında
gözle görülür istikrarlaşma, ücretlerde artış, yurt
dışından kaynaklı risklerde gerileme tespitleri yapıldı. FED
Başkanı faiz artırımı açıklamasında bu türden tespitleri
neye dayandırdığını anlamak oldukça imkansız. Başkan Janet
Yellen “Alice Harikalar Diyarında” gezinti yapıyor.
Her
iki yazıda da [BİR AYRIK OTU HİKAYESİ! (I)*-Dünya
Ekonomisinde Çevrim (Konjonktür) Seyri] göstermeye çalıştığımız
gibi dünya ekonomisi; önemli tekil ülke ekonomileri;
gruplaştırılmış ülkele ekonomileri hiç de faiz artırımını
gerekli kılacak bir istikrar veya iyileşme içinde değil.
Amerikan ekonomisinin, diğer emperyalist ülke ekonomilerinden
biraz daha iyi durumda olması; ekonomik kriz içinde olmaması
Engels'in deyimiyle gelişmesi “tırısa kalkmış” bir
ekonomi olduğu anlamına gelmez. Dünya ekonomisindeki farklı
gelişme eğilimleri giderek ortaklaşan ve dünya ekonomisinin bu
süreçte karakterin belirleyen bir inişli-çıkışlı
durgunluğa doğru gelişiyor olduğunu FED Başkanının gözünden
kaçmış olduğu söylenemez.
Hal
böyle olmasına rağmen bu faiz artırımı da nereden çıktı?
Faiz artırımıyla FED ekonomi frenine basıyor; doların dünya
çapında önemi göz önünde tutulursa dünya ekonomisindeki
gelişmeyi frenliyor; şimdiye kadar neredeyse bedava olan kredi
teminini pahalılaştırıyor. Açık ki, burada dünya
gerçekliğiyle ilgisi olmayan iki neden söz konusu: Birincisi,
ucuz dolardan kaynaklanan küresel çapta kredi patlamasını
sınırlandırmak. İkincisi de toplumsal ve ekonomik yaşamda
neoliberal uygulamaların şaşkına çevirdiği, çıkış yolu
göremeyen insanların kendilerini bir parça da güvende
hissetmelerini sağlamak, onları 2008 krizi artık sonlanmıştır
düşüncesine getirmek. Bu bir algı operasyonudur ve dünya
çapında burjuva medya bu algının oluşumunda üstüne düşen
görevi yerine getirmiştir.
Şu
veya bu nedenden dolayı burjuvazi, kapitalist sistemim
savunucuları düpedüz yalan söylerler. Buna alışığız. Ama
FED Başkanının böyle açıktan küstahça yalanla gerçekleri
saptırmaya çalışması, bir şeyleri saklama çabasının bir
yansıması olarak görülmelidir. Hiçbir şeyin yolunda
gitmediğini Janet Yellen de biliyor; ekonominin gelişmesinde
“tırısa kalkma” yok, ücretlerde artış yok, iş
piyasasında bir iyileşme yok, hammadde fiyatları düşmekte.
Petrol fiyatları dramatik olarak düşmekte. Bunların hepsi,
üretmek için talebin olmadığını ifade eden göstergelerdir.
FED'in
faiz artırımı dünya piyasalarında, borsalarda, merkez
bankalarında olumsuz bir gelişme olarak algılanması ve ona
göre tepki verilmesi gerekirdi. Ama tam tersi oldu; örneğin
hisse senedi piyasaları olumsuz tepki vermediler; tam tersi yönde
hareket ettiler. Türkiye gibi ülkelerden dolar küme küme
kaçacak, dolar daha da kıymetlenecek dendi, hiç de öyle
olmadı; örneğin dolar, TL karşısında değer kaybetti.
2008
dünya krizinin ilk döneminde „batmaması gerekecek derecede
büyük“ mali kurumların batmaması için trilyonlarla ifade
edilen dolar kullanıldı. Merkez bankaları, özellikle FED
ekonomiyi canlandırmak için bolca dolar bası ve adeta dağıttı.
Bu yazıda göstermeye çalıştığımız sonuçlar ortada. Dünya
ekonomisinde bir canlanma olmadı; en fazlasıyla bir
inişli-çıkışlı durgunluk sürecine girildi. Buna karşın bu
paralar, „batmaması gerekecek derecede büyük“ ve bundan
dolayı da batmalarına izin verilmeyen mali kurumların
(bankaların, başkaca mali yatırımcı kurumların) elinde
toplandı. Bunlar da bu paraları, getirisi nispeten az olduğu
için üretime değil, spekülatif faaliyetlere yatırdılar. Bu
arada „batmaması gerekecek derecede büyük“ mali kurumlar,
ne yaparlarsa yapsınlar batırılmayacaklarının bilincine
vardıkları için daha da dizginsiz spekülasyona giriştiler.
Devletlerin,
işletmelerin, hanelerin dünya çapında almış oldukları kredi
miktarı 200 trilyon dolar üzerinde. Faizlerin ödenmesi
gerekiyor; faizlerin ödenmesi için de ekonominin sürekli
büyümesi gerekir. Ama ekonomi büyümüyor. Ekonominin
büyümemesi, durgunluk ve yeniden kriz borç miktarını
artırıyor.
Bütün
bunlar kapitalist sistemin bugün yaşamakta olduğu içinden
çıkılamaz durumudur.
|
1-
Dünya ekonomisinin seyriyle ilgili senaryolar ve gerçeklik olan
eğilim
Daha
önceki dünya ekonomisinin seyrini ele alan birkaç makalede
muhtemel gelişmeleri göstermeye çalışmıştık; söz konusu olan
birkaç senaryoydu ve dünya ekonomisi nasıl bir süreçten geçerek
krizden çıkacağı üzerine görüş beyanıydı. Hatırlatacak
olursak:
16.01.2010
tarihli “Kriz Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları
(2)” makalesinde üçü durgunluk olmak üzere toplam altı
olasılıktan bahsetmiştik. Söylenenler kısaca şunlardı:
[“Sanayi üretiminin V biçiminde gelişme seyri (olasılık I):
Böyle
bir gelişmeyi; üretimin dibe vurmasından sonra -kısa zamanda- dik
bir yükselişe geçmesini öncelikle dünya mali piyasası (mali
sektör) kapitalistleri; mali kurumlar, spekülatörler vb.
ummaktalar. Böyle bir gelişme, onların en kısa zamanda kumara
kaldıkları yerden devam etmelerini mümkün kılacaktır. Ama
nesnel durum; sanayi üretiminin seyri, mali piyasalardaki
karamsarlık böyle bir gelişmenin olmayacağını; V biçiminde bir
üretim artışının ve dolayısıyla kısa zamanda krizden çıkışın
olanaksız olduğunu göstermektedir.
Sanayi
üretiminin W biçiminde gelişme seyri (olasılık II):
Genel
olarak sanayi kapitalistleri üretimin W biçiminde bir seyir
izleyerek artacağı-yükselişe geçeceği ve krizden çıkılacağı
beklentisi içindeler. Böyle bir gelişme mümkündür. Bu durumda
Mart 2009 dünya sanayi üretiminin bu kriz sürecinde ilk dibe vuruş
dönemi olur. Marttan sonra artan üretim mutlak büyüme sınırına
varmadan yeniden düşer; Mart ayındaki seviyesinin gerisine de
düşebilir ve sonra üretim yükselişe geçer ve krizden çıkılır.
Dünya sanayi üretiminin mevcut seyri böyle bir olasılığın
gerçeklik olmasına uygundur.
Sanayi
üretiminin durgunluk içinde gelişme seyri (olasılık
III)-Durgunluk (I):
Üretimde
durgunluğun üç biçimi var. Burada I. durgunluk olarak
tanımladığımız durgunluğu L durgunluğu olarak da
tanımlayabiliriz. Japon ekonomisinin genellikle 1990-1994 dünya
krizinden bu yana gösterdiği gelişme tam da bu durgunluğu ifade
eder. Dolayısıyla ekonominin L biçimindeki seyrinin ne anlama
geldiğini anlatmak için, Japon ekonomisinin 1990-1994 dünya
krizinden bu yana gelişmesini anlatmak yeterlidir...
OECD-toplamı bazında dünya sanayi üretimi Şubat 2008'deki en yüksek seviyesinden (2005=100 bazında yüzde 8,9 oranında mutlak büyüme) Mart 2009'da yüzde 10,2 oranında mutlak gerileyerek dibe vuruyor. Şimdi üretimin bu seviyesinden yavaş yavaş; inişli-çıkışlı bir gelişmeyle; mutlak küçülerek ve mutlak büyüyerek yıllarca süren bir süreçten sonra çıkacağı bir ihtimal olarak kabul edilmektedir. Bu durumda “Japon hastalığı”, dünya sanayi üretimi hastalığına dönüşmüş olacaktır. Böyle bir gelişme de gerçekleşebilir bir olasılıktır.
Sanayi üretiminin mutlak küçülme eğilimli durgunluk içinde gelişme seyri (olasılık IV)-Durgunluk (II):
Dünya
ekonomisinin böyle bir durgunluk sürecinden geçmesi de olasıdır.
Böyle bir gelişme 1929-32 krizi ve sonrasında yaşanmıştır.
1925/29=100 bazında kapitalist dünya üretimi ancak 1936 yılında
mutlak büyümeye geçebilmişti; yani krizden 3-4 yıl sonrasında
da belli bir durgunluk aşaması yaşanmıştı. 1929'dan 1936'ya
üretim aşama aşama gerilemiş ve sonra da artmaya başlamıştı.
Bu kriz sürecinde üretim ancak 3 sene sonra dibe vurmuş ve sonra
yükselişe geçmiştir.
Sanayi
üretiminin inişli-çıkışlı durgunluk içinde gelişme seyri
(olasılık V)-Durgunluk (III):
...Burada
söz konusu olan, konjonktür çevriminde
(kriz-durgunluk-canlanma-yükseliş) yükseliş aşamasının
çevrimin bir aşaması olmaktan çıkması ve yerini inişli-çıkışlı
durgunluğun almasıyla konjonktür çevriminin üç aşamalı
olmasıdır. Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana
emperyalist ülkelerde konjonktür çevrimindeki bu değişim
görülmektedir. Şu veya bu ülkede, örneğin bazen Japonya'da,
Almanya'da veya ABD'de üretimin yüksek artışı bu değişim
gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Dünya
ekonomisinin mevcut durumu; özellikleri, şu veya bu faktörün
karakteri üretimde bu türden bir seyir izleneceğini; dünya
üretiminin muhtemelen 20011 yılından sonra konjonktür çevriminin
inişli-çıkışlı durgunluk aşamasına varacağını
göstermektedir. Yani veriler, dünya ekonomisinin bu türden bir
durgunluğa girme olasılığının çok yüksek olduğunu
göstermektedir.
Konjonktür,
dünya ekonomisi nasıl gelişecek; mevcut durum hangi olasılıkların
gerçeklik olmasına maddi zemin oluşturacak? Bu ve benzeri sorular,
geniş bir yelpazede yer alan uzmanlar, iktisat kurumları vb.
tarafından taraşılmaktadır. Birçok olasılık sıralanmaktadır.
Ekonomi dergisi “Capital”de (Almanya) dört senaryodan
bahsedilmektedir (www. capital.de, 27.12.2009). Tabii bu senaryoların
gerçekleşmesine maddi zemin oluşturabilecek gelişmelerin yanı
sıra gerçekleşme olasılığını azaltan olgular da var.
Birinci
senaryoya göre ekonomi hızla toparlanıyor ve yükselişe geçiyor
ve buna paralel olarak da enflasyon artıyor; kredi muslukları
açılıyor, yatırımlar yapılıyor, tüketim harcamaları artıyor,
ama aynı zaman tüketici fiyatları da yükseliyor. Tekelci
sermayenin sözcüsü bu dergiye göre böyle bir senaryonun
gerçekleşme olasılığı yüzde 50.
Böyle
bir gelişmenin olabilmesi için ön koşul olarak, bankaların
bilançolarında temizliği tam yapmış olmaları gerekiyor.
Amerikan
ekonomisinin 2009'un 3. çeyreğinde yüzde 3,5 oranında, Çin
ekonomisinin yüzde 8,9 oranında büyümesi, bankaların yeniden kar
yapmaya başlamaları, işletmelerin zorlukla karşılaşmadan borç
para (kredi) bulabilmeleri böyle bir olasılığın gerçekleşmesi
için maddi faktörler olarak görülüyor.
Yukarıda
grafiklerle gösterdiğimiz I. ve II. olasılıklar (V ve W biçiminde
büyüme) şu veya bu biçimde bu senaryoya tekabül etmektedir.
İkinci
senaryonun adı “durgunluk” veya “Japon ilişkileri”dir.
Banka bilançolarında kara delikler var. Tüketiciler tüketmemek;
satın almamak için adeta ortak karar almışlar. Söz konusu
dergiye göre böyle bir senaryonun gerçekleşme olasılığı yüzde
15.
Bu
“banka krizinden sonraki uzun dönem dermansızlığının
nedenleri her şeyden önce iş piyasasındadır” tespitini yapıyor
söz konusu dergi; kriz uzun sürüyor, krizden sonra birçok işçi
yeniden iş bulamıyor. Böylece iktisadi büyüme düşüyor. Diğer
taraftan iş yerini kaybetme korkusu harcamaları (tüketimi)
frenleyici bir rol oynuyor. Böyle bir süreç şu veya bu ölçüde
deflasyona da zemin hazırlıyor; fiyatlar düşüyor, tüketiciler
gereksinimlerini temin etmeyi erteliyorlar.
Diğer
bir neden de krizin geriye bıraktığı yüksek borçlar. Bu
borçları ödemek yılları alıyor, kredi muslukları açılmıyor
ve devlet ekonomiyi sürekli, konjonktür paketleriyle desteklemek
zorunda kalıyor.
Japon
ekonomisi böyle bir senaryo için örnek olarak gösteriliyor
(Yukarıda bahsettiğimiz III. olasılık -L biçiminde gelişme).
1980'li yılların sonunda spekülasyon balonunun patlamasından
sonra Japonya, ağır bir banka kriziyle; hisse senedi ve gayrimenkul
fiyatlarının çökmesinden sonra bankalar ve başkaca mali kurumlar
yığılmış batık kredilerle karşı karşıya kaldılar.
Bilançoları temizlemek on seneden fazla bir zaman aldı ve Japon
ekonomisi bu sorunla boğuşmaya hala deva etmektedir. Japonya bu
süreçte olağanüstü borçlanmıştır; Borç miktarı 2008'de
yurt içi brüt üretimin yüzde 172,1'ine ve 2009'da da yüzde
185,3'üne tekabül etmektedir.
Üçüncü
senaryo derinleşen kriz; “krizden sonra kriz”. Önce ekonomide
dibin görüldüğü sanılıyor; üretimde yeniden bir kıpırdanma,
hatta yükseliş başlıyor ve belli bir noktadan sonra yeniden
küçülüyor ve ilk küçülme noktasından da geriye düşüyor.
Yukarıda bahsettiğimiz IV. olasılık böyle bir gelişmeye tekabül
ediyor. 1929-32 krizinde bu türden kriz gelişmesi yaşanmıştır.
Söz konusu dergiye göre böyle bir senaryonun gerçekleşme
olasılığı yüzde 30.
Dördüncü senaryon hiper enflasyon (yüksek enflasyon). Bütçe açıkları daha da artar, para bolluğundan geçilmez olur. Söz konusu dergiye göre böyle bir senaryonun gerçeklik olma olasılığı ancak yüzde 5.
Bir
ihtimale göre ekonomi beklenenden daha hızlı büyür. Bu süreçte
açılmış kredi musluklarını kapatmak; piyasadaki parayı yeniden
toplamak ekonominin büyüme süresinden zamansal olarak daha yavaş
gerçekleşirse, piyasalardaki dolaşan para yükselen enflasyona
neden olabilir; sendikalar yüksek ücret talep ederler, tekeller
fiyatları yükseltirler, hammadde fiyatları artar,
yatırımcılar/spekülatörler maddi değerler alanına kayarlar;
böylece enflasyon kendi kendini ateşler (Capital).
Başka
bir ihtimal de ekonomi dibi gördü, krizden çıkıyoruz diye
iyimserlik havasının yayıldığı dönemde ekonominin ilkinden
daha da geriye düşmesi; daha derin bir dibe yuvarlanmasıdır. Yani
1929-32 krizinde yaşanan durum. Böyle bir ihtimal düzene, alınan
kararlara güveni sarsar. Devlet kötüye gidişi durdurmak için
kapsamlı teşvik paketleri hazırlar; ekonomiye devasa miktarlarda
para pompalar; devlet iflasları, paradan kaçış (değerli
madenlere -örneğin altın- yöneliş), kağıt para krizi gündeme
gelir.
Amerikan
hükümetinin sadece 2009 yılında piyasaya 2,5 trilyon dolar
sürdüğü göz önünde tutulursa böyle bir gelişmenin maddi
koşulları hiç yok denemez”]
Tek
tek ülke ekonomileri analiz edildiğinde yukarıda belirtilen
olasılıkları bir biçimiyle görebiliriz. Ama bu sadece o ülke
ekonomileri için geçerli olur, genelleştirilemez. Örneğin L
biçiminde bir gelişme Avro Bölgesi genelinde geçerli olabileceği
gibi V biçiminde bir gelişme Türkiye ekonomisinde geçerlidir.
Veya yukarıdaki ülkeler ve ülke gruplarıyla ilgili grafiklere
bakarak söz konusu bu olasılıklardan hangisinin hangi ülkeler
veya ülke grupları için geçerli olabileceğini görebilirsiniz.
Her halükarda bu biçimler tekil olup dünya ekonomisinin genel
seyrini karakterize etmemektedir.
24.06.2009
tarihli “Gerçekler ve Kurgu Dünyası” makalesinden:
[“Kapitalist
ekonomi, nispeten uzun süren bir durgunluk döneminden geçerek
krizden çıkma eğilimine girmiştir; çok sayıda faktör bu
gelişmeye işaret etmektedir. Tabii bu eğilimi altüst edebilecek,
başka yöne çevirebilecek gelişmeler de olabilir. Örneğin önde
gelen emperyalist ülkelerin ekonomisini doğrudan ve güçlü olarak
etikleyen bir savaş, bu ülkelerde ve genel olarak bütün dünyada
askeri-sanayi kompleksini güçlendirecektir; bolca savaş ve onunla
bağlam içinde olan sektörlerde yatırımları canlandıracak, bu
da kaçınılmaz olarak ekonomide yapay ama etkili bir canlanmaya
neden olacaktır. Böyle bir durumda kapitalist dünya ekonomisi
mevcut krizinden hızla çıkmanın ötesinde belli bir dönem de,
savaşın beraberinde getireceği yıkımdan kaynaklanan talebi
karşılamak için bolca üretim yapacaktır. Tam tersi bir durum,
dünya politikasını ve ekonomisini etkileyecek kapasitede olan şu
veya bu ülkede devrimin veya bölgesel devrimlerin gerçekleşmesidir.
Bu durumda kapitalist ekonomi açısından ölüm çanları çalmaya
başlamış demektir. Kapitalizme/emperyalizme özgü toplumsal ve
ekonomik çelişkilerin mevcut gelişmişlik durumu bu her iki
ihtimalin yakın dönemin bir sorunu olmadığını göstermektedir.
Tabii farklı gelişmelerin de olabileceğini; olabileceği ne demek,
olduğunu savunan çevreler de var. Bu çevrelerin bir kısmının
dünyanın geleceği hakkındaki söylemlerine, en azından bir
kısım söylemlere bakacak olursak, mücadele etmenin bir anlamının
kalmadığı sonucuna varırız. Onlar, kapitalizmi mücadelesiz
çökertme yeteneğinde olanlardır. Özellikle krizin şiddetli ve
durgunluğun olduğu dönemlerde genellikle “sol” radikal
çevreler, kapitalizmin sonundan, can çekişen kapitalizmden
bahsederler, şimdi kapitalizmin sonundan çokça bahsedilmesi gibi.
Ama
öznenin hesaba katılmadığı, onun eylemi dışında kapitalizmin
her kriz döneminde, kriz sürecinde açığa çıkan çelişkilerini
çözdüğü için ayakta kalmasına şaşıp kalırlar ve
kapitalizmi kendiliğinden çökertme teorilerini bir dahaki krize
kadar rafa kaldırırlar.
Siyasal
sonuçları dikkate alınmadan salt ekonomi bazında sayısız
senaryolar üretilmektedir. Birkaç örnek: Bir senaryo, 1929-1932
krizinin tekrarlanacağı üzerine kurulmuş. Başka bir senaryo,
Japonya'nın 1990'dan buyana yaşadığı ekonomik koşullar
yaşanacaktır anlayışı üzerine kurulmuş. Başka bir senaryoya
göre enflasyon artacak. Bir başka senaryo da hiper enflasyon ve
para kıyımı üzerine kurulmuş. Bu senaryoların hepsinde mutlaka
bir parça gerçeklik vardır, ama her bir senaryo, senaryo olarak mı
gerçekleşir, yoksa senaryoların karışımından oluşan başka
bir gelişme mi söz konusu olur, bunu şimdiden tespit etmek için
kahin olmak gerekir. Tabii her şeyi daha baştan hep doğru
bilenlerin olduğu dünyada yaşadığımıza göre, iradi
tespitlerle dünyanın geleceğine yön verenler çıkarsa hiç
şaşmam. Bu senaryolar gerçekçi değil, ama kendimi bir senaryoya
göre hazırlamak istiyorum diyorsanız, geriye iki alternatif
kalıyor: Birinci alternatif, Nostradamus'a baş vurmaktır. 1503'de
doğmuş olan bu Fransız kıyamet günü ustasının; bu “kutsal”
kahinin birkaç asırlık dağarcığında bugünlere ışık tutacak
bir şeyler olabilir. Kim bilir!
İkinci
alternatif de kıyamet günü tellallarına sormaktır!
...
Bu
kriz hangi yönde gelişebilir? İnsanlık ne türden gelişmelerle
karşı karşıyadır? Bir de buna bakalım. Esas itibariyle dört
gelişme söz konusu olabilir.
Birinci
gelişme:
Yaşanan
krizden nispeten hızlı bir çıkış olabilir ve kriz daha bu sene
içinde sonlanabilir. Bu durumda burjuvazi krizden pek fazla bir
sonuç çıkartma gereği görmez ve “korktuğumuza değmedi” der
ve birtakım kaçınılmaz düzenlemelerle kaldığı yerden devam
eder.
Ama
böyle bir gelişmenin gerçekleşmesi pek mümkün gözükmüyor;
bu, imkansızın gerçekleşmesi anlamına gelir; krizin mevcut
etkisi ve kapsamı böyle bir olanağı dışlıyor.
İkinci
gelişme:
Yaşanan
kriz, kapitalist sistemin temellerini sarsar. Uluslararası iktisadi
ilişkilerde anarşi hakim olur. Derinleşen ve kapsamlaşan kriz
dünya çapında görülmemiş bir işsizliğe neden olur. Dünya
çapında yoksuluk dayanılamaz boyutlara varır. Emperyalist ülkeler
de dahil dünyanın birçok ülkesinde siyasi krizler patlak verir;
hükümet üstüne hükmet değiştirme süreci başlar. “Güçlü
el”, “tek el” sesleri yükselmeye başlar; otoriter rejimlerin
yolu açılır. Her bir ülke kapıları kapatır; korumacılık akıl
almaz boyutlara varır. Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması
çöker. AB dağılır veya dağılma sürecine girer. Korumacılığı
esas alan ve savaş hazırlığı içinde olan ülkeler, birçok
uluslararası siyasi, ekonomik ve askeri anlaşmayı tanımadığını
ilan eder.
Sosyal
devlet olgusu tamamen rafa kaldırılır. Burjuva demokrasisinin
yerini açıktan gerici, faşist veya faşizan rejimler almaya
başlar.
Bazı
ülkelerde kendiliğindenci ayaklanmalar gündeme gelir, örneğin
2000'li yılların başında Arjantin'de olduğu gibi.
Kapitalizm
çökmez, ama geçerli olan mali sistem,; ulusal ve uluslararası
düzenlemeleri çöker.
Dünyanın
böyle bir gelişme ile karşı karşıya kalma ihtimali de oldukça
zayıftır. Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerin krizde
olmamaları, dünya ekonomisinde böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi
önünde engeldir; bu ülkelerde üretim dünya kapitalist sistemine
nefes aldırır. Bunun ötesinde uzun da olsa belli bir zaman sonra
emperyalist ülkelerde sanayiye yatırımlar yeniden başlar.
Bu,
gerçekleşme şansı oldukça düşük bir ihtimaldir.
Üçüncü
gelişme:
İşçi
sınıfı ve müttefikleri kriz ortamının sunduğu olanakları da
değerlendirerek iktidarı ele geçirme mücadelesine girişirler;
daha doğrusu sınıf mücadelesini, iktidara gelerek yeni bir
aşamaya taşırlar; dünyanın şu veya bu ülkesi, şu veya bu
bölgesi emperyalizmden, kapitalizmden arındırılmış olur. Bu
ihtimalin gerçekleşebilmesi için bu mücadeleyi sürdürecek
derecede güçlü komünist partilerin olması gerekir. Böyle bir
durum dünya çapında söz konusu olmadığına göre bu ihtimalin
gerçekleşmesini de beklenmemelidir.
Dördüncü
gelişme:
Ekonomik
kriz derinleşerek devam eder, ama ikinci ihtimalde anlatılanlara
yol açmaz ve durgunluk aşamasına girer; Stalin'in 1929 krizinden
sonrası için tespit ettiği “özel tipten bir durgunluk” söz
konusu olabilir.
Mevcut
temel eğilimler bunu gösteriyor”]
Uluslararası
alanda sağdan ve soldan birtakım çevrelerin, bir kısım
emperyalist burjuva ideologların, ekonomi uzmanlarının uzun
sürecek bir krizden, belli bir dönem ekonomide büyüme oranlarının
düşük olacağından bahsetmeleri ve 1930’lu yılları örnek
göstermeleri pek ilginç değil. Yeni bir olgudan bahsetmiyorlar.
Komünist önderler, dünya kapitalizmini, ekonomik krizi analiz
etmişler ve bugün çokça sözü edilen “durgunluk” olgusu
üzerinde durmuşlardır. Nispeten uzun süren durgunluk, “özel
tipten durgunluk” önce Engels ve sonra da Stalin tarafından
analiz edilmiştir.
15.08.2010
tarihli “Kriz Karşılaştırması - Dünya Ekonomisi Üzerine
Notlar” makalesinde de soruna ilişkin olarak şu tespit
yapılıyordu:
[“III-Kriz
Çevriminin Gelişme Aşaması ve “Özel Tipte Durgunluk”
İhtimali
...
Yaşanmakta
olan krizin dibe vurma sürecinde kriz dibe vurduktan sonra nasıl
bir seyir izler, krizden çıkış nasıl olur üzerine birçok
ihtimal söz konusuydu... Şimdi krizin dibe vurmasından sonra 13 ay
geçti. Geçen bu zaman zarfında sanayi üretiminin seyri bazı
ihtimallerin maddi temelinin kalmadığını göstermektedir.
Sanayi üretiminin V çizerek krizden çıkma olasılığının maddi nedeni kalmamıştır. Bunun olabilmesi için üretimin dibe vurmasından sonra -kısa zamanda- dik bir yükselişe geçmesi gerekirdi. Ama ... sanayi üretiminde böyle bir gelişme olmamıştır. V biçiminde gelişme kısa zamanda krizden çıkılacağı anlamına gelir ki, nesnel durum böyle bir gelişmenin olamayacağını göstermektedir.
Sanayi üretiminin W biçiminde gelişme olasılığı da giderek zorlaşıyor. Sanayi üretimin W biçiminde bir seyir izlemesi, dibe vurduktan sonra artışa geçmesi, belli bir zaman sonra yeniden gerilemesi ve sonra yükselmeye başlaması (W biçimi) artık pek olanaklı gözükmüyor. Mart 2009'dan sonra artan üretim mutlak büyüme sınırına varmadan veya geçtikten sonra da yeniden düşer; Mart ayındaki seviyesinin gerisine de düşebilir ve sonra üretim yükselişe geçer ve krizden çıkılır. Böyle bir gelişme kesinkes olamaz düşüncesinde değilim, ama sanayi üretiminin genel seyri bu ihtimalin gerçekleşmeyeceği yönünde.
Geriye
sanayi üretiminin durgunluk içinde gelişmesi kalıyor. Üretimde
durgunluğun üç biçimi var. ... Her üç durgunluk senaryosunun da
gerçekleşmesi mümkün.
2-
Kriz çevriminin ne öldüren ne de onduran aşaması -
Özel tipte durgunluk ve dünya ekonomisi
Evet,
sanayi üretiminde belli bir artış var, ama bunun yanıltıcı
olabileceği; ekonominin kısa bir zaman zarfında yükselişe
geçemeyeceği, uzun süren bir durgunluğa girebileceği üzerine
emperyalist burjuvazinin ekonomistleri de dikkati çekiyorlar. Buna
da 1873 ve 1929 krizlerini örnek olarak gösteriyorlar. Engels ve
Stalin tarafından incelenen bu olgu üzerine burjuva ekonomistler de
doğru örnekler veriyorlar. Gerçekten de yaşanmakta olan krizden
hızlı bir çıkışın maddi temeli yok. Şüphesiz ki, üretim
önümüzdeki dönemde -belki de 2010 yılı ortalaması itibariyle-
mutlak küçülmeden mutlak büyümeye geçmiş olacak. Ama bu,
ekonominin kısa zamanda yeniden dolu dizgin üreteceği, çevrimin
yükseliş aşamasına varacağı anlamına gelmez. Bunun böyle
olmadığını 1873 ve 1929 krizlerinde gördük. Şimdi de böyle
bir durumla karşı karşıya kalmanın maddi nedenleri var.
Kapitalist
ekonomide kriz sonrası durgunluk olgusu ilk kez Engels tarafından
tespit edilmiştir. 1873 kriz sonrasıyla ilgili değerlendirmesinde
Kapital III’e yaptığı bir ekte şöyle der:
“Daha
önceki 10 yıllık döngüleriyle, devresel süreçlerin had biçimi,
yerini –çeşitli sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda yer
alan- işlerde nispeten kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten uzun
ve belirleyici olmayan, daha kronik ve daha uzun süreli baskıya
bırakmıştır. Belki de burada söz konusu olan, döngülerin
sürelerinin uzaması sonucudur”(15).
13
Kasım 1885’te Engels, Danielson’a yazdığı mektubu şu
paragrafla noktalar:
“1870’den
beri Almanya ve özellikle de Amerika modern sanayide İngiltere’nin
rakipleri oldular. Bunun sonucu, fazla üretim sürecinin,
İngiltere’yle sınırlı oluşundan daha büyük bir sahaya
yayılması ve en azından şimdiye kadar had (akut
-çn.) yerine
kronik karakter almasında önceleri on senede bir atmosferi
temizleyen bu fırtınanın gecikmesi sayesinde bu uzun devam eden
kronik buhran (depresyon
-çn.), şimdiye
kadar eşi görülmemiş güçte ve genişlikte bir krizi
hazırlayacaktır. Bu, yazarın bahsettiği ve bütün Avrupa
ülkelerine sirayet eden tarım krizinin şimdiye kadar devam
etmesiyle daha da kaçınılmaz olacaktır. Ve tarım krizi
Amerika’nın batısındaki bakire siyah topraklar yorgunlaşana
kadar devam edecektir”
(16).
“İngiltere'de
Çalışan Sınıfın Durumu” yapıtının Almanca baskısına
yazdığı önsözde Engels şöyle der:
“Her
on yılda bir sanayinin seyri, genel bir ticari krizle sert bir
kesintiye uğruyordu. Bunu, kronik halsizliğin uzun bir döneminden
sonra kısa, birkaç yıllık bir gönenç dönemi izliyor ve her
zaman hummalı bir aşırı üretim ve onun sonucu olan yeni bir
çöküşle sona eriyordu...”
“1866
krizini gerçekten de 1873 dolayında kısa süreli ve hafif bir
ticari yükseliş takip etti, ama bu uzun sürmedi...1876'dan
bu yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa
girdik. Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve
sonrasında hak ede geldiğimiz özlenen gönenç. Öldürücü bir
sıkıntı, bütün işkollarında ve bütün pazarlarda süreğen
bir mal fazlalığı - yaklaşık on yıldır yaşadığımız bu. Bu
nasıl oluyor?”
“…Modern
sanayinin koşulları, buhar gücü ve makine donanımı; yakıt,
özellikle kömür olan her yerde yerine getirilebilir ve
İngiltere'nin yanı sıra başka ülkelerde -Fransa, Belçika,
Almanya, Amerika, hatta Rusya'da- kömür vardır. Ve oralardaki
insanlar, sırf İngiltere'nin şanı-şerefi ve daha büyük bir
zenginlik elde etmesi uğruna, İrlandalı yoksul çiftçilere
dönüştürülmenin hiçbir yararı olmadığını gördüler.
Kararlı bir biçimde, yalnızca kendileri için değil, ama dünya
için mal üretimine giriştiler ve sonuç şu ki, İngiltere'nin
neredeyse bir yüzyıldır tadını çıkardığı imalat tekeli geri
döndürülemeyecek biçimde kırıldı...”
“Bu
tekel ayakta kaldığı sürede bile pazar, İngiliz sanayinin artan
üretkenliğine ayak uyduramıyordu; sonuç, on yıllık
bunalımlardı” (17).
Engels'in
işaret ettiği, Stalin'in “özel tipten durgunluk” dediği bu
olgu neyi ifade ediyor?
26
Ocak 1934’te SBKP- XVII. Kongresine sunduğu siyasi raporda Stalin
şöyle diyordu:
“Kapitalizm,
işçilerin emek yoğunluğunu arttırma yoluyla sömürülmelerini
artırarak işçilerin sırtından; emeklerinin ürünü olan
maddeler üzerinde, gıda maddeleri ve kısmen de hammaddeler
üzerinde en düşük fiyat politikası uygulayarak çiftçilerin
sırtından; emeklerinin ürünlerinin, esasen hammaddelerin ve
sonra da gıda maddelerinin fiyatlarını daha da düşürerek
sömürge ve ekonomik bakımdan zayıf ülkelerin köylülerinin
sırtından, sanayinin durumunu biraz hafifletmeyi başardı.
Bu,
sanayinin yeni bir yükselişini ve yeni bir açılıp gelişmesini
beraberinde getiren krizden olağan bir durgunluğa geçişin söz
konusu olduğu anlamına mı gelir? Hayır, bu anlama gelmez. Her
halükarda şu durumda kapitalist ülkelerde sanayinin yeni bir bir
yükselişini gösteren ne doğrudan ne de dolaylı emareler vardır.
Dahası: öyle geliyor ki, en azından yakın gelecekte böylesi
emareler hiç olmayacaktır, olmaz da. Çünkü kapitalist ülkelerin
sanayisinin biraz da olsa ciddi bir yükselişe ulaşmasını
imkansız kılan bütün o olumsuz koşullar etkilidir. Burada söz
konusu olan, kapitalizmin devam eden genel krizidir. Ki bu
kriz temelinde, ekonomik (aç.
Stalin) kriz
cereyan etmektedir; işletmelerin kronikleşmiş düşük kapasite
çalışması; tarım krizini sanayi kriziyle iç içe geçmesi;
olağan yükselişin başlangıcını haber veren sabit sermayenin
biraz da olsa anlamlı bir yenilenmesi için eğilimin yokluğu vs.
vs.
Açık
ki burada, sanayinin çöküşünün derin noktasından, sanayi
krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama olağan
bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir
yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayiyi
çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir
durgunlukla karşı karşıyayız” (
aç. İ.O.)(18).
Daha
önceki krizlerde olduğu gibi 1873 krizinde ekonominin kriz
döneminden hemen sonra dik bir yükseliş (üretimde V biçiminde
bir gelişme) içinde olduğunu görmüyoruz. Tersine, krizden sonra
ekonomi, uzun bir dönem durgunluk aşamasına giriyor. Bu olgu,
1825’ten sonra kapitalizmin fazla üretim krizlerinde ilk defa
ortaya çıkıyordu.
1873
krizinden sonra kapitalist ekonomilerde uzun süren ve en derin
noktasına 1878/79’da varan bir durgunluk dönemi yaşanır. Ancak
bu durgunluk (depresyon) dönemi aşıldıktan sonra kapitalist
ülkelerde yeniden bir ekonomik canlanma, yükseliş başlar.
Yeniden, kapsamlı sabit sermaye yatırımları, yeni işletmeler vs.
gündeme gelir.
1929
krizi döneminde görülen özel cinsten depresyonla kast edilen, tek
tek kapitalist ülkelerde ve bir bütün olarak kapitalist ülkelerde
sanayi üretiminin; sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin
hiç gerçekleştirilmediği veya da az boyutlarda gerçekleştirildiği
değildir. Soruna bu açıdan baktığımızda hiç de öyle “özel
cinsten bir depresyon”dan bahsedemeyiz. Çünkü bu dönemden
sanayi üretimi; sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi hem
kapitalist dünya hem de tek tek kapitalist/emperyalist ülkeler
açısından çeşitli boyutlarda gerçekleştirilmişti. Burada söz
konusu olan, sanayi üretiminin, yeniden, en dip noktasından daha
geriye düşmeden, ama aynı zamanda yükselişe de geçmeden
sergilediği seyirdir”]
Stalin'in
belirttiği “Sanayi çöküşünün derin noktasından,
sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama
olağan bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni
bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayiyi
çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir
durgunluk” ifadesini ekonomide
nasıl bulmaktadır?
Daha
önceki birçok makalede, örneğin 16.01.2010 tarihli “Kriz
Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları (2) (Aynen
Kitaplarda Yazıldığı Gibi Klasik Bir Ekonomik Kriz Süreci)”
makalesinde bu konu ayrıntılı olarak ele alındı ve 2011 yılından
sonra böyle bir inişli-çıkışlı durgunluk sürecinin gündeme
geleceği belirtildi. Gerçekten de baş taraftaki grafiklerden de
anlaşılacağı gibi dünya ekonomisinin mevcut durumu; özellikleri,
şu veya bu faktörün karakteri üretimde bu türden bir seyir
izleneceğini; dünya üretiminin muhtemelen 2011 yılından sonra
konjonktür çevriminin inişli-çıkışlı durgunluk aşamasına
vardığını göstermiştir.
Şimdi
bu gelişmeyi birkaç grafikle gösterelim.
Sanayi
üretimindeki gelişme, dünya ekonomisinin genel durumu ve yapılan
tahminler, önümüzdeki dönemde büyümenin küçük oranlarda
-diyelim ki yüzde 1-2 mutlak büyüyerek veya dönem dönem de yüzde
1-2 oranlarında mutlak küçülerek devam edeceğini göstermektedir.
Sanayinin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin
noktasından bir durgunluğa geçmesi, ama olağan bir durgunluğa
değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine,
açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayinin çöküşün derin
noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunluğa geçişi
üretimin + 1-2 ve -1-2 bandında seyretmesinden başka bir şey
değildir. Bu büyüme oranlarında sanayi üretimi ne krizin dip
noktasına ne de yükseliş aşamasına varmış olur. Aslında bu
değerleri +2,5 ve -2,5 büyüme bandına da çekebiliriz. Bu büyüme
oranları da sanayide krizin dip noktasını görme veya yükselişte
olma anlamına gelmez. Aşağıdaki grafiklerde üst değeri +2 ve
2,5 alt değeri de -2 ve 2,5 olarak sınırlandıracağız.
İnişli-çıkışlı
durgunlu sürecini en iyi olarak zincirleme endeksle gösterebiliriz.
2.1-Dünya
sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk
Aralık
2013-Mayıs 2015 arasında (değerleri 2013 öncesine de
çekebilirsiniz) dünya sanayi üretimi 1,19 ve -0,47 arasında
büyüyor veya küçülüyor; üretim veya çevrim ne yükselişe ne
de kriz denebilecek bir düşüşe geçebiliyor.
2.2-Önde
gelen emperyalist ülkeler sanayi üretiminde inişli-çıkışlı
durgunluk
Sanayi üretiminin yıllara
göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:
Amerikan
sanayi üretimi, yıllık bazda krizden çıkmış olmanın da bir
ifadesi olarak durgunluk sürecinde değil. Alman sanayi üretimi de
2011 yılında yüzde 8,7 oranında bir büyümeyle sıra dışı
kalıyor. Alman sanayi üretimi diğer yıllarda ve İngiltere ve
Fransa sanayi üretimi de verili dönem boyunca yıllık bazda
inişli-çıkışlı durgunluk içinde kalmıştır.
Sanayi üretiminin yılın
çeyreklerine göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:
Sadece
Japon sanayi üretimi belli çeyreklerde söz konusu bandın üst ve
alt sınır değerlerini aşıyor. Ama bu aşma durumu 17 çeyreklik
bir üretim sürecinin seyrini değiştiremiyor; üretimi yükselişe
geçiremediği gibi krize de sürükleyemiyor; ne onduruyor ne de
öldürüyor.
Verili
dönemde diğer ülkelerde sanayi üretimi ideal-klasik bir
inişli-çıkışlı durgunluk aşamasına denk düşüyor.
Sanayi
üretiminin aylara göre gelişmesinde inişli-çıkışlı
durgunluk:
Ekim
2011'den günümüze kadar olan dönemde bu ülkelerde aylık sanayi
üretiminin seyri, Almanya, Japonya ve İngiltere örneğinde olduğu
gibi bazı aylarda belirtilen inişli-çıkışlı durgunluk bandını
aşan büyüme ve küçülme gösterse de sonuç itibariyle ideal bir
inişli-çıkışlı durgunluk süreci sergilemektedir. Amerikan
sanayi üretimin de ise gerçekten ideal bir inişli-çıkışlı
durgunluk görülmektedir.
2.3-Entegre
ülke grupları sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk
süreci:
Sanayi
üretiminin yılın çeyreklerine göre gelişmesinde inişli-çıkışlı
durgunluk:
Aşağıdaki
grafikte ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk aşaması nasıldır
sorusunun cevabını görüyoruz. 2011-2015 arasında sanayi üretimi
ne onduruyor ne de öldürüyor; üretim ne kriz çevriminin yükseliş
aşamasına götürüyor ne de krize sürüklüyor. Üretim + ve –
2 bandı arasında kalıyor.
Sanayi üretiminin
aylara göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:
Bu ülke
gruplarında sanayi üretiminin kriz öncesindeki en yüksek
seviyesinden bu yana aylık gelişme bazında ele aldığımızda
üretimin seyrindeki değişimi -kriz çevriminin aşamalarını daha
çıplak bir biçimde görürüz.
Kriz
sürecinde üretim, her bir ülke grubunda farklı boyutlarda mutlak
geriliyor; yüzde -4,2'ye kadar düşüyor.
Mayıs
2009'dan itibaren üretim artışı oluyor, üretim AB grubunda en
fazla yüzde 2,3 oranında artıyor. Diğerlerinde üretim artışı
0,5-1,9 arasında değişiyor. Bu boyutlarda bir üretim artışı
kriz çevriminin canlanma aşamasına denk düşebilir. Sanayi
üretimi krizden çıkıyor, ama üretim artışı yükselişe
geçemiyor. Canlanma aşamasının arkasından (Eylül 2009'dan sonra
üretimde inişli-çıkışlı bir gelişme dönemi başlıyor; ne
onduran ne de öldüren bu süreç, kriz çevriminin inişli-çıkışlı
durgunluk aşamasını ifade etmektedir. Yukarıdaki grafik ideal bir
inişli-çıkışlı durgunluk aşamasını göstermektedir.
2.4-BRIC
ülkeleri sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk
Çin
hariç Hindistan ve Brezilya sanayi üretiminde + ve -2 bandını çok
aşan üretim artışı ve gerilemesi olsa da Çin de dahil bu
ülkelerin hepsinde üretim artışında yavaşlamanın olduğu
tartışma götürmez. Aşağıdaki grafikte Ocak 2011'den günümüze
54-55 aylık süreçte bu ülkelerde sanayi üretiminde söz konusu
olan durgunluğun gelişmesini ve aynı zamanda Rusya sanayi
üretiminin ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk aşaması
sergilediğini görüyoruz.
2.5-Ekonomisinde
belli bir dinamizm olan başka ülkelerde sanayi üretiminde görülen
inişli-
çıkışlı durgunluk
2.5.1-Polonya, Türkiye, Meksika ve
Kore sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk
Sanayi üretiminin aylara göre
gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:
Ocak 2014-Mayıs-Haziran 2015 arasında
bu ülkelerde sanayi üretiminin inişli-çıkışlı bir durgunluk
aşamasında olduğunu görüyoruz.
Grafiğin
ilk kısmında bazı aylarda sıra dışılık Türkiye ve Kore
sanayi üretiminde görülüyor. Grafiğin alt kısmında ise Polonya
ve Meksika sanayi üretiminde ideal bir inişli-çıkışlı
durgunluk aşaması görüyoruz.
Sanayi
üretiminin yılın çeyreklerine göre gelişmesinde inişli-çıkışlı
durgunluk:
Bu
ülkelerde sanayi üretiminin gelişmesini yılın çeyrekleri
bazında krizin başlangıcından bu güne ele alırsak kriz
çevriminin aşamalarını gösterebiliriz.
Türkiye
ve Kore sanayi üretiminde görüldüğü gibi -10'u aşan mutlak
küçülme (2008'in son çeyreği) 2009'un ikinci çeyreğinde yüzde
11,8, yüzde 5 oranlarında büyümeye geçiyor. Bu durum krizden
sonra bu ülkelerde üretimde yükseliş aşaması yaşandığını,
diğer bir ifadeyle kriz çevriminde yükseliş aşaması görüldüğünü
göstermektedir. Üretimin en azından yüzde 4, yüzde 5 oranında
bir artışı doğrudan kriz çevriminin yükseliş aşamasına
işaret eder. 2009'un ikinci çeyreğinde söz konusu olan bu süreçte
üretimde büyüme oranları 20011'in sonuna kadar sürekli küçülür.
17. çeyrekten itibaren ise bu ülkelerde sanayi üretiminin
inişli-çıkılşı bir durgunluk sürecine girdiğini görüyoruz.
2.6-İtalya
ve Kanada sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk
Sanayi
üretiminin aylara göre gelişmesinde inişli-çıkışlı
durgunluk:
Bu
iki ülkede de sanayi üretimini aylık bazda kriz başlangıcından
günümüze kadarki gelişmesini grafikleştirdik.
Grafikte
kriz sürecini, kriz sonrasında üretimde canlanma ve ve İtalya
açısından kısmen yükseliş aşamasını ve sonrasında gelen
inişli-çıkışlı durgunluk aşamasını görmekteyiz.
Aralık
2011-Haziran 2015 arasında üretimde ideal bir inişli-çıkışlı
durgunluk aşaması görüyoruz.
Bütün
bunlar; zincirleme endeks bazında göstermeye çalıştığımız
inişli-çıkışlı durgunluk, ne onduran
ne de öldüren bu süreç, nasıl değerlendirilmelidir veya ne
anlama gelmektedir?
3-Kriz
çevriminin ne öldüren ne de onduran aşaması
Özel tipte durgunluk üzerine bir değerlendirme
15.08.2010
tarihli “Kriz Karşılaştırması - Dünya Ekonomisi Üzerine
Notlar” makalesinde sonuç itibariyle
söylenen şuydu:
“Üretim,
krizin dibe vurduğu noktadaki seviyesinde kalmadı; kısa zamanda
yeniden artmaya başladı. Bu artışın konjonktür çevriminin
(kriz çevriminin) canlanma aşaması mıdır, yoksa uzun dönem
devam edecek olan durgunluk aşaması mıdır, bu henüz belli
değil. Engels'in işaret ettiği, Stalin'in “burada,
sanayin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin
noktasından bir durgunluğa geçişle, ama olağan bir durgunluğa
değil,yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine,
açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayinin çöküşün derin
noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunlukla karşı
karşıyayız” diye
tanımladığı uzun dönem sürecek olan bir süreçle mi karşı
karşıyayız, bu belli değil. Sanayi üretiminde eğilim canlanma
yönünde, ama krizde olan ülke ekonomilerinin genel durumu,
canlanma gibi gözüken gelişmenin depresyon olmasını da
beraberinde getirecek özellikler taşıyor. Bunun böyle olması
durumunda konjonktür çevriminin (kriz çevrimi) uzun süren
durgunluk (Stalin'in tanımladığı “özel tipte durgunluk”)
aşaması devam ediyor demektir”.
Dünya
ekonomisindeki; tek tek ülke ve ülke grupları ekonomilerindeki
gelişmeler, grafiklerin de gösterdiği gibi kriz çevriminin böyle
bir aşamasına girilmiştir; ne onduran ne de öldüren, ama
süründüren bir çevrim aşaması.
Bu
inişli-çıkışlı durgunluk aşaması ne anlama gelmektedir? Buna
biraz açıklık getirelim.
Aşağıdaki
köşeli parantez [ ] içindeki değerlendirme 1992'de tamamlanan ama
henüz yayımlanmamış bir çalışmadan (Kapitalizmin ve Ekonomik
Krizlerin Tarihi 1600-1990 - Çağımızda Ekonomik Krizlerin
Çevrimli Hareketi ve Stalin) alınmıştır.
[Konjonktür
seyrinin, sermaye hareketinin aşamaları konusuna da Marksist teori
açıklık getirmiştir. Marks, birbirini takip eden dört
“karakteristik periyot”tan
bahseder (19) ve tek tek periyotları
da şöyle tanımlar:
1)
Durgunluk (20), gevşeme (21) veya hareketsizlik, sessizlik (22)
devreleri veya dönemleri.
2)
Açılıp serpilme (23), orta canlanma (24), artan canlanma (25)
dönemleri.
3)
Fazla üretim ve spekülasyon (26) dönemi, aşırı gerilim (27),
hızlanma (28) veya yüksek yoğunluktaki üretim (29), sahte açılıp
serpilme dönemi (30).
4)
Kriz (31) ve patlama (çökme) -kriz anlamında- dönemleri (32) .
Veya
“Modern sanayinin izlediği kendine özgü yol. ... ortalama
canlılık dönemleri, yüksek yoğunlukta bir üretim, kriz ve
duraklama...”dır (33). Sabit sermayenin “çevrimi
sırasında işler, birbirini izleyen durgunluk, orta derecede
faaliyet, hızlanma ve kriz dönemlerinden geçer” (34).
Marks
ve Engels’in tespitlerinden hareketle Marksist literatürde
konjonktür çevriminin dört temel aşamasından bahsedilir; kriz,
durgunluk, canlanma ve yükseliş. Ama açıktır ki, bu her bir
aşama, birbirinden Çin Seddiyle ayrılmamıştır. Her bir aşamanın
sınırları açıktır. Bu durum özellikle son iki aşama (canlanma
ve yükseliş) için geçerlidir. Her bir aşama, bir öncekinden bir
sonrakine geçişte bir köprüdür, bizzat geçiştir. Hiçbir
aşama, sürekli aynı kalmaz. Örneğin canlanma aşaması,
başlangıçta durgunluk özellikleri, sonunda da yükseliş
özellikleri taşır.
Marks’ın,
“durgunluk durumu, yükselen canlanma, açılıp serpilme, fazla
üretim, kriz durgunluk, durgunluk durumu” (35) tespiti,
aşamaların iç içe geçmişliğinin bir ifadesidir.
Marks’a
göre konjonktür çevrimi, durgunluk aşaması (36) ile başlar ve
kriz aşaması (37) ile sonlanır.
Marks’a
göre konjonktür yükselişi, çevrimin açılıp serpilme ve fazla
üretim aşamalarında ve konjonktür gerilemesi de çevrimin
durgunluk ve kriz aşamalarında söz konusudur. Sanayi çevriminin
doruk noktasını kriz aşaması, Marks’ın deyimiyle “genel
kriz” (38) oluşturur.
Demek
oluyor ki, konjonktür aşamaları içinde kriz aşaması,
belirleyici aşamadır. Kriz aşaması, konjonktürün temelini ve
karakterini belirler. Durgunluk aşamasında kriz sorunları; kriz
döneminde açığa çıkan/patlak veren çelişkiler çözümlenir.
Çözümlenme ve yükseliş ise ufuktaki, gelen krize hazırlıktır.
Klasik konjonktür aşamalarında durum böyledir.
Bugünkü,
üç aşamalı konjonktürde ise kriz ve durgunluk aynı
fonksiyonları yerine getirir. İnişli- çıkışlı durgunluk
aşaması, canlanma ve yükselişin, ağır sancılı, bazen mutlak
küçülmeyi de içeren bir büyümenin ifadesidir: Kapitalist
ekonomide II. Dünya Savaşından sonra görülen yeni olgular,
konjonktür çevriminin de değişimine neden olmuştur. Öyle ki,
1970’lerden sonra, özellikle emperyalist ülke ekonomilerinde
konjonktür çevriminin yükseliş aşaması yerini, inişli-çıkışlı
durgunluk aşaması almıştır. Bugün konjonktür çevriminin dört
aşamasından değil, üç aşamasından (inişli-çıkışlı
durgunluk-kriz-canlanma bahsediyoruz) (39).
Klasik
çevrim:
İnişli-çıkışlı
durgunluk olgusu:
Lenin
şöyle diyor:
“Kendisini,
şu veya bu şekilde uzun bir sanayisel durgunluğun takip ettiği
... sanayi krizlerinde ... fazla üretim, burjuva toplumunda üretici
güçlerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucudur”
(40).
Lenin
bunu 1917 yılında söylüyordu ve tarihi gelişme, somutta da
1929-32 dünya ekonomik kriziyle Lenin’in bu anlayışı
doğrulandı. Ve 1929-32 krizini 1933’ten 1937’ye kadar süren
dört senelik bir durgunluk dönemi takip etti.
Lenin’in
tespitinden 11-12 sene sonra doğrulanan sezgisi, emperyalizmin
tekelci kapitalist aşamasında kriz çevriminde değişmelerin
olacağını gösteriyordu. Nitekim 1929-32 krizinde kriz çevriminde
değişme olmuştur. Lenin’in tespitine göre tekelci
kapitalizminde kriz çevrimindeki değişme, kriz çevriminin kriz ve
durgunluk aşamasında gündeme gelmiştir.
Lenin’in
bu anlayışından hareketle Stalin,1934’te 1933-37 durgunluğunu
doğru değerlendirmiştir (41)...
Emperyalist
ülkelerde devletin tekeller lehine aldığı ... tedbirler sonuç
itibariyle kriz çevriminin değişmesini beraberinde getirmiş ve
şimdiye kadar gördüğümüz kriz çevrimine yeni bir aşama
girmiştir: İnişli-çıkışlı durgunluk. Böylelikle
inişli-çıkışlı durgunluk, kriz çevriminin veya ekonomik
çevrimin yükseliş aşamasının yerine geçen aşama olmuştur.
Böyle bir aşamanın, yani Stalin’in belirttiği “özel tipte
bir durgunluğun” şu veya bu şekilde süreklilik arz eden
gelişmesini 1950’den sonraki dönemde önce ABD ve İngiltere
sanayinde, 1970’lerden sonra da Alman, Fransız ve Japon
sanayilerinde görmekteyiz.
Bu
durumu açıklamak için kapitalizmde kriz çevriminin gelişmesine
bakalım.
Marks:
“Sanayi
yaşamı, birbirini takip eden orta canlılık, yükseliş, aşırı
üretim, kriz ve durgunluk gibi periyotlara dönüşüyor”
(42).
Bu
soruna ilişkin olarak Engels:
“Gerçekten,
ilk genel krizin patlak verdiği 1825’ten beri bütün sanayisel ve
ticari dünya, bütün medeni halkların ve onların şu veya bu
şekilde barbar eklerinin üretimi ve mübadelesi takriben her 10
senede bir bozuluyor. Mübadele tıkanıyor, pazarlar dolup taşıyor,
ürünler kütlesel ve sürümsüz olarak (satılmadan
-çn.) ortada duruyor, nakit para görünmezliğe
bürünüyor, kredi kayboluyor, fabrikalar duruyor, çalışan
kitleler, çok fazla gıda maddesi ürettikleri için gıda
maddelerine muhtaç duruma düşüyorlar, iflası iflas, cebri satışı
cebri satışı takip ediyor. Tıkanıklık (durgunluk-çn.) yıllarca
sürüyor. Üretici güçler ve ürünler saçıp-savruluyor ve yok
ediliyor, ta ki, yığılmış meta kütlesi şu veya bu şekilde
değerden düşürülerek nihayet satılmaya başlanıncaya kadar
üretim ve mübadele yavaş yavaş hareket etmeye başlayıncaya
kadar. Gidiş, yavaş yavaş hızlanır, tırısa geçer, sanayisel
tırıs, dörtnala gidişe geçer ve bu dörtnala gidiş nihayet en
tehlikeli sıçramalardan sonra yeniden, krizin çukuruna ulaşmak
için, tam sanayisel, ticari, kredisel ve spekülâtif engelli
yarışın dizginsiz aşamasına ulaşır. Ve (bu) çevrim yenilenir.
Bunu 1825’ten beri beş kere yaşadık ve şu anda (1877) altıncı
defa yaşıyoruz” (43).
Marks’tan
aktardığımız sözler, kriz çevriminin veya ekonomik çevrimin
aşamalarını gösterirken, Engels’ten yaptığımız alıntı
yine bu aşamalar ve aşamaların nasıl geliştiğini
göstermektedir. (Bu anlayışlarda serbest rekabetçi dönem
kapitalizminde kriz çevriminin özelliğinden bahsedildiğini
hatırlatalım).
Ekonomik
krizin periyodik olarak patlak vermesi, kapitalizme özgü bir
yasallıktır. Bu, üretimin toplumsal oluşu ve ona özel el koyuş
arasındaki çelişkiye dayanır ve bizim açımızdan tartışma
dışıdır.
Kriz,
kapitalist yeniden üretimin çelişkilerini geçici olarak çözer,
yani fazla üretim (sabit sermaye veya meta biçiminde) yok edilir.
Yani büyük boyutlarda sermaye kıyımı; toplumsal zenginlik yok
edilir ve böylelikle yeni sermaye oluşumuna olanak sağlanır;
yeniden yatırıma, yeniden üretime geçilebilene kadar sermaye
kıyımı yapılır. Yükselişten durgunluğa doğru iniş, yani
kriz, sermayenin imha edildiği süreçtir. Bu süreç en şiddetli
bir biçimde durgunluk döneminde devam eder.
Durgunluk
aşaması, aynı zamanda canlanmaya geçişin bir nevi hazırlandığı
süreçtir. Canlanmaya geçiş, artık yeteri kadar sermaye kıyımının
yapıldığı, yeni sermaye oluşumunun şartlarının olgunlaştığı
süreçtir. Böyle başlayan yeni sermaye yatırımı, genişletilmiş
yeniden üretim, meta üretimi doruk noktasına; yükseliş
aşamasında ulaşır. Ve kriz, yükseliş aşamasının doruk
noktasında patlak verir ve yukarıda anlattığımız bu ekonomik
çevrim-kriz çevrimi yeniden başlar.
Her
bir kriz, sabit sermayenin yenilenmesini; tesislerin ve makinelerin
yenilenmesini beraberinde getirir. Konjonktürün ikinci çevriminde,
birinci çevrimindeki sabit sermaye eskimiş demektir; her bir yeni
kriz, bir önceki kriz çevrimindeki sabit sermayeyi eskitmiş olur.
Bu, her bir kriz çevrimi süresi içinde sabit sermayenin belli bir
dönüşümden, devirden geçtiği anlamına gelir (44).
Bu
temel anlayışı nasıl somutlaştırabiliriz? Şöyle: Bina/tesis,
makine vs. olarak yatırılan (sabit) sermaye amortisman biçiminde
parça parça meta ürüne aktarılır ve meta satıldıkça parasal
sermaye olarak, yeniden kapitaliste döner. Böylelikle kapitalist,
bir makinenin fiyatını, o makinenin ürettiği ürün vasıtasıyla
tüketiciye, diyelim ki 5 sene de ödetir. Marks, aynı yerde bu
durumu şöyle açıklar:
“Sabit
sermaye olarak yatırılan sermaye değer, ürün tarafından, döner
sermaye olarak yatırılmış olan kadar dolaştırılır ve her
ikisi de, meta sermayenin dolaşımı ile aynı ölçüde para
sermayeye çevrilir. Fark, yalnızca şu olguda yatar ki, sabit
sermayenin değeri parça parça dolaşır ve bu yüzden de, uzun ya
da kısa aralıklarla parça parça yerine konulmak, maddi biçimi
içerisinde yeniden üretilmek zorundadır” (45).
Burada,
fazla üretim ve kriz çevriminin serbest rekabetçi dönemdeki bazı
özelliklerini anlatmış olduk. Şimdi sorun şu: Bu özellikler
bugün de; yani tekelci devlet kapitalizminde de geçerli midir?
Emperyalizm/tekelci kapitalizm, tekelci devlet kapitalizmi! Yani
kapitalizmin, serbest rekabetçi aşamasından çıkması; ekonomik,
siyasi alanlarda, teknolojide yeni koşulların, olguların gündeme
gelmesi! Bütün bu yeni şartlar, kriz çevrimini etkiliyor mu, onu
deforme ediyor mu? Bu soruya yazı boyunca birçok yerde evet
cevabını verdik. Lenin ve Stalin’den aktarılan anlayışlarla da
bu “evet”imizi temellendirdik.
Yeniden
Lenin’e dönelim:
“Sermaye
birikimi, makine vasıtasıyla işçilerin dışlanmasını
hızlandırırken ve bir kutupta zenginlik karşı kutupta sefalet
üretirken, ... sanayi yedek ordusunu; işçilerin ‘görece
fazlalığını’ veya ‘kapitalist fazla nüfusu’ da üretir.
(Bu nüfus) olağanüstü çok biçimler alır ve sermayeye, üretimi
olağanüstü hızlı genişletme imkânı verir. Üretim
araçlarındaki sermaye birikimi ve kredi ile bağ içinde bu imkân,
diğer şeylerin yanı sıra fazla üretim yoluyla krizlerin
kavranması için anahtarı ele verir. (Bu krizler) kapitalist
ülkelerde periyodik olarak başlangıçta ortalama her 10 senede
bir, ... uzun ve daha ziyade belli olmayan aralıklarla periyodik
olarak patlak verirler” (46).
Lenin,
emperyalizmi/tekelci kapitalizmi analiz etti; kapitalizmin serbest
rekabetçi aşamasından çıkışını ve en yüksek (son) aşamasına
geçişini temellendirdi. Tekelci devlet kapitalizminin oluşum
dönemini yaşadı ve oluşum sürecindeki tekelci devlet kapitalizmi
üzerine tespitler yaptı.
Yukarıdaki
anlayış, Lenin’in bu alandaki bilimsel faaliyetinin sadece bir
yansımasını ele vermektedir. Lenin, emperyalist çağda, tekelci
kapitalizminde ve giderek de tekelci devlet kapitalizminde kriz veya
ekonomik çevrimin serbest rekabetçi dönemde olduğu gibi devam
etmediğini, değişime uğradığını, önceleri “ortalama her 10
senede bir patlak veren krizlerin, şimdi yine “periyodik” olarak
ama düzensiz aralıklarla “daha az belirli aralıklarla”
patlak verdiğini tespit etmektedir.
Kriz
çevrimindeki değişme iki notada olmuştur:
1-
Kriz çevriminin serbest rekabetçi dönemdeki ortalama 8-10 senelik
periyodikliği deforme olmuş,
bozulmuştur.
Örneğin “Politik Ekonomi” kitabında tespit edildiği gibi
1920-37 arasında üç kriz söz konusu olurken, II. Dünya
Savaşından sonra ABD’de üç kriz (1957-1958, 1974-1975,
1981-1983), Almanya’da bir kriz (1981-1983); Fransa’da iki kriz
(1974-75, 1981-83); İngiltere’de iki kriz (1974-1975, 1981-1983)
ve Japonya’da bir kriz (1974-75) yaşanmıştı. Burada Lenin’in
belirttiği gibi “daha ziyade belirli olmayan aralıklarla
patlak veren krizleri” görüyoruz.
2-
Kriz çevriminin serbest rekabetçi dönemde görülen aşamaları da
deforme olmuş, bozulmuştur. Lenin ve Stalin’den aktarmıştık.
Krizleri şu veya bu şekilde uzun süreli bir durgunluk takip
ediyor. (Böyle bir durgunluk olgusu, daha serbest rekabetçi
dönemde, 1882 krizini takip eden yıllarda da görülmüştü. Ama
bu, istisnai bir olgu olarak kaldı). Burada söz konusu olan,
Stalin’in tespit ettiği gibi, özel cinsten bir durgunluktur. Bu
durgunluk, sanayiyi ne tam yükseliş aşamasına ne de krizin en
derin noktasına götürüyor. Bunun yerine, büyüme yavaş oluyor;
inişli-çıkışlı bir durgunluk içinde gerçekleşiyor.
“Politik
Ekonomi” kitabında yer alan ve eleştirdiğimiz anlayış (kriz
çevrimi sürecinin giderek kısalması) söz konusu dönem için
doğruydu. Ama bugün için yanlıştır. Revizyonistler,
belirtmeseler de bu anlayıştan hareket ederek, aynı zamanda
“sosyalizm” diye yutturmaya çalıştıkları Sovyet revizyonizmi
karşısında kapitalist ekonomideki konjonktürel her gerilemeyi
“kriz” olarak lanse etme çabasıyla II. Dünya Savaşından
sonra bolca “kriz” üretmişlerdir. Onların anlayışına göre
krizlerin çevrimi şöyle gelişiyor:
- DönemlerKrizlerKriz çevrimi süresi1952-19581952, 19586 sene1958-19631958, 19635 sene1963-19671963, 19674 sene1967-19711967, 19714 sene1971-19741971, 19743 sene1974-19771974, 19773 sene1978-19801977, 19802 sene1980-19811980, 19811 } sürekli kriz0 } sürekli kriz19821982
Bu
anlayışın vahim olan sonucu şudur: Kriz çevrimi süresi giderek
kısalıyor ve belli bir zaman sonra süre sıfır noktasına
düşecek, yani kapitalizmde ekonomik krizlerin çevrimliliği
ortadan kalkacak ve sürekli kriz gündeme gelecek. Revizyonistler
Marksizm’i bu denli çarpıtma imkânını bulamadılar; sistemleri
çöktü. Ama onların anlayışı son kertede sürekli krizlere ve
dolayısıyla kapitalizmin kendiliğinden çöküşü anlayışına
(R. Luxemburg) götürüyor...
Alınan
tedbirler sonucu, kriz ne gerçek anlamda en derin noktasına kadar
gelişebiliyor ne de ekonomik çevrimin yükseliş aşamasına
varılıyor. Böylelikle ekonomik çevrimden; kriz çevriminden,
çevrimin yükseliş aşaması ve krizin en derin noktasına ulaşma
aşaması çıkıyor, bunun yerini “özel tipte bir durgunluk”
alıyor. Stalin’in bahsettiği bu “özel tipte durgunluk”,
adı üzerinde “normal” bir durgunluk değildir. Bu durgunluğun
“özel tipte” olması, onun ekonomik çevrimi/kriz çevrimini
etkilemesinden/bozmasından dolayıdır.
“Özele
tipte durgunluk” krizin devam etmesi değildir ve bu anlamda
“özel tipte durgunluk” dendiğinde akla mutlaka kriz
gelmemelidir.
1929-32
krizinde de gördüğümüz gibi, “özel tipte durgunluk”,
kriz, en derin noktasına ulaştıktan ve üretimde yeniden
hareketlenme başladıktan sonra; yani krizden çıkma sürecine
girildikten sonra- canlanma dönemi- gündeme gelmişti.
Stalin’in
tespit ettiği “özel tipte durgunluk”, bugün
inişli-çıkışlı durgunluk olarak karşımıza çıkıyor.
1929-32
krizinden sonra neden uzun bir dönem “özel tipte durgunluk”
yaşandığı gerçeğini 1929-32 krizinin eşsiz derinliğinde ve
kapitalizmin genel krizinin birinci aşamasındaki keskinleşmesinde
aramak gerekir. Böylelikle “özel tipten durgunluk”ta
bilinçlilik (tedbir) unsuru değil, kapitalist üretim biçiminin
çelişkilerinin bütün çıplaklığıyla hakim olması doğrudan
belirleyiciydi. Oysa inişli-çıkışlı durgunlukta söz konusu
çelişkilerin yanı sıra, sürekli bahsettiğimiz tekelci devlet
tedbirler de gündeme geliyor.
Tekelci
devlet tedbirlerin amacı, son kertede, kapitalizmin içsel
çelişkilerinin, örneğin krizlerin, bütün şiddetiyle patlak
vermesini engellemek, frenlemek, geciktirebilmek veya tekelci olmayan
burjuvazinin sırtına yıkarak, tekellerin konumunu korumaya
çalışmaktır.
Bununla;
tekelci devlet tedbirlerle, inişli-çıkışlı durgunlukla
krizlerin önlenebileceğini, krizlerin tarihe karıştığını veya
en azından tekelci burjuvazi açısından tarihe karıştığını
savunmuyoruz...
Şimdi
ne oluyor?
Birincisi:
Tekelci burjuvazinin, krizsel gelişmeyi tekelci olmayan burjuvazinin
sırtına yıkarak selamete çıkabildiğini, bunda devletin önemli
bir rol oynadığını Almanya örneğinde gördük.
İkincisi:
Rasyonelleştirme vasıtasıyla milyonlarca işçi sokağa atılıyor
ve büyük bir işsizler ordusu doğuyor ve bu kitlesel
kronikleşiyor. Bu olgu, bir taraftan tekellerin işçi sınıfı
üzerinde baskısını artırırken, diğer taraftan da bu baskı,
sınıf çelişkilerinin keskinleşmesine yol açıyor.
Üçüncüsü:
Tekelci burjuvazinin aldığı söz konusu tedbirler (sermayenin
yoğunlaşması ve merkezileşmesi-rasyonelleştirme ve sermaye
ihracı) son kertede hem ülke içinde, yani iç pazarda tekeller
arasında rekabeti hem de dünya pazarında yine tekeller arası, ama
esas itibariyle emperyalist devletler arası çelişkileri
keskinleştiriyor.
Söz
konusu bu üç tedbir, emperyalist ülkelerde aynı dönemde
uygulanmaya konduğu için, bu durum kaçınılmaz olarak dünya
pazarına da yansıyor. Bunun sonucu, dünyayı yeniden paylaşma
için rekabetin keskinleşmesidir.
Lenin’e
bir daha başvuralım:
“Burjuva
ülkelerde durumun böyle olması ve onların, dünya pazarında
sürekli keskinleşen rekabetleri, devamlı büyüyen miktarlarda
üretilen metaların sürümünü devamlı zorlaştırıyor, daha da
zorlaştırıyor. Şu veya bu şekilde uzun periyodik sanayisel
durgunluğun takip ettiği şu veya bu şekilde had sanayisel
krizlerde ifadesini bulan fazla üretim, burjuva toplumda üretici
güçlerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucudur. Krizler ve
sanayisel durgunluk periyotları...” (47).
Lenin’in
bahsettiği “uzun periyotlu sanayisel durgunluk”,
Stalin’in bahsettiği “özel tipten durgunluk”,
kapitalist üretim biçiminin çelişkilerinin müdahalesiz
gelişmesinin sonucu olan durgunluk bugün, tekelci devlet
tedbirlerin bir sonucu olarak, tekelci devlet kapitalizminin tam
gelişmişliğinin, dolayısıyla müdahaleciliğin de bir sonucu
olarak ekonomik çevrimin krizden önce gelen aşamasını
oluşturmuştur. Bu nedenle Lenin ve Stalin’in bahsettiği
“durgunluk”, gelişen tekelci devlet kapitalizminin bir
görünümüyken, inişli-çıkışlı durgunluk, tam gelişmiş
tekelci devlet kapitalizmin görünümüdür. Bu nedenle,
inişli-çıkışlı durgunluk, tekelci devlet tedbirlerin kriz
çevrimine dahil ettiği bir aşama olmuştur; kapitalizmde yeni olan
gelişmenin nesnel yasaya dönüşmesidir bu.
(Bugün
ise inişli-çıkışlı durgunluk ekonomik çevrimi olan;
kapitalizmin makineli üretim aşamasında olduğu hemen her
ekonomide/ülkede görülmektedir.)
İnişli-çıkışlı
durgunluk döneminde üretim ve ekonomik büyüme nasıl bir seyir
izler? ... üretimin gelişmesi ve ekonomik büyümenin durumuyla
ilgili bütün veriler, '70’li yıllardan sonra ekonomik büyümede
1950-70 arasında görülen hızın kesildiğini, GSMH’nın artık
büyüme hızını yitirdiğini, sürekli yükselişin sürekli inişe
geçtiğini, bir yıl mutlak gerilediyse öbür yıl 1 veya 2 oran
artan bir seyir izlediğini gösteriyor. Buna göre inişli-çıkışlı
durgunluk döneminde esas olan, ekonomik büyümenin yavaş
olmasıdır. Ve bu yavaş büyüme sürecinde üretim,
inişler-çıkışlar çizerek, ama belli bir büyüme kapsamında
kalarak sürdürülür. Böylelikle mevcut kapasite kullanımı da
belli seviyeye düşer, ama ortalama olarak belli seviyede kalır. Bu
durum işsizler ordusunun da sayısal olarak belli seviyede
kronikleşmesini beraberinde getirir.
Böyle
bir sürecin/aşamanın söz konusu olduğu ekonomi çevriminde kriz
ne zaman patlak verir? “Zamanı gelince” diye cevap verebiliriz,
ama bu kolaycı yol olur.
İnişli-çıkışlı
durgunluk, krizsel olguları emen, krizsel gelişmeyi ileri tarihe,
ileri bir sürece iten, bu mümkün değilse krizi, tekelci olmayan
burjuvazinin sırtına yıkan bir aşamadır. Dolayısıyla ekonomik
çevrimin/kriz çevriminin süresi doğrudan doğruya inişli-çıkışlı
durgunluğun süresine bağlıdır, tıpkı Lenin ve Stalin’in
bahsettikleri durgunluğun kriz çevriminin süresini belirledikleri
gibi. Bu aşama 3 sene, 5 sene veya 7 sene sürebilir ve bu süreden
sonra kriz patlak verebilir. Her halükârda kriz patlak verir, çünkü
bu kapitalist üretim biçiminin karakterine özgüdür.
Krizin
patlak vermesiyle inişli-çıkışlı durgunluk aşaması, ekonomik
çevrimin kriz aşamasına dönüşmüş olur. Krizden çıkınca
(canlanma), bu aşama yeniden başlar.
'70’li
yıllarla birlikte ekonomik büyümedeki gerilemeyi tam anlamıyla
inişli-çıkışlı durgunluk olarak düşünelim. Bu süreç
1974-75 dünya krizinin patlak vermesini engelleyemedi. Krizden
sonraki gelişme de bu sefer 1981-83 dünya krizinin patlak vermesini
engelleyemedi. 1974-75 krizi ile 1981-83 krizi arasında 5-6 senelik
bir zaman farkı var. 1981-83 krizinden sonra kapitalist dünya
ekonomisinin ve ele aldığımız ülkelerde ekonominin durumu hiç
de iç açıcı değildi. Ekonomik büyümenin hızı yavaşlamış,
konjonktürel inişler/çıkışlar süreklilik kazanmış, her
haliyle/olgusuyla inişli-çıkışlı durgunluk hakim olmuştur. Bu
durum bugüne kadar (Mart 1992) devam etmiştir ve bugün dünya
ekonomisi ekonomik kriz içindedir.
Görüyoruz
ki krizin çevrimi, inişli-çıkışlı durgunluğun süresiyle
doğrudan ilgilidir. Ve inişli-çıkışlı durgunluğun şartlarını
da kapitalist ekonomi belirlemektedir.
Engels
şöyle diyor:
“Pazarların
genişlemesi, üretimin genişlemesine ayak uyduramaz. Çatışma
kaçınılmaz olur. Çatışma, kapitalist üretim biçimini
parçalamadığı müddetçe başka çözüm üretemeyeceğinden,
periyodik olur. Kapitalist üretim yeni bir “kusurlu dolaşım”
doğurur” (48).
Günümüz
şartlarında; olgunlaşmış tekelci devlet kapitalizmi şartlarında
bu “kusurlu dolaşım” (çevrim) inişli-çıkışlı
durgunluktan başka bir şey değildir ve bu sermaye hareketinin;
konjonktür hareketinin veya çevriminin yasal bir aşaması
olmuştur.]
Genel
birkaç sonuç:
Aşırı
birikmiş sermaye, sürekli sermaye kıyımı demektir; kapitalist
üretim biçimi bu aşırı birikmiş sermayeyi yok ederek ancak
üretim ve yeniden üretim sürecini işlevsel kılabilir. Aşırı
birikmiş sermaye ancak ve ancak kriz sürecinde yok edilebilir,
kroniksel olmaktan çıkartılabilir. Ve kapitalist ekonomide,
pazarda hala bu aşırı sermayenin yok edilmesiyle uğraşılmaktadır.
Son
dönemlerde, diyelim ki bu yüzyılın başından bu yana devasa
boyutlar alan spekülatif sermaye ve bu bağlamda dünya çapında
mali sektör, yine dünya çapında maddi değerlerin üretimini
(sanayi sektörünü) baskılamaktadır. Üretim alanında azami kar
olanağı bulamayan sermaye kaçınılmaz olarak mali alana;
spekülasyona yönelmektedir. Mali sektörde kar arayışı bir
taraftan fazla üretim krizlerinin tetikçisi/vesilesi olurken, diğer
taraftan da şurada burada patlamaya hazır ve patlayan
balonlar/köpükler oluşturmaktadır. Bu da dünya ekonomisini
sarsmaya yetmektedir.
Kriz
yönetimi devletin en önemli görevlerinden birisi olmuştur.
2008
krizi devletin kriz yönetiminde ne denli önemli olduğunu çok açık
bir biçimde göstermiştir. Tekelci sermayeyi; bankaları ve
işletmeleri, ama özellikle bankaları (mali sermaye) kurtarmak için
toplamda trilyon dolarla ifade edilen “kurtarma paketleri”,
alınan başkaca tedbirler; korumacılık vs. devletin sermaye adına
üstlenmiş olduğu görevlerin başında gelmektedir. Kurtarma
operasyonlarının sonucu olarak devlet borçlarında kelimenin
gerçek anlamıyla patlama olmuştur. Devlet ve sermaye krizin
üstesinden gelmek için ortaklaşa atılan adımlardan istenilen
sonucu alamamışlardır; elde ettikleri sonuçlar en fazlasıyla
gelecek krizin daha kapsamlı ve derin olmasına neden olacaktır.
2008
krizi devletin işlevi konusunda neoliberalizmin başka bir “şehir
efsanesini” gözler önüne sermiştir. Bu efsaneye göre devlet
küçülmekte, ekonomiden çıkmakta ve “asli görevler”ine
dönmektedir. 2008 krizi bunun böyle olmadığını tartışmaya
gerek bırakmayacak bir açıklıkta göstermesine rağmen, hala
neoliberalizmin bu şehir efsanesine inanan 'sol'lar var. Ulusal veya
uluslararası tekelci sermayenin faaliyeti için çerçeve koşulları
oluşturan devlettir; bu sermayeye yatırım olanakları sağlayan,
yatırım faaliyetine yardımcı olan, rekabetini kolaylaştıran
ulusal ve uluslararası alanda yasaları ve anlaşmaları hazırlayan
devletten başkası değildir. Bu faaliyetin ceremesi; mali yükü de
halkın sırtına yıkılmaktadır. Bunu örgütleyen de devlettir.
Bu
faaliyetinden dolayı devletin kriz yönetimi, birçok ülkede
devletin iflas etme tehlikesini kronikleştirmiştir.
Kriz
sürecinde kar oranı düşer, pazarlar çöker. Bundan dolayı
üretim, krizin şiddetine göre yıllarca geriye atılmış olur.
Krizin aşılması için, kriz öncesi en yüksek üretim seviyesinin
aşılmış olması gerekir. Ama bunun gerçekleşebilmesi için de
aşırı birikmiş sermayenin (sabit sermaye, ürün) yok edilmesi ve
sömürünün, yeni yatırımlar azami kar getirecek derecede
arttırılmış olması gerekir.
Durgunluk,
her zaman, ekonominin krizden çıktığı anlamına asla gelmez;
şimdi dünya ve tekil ekonomilerde yaşanan durgunluk, hem krizde
olmayan hem de krizde olan ülkelerde görülmektedir. Örneğin
dünya ekonomisi bir bütün olarak krizde değil, ama durgunluk
içindedir. Bu dönemde sanayi üretiminde görülen artış
yanıltıcı olabilir; üretim yeniden gerileme trendine girebilir.
Burjuvazi bu ihtimalden dolayı korku içinde; ideologları, üretimin
yeniden gerilemesine “ikinci dip” diyorlar.
Günümüzde
çevrimin yükseliş aşamasını inişli-çıkışlı durgunluk
almıştır.
Kapitalizmin
çözülmemiş sorunları, çelişkileri çoğalmaktadır; çelişkiler
ötelenmektedir, bölgesel çok farklı gelişmeler etkili
olmaktadır; kapitalist dünya ekonomisinin ulusal ekonomilerin
toplamından öteye geçen bir bütünselliği yoktur. Yukarıdaki
grafikler bunun böyle olduğunu bütün çıplaklığıyla
göstermektedir.
Nelte'nin
yasasına gelince: Daha fazla üstünde durmaya değer mi?
*
EK
BÖLÜMLER
Çin
ekonomisinde güncel gelişmeler:
Yukarıda
ele alınan konunun dağılmaması için dünya ekonomisinde güncel
gelişmeyi burada ayrıca ek olarak analiz etmeye çalışalım.
Özellikle
Çin ekonomisi bağlamında Nelte için, teorisini kanıtlamak
bakımından oldukça önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Çin'de de
ekonominin, Engels'in dediği gibi “Gidiş, yavaş yavaş
hızlanır, tırısa geçer, sanayisel tırıs, dörtnala gidişe
geçer ve bu dörtnala gidiş nihayet en tehlikeli sıçramalardan
sonra yeniden, krizin çukuruna ulaşmak için, tam sanayisel,
ticari, kredisel ve spekülâtif engelli yarışın dizginsiz
aşamasına ulaşır” tespiti
gerçekleşiyor gibi gözükmektedir. Çin ekonomisinde büyüme
oranlarının küçülmesi ve belli bir seviyede bu ülke
ekonomisinde durgunluk emarelerinin görülmesi, bugün için kriz
eğiliminin oldukça güçlendiği sürece işaret etmektedir. Bu
gelişmenin ilerlemesi durumunda; Çin'de de bir fazla üretim
krizinin patlak vermesi durumunda dünya ekonomisinin hangi yönde ve
nasıl gelişeceğini analiz etmek bağlamında farklı burjuva-'sol'
çevrelerden oldukça farklı görüşler okuyacağız. Emperyalist
burjuvazi açısından Çin ekonomisinin krize yuvarlanması şu
dönemde hiç de istenmeyen bir gelişme olacaktır. Nelte türünden
unsurlar için Çin ekonomisinin krize yuvarlanması hayal ettikleri
başka bir düzene geçişin en son ve kesin kanıtı olacaktır. Ne
de olsa bunlar, dünya ekonomisini özellikle yeni pazar olan Çin
kurtarmıştır. Şimdi bu yeni pazar da krizde olduğuna ve
yerkürede başkaca da yeni pazar olmadığına göre kapitalizmin
cankurtaranı kalmamış olacaktır.
Çin'de
ne oluyor sorusunu kısaca şöyle cevaplandırabiliriz:
Yukarıda
gösterdiğimiz gibi, birkaç istisna ülke hariç dünya
ekonomisinde hakim olan inişli-çıkışlı durgunluk; ekonomik
çevrimin bu ne onduran ne de öldüren aşaması, etkisini
kaçınılmaz olarak Çin ekonomisinde de göstermiştir. Burada iki
gelişme önplana çıkmaktadır:
2008
krizi patlak verdiğinde başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler,
ağırlıkta Avro Bölgesi ve bunun ötesinde Çin, Türkiye gibi
ülkeler de yasızı “kurtarma paketleri” hazırlayarak ekonomiyi
canlandırma, krizden çıkartma veya krize girmesini engelleme
çabası içine girmişlerdi. Toplamda trilyon dolarla ifade edilen
bu tedbirler esas amacına ulaşmamış; merkez bankalarının bu
parasal imkanları maddi değerlerin üretimi (sanayi) yerine hisse
senedi pazarlarına akmış, faizler düştüğü için de dünya
piyasaları ucuz dolarla dolup taşmıştı. Ve maddi değerlerin
üretiminde (sanayide) istenilen sonuç alınamayınca Çin'e küresel
motor rolü düşmüştü.
ABD
ve Avrupa'da -Avrupa'da ve ABD'de de biraz farklı olmasına rağmen-
ekonominin ne onduran ne de öldüren bir seyir içinde olması sonuç
itibariyle talebin giderek düşmesini beraberinde getirmiş ve Çin,
bütün çabalarına rağmen bu gidişi engelleyememiş ve sonuçta
da Çin'de üretim yavaşlamaya başlamıştır. Sanayi alanında
yatırım olanaklarının gerilemesi, yatırım alanı arayışı
içinde olan sermayenin daha güçlü bir biçimde gayrimenkul ve
hisse senedi pazarlarına yönelmesini beraberinde getirmiştir. Bu
pazarlar, dünya ekonomisi açısında çok da önemli değil, ama
Çin ekonomisi bakımından sistemin işleyişi bakımından oldukça
önemli bir göstergedir. Çin hükümeti, gidişatı durdurmak için
piyasaya para pompalamış ve yasaklama tedbirleri almıştır (yeni
hisse senedi emisyonlarını durdurmak, düşen fiyatlar üzerine
spekülasyonu yasaklamak, büyük yatırımcıların hisse
senetlerini 6 aydan daha kısa bir zamanda satmalarını yasaklamak
vs.). Ama bu tedbirler bugün gelinen aşamayı pek fazla da
etkilememiştir. Artan ekonomik sorunlardan dolayı Çin hükümeti
2-3 hafta önce yuanın değerini düşürmüştür. Çin'in bu adımı
dünya borsalarını doğrudan etkilemiş ve bu zaman zarfında dünya
borsalarında 8 trilyon dolar buharlaşmıştır.
Yuanın
değerini düşürmekle Çin, ihracatı tetiklemeyi amaçlıyor. Bu
da dünya pazarlarında emperyalist ülkeler arasındaki rekabeti
keskinleştiriyor.
Birkaç
istisna hariç dünya ekonomisinde hakim olan genel durgunluk,
inişli-çıkışlı durgunluk göz önünde tutulursa Çin
ekonomisindeki bu gelişme dünya ekonomisinde sarsıcı bir
istikrarsızlığın ve yeni bir krizin patlak vermesinin
tetikleyicisi olabilir. Bu durumda 1930'lu yıllarda 1929-32
krizinden sonra 1938 krizinin patlak vermesi gibi bir krizle karşı
karşıya kalınabilir. Dünya ekonomisinde ikinci bir dibe vurma
gerçekleşebilir.
Çin
ekonomisinde bugün yaşanan sorunlar, Batının emperyalist
ülkelerinde 2008 krizinden dolayı yaşanmıştı. Burada söz
konusu olan aşırı birikmiş sermayeden kaynaklanan sorundur. Aşırı
birikmiş sermaye kapitalist üretim biçiminin seyrini doğrudan
etkilemektedir:
Türkiye
ekonomisinin güncel durumu:
Ekonominin
Gelişme Seyrini Doğru Okumalıyız**
Dünya
ekonomisinde devam eden iki başlılık eğilimi -bir taraftan krizde
olmayan ekonomilerde durgunluk sürecine giriş ve diğer taraftan da
hala bir kısım ekonomilerin krizde oluşu; doların aylardan beri
TL karşısında değer kazanması, seçim ve sonrası süreçte
siyasi istikrarsızlığın veya belirsizliğin ekonomi üzerinde
olumsuz etkisinden sıkça bahsediliyor olması ve bu arada ekonomide
büyüme oranının açıklanması, ekonomi konusunda yanlışın
doğru olarak analiz edilmesine bir kez daha vesile oldu.
Ekonomide
büyüme veya küçülme; kriz veya artış söz konusu olduğunda
kıstas sorusu güdeme gelir. Neye göre ekonomi büyüyor veya
küçülüyor veya neye göre krizden veya üretim artışından
bahsediyoruz? Bu sorular sorulduğunda ekonominin politik ekonomi
olduğu ve bunun da sınıfsal karakter taşıdığı açığa çıkar.
Bu gerçek göz önünde tutulmaksızın ekonomi bağlamında
sorunlara ve bunun siyasal sonuçlarına doğru cevap verilemez.
Burada “ekonomistler ne işe yarar” sorusu da akla gelir. Bu
bağlamda Türkiye'de “sol”da duran ekonomistlerin
değerlendirmelerine baktığımızda -belki bir-iki istisna hariç-
diğerlerinin Türkiye'de ekonominin ne kadar “berbat” durumda
olduğunu; bazılarına göre neredeyse hiç üretilmediğini; büyüse
de aslında bunun bir büyüme olmadığını; yani kapitalizmi,
kapitalizm olmaktan çıkartan bir değerlendirme yapmaya
çalıştıklarını görürüz. Türkiye'de ekonominin istikrarsız
olduğu, dönem dönem çok kırılgan bir süreçten geçtiği
uluslararası sermaye hareketinden bağımsız hareket edemediği bir
gerçektir. Ama bu gerçekten hareketle kapitalizmi kapitalizm
olmaktan çıkartan bir değerlendirme; kapitalizmin nesnel
yasalarını göz ardı eden bir analiz, “sol”da duran
ekonomistlerin iş değildir. Bunlar kafalarında nasıl bir
kapitalizm canlandırıyorlar ki, sömürüyü, hırsızlığı,
yolsuzluğu, toplumsal yoksuluğu, işsizliği vb. anlatırken
kapitalizmin nesnel ekonomik yasalarını ve bunların topluma
yansımalarını göz ardı edebiliyorlar? Açık ki, kafalarında
kabul edilebilir; “sosyalleşmiş”, burjuva da olsa demokrasinin
kurallarına sıkıca bağlı işleyen bir kapitalizm veya Keynesçi
bir kapitalizm canlandırıyorlar. “Sol”da duran bir ekonomist
“ekonomi büyüdü, ama sömürüye dayanarak büyüdü” türünden
bir değerlendirme nasıl yapabilir? Peki kapitalizmde ekonomi
sömürüsüz büyür mü? Veya “sol”da duran ekonomistler ne
zamandan beri politik ekonominin sınıfsal karakterini bir kenara
atarak ekonominin gelişme seyrini maddi değerlerin üretiminden
kopartıp GSYH bazında değerlendirmeye başladılar? Bu ve benzer
sorular çoğaltılabilir. Ama bir gazete yazısının boyutlarını
aşacağı için bu kadarı yeter diyelim.
Son
duruma baktığımızda GSYH'nın ölçek alınarak yapılan
değerlendirmelerde şunu görüyoruz:
Gayrisafi
Yurt İçi Hasıla (GSYH) değeri sabit fiyatlarla yüzde 2,3
oranında büyümüş. Mevsim ve takvim etkisinden arındırıldığında
bu büyüme sabit fiyatlarla GSYH bir önceki çeyreğe göre yüzde
1,3 artıyor.
Bu
gelişmeyi “iş dünyası”, “Büyümede rölantiden çıkıldı;
ilk çeyrekte yüzde 1.6 beklenen büyüme yüzde 2.3 geldi”;
ekonomistler büyümeyi ‘şaşırtıcı’ buldular. İşadamları
da “Siyasi belirsizlik bir an önce aşılmalı, yoksa bu yılı
kaybederiz” vb. açıdan değerlendiriyorlar. Başbakan Yardımcısı
Ali Babacan, “finansal piyasalardaki dalgalanmalara rağmen Türkiye
ekonomisinin beklentilerin üzerinde büyümeye devam ettiğini
söyledi. Ekonominin kesintisiz 22 çeyrektir büyüdü”, “İlk
çeyrekte bir önceki yılın aynı dönemine göre 577 bin kişiye
istihdam sağlandı” diyor, ama aynı dönemde kaç işçinin işten
atıldığını söylemiyor.
“Hormonlu’
değil Mercedes’li büyüme”den, “Zengin büyüme”den
bahsediliyor, “büyüme lüks tüketimden kaynaklı”, “Dünyada
Mercedes sayesinde büyüyen tek ülke herhalde Türkiye” deniyor.
Öyle ki, “Ayşe hanım teyze” anlasın diye bir kısım doğru
tespitlerin yanı sıra “Demek ki son yıllardaki GSYH büyümesi,
sanayinin büyümesine dayanmayan bir büyüme” tespiti yapılıyor.
Yani sanayiye; genel anlamda maddi değerlerin üretimine dayanmayan
bir büyümeden bahsediliyor. Soru şu: maddi değerlerin üretimine
dayanmayan bir ekonomide büyüme olur mu?
Bu
soruya cevap vermeye çalışalım:
Her
toplumsal sınıfın veya her üretim biçiminin kendine özgü bir
politik ekonomisi vardır. Ve her bir politik ekonomide ekonominin
gelişme seyrini tespit etmemize yarayan kıstaslar vardır. Bu
kıstaslar sınıfsal bakış açısına göre değişir; örneğin
bir burjuva ekonomistin kapitalist ekonominin gelişme seyrini tespit
ettiği kıstaslar ile bir Marksist-Leninistin aynı amaç için
kullandığı kıstaslar farklıdır ve doğal olarak varılan
sonuçlar da farklı olacaktır. Bu anlamda kapitalizmde -burjuva
politik ekonomide- ekonominin gelişme seyrini gösteren bir dizi
kıstas, egemen sınıfın (burjuvazinin) çıkarlarına hizmet eder.
Burjuvazi ve ekonomistleri, rakamlarla, ekonomi verileriyle
oynamanın, çıkarına uygun sonuçlar versin diye çarpıtmanın
ötesinde ekonominin gelişme seyrini ele veren göstergeleri kendi
sınıfsal çıkarlarına hizmet edecek bir şekilde düzenler. Buna
GSYH, GSMH gibi hesaplama yöntemleri bir örnektir.
Marksist-Leninist
politik ekonomide ise, burjuvazinin anladığı içerikte GSYH veya
GSMH diye bir kavram yoktur. Bu kavramın yerine Marksist-Leninist
politik ekonomide toplumsal toplam ürün (TTÜ) veya da brüt ürün
(BÜ) kavramları kullanılır. GSYH-GSMH ile TTÜ-BÜ arasında
bağlayıcı farklılık vardır. Bu kapsamlı bir yazıda bu
farklılığı açmanın olanağı olmayacağı için kısaca şunu
söyleyelim: Burjuvazi, maddi değerlerin üretilmediği sektörleri
de hesaplamaya dahil ederken ve farklı sonuçlara varırken,
Marksist-Leninist politik ekonomi sadece ve sadece maddi değerlerin
üretimini hesaplamaya dahil eder. Toplumsal toplam ürün ve
dolayısıyla ulusal gelir de, maddi üretim dallarında çalışan
işçiler tarafından üretilir. Buna, maddi varlıkların üretildiği
dallar–sanayi, tarım, inşaat sektörü, taşıma sektörü
vs.–dahildir. Devlet aygıtının, kredi sektörünün, (üretim
sürecinin dolaşım alanındaki devamını teşkil eden ticari
operasyonlar hariç) ticaret vs.nin dahil olduğu üretici olmayan
dallarda, özelleştirilmemiş hizmet sektöründe yeni değer (artı
değer) üretilmez, dolayısıyla ulusal gelir de üretilmez.
Bu
farklılıktan dolayı “Hormonlu’ değil Mercedes’li büyüme”,
“Zengin büyüme”, “büyüme lüks tüketimden kaynaklı”,
“Dünyada Mercedes sayesinde büyüyen tek ülke herhalde Türkiye”
türünden saptamalarla, ekonomini seyri açıklanamaz. Bunlar,
ekonominin seyrini değil, en fazlasıyla gelir dağılımındaki
uçurum haline gelmiş farklılaşmayı; zenginin daha çok
zenginleştiğini, fakirin daha çok fakirleştiğini; kapitalist
sistemin doğasındaki var olan adaletsizliği göstermeye yarar.
Eğer söz konusu olan, ekonomide büyümenin veya küçülmenin
tespiti ise bunun kıstası maddi değerlerinin üretimidir. Nasıl,
hangi sömürü, ücret köleliği koşularında üretildiği başka
bir konudur.
Diğer
taraftan maddi değerlerin üretimini neye göre ölçeceksiniz;
büyümeyi veya küçülmeyi neye göre tespit edeceksiniz sorusu da
var. Bu sorunun cevabı doğru verilmezse; yani istatistik verileri
işinize geldiği gibi kullanırsanız küçülen ekonomiden büyüyen
bir ekonomi sonucu çıkartabileceğiniz gibi, büyüme oranlarını
yüksek göstererek, oldukça hızlı ve dinamik büyüyen bir
ekonomi ortaya çıkartabilirsiniz. Bunun nasıl yapılabilir
olduğuna bir örnek verelim:
Yıllara
göre sanayi üretimi 2007=100 bazında 2014'te yüzde 21,8 oranında
büyümüş. Ama krizin en derin olduğu 2009=100 bazında ise
2014'te yüzde 35,9 oranında büyümüş olur.
Yılın
çeyreklerine göre 2008/I=100 bazında sanayi üretimi 2015'in ilk
çeyreğinde yüzde 17,1 oranında büyümüştür. Ama krizin dip
noktada olduğu 2009'un ilk çeyreğini baz alırsanız 2015'in ilk
çeyreğinde sanayi üretimini yüzde 48,6 oranında büyütmüş
olursunuz.
Aylık
sanayi üretiminin gelişme oranını tespit etmek için Ocak 2008'i
baz alırsanız Mart 2015'te sanayi üretiminin ancak yüzde 18,75
oranında büyümüş olduğunu görürsünüz. Ama krizin dip
noktada olduğu Aralık 2008 ayını baz alırsanız bu sefer sanayi
üretimini Mart 2015'te yüzde 65,75 oranında büyütmüş
olursunuz. Aslında Mart 2015 itibariyle değer değişmemektedir.
(1000 0tomobil, veya 2 milyar dolarlık sanayi üretimi). Değişmeyen
bu değeri, ölçü alınan bazı değiştirmekle farklılaştırmış
olursunuz. Bu nedenle, neye göre ölçmeliyiz sorusunun cevabını
konjonktür çevriminde aramalıyız: Buna göre ekonominin (klasik
anlamda kriz, canlanma, durgunluk, yükseliş, günümüzde ise kriz,
canlanma ve inişli-çıkışlı durgunluk) aşamalarından gelişmeyi
göstermek bakımından bağlayıcı olan kriz öncesi en yüksek
büyüme verisi (oran veya mutlak değer) baz alınmalıdır. Bütün
gelişme; üretim, işsizlik, kapasite kullanımı, yatırımlar vb.
buna göre ölçülmelidir. Bu yapıldığında istatistik verilerden
doğru politik sonuçlar çıkartmanın maddi zemini (ekonomik
zemini) elde edilmiş olur.
Şimdi,
maddi değerlerin üretiminde belirleyici ağırlığı olduğu için
sanayi üretimini esas alarak sanayi üretiminin, bu anlamda da
ekonominin gelişme seyrine bakalım.
Yıllara
göre genel sanayi ve imalat sanayi üretiminin seyri:
Kriz
öncesindeki en yüksek üretim seviyesine göre (2007=100) genel
sanayi üretimi yüzde 21,8 ve imalat sanayi üretimi de yüzde 21,3
oranında artmış.
Yılın
çeyrekleri bazında, kriz öncesi en yüksek üretim seviyesine göre
(2008/I = 100) 2015'in ilk çeyreğinde genel sanayi üretimi yüzde
17,1 ve imalat sanayi üretimi de yüzde 15,0 oranında artıyor.
Bu
artış oranı aylık bazda (kriz öncesi en yüksek üretim seviyesi
olan Ocak 2008 = 100) Mart 2015'te genel sanayi üretiminde yüzde
27,3 ve imalat sanayi üretiminde de yüzde 26,4 oranına varıyor.
Bu
verilerden hareketle, yukarıdaki grafikte gelişme eğiliminin de
gösterdiği gibi ekonominin seyrinde bir sorunun olmadığını,
çarkların dönmesi gerektiği gibi döndüğünü söyleyebiliriz.
Ama sanayi üretiminin krizden çıktığı dönemden sonrasındaki
(2010 sonu itibariyle) gelişmeye baktığımızda üretimde açık
seçik bir yavaşlamanın, bir durgunluğa doğru gidişin olduğunu,
bu anlamda da ekonomide sorunların baş gösteriğini, çarkların
dönmesi gerektiği gibi dönmemeye başladığını görüyoruz.
Grafik
büyümenin oldukça küçüldüğünü, üretimde yavaşlamanın,
durgunluğun baş gösteriğini gösteriyor: Ocak 2008-Mart 2015
arasında sanayide büyüme oranı yüzde 27,3'ten krizden çıkıştan
sonraki dönemde Aralık 2010-Mart 2015 arasında yüzde 17,5'e
düşüyor; 9,8 puanlık bir gerileme oluyor.
Yılın
çeyreklerine göre bu gerileme 2011'in ilk çeyreğinden 2015'in ilk
çeyreğine göre genel sanayi üretiminde yüzde 17,1'den yüzde
11,3'e düşüyor (5,8 puanlık bir gerileme).
Buradan
çıkartılması gereken sonuç:
2010
sonunda dünya piyasalarında bulunun bol miktardaki dolar
varlığından da yararlanarak önemli bir büyüme dinamiği
sergileyen ekonomilerden birisi olan Türkiye ekonomisi, Çin de
dahil dünya ekonomisinde hakim olan durgunluk sürecine girmiştir.
Bunun doğrudan sonucu dış kaynak olanaklarının giderek
daralmasıdır, kapasite kullanım oranının düşmesi ve
nihayetinde de gerileyen üretimin işsizlik olarak topluma
yansımasıdır.
Bunu
böyle olduğunu kapasite kullanım oranının seyri de
göstermektedir:
İmalat
sanayi aylık kapasite kullanım oranı kriz öncesinde (2007 ve
2008) yüzde 79,9'dan Haziran 2015'te yüzde 75,1'e düşmüştür.
2012-2015 arasında bu oran, 2013'ün haziran, temmuz, ağustos ve
2014'ün haziran ayları hariç yüzde 75'in altında kalmıştır.
İşsizlik
oranındaki durum:
Gençlik
arasında işsizlik oranı kriz döneminde en yüksek seviyesinden
(Mayıs 2009 yüzde 25,2) Mart 2015'te yüzde 18,2'ye; tarım dışı
işsizlik oranı Nisan 2009'da yüzde 16,9'dan Mart 2015'te yüzde
12,1'e ve genel işsizlik oranı da keza Nisan 2009'da yüzde
13,9'dan Mart 2015'te yüzde 10'a düşüyor. Bu durumda eğer
manipülasyona baş vurmak isterseniz krizin doruk noktasından
günümüze işsizlik oranının gençlikte yüzde 25,2'den yüzde
18,2'ye; tarım dışı işsizliğin yüzde 16,9'dan yüzde 12,1'e ve
genel işsilik oranının da yüzde 13,9'dan yüzde 10'a düştüğünü
söyleyebilirsiniz.
Ekonomiyle
ilgili verileri burjuvazi kendi çıkarına uygun duruma getirme
maharetini gösterdiği için istatistiklere inanmak biraz saflık
olur. Bu nedenle çoğu kez birkaç veriyi bir arada kullanmak ve
eğilim tespiti yapmak gerekir. İşsizlik konusunda ise burjuvazi
tamamen yalan söyler. Yayınlanan işsizlik verilerine göre,
örneğin yukarıdaki grafiğe göre Ocak 2005'ten Mart 2015'e
işsizlik oranları düşmektedir. Gelişme eğilimi bunu gösteriyor.
Ama bu verilerin hiç biri gerçeği yansıtmamaktadır. Tüik,
Şubat 2014 itibariyle hesaplama yöntemini değiştirdi; işsiz
sayılanların kapsamını daralttı ve binlerce işsiz, bir anda,
yöntem değişikliğiyle işsiz konumundan çıkartıldı. Böylece
işsiz sayısında önemli bir “azalma” oldu.
Resmi
verilere göre 3 milyon civarında olan işsiz sayısı aslında
gerçek sayının yarısını dahi yansıtmaktadır.
Diğer
taraftan kapitalist ekonominin klasik konjonktür hareketine denk
düşen bir işsizlik hareketi de artık pek görülmüyor. Gelişen
teknoloji ve üretimde uygulanması Türkiye gibi ülkelerde de belli
bir kronikleşmiş kitlesel işsizlik oluşturmuştur. Bu nedenle
ekonominin krizde olduğu dönemde artan işsizlik, ekonominin krizde
olmadığı dönemde önemsiz boyutlara çekilemiyor; belli bir
oranda sürekliliği var oluyor.
Sonuç
itibariyle şunu söyleyebiliriz:
Türkiye
ekonomisi, 2008'de başlayan son krizden en erken çıkan (2010 sonu
itibariyle) ve dikkate değer bir büyüme dinamiği sergileyen
ekonomilerden birisiydi. Dünya ekonomisinde önemli ağırlığı
olan AB, Avro Alanı ülkeleri hala kriz-krizden çıkma
aşamasındayken, büyüyen, “yükselen ekonomiler” kategorisinde
sayılan ülkeler de son dönemde belli bir durgunluk aşamasına
girmişlerdir. Bu ülkelerde büyüme oranları küçülmüştür.
Dünya
ekonomisi kriz ve durgunluk süreçlerinin çakışacağı bir
noktaya doğru seyretmektedir. Türkiye'de de ekonomi bu seyrin
dışında değildir. Bu gerçekten hareketle politik tespitler hızla
krize giren, krizin ayak seslerinin duyulduğu bir ekonomi
tasavvuruna göre yapılmamalıdır. Bunun hiçbir nesnel verisi yok.
Nesnel veriler, durgunluk sürecinde olan ekonominin verileridir. Bu
veriler bir taraftan dış kaynak kullanma olanaklarının
daraldığını, üretim artışının gerilediğini, ihracatın
zorlaşabileceğini gösterdiği gibi, işsizliğin de artacağını
göstermektedir. Bütün bunlar, dış politik iflasla, hükümetin
Kürt ulusan hareket karşısında “çözüm süreci” adı
altında dayattığı çözümsüzlükle, baskıyla, özgürlüklere
saldırıyla; seçim sonuçlarını, HDP'nin yükselişini
hazmedememekten kaynaklanan girişimlerinin sonuçlarıyla
birleştirildiğinde burjuvazinin yönetememe krizini
derinleştirecektir.
30.06.2015
Kaynaklar:
15)
Marks-Engels; Toplu Eserleri; C. 25, s. 506.
16)Marks-Engels;
Toplu Eserleri; C. 36, s. 386.
17)Engels;
Vorwort zur zweiten deutschen Ausgabe (1892) der "Lage der
arbeitenden Klasse in England": Marks-Engels;
Toplu Eserleri; C. 22, s. 326/327.
18)
Stalin; C. 13, s. 258/259.
19)
Marks; “Grundrisse der Kritik der politischen Ökonomie”, s.
608, 1953.
20)
Bkz.: METE Marks-Engels Toplu Eserleri), C. 23, s. 661 (Kapital, C.
I).
21)
Bkz.: METE, C. 25, s. 506 (Kapital, C. III).
22)
Bkz.: Agk., s. 372.
23)
METE, C. 25, s. . III) s. 507. )
24)
METE; C. 23, s. 661
25)
METE; C. 25, s. 372 (Kapital, C. III).
26)
Agk., s. 507
27)
Agk., s. 505.
28)
METE; C. 24, s. 185/186 (Kapital, C. II).
29)
METE; C. 23, s. 661 (Kapital, C. I).
30)
METE; C. 24, s. 409 (Kapital, C. II).
31)
Örneğin, Kapital, C. I, s. 662.
32)
METE; C. 25, s. 372 (Kapital, C. III).
33)
METE; C. 23, s. 661 (Kapital, C. I).
34)
METE; C. 24, s. 185/186 (Kapital, C. II).
35)
METE; C. 25, s. 372 (Kapital, C. III).
36)
Agk., s. 506, 511.
37)
METE; C. 23, s. 662, 697 (Kapital, C. I); C. 25, s. 506 (Kapital, C.
III); C. 26/2, s. 525 (Kapital, C. IV. İkinci kısım).
38)
METE; C. 23, s. 28.
39)
Bkz.: MLKP, II. Kongre Belgeleri.
40)
Lenin: C. 24, s. 468.
41)
Stalin;
C. 13, s. 258/259.
42)
METE; C. 23, s. 476.
43)
METE; C. 19, s. 218/219.
44)
Bkz.: METE, C. 24, s. 185/186.
45)
METE; C. 24, s. 193.
46)
Lenin; C. 21, s. 53 ("Karl Marks" makalesinden).
47)
Lenin; C. 29, s. 104.
48)
METE; C. 19, s. 218.
*
*)
Esas itibariyle Mayıs 2015'te hazırlanan bu yazının bazı
bölümleri Temmuz-Ağustos verilerini de içermektedir.
**)
Bu yazı 8 Temmuz 2015 tarihli Yeni Özgür Politika'da “Yönetememe
krizine doğru..” başlığıyla kısaltılarak yayımlanmıştır.