BİR VENEZUELA
DEĞERLENDİRMESİ
YENİ BİR DERS – YENİ
BİR DEVRİM HİKAYESİ
DEVRİM Mİ, REFORM MU?
Kimilerine göre Latin
Amerika'nın iki ülkesinde -Arjantin ve Venezuela- bir zamanlar
devrimler gerçekleştiği için şimdi bu ülkelerde olup bitenler
de karşı devrim olarak tanımlanmaktadır. İflah olmaz mantığın
kaçınılmaz olarak yapacağı/yaptığı bir değerlendirme ile
karşı karşıyayız. Chavez ve onu destekleyenlerin iddialarının
“göğü yere indirecek kadar” büyük olduğunu biliyoruz.
Venezuela’daki yeni yönetimi “Bolivarcı Devrim” olarak
tanımladılar; her ne kadar İsa tarzında da olsa sosyalizme
yürüdüklerini açıkladılar. Öyle ki, Venezuela’da “21.
yüzyıl sosyalizmi” inşa ettiklerine bizzat inanmakla kalmadılar,
yedi düvelde başkalarını da buna inandırdılar. Uluslararası
alanda iflah olmaz mantık bunu ciddi ciddi tartıştı; Arjantin'de
işçilerin kendi kendilerini yönettiğini gördü, Venezuela'da
“21. Yüzyıl sosyalizmi”nin inşasını gördü. İflah olmaz
mantık Arjantin ve Venezuela ile uçarken, Kirchner çifti ve
Chavez-Maduro ikilisi her iki ülkeyi emperyalist küreselleşme
çemberi içinde tuttular. İflah olmaz mantık, Marksizm-Leninizmi,
onun devrim anlayışını Post-Marksizm kıvamına getirebilme
fırsatı yakalamış olduğu için adeta mest olmuştu.
Bu iki ülkede ne olmuştu
da önce devrimden şimdi de karşı devrimden bahsediliyor?
Arjantin’de 22 Kasımda
(2015) başkanlık seçimi yapıldı ve Arjantin işbirlikçi
burjuvazisinin adayı olan Mauricio Macri seçimleri kazandı.
Böylece bu ülkede 2001'de “Barikatçılar Hareketi” diye
bilinen kalkışmanın sonucunda halkın birtakım taleplerini
sahiplenen Nestor Kirchner (2003-2007) ve onun ölümünden sonra
başkan olan eşi Cristina Kichner (2007-2015) dönemi kapanmış ve
M. Macri'nin başkan seçilmesiyle Arjantin emperyalist sistem
“yuvası”na geri dönmüş oldu. Financial Times bu değişimi
“Arjantin düştü, sıra diğerlerinde” sevinciyle karşılamıştı.
“Diğerleri”nden
kastedilenlerin başında da Venezuela gelmekteydi. Nitekim iki hafta
sonra 6 Aralık 2015'te Venezuela'da yapılan başkanlık seçiminde
Chavez'in partisi ağır bir darbe aldı ve 1998'den bu yana
parlamentoda süreklilik arz eden Çoğunluğunu kaybetmiş oldu.
Tabii bu da yeni bir karşı devrim olarak tanımlandı. Böylece
Venezuela da emperyalist sistem “yuvası”na geri dönmüş oldu.
Aşağıdaki
yazı Venezuela üzerine 2007'den kalma bir değerlendirmedir.
*
Geçen
yüzyılın ‘90’lı yıllarının başında H. Chavez, dünya
politikasına büyük bir reformcu olarak kendi çapında müdahale
ile başladı. Venezuela'da 1989’da oldukça yüksek fiyat
artışlarına karşı militan direniş Chavez’i, illegal askeri
bir örgüt kurmaya ve bu örgütle darbe yaparak yönetimi ele
geçirmeye yöneltti.
1992 ve 1993 yıllarında üç
kez darbe girişiminde bulundu. Bu girişimlerinde başarısız oldu
ve iki sene cezaevinde kaldı.
1998’de devlet başkanlığı
seçimlerine katıldı ve kazandı. Geniş yığınların büyük
umudu oldu ve hala da umut olmaya devam etmektedir.
H. Chavez, S. Bolivar
taraftarıdır ve Venezuela toplumunda yaşanan değişimleri de
“Bolvarcı Devrim” olarak tanımlamaktadır.
Emperyalizmin işbirlikçileri;
“oligarşi” denen büyük burjuvazi ve toprak sahipleri, H.
Chavez’i devirmek için üç kez girişimde bulundu: İlkinde,
lokavt anlamına gelen bir genel grev örgütlendi, ama başarılı
olunamadı. İkincisinde darbe denemesi yapıldı ve yine başarılı
olunamadı. Üçüncüsünde de referandum yoluyla Chavez, devlet
başkanlığından azledilmek istendi, ama bu da hüsranla
sonuçlandı.
Chavez, oldukça popüler, halk
tarafından seviliyor. Çünkü ülkenin zengin petrol kaynaklarını
kullanarak güçlü reformlar gerçekleştirebiliyor, yoksullara gıda
yardımı yapabiliyor, okuma-yazma kampanyaları örgütleyebiliyor,
sağlık sektöründe iyileştirici adımlar atabiliyor, temel gıda
maddelerinin fiyatlarını düşük tutabiliyor. Bütün bu
adımlarından dolayı umut oldu.
Bütün bu olumlu adımlara
rağmen Venezuela devlet sisteminde eski yapılar olduğu gibi
durmaktadır: Bürokrasi içinde rüşvetin önü alınamamıştır.
Aynı memur, bürokrat kitlesi iş başındadır. Bu durum ordu için
de geçerlidir. Chavez’i devirmek için darbe yapabilecek subaylar,
Chavez öncesi dönemin özlemi içinde olan askeri erkân hala
görevdedir.
Chavez, bir taraftan ülke
zenginliklerine dayanarak halkın lehine reformlar gerçekleştirirken,
diğer taraftan da uluslararası sermaye ile bağlarını
sürdürmektedir. Chavez, bu süreci “21. yüzyıl sosyalizmi”nin
inşa süreci olarak tanımlamaktadır. Chavez, sadece devrimden
değil, sosyalizmin inşasından bahsetmektedir. Şimdi bunun ne
anlama geldiğine bakalım.
I- Chavez Ortaya Çıkıyor
Son yıllarda Latin Amerika’nın
bazı ülkelerinde devrimci durum kapsamında ele alınabilecek
gelişmeler yaşanmaktadır.
Dünyanın diğer bölgelerinde
olduğu gibi Latin Amerika’da da işçi sınıfı ve emekçi
yığınlar uygulanan neoliberal saldırılardan paylarına düşeni
aldılar. Yaşadıkları sefaleti, burjuva sistemin çürümüşlüğünün
yolsuzluk gibi yansımaları daha da katmerleştirdi. Yığınların
hoşnutsuzluğu Latin Amerika’nın Arjantin, Bolivya, Ekvator gibi
ülkelerinde sokak çatışmalarında en açık ifadesini bulan
tepkiye dönüştü, ayaklanmalar oldu. Kendiliğindenci halk
ayaklanması, hükümetler devirdi. Devrimci önderliğin yoksunluğu
veya gelişen kendiliğindenci harekete önderlik edecek kadar güçlü
olmaması, bu hareketlerin ufkunu hükümet değiştirmekle
sınırlandırdı. Bu kıtada ve adı geçen ülkelerde
kendiliğindenci hareket, ulusalcı, popülist reformcu güçleri
iktidara taşıdı. Böylece, yükselen kitle hareketi, burjuvazinin
ulusalcı, popülist kanadı tarafından düzen içine çekildi.
Brezilya’da Lula’nın,
Venezuela’da Chavez’in, Bolivya’da Morales’in, Arjantin'de N.
Kirchner'in, Nikaragua’da Ortega’nın, Ekvator’da Correa’nın
seçimlerle hükümet olmaları ve başkanlık koltuğuna oturmaları,
sadece Latin Amerika’da emekçi yığınlar tarafından coşkuyla
karşılanmadı. Bu gelişmeler dünyanın başka yerlerinde de umut
olarak algılandı; her dönem bir yerlere yaslanmayı devrimcilik
adına meslek edinmiş olanlardan kendine Marksist-Leninist diyen
birtakım çevrelere kadar uzanan yelpaze içinde yer alanlar, Latin
Amerikalı popülist önderlerin peşine takılmaktan, onların
eylemini devrim olarak tanımlamaktan geri kalmadılar. Hızını
alamayanlar ise Chavezciliği, aynen Chavez gibi, 21. yüzyılın
sosyalizmi diye lanse etmekten sakınca görmediler. Öyle ya Chavez,
Venezuela sosyalizme gidiyor demişti! Chavez’in bu açıklamasından
sonra Venezuela’da Chavez-vari devrimin gerçekleşip
gerçekleşmediği tartışması geride kaldı. Şimdi tartışma,
Venezuela’da sosyalizm inşa ediliyor mu edilmiyor mu ekseninde
sürdürülmektedir.
Konumuz Chavez “devrimi”
olduğu için Venezuela’da olup bitene bakalım.
Uzun bir askeri diktatörlükler
döneminden sonra Venezuela’da 1958’den itibaren burjuva
parlamenter döneme geçildi. 1958’den Chavez’in iktidara geldiği
1998’e kadar 40 yıl boyunca Venezuela’da iki burjuva parti
(“Sosyalist Enternasyonal”e bağlı “Demokratik Eylem”
partisi (AD) ve Hristiyan demokrat bir parti olan “Bağımsız
Politik Seçim Örgütü” (COPEI) nöbetleşerek egemenliklerini
sürdürdüler. Chavez, bu iki partinin egemenliğine son verdi.
Chavez ortaya çıkıyor…
Geçen yüzyılın sonlarına
doğru Venezuela'da keskinleşen kriz, siyasi arenada kutuplaşmalara,
geleneksel burjuva partilerde siyasal kargaşaya neden olmuş,
emperyalizme, onun işbirlikçisi büyük burjuvazi ve toprak
sahiplerine, baskıya ve yoksulluğa karşı işçi sınıfı ve
emekçi yığınların kitlesel protestoları gündeme gelmişti.
Onyıllardır Venezuela'da
siyasal iktidar adeta nöbetleşe elinde tutan “Comité de
Organización Política Electoral Independiente” (COPEI - ”Bağımsız
Politik Seçim Örgütü Komitesi” adıyla bilinen “Sosyal
Hristiyan Parti”) ve “Actión Democrática” (AD - “Demokratik
Eylem” adıyla bilinen Sosyal Demokrat Parti), gelişen kriz
sürecinde iflas etmişlerdi: Sonunda yine oligarşi içinden çıkan
ve popülizme yatkın güçler tarafından iktidardan
uzaklaştırıldılar. Emperyalizmin dayattığı ve yerli
işbirlikçileri tarafından uygulanan özelleştirme gibi
politikalar, artan baskı ve işsizlik, halk sınıf ve tabakaları
arasında memnuniyetsizliği ve değişim talebini güçlendirmişti.
Geniş yığınlar değişim istiyorlardı. Chavez böyle bir siyasal
ortamı örgütlemesini bildi.
“Movimiento Bolivariano
Revolucionario 200” (Bolivarcı Devrimci Hareket 200), 1982’de
Chavez önderliğinde orta ve alt rütbeli subaylar tarafından
illegal yapılı olarak kurulmuştu. Küçük burjuva radikal bir
hareket olan BDH-200, ulusal burjuvazinin çıkarlarını savunuyor
ve S. Bolivar’ın bağımsızlıkçı yolunda yürüyeceğini
açıklıyordu.
Darbe üstüne darbe denemesi
yapan Chavez, ayakta kalan nadir darbecilerden birisidir.
İlk darbe girişimi:
Venezuela'da reformist dönüşümün gerçekleştirilmesi için BDH
içinde iktidarı ele geçirilmesi yönünde tartışmalar alevlenir.
1991’in Venezuela’sı grevlerin yaygınlaştığı ve öğrenci
hareketinin yükseliş içinde olduğu Venezuela’dır. İşçi
sınıfı ve emekçi yığınlar arasında hoşnutsuzluk kol
gezmektedir. Bu duruma Bolivarcı Hareket darbeyle son vermek için
harekete geçer. Perez hükümetini devirmek için 1992’de
girişilen darbe hareketini bir kısım “sol”lar da destekler. Bu
başarısız girişim sonucunda Chavez tutuklanır.
İkinci darbe girişimi:
İlk girişimden sonra tutuklanan Chavez hapishanedeyken ikinci bir
darbe girişiminde bulunur. Ama bu sefer de başarısız kalır.
Ancak 2 yıl sonra, halkın yoğun desteği sonucu serbest bırakılan
Chavez, siyasal çalışmalarını yoğunlaştırır, seçimlere
katılmak için de BDH’ni MVR (Beşinci Cumhuriyet Partisi) adı
altında yeniden yapılandırır.
Ocak
1989’daki “Caracazo” denen ayaklanmadan
(1)
ve yukarıda belirttiğimiz 1992’deki darbe
(2)
girişiminden sonra Venezuela'da işçi sınıfının, emekçi
yığınların ve gençliğin mevcut hükümeti devrime ve sosyal
değişim mücadelesi adeta fırtınalı bir gelişme sürecine
girer. Çeşitli mücadele araç ve biçimleri kullanılır: Gençlik,
mücadeleyi sokaklara taşır. İşçilerin grevi yaygınlaşır.
Özgürlük ve demokrasi için eylemler yaygınlaşır. Rüşvete ve
çürümüşlüğe karşı geniş yığınlar harekete geçirilir.
Kendi listeleriyle (adaylarıyla) seçimlere katılmak için halk
yığınları arasında bloklaşma ve ittifak arayışı güçlenir.
Siyasal alternatif arayışları yoğunlaşır. Venezuela'da
toplumun, bir taraftan işçi sınıfı ve emekçi yığınlar
olarak, diğer taraftan da emperyalizm ve işbirlikçisi hâkim
sınıflar olarak kutuplaşması derinleşir.
1998
yılındaki seçimlerde Venezuela halkının önemli bir kısmı;
demokratik ve “sol” örgütler ve partiler oluşturdukları
alternatifle
(3)
seçime katılırlar. H. Chavez bunların başkan adayıydı. Chavez
önderliğinde seçime alternatif bir programla katılınır.
Darbe girişimleriyle tanınan
H. Chavez’i C. A. Perez hükümetinin yolsuzluk ve açlık
politikasına karşı ayaklanan askerler ve Venezuela halkının
önemli bir kısmı umut ve sosyal değişim şansı olarak;
kurtarıcı olarak görür. Chavez, halkın özlemini iyi okumuştur:
İmtiyaza, rüşvete karşı geleneksel burjuva partileri hedef olan,
değişim önerileri içeren, eşitsizliğe, adaletsizliğe son
vermeyi hedefleyen mücadeleci konuşmalar yapar.
Sonuçta
Chavez, çürümeye, rüşvete son, gelir dağılımında adalet,
sosyal harcamaların arttırılması, demokrasi, kısaca yeni bir
cumhuriyet ve yeni bir anayasa talepleriyle, halkın sempatisini
kazanır, oy tabanını genişletir ve 1998’de (Aralık) yapılan
başkanlık seçiminde aralarında MVR’nin yanı sıra, Komünist
Partinin, “sol” sendikacıların, MAS ve PPT
(4)
gibi sosyalist partilerin de bulunduğu çeşitli “sol parti” ve
gruplardan oluşan alternatif oluşumun desteğiyle yüzde 56
oranında oy alır ve devlet başkanı olur.
Hükümete
gelen Chavez, siyasal ve sosyal değişim içerikli, çalışan
yığınların sosyal kazanımlarını koruyan tedbir önerilerinde
bulunur. Anayasa değişimini gündeme getirir
(5).
Yeni hazırlanan anayasa 1999’da halkın oyuna sunulur ve yaklaşık
yüzde 72 oranında bir oyla kabul edilir. Bu anayasayla ülkenin adı
da “Venezuela Bolivar Cumhuriyeti” olarak değiştirilir. Yeni
anayasa, Venezuela'da mevcut toplum düzenini değiştirmiyordu,
burjuva/kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkilerine, kurumlarına
dokunmuyordu, ama buna rağmen burjuva çerçevede oldukça
demokratik ögelere sahipti.
Venezuela, önemli bir petrol
ülkesidir. Bu nedenle Chavez hükümeti, uluslararası piyasada
petrol fiyatları düşmediği müddetçe oldukça önemli mali
kaynaklara sahip olunduğu için yoksul halkın lehine aldığı
birtakım tedbirlerle; gıda ve sosyal yarım (sağlık, eğitim vs.)
uygulamalarıyla, okuma-yazma kampanyalarıyla ve gündeme getirdiği
toprak reformuyla sosyal tabanını genişletme olanağına sürekli
sahip olacaktır.
Örgütlediği “5. Cumhuriyet
Bolivarcı Hareket” partisiyle ve müttefikleriyle birlikte Chavez
seçimleri kazandı. Ama onun partisi, yığınların önderlik aracı
olmaktan oldukça uzak. Sınıfa değil, halk sınıf ve
tabakalarına, ulusal burjuvaziye hitap eden bir parti. Bu parti,
ideolojik parçalanma içinde boğulmaktadır. Ötesinde, hükümete
katılan diğer parti ve örgütlerin, Venezuela'da devam eden süreci
etkileme ve yönlendirme bakımından pek önemleri yok.
2002’de
sağ bir darbeyle
(6)
başkanlıktan uzaklaştırılan Chavez, halkın yoğun desteği
sonucunda yeniden başkanlık görevine döndü. 2006 seçimini de
kazanan Chavez 21. yüzyıl sosyalizmini Venezuela'da inşa etmek
için adımlar atıldığını açıkladı.
Bolivarcı Hareketin
Programı veya Chavez’in Programı:
Chavez, katıldığı 2005
DSF’nda düzenlenen bir basın açıklamasında hükümetinin hem
antiemperyalist hem de antikapitalist karakterde olduğunu açıklar.
Kulaklara hoş gelen bu
açıklama bizi yanıltmamalıdır. Neresinden bakılırsa bakılsın,
ne kadar çok sosyalizmden bahsederse bahsetsin Chavez’in programı
mülkiyet ve üretim ilişkilerine dokunmayan bir programdır. Ulusal
bağımsızlık vurgusunun yapıldığı “sol” popülist (halkçı)
bir programdır.
Chavez, devrimden, somut olarak
da sosyalizmden bahsediyor, ama o, birtakım yasalarla kapitalizmi
reforme etmeyi hedefliyor. Onun devrim ve sosyalizm anlayışı
kapitalizmi ulusal burjuvazinin çıkarlarına uydurmaktan başka bir
anlam taşımıyor. Chavez, öncelikle “Toprak ve Kırsal Gelişme
Yasası”yla veya “Gelirler üzerine Vergi Yasası”yla
emperyalizme bağımlı hâkim sınıfların nüfuzunu kırmayı ve
bu türden yasalarla kapitalizmi reforme etmek istiyor. Chavez’in
programının zeminini kapitalizm oluşturuyor. Kendini devrimci,
sosyalist olarak tanımlıyor, ama kapitalist zeminden kopmaya;
kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerini yıkmaya, dolayısıyla
burjuva devlet mekanizmasını parçalamaya hiç niyeti yok.
Bu, mevcut haliyle Chavez’in
programı Şili’de Allende’nin Halk Cephesi programını
andırıyor. Allende de seçimle sosyalizmi kuracağına inanıyordu,
ama yaptığı iş, emperyalizme karşı birtakım tedbirler
almaktan; sosyal reformlar gerçekleştirmeye çalışmaktan öteye
geçmedi. Allende de mülkiyet ve üretim ilişkilerine; hâkim
sınıfların çıkarlarına ve burjuva devlet mekanizmasına
dokunmamıştı. Buna dahi tahammülü olmayan emperyalizm, yerli
işbirlikçilerinin desteğiyle Allende’yi faşist bir darbe sonucu
devirdiler (1973).
Venezuela'da yaşanan
gelişmeyi; “süreci” Chavez, “Bolivarcı Devrim” olarak
tanımlıyor. Açık ki Chavez, bir “Bolivarizm” konsepti
geliştirmektedir. Bu konseptin köşe taşlarını ulusal
bağımsızlık, referandumlarla halkın kararlara siyasal katılımı,
birtakım sosyal haklar, paylaşımda adalet (özellikle petrol
gelirlerinin bir kısmının sosyal programlar için kullanılması)
oluşturmaktadır. Yani “Bolivarcı Devrim”in köşe taşları bu
reformlardan oluşmaktadır.
Chavez, işçi sınıfı ve
emekçi yığınların haklarının yeni anayasa ile teminat altına
alındığını sık sık vurguluyor. Şüphesiz ki, yeni anayasa
ilerici içeriklidir. Ama bu, burjuva/kapitalist üretim ve mülkiyet
ilişkileri temelinde yükselen bir anayasadır. Yani burjuva adaleti
savunan, temel alan bir anayasadır. Burjuva adalet de
adaletsizlikten, eşitsizlikten başka bir şey değildir.
Bu anayasada işçi sınıfının
kendini örgütlemesi gibi, konsey gibi kendi iktidar organlarını
geliştirmesi gibi ögeler yer almamaktadır. Chavez ve anayasası
şunu diyor: Bırakalım halk istediği gibi ve kadar konuşsun.
Karar verecek olan biziz!
Dünya Sosyal Forumu'ndaki
(DSF) (2005, Porto Alegre) konuşmasında Chavez, kapitalizmi aşmak
için programının doğru olduğunu, demokratik bir yol olduğunu
savunur. Bu anlayışları DFS katılımcıları tarafından coşkuyla
karşılanır. Nihayetinde emperyalizme kafa tutan, sosyal reformlar
gerçekleştiren, ötesinde zora başvurmadan iktidara gelen bir
önder bulmuşlardı. Chavez’e sempati büyüktü.
“Sosyal devlet”e geri
dönüşçülerin önüne Chavez yeni bir hayal atmıştı:
Reformlarla kapitalizmi aşmak; reformla kapitalizmi iyileştirmek
veya sosyalleştirmek. Chavez’den önce bu yolda Lula yürümüştü.
Brezilya’da başkan seçilen Lula, reform hayalleriyle halkı
uyuşturmuştu. Bunun karşılığı olarak 2006’teki DSF’nda
yuhalandı, ama yeni önder Chavez alkışlandı!
Tarık Ali ile yaptığı
söyleşide “sosyalist” Chavez şöyle diyordu: “Marksist
devrimin dogmatik mevzuatlarına (postulatlarına) inanmıyorum.
Proleter devrimler döneminde yaşadığımızı kabul etmiyorum.
Bunların hepsi reddedilmelidir. Gerçeklik bunu bize her gün
söylüyor. Bugün Venezuela'da özel mülkiyeti kaldırmayı ve
sınıfsız bir toplum inşa etmeyi mi deniyoruz? Bunu düşünmüyorum”.
“Sosyalist” Chavez’in sosyalizmden anladığı bu kadardı.
Chavez için önemli olan,
“fakirlere yardım etmektir”. Zenginliğin paylaşımını
yeniden örgütlemektir, yani “adaletli” bir paylaşımı
gerçekleştirmektir ve hâkim sınıfları, vergilerini vermeleri
için sıkıştırmaktır.
Bu anlayışıyla açık ki,
Chavez bir orta yol arıyor. Açık ki, işçi sınıfı ve emekçi
yığınların çıkarlarıyla hâkim sınıfların çıkarları
arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Onun devrim ve adalet
anlayışı bu dengeyi kurmaktan ibaret. Onun devrim anlayışında
söz konusu dengesizliğin, adaletsizliğin nedeni olan kapitalist
üretim ve mülkiyet ilişkilerini yıkmak yoktur. Yani o, büyük
kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin mülkiyet tekeline dokunmuyor.
Chavez niçin böyle hareket
ediyor? Onun denge arayışı açık ki tesadüfî değildir: Chavez,
ulusalcı güçler; ulusal burjuvazi ile emperyalizme bağımlı
güçler; “oligarşi” arasında bir denge kurmaya çalışıyor.
Ulusalcı güçlerin amacı Venezuela ekonomisine hâkim olmaktır.
Bunlar, “kendi” ülkemizin çıkarlarını düşünüyoruz adı
altında emperyalizme bağımlı büyük burjuvazinin ve toprak
sahiplerinin iktidar gücünün kırılmasını istiyorlar. Chavez
bunu gerçekleştirmek için en uygun önderdir.
Chavez, emperyalizme ve onun
yerli işbirlikçilerine karşı ulusalcı güçler ittifakını
temsil ediyor. Görünüşte sınıflar üstü; ulusal birlik ve
“Bolivarcı Devrim” için mücadele ediyor. Onun bu mücadelesinde
en önemli dayanağı da devlet mekanizmasındaki ve ordudaki kendine
bağlı güçler oluşturuyor.
Bu haliyle Chavez, tabii ki
Marksist devrim teorisini dogma olarak görecek ve reddedecektir. Bu
haliyle tabii ki, özel mülkiyete dokunmayacaktır ve Venezuela'da
ulusal burjuva kapitalizmini savunacaktır.
Bu denge politikasını daha ne
kadar sürdürür veya ulusalcı burjuvaziyle işçi sınıfı ve
emekçi yığınlar arasındaki emperyalizme ve işbirlikçilerine
karşı Chavez önderliğinde temsil edilen ittifak daha ne kadar
sürer, bunu bilemeyiz, ama bu ülkede gelişmeler bu ittifakı
sınırlarına dayandırmaktadır. Chavez’in gerçek rengi o zaman
açığa çıkacaktır.
Chavez, önünde duran
seçenekleri bilen bir önderdir: “Bolivarcı Devrim” sürecinin
emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından ezilmesi bir olasılıktır.
Üç kere böyle bir tehlikeyi halkın yoğun desteğiyle atlatan
Chavez ve hükümeti yeniden böyle bir tehlikeyle karşı
karşıyadır.
Veya Chavez, büyük
burjuvazinin ekonomik gücüne dokunur, üretim ve mülkiyet
ilişkilerini parçalamaya yönelir ve bunu yapmak için de işçileri
ve köylüleri silahlandırır. Ama Chavez, “Bolivarcı Devrim”ini
gerçekleştirmek için silahlandırılmış güç olarak işçilere
ve köylülere değil, burjuva orduya güveniyor.
Son olasılık da emperyalizme
teslim olmaktır: Artan baskılar karşısında Chavez, emperyalizm
ve yerli işbirlikçileri karşısında tutunamaz ve uzlaşma yolu
arar. Bu, uygulamaya konan reformların geri alınması ve işçi
sınıfı ve emekçi yığınların bizzat Chavez önderliğindeki
hükümet tarafından baskı altına alınmaları anlamına gelir.
Venezuela halkı, Chavez’in
reformlarını veya “Bolvarcı Devrimi”ni gerçek bir devrim
olarak değerlendirmekte. Bu değerlendirme salt Venezuela halkıyla
da sınırlı değil. Dünyanın birçok yerinde de aynı türden
değerlendirmeler yapılıyor. Kendilerine komünist diyenlere varana
kadar birçok çevre, bu algılamanın peşine takılmış ve
Venezuela devriminden bahsetmektedir. Peki, bu devrimin kıstası
nedir? Reformla devrim arasındaki fark nedir?
Burjuva devlet, mülkiyet ve
üretim ilişkileri olduğu gibi yerinde duruyor. Buna rağmen bir
devrimden bahsedildiğine göre bu devrimin kıstası nedir? Burjuva
ufku aşmayan reformlar yapmak, Amerikan emperyalizmine karşı
çıkmak, bazı işletmeleri devletleştirmek, devrimin kıstası
olabilir mi? Peki, şimdiye kadar atılan olumlu adımları güvence
altına alan bir örgütlenme, bir güç var mı? Yok.
Yoksa devrimin yegâne kıstası
Chavez olmasın? Chavez, son seçimin ardında yaptığı konuşmada
“demokratik, barışçıl, insancıl, kansız bir devrim”den,
“tıpkı İsa’nın devrimi gibi” bir devrimden
bahsediyordu. Yani onun “Bolivarcı devrimi”, “demokratik,
barışçıl, insancıl, kansız” gerçekleşmiş, “tıpkı
İsa’nın devrimi gibi” gerçekleşmiş!
Aslında Chavez bu konuşmasında
Venezuela işçi sınıfı ve emekçi yığınlarına değil,
Venezuela burjuvazisine beni destekleyin, bu hareketi destekleyin
çağrısı yapmaktadır. Yaptığı işin korkulacak bir iş
olmadığı konusunda burjuvaziyi ikna etmeye çalışmaktadır
Chavez. Chavez, burjuvaziye “daha insancıl, daha adil” olalım
demektedir.
Chavez, programının yeni bir
şey olmadığı konusunda burjuvaziyi ikna etmeye çalışıyor. O
da biliyor ki, benzeri reformlar daha önceleri, örneğin Demokratik
Eylem Partisi tarafından 1974’te uygulanmaya çalışılmıştı.
Ulusal bağımsızlık, ülkenin
kendi olanaklarıyla (kaynaklarıyla) gelişmesi, ulusal
zenginliklerin devletin elinde olması ve buradan (petrolden) ele
edilen gelirlerin bir kısmının sosyal projeler için; yoksulluğun
dindirilmesi için kullanılması! İşte Chavez ve devrimi budur.
Chavez hareketinin ideolojik
temeli eklektiktir. Zaten burjuva popülizmi de ideolojide
eklektiktir. “21. yüzyıl sosyalizmi”nin icatçısı ve
savunucusu Chavez, siyasal faaliyetinde kendine Marks’ı, Engels’i,
Lenin’i ve Stalin’i örnek almaz. Örnek olarak Panama’da Omar
Torrijos’un önderliğindeki rejimi ve ‘60’lı yılların
sonunda ‘70’li yılların başında General J. V. Alvarado
önderliğinde Peru’da hâkim olan “devrimci” askeri rejimi
alır.
Bolivya’da J. J. Torres,
Panama’da Torriojos ve Peru’da J. V. Alvarado tecrübeleri,
işçi sınıfı ve ekmekçi yığınlara ihanetle sonuçlanmıştır.
Bu rejimler sonucunda ya emperyalizmin uşakları yeniden iktidara
gelmişler ya da Panama örneğinde olduğu gibi Amerikan işgali
direnç gösterilmeksizin kabullenilmiştir.
Seçimi kazanan Chavez,
Venezuela halkına “sosyalist” devrim sözü veriyor ve Amerikan
emperyalizmine karşı mücadelenin devam edeceğini vurguluyordu.
“Bana oy verenler, benim
için oy vermiş olmuyorlar. Onlar, temelden yeni bir Venezuela’nın
inşası için sosyalist projeye oy vermiş oluyorlar”.
“Bugün emperyalistlere
onur konusunda yeni bir ders verdik. Bu, ‘Bay tehlike’nin
imparatorluğu için (Bush kastediliyor, bn.) yeni bir
yenilgidir, şeytan için yeni bir yenilgidir. Hiçbir zaman yeniden
Amerikan sömürgesi olmayacağız. Yaşasın sosyalist devrim…
Hedef açıktır: Sosyalizm insancıldır, sosyalizm sevgidir”.
Chavez, ilk kez DSF’nda
(2005) sosyalizmden bahsetmiştir. “Bolivarcı devrimi
sosyalizme doğru yönlendirme sorumluluğunu üstlendik; bu yeni bir
sosyalizmdir, 21. yüzyılın sosyalizmidir; dayanışmaya,
kardeşliğe, sevgiye, adalete, özgürlüğe ve eşitliğe dayanan
sosyalizmdir”.
Geçen senenin Aralık ayında
yeniden seçildikten sonra kendini coşkuyla alkışlayan kitleye
hitaben şöyle diyordu Chavez:
“3 Aralık amaç değildi,
sadece bir kalkıştı. Bugün yeni bir çağ başlıyor… Temel
düşünce sosyalist devrimin derinleştirilmesi ve
yaygınlaştırılmasıdır”.
8 Ocak 2007’de, yeni
hükümetin yemin töreninde Chavez, “beş motorlu” yeni
bir program açıkladı.
“Devrimci sürecin beş
motor”unun ilkini “yetki yasası” oluşturmaktadır.
Bu yasa ona, yasalarla tedbirler alma hakkını vermektedir. Yetki
yasasını Chavez, “Bolivarcı-sosyalist” devrim
projesinin ilerletilmesi için ”ana yasa” olarak
tanımlıyor. Chavez bu yasanın kendine verdiği yetkiyi kullanarak,
“şimdiye kadar özelleştirilen ne varsa hepsini
devletleştirmek” istiyor.
Bu yasayla Chavez, Venezuela'da
demokrasinin değil, diktatörlüğün önünü açıyor.
“Devrimci sürecin beş
motoru”nun ikincisini anayasa reformu oluşturmaktadır. Bu
reformun uygulanması sonucunda Venezuela“Bolivarcı-sosyalist”
bir devlete dönüşecek. “Venezuela sosyalist cumhuriyeti
yönünde hareket ediyoruz. Bu, ulusal anayasamızın derin bir
reformunu zorunlu kılmaktadır. Sosyalizme doğru ilerliyoruz ve
hiçbir şey ve hiç kimse bizi engelleyemez” (Chavez).
Anayasanın daha da derinleştirilmesinden Chavez, devlet başkanının
başkanlık süresinin sınırlandırılmasını kaldırmayı
anlıyor. Yani Chavez, ömür boyu başkan olarak kalmanın yolunu
açıyor.
“Devrimci sürecin beş
motor”unun üçüncüsünü “bolivarcı halk eğitimi”
için kampanyanın başlatılması oluşturmaktadır. Bundan Chavez,
“yeni değerleri güçlendiren, egoizmin, kapitalizmin ve
bireyciliğin eski değerlerini yıkan” bir eğitim anlıyor.
“Devrimci sürecin beş
motor”unun dördüncüsünü “ulusal coğrafyada iktidarın
yeni geometrisi” oluşturmaktadır. Böylece “ülkenin
marjinalleştirilmiş oldukça yoksul bölgeleri iktisadi ve kültürel
ilerlemelere” çekilecek.
“Devrimci sürecin beş
motor”unun beşincisini “yerel (komünal, bn.)
iktidarın patlaması” oluşturmaktadır. Buna göre, yerel
konseyler daha da güçlendirilecekler. 2007 yılı itibariyle
kullanmaları için bu konseylere 5 milyar dolarlık bir bütçe sözü
verilmiş durumda. Chavez’e göre mevcut devlet mekanizmasının
yerini konseyler almalı,”devrimi engellemek için doğduğundan”
dolayı “burjuva devlet yıkılmalı”.
Chavez’e göre burjuva
devlet, devrimci devlete dönüştürtmelidir: “Daha ziyade
yerel, bölgesel ve ulusal düzlemde belediyelerden oluşan bir
federasyona ihtiyacımız var. Bir belediye devleti geliştirmek
zorundayız. (Bir taraftan) devrime önderlik eden belediyesel
(munisipal, bn.) devleti, sosyalist devleti, bolivarcı
devleti inşa ederken, (diğer taraftan da) hala var olan eski
burjuva devletin önü alınmalıdır”.
Bunu gerçekleştirmek için
Chavez, bütünlüklü partiden bahsediyor, partilerin birleşmesini
talep ediyor, siyasal iktidarın birleşmiş parti üzerinde
yükseleceğini söylüyor. Bu nedenle seçimi kazandıktan sonra,
bütün partilerin dağıtılması ve güçlerin “Venezuela
Birlik Sosyalist Partisi” olarak bütünleşmesi çağrısı
yaptı.
Chavez’e göre, şu anda
hükümetini destekleyen çok sayıda partinin varlığı “21.
yüzyıl sosyalizmi”nin inşası önünde bir engel teşkil
etmektedir.
Chavez, devrimci alt-üst
oluşla değil, parlamenter yoldan ilerleyerek sosyalizmi inşa
etmeyi amaçlıyor. Chavez, “Devrimci sürecin beş motor”unu
kullanarak; reformlar gerçekleştirerek “21. yüzyıl
sosyalizmi”ni gerçekleştireceğinin propagandasını yapıyor.
Bu tecrübeyi tanıyoruz.
Allende de parlamenter yoldan sosyalizmin kurulacağına inanıyordu.
Onun bu inancı 1973’te kanlı bir darbe ile darmadağın edildi.
Reformlarını gerçekleştirmek
için gelir bakımından önemli olan işletmelerin
devletleştirilmesi sosyalizm olamaz. Bazı işletmelerde işçi
kontrollerinin ve kooperatiflerin teşvik edilmesi, burjuva popülist
çerçeveyi aşmamakta. Bu tedbirler de sosyalizm olamaz.
II- Chavez, Devrim ve Parti
Chavez'in estirdiği rüzgarı
devrim olarak tanımlayanların ideolojik ve örgütlenme bakımından
çok farklı yerlerde durmaları yanıltıcı olmamalıdır. Bunların
bir kısmı devrimden ne anladığını Chavez'i konuşturarak
dillendirirken, bir kısmı da 21. Yüzyılda Marksizm-Leninizmi
Chavez'in devrim anlayışı seviyesine çekmek derdine düşmüştü.
Chavez'in yaptıklarını devrim olarak göstermek için dünya
çapında bayağı mesai tüketilmektedir. Chavez pratiğinin,
ekonomideki değişime (üretim ve mülkiyet ilişkilerinde
değişim); nitel bir değişime denk düşmediği, devletin ve
ordunun yapısında da nitel bir değişimin olmadığı bilindiği
için, Chavez-devrimini kanıtlamak adına uluslararası alanda mesai
tüketenler, bu alandaki değişime dayandırılan bir devrimden
bahsetmektense Chavez önderliğinde gerçekleştirilen sosyal
reformları devrim olarak tanımlamaya çalıştılar. Bayağı da
uğraştılar.
Bu anlayışa göre
devrim yapmak pek de zor bir iş değil:
- Seçime katılacaksın ve seçileceksin.
- Olmazsa darbe denemesi de yapabilirsin.
- Eskisinden daha iyi, “demokratik” bir anayasa kabul ettireceksin.
- Başkanlık görevinden alınmamak için muhalefetin çabalarını boşa çıkartacaksın.
- Yabancı sermayeyi ve oligarşinin elindeki bir kısım sermayeyi devletleştireceksin.
Bunları yaptığın takdirde
“devrim” gerçekleştirmiş olursun!
Bu anlayışa göre;
- Parlamenter yoldan,
- Reformlarla,
- Mülkiyetin sınıfsal karakterine dokunmaksızın,
- Devletin ve ordunun yapısına dokunmaksızın; bu yapıları yıkıp yerine devrime tekabül eden yapıları kurmaksızın pekâlâ devrim yapılabilir.
Bu yazı boyunca bahsedildiği
gibi Latin Amerika’da, Chavez’i aratmayan, radikal adımlar atan
darbeciler iktidara gelmişlerdi. Onlar da devrimden bahsetmişlerdi.
Bunun ötesinde Şili’de bir Allende tecrübesi yaşandı.
Anlaşılan o ki, bütün bu tecrübeler Chavez pratiğinde devrim
keşfedenleri pek ilgilendirmemektedir.
“Taktik Üzerine
Mektupları”nın ilkinde Lenin, bir devrimin temel özelliğini
tanımlarken şöyle der: “Devlet iktidarının bir sınıfın
elinden diğerinin eline geçmesi, bir devrimin
ilk, en önemli temel özelliğidir; bu, bu kavramın hem
sıkı bilimselliği hem de pratik-politika anlamı bakımından
böyledir” der.
Venezuela'da devlet iktidarı
hangi sınıfın elinden diğer bir sınıfın eline geçmiştir ki,
Chavez’in başlattığı süreç devrim olarak tanımlansın?
Chavez, mevcut burjuva devletle ve dağıtmaya ve yeniden kurmaya hiç
niyeti olmadığı burjuva orduya dayanarak reformlarını
gerçekleştirmeye çalışmaktadır. İşin gerçeği budur.
Şüphesiz ki, Chavez hükümet
olduğundan bu yana çıkartılan birtakım yasalarla oligarşinin
devlet, bürokrasi, ordu, polis ve başka kurumlardaki (mahkemeler,
eğitim vs.) gücü geriletilmiştir. Ama bu kurumların karakteri
asla değişmemiştir. Lenin’in dediği anlamda Venezuela'da
“Devlet iktidarı bir sınıfın elinden diğerinin eline”
geçmemiştir.
Oligarşinin birtakım
ayrıcalıklarına dokunulmadığını; Chavez’in ‘bana
dokunmayana ben de dokunmam’ taktiği uyguladığını ve bu
anlamda toprak reformu yaparken büyük toprak beylerinin
topraklarından ziyade devletlin elinde olan toprakları bir kısım
köylüye dağıttığını Venezuela'da devrimden bahsedenlerin
bilmediklerini varsayamayız.
Aynı şekilde, Chavez’in
genel olarak yabancı sermayeye; genel olarak emperyalizme karşı
mücadele etmediğini, esas itibariyle Amerikan emperyalizmine karşı
mücadele ettiğini; yabancı sermayeye ortak çalışma önerileri
sunduğunu; yani onları ülkeden kovmaya hiç niyetinin olmadığını;
IMF’ye, DB’na karşı olmakla birlikte uluslararası sermaye ile
ilişkileri koparmadığını, AB’nin emperyalist ülkeleriyle,
Rusya’yla, Çin’le iyi ilişkiler sürdürdüğünü Venezuela'da
devrim keşfedenlerin bilmediklerini varsayamayız. Bütün bunlar,
Chavez’in antiemperyalist “radikal”liğinin Amerikan
emperyalizmiyle sınırlı kaldığını göstermektedir.
Parti sorunu:
Başkanlık seçimlerini
kazandıktan birkaç hafta sonra Chavez, hükümetinde yer alan
koalisyon güçlerinden oluşan “Sosyalist Birlik Partisi”nin
kuruluşunu açıkladı. Chavez’e göre partisi “Beşinci
Cumhuriyet Hareketi” ile koalisyonu oluşturan diğer partilerin
bir partide birleşmeleri gerekiyordu. Koalisyonda yer alan bazı
partiler, Chavez’in bu fikrine önce karşı geldiler, ama sonra
onlardan bazıları bu fikri kabul etti. Böylece koalisyonda yer
alan sosyal demokratların bir kısmı –“Herkes İçin
Anavatan”-PPT ve
“Demokratik ve Sosyal Kutup”-Podemos
yeni oluşuma katıldılar. “Sosyalist Birlik Partisi”nin
kuruluşu bu yıl sonunda tamamlanmış olacak.
Venezuela'da siyasal partilerde
izlenen değişimler ülkedeki siyasal yaşamın radikalleşmesinden;
radikal politikleşmesinden ayrı olarak ele alınamaz. Chavez,
devlet başkanlığının ilk döneminde (1999), oldukça farklı
görüşler savunan birsiydi. O zaman ne koalisyonu oluşturan
partilerin ne birliğini ve ne de sosyalizmi savunuyordu. O zamanki
Chavez, bir “Üçüncü Yol”cuydu. A. Blair (İngiltere) ve G.
Schröder’in (Almanya) “Üçüncü Yol” anlayışını
savunuyordu. Ancak 2005’in başından bu yana sosyalizmi telaffuz
etmeye başlamıştır.
Chavez, hangi güçleri
birleştirmek istiyor?
Mevcut koalisyon içinde
sosyalistlerin, devrimcilerin, “komünist”lerin yanı sıra
ulusalcı güçler de yer almaktadır. Bu ulusalcı güçler; ulusal
burjuvazi, bugün olmazsa yarın, gelişmesine paralel olarak yabancı
sermaye ile yeniden bağ kuracaktır. Ama öncelikle ülke pazarına,
zenginliklerine hâkim olmak isteyecektir. Bu nedenle; bu amacına
ulaşabilmek için ulusal burjuvazi, kendi mezar kazıcısı işçi
sınıfıyla ittifak yapmaktan da çekinmeyecektir. Zaten bugün
böyle bir ittifak içindedir. Bu burjuvazi, kendisi büyük
burjuvazi olana kadar böyle bir ittifakın devamından yana olacak
ve yabancı sermayeye karşı mücadele edecektir.
Chavez’in önderlik ettiği
koalisyonda, emperyalizmin işbirlikçileri dışında hemen bütün
toplumsal sınıf ve tabakalar temsil edilmektedir. Emperyalizme
karşı mücadelede, bu doğrudur. Ama sorun sosyalizmin inşasına
ve partiye gelince durum değişmektedir. Chavez, sınıfsal olarak,
ideoloji olarak; dünya görüşü olarak bir araya gelemeyecek
sınıfları ve sosyal tabakaları bir potada eritmek ve sosyalizmi
bu “Sosyalist Birlik Partisi” ile kurmak istemektedir. Chavez,
kelimenin gerçek anlamıyla çok sınıflı ve sosyal tabakalı bir
parti kurmak istemektedir. Bu, olsa olsa yeni bir sosyal demokrat
parti, yeni bir halkçı parti olabilir. Evet, devlet partisi
olabilir.
Şüphesiz ki, emperyalizme ve
işbirlikçilerine karşı “Bolivarcı Hareketi” güçlendirecek
olan farklı siyasal ve sosyal akımların birleşmesinden oluşacak
yeni parti olumlu bir gelişmedir.
Chavez, darbe yapmayı hafife
aldığı gibi, parti kurmayı ve bu partiyle sosyalizm inşa etmeyi
de hafife almaktadır. 15 Aralıktaki (2006) konuşmasında “Yeni
bir parti kuracağımı bugün açıklıyorum. Varlıklarını
sürdürmek isteyen partiler, buna katılmayabilirler, ama hükümetten
ayrılacaklar” diyerek parti kurma işini ne denli hafife
aldığını açıklıyor ve aynı zamanda da buna katılmak
istemeyen ortaklarını tehdit ediyordu.
Chavez’e
göre yeni parti, “Venezuela
tarihinin en demokratik ve en devrimci partisi”
olacak. Bu parti, bütün sol güçleri bağrında toplayacak. Bu
yeni oluşuma katılmak isteyenlerin yanı sıra revizyonist komünist
partisi gibi katılmak istemeyen güçler de var
(7).
Chavez’in kafasında
canlandırdığı “Venezuela Sosyalist Birlik Partisi”, kendi
önderliğinde ulusal burjuvazinin iktidarının güçlenmesine
hizmet edecek bir oluşumdan başka bir şey olmayacaktır. Bu, sol
ve yurtsever parti ve hareketleri aynı politik çizgiye getirme
çabasıdır. Benzeri gelişme 1960 sonrasında F. Kastro
önderliğinde Küba’da da yaşanmıştı
Chavezcilik yeni değil:
1968’de Panama ve Peru’da,
1969’da Bolivya’da, 1972’de Ekvator’da ulusalcı ve kısmen
de solcu subaylar, bağımsız gelişmeyi, ulusal güçlenmeyi içeren
programlarla iktidarı ele geçirmişlerdi. O subaylar da, aynen
Chavez gibi, politik yaşama halkın katılımından, devrimden ve
sosyalizmden bahsediyorlardı. O gün General J. V. Alvarado “Peru
devrimi”nden bahsediyordu. Günümüzde ise Chavez, “Bolivarcı
Devrim“den bahsetmektedir. Bugünün antiamerikancılığı, evet
antiemperyalizmi, petrol ve doğal gaz gibi önemli hammadde
kaynaklarının, önemli işletmelerin devletleştirilmesi o günde
gündemdeydi. General Ovando, petrol işletmelerini devletleştiriyor
ve Bolivyalılar için hor görülme dönemi kapanmıştır diyordu.
Bugün Morales de aynı türden konuşmalar yapmaktadır. O dönem
petrol işletmelerinin devletleştirildiği tarih Peru’da ulusal
onur günü olarak ilan edilmişti. Bugün Chavez’in
Venezuela’sında olduğu gibi o gün askeri yönetimli Peru’da da
halkın katıldığı, açık bir toplumsal demokrasiden
bahsediliyordu. Öyle ki, askeri rejimin başı General J. V.
Alvarado, köylülere “artık patron senin yoksulluğunla
beslenmeyecektir” diye hitap ediyordu. Bu general de “devrimci
sosyalizm”den etkilenmişti. Askeri rejimin başı bu general,
darbeyle iktidara gelişinden yaklaşık bir sene sonra, yaptıkları
işin eskilerine eklenen yeni bir darbe olmadığını, aksine
ulusalcı bir devrimin başlangıcı olduğunu, bütün ulus ve
silahlı güçler olarak kesin kurtuluşa doğru yürümeye
başladıklarını, sömürgeci oligarşinin iktidarını
yıktıklarını ve dış baskılara karşı koyarak egemenliği
kazandıklarını ve nihayetinde gerçek gelişmenin temelini
attıklarını anlatıyordu.
Ekvator’daki askeri rejimin
başı General R. Lara, devrimci, milliyetçi, sosyal-hümanist ve
özerk bir gelişmeden yana olduklarını açıklarken, Panama’da
da diktatör Omar Torrijos Harrera kendini “devrimin önde gelen
lideri” ilan etmek için yasa çıkartıyor ve devrim,
“zenginler için değil, yoksullar için” yapılır ve
amacı “sosyal adaleti” sağlamaktır diyordu.
Sol
söylemli, popülist rejimlerin ömrü uzun olmadı. Şili’de
gerçekleşen faşist darbe ve yaşanan ekonomik kriz, Peru’da
askeri rejime karşı olan burjuvazinin muhalefetini daha da
keskinleştirdi. Sanayi burjuvazisi de “işçi katılımı”
uygulamasından korktuğu için muhalefete katıldı. Sonuçta
Peru’da askeri rejim 1975’te başka bir darbeyle devrildi.
Ekvator’daki askeri rejim de 1976’da devrildi. Bolivya’da ise
darbe üstüne darbe yapılmış ve Ovando rejimi 1970’de
devrilmişti. Ovando, “Bolivan Gulf Oil”i ve bir kısım maden
ocağını devletleştirir. Bu hareketinden dolayı ve işçilerin
fabrikalara kar bazında ortak olacağını açıkladığı için de
büyük destek almıştı. 1970’de Ovando’yu devirerek onun
yerine geçen General Torres’in önderliğinde gerçekleştirilen 4
Ekim 1970’deki darbeyi “sol” partiler ve öğrenciler
desteklemişti. O da umut dağıttı ve düşürülen işçi
ücretlerine yüzde 40 zam yapacağını açıklaması işçiler
tarafından yoğun coşkuyla karşılandı. O gün “sol” partiler
ve sendikalar “kurucu meclis” öneriyorlardı. Darbeci başı
Torres bu öneriyi kabul etti, ama başka bir darbeyle devrildi.
Bugün Evo
Morales’in
talep ettiği “kurucu meclis”, o günden kalma bir anlayıştır.
Chavez diyor ki, “devrimci
demokrasi 21. yüzyılın sosyalizmine, Bolivarcı, Venezuelalı,
Latin Amerikalı damgasını taşıyacak bir sosyalizme doğru bir
yol, bir köprü, bir geçiş oluşturmaktadır.” Bu
“sosyalizm” de “21. yüzyılın sosyalizmi” oluyor.
Yani birtakım reformlar yapacaksın; devlete ait toprakların bir
kısmını köylülere dağıtacaksın, petrol gelirlerinin bir
kısmını sağlık, eğitim ve gıda yardımı için kullanmayı
planlayacaksın, işçi yönetimi diye kapitalistlerin mülkiyetinde
olan kapatılmış bazı fabrikaları devletleştirerek hisselerinin
yarısını kurulan işçi kooperatiflerine vereceksin ve sonra da
bütün bunları devrim olarak ilan edeceksin!
Chavez ilk kez 2005’te
sosyalizmi dillendirir. Onun daha öncesinde böyle bir anlayışının
olduğu bilinmez. Ancak 2002’de Chavez’e karşı girişilen
darbeyi geri püskürten emekçi yığınlar, böylelikle siyasi
arenaya aktif olarak katılmaya başlamışlardı. Bu, Chavez’de
söylem değişimine neden olmuştur. Kendini devirmeye yeltenen
burjuvazi karşısında emekçi yığınlar devrimci bir tepki
vermişler ve Chavez de yığınların yükselen kendiliğindenci
mücadelesine bağlı olarak sosyalizmden bahsetmeye başlamıştır.
Venezuela'da keskinleşen sınıf mücadelesi Chavez’i sınıflar
üstü bir konum alamaya itmiştir. O, artık Bolivarcı Bonapart
olmuştur. O zamana kadar sürekli tekrarladığı “ne
kapitalizm ve ne de sosyalizm” söylemini bir kenara itmiş ve
bir taraftan adım adım “sosyalist” olurken, diğer taraftan da
gelişen kitle mücadelesini; kendiliğindenci devrimci mücadeleyi
birtakım reformlarla düzen içinde tutmaya çalışmıştır.
“Bolivarcı Devrim” nedir
dendiğinde bu devrimin ögeleri olarak şunlar sıralanacaktır:
- Kendi Kaynaklarına Dayanarak Kalkınma Çemberleri;(kooperatifler, “ortak yönetim”.
- Yerel Kamusal Planlama Konseyleri; katılımcı bütçe uygulamaları.
- Kamusal Zorunluluk Programları; sağlık, eğitim ve yoksullukla mücadele.
İşte bunlar, “21. yüzyıl
sosyalizmi”ni belirleyen ögelerdir.
“Sosyal devlet”i savunmak,
doğal kaynakları (petrol) devletleştirerek buradan elde edilecek
gelirlerin bir kısmını sosyal projeler için kullanmak ve
nihayetinde büyük toprak sahiplerini hedeflemeyen bir toprak
reformu veya bir bütün olarak burjuva mülkiyet karakteri
değişmeyen devletleştirme devrim olursa, komünist partisi
önderliğinde işçi sınıfının gerçekleştireceği ve burjuva
mülkiyet ve üretim ilişkilerini kaldırmayı, burjuva düzeni
yıkmayı amaç edinen kalkışma ne olur?
Venezuela'da güya farklı bir
mülksüzleştirme gerçekleştirildiği için devrimden
bahsediliyor. Oysa bu ülkede hiç de farklı bir mülksüzleştirme
söz konusu değildir. Venezuela'da işçi kooperatiflerine
dayandırılan mülksüzleştirme kapitalist mülkiyeti ortadan
kaldıran bir adım değildir. Doğru, yeni işçi kooperatifleri
kurulmuştur. Bunların sayısı 70 bini geçiyor. Chavez’in
iktidara geldiğinde ise sadece 800 idi. Bu kooperatifler, devletten
ucuz krediler alıyorlar, şirket kuruyorlar ve ihalelere de
katılıyorlar. Ötesinde devlet, küçük işletmeleri teşvik
ediyor. Venezuela'da ister kooperatiflere bağlı olsun, isterse de
bağımsız olsun sayıları binlerle ifade edilen küçük
işletmeler açıldı. Söylentiye göre bu işletmelerde 200 binden
fazla insan çalışmaktadır.
Söz konusu bu kooperatifler,
“Bolivarcı Halkalar”ın temel ögelerinden birisidir ve deniyor
ki, bu kooperatifler, burjuva mülkiyet karşısında kolektif
mülkiyeti temsil ediyorlar.
Yani Chavez, işçi sınıfına;
- Burjuva düzeni yıkmak için örgütlen,
- Burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerini parçala demiyor.
Ama işçi sınıfını ve
emekçi yığınları;
- Küçük burjuva yaparak,
- Kapitalist sömürüye mahkûm etmeye,
- Burjuva düzeni ebedileştirmeye,
- Gelişen sınıf çelişkilerini törpülemeye çalışıyor ve bir kısım aklı evveller de bunu devrim olarak tanımlıyor.
Aynı öğüdü yıllar öncesi
Proudhon da vermişti. Bu baya göre işçiler;
- Birtakım haklar için mücadele etmemeliydiler,
- Grev yapmamalıydılar,
- Ücretlerine zam istememeliydiler.
Bunu yerine;
- Ucuz kredi alarak kooperatifler kurmalıydılar.
- Kooperatif örgütlenmesi, sonuç itibariyle devrime gerek kalmadan kapitalizmi ortadan kaldıracaktı.
- Halk Bankası kurulmalıydı ve kredi işleri bu banka tarafından organize edilmeliydi.
Proudhon, küçük üreticilerin
kooperatiflerde örgütlendiği bir “sosyalimi” savunuyordu. Bu
olsa olsa ancak bir küçük burjuva sosyalizmi olabilirdi. Bu hayali
bugün Chavez yaşatıyor, Proudhon gibi, küçük üreticilerin bu
savunucusunun yolunda gidiyor, ucuz kredili, devlet teşvikli
kooperatif anlayışıyla.
Venezuela'da çarpıtılmış
bir işçi yönetimi “Bolivarcı Devrim” için bir kıstas olarak
öne sürülüyor. Ama gerçeklik pek de öyle değil. Doğru,
devlete ait bazı işletmelerde “ortak yönetim”e geçildi.
Sahibi tarafından kapatılan bazı işletmeler, önce
devletleştirildi ve sonra da devletleştirilen bu işletmelerin bir
kısım hisseleri buraları yeniden çalıştırmaya başlayan işçi
kooperatiflerine devredildi. Öyle ki, işçilerin kapitalistlerin
yönetimindeki kurullara katılmalarında öte pek fazla bir anlamı
olmayan “ortak yönetim”, aklı evveller tarafından,
kapitalistlerin işletmelerden kovulmaları ve kontrolün işçilerin
eline geçmesi olarak lanse edildi.
“Bolivarcı Devrim”in temel
direklerinden birisi de toprak reformudur. Venezuela'da ekilebilir
toprakların yüzde 77 kadarı en zengin kesimin sadece yüzde 3’ünün
kontrolündedir. Buna karşın yoksul köylülerin yüzde 50’sinin
sahip olduğu toprak miktarı ise ekilebilir alanların sadece yüzde
1’ine tekabül etmektedir. Chavez, ekilmeyen toprakların ekime
açılmasını ve böylece kırsal alanda da ulusal kalkınmanın
desteklenmesini talep ediyor. 2005’te yeniden yapılandırılan
toprak reformunun amacını açıklarken “Büyük çiftliklere
karşı mücadele Bolivarcı devrimin özüdür”. “Gerçek bir
kanser olan bu tarihsel sorunla yüzleşmenin zamanı gelmiştir. Bu
korkunç toprak sahipliği var olduğu müddetçe hiçbir gelişme
programı ilerletilemez” diyen Chavez, bir yandan büyük
toprak sahiplerini sıkıştırıyor, diğer yandan da devletin
mülkiyetinde olan toprakların bir kısmını köylülere
dağıtıyordu.
Venezuela'da toprak reformunun
başka bir amacı daha var: Chavez iktidarı, şehirlerde işsizleri,
patlamaya hazır varoş sakinlerini, işsizliğe karşı mücadele
adı altında kırsal alana yönlendirmeyi amaçlıyor.
İlan
edildiği gibi Chavez’in toprak reformu, “Bolivarcı
Devrim“in
temel direklerinden birisi olmamıştır. En azından henüz
olmamıştır. Chavez iktidarı 130 bin köylüye 2,2 milyon hektar
toprak dağıtmıştır
(8),
ama büyük toprak sahiplerine dokunamamıştır.
III- Chavez Sosyalizmi
1998’de devlet başkanı
seçildikten sonra “üçüncü yol” propagandası yapan Chavez,
Venezuela'da politik yaşamın radikalleşmesine paralel olarak
”üçüncü yol”culuktan vazgeçerek “21. yüzyıl sosyalizmi”
diye kavramlaştırdığı bir “sosyalizm” türü savunmaya
başlamıştır.
Chavez’e göre “21. yüzyıl
sosyalizmi”, insancıl demokratik bir toplum biçimini ifade eder.
Bu düzenin merkezinde insan, onun her yönlü gelişmesi ve
ihtiyaçları durur.
“21. yüzyıl sosyalizmi”,
sosyalizmde geçmişi ve mevcut olanı aşmak anlamına geliyor. Bu
sosyalizm anlayışında devlet ve toplumun ekonomik temelleri pek
önemsenmiyor. Şimdiye kadar “21. yüzyıl sosyalizmi” adına
yapılanlar, birtakım reformları gerçekleştirmenin, insanları
politik karar verme mekanizmasına katmaya çalışmanın ötesine
pek geçmemiştir. Bu sosyalizm anlayışında üretim ilişkileri ve
mülkiyetin sınıfsal karakteri pek önemli değildir. Büyük
toprak beyliğini ortadan kaldırmaya çalışmak, toprak reformu
yapmak veya yabancı sermayeyi devletleştirmek, her ne kadar
sosyalizmin kurulması anlamına gelmese de “21. yüzyıl
sosyalizmi” açısından pekâlâ sosyalizmin kurulması
olabiliyor.
“…Venezuela… devlet
başkanı Hugo Chavez… dün yemin ederek görevine başladı. Altı
yıllık ikinci dönem iktidarına başlayan Chavez, yemin töreninde,
efsane devrimci Che'nin "Vatan, sosyalizm veya ölüm"
sloganını alıntılarken, 'en büyük sosyalist Hz. İsa' üzerine
'Venezuela sosyalizmini uygulama' yemini etti: "Tarihin en büyük
sosyalisti İsa ve mükemmel anayasa üzerine yemin ederim.
Dinlenmeden, yaşamım ve gecelerimi Venezuela sosyalizminin inşasına
adayacağım. Vatan, sosyalizm ya da ölüm". Önceki gün
elektrik ve telekomünikasyon şirketlerini millileştirme planını
açıklayan Chavez, meclisin kendisine 'devrim yasalarını
kararnamelerle uygulama' yetkisi vermesini de istedi”(9).
Kendini Venezuela'daki
sosyalizmin inşasına adayan, en azından bunun için yemin eden
Chavez, birtakım işletmeleri devletleştirerek bu işi
gerçekleştirmiş olacağına inanıyor. Yani ona ve bazılarına
göre devletleştirme, sosyalizmle eş anlamlı oluyor.
“Bolivarcı Devrim”i
anlamak için burjuva devlet ve devlet mülkiyetinin ne anlama
geldiğine bakmak gerekir. Veya her devletleştirme sosyalizm midir?
Her devletin sınıfsal
karakteri vardır. Bundan dolayı bir sınıfın elinde olan devlet,
toplumdaki başka sınıfları baskı altında tutmanın aracıdır.
Burjuva devlet, burjuvazinin hâkim sınıf olduğu koşullarda
vardır ve bu sınıfın diğer sınıflar karşısında hâkimiyetini
korunmasının ve devam ettirmesinin aracıdır. Proletarya
diktatörlüğünde de devlet, diğer görevlerinin yanı sıra,
siyasal iktidardan ve mülkiyetinde uzaklaştırılan burjuvaziyi,
karşı devrimi baskı altında tutmanın bir aracıdır.
Devletin sınıfsal karakteri
olduğu için devlet mülkiyetinin de sınıfsal karakteri vardır.
Bu nedenle kapitalizmde devlet mülkiyeti, burjuva mülkiyetten başka
bir anlam taşımaz. Sadece sahipliğin biçim değişmiştir. Devlet
mülkiyetinde mülke sahip olan tek tek kapitalistler veya şirketler
değil, adı üstünde devlettir. Ne var ki, devlet mülkiyetiyle
kamu mülkiyeti sürekli birbirine karıştırılır ve çoğu kez
devlet mülkiyeti, kamu mülkiyeti olarak ve kamu mülkiyeti de
devlet mülkiyeti olarak algılanır.
Oysa kamu mülkiyeti, tüm
topluma ait olan mülkiyettir. Mülkiyetin bu türü aslında
mülkiyetsizliğin de ifadesidir. Mülkiyet herkese; kamuya; topluma
ait olduğuna göre orada sınıf yok demektir. Sınıfsal bağından
kopmuş mülkiyet de gerçek mülkiyet olmaktan çıkmış olur. Bu
türden mülkiyet veya kamu mülkiyeti sınıfsız toplum olan ilkel
komünal toplumda ve komünizmde söz konusudur.
Sosyalizmde de mülkiyetin
sınıfsal karakteri vardır ve sosyalizmin inşası derinleştikçe,
toplumda sınıfsal farklılıklar kayboldukça; toplum
sınıfsızlaştıkça sosyalist mülkiyet de toplumsallaşmış
olur; bütün toplumun sınıfsız toplumun mülkiyeti olur. Bu süreç
komünizme geçiş, mülksüzleşme sürecidir.
Burjuvazi, kendi devlet
aygıtını sınıflar üstü kurum olarak yansıtmaya çalışır.
Ona göre devlet, toplumdaki bütün sınıflara eşit mesafede
durur; bütün toplumun devletidir. Dolayısıyla devlet mülkiyeti
de toplumun mülkiyetidir; kamu mülkiyetidir!
Şüphesiz ki, sınıf
mücadelesi sürecinde öyle gelişmeler olur ki, daha geri mülkiyet
ilişkileri karşısında devrimci, ilerici konumda olan burjuvazinin
mülkiyeti ve devlet mülkiyeti belli bir ilericiliğin ifadesi
olabilir. Örneğin, feodalizme karşı mücadelede muzaffer olan
burjuvazinin mülkiyet ilişkilerine hâkim olması; kapitalizmi
geliştirmesi; devlet mülkiyetini geliştirmesi, eskiyi temsil eden
feodalizme karşı tarihsel bir ilericiliğin ifadesidir. Ama bizi
burada ilgilendiren bundan ziyade, her devletleştirmenin sosyalizm
olup olamayacağıdır veya devletleştirmenin mülkiyetin
toplumsallaştırması anlamına gelip gelemeyeceğidir. Yukarıda
oldukça kısaca da olsa belirttiğimiz gibi, her devletleştirme
sosyalizm olamaz ve devletleştirme mülkiyetin toplumsallaştırılması
anlamına gelmez. Devletleştirmenin sosyalizm olabilmesi için,
siyasal iktidarın proletaryanın elinde olması gerekir. Böyle bir
durum Venezuela'da söz konusu değil. Bunun ötesinde mülkiyetin
gerçek anlamda toplumsallaşması için sosyalist inşanın
komünizme geçecek derecede derinleşmiş olması gerekir ki,
insanlık tarihinde böyle bir tecrübe henüz yaşanmamıştır.
Bu anlayışlarımız Engels’in
şu sözlerinden çıkartılabilir:
“Kapitalist üretim
biçimi, nüfusun büyük kısmını gitgide proleter durumuna
düşürürken, yok olma tehdidi altında, bu devrimi gerçekleştirme
zorunda bulunan gücü yaratır. Toplumsallaşmış büyük üretim
araçlarının gitgide devlet mülkiyeti durumuna dönüşümüne
götürerek, bu devrimi gerçekleştirmek için izlenecek yolu kendi
gösterir. Proletarya, devlet
iktidarını ele
geçirir ve
üretim araçlarını
önce devlet
mülkiyeti durumuna
dönüştürür. Ama bunu yapmakla,
proletarya olarak kendi kendini ortadan kaldırır, bütün sınıf
farklılıkları ile sınıf karşıtlıklarını ve aynı biçimde,
devlet olarak devleti de ortadan kaldırır. Sınıf karşıtlıkları
içinde evrimlenen daha önceki toplumun devlete, yani, her durumda,
sömürücü sınıfın kendi dış koşullarını sürdürmek,
öyleyse özellikle sömürülen sınıfı var olan üretim biçimi
(kölelik, toprak köleliği, ücretlilik) tarafından verilmiş
baskı koşulları içinde tutmak için kurduğu bir örgüte
gereksinmesi vardı. Devlet, tüm toplumun resmi temsilcisi, onun
gözle görülür bir kurul biçimindeki bireşimi idi, ama bu, tüm
toplumu, zamanı için, kendi başını temsil eden sınıfın
devleti olduğu ölçüde böyle idi: İlkçağda, köle sahibi
yurttaşların; ortaçağda, feodal soyluluğun; çağımızda,
burjuvazinin devleti. Sonunda gerçekten tüm toplumun temsilcisi
durumuna geldiği zaman, kendi kendini gereksiz kılar. Baskı
altında tutulacak hiç bir toplumsal sınıf kalmayınca; sınıf
egemenliği ve üretimdeki güncel anarşi üzerine kurulu bireysel
varoluş mücadelesi ile birlikte, bunlardan doğan çatışma ve
aşırılıklar da ortadan kalkınca, artık baskı altında
tutulacak hiçbir şey yok demektir ve özel bir baskı iktidarı,
bir devlet, zorunlu olmaktan çıkar. Devletin gerçekten tüm
toplumun temsilcisi olarak görüldüğü ilk eylem -üretim
araçlarına toplum adına elkonması-, aynı zamanda onun devlete
özgü son eylemidir de. Devlet iktidarının toplumsal ilişkilere
müdahalesi, bir alandan sonra bir başkasında gereksiz duruma gelir
ve sonra kendiliğinden uykuya dalar (10).
O halde Venezuela'da olan
nedir?
Chavez önderliğinde Venezuela
ulusalcı güçleri, iç pazara hâkim olmak için emperyalistlerin
ve yerli işbirlikçilerinin elinde olan işletmeleri devletin
mülkiyetine geçirmeye çalışıyorlar ve bunu da tazminat ödeyerek
yapıyorlar. Buradaki tarihsel ilericilik, emperyalizme (yabancı
sermayeye) ve onunla işbirliği içinde olan yerli güçlere karşı
alınan tavırdır. Yoksa Chavez’in devletleştirmesinin
toplumsallaştırma ve sosyalizm olduğu değildir.
Venezuela'da burjuva/kapitalist
mülkiyette biçim değişimi söz konusudur: Uluslararası
tekellerin ve yerli işbirlikçilerinin elinde olan işletmelerin
devletin eline geçmesidir, yani bireylerin veya şirketlerin özel
mülkiyetinin devlet olarak örgütlenmiş burjuvazinin mülkiyetine
geçmesidir.
Kapitalizmde devlet mülkiyeti,
burjuvazinin kolektif mülkiyeti anlamına gelir. Bu konuda Engels
şöyle der:
“Ama ne hisse senetli
şirketler durumuna dönüşüm ne de devlet mülkiyeti durumuna
dönüşüm, üretici güçlerin sermaye niteliğini ortadan
kaldırır. Hisse senetli şirketler bakımından bu durum açıktır.
Ve modern devlet de, burjuva toplumunun, kapitalist üretim biçiminin
genel dış koşullarını, işçilerden olduğu kadar tek tek
kapitalistlerden de gelen saldırılara karşı korumak için kurduğu
örgütten başka bir şey değildir. Modern devlet, biçimi ne
olursa olsun, esas olarak kapitalist bir makinedir: kapitalistlerin
devleti, düşüncedeki kolektif kapitalist. Üretici güçleri ne
kadar çok kendi mülkiyetine geçirirse, o kadar çok gerçek
kolektif kapitalist durumuna gelir, yurttaşları o kadar çok
sömürür. Kapitalist ilişki ortadan kaldırılmamış, tersine
doruğuna götürülmüştür. Ama bu doruğa vardıktan sonra,
tersine döner. Üretici güçler üzerindeki devlet mülkiyeti,
çatışmanın çözümü değildir, ama biçimsel çareyi, çözümü
yakalama biçimini içinde saklar (11).
Demek oluyor ki, Venezuela'da
devletleştirmeyle mülkiyetin sınıfsal karakter ortadan kalkmıyor,
sadece biçim değiştirmiş oluyor. Devlet mülkiyetinde de söz
konusu olan kapitalist/burjuva mülkiyet ilişkileridir.
Bazılarına göre Venezuela'da
sosyalizm, Chavez önderliğinde “gıdım gıdım” kuruluyor.
Chavez, yetkisine ve yasalara dayanarak birtakım reformları adım
adım uygulamaya koyuyor ve bu süreç sosyalizmin inşa edilmesi
veya genel anlamda ne olduğu belli olmayan bir devrim oluyor.
Mülkiyet ilişkisi, üretim
ilişkisinin hukuksal ifadesidir. Kapitalizmde mülkiyet ilişkilerini
tasfiye etmek sadece kapitalistlerin özel mülkiyetini değil,
devletin mülkiyetini de tasfiye etmektir. Bu ise bir devrim
meselesidir. Herhangi bir devrim değil, proleter devrim meselesidir.
Proletaryanın siyasal iktidarı ele geçirmesi, burjuva devlet
mekanizmasını, üretim ilişkilerini ve onun hukuksal ifadesi olan
mülkiyet ilişkilerini yıkması ve yerine kendi sınıfsal
çıkarlarını ifade eden devletini, üretim ve mülkiyet
ilişkilerini kurmasıdır. Böyle bir süreç devletleştirmeye
indirgenerek, basit bir el değiştirme olarak ele alınamaz. Devrim,
kişi mülkiyetinin devletin mülkiyetine geçirilmesi değildir.
Latin Amerika’da
(Venezuela, Bolivya, Ekvator) devletleştirme ne anlama geliyor?
Son seçimlerden sonra göreve
başlarken yapılan konuşmalarda Chavez ve Correa bolca sosyalizmden
ve devrimden bahsettiler.
10 Ocak 2007’de göreve
başlama yemin töreninde Chavez, ülkedeki yabancıların elinde
bulunan hemen bütün büyük işletmeleri devletleştireceğini
açıkladı: 1991’de özelleştirilen telefon şirketi CANTV,
elektrik sanayi, petrol sanayi.
Chavez, özelleştirilen ne
varsa hepsini devletleştireceğini açıklıyordu. Devamla “rotamız
sosyalizmdir. Hiç kimse ve hiçbir şey bunu engelleyemez”
diyordu. Chavez’e göre devletleştirme sosyalizm oluyor:
“Özelleştirilen ne varsa hepsini devletleştireceğiz. Rotamız
sosyalizmdir. Bunu, hiç kimse ve hiçbir şey engelleyemez”. Bu
sözler, Chavez’in devletleştirme ile sosyalizmi eş anlamlı
kullandığını göstermektedir.
15 Ocakta görevi devralan R.
Correa, Chavez’den daha radikaldi. Yemin töreninde “radikal
devrim” gerçekleştirmekten bahsediyordu. “Yeni
sosyalizm”in taraftarı olduğunu açıklıyordu. Chavez’in
“21. yüzyıl sosyalizmi” taraftarı olan Ekvator’un yeni
devlet başkanı Rafael Correa, emperyalistleri, Ekvator’un
borçlarını geri ödememekle tehdit ediyor, yabancı tekellerle
imzalanmış olan petrol anlaşmalarını yeniden masaya yatırmaktan
bahsediyordu. Correa, Manta’daki Amerikan hava üssünü kapatma
tehdidini savurmadan da edemedi.
R. Correa, aralarında H.
Chavez’in, L. I. Lula da Silva’nın, D. Ortega’nın, E.
Morales’in M. Ahmedinecad’ın da hazır bulunduğu 17 devlet ve
hükümet başkanı önünde yaptığı bu konuşmada “Vatandaş
devrimi henüz başladı. Hiç kimse ve hiçbir şey onu durduramaz”
diyordu. Chavez’in “rotamız sosyalizmdir”i, Correa
tarafından “vatandaş devrimi”ne dönüştürülüyor.
Her ikisi de bunun “hiç kimse ve hiçbir şey tarafından
durdurulamayacağını” açıklıyor. Oldukça radikal sözler.
Daha önce Ekvator’da bir L.
Gutierrez gelip geçmişti. Bu bay da 2002’de, aynen bugün
Correa’nın programı benzeri bir programla seçimleri kazanmış
ve devlet başkanı olmuştu. Her nedense iki sene sonra yoğun kitle
protestoları sonucunda başkanlıktan kovuldu.
Latin Amerika’da adeta
gelenekselleşmiş bir süreç var: Geleneksel sağcı partilerin;
emperyalizmin doğrudan işbirlikçisi olan partilerin siyasal olarak
iflas etmeye başladıklarında radikal güçler; sivil veya ordudan
ulusalcı güçler kurtarıcı olarak ortaya çıkıyorlar ve darbe
veya seçimle iktidara geliyorlar. 1968’de Peru’da ve Panama’da,
1969’da Bolivya’da, 1972’de ise Ekvator’da ve 1973’te
Şili’de yaşananlar adeta tekrarlanıyor. O dönemi “sola
çark”ın birinci dalgası olarak ifade edersek bugün Brezilya’da,
Venezuela'da, Ekvator’da, Bolivya’da ve Ekvator’da yaşananlar
“sola çark”ın ikinci dalgasını oluşturur.
Her iki dönemde de bu
ülkelerde “sola çark”ın ortak bir özelliği var: Darbeyle
iktidara gelen subayların veya seçimle iktidara gelen ulusalcı
güçlerin programları, her bir ülkenin somut koşularına
dayandırıldığı için şüphesiz ki farklılıklar arz
etmektedir. Ama hepsinde ortak olan, genel olarak emperyalizmi,
özelde de Amerikan emperyalizmini, buna ek olarak bugün
neo-liberalizmi lanetlemek yığınların birikmiş kin ve nefretine
hitap etmek, sosyal eşitsizliği, ezilmişliği, onursuz konuma
düşürülmüşlüğü önplana çekmek ve açlığa, yoksulluğa
karşı programlardan, sağlık ve eğitim programlarından
bahsederek yığınların sempatisini kazanmak.
Halkçı retorik bütün Latin
Amerika’da geçerli akçedir.
Daha öncesinde Peru’da
General Juan Velasco Alvarado, Ekvator’da askeri rejimin başı
General Rodriguez Lara, Panama‘da diktatör Omar Torrijos Harrera,
devrimden, sosyalizmden bahsetmişlerdi. Ama özel mülkiyetin;
burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerinin kılına dokunmamışlardı.
Şimdilerde de Chavez, Correa, Morales vb. devrimden, sosyalizmden,
evet “21. yüzyıl sosyalizm”inden bahsediyorlar, ama her
nedense özel mülkiyete; burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerine
sıkıca bağlı kalıyorlar.
Biz şunu tartışmıyoruz:
Latin Amerika’da veya dünyanın başka yerlerinde emperyalizme ve
işbirlikçilerine karşı atılan her adımın yanındayız. Bu
anlamda Chavez’in, Morales’in, Ortega’nın, Morales’in de
yanındayız. Ama onların yanında olmak, yabancı sermayeye,
emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı ulusal zenginliklere
sahip çıkmalarının yanında olmak, bu ülkelerde yapılan
devletleştirmelerin sosyalizm olduğunu, bu ülkelerdeki
gelişmelerin devrim olduğunu kabul etmek anlamına asla ve asla
gelmez.
Sonuç:
Chavez’in iktidara gelmesiyle
bağlam içinde Venezuela'daki gelişmeler devrim olarak
nitelendirilemez. Ötesinde sosyalist devrimden hiç bahsedilemez. Bu
anlamda Chave’in hükümeti devrimci bir hükümet de değildir. Bu
ülkede 1998’dan bu yana yaşanan, o “Bolivarcı Devrim”,
aslından demokratik, yurtsever-ulusalcı bir süreçtir. Bu sürece
işçi sınıfından ve emekçi yığınlardan, gençlikten ve
ulusalcı güçlerden milyonlar katılmıştır. Bu süreci ilerleten
milyonlardır. Ancak sübjektif koşulların olgunlaşması; komünist
bir partinin işçi sınıfı ve emekçi yığınlara önderlik
edebilecek duruma gelmesi durumunda bu süreç, sosyal bir devrime
dönüşebilir.
“Kapitalizmden uzaklaşmak,
21. yüzyıl sosyalizmini yaratmak” ve bunu “Karl Marks ve
Friedrich Engels’in ilkesel düşünceleriyle uyumluluk içinde”
yapmak Chavez’in sözleridir. Ama Chavez, Marks ve Engels’in
anladığı tarzda bir devrim teorisinden ve sosyalizmden
bahsetmezler. Marks ve Engels, kapitalist düzenin yıkılmasından,
burjuva devlet mekanizmasının parçalanmasından, proletarya
diktatörlüğünden bahsederler ve devrim ve reform arasında kalın
bir çizgi çekerler. Chavez, bunu unutuyor. Onun ağzında devrim
veya sosyalizme geçiş bir süreçtir, kapitalizmden sosyalizme
doğru bir geçiştir. Bu geçiş de ancak ve ancak reformlarla
mümkün olabilir. Bu, gerçek anlamda sosyal demokratik bir
anlayıştır.
Devletleştirmek,
sosyalizmin niteliksel bir özelliği değildir. Burjuva düzende de
devletleştirme olur. Ama Chavez, özel mülkiyeti
toplumsallaştırmayı amaçlamıyor, sadece devletleştirmek istiyor
ve bunu da yapıyor
(12).
Chavez 1998’den beri
iktidarda. O günden bugüne aldığı tedbirler, uygulanan
reformlar; bir bütün olarak onun politikası ve bu politikanın
arkasında duran siyasal güçler, Chavez’in nerede durduğunu
oldukça açık bir şekilde göstermektedir.
Chavez, MVR (Beşinci
Cumhuriyet Hareketi) ittifakına dayanarak başkanlığını
sürdürüyor. MVR içinde ise hem solcu hem de sağcı güçler
örgütlüdür.
Chavez’in politik programı
çok sadedir, çok açıktır: Bu programda Venezuela ulusal
burjuvazisinin çıkarları ile emekçi yığınların (işçiler,
küçük köylüler vs.) çıkarları birleştiriliyor ve hedef
olarak öncelikle Amerikan emperyalizmi, yabancı sermaye (tekeller)
ve kendine karşı gelen emperyalizmin yerli işbirlikçileri
gösteriliyor. Chavez’in programı, sosyalizm gibi söylemlerini
bir kenara atarsak, henüz gelişmemiş olan Venezuela ulusal
burjuvazisini geliştirmeyi amaç edinmiş bir programdır. Programı
onun, ulusal burjuvazinin siyasal temsilcisi olduğunu
göstermektedir.
Chavez, programının ve
mücadelesinin gösterdiği gibi, Amerikan emperyalizmi dışındaki
emperyalist güçlere karşı tutarlı olmasa da, antiemperyalisttir.
Ulusal çıkarlar için mücadelesinden ve bu anlayışından dolayı
Chavez ve hükümeti, ulusal, yurtsever olarak tanımlanabilir.
Venezuela'da devam eden sürecin
veya “Bolivarcı sürec”in ilerici, demokratik ve genel anlamıyla
antiemperyalist olduğu tartışma götürmez. Venezuela'daki
gelişmeler, en fazlasıyla Bolivarizmin bir ifadesidir. Chavez’e
göre günümüzde Bolivarizm, bir taraftan gelişmekte olan
Venezuela ulusal burjuvazisinin ve diğer taraftan da işçi sınıfı
ve köylülüğün çıkarlarını bir potada birleştirmek ve
eritmek demektir. Chavez, programını güçlü bir popülizmle ve
eklektizmle süslüyor. Bir araya gelemeyecek güçleri bir araya
getirme çabası onun ne denli idealist ve eklektik olduğunu
gösterir.
“Bolivarcı Devrim”de
Marks’ın, Engels’in, Lenin’in, Stalin’in anlayışlarının
yeri yoktur. Bunun ötesinde R. Luxemburg’un, Ho Chi Minh’in, Mao
Zedong’un, Thälmann’ın ve derin dostluğa rağmen Fidel
Kastro’un da devrim konseptleri dikkate alınmaz. Şüphesiz
onların düşüncelerinden bahsedilir. Ama “Bolivarcı Devrim”
ve Chavez’in politik düşünceleri, çeşitli akımların üzerinde
yükselir. Örneğin Lenin’in antiemperyalizm anlayışından
esinlenilir, onun devrim, devlet, parti anlayışları dikkate
alınmaz, ama A. Gramsci’nin düşünceleri etkili olur.
Chavez, yerine göre Marks’tan, Engels’ten, Troçki’den, Mao Zedong’dan, Sartre’den bahsediyor, İsa’yı en büyük sosyalist ilan ediyor. Ama ne denirse densin “Bolivarcı Devrim”de ve Chavez’de ulusalcı-yurtsever öğe sürekli, hemen her konuda belirleyici oluyor.
Açık ki, Chavez’in
sosyalizm anlayışı soyuttur. Sosyalist düşünceyle çelişse
bile çok şeyi sosyalizm olarak anlatabiliyor. Örneğin
Hristiyanlıkla, İsa ile sosyalizmi özdeşleştirebiliyor.
Troçki’nin sürekli devriminden esinlendiğini söyleyebiliyor.
Kakao üreten kooperatifleri, mülkiyet ilişkilerini göz önünde
tutmaksızın „21. yüzyıl sosyalizmine ekonomik evrilme“
olarak görebiliyor. Somut olarak sosyalizmin proletarya
diktatörlüğü olduğu, kapitalist üretim ve mülkiyet
ilişkilerinin yıkılması anlamına geldiği onu pek
ilgilendirmiyor. Yoksullara yardım programını uygulamak, sosyalist
olmak için yetiyor.
Kapitalist üretim ve mülkiyet
ilişkilerini yıkmaya kalkıştığında –bırakalım fiilen adım
atmayı, bunu dillendirdiğinde dahi- Chavez, Venezuela burjuvazisini
karşısında bulacaktır.
Sınıflar üstü görünen
Chavez, Venezuela ulusal burjuvazisinin sosyal yönü ağır basan
devlet başkanıdır.
Chavez, ulusal kapitalizmin
savunucusudur. İşçi sınıfını ve emekçi yığınları böyle
bir kapitalizmin gelişmesine koşmaya çalışıyor. Onun kooperatif
anlayışı da buna hizmet ediyor.
Chavez’in kooperatif
anlayışı, işçi sınıfında mülkiyet tutkusunu geliştirmeye,
sınıfın kendini kooperatif çıkarıyla tanımlamasına,
özdeşleştirmesine hizmet ediyor, aynı zamanda.
Chavez önderliğindeki
hükümetin Venezuela'da ekonomik ve toplumsal düzenin karakterini
değiştirmediği gerçeğinin tartışılacak bir yanı yok. Ama
belirttiğimiz gibi, onun belli ölçülerde de olsa emperyalizme ve
yerli işbirlikçilerine karşı aldığı olumlu tavrın da
tartışılacak bir yanı yoktur. Chavez, “Plan-Kolombiya” ve
ALCA’ya (13) karşı mücadelede tutarlı olmuştur. Onun Irak
savaşı ve bu ülkenin işgali karşısında aldığı tavır da
olumludur. Bütün baskılara karşın Küba’nın yanında yer
alması da önemlidir.
Bugün Venezuela'da iki
cephe karşı karşıyadır:
Venezuela'da Bolivarcı sürecin
ilerlemesini engellemek ve mevcut hükümeti devirmek için başta
Amerikan emperyalizmi olmak üzere emperyalist güçler, ülkedeki
bütün gerici güçleri birleştirmek için sürekli arayış
içindeler. İşe yaramayan karşı devrimci oluşumları/ittifakları
dağıtıyorlar, başarılı olmak umuduyla yenilerini kuruyorlar.
“Federación de Cámaras de Comercio” (Venezuela’nın en büyük
işveren birliği olan “Ticaret Odası Federasyonu”) karşı
devrimci muhalefetin başı durumunda. Bu kuruluş, işveren
birliklerini, banka birliklerini ve Katoliklerin önde gelenlerini
temsil etmektedir. Geleneksel burjuva partiler, sendika bürokrasisi,
geçmişi “sol” olan bazı örgütler de bu karşı devrimci
cephede yer almaktadır.(14).
Bu cephenin karşısında işçi
sınıfı ve emekçi yığınlar; halk kitleler, gençlik, ulusalcı
güçler yer almaktadır. Venezuela'da bu iki cephe arasındaki
mücadele; toplumsal ve siyasal süreç giderek derinleşmekte ve
kapsamlaşmaktadır. Bu süreç, işçi sınıfından, köylülükten,
gençlikten, ulusalcı güçlerden milyonları hareketlendirmiştir.
Bu ülkede bütün toplumsal sınıflar ve sosyal tabakalar oldukça
politikleşmişler ya gelişen süreçten yana ya da ona karşı
mücadele içindeler. Venezuela'da gelişen bu mücadele karşısında
tarafsız kalınamaz. Dünya çapından bütün ilerici,
antiemperyalist, devrimci ve komünist güçlerin görevi bu
mücadeleyi desteklemektir.
Şüphesiz ki, “Bolivarcı
Devrim”i, devrim olarak tanımlamaktan, hele sosyalizme doğru
gelişmeden hiç söz edilemez. Ama buna rağmen, Bolivarcı
Venezuela, her ne kadar genel olarak emperyalizme karşı mücadele
etmese de, antiamerikancı olduğu, emperyalizmin yerli
işbirlikçilerine; “oligarşi”ye karşı mücadele ettiği
müddetçe dayanışmayı hak etmektedir.
Venezuela’nın ulusal
bağımsızlığı mücadelesinde; antiemperyalist mücadelede
Venezuela işçi sınıfı ve emekçi yığınları Venezuela ulusal
burjuvazisiyle ittifak içindedir. Bu ittifakı Chavez önderliğinde
Bolivarcı Hareket temsil etmektedir. Gelişmenin hangi yönde
olacağını ulusal güçlerle emperyalist güçler ve yerli
işbirlikçileri arasındaki mücadelenin seyri belirleyecektir.
Ve
bu seyir, 6 Aralıkta yapılan başkanlık seçimiyle Bolvarcı
Hareket aleyhine belirlenmiş gözükmektedir.
*
Dipnotlar:
1) 27 Şubat
1989’da gerçekleşen „Caracozo“ diye bilinen ayaklanma. Yüksek
fiyat artışları (Örneğin, benzinde yüzde 90 oranında fiyat
artışı, sübvansiyonların kaldırılması) karşında emekçi
yığınların tepkisi sokak gösterilerine, otobanların bloke
edilmesine dönüşür ve C. A. Perez hükümeti 23 Mart 1989’a
kadar süren sıkıyönetim ilan eder. Ordunun halka karşı
saldırısı sonucunda İnsan Hakları Örgütünün bildirdiğine
gör 4000 insan katledilir. Bu durum sonrası hükümet ekonomi
üzerine aldığı tedbirleri geri çekmek zorunda kalır ve genel
bir ücret artırımı kararı alır.
2) 4 Nisan 1992’de
Perez hükümetinin kabine değişiminden ve yoksulların lehine olan
tasarruf tedbirlerinin devam ettirileceğinin açıklanmasından
sonra H. Chavez önderliğinde MBR-200 tarafından örgütlenen ve
sol eğilimi subaylardan ve onlara bağlı askerlerden oluşan
paraşütçü birlikleri ülkenin çeşitli yerlerinde ayaklanırlar
ve başkent Karakas’a yürürler. Ayaklanma başarısız kalır ve
Chavez tarafından durdurulur. 133 subay ve 956 asker tutuklanır.
Chavez’in de aralarında bulunduğu 24 subay hakkında dava açılır.
2 Nisan 1992’de kitlesel protestolar gerçekleştirilerek anayasal
uygulamaya yeniden dönülmesi ve ayaklanmacıların serbest
bırakılması talep edilir. 42 ayaklanmacı serbest bırakılır. 9
Nisandan itibaren yeniden anayasal yaşama geçilir. 7 Eylülde,
tutukluları kurtarmak için yeniden bir darbe girişimi olur ama
başarısız kalır.
3) Chavez,
1998‘deki başkanlık seçimlerinde verilen oyların yüzde
56,2’sini alır. Chavez, Movimiento Quinta República’dan (MVR,
5. Cumhuriyet Hareket), Movimiento al Socialismo’dan (MAS,
Sosyalizm İçin Hareket), Patria para Todos’dan (PPT, Herkes İçin
Anavatan, sol bir parti), Movimiento Electoral del Pueblo’dan (MEV,
Halkın Seçim Hareketi, sol sosyal demokratik bir hareket), Partido
Comunista de Venezuela'dan (PCV, Venezuela Komünist Partisi,
revizyonist parti) oluşan Polo Patriotico (Yurtsever Yığınak
Hareketi) ile seçimleri kazanır.
4)
Gerilla mücadelesi konusundaki görüş ayrılığından dolayı
Venezuela Komünist Partisi (revizyonist parti), 1970’li yıllarda
bölünür. La Causa-Radical (1970) ve MAS
(Movimiento
al Socialismo-1971)
bu bölünmeler sonucunda kurulurlar. 1997’de Causa-Radical de
bölünür ve ardından PPT(Patria
Para Todos)
kurulur.
Bu bölünmenin önemli nedenlerinden birisi, 1998 seçimlerinde
Chavez’in desteklenip desteklenmeyeceğiydi. Destekleyenler
tarafından oluşturulan PPT, seçimlerde Chavez’le ortak hareket
eden Polo Patriotico (Yurtsever Yığınak Hareketi) içinde yer
alır. Aynı nedenden dolayı MAS da 2002’de ikiye bölünür.
MAS’ın bir kanadı (PODEMOS) Chavez’i destekler. Çoğunluk
tarafı ise muhalefette yer alır.
5)Bu seçimlerde
Chavez taraftarları 128 sandalyenden 120’sini kazanırlar.
6) Devlet Başkanı
Chavez, petrol sanayinin daha yüksek vergilendirilmesiyle,
balıkçılık ve kullanılmayan topraklara devlet tarafından el
konulmasını öngören yasayla ilgili olan reform paketini
parlamentodan geçirerek değil de kendine tanınan özel yetkiyle
geçerli kılmaya çalışmasını işverenler birliği Federcámaras
ve CVT (Confederación de Trabajadores de Venezuela- Venezuela
İşçiler Konfederasyonu)10 Aralık 2002’de ülkede yaşamı
neredeyse tamamen felce uğratan 12 saatlik bir genel grevle
cevaplandırır. 23 Ocak 2003’te 1958’de General Marcos Perez
Jimenez’in devrilmesiyle demokrasiye geçişin 44. yıl dönümünde
100 binden fazla hükümet karşıtının katıldığı bir protesto
yürüyüşü düzenlenir. Aynı anda yine 100 bin kişinin katıldığı
bir karşı yürüyüş düzenlenir. Acción Democrática, devlet
başkanının yüksek mahkeme kararıyla görevden alınmasını
talep eder. 9 Nisanda devlet petrol tekeli “Petroleos de
Venezuela”nın Chavez’e karşı, tekelin yönetimini değiştirdiği
için grevde bulunan çalışanlarını desteklemek için yeni bir
genel grev yapılır. General L. Rincón Römer önderliğinde ordu11
Nisan 2002’de darbe yapar. Bu General, Chavez’in görevinden
ayrıldığını açıklar. 12 Nisan 2002’de Federcámaras’ın
başkanı, P. C. Estanga, parlamentoyu feshettiğini ve bir geçiş
hükümeti kurmak üzere olduğunu açıklar. Darbeciler bu
açıklamanın geri alınmasını talep ederler ve 13 Nisanda o
zamanki başkan yardımcısını başkan olarak yemin ettirerek
görevlendirirler. Ama 14 Nisanda, tutuklu olan Chjavez, aniden geri
döner ve görevini talep eder. Carmona ev gözaltına alınır ve
darbeciler tutuklanırlar. Burjuva partilerden, sendikalardan işveren
birliklerinden ve çıkar gruplarından oluşan „Coordinadora
Democrática“, toplumsal yaşamı felce uğratmak, (Petrol
sanayinin çalışamaz hale getirilmesi, genel grev vs.) başkanı
devirmek için eylemlere yıl boyunca devam eder. Ama başarısız
kalır.
7)Birlikten
yana olan partiler/hareketler:
-Movimiento
Quinto República (Beşinci Cumhuriyet Hareketi. Chavez tarafından
1994’te kuruldu ve koalisyon hükümetinin önde gelen partisidir).
-
Unidad Popular Venezolana (Venezuela Halk Birliği, Chavez’in taban
hareketini desteklemek için 2003’te kuruldu).
-
Clase Media Revolucionaria (Devrimci Orta Sınıf, 2006’da
kuruldu).
-
Movimiento Revolucionario Tupamaro (Devrimci Hareket Tupamaro,
1992’de kuruldu).
-
Partido Unión (Birlik Partisi, Chavez ile dayanışma içinde olan
aydın çevrelerin birliği, 2001’de kuruldu).
-
Por la Democracia Social – PODEMOS (Sosyal Demokrasi İçin,
2003’te kuruldu).
Birliğe
karşı olanlar:
-
Patria Para Todos (herkes İçin vatan, sol yurtsever, 1997’de
kuruldu).
-
Partido Comunista de Venezuela(Venezuela Komünist Partisi,
revizyonist parti, 1931’de kuruldu).
-
Movimiento Electoral del Pueblo (Halkın Seçim Hareketi, 1967’de
kuruldu).
-
Movimiento Independiente Ganamos Todos („Hepimiz Kazanacağız“
bağımsız hareketi, 1997’de kuruldu).
-
Liga Socialista (Soyalist Lig, 1969’da kuruldu).
-
Movimiento Democracia Directa (Doğrudan Demokrasi Hareketi, 2000’de
kuruldu).
-
Grupo Nacional Socialista de Liberación Pro Venezuela (Venezuela'nın
Kurtuluşu için Ulusal Sosyalist Grup, 2005’te kuruldu.
- Organización
Nacionalista Democrática Activa (Milliyetçi Aktif Demokrasi Örgüt,
2004’te kuruldu).
8)Bu
türden reformlar Latin Amerika’nın birçok ülkesinde gündeme
gelmiştir. Bu bakımdan yeni bir olgu değildir. Örneği
Venezuela'da 1960’ta hükümette olan Demokratik Eylem Partisi’nin
uyguladığı toprak reformu sonucunda 60 bin köylüye 1 milyon 800
bin hektar toprak dağıtılmıştı. Resmi verilere göre 1961’den
1998’e kadar uygulanan toprak reformlarında 230 bin aileye 11,5
milyon hektar toprak dağıtılmıştır. Yeterli olmayan, küçük
ölçekli topraklara sahip köylülerin yeterli teknik olanakları
yoktu ve yeterince kredi alamıyorlardı. Bunun ötesinde, belirtilen
nedenlerden dolayı, yüksek maliyetli ürünler, piyasa koşullarının
üzerinden fiyatlarla pazara sunulunca satılamadı. Sonuçta
köylüler kısa zamanda iflas ettiler ve sahip oldukları toprakları
sattılar. Topraklar yeniden tarım burjuvazisinin eline geçti.
9) 11.01.2007
tarihli Radikal’den.
10)Marks-Engels;
C. 20, s. 261/262. “Anti-Dühring”).
11)Marks-Engels;
C. 20, s. 260. “Anti-Dühring”).
12)Yabancı
şirketler (tekeller) ülkeden kovulmamaktalar, işletmelere el
konulmamakta. Tazminat ödenerek işletmeler devlet mülkiyetine
geçirilmekte. Bunun ötesinde devletin yüzde 60 hisse senedi
sahipliğine karşı çıkmayanlar; 40’la yetinenler devletin küçük
ortağı olarak faaliyetlerini sürdürebiliyorlar. 13 petrol
tekelinin çoğunluğu Chavez’in bu türden devletleştirmesini ve
devletin küçük ortağı olarak üretim yapmayı kabul ettiler.
13)“Area de
Libre Comercio de las Americas” veya Free Trade Area of the
Americas” (FTAA): Amerikan Serbest Ticaret Alanı.
Amerikan
emperyalizminin kurmaya çalıştığı “Amerikan Serbest Ticaret
Alanı”, açık ki başarısız bir proje olarak kalacaktır.
Özellikle Chavez önderliğinde sürdürülen mücadele ve önerilen
alternatif proje şekillenmektedir. Bir nevi Güney Amerika iç pazar
olacak bu projeye (“Güney Amerika Devletler Topluluğu”)
Arjantin, Şili, Ekvator, Bolivya, Brezilya, Kolombiya, Paraguay ve
Venezuela'nın katılıyor.
14)Venezuela'da
gelişen politik ve toplumsal süreç, giderek daha da derinleşmekte
ve kapsamlaşmaktadır.
Muhalefet
Venezuela'da gelişen sürece seçimler üzerinden de karşı
cepheden katılmıştır. Ama her seferinde yenilgi almıştır.
Chavez’i devirmek için Amerikan emperyalizmi CIA vasıtasıyla
kiliseyi, bir grup işbirlikçi subayı ve “Federación de Cámaras
de Comercio”yu 2002 yılında darbe için örgütlemişti. Darbe
sonucunda Chavez tutuklanmış ve yeni bir hükümet kurulmuştu. Ama
ordunun çoğunluğu halk yığınlarıyla birleşerek Chavez
hükümetinin yeniden işbaşına gelmesini sağlamış ve darbede
yenilgiyle sonuçlanmıştır.
2002
ve 2003’te kapitalistler, Venezuela ekonomisini çöküntüye
sürüklemek ve Chavez’i devirmek için iş durdurma eylemi
örgütlemişler, ama bundan da sonuç alamamışlardı. (Ordunun
darbe denemesinden önce onun tarafında yer alan Askeri polis
Generali C. Martinez’in tutuklanmasından sonra, 2002/2003’te iki
aydan fazla devam eden „genel grev“, aslında işverenlerin
kitlesel bir lokavtından başka bir şey değildi.)
Muhalefet,
yasal yoldan Chavez’i başkanlıktan uzaklaştırmak için
referandum önermiş, 2004’te yapılan referandumla halkın
çoğunluğu Chavez’i başkan olarak görmek istediğini bir kez
daha onamıştır.
Karşı devrim
Amerikan emperyalizmi; CIA ve ABD elçiliği tarafından kontrol
edilmekte ve yönlendirilmektedir. Amerikan emperyalizmi, yurt
dışında yaşayan karşı devrimci Kübalıları ve Kolombiya’dan
paramliter unsurları da Chavez hükümetini devirmek için
örgütlemektedir.