deneme

27 Aralık 2015 Pazar

BİR VENEZUELA DEĞERLENDİRMESİ


BİR VENEZUELA DEĞERLENDİRMESİ

YENİ BİR DERS – YENİ BİR DEVRİM HİKAYESİ
 
DEVRİM Mİ, REFORM MU?

Kimilerine göre Latin Amerika'nın iki ülkesinde -Arjantin ve Venezuela- bir zamanlar devrimler gerçekleştiği için şimdi bu ülkelerde olup bitenler de karşı devrim olarak tanımlanmaktadır. İflah olmaz mantığın kaçınılmaz olarak yapacağı/yaptığı bir değerlendirme ile karşı karşıyayız. Chavez ve onu destekleyenlerin iddialarının “göğü yere indirecek kadar” büyük olduğunu biliyoruz. Venezuela’daki yeni yönetimi “Bolivarcı Devrim” olarak tanımladılar; her ne kadar İsa tarzında da olsa sosyalizme yürüdüklerini açıkladılar. Öyle ki, Venezuela’da “21. yüzyıl sosyalizmi” inşa ettiklerine bizzat inanmakla kalmadılar, yedi düvelde başkalarını da buna inandırdılar. Uluslararası alanda iflah olmaz mantık bunu ciddi ciddi tartıştı; Arjantin'de işçilerin kendi kendilerini yönettiğini gördü, Venezuela'da “21. Yüzyıl sosyalizmi”nin inşasını gördü. İflah olmaz mantık Arjantin ve Venezuela ile uçarken, Kirchner çifti ve Chavez-Maduro ikilisi her iki ülkeyi emperyalist küreselleşme çemberi içinde tuttular. İflah olmaz mantık, Marksizm-Leninizmi, onun devrim anlayışını Post-Marksizm kıvamına getirebilme fırsatı yakalamış olduğu için adeta mest olmuştu.


Bu iki ülkede ne olmuştu da önce devrimden şimdi de karşı devrimden bahsediliyor?
Arjantin’de 22 Kasımda (2015) başkanlık seçimi yapıldı ve Arjantin işbirlikçi burjuvazisinin adayı olan Mauricio Macri seçimleri kazandı. Böylece bu ülkede 2001'de “Barikatçılar Hareketi” diye bilinen kalkışmanın sonucunda halkın birtakım taleplerini sahiplenen Nestor Kirchner (2003-2007) ve onun ölümünden sonra başkan olan eşi Cristina Kichner (2007-2015) dönemi kapanmış ve M. Macri'nin başkan seçilmesiyle Arjantin emperyalist sistem “yuvası”na geri dönmüş oldu. Financial Times bu değişimi “Arjantin düştü, sıra diğerlerinde” sevinciyle karşılamıştı.

Diğerleri”nden kastedilenlerin başında da Venezuela gelmekteydi. Nitekim iki hafta sonra 6 Aralık 2015'te Venezuela'da yapılan başkanlık seçiminde Chavez'in partisi ağır bir darbe aldı ve 1998'den bu yana parlamentoda süreklilik arz eden Çoğunluğunu kaybetmiş oldu. Tabii bu da yeni bir karşı devrim olarak tanımlandı. Böylece Venezuela da emperyalist sistem “yuvası”na geri dönmüş oldu.

Aşağıdaki yazı Venezuela üzerine 2007'den kalma bir değerlendirmedir.

*
Geçen yüzyılın ‘90’lı yıllarının başında H. Chavez, dünya politikasına büyük bir reformcu olarak kendi çapında müdahale ile başladı. Venezuela'da 1989’da oldukça yüksek fiyat artışlarına karşı militan direniş Chavez’i, illegal askeri bir örgüt kurmaya ve bu örgütle darbe yaparak yönetimi ele geçirmeye yöneltti.

1992 ve 1993 yıllarında üç kez darbe girişiminde bulundu. Bu girişimlerinde başarısız oldu ve iki sene cezaevinde kaldı.

1998’de devlet başkanlığı seçimlerine katıldı ve kazandı. Geniş yığınların büyük umudu oldu ve hala da umut olmaya devam etmektedir.

H. Chavez, S. Bolivar taraftarıdır ve Venezuela toplumunda yaşanan değişimleri de “Bolvarcı Devrim” olarak tanımlamaktadır.

Emperyalizmin işbirlikçileri; “oligarşi” denen büyük burjuvazi ve toprak sahipleri, H. Chavez’i devirmek için üç kez girişimde bulundu: İlkinde, lokavt anlamına gelen bir genel grev örgütlendi, ama başarılı olunamadı. İkincisinde darbe denemesi yapıldı ve yine başarılı olunamadı. Üçüncüsünde de referandum yoluyla Chavez, devlet başkanlığından azledilmek istendi, ama bu da hüsranla sonuçlandı.

Chavez, oldukça popüler, halk tarafından seviliyor. Çünkü ülkenin zengin petrol kaynaklarını kullanarak güçlü reformlar gerçekleştirebiliyor, yoksullara gıda yardımı yapabiliyor, okuma-yazma kampanyaları örgütleyebiliyor, sağlık sektöründe iyileştirici adımlar atabiliyor, temel gıda maddelerinin fiyatlarını düşük tutabiliyor. Bütün bu adımlarından dolayı umut oldu.

Bütün bu olumlu adımlara rağmen Venezuela devlet sisteminde eski yapılar olduğu gibi durmaktadır: Bürokrasi içinde rüşvetin önü alınamamıştır. Aynı memur, bürokrat kitlesi iş başındadır. Bu durum ordu için de geçerlidir. Chavez’i devirmek için darbe yapabilecek subaylar, Chavez öncesi dönemin özlemi içinde olan askeri erkân hala görevdedir.

Chavez, bir taraftan ülke zenginliklerine dayanarak halkın lehine reformlar gerçekleştirirken, diğer taraftan da uluslararası sermaye ile bağlarını sürdürmektedir. Chavez, bu süreci “21. yüzyıl sosyalizmi”nin inşa süreci olarak tanımlamaktadır. Chavez, sadece devrimden değil, sosyalizmin inşasından bahsetmektedir. Şimdi bunun ne anlama geldiğine bakalım.

I- Chavez Ortaya Çıkıyor

Son yıllarda Latin Amerika’nın bazı ülkelerinde devrimci durum kapsamında ele alınabilecek gelişmeler yaşanmaktadır.

Dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Latin Amerika’da da işçi sınıfı ve emekçi yığınlar uygulanan neoliberal saldırılardan paylarına düşeni aldılar. Yaşadıkları sefaleti, burjuva sistemin çürümüşlüğünün yolsuzluk gibi yansımaları daha da katmerleştirdi. Yığınların hoşnutsuzluğu Latin Amerika’nın Arjantin, Bolivya, Ekvator gibi ülkelerinde sokak çatışmalarında en açık ifadesini bulan tepkiye dönüştü, ayaklanmalar oldu. Kendiliğindenci halk ayaklanması, hükümetler devirdi. Devrimci önderliğin yoksunluğu veya gelişen kendiliğindenci harekete önderlik edecek kadar güçlü olmaması, bu hareketlerin ufkunu hükümet değiştirmekle sınırlandırdı. Bu kıtada ve adı geçen ülkelerde kendiliğindenci hareket, ulusalcı, popülist reformcu güçleri iktidara taşıdı. Böylece, yükselen kitle hareketi, burjuvazinin ulusalcı, popülist kanadı tarafından düzen içine çekildi.

Brezilya’da Lula’nın, Venezuela’da Chavez’in, Bolivya’da Morales’in, Arjantin'de N. Kirchner'in, Nikaragua’da Ortega’nın, Ekvator’da Correa’nın seçimlerle hükümet olmaları ve başkanlık koltuğuna oturmaları, sadece Latin Amerika’da emekçi yığınlar tarafından coşkuyla karşılanmadı. Bu gelişmeler dünyanın başka yerlerinde de umut olarak algılandı; her dönem bir yerlere yaslanmayı devrimcilik adına meslek edinmiş olanlardan kendine Marksist-Leninist diyen birtakım çevrelere kadar uzanan yelpaze içinde yer alanlar, Latin Amerikalı popülist önderlerin peşine takılmaktan, onların eylemini devrim olarak tanımlamaktan geri kalmadılar. Hızını alamayanlar ise Chavezciliği, aynen Chavez gibi, 21. yüzyılın sosyalizmi diye lanse etmekten sakınca görmediler. Öyle ya Chavez, Venezuela sosyalizme gidiyor demişti! Chavez’in bu açıklamasından sonra Venezuela’da Chavez-vari devrimin gerçekleşip gerçekleşmediği tartışması geride kaldı. Şimdi tartışma, Venezuela’da sosyalizm inşa ediliyor mu edilmiyor mu ekseninde sürdürülmektedir.

Konumuz Chavez “devrimi” olduğu için Venezuela’da olup bitene bakalım.

Uzun bir askeri diktatörlükler döneminden sonra Venezuela’da 1958’den itibaren burjuva parlamenter döneme geçildi. 1958’den Chavez’in iktidara geldiği 1998’e kadar 40 yıl boyunca Venezuela’da iki burjuva parti (“Sosyalist Enternasyonal”e bağlı “Demokratik Eylem” partisi (AD) ve Hristiyan demokrat bir parti olan “Bağımsız Politik Seçim Örgütü” (COPEI) nöbetleşerek egemenliklerini sürdürdüler. Chavez, bu iki partinin egemenliğine son verdi.

Chavez ortaya çıkıyor…
Geçen yüzyılın sonlarına doğru Venezuela'da keskinleşen kriz, siyasi arenada kutuplaşmalara, geleneksel burjuva partilerde siyasal kargaşaya neden olmuş, emperyalizme, onun işbirlikçisi büyük burjuvazi ve toprak sahiplerine, baskıya ve yoksulluğa karşı işçi sınıfı ve emekçi yığınların kitlesel protestoları gündeme gelmişti.

Onyıllardır Venezuela'da siyasal iktidar adeta nöbetleşe elinde tutan “Comité de Organización Política Electoral Independiente” (COPEI - ”Bağımsız Politik Seçim Örgütü Komitesi” adıyla bilinen “Sosyal Hristiyan Parti”) ve “Actión Democrática” (AD - “Demokratik Eylem” adıyla bilinen Sosyal Demokrat Parti), gelişen kriz sürecinde iflas etmişlerdi: Sonunda yine oligarşi içinden çıkan ve popülizme yatkın güçler tarafından iktidardan uzaklaştırıldılar. Emperyalizmin dayattığı ve yerli işbirlikçileri tarafından uygulanan özelleştirme gibi politikalar, artan baskı ve işsizlik, halk sınıf ve tabakaları arasında memnuniyetsizliği ve değişim talebini güçlendirmişti. Geniş yığınlar değişim istiyorlardı. Chavez böyle bir siyasal ortamı örgütlemesini bildi.

“Movimiento Bolivariano Revolucionario 200” (Bolivarcı Devrimci Hareket 200), 1982’de Chavez önderliğinde orta ve alt rütbeli subaylar tarafından illegal yapılı olarak kurulmuştu. Küçük burjuva radikal bir hareket olan BDH-200, ulusal burjuvazinin çıkarlarını savunuyor ve S. Bolivar’ın bağımsızlıkçı yolunda yürüyeceğini açıklıyordu.

Darbe üstüne darbe denemesi yapan Chavez, ayakta kalan nadir darbecilerden birisidir.
İlk darbe girişimi: Venezuela'da reformist dönüşümün gerçekleştirilmesi için BDH içinde iktidarı ele geçirilmesi yönünde tartışmalar alevlenir. 1991’in Venezuela’sı grevlerin yaygınlaştığı ve öğrenci hareketinin yükseliş içinde olduğu Venezuela’dır. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlar arasında hoşnutsuzluk kol gezmektedir. Bu duruma Bolivarcı Hareket darbeyle son vermek için harekete geçer. Perez hükümetini devirmek için 1992’de girişilen darbe hareketini bir kısım “sol”lar da destekler. Bu başarısız girişim sonucunda Chavez tutuklanır.

İkinci darbe girişimi: İlk girişimden sonra tutuklanan Chavez hapishanedeyken ikinci bir darbe girişiminde bulunur. Ama bu sefer de başarısız kalır. Ancak 2 yıl sonra, halkın yoğun desteği sonucu serbest bırakılan Chavez, siyasal çalışmalarını yoğunlaştırır, seçimlere katılmak için de BDH’ni MVR (Beşinci Cumhuriyet Partisi) adı altında yeniden yapılandırır.

Ocak 1989’daki “Caracazo” denen ayaklanmadan (1) ve yukarıda belirttiğimiz 1992’deki darbe (2) girişiminden sonra Venezuela'da işçi sınıfının, emekçi yığınların ve gençliğin mevcut hükümeti devrime ve sosyal değişim mücadelesi adeta fırtınalı bir gelişme sürecine girer. Çeşitli mücadele araç ve biçimleri kullanılır: Gençlik, mücadeleyi sokaklara taşır. İşçilerin grevi yaygınlaşır. Özgürlük ve demokrasi için eylemler yaygınlaşır. Rüşvete ve çürümüşlüğe karşı geniş yığınlar harekete geçirilir. Kendi listeleriyle (adaylarıyla) seçimlere katılmak için halk yığınları arasında bloklaşma ve ittifak arayışı güçlenir. Siyasal alternatif arayışları yoğunlaşır. Venezuela'da toplumun, bir taraftan işçi sınıfı ve emekçi yığınlar olarak, diğer taraftan da emperyalizm ve işbirlikçisi hâkim sınıflar olarak kutuplaşması derinleşir.

1998 yılındaki seçimlerde Venezuela halkının önemli bir kısmı; demokratik ve “sol” örgütler ve partiler oluşturdukları alternatifle (3) seçime katılırlar. H. Chavez bunların başkan adayıydı. Chavez önderliğinde seçime alternatif bir programla katılınır.

Darbe girişimleriyle tanınan H. Chavez’i C. A. Perez hükümetinin yolsuzluk ve açlık politikasına karşı ayaklanan askerler ve Venezuela halkının önemli bir kısmı umut ve sosyal değişim şansı olarak; kurtarıcı olarak görür. Chavez, halkın özlemini iyi okumuştur: İmtiyaza, rüşvete karşı geleneksel burjuva partileri hedef olan, değişim önerileri içeren, eşitsizliğe, adaletsizliğe son vermeyi hedefleyen mücadeleci konuşmalar yapar.

Sonuçta Chavez, çürümeye, rüşvete son, gelir dağılımında adalet, sosyal harcamaların arttırılması, demokrasi, kısaca yeni bir cumhuriyet ve yeni bir anayasa talepleriyle, halkın sempatisini kazanır, oy tabanını genişletir ve 1998’de (Aralık) yapılan başkanlık seçiminde aralarında MVR’nin yanı sıra, Komünist Partinin, “sol” sendikacıların, MAS ve PPT (4) gibi sosyalist partilerin de bulunduğu çeşitli “sol parti” ve gruplardan oluşan alternatif oluşumun desteğiyle yüzde 56 oranında oy alır ve devlet başkanı olur.

Hükümete gelen Chavez, siyasal ve sosyal değişim içerikli, çalışan yığınların sosyal kazanımlarını koruyan tedbir önerilerinde bulunur. Anayasa değişimini gündeme getirir (5). Yeni hazırlanan anayasa 1999’da halkın oyuna sunulur ve yaklaşık yüzde 72 oranında bir oyla kabul edilir. Bu anayasayla ülkenin adı da “Venezuela Bolivar Cumhuriyeti” olarak değiştirilir. Yeni anayasa, Venezuela'da mevcut toplum düzenini değiştirmiyordu, burjuva/kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkilerine, kurumlarına dokunmuyordu, ama buna rağmen burjuva çerçevede oldukça demokratik ögelere sahipti.

Venezuela, önemli bir petrol ülkesidir. Bu nedenle Chavez hükümeti, uluslararası piyasada petrol fiyatları düşmediği müddetçe oldukça önemli mali kaynaklara sahip olunduğu için yoksul halkın lehine aldığı birtakım tedbirlerle; gıda ve sosyal yarım (sağlık, eğitim vs.) uygulamalarıyla, okuma-yazma kampanyalarıyla ve gündeme getirdiği toprak reformuyla sosyal tabanını genişletme olanağına sürekli sahip olacaktır.

Örgütlediği “5. Cumhuriyet Bolivarcı Hareket” partisiyle ve müttefikleriyle birlikte Chavez seçimleri kazandı. Ama onun partisi, yığınların önderlik aracı olmaktan oldukça uzak. Sınıfa değil, halk sınıf ve tabakalarına, ulusal burjuvaziye hitap eden bir parti. Bu parti, ideolojik parçalanma içinde boğulmaktadır. Ötesinde, hükümete katılan diğer parti ve örgütlerin, Venezuela'da devam eden süreci etkileme ve yönlendirme bakımından pek önemleri yok.

2002’de sağ bir darbeyle (6) başkanlıktan uzaklaştırılan Chavez, halkın yoğun desteği sonucunda yeniden başkanlık görevine döndü. 2006 seçimini de kazanan Chavez 21. yüzyıl sosyalizmini Venezuela'da inşa etmek için adımlar atıldığını açıkladı.

Bolivarcı Hareketin Programı veya Chavez’in Programı:
Chavez, katıldığı 2005 DSF’nda düzenlenen bir basın açıklamasında hükümetinin hem antiemperyalist hem de antikapitalist karakterde olduğunu açıklar.

Kulaklara hoş gelen bu açıklama bizi yanıltmamalıdır. Neresinden bakılırsa bakılsın, ne kadar çok sosyalizmden bahsederse bahsetsin Chavez’in programı mülkiyet ve üretim ilişkilerine dokunmayan bir programdır. Ulusal bağımsızlık vurgusunun yapıldığı “sol” popülist (halkçı) bir programdır.

Chavez, devrimden, somut olarak da sosyalizmden bahsediyor, ama o, birtakım yasalarla kapitalizmi reforme etmeyi hedefliyor. Onun devrim ve sosyalizm anlayışı kapitalizmi ulusal burjuvazinin çıkarlarına uydurmaktan başka bir anlam taşımıyor. Chavez, öncelikle “Toprak ve Kırsal Gelişme Yasası”yla veya “Gelirler üzerine Vergi Yasası”yla emperyalizme bağımlı hâkim sınıfların nüfuzunu kırmayı ve bu türden yasalarla kapitalizmi reforme etmek istiyor. Chavez’in programının zeminini kapitalizm oluşturuyor. Kendini devrimci, sosyalist olarak tanımlıyor, ama kapitalist zeminden kopmaya; kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerini yıkmaya, dolayısıyla burjuva devlet mekanizmasını parçalamaya hiç niyeti yok.

Bu, mevcut haliyle Chavez’in programı Şili’de Allende’nin Halk Cephesi programını andırıyor. Allende de seçimle sosyalizmi kuracağına inanıyordu, ama yaptığı iş, emperyalizme karşı birtakım tedbirler almaktan; sosyal reformlar gerçekleştirmeye çalışmaktan öteye geçmedi. Allende de mülkiyet ve üretim ilişkilerine; hâkim sınıfların çıkarlarına ve burjuva devlet mekanizmasına dokunmamıştı. Buna dahi tahammülü olmayan emperyalizm, yerli işbirlikçilerinin desteğiyle Allende’yi faşist bir darbe sonucu devirdiler (1973).

Venezuela'da yaşanan gelişmeyi; “süreci” Chavez, “Bolivarcı Devrim” olarak tanımlıyor. Açık ki Chavez, bir “Bolivarizm” konsepti geliştirmektedir. Bu konseptin köşe taşlarını ulusal bağımsızlık, referandumlarla halkın kararlara siyasal katılımı, birtakım sosyal haklar, paylaşımda adalet (özellikle petrol gelirlerinin bir kısmının sosyal programlar için kullanılması) oluşturmaktadır. Yani “Bolivarcı Devrim”in köşe taşları bu reformlardan oluşmaktadır.

Chavez, işçi sınıfı ve emekçi yığınların haklarının yeni anayasa ile teminat altına alındığını sık sık vurguluyor. Şüphesiz ki, yeni anayasa ilerici içeriklidir. Ama bu, burjuva/kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri temelinde yükselen bir anayasadır. Yani burjuva adaleti savunan, temel alan bir anayasadır. Burjuva adalet de adaletsizlikten, eşitsizlikten başka bir şey değildir.

Bu anayasada işçi sınıfının kendini örgütlemesi gibi, konsey gibi kendi iktidar organlarını geliştirmesi gibi ögeler yer almamaktadır. Chavez ve anayasası şunu diyor: Bırakalım halk istediği gibi ve kadar konuşsun. Karar verecek olan biziz!

Dünya Sosyal Forumu'ndaki (DSF) (2005, Porto Alegre) konuşmasında Chavez, kapitalizmi aşmak için programının doğru olduğunu, demokratik bir yol olduğunu savunur. Bu anlayışları DFS katılımcıları tarafından coşkuyla karşılanır. Nihayetinde emperyalizme kafa tutan, sosyal reformlar gerçekleştiren, ötesinde zora başvurmadan iktidara gelen bir önder bulmuşlardı. Chavez’e sempati büyüktü.

“Sosyal devlet”e geri dönüşçülerin önüne Chavez yeni bir hayal atmıştı: Reformlarla kapitalizmi aşmak; reformla kapitalizmi iyileştirmek veya sosyalleştirmek. Chavez’den önce bu yolda Lula yürümüştü. Brezilya’da başkan seçilen Lula, reform hayalleriyle halkı uyuşturmuştu. Bunun karşılığı olarak 2006’teki DSF’nda yuhalandı, ama yeni önder Chavez alkışlandı!

Tarık Ali ile yaptığı söyleşide “sosyalist” Chavez şöyle diyordu: “Marksist devrimin dogmatik mevzuatlarına (postulatlarına) inanmıyorum. Proleter devrimler döneminde yaşadığımızı kabul etmiyorum. Bunların hepsi reddedilmelidir. Gerçeklik bunu bize her gün söylüyor. Bugün Venezuela'da özel mülkiyeti kaldırmayı ve sınıfsız bir toplum inşa etmeyi mi deniyoruz? Bunu düşünmüyorum”. “Sosyalist” Chavez’in sosyalizmden anladığı bu kadardı.

Chavez için önemli olan, “fakirlere yardım etmektir”. Zenginliğin paylaşımını yeniden örgütlemektir, yani “adaletli” bir paylaşımı gerçekleştirmektir ve hâkim sınıfları, vergilerini vermeleri için sıkıştırmaktır.

Bu anlayışıyla açık ki, Chavez bir orta yol arıyor. Açık ki, işçi sınıfı ve emekçi yığınların çıkarlarıyla hâkim sınıfların çıkarları arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Onun devrim ve adalet anlayışı bu dengeyi kurmaktan ibaret. Onun devrim anlayışında söz konusu dengesizliğin, adaletsizliğin nedeni olan kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerini yıkmak yoktur. Yani o, büyük kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin mülkiyet tekeline dokunmuyor.

Chavez niçin böyle hareket ediyor? Onun denge arayışı açık ki tesadüfî değildir: Chavez, ulusalcı güçler; ulusal burjuvazi ile emperyalizme bağımlı güçler; “oligarşi” arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Ulusalcı güçlerin amacı Venezuela ekonomisine hâkim olmaktır. Bunlar, “kendi” ülkemizin çıkarlarını düşünüyoruz adı altında emperyalizme bağımlı büyük burjuvazinin ve toprak sahiplerinin iktidar gücünün kırılmasını istiyorlar. Chavez bunu gerçekleştirmek için en uygun önderdir.

Chavez, emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı ulusalcı güçler ittifakını temsil ediyor. Görünüşte sınıflar üstü; ulusal birlik ve “Bolivarcı Devrim” için mücadele ediyor. Onun bu mücadelesinde en önemli dayanağı da devlet mekanizmasındaki ve ordudaki kendine bağlı güçler oluşturuyor.

Bu haliyle Chavez, tabii ki Marksist devrim teorisini dogma olarak görecek ve reddedecektir. Bu haliyle tabii ki, özel mülkiyete dokunmayacaktır ve Venezuela'da ulusal burjuva kapitalizmini savunacaktır.

Bu denge politikasını daha ne kadar sürdürür veya ulusalcı burjuvaziyle işçi sınıfı ve emekçi yığınlar arasındaki emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı Chavez önderliğinde temsil edilen ittifak daha ne kadar sürer, bunu bilemeyiz, ama bu ülkede gelişmeler bu ittifakı sınırlarına dayandırmaktadır. Chavez’in gerçek rengi o zaman açığa çıkacaktır.
Chavez, önünde duran seçenekleri bilen bir önderdir: “Bolivarcı Devrim” sürecinin emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından ezilmesi bir olasılıktır. Üç kere böyle bir tehlikeyi halkın yoğun desteğiyle atlatan Chavez ve hükümeti yeniden böyle bir tehlikeyle karşı karşıyadır.

Veya Chavez, büyük burjuvazinin ekonomik gücüne dokunur, üretim ve mülkiyet ilişkilerini parçalamaya yönelir ve bunu yapmak için de işçileri ve köylüleri silahlandırır. Ama Chavez, “Bolivarcı Devrim”ini gerçekleştirmek için silahlandırılmış güç olarak işçilere ve köylülere değil, burjuva orduya güveniyor.

Son olasılık da emperyalizme teslim olmaktır: Artan baskılar karşısında Chavez, emperyalizm ve yerli işbirlikçileri karşısında tutunamaz ve uzlaşma yolu arar. Bu, uygulamaya konan reformların geri alınması ve işçi sınıfı ve emekçi yığınların bizzat Chavez önderliğindeki hükümet tarafından baskı altına alınmaları anlamına gelir.

Venezuela halkı, Chavez’in reformlarını veya “Bolvarcı Devrimi”ni gerçek bir devrim olarak değerlendirmekte. Bu değerlendirme salt Venezuela halkıyla da sınırlı değil. Dünyanın birçok yerinde de aynı türden değerlendirmeler yapılıyor. Kendilerine komünist diyenlere varana kadar birçok çevre, bu algılamanın peşine takılmış ve Venezuela devriminden bahsetmektedir. Peki, bu devrimin kıstası nedir? Reformla devrim arasındaki fark nedir?

Burjuva devlet, mülkiyet ve üretim ilişkileri olduğu gibi yerinde duruyor. Buna rağmen bir devrimden bahsedildiğine göre bu devrimin kıstası nedir? Burjuva ufku aşmayan reformlar yapmak, Amerikan emperyalizmine karşı çıkmak, bazı işletmeleri devletleştirmek, devrimin kıstası olabilir mi? Peki, şimdiye kadar atılan olumlu adımları güvence altına alan bir örgütlenme, bir güç var mı? Yok.

Yoksa devrimin yegâne kıstası Chavez olmasın? Chavez, son seçimin ardında yaptığı konuşmada “demokratik, barışçıl, insancıl, kansız bir devrim”den, “tıpkı İsa’nın devrimi gibi” bir devrimden bahsediyordu. Yani onun “Bolivarcı devrimi”, “demokratik, barışçıl, insancıl, kansız” gerçekleşmiş, “tıpkı İsa’nın devrimi gibi” gerçekleşmiş!

Aslında Chavez bu konuşmasında Venezuela işçi sınıfı ve emekçi yığınlarına değil, Venezuela burjuvazisine beni destekleyin, bu hareketi destekleyin çağrısı yapmaktadır. Yaptığı işin korkulacak bir iş olmadığı konusunda burjuvaziyi ikna etmeye çalışmaktadır Chavez. Chavez, burjuvaziye “daha insancıl, daha adil” olalım demektedir.

Chavez, programının yeni bir şey olmadığı konusunda burjuvaziyi ikna etmeye çalışıyor. O da biliyor ki, benzeri reformlar daha önceleri, örneğin Demokratik Eylem Partisi tarafından 1974’te uygulanmaya çalışılmıştı.

Ulusal bağımsızlık, ülkenin kendi olanaklarıyla (kaynaklarıyla) gelişmesi, ulusal zenginliklerin devletin elinde olması ve buradan (petrolden) ele edilen gelirlerin bir kısmının sosyal projeler için; yoksulluğun dindirilmesi için kullanılması! İşte Chavez ve devrimi budur.

Chavez hareketinin ideolojik temeli eklektiktir. Zaten burjuva popülizmi de ideolojide eklektiktir. “21. yüzyıl sosyalizmi”nin icatçısı ve savunucusu Chavez, siyasal faaliyetinde kendine Marks’ı, Engels’i, Lenin’i ve Stalin’i örnek almaz. Örnek olarak Panama’da Omar Torrijos’un önderliğindeki rejimi ve ‘60’lı yılların sonunda ‘70’li yılların başında General J. V. Alvarado önderliğinde Peru’da hâkim olan “devrimci” askeri rejimi alır.

Bolivya’da J. J. Torres, Panama’da Torriojos ve Peru’da J. V. Alvarado tecrübeleri, işçi sınıfı ve ekmekçi yığınlara ihanetle sonuçlanmıştır. Bu rejimler sonucunda ya emperyalizmin uşakları yeniden iktidara gelmişler ya da Panama örneğinde olduğu gibi Amerikan işgali direnç gösterilmeksizin kabullenilmiştir.

Seçimi kazanan Chavez, Venezuela halkına “sosyalist” devrim sözü veriyor ve Amerikan emperyalizmine karşı mücadelenin devam edeceğini vurguluyordu.

Bana oy verenler, benim için oy vermiş olmuyorlar. Onlar, temelden yeni bir Venezuela’nın inşası için sosyalist projeye oy vermiş oluyorlar”.

Bugün emperyalistlere onur konusunda yeni bir ders verdik. Bu, ‘Bay tehlike’nin imparatorluğu için (Bush kastediliyor, bn.) yeni bir yenilgidir, şeytan için yeni bir yenilgidir. Hiçbir zaman yeniden Amerikan sömürgesi olmayacağız. Yaşasın sosyalist devrim… Hedef açıktır: Sosyalizm insancıldır, sosyalizm sevgidir”.

Chavez, ilk kez DSF’nda (2005) sosyalizmden bahsetmiştir. “Bolivarcı devrimi sosyalizme doğru yönlendirme sorumluluğunu üstlendik; bu yeni bir sosyalizmdir, 21. yüzyılın sosyalizmidir; dayanışmaya, kardeşliğe, sevgiye, adalete, özgürlüğe ve eşitliğe dayanan sosyalizmdir”.

Geçen senenin Aralık ayında yeniden seçildikten sonra kendini coşkuyla alkışlayan kitleye hitaben şöyle diyordu Chavez:

3 Aralık amaç değildi, sadece bir kalkıştı. Bugün yeni bir çağ başlıyor… Temel düşünce sosyalist devrimin derinleştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır”.

8 Ocak 2007’de, yeni hükümetin yemin töreninde Chavez, “beş motorlu” yeni bir program açıkladı.

Devrimci sürecin beş motor”unun ilkini “yetki yasası” oluşturmaktadır. Bu yasa ona, yasalarla tedbirler alma hakkını vermektedir. Yetki yasasını Chavez, “Bolivarcı-sosyalist” devrim projesinin ilerletilmesi için ”ana yasa” olarak tanımlıyor. Chavez bu yasanın kendine verdiği yetkiyi kullanarak, “şimdiye kadar özelleştirilen ne varsa hepsini devletleştirmek” istiyor.
Bu yasayla Chavez, Venezuela'da demokrasinin değil, diktatörlüğün önünü açıyor.

Devrimci sürecin beş motoru”nun ikincisini anayasa reformu oluşturmaktadır. Bu reformun uygulanması sonucunda Venezuela“Bolivarcı-sosyalist” bir devlete dönüşecek. “Venezuela sosyalist cumhuriyeti yönünde hareket ediyoruz. Bu, ulusal anayasamızın derin bir reformunu zorunlu kılmaktadır. Sosyalizme doğru ilerliyoruz ve hiçbir şey ve hiç kimse bizi engelleyemez” (Chavez). Anayasanın daha da derinleştirilmesinden Chavez, devlet başkanının başkanlık süresinin sınırlandırılmasını kaldırmayı anlıyor. Yani Chavez, ömür boyu başkan olarak kalmanın yolunu açıyor.

Devrimci sürecin beş motor”unun üçüncüsünü “bolivarcı halk eğitimi” için kampanyanın başlatılması oluşturmaktadır. Bundan Chavez, “yeni değerleri güçlendiren, egoizmin, kapitalizmin ve bireyciliğin eski değerlerini yıkan” bir eğitim anlıyor.

Devrimci sürecin beş motor”unun dördüncüsünü “ulusal coğrafyada iktidarın yeni geometrisi” oluşturmaktadır. Böylece “ülkenin marjinalleştirilmiş oldukça yoksul bölgeleri iktisadi ve kültürel ilerlemelere” çekilecek.

Devrimci sürecin beş motor”unun beşincisini “yerel (komünal, bn.) iktidarın patlaması” oluşturmaktadır. Buna göre, yerel konseyler daha da güçlendirilecekler. 2007 yılı itibariyle kullanmaları için bu konseylere 5 milyar dolarlık bir bütçe sözü verilmiş durumda. Chavez’e göre mevcut devlet mekanizmasının yerini konseyler almalı,”devrimi engellemek için doğduğundan” dolayı “burjuva devlet yıkılmalı”.

Chavez’e göre burjuva devlet, devrimci devlete dönüştürtmelidir: “Daha ziyade yerel, bölgesel ve ulusal düzlemde belediyelerden oluşan bir federasyona ihtiyacımız var. Bir belediye devleti geliştirmek zorundayız. (Bir taraftan) devrime önderlik eden belediyesel (munisipal, bn.) devleti, sosyalist devleti, bolivarcı devleti inşa ederken, (diğer taraftan da) hala var olan eski burjuva devletin önü alınmalıdır”.

Bunu gerçekleştirmek için Chavez, bütünlüklü partiden bahsediyor, partilerin birleşmesini talep ediyor, siyasal iktidarın birleşmiş parti üzerinde yükseleceğini söylüyor. Bu nedenle seçimi kazandıktan sonra, bütün partilerin dağıtılması ve güçlerin “Venezuela Birlik Sosyalist Partisi” olarak bütünleşmesi çağrısı yaptı.

Chavez’e göre, şu anda hükümetini destekleyen çok sayıda partinin varlığı “21. yüzyıl sosyalizmi”nin inşası önünde bir engel teşkil etmektedir.

Chavez, devrimci alt-üst oluşla değil, parlamenter yoldan ilerleyerek sosyalizmi inşa etmeyi amaçlıyor. Chavez, “Devrimci sürecin beş motor”unu kullanarak; reformlar gerçekleştirerek “21. yüzyıl sosyalizmi”ni gerçekleştireceğinin propagandasını yapıyor.

Bu tecrübeyi tanıyoruz. Allende de parlamenter yoldan sosyalizmin kurulacağına inanıyordu. Onun bu inancı 1973’te kanlı bir darbe ile darmadağın edildi.

Reformlarını gerçekleştirmek için gelir bakımından önemli olan işletmelerin devletleştirilmesi sosyalizm olamaz. Bazı işletmelerde işçi kontrollerinin ve kooperatiflerin teşvik edilmesi, burjuva popülist çerçeveyi aşmamakta. Bu tedbirler de sosyalizm olamaz.

II- Chavez, Devrim ve Parti

Chavez'in estirdiği rüzgarı devrim olarak tanımlayanların ideolojik ve örgütlenme bakımından çok farklı yerlerde durmaları yanıltıcı olmamalıdır. Bunların bir kısmı devrimden ne anladığını Chavez'i konuşturarak dillendirirken, bir kısmı da 21. Yüzyılda Marksizm-Leninizmi Chavez'in devrim anlayışı seviyesine çekmek derdine düşmüştü. Chavez'in yaptıklarını devrim olarak göstermek için dünya çapında bayağı mesai tüketilmektedir. Chavez pratiğinin, ekonomideki değişime (üretim ve mülkiyet ilişkilerinde değişim); nitel bir değişime denk düşmediği, devletin ve ordunun yapısında da nitel bir değişimin olmadığı bilindiği için, Chavez-devrimini kanıtlamak adına uluslararası alanda mesai tüketenler, bu alandaki değişime dayandırılan bir devrimden bahsetmektense Chavez önderliğinde gerçekleştirilen sosyal reformları devrim olarak tanımlamaya çalıştılar. Bayağı da uğraştılar.
Bu anlayışa göre devrim yapmak pek de zor bir iş değil:
  • Seçime katılacaksın ve seçileceksin.
  • Olmazsa darbe denemesi de yapabilirsin.
  • Eskisinden daha iyi, “demokratik” bir anayasa kabul ettireceksin.
  • Başkanlık görevinden alınmamak için muhalefetin çabalarını boşa çıkartacaksın.
  • Yabancı sermayeyi ve oligarşinin elindeki bir kısım sermayeyi devletleştireceksin.
Bunları yaptığın takdirde “devrim” gerçekleştirmiş olursun!

Bu anlayışa göre;
  • Parlamenter yoldan,
  • Reformlarla,
  • Mülkiyetin sınıfsal karakterine dokunmaksızın,
  • Devletin ve ordunun yapısına dokunmaksızın; bu yapıları yıkıp yerine devrime tekabül eden yapıları kurmaksızın pekâlâ devrim yapılabilir.
Bu yazı boyunca bahsedildiği gibi Latin Amerika’da, Chavez’i aratmayan, radikal adımlar atan darbeciler iktidara gelmişlerdi. Onlar da devrimden bahsetmişlerdi. Bunun ötesinde Şili’de bir Allende tecrübesi yaşandı. Anlaşılan o ki, bütün bu tecrübeler Chavez pratiğinde devrim keşfedenleri pek ilgilendirmemektedir.

Taktik Üzerine Mektupları”nın ilkinde Lenin, bir devrimin temel özelliğini tanımlarken şöyle der: “Devlet iktidarının bir sınıfın elinden diğerinin eline geçmesi, bir devrimin ilk, en önemli temel özelliğidir; bu, bu kavramın hem sıkı bilimselliği hem de pratik-politika anlamı bakımından böyledir” der.

Venezuela'da devlet iktidarı hangi sınıfın elinden diğer bir sınıfın eline geçmiştir ki, Chavez’in başlattığı süreç devrim olarak tanımlansın? Chavez, mevcut burjuva devletle ve dağıtmaya ve yeniden kurmaya hiç niyeti olmadığı burjuva orduya dayanarak reformlarını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. İşin gerçeği budur.

Şüphesiz ki, Chavez hükümet olduğundan bu yana çıkartılan birtakım yasalarla oligarşinin devlet, bürokrasi, ordu, polis ve başka kurumlardaki (mahkemeler, eğitim vs.) gücü geriletilmiştir. Ama bu kurumların karakteri asla değişmemiştir. Lenin’in dediği anlamda Venezuela'da “Devlet iktidarı bir sınıfın elinden diğerinin eline” geçmemiştir.

Oligarşinin birtakım ayrıcalıklarına dokunulmadığını; Chavez’in ‘bana dokunmayana ben de dokunmam’ taktiği uyguladığını ve bu anlamda toprak reformu yaparken büyük toprak beylerinin topraklarından ziyade devletlin elinde olan toprakları bir kısım köylüye dağıttığını Venezuela'da devrimden bahsedenlerin bilmediklerini varsayamayız.

Aynı şekilde, Chavez’in genel olarak yabancı sermayeye; genel olarak emperyalizme karşı mücadele etmediğini, esas itibariyle Amerikan emperyalizmine karşı mücadele ettiğini; yabancı sermayeye ortak çalışma önerileri sunduğunu; yani onları ülkeden kovmaya hiç niyetinin olmadığını; IMF’ye, DB’na karşı olmakla birlikte uluslararası sermaye ile ilişkileri koparmadığını, AB’nin emperyalist ülkeleriyle, Rusya’yla, Çin’le iyi ilişkiler sürdürdüğünü Venezuela'da devrim keşfedenlerin bilmediklerini varsayamayız. Bütün bunlar, Chavez’in antiemperyalist “radikal”liğinin Amerikan emperyalizmiyle sınırlı kaldığını göstermektedir.

Parti sorunu:
Başkanlık seçimlerini kazandıktan birkaç hafta sonra Chavez, hükümetinde yer alan koalisyon güçlerinden oluşan “Sosyalist Birlik Partisi”nin kuruluşunu açıkladı. Chavez’e göre partisi “Beşinci Cumhuriyet Hareketi” ile koalisyonu oluşturan diğer partilerin bir partide birleşmeleri gerekiyordu. Koalisyonda yer alan bazı partiler, Chavez’in bu fikrine önce karşı geldiler, ama sonra onlardan bazıları bu fikri kabul etti. Böylece koalisyonda yer alan sosyal demokratların bir kısmı –“Herkes İçin Anavatan”-PPT ve “Demokratik ve Sosyal Kutup”-Podemos yeni oluşuma katıldılar. “Sosyalist Birlik Partisi”nin kuruluşu bu yıl sonunda tamamlanmış olacak.

Venezuela'da siyasal partilerde izlenen değişimler ülkedeki siyasal yaşamın radikalleşmesinden; radikal politikleşmesinden ayrı olarak ele alınamaz. Chavez, devlet başkanlığının ilk döneminde (1999), oldukça farklı görüşler savunan birsiydi. O zaman ne koalisyonu oluşturan partilerin ne birliğini ve ne de sosyalizmi savunuyordu. O zamanki Chavez, bir “Üçüncü Yol”cuydu. A. Blair (İngiltere) ve G. Schröder’in (Almanya) “Üçüncü Yol” anlayışını savunuyordu. Ancak 2005’in başından bu yana sosyalizmi telaffuz etmeye başlamıştır.

Chavez, hangi güçleri birleştirmek istiyor?
Mevcut koalisyon içinde sosyalistlerin, devrimcilerin, “komünist”lerin yanı sıra ulusalcı güçler de yer almaktadır. Bu ulusalcı güçler; ulusal burjuvazi, bugün olmazsa yarın, gelişmesine paralel olarak yabancı sermaye ile yeniden bağ kuracaktır. Ama öncelikle ülke pazarına, zenginliklerine hâkim olmak isteyecektir. Bu nedenle; bu amacına ulaşabilmek için ulusal burjuvazi, kendi mezar kazıcısı işçi sınıfıyla ittifak yapmaktan da çekinmeyecektir. Zaten bugün böyle bir ittifak içindedir. Bu burjuvazi, kendisi büyük burjuvazi olana kadar böyle bir ittifakın devamından yana olacak ve yabancı sermayeye karşı mücadele edecektir.

Chavez’in önderlik ettiği koalisyonda, emperyalizmin işbirlikçileri dışında hemen bütün toplumsal sınıf ve tabakalar temsil edilmektedir. Emperyalizme karşı mücadelede, bu doğrudur. Ama sorun sosyalizmin inşasına ve partiye gelince durum değişmektedir. Chavez, sınıfsal olarak, ideoloji olarak; dünya görüşü olarak bir araya gelemeyecek sınıfları ve sosyal tabakaları bir potada eritmek ve sosyalizmi bu “Sosyalist Birlik Partisi” ile kurmak istemektedir. Chavez, kelimenin gerçek anlamıyla çok sınıflı ve sosyal tabakalı bir parti kurmak istemektedir. Bu, olsa olsa yeni bir sosyal demokrat parti, yeni bir halkçı parti olabilir. Evet, devlet partisi olabilir.

Şüphesiz ki, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı “Bolivarcı Hareketi” güçlendirecek olan farklı siyasal ve sosyal akımların birleşmesinden oluşacak yeni parti olumlu bir gelişmedir.

Chavez, darbe yapmayı hafife aldığı gibi, parti kurmayı ve bu partiyle sosyalizm inşa etmeyi de hafife almaktadır. 15 Aralıktaki (2006) konuşmasında “Yeni bir parti kuracağımı bugün açıklıyorum. Varlıklarını sürdürmek isteyen partiler, buna katılmayabilirler, ama hükümetten ayrılacaklar” diyerek parti kurma işini ne denli hafife aldığını açıklıyor ve aynı zamanda da buna katılmak istemeyen ortaklarını tehdit ediyordu.

Chavez’e göre yeni parti, “Venezuela tarihinin en demokratik ve en devrimci partisi” olacak. Bu parti, bütün sol güçleri bağrında toplayacak. Bu yeni oluşuma katılmak isteyenlerin yanı sıra revizyonist komünist partisi gibi katılmak istemeyen güçler de var (7).

Chavez’in kafasında canlandırdığı “Venezuela Sosyalist Birlik Partisi”, kendi önderliğinde ulusal burjuvazinin iktidarının güçlenmesine hizmet edecek bir oluşumdan başka bir şey olmayacaktır. Bu, sol ve yurtsever parti ve hareketleri aynı politik çizgiye getirme çabasıdır. Benzeri gelişme 1960 sonrasında F. Kastro önderliğinde Küba’da da yaşanmıştı

Chavezcilik yeni değil:
1968’de Panama ve Peru’da, 1969’da Bolivya’da, 1972’de Ekvator’da ulusalcı ve kısmen de solcu subaylar, bağımsız gelişmeyi, ulusal güçlenmeyi içeren programlarla iktidarı ele geçirmişlerdi. O subaylar da, aynen Chavez gibi, politik yaşama halkın katılımından, devrimden ve sosyalizmden bahsediyorlardı. O gün General J. V. Alvarado “Peru devrimi”nden bahsediyordu. Günümüzde ise Chavez, “Bolivarcı Devrim“den bahsetmektedir. Bugünün antiamerikancılığı, evet antiemperyalizmi, petrol ve doğal gaz gibi önemli hammadde kaynaklarının, önemli işletmelerin devletleştirilmesi o günde gündemdeydi. General Ovando, petrol işletmelerini devletleştiriyor ve Bolivyalılar için hor görülme dönemi kapanmıştır diyordu. Bugün Morales de aynı türden konuşmalar yapmaktadır. O dönem petrol işletmelerinin devletleştirildiği tarih Peru’da ulusal onur günü olarak ilan edilmişti. Bugün Chavez’in Venezuela’sında olduğu gibi o gün askeri yönetimli Peru’da da halkın katıldığı, açık bir toplumsal demokrasiden bahsediliyordu. Öyle ki, askeri rejimin başı General J. V. Alvarado, köylülere “artık patron senin yoksulluğunla beslenmeyecektir” diye hitap ediyordu. Bu general de “devrimci sosyalizm”den etkilenmişti. Askeri rejimin başı bu general, darbeyle iktidara gelişinden yaklaşık bir sene sonra, yaptıkları işin eskilerine eklenen yeni bir darbe olmadığını, aksine ulusalcı bir devrimin başlangıcı olduğunu, bütün ulus ve silahlı güçler olarak kesin kurtuluşa doğru yürümeye başladıklarını, sömürgeci oligarşinin iktidarını yıktıklarını ve dış baskılara karşı koyarak egemenliği kazandıklarını ve nihayetinde gerçek gelişmenin temelini attıklarını anlatıyordu.

Ekvator’daki askeri rejimin başı General R. Lara, devrimci, milliyetçi, sosyal-hümanist ve özerk bir gelişmeden yana olduklarını açıklarken, Panama’da da diktatör Omar Torrijos Harrera kendini “devrimin önde gelen lideri” ilan etmek için yasa çıkartıyor ve devrim, “zenginler için değil, yoksullar için” yapılır ve amacı “sosyal adaleti” sağlamaktır diyordu. 
 
Sol söylemli, popülist rejimlerin ömrü uzun olmadı. Şili’de gerçekleşen faşist darbe ve yaşanan ekonomik kriz, Peru’da askeri rejime karşı olan burjuvazinin muhalefetini daha da keskinleştirdi. Sanayi burjuvazisi de “işçi katılımı” uygulamasından korktuğu için muhalefete katıldı. Sonuçta Peru’da askeri rejim 1975’te başka bir darbeyle devrildi. Ekvator’daki askeri rejim de 1976’da devrildi. Bolivya’da ise darbe üstüne darbe yapılmış ve Ovando rejimi 1970’de devrilmişti. Ovando, “Bolivan Gulf Oil”i ve bir kısım maden ocağını devletleştirir. Bu hareketinden dolayı ve işçilerin fabrikalara kar bazında ortak olacağını açıkladığı için de büyük destek almıştı. 1970’de Ovando’yu devirerek onun yerine geçen General Torres’in önderliğinde gerçekleştirilen 4 Ekim 1970’deki darbeyi “sol” partiler ve öğrenciler desteklemişti. O da umut dağıttı ve düşürülen işçi ücretlerine yüzde 40 zam yapacağını açıklaması işçiler tarafından yoğun coşkuyla karşılandı. O gün “sol” partiler ve sendikalar “kurucu meclis” öneriyorlardı. Darbeci başı Torres bu öneriyi kabul etti, ama başka bir darbeyle devrildi. Bugün Evo Morales’in talep ettiği “kurucu meclis”, o günden kalma bir anlayıştır.

Chavez diyor ki, “devrimci demokrasi 21. yüzyılın sosyalizmine, Bolivarcı, Venezuelalı, Latin Amerikalı damgasını taşıyacak bir sosyalizme doğru bir yol, bir köprü, bir geçiş oluşturmaktadır.” Bu “sosyalizm” de “21. yüzyılın sosyalizmi” oluyor. Yani birtakım reformlar yapacaksın; devlete ait toprakların bir kısmını köylülere dağıtacaksın, petrol gelirlerinin bir kısmını sağlık, eğitim ve gıda yardımı için kullanmayı planlayacaksın, işçi yönetimi diye kapitalistlerin mülkiyetinde olan kapatılmış bazı fabrikaları devletleştirerek hisselerinin yarısını kurulan işçi kooperatiflerine vereceksin ve sonra da bütün bunları devrim olarak ilan edeceksin!

Chavez ilk kez 2005’te sosyalizmi dillendirir. Onun daha öncesinde böyle bir anlayışının olduğu bilinmez. Ancak 2002’de Chavez’e karşı girişilen darbeyi geri püskürten emekçi yığınlar, böylelikle siyasi arenaya aktif olarak katılmaya başlamışlardı. Bu, Chavez’de söylem değişimine neden olmuştur. Kendini devirmeye yeltenen burjuvazi karşısında emekçi yığınlar devrimci bir tepki vermişler ve Chavez de yığınların yükselen kendiliğindenci mücadelesine bağlı olarak sosyalizmden bahsetmeye başlamıştır. Venezuela'da keskinleşen sınıf mücadelesi Chavez’i sınıflar üstü bir konum alamaya itmiştir. O, artık Bolivarcı Bonapart olmuştur. O zamana kadar sürekli tekrarladığı “ne kapitalizm ve ne de sosyalizm” söylemini bir kenara itmiş ve bir taraftan adım adım “sosyalist” olurken, diğer taraftan da gelişen kitle mücadelesini; kendiliğindenci devrimci mücadeleyi birtakım reformlarla düzen içinde tutmaya çalışmıştır.

“Bolivarcı Devrim” nedir dendiğinde bu devrimin ögeleri olarak şunlar sıralanacaktır:
  • Kendi Kaynaklarına Dayanarak Kalkınma Çemberleri;(kooperatifler, “ortak yönetim”.
  • Yerel Kamusal Planlama Konseyleri; katılımcı bütçe uygulamaları.
  • Kamusal Zorunluluk Programları; sağlık, eğitim ve yoksullukla mücadele.
İşte bunlar, “21. yüzyıl sosyalizmi”ni belirleyen ögelerdir.

“Sosyal devlet”i savunmak, doğal kaynakları (petrol) devletleştirerek buradan elde edilecek gelirlerin bir kısmını sosyal projeler için kullanmak ve nihayetinde büyük toprak sahiplerini hedeflemeyen bir toprak reformu veya bir bütün olarak burjuva mülkiyet karakteri değişmeyen devletleştirme devrim olursa, komünist partisi önderliğinde işçi sınıfının gerçekleştireceği ve burjuva mülkiyet ve üretim ilişkilerini kaldırmayı, burjuva düzeni yıkmayı amaç edinen kalkışma ne olur?

Venezuela'da güya farklı bir mülksüzleştirme gerçekleştirildiği için devrimden bahsediliyor. Oysa bu ülkede hiç de farklı bir mülksüzleştirme söz konusu değildir. Venezuela'da işçi kooperatiflerine dayandırılan mülksüzleştirme kapitalist mülkiyeti ortadan kaldıran bir adım değildir. Doğru, yeni işçi kooperatifleri kurulmuştur. Bunların sayısı 70 bini geçiyor. Chavez’in iktidara geldiğinde ise sadece 800 idi. Bu kooperatifler, devletten ucuz krediler alıyorlar, şirket kuruyorlar ve ihalelere de katılıyorlar. Ötesinde devlet, küçük işletmeleri teşvik ediyor. Venezuela'da ister kooperatiflere bağlı olsun, isterse de bağımsız olsun sayıları binlerle ifade edilen küçük işletmeler açıldı. Söylentiye göre bu işletmelerde 200 binden fazla insan çalışmaktadır.

Söz konusu bu kooperatifler, “Bolivarcı Halkalar”ın temel ögelerinden birisidir ve deniyor ki, bu kooperatifler, burjuva mülkiyet karşısında kolektif mülkiyeti temsil ediyorlar.
Yani Chavez, işçi sınıfına;
  • Burjuva düzeni yıkmak için örgütlen,
  • Burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerini parçala demiyor.
Ama işçi sınıfını ve emekçi yığınları;
  • Küçük burjuva yaparak,
  • Kapitalist sömürüye mahkûm etmeye,
  • Burjuva düzeni ebedileştirmeye,
  • Gelişen sınıf çelişkilerini törpülemeye çalışıyor ve bir kısım aklı evveller de bunu devrim olarak tanımlıyor.
Aynı öğüdü yıllar öncesi Proudhon da vermişti. Bu baya göre işçiler;
  • Birtakım haklar için mücadele etmemeliydiler,
  • Grev yapmamalıydılar,
  • Ücretlerine zam istememeliydiler.
Bunu yerine;
  • Ucuz kredi alarak kooperatifler kurmalıydılar.
  • Kooperatif örgütlenmesi, sonuç itibariyle devrime gerek kalmadan kapitalizmi ortadan kaldıracaktı.
  • Halk Bankası kurulmalıydı ve kredi işleri bu banka tarafından organize edilmeliydi.
Proudhon, küçük üreticilerin kooperatiflerde örgütlendiği bir “sosyalimi” savunuyordu. Bu olsa olsa ancak bir küçük burjuva sosyalizmi olabilirdi. Bu hayali bugün Chavez yaşatıyor, Proudhon gibi, küçük üreticilerin bu savunucusunun yolunda gidiyor, ucuz kredili, devlet teşvikli kooperatif anlayışıyla.

Venezuela'da çarpıtılmış bir işçi yönetimi “Bolivarcı Devrim” için bir kıstas olarak öne sürülüyor. Ama gerçeklik pek de öyle değil. Doğru, devlete ait bazı işletmelerde “ortak yönetim”e geçildi. Sahibi tarafından kapatılan bazı işletmeler, önce devletleştirildi ve sonra da devletleştirilen bu işletmelerin bir kısım hisseleri buraları yeniden çalıştırmaya başlayan işçi kooperatiflerine devredildi. Öyle ki, işçilerin kapitalistlerin yönetimindeki kurullara katılmalarında öte pek fazla bir anlamı olmayan “ortak yönetim”, aklı evveller tarafından, kapitalistlerin işletmelerden kovulmaları ve kontrolün işçilerin eline geçmesi olarak lanse edildi.

“Bolivarcı Devrim”in temel direklerinden birisi de toprak reformudur. Venezuela'da ekilebilir toprakların yüzde 77 kadarı en zengin kesimin sadece yüzde 3’ünün kontrolündedir. Buna karşın yoksul köylülerin yüzde 50’sinin sahip olduğu toprak miktarı ise ekilebilir alanların sadece yüzde 1’ine tekabül etmektedir. Chavez, ekilmeyen toprakların ekime açılmasını ve böylece kırsal alanda da ulusal kalkınmanın desteklenmesini talep ediyor. 2005’te yeniden yapılandırılan toprak reformunun amacını açıklarken “Büyük çiftliklere karşı mücadele Bolivarcı devrimin özüdür”. “Gerçek bir kanser olan bu tarihsel sorunla yüzleşmenin zamanı gelmiştir. Bu korkunç toprak sahipliği var olduğu müddetçe hiçbir gelişme programı ilerletilemez” diyen Chavez, bir yandan büyük toprak sahiplerini sıkıştırıyor, diğer yandan da devletin mülkiyetinde olan toprakların bir kısmını köylülere dağıtıyordu.

Venezuela'da toprak reformunun başka bir amacı daha var: Chavez iktidarı, şehirlerde işsizleri, patlamaya hazır varoş sakinlerini, işsizliğe karşı mücadele adı altında kırsal alana yönlendirmeyi amaçlıyor.

İlan edildiği gibi Chavez’in toprak reformu, “Bolivarcı Devrim“in temel direklerinden birisi olmamıştır. En azından henüz olmamıştır. Chavez iktidarı 130 bin köylüye 2,2 milyon hektar toprak dağıtmıştır (8), ama büyük toprak sahiplerine dokunamamıştır.

III- Chavez Sosyalizmi

1998’de devlet başkanı seçildikten sonra “üçüncü yol” propagandası yapan Chavez, Venezuela'da politik yaşamın radikalleşmesine paralel olarak ”üçüncü yol”culuktan vazgeçerek “21. yüzyıl sosyalizmi” diye kavramlaştırdığı bir “sosyalizm” türü savunmaya başlamıştır.

Chavez’e göre “21. yüzyıl sosyalizmi”, insancıl demokratik bir toplum biçimini ifade eder. Bu düzenin merkezinde insan, onun her yönlü gelişmesi ve ihtiyaçları durur.

“21. yüzyıl sosyalizmi”, sosyalizmde geçmişi ve mevcut olanı aşmak anlamına geliyor. Bu sosyalizm anlayışında devlet ve toplumun ekonomik temelleri pek önemsenmiyor. Şimdiye kadar “21. yüzyıl sosyalizmi” adına yapılanlar, birtakım reformları gerçekleştirmenin, insanları politik karar verme mekanizmasına katmaya çalışmanın ötesine pek geçmemiştir. Bu sosyalizm anlayışında üretim ilişkileri ve mülkiyetin sınıfsal karakteri pek önemli değildir. Büyük toprak beyliğini ortadan kaldırmaya çalışmak, toprak reformu yapmak veya yabancı sermayeyi devletleştirmek, her ne kadar sosyalizmin kurulması anlamına gelmese de “21. yüzyıl sosyalizmi” açısından pekâlâ sosyalizmin kurulması olabiliyor.

“…Venezuela… devlet başkanı Hugo Chavez… dün yemin ederek görevine başladı. Altı yıllık ikinci dönem iktidarına başlayan Chavez, yemin töreninde, efsane devrimci Che'nin "Vatan, sosyalizm veya ölüm" sloganını alıntılarken, 'en büyük sosyalist Hz. İsa' üzerine 'Venezuela sosyalizmini uygulama' yemini etti: "Tarihin en büyük sosyalisti İsa ve mükemmel anayasa üzerine yemin ederim. Dinlenmeden, yaşamım ve gecelerimi Venezuela sosyalizminin inşasına adayacağım. Vatan, sosyalizm ya da ölüm". Önceki gün elektrik ve telekomünikasyon şirketlerini millileştirme planını açıklayan Chavez, meclisin kendisine 'devrim yasalarını kararnamelerle uygulama' yetkisi vermesini de istedi”(9).

Kendini Venezuela'daki sosyalizmin inşasına adayan, en azından bunun için yemin eden Chavez, birtakım işletmeleri devletleştirerek bu işi gerçekleştirmiş olacağına inanıyor. Yani ona ve bazılarına göre devletleştirme, sosyalizmle eş anlamlı oluyor.

“Bolivarcı Devrim”i anlamak için burjuva devlet ve devlet mülkiyetinin ne anlama geldiğine bakmak gerekir. Veya her devletleştirme sosyalizm midir?

Her devletin sınıfsal karakteri vardır. Bundan dolayı bir sınıfın elinde olan devlet, toplumdaki başka sınıfları baskı altında tutmanın aracıdır. Burjuva devlet, burjuvazinin hâkim sınıf olduğu koşullarda vardır ve bu sınıfın diğer sınıflar karşısında hâkimiyetini korunmasının ve devam ettirmesinin aracıdır. Proletarya diktatörlüğünde de devlet, diğer görevlerinin yanı sıra, siyasal iktidardan ve mülkiyetinde uzaklaştırılan burjuvaziyi, karşı devrimi baskı altında tutmanın bir aracıdır.

Devletin sınıfsal karakteri olduğu için devlet mülkiyetinin de sınıfsal karakteri vardır. Bu nedenle kapitalizmde devlet mülkiyeti, burjuva mülkiyetten başka bir anlam taşımaz. Sadece sahipliğin biçim değişmiştir. Devlet mülkiyetinde mülke sahip olan tek tek kapitalistler veya şirketler değil, adı üstünde devlettir. Ne var ki, devlet mülkiyetiyle kamu mülkiyeti sürekli birbirine karıştırılır ve çoğu kez devlet mülkiyeti, kamu mülkiyeti olarak ve kamu mülkiyeti de devlet mülkiyeti olarak algılanır.

Oysa kamu mülkiyeti, tüm topluma ait olan mülkiyettir. Mülkiyetin bu türü aslında mülkiyetsizliğin de ifadesidir. Mülkiyet herkese; kamuya; topluma ait olduğuna göre orada sınıf yok demektir. Sınıfsal bağından kopmuş mülkiyet de gerçek mülkiyet olmaktan çıkmış olur. Bu türden mülkiyet veya kamu mülkiyeti sınıfsız toplum olan ilkel komünal toplumda ve komünizmde söz konusudur.

Sosyalizmde de mülkiyetin sınıfsal karakteri vardır ve sosyalizmin inşası derinleştikçe, toplumda sınıfsal farklılıklar kayboldukça; toplum sınıfsızlaştıkça sosyalist mülkiyet de toplumsallaşmış olur; bütün toplumun sınıfsız toplumun mülkiyeti olur. Bu süreç komünizme geçiş, mülksüzleşme sürecidir.

Burjuvazi, kendi devlet aygıtını sınıflar üstü kurum olarak yansıtmaya çalışır. Ona göre devlet, toplumdaki bütün sınıflara eşit mesafede durur; bütün toplumun devletidir. Dolayısıyla devlet mülkiyeti de toplumun mülkiyetidir; kamu mülkiyetidir!

Şüphesiz ki, sınıf mücadelesi sürecinde öyle gelişmeler olur ki, daha geri mülkiyet ilişkileri karşısında devrimci, ilerici konumda olan burjuvazinin mülkiyeti ve devlet mülkiyeti belli bir ilericiliğin ifadesi olabilir. Örneğin, feodalizme karşı mücadelede muzaffer olan burjuvazinin mülkiyet ilişkilerine hâkim olması; kapitalizmi geliştirmesi; devlet mülkiyetini geliştirmesi, eskiyi temsil eden feodalizme karşı tarihsel bir ilericiliğin ifadesidir. Ama bizi burada ilgilendiren bundan ziyade, her devletleştirmenin sosyalizm olup olamayacağıdır veya devletleştirmenin mülkiyetin toplumsallaştırması anlamına gelip gelemeyeceğidir. Yukarıda oldukça kısaca da olsa belirttiğimiz gibi, her devletleştirme sosyalizm olamaz ve devletleştirme mülkiyetin toplumsallaştırılması anlamına gelmez. Devletleştirmenin sosyalizm olabilmesi için, siyasal iktidarın proletaryanın elinde olması gerekir. Böyle bir durum Venezuela'da söz konusu değil. Bunun ötesinde mülkiyetin gerçek anlamda toplumsallaşması için sosyalist inşanın komünizme geçecek derecede derinleşmiş olması gerekir ki, insanlık tarihinde böyle bir tecrübe henüz yaşanmamıştır.

Bu anlayışlarımız Engels’in şu sözlerinden çıkartılabilir:

“Kapitalist üretim biçimi, nüfusun büyük kısmını gitgide proleter durumuna düşürürken, yok olma tehdidi altında, bu devrimi gerçekleştirme zorunda bulunan gücü yaratır. Toplumsallaşmış büyük üretim araçlarının gitgide devlet mülkiyeti durumuna dönüşümüne götürerek, bu devrimi gerçekleştirmek için izlenecek yolu kendi gösterir. Proletarya, devlet iktidarını ele geçirir ve üretim araçlarını önce devlet mülkiyeti durumuna dönüştürür. Ama bunu yapmakla, proletarya olarak kendi kendini ortadan kaldırır, bütün sınıf farklılıkları ile sınıf karşıtlıklarını ve aynı biçimde, devlet olarak devleti de ortadan kaldırır. Sınıf karşıtlıkları içinde evrimlenen daha önceki toplumun devlete, yani, her durumda, sömürücü sınıfın kendi dış koşullarını sürdürmek, öyleyse özellikle sömürülen sınıfı var olan üretim biçimi (kölelik, toprak köleliği, ücretlilik) tarafından verilmiş baskı koşulları içinde tutmak için kurduğu bir örgüte gereksinmesi vardı. Devlet, tüm toplumun resmi temsilcisi, onun gözle görülür bir kurul biçimindeki bireşimi idi, ama bu, tüm toplumu, zamanı için, kendi başını temsil eden sınıfın devleti olduğu ölçüde böyle idi: İlkçağda, köle sahibi yurttaşların; ortaçağda, feodal soyluluğun; çağımızda, burjuvazinin devleti. Sonunda gerçekten tüm toplumun temsilcisi durumuna geldiği zaman, kendi kendini gereksiz kılar. Baskı altında tutulacak hiç bir toplumsal sınıf kalmayınca; sınıf egemenliği ve üretimdeki güncel anarşi üzerine kurulu bireysel varoluş mücadelesi ile birlikte, bunlardan doğan çatışma ve aşırılıklar da ortadan kalkınca, artık baskı altında tutulacak hiçbir şey yok demektir ve özel bir baskı iktidarı, bir devlet, zorunlu olmaktan çıkar. Devletin gerçekten tüm toplumun temsilcisi olarak görüldüğü ilk eylem -üretim araçlarına toplum adına elkonması-, aynı zamanda onun devlete özgü son eylemidir de. Devlet iktidarının toplumsal ilişkilere müdahalesi, bir alandan sonra bir başkasında gereksiz duruma gelir ve sonra kendiliğinden uykuya dalar (10).

O halde Venezuela'da olan nedir?
Chavez önderliğinde Venezuela ulusalcı güçleri, iç pazara hâkim olmak için emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin elinde olan işletmeleri devletin mülkiyetine geçirmeye çalışıyorlar ve bunu da tazminat ödeyerek yapıyorlar. Buradaki tarihsel ilericilik, emperyalizme (yabancı sermayeye) ve onunla işbirliği içinde olan yerli güçlere karşı alınan tavırdır. Yoksa Chavez’in devletleştirmesinin toplumsallaştırma ve sosyalizm olduğu değildir.

Venezuela'da burjuva/kapitalist mülkiyette biçim değişimi söz konusudur: Uluslararası tekellerin ve yerli işbirlikçilerinin elinde olan işletmelerin devletin eline geçmesidir, yani bireylerin veya şirketlerin özel mülkiyetinin devlet olarak örgütlenmiş burjuvazinin mülkiyetine geçmesidir.

Kapitalizmde devlet mülkiyeti, burjuvazinin kolektif mülkiyeti anlamına gelir. Bu konuda Engels şöyle der:

“Ama ne hisse senetli şirketler durumuna dönüşüm ne de devlet mülkiyeti durumuna dönüşüm, üretici güçlerin sermaye niteliğini ortadan kaldırır. Hisse senetli şirketler bakımından bu durum açıktır. Ve modern devlet de, burjuva toplumunun, kapitalist üretim biçiminin genel dış koşullarını, işçilerden olduğu kadar tek tek kapitalistlerden de gelen saldırılara karşı korumak için kurduğu örgütten başka bir şey değildir. Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, esas olarak kapitalist bir makinedir: kapitalistlerin devleti, düşüncedeki kolektif kapitalist. Üretici güçleri ne kadar çok kendi mülkiyetine geçirirse, o kadar çok gerçek kolektif kapitalist durumuna gelir, yurttaşları o kadar çok sömürür. Kapitalist ilişki ortadan kaldırılmamış, tersine doruğuna götürülmüştür. Ama bu doruğa vardıktan sonra, tersine döner. Üretici güçler üzerindeki devlet mülkiyeti, çatışmanın çözümü değildir, ama biçimsel çareyi, çözümü yakalama biçimini içinde saklar (11).

Demek oluyor ki, Venezuela'da devletleştirmeyle mülkiyetin sınıfsal karakter ortadan kalkmıyor, sadece biçim değiştirmiş oluyor. Devlet mülkiyetinde de söz konusu olan kapitalist/burjuva mülkiyet ilişkileridir.

Bazılarına göre Venezuela'da sosyalizm, Chavez önderliğinde “gıdım gıdım” kuruluyor. Chavez, yetkisine ve yasalara dayanarak birtakım reformları adım adım uygulamaya koyuyor ve bu süreç sosyalizmin inşa edilmesi veya genel anlamda ne olduğu belli olmayan bir devrim oluyor.

Mülkiyet ilişkisi, üretim ilişkisinin hukuksal ifadesidir. Kapitalizmde mülkiyet ilişkilerini tasfiye etmek sadece kapitalistlerin özel mülkiyetini değil, devletin mülkiyetini de tasfiye etmektir. Bu ise bir devrim meselesidir. Herhangi bir devrim değil, proleter devrim meselesidir. Proletaryanın siyasal iktidarı ele geçirmesi, burjuva devlet mekanizmasını, üretim ilişkilerini ve onun hukuksal ifadesi olan mülkiyet ilişkilerini yıkması ve yerine kendi sınıfsal çıkarlarını ifade eden devletini, üretim ve mülkiyet ilişkilerini kurmasıdır. Böyle bir süreç devletleştirmeye indirgenerek, basit bir el değiştirme olarak ele alınamaz. Devrim, kişi mülkiyetinin devletin mülkiyetine geçirilmesi değildir.

Latin Amerika’da (Venezuela, Bolivya, Ekvator) devletleştirme ne anlama geliyor?
Son seçimlerden sonra göreve başlarken yapılan konuşmalarda Chavez ve Correa bolca sosyalizmden ve devrimden bahsettiler.

10 Ocak 2007’de göreve başlama yemin töreninde Chavez, ülkedeki yabancıların elinde bulunan hemen bütün büyük işletmeleri devletleştireceğini açıkladı: 1991’de özelleştirilen telefon şirketi CANTV, elektrik sanayi, petrol sanayi.

Chavez, özelleştirilen ne varsa hepsini devletleştireceğini açıklıyordu. Devamla “rotamız sosyalizmdir. Hiç kimse ve hiçbir şey bunu engelleyemez” diyordu. Chavez’e göre devletleştirme sosyalizm oluyor: “Özelleştirilen ne varsa hepsini devletleştireceğiz. Rotamız sosyalizmdir. Bunu, hiç kimse ve hiçbir şey engelleyemez”. Bu sözler, Chavez’in devletleştirme ile sosyalizmi eş anlamlı kullandığını göstermektedir.

15 Ocakta görevi devralan R. Correa, Chavez’den daha radikaldi. Yemin töreninde “radikal devrim” gerçekleştirmekten bahsediyordu. “Yeni sosyalizm”in taraftarı olduğunu açıklıyordu. Chavez’in “21. yüzyıl sosyalizmi” taraftarı olan Ekvator’un yeni devlet başkanı Rafael Correa, emperyalistleri, Ekvator’un borçlarını geri ödememekle tehdit ediyor, yabancı tekellerle imzalanmış olan petrol anlaşmalarını yeniden masaya yatırmaktan bahsediyordu. Correa, Manta’daki Amerikan hava üssünü kapatma tehdidini savurmadan da edemedi.

R. Correa, aralarında H. Chavez’in, L. I. Lula da Silva’nın, D. Ortega’nın, E. Morales’in M. Ahmedinecad’ın da hazır bulunduğu 17 devlet ve hükümet başkanı önünde yaptığı bu konuşmada “Vatandaş devrimi henüz başladı. Hiç kimse ve hiçbir şey onu durduramaz” diyordu. Chavez’in “rotamız sosyalizmdir”i, Correa tarafından “vatandaş devrimi”ne dönüştürülüyor. Her ikisi de bunun “hiç kimse ve hiçbir şey tarafından durdurulamayacağını” açıklıyor. Oldukça radikal sözler.

Daha önce Ekvator’da bir L. Gutierrez gelip geçmişti. Bu bay da 2002’de, aynen bugün Correa’nın programı benzeri bir programla seçimleri kazanmış ve devlet başkanı olmuştu. Her nedense iki sene sonra yoğun kitle protestoları sonucunda başkanlıktan kovuldu.

Latin Amerika’da adeta gelenekselleşmiş bir süreç var: Geleneksel sağcı partilerin; emperyalizmin doğrudan işbirlikçisi olan partilerin siyasal olarak iflas etmeye başladıklarında radikal güçler; sivil veya ordudan ulusalcı güçler kurtarıcı olarak ortaya çıkıyorlar ve darbe veya seçimle iktidara geliyorlar. 1968’de Peru’da ve Panama’da, 1969’da Bolivya’da, 1972’de ise Ekvator’da ve 1973’te Şili’de yaşananlar adeta tekrarlanıyor. O dönemi “sola çark”ın birinci dalgası olarak ifade edersek bugün Brezilya’da, Venezuela'da, Ekvator’da, Bolivya’da ve Ekvator’da yaşananlar “sola çark”ın ikinci dalgasını oluşturur.

Her iki dönemde de bu ülkelerde “sola çark”ın ortak bir özelliği var: Darbeyle iktidara gelen subayların veya seçimle iktidara gelen ulusalcı güçlerin programları, her bir ülkenin somut koşularına dayandırıldığı için şüphesiz ki farklılıklar arz etmektedir. Ama hepsinde ortak olan, genel olarak emperyalizmi, özelde de Amerikan emperyalizmini, buna ek olarak bugün neo-liberalizmi lanetlemek yığınların birikmiş kin ve nefretine hitap etmek, sosyal eşitsizliği, ezilmişliği, onursuz konuma düşürülmüşlüğü önplana çekmek ve açlığa, yoksulluğa karşı programlardan, sağlık ve eğitim programlarından bahsederek yığınların sempatisini kazanmak.
Halkçı retorik bütün Latin Amerika’da geçerli akçedir.

Daha öncesinde Peru’da General Juan Velasco Alvarado, Ekvator’da askeri rejimin başı General Rodriguez Lara, Panama‘da diktatör Omar Torrijos Harrera, devrimden, sosyalizmden bahsetmişlerdi. Ama özel mülkiyetin; burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerinin kılına dokunmamışlardı. Şimdilerde de Chavez, Correa, Morales vb. devrimden, sosyalizmden, evet “21. yüzyıl sosyalizm”inden bahsediyorlar, ama her nedense özel mülkiyete; burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerine sıkıca bağlı kalıyorlar.
Biz şunu tartışmıyoruz: Latin Amerika’da veya dünyanın başka yerlerinde emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı atılan her adımın yanındayız. Bu anlamda Chavez’in, Morales’in, Ortega’nın, Morales’in de yanındayız. Ama onların yanında olmak, yabancı sermayeye, emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı ulusal zenginliklere sahip çıkmalarının yanında olmak, bu ülkelerde yapılan devletleştirmelerin sosyalizm olduğunu, bu ülkelerdeki gelişmelerin devrim olduğunu kabul etmek anlamına asla ve asla gelmez.

Sonuç:
Chavez’in iktidara gelmesiyle bağlam içinde Venezuela'daki gelişmeler devrim olarak nitelendirilemez. Ötesinde sosyalist devrimden hiç bahsedilemez. Bu anlamda Chave’in hükümeti devrimci bir hükümet de değildir. Bu ülkede 1998’dan bu yana yaşanan, o “Bolivarcı Devrim”, aslından demokratik, yurtsever-ulusalcı bir süreçtir. Bu sürece işçi sınıfından ve emekçi yığınlardan, gençlikten ve ulusalcı güçlerden milyonlar katılmıştır. Bu süreci ilerleten milyonlardır. Ancak sübjektif koşulların olgunlaşması; komünist bir partinin işçi sınıfı ve emekçi yığınlara önderlik edebilecek duruma gelmesi durumunda bu süreç, sosyal bir devrime dönüşebilir.

Kapitalizmden uzaklaşmak, 21. yüzyıl sosyalizmini yaratmak” ve bunu “Karl Marks ve Friedrich Engels’in ilkesel düşünceleriyle uyumluluk içinde” yapmak Chavez’in sözleridir. Ama Chavez, Marks ve Engels’in anladığı tarzda bir devrim teorisinden ve sosyalizmden bahsetmezler. Marks ve Engels, kapitalist düzenin yıkılmasından, burjuva devlet mekanizmasının parçalanmasından, proletarya diktatörlüğünden bahsederler ve devrim ve reform arasında kalın bir çizgi çekerler. Chavez, bunu unutuyor. Onun ağzında devrim veya sosyalizme geçiş bir süreçtir, kapitalizmden sosyalizme doğru bir geçiştir. Bu geçiş de ancak ve ancak reformlarla mümkün olabilir. Bu, gerçek anlamda sosyal demokratik bir anlayıştır.

Devletleştirmek, sosyalizmin niteliksel bir özelliği değildir. Burjuva düzende de devletleştirme olur. Ama Chavez, özel mülkiyeti toplumsallaştırmayı amaçlamıyor, sadece devletleştirmek istiyor ve bunu da yapıyor (12).

Chavez 1998’den beri iktidarda. O günden bugüne aldığı tedbirler, uygulanan reformlar; bir bütün olarak onun politikası ve bu politikanın arkasında duran siyasal güçler, Chavez’in nerede durduğunu oldukça açık bir şekilde göstermektedir.

Chavez, MVR (Beşinci Cumhuriyet Hareketi) ittifakına dayanarak başkanlığını sürdürüyor. MVR içinde ise hem solcu hem de sağcı güçler örgütlüdür.

Chavez’in politik programı çok sadedir, çok açıktır: Bu programda Venezuela ulusal burjuvazisinin çıkarları ile emekçi yığınların (işçiler, küçük köylüler vs.) çıkarları birleştiriliyor ve hedef olarak öncelikle Amerikan emperyalizmi, yabancı sermaye (tekeller) ve kendine karşı gelen emperyalizmin yerli işbirlikçileri gösteriliyor. Chavez’in programı, sosyalizm gibi söylemlerini bir kenara atarsak, henüz gelişmemiş olan Venezuela ulusal burjuvazisini geliştirmeyi amaç edinmiş bir programdır. Programı onun, ulusal burjuvazinin siyasal temsilcisi olduğunu göstermektedir.

Chavez, programının ve mücadelesinin gösterdiği gibi, Amerikan emperyalizmi dışındaki emperyalist güçlere karşı tutarlı olmasa da, antiemperyalisttir. Ulusal çıkarlar için mücadelesinden ve bu anlayışından dolayı Chavez ve hükümeti, ulusal, yurtsever olarak tanımlanabilir.

Venezuela'da devam eden sürecin veya “Bolivarcı sürec”in ilerici, demokratik ve genel anlamıyla antiemperyalist olduğu tartışma götürmez. Venezuela'daki gelişmeler, en fazlasıyla Bolivarizmin bir ifadesidir. Chavez’e göre günümüzde Bolivarizm, bir taraftan gelişmekte olan Venezuela ulusal burjuvazisinin ve diğer taraftan da işçi sınıfı ve köylülüğün çıkarlarını bir potada birleştirmek ve eritmek demektir. Chavez, programını güçlü bir popülizmle ve eklektizmle süslüyor. Bir araya gelemeyecek güçleri bir araya getirme çabası onun ne denli idealist ve eklektik olduğunu gösterir.

“Bolivarcı Devrim”de Marks’ın, Engels’in, Lenin’in, Stalin’in anlayışlarının yeri yoktur. Bunun ötesinde R. Luxemburg’un, Ho Chi Minh’in, Mao Zedong’un, Thälmann’ın ve derin dostluğa rağmen Fidel Kastro’un da devrim konseptleri dikkate alınmaz. Şüphesiz onların düşüncelerinden bahsedilir. Ama “Bolivarcı Devrim” ve Chavez’in politik düşünceleri, çeşitli akımların üzerinde yükselir. Örneğin Lenin’in antiemperyalizm anlayışından esinlenilir, onun devrim, devlet, parti anlayışları dikkate alınmaz, ama A. Gramsci’nin düşünceleri etkili olur.

Chavez, yerine göre Marks’tan, Engels’ten, Troçki’den, Mao Zedong’dan, Sartre’den bahsediyor, İsa’yı en büyük sosyalist ilan ediyor. Ama ne denirse densin “Bolivarcı Devrim”de ve Chavez’de ulusalcı-yurtsever öğe sürekli, hemen her konuda belirleyici oluyor.

Açık ki, Chavez’in sosyalizm anlayışı soyuttur. Sosyalist düşünceyle çelişse bile çok şeyi sosyalizm olarak anlatabiliyor. Örneğin Hristiyanlıkla, İsa ile sosyalizmi özdeşleştirebiliyor. Troçki’nin sürekli devriminden esinlendiğini söyleyebiliyor. Kakao üreten kooperatifleri, mülkiyet ilişkilerini göz önünde tutmaksızın „21. yüzyıl sosyalizmine ekonomik evrilme“ olarak görebiliyor. Somut olarak sosyalizmin proletarya diktatörlüğü olduğu, kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerinin yıkılması anlamına geldiği onu pek ilgilendirmiyor. Yoksullara yardım programını uygulamak, sosyalist olmak için yetiyor.

Kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerini yıkmaya kalkıştığında –bırakalım fiilen adım atmayı, bunu dillendirdiğinde dahi- Chavez, Venezuela burjuvazisini karşısında bulacaktır.

Sınıflar üstü görünen Chavez, Venezuela ulusal burjuvazisinin sosyal yönü ağır basan devlet başkanıdır.

Chavez, ulusal kapitalizmin savunucusudur. İşçi sınıfını ve emekçi yığınları böyle bir kapitalizmin gelişmesine koşmaya çalışıyor. Onun kooperatif anlayışı da buna hizmet ediyor.

Chavez’in kooperatif anlayışı, işçi sınıfında mülkiyet tutkusunu geliştirmeye, sınıfın kendini kooperatif çıkarıyla tanımlamasına, özdeşleştirmesine hizmet ediyor, aynı zamanda.

Chavez önderliğindeki hükümetin Venezuela'da ekonomik ve toplumsal düzenin karakterini değiştirmediği gerçeğinin tartışılacak bir yanı yok. Ama belirttiğimiz gibi, onun belli ölçülerde de olsa emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı aldığı olumlu tavrın da tartışılacak bir yanı yoktur. Chavez, “Plan-Kolombiya” ve ALCA’ya (13) karşı mücadelede tutarlı olmuştur. Onun Irak savaşı ve bu ülkenin işgali karşısında aldığı tavır da olumludur. Bütün baskılara karşın Küba’nın yanında yer alması da önemlidir.

Bugün Venezuela'da iki cephe karşı karşıyadır:
Venezuela'da Bolivarcı sürecin ilerlemesini engellemek ve mevcut hükümeti devirmek için başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere emperyalist güçler, ülkedeki bütün gerici güçleri birleştirmek için sürekli arayış içindeler. İşe yaramayan karşı devrimci oluşumları/ittifakları dağıtıyorlar, başarılı olmak umuduyla yenilerini kuruyorlar. “Federación de Cámaras de Comercio” (Venezuela’nın en büyük işveren birliği olan “Ticaret Odası Federasyonu”) karşı devrimci muhalefetin başı durumunda. Bu kuruluş, işveren birliklerini, banka birliklerini ve Katoliklerin önde gelenlerini temsil etmektedir. Geleneksel burjuva partiler, sendika bürokrasisi, geçmişi “sol” olan bazı örgütler de bu karşı devrimci cephede yer almaktadır.(14).

Bu cephenin karşısında işçi sınıfı ve emekçi yığınlar; halk kitleler, gençlik, ulusalcı güçler yer almaktadır. Venezuela'da bu iki cephe arasındaki mücadele; toplumsal ve siyasal süreç giderek derinleşmekte ve kapsamlaşmaktadır. Bu süreç, işçi sınıfından, köylülükten, gençlikten, ulusalcı güçlerden milyonları hareketlendirmiştir. Bu ülkede bütün toplumsal sınıflar ve sosyal tabakalar oldukça politikleşmişler ya gelişen süreçten yana ya da ona karşı mücadele içindeler. Venezuela'da gelişen bu mücadele karşısında tarafsız kalınamaz. Dünya çapından bütün ilerici, antiemperyalist, devrimci ve komünist güçlerin görevi bu mücadeleyi desteklemektir.

Şüphesiz ki, “Bolivarcı Devrim”i, devrim olarak tanımlamaktan, hele sosyalizme doğru gelişmeden hiç söz edilemez. Ama buna rağmen, Bolivarcı Venezuela, her ne kadar genel olarak emperyalizme karşı mücadele etmese de, antiamerikancı olduğu, emperyalizmin yerli işbirlikçilerine; “oligarşi”ye karşı mücadele ettiği müddetçe dayanışmayı hak etmektedir.

Venezuela’nın ulusal bağımsızlığı mücadelesinde; antiemperyalist mücadelede Venezuela işçi sınıfı ve emekçi yığınları Venezuela ulusal burjuvazisiyle ittifak içindedir. Bu ittifakı Chavez önderliğinde Bolivarcı Hareket temsil etmektedir. Gelişmenin hangi yönde olacağını ulusal güçlerle emperyalist güçler ve yerli işbirlikçileri arasındaki mücadelenin seyri belirleyecektir.

Ve bu seyir, 6 Aralıkta yapılan başkanlık seçimiyle Bolvarcı Hareket aleyhine belirlenmiş gözükmektedir.
*
Dipnotlar:
1) 27 Şubat 1989’da gerçekleşen „Caracozo“ diye bilinen ayaklanma. Yüksek fiyat artışları (Örneğin, benzinde yüzde 90 oranında fiyat artışı, sübvansiyonların kaldırılması) karşında emekçi yığınların tepkisi sokak gösterilerine, otobanların bloke edilmesine dönüşür ve C. A. Perez hükümeti 23 Mart 1989’a kadar süren sıkıyönetim ilan eder. Ordunun halka karşı saldırısı sonucunda İnsan Hakları Örgütünün bildirdiğine gör 4000 insan katledilir. Bu durum sonrası hükümet ekonomi üzerine aldığı tedbirleri geri çekmek zorunda kalır ve genel bir ücret artırımı kararı alır.

2) 4 Nisan 1992’de Perez hükümetinin kabine değişiminden ve yoksulların lehine olan tasarruf tedbirlerinin devam ettirileceğinin açıklanmasından sonra H. Chavez önderliğinde MBR-200 tarafından örgütlenen ve sol eğilimi subaylardan ve onlara bağlı askerlerden oluşan paraşütçü birlikleri ülkenin çeşitli yerlerinde ayaklanırlar ve başkent Karakas’a yürürler. Ayaklanma başarısız kalır ve Chavez tarafından durdurulur. 133 subay ve 956 asker tutuklanır. Chavez’in de aralarında bulunduğu 24 subay hakkında dava açılır. 2 Nisan 1992’de kitlesel protestolar gerçekleştirilerek anayasal uygulamaya yeniden dönülmesi ve ayaklanmacıların serbest bırakılması talep edilir. 42 ayaklanmacı serbest bırakılır. 9 Nisandan itibaren yeniden anayasal yaşama geçilir. 7 Eylülde, tutukluları kurtarmak için yeniden bir darbe girişimi olur ama başarısız kalır.

3) Chavez, 1998‘deki başkanlık seçimlerinde verilen oyların yüzde 56,2’sini alır. Chavez, Movimiento Quinta República’dan (MVR, 5. Cumhuriyet Hareket), Movimiento al Socialismo’dan (MAS, Sosyalizm İçin Hareket), Patria para Todos’dan (PPT, Herkes İçin Anavatan, sol bir parti), Movimiento Electoral del Pueblo’dan (MEV, Halkın Seçim Hareketi, sol sosyal demokratik bir hareket), Partido Comunista de Venezuela'dan (PCV, Venezuela Komünist Partisi, revizyonist parti) oluşan Polo Patriotico (Yurtsever Yığınak Hareketi) ile seçimleri kazanır.

4) Gerilla mücadelesi konusundaki görüş ayrılığından dolayı Venezuela Komünist Partisi (revizyonist parti), 1970’li yıllarda bölünür. La Causa-Radical (1970) ve MAS (Movimiento al Socialismo-1971) bu bölünmeler sonucunda kurulurlar. 1997’de Causa-Radical de bölünür ve ardından PPT(Patria Para Todos) kurulur. Bu bölünmenin önemli nedenlerinden birisi, 1998 seçimlerinde Chavez’in desteklenip desteklenmeyeceğiydi. Destekleyenler tarafından oluşturulan PPT, seçimlerde Chavez’le ortak hareket eden Polo Patriotico (Yurtsever Yığınak Hareketi) içinde yer alır. Aynı nedenden dolayı MAS da 2002’de ikiye bölünür. MAS’ın bir kanadı (PODEMOS) Chavez’i destekler. Çoğunluk tarafı ise muhalefette yer alır.

5)Bu seçimlerde Chavez taraftarları 128 sandalyenden 120’sini kazanırlar.

6) Devlet Başkanı Chavez, petrol sanayinin daha yüksek vergilendirilmesiyle, balıkçılık ve kullanılmayan topraklara devlet tarafından el konulmasını öngören yasayla ilgili olan reform paketini parlamentodan geçirerek değil de kendine tanınan özel yetkiyle geçerli kılmaya çalışmasını işverenler birliği Federcámaras ve CVT (Confederación de Trabajadores de Venezuela- Venezuela İşçiler Konfederasyonu)10 Aralık 2002’de ülkede yaşamı neredeyse tamamen felce uğratan 12 saatlik bir genel grevle cevaplandırır. 23 Ocak 2003’te 1958’de General Marcos Perez Jimenez’in devrilmesiyle demokrasiye geçişin 44. yıl dönümünde 100 binden fazla hükümet karşıtının katıldığı bir protesto yürüyüşü düzenlenir. Aynı anda yine 100 bin kişinin katıldığı bir karşı yürüyüş düzenlenir. Acción Democrática, devlet başkanının yüksek mahkeme kararıyla görevden alınmasını talep eder. 9 Nisanda devlet petrol tekeli “Petroleos de Venezuela”nın Chavez’e karşı, tekelin yönetimini değiştirdiği için grevde bulunan çalışanlarını desteklemek için yeni bir genel grev yapılır. General L. Rincón Römer önderliğinde ordu11 Nisan 2002’de darbe yapar. Bu General, Chavez’in görevinden ayrıldığını açıklar. 12 Nisan 2002’de Federcámaras’ın başkanı, P. C. Estanga, parlamentoyu feshettiğini ve bir geçiş hükümeti kurmak üzere olduğunu açıklar. Darbeciler bu açıklamanın geri alınmasını talep ederler ve 13 Nisanda o zamanki başkan yardımcısını başkan olarak yemin ettirerek görevlendirirler. Ama 14 Nisanda, tutuklu olan Chjavez, aniden geri döner ve görevini talep eder. Carmona ev gözaltına alınır ve darbeciler tutuklanırlar. Burjuva partilerden, sendikalardan işveren birliklerinden ve çıkar gruplarından oluşan „Coordinadora Democrática“, toplumsal yaşamı felce uğratmak, (Petrol sanayinin çalışamaz hale getirilmesi, genel grev vs.) başkanı devirmek için eylemlere yıl boyunca devam eder. Ama başarısız kalır.

7)Birlikten yana olan partiler/hareketler:
-Movimiento Quinto República (Beşinci Cumhuriyet Hareketi. Chavez tarafından 1994’te kuruldu ve koalisyon hükümetinin önde gelen partisidir).
- Unidad Popular Venezolana (Venezuela Halk Birliği, Chavez’in taban hareketini desteklemek için 2003’te kuruldu).
- Clase Media Revolucionaria (Devrimci Orta Sınıf, 2006’da kuruldu).
- Movimiento Revolucionario Tupamaro (Devrimci Hareket Tupamaro, 1992’de kuruldu).
- Partido Unión (Birlik Partisi, Chavez ile dayanışma içinde olan aydın çevrelerin birliği, 2001’de kuruldu).
- Por la Democracia Social – PODEMOS (Sosyal Demokrasi İçin, 2003’te kuruldu).
Birliğe karşı olanlar:
- Patria Para Todos (herkes İçin vatan, sol yurtsever, 1997’de kuruldu).
- Partido Comunista de Venezuela(Venezuela Komünist Partisi, revizyonist parti, 1931’de kuruldu).
- Movimiento Electoral del Pueblo (Halkın Seçim Hareketi, 1967’de kuruldu).
- Movimiento Independiente Ganamos Todos („Hepimiz Kazanacağız“ bağımsız hareketi, 1997’de kuruldu).
- Liga Socialista (Soyalist Lig, 1969’da kuruldu).
- Movimiento Democracia Directa (Doğrudan Demokrasi Hareketi, 2000’de kuruldu).
- Grupo Nacional Socialista de Liberación Pro Venezuela (Venezuela'nın Kurtuluşu için Ulusal Sosyalist Grup, 2005’te kuruldu.
- Organización Nacionalista Democrática Activa (Milliyetçi Aktif Demokrasi Örgüt, 2004’te kuruldu).

8)Bu türden reformlar Latin Amerika’nın birçok ülkesinde gündeme gelmiştir. Bu bakımdan yeni bir olgu değildir. Örneği Venezuela'da 1960’ta hükümette olan Demokratik Eylem Partisi’nin uyguladığı toprak reformu sonucunda 60 bin köylüye 1 milyon 800 bin hektar toprak dağıtılmıştı. Resmi verilere göre 1961’den 1998’e kadar uygulanan toprak reformlarında 230 bin aileye 11,5 milyon hektar toprak dağıtılmıştır. Yeterli olmayan, küçük ölçekli topraklara sahip köylülerin yeterli teknik olanakları yoktu ve yeterince kredi alamıyorlardı. Bunun ötesinde, belirtilen nedenlerden dolayı, yüksek maliyetli ürünler, piyasa koşullarının üzerinden fiyatlarla pazara sunulunca satılamadı. Sonuçta köylüler kısa zamanda iflas ettiler ve sahip oldukları toprakları sattılar. Topraklar yeniden tarım burjuvazisinin eline geçti.

9) 11.01.2007 tarihli Radikal’den.

10)Marks-Engels; C. 20, s. 261/262. “Anti-Dühring”).

11)Marks-Engels; C. 20, s. 260. “Anti-Dühring”).

12)Yabancı şirketler (tekeller) ülkeden kovulmamaktalar, işletmelere el konulmamakta. Tazminat ödenerek işletmeler devlet mülkiyetine geçirilmekte. Bunun ötesinde devletin yüzde 60 hisse senedi sahipliğine karşı çıkmayanlar; 40’la yetinenler devletin küçük ortağı olarak faaliyetlerini sürdürebiliyorlar. 13 petrol tekelinin çoğunluğu Chavez’in bu türden devletleştirmesini ve devletin küçük ortağı olarak üretim yapmayı kabul ettiler.

13)“Area de Libre Comercio de las Americas” veya Free Trade Area of the Americas” (FTAA): Amerikan Serbest Ticaret Alanı.
Amerikan emperyalizminin kurmaya çalıştığı “Amerikan Serbest Ticaret Alanı”, açık ki başarısız bir proje olarak kalacaktır. Özellikle Chavez önderliğinde sürdürülen mücadele ve önerilen alternatif proje şekillenmektedir. Bir nevi Güney Amerika iç pazar olacak bu projeye (“Güney Amerika Devletler Topluluğu”) Arjantin, Şili, Ekvator, Bolivya, Brezilya, Kolombiya, Paraguay ve Venezuela'nın katılıyor.

14)Venezuela'da gelişen politik ve toplumsal süreç, giderek daha da derinleşmekte ve kapsamlaşmaktadır.
Muhalefet Venezuela'da gelişen sürece seçimler üzerinden de karşı cepheden katılmıştır. Ama her seferinde yenilgi almıştır. Chavez’i devirmek için Amerikan emperyalizmi CIA vasıtasıyla kiliseyi, bir grup işbirlikçi subayı ve “Federación de Cámaras de Comercio”yu 2002 yılında darbe için örgütlemişti. Darbe sonucunda Chavez tutuklanmış ve yeni bir hükümet kurulmuştu. Ama ordunun çoğunluğu halk yığınlarıyla birleşerek Chavez hükümetinin yeniden işbaşına gelmesini sağlamış ve darbede yenilgiyle sonuçlanmıştır.
2002 ve 2003’te kapitalistler, Venezuela ekonomisini çöküntüye sürüklemek ve Chavez’i devirmek için iş durdurma eylemi örgütlemişler, ama bundan da sonuç alamamışlardı. (Ordunun darbe denemesinden önce onun tarafında yer alan Askeri polis Generali C. Martinez’in tutuklanmasından sonra, 2002/2003’te iki aydan fazla devam eden „genel grev“, aslında işverenlerin kitlesel bir lokavtından başka bir şey değildi.)
Muhalefet, yasal yoldan Chavez’i başkanlıktan uzaklaştırmak için referandum önermiş, 2004’te yapılan referandumla halkın çoğunluğu Chavez’i başkan olarak görmek istediğini bir kez daha onamıştır.

Karşı devrim Amerikan emperyalizmi; CIA ve ABD elçiliği tarafından kontrol edilmekte ve yönlendirilmektedir. Amerikan emperyalizmi, yurt dışında yaşayan karşı devrimci Kübalıları ve Kolombiya’dan paramliter unsurları da Chavez hükümetini devirmek için örgütlemektedir.