SSCB'DE
İKTİSADİ VE KÜLTÜREL GELİŞME – TEMEL GÖSTERGELER
(100.
YILINDA BÜYÜK SOSYALİST EKİM DEVRİMİ)
1.
Makale
Ön
açıklama:
Ekim
Devrimi ile “sıkıntısı” olanlar, bu devrimi ulusal sınırlı
bir devrim olarak göstermek için nesnel gerçekliği reddetmekten
de çekinmiyorlar. Başka ülkelerde devrimlerin -beklenen
devrimlerin- gerçekleşmemesinin sorumlusu sanki Ekim Devrimi. Ekim
Devrimi'nin uluslararası işçi ve komünist harekete kazandırdığı
ivme inkar edilemez olmasına rağmen; insanlık tarihinde sadece
Rusya ile sınırlı olmayan, dünya çapında temel değişime neden
olmasına rağmen; kapitalist dünyadan sosyalist dünyaya dönüşümün
yolunu açmış olmasına rağmen ve bundan dolayı da enternasyonal
bir devrim karakteri taşımasına rağmen, bu devrimi ulusal
sınırlara hapsetmek istiyorlar.
Her
şeyden önce bu devrim, özel mülkiyet üzerinde yükselen
toplumlarda sömürücü bir sınıfın diğerini alt etmesini ve
iktidara gelmesini sağlayan bir devrim değildir; Örneğin köle
sahiplerinin yerini feodal toprak sahiplerinin, feodal toprak
sahiplerinin yerini burjuvazinin aldığı bir toplumsal formasyon
değişimi değildir. Ekim Devrimi bu türden altüst oluşlardan,
devrimlerden temelden farklıdır; Ekim Devrimi sömürücü düzeni,
özel mülkiyeti ortadan kaldıran değişimdir. Ekim Devrimi'nin
sınıfsal karakterini belirleyen de onun bu özelliğidir. Bundan
dolayı Ekim Devrimi, sosyalizm ve komünizmin yolunu açan;
sosyalist ve giderek de komünist dünyanın ilk adımı olmuştur:
Dünya devrimi startı Ekim Devrimi'yle verilmiştir.
Paris
Komünü burjuvaziye iktidarı kaybetme korkunun ne olduğunu
gösterdi. Ekim Devrimi ise emperyalist dünya burjuvazisine iktidarı
kaybetmenin mümkün olduğunu yaşattı; bu devrim emperyalizmin tek
başına dünya hakimiyetine son verdi; emperyalist cepheyi,
kapitalist dünya sistemini böldü.
Ekim
Devrimi, emperyalizmi sadece merkez ülkelerde sarsmadı, aynı
zamanda emperyalizme bağımlı, geri, sömürge ülkelerde de
antiemperyalist demokratik mücadelenin; devrimlerin yolunu açtı.
Ekim Devrimi sömürge ve bağımlı ülkelerde emperyalizme karşı
mücadelenin her bakımda yanında oldu, güç verdi.
Ekim
Devrimi emperyalist merkezlerde ve bağımlı, sömürge ülkelerde
isyan bayrağı olmuştur ve bugün de bu özelliğinden hiçbir şey
kaybetmemiştir.
Ekim
Devrimi, aynı zamanda bir ideolojik devrimdir; işçi sınıfının
ideolojisinde bir devrimdir. Ekim Devrimi, ideolojinin uygulanması
ve uygulamadan çıkartılan sonuçlarla ideolojinin
geliştirilmesidir. Marksizmden Marksizm-Leninizme varılabilmesinde
Ekim Devrimi'nin katkısı çok önemlidir.
Ekim
Devrimi bütün hakları, özgürlükleri işçilere ve emekçilere
verdi; işçi sınıfı ve emekçi yığınların kendi düzenini,
sosyalizmi kurmasının yolunu açtı...
Ekim
Devrimi, Çarlık Rusya'sında cehennemi yaşayan bütün uluslara ve
milliyetlere kendi kaderlerini tayin hakkını sadece vermedi,
uygulanmasının koşullarını
da oluşturdu.
Çarlık döneminde “halkların hapishanesi” olan ülke,
ulusların ve etnik toplulukların gelişip serpildikleri;
özgürlüklerini
yaşadıkları ülkeye dönüştü...
Ekim
Devrimi, aynı zamanda bir kültür devrimidir; aydınlanmanın,
toplumun komünizme doğru ilerlemesinin kültür alanında da yolunu
açan devrimdir...
Ekim
Devrimi, bir kadın devrimidir. O günün Rusya koşullarında
kadının kurtuluşu, cins eşitsizliğinin ortadan kaldırılması
için Ekim Devrimi'nin açtığı yoldan SSCB yürümüştür.
Şüphesiz
ki, bütün toplumsal ve ekonomi sorunları çözülmemiştir;
hatalar yapılmış, eksiklikler olmuştur.
Amacımız
burada Ekim Devrimi'nin özelliklerini saymak değil. Bu
özellikleriyle Ekim Devrimi, SSCB'de sosyalizmin inşasının yolunu
açmıştır. Burada bu inşanın nasıl gerçekleştirildiğinden
ziyade, gerçekleştirmenin kendisini toplumsal ve ekonomik alanlarda
mevcut istatistik verilerle göstermeye çalışacağız. Toplumsal
ve ekonomik alanda sosyalizmin inşası bir biçimde belli kıstaslar
temelinde ölçülebilir, kıyaslanabilir olması gerekir. Aksi
taktirde “şöyle oldu, böyle oldu, şu yanlıştı, bu doğruydu”
deme hakkımız pek olmaz. Son kertede “şöyle oldu, böyle oldu,
şu yanlıştı, bu doğruydu”yu neye dayandırıyorsunuz diye
sorarlar. O zaman ne diyeceğiz? “Böyle düşünüyorum, öyleyse
böyledir” mi diyeceğiz. O halde, bize bir şeyler söyleten,
kafamızda belli düşüncelerin oluşmasına zemin oluşturan somut
verilere ihtiyacımız var. Bu alanda uluslararası komünist
hareketin; özellikle de III. Enternasyonal'in ve SSCB'nin tarihi
hiç “fukara” değildir...
Mevcut
veriler temelinde Büyük Sosyalist Ekim Devrimi'nin ürünü olan
SSCB'de toplumsal ve ekonomik inşayı birkaç makalede ele alacağız;
daha doğrusu göstergeleri, istatistik verileri konuşturacağız.
Nihayetinde SSCB'de inşa döneminin; Ekim Devrimi'nden 1956'ya kadar
olan dönemin bir dökümünü çıkartacağız.
Ama
önce istatistiğin de bir bilim olduğu üzerinde biraz durmamız
gerekir. Ne de olsa istatistiği sayı, tablo, veri yığını olarak
algılayanlardan geçilmeyen bir ülkenin insanlarıyız. Veri
okumayı; sayı, tablo değerlendirmeyi pek öğrenemedik, daha
doğrusu öğrenmemiz için bunun eğitimi yapılmadı. İstatistik
verilerin değerlendirilmesinde “kör” kaldık. Öyle ki, bu
konuda dünya proletaryasının önderleri Marks, Engels, Lenin ve
Stalin'in istatistik verileri doğru yöntemle kullanarak varmış
oldukları sonuçlardan da ders çıkartmadık. İstatistik verileri
görünce “öcü görmüş gibi” olanlarımız hiç de az
değildir. Sayıları, istatistik verileri göz ardı ederek örneğin
Marks'ın Kapital'ini, Lenin'in sayılardan, tablolardan geçilmeyen
ekonomi üzerine yazılarını nasıl anladığımıza bir türlü
akıl erdiremiyorum.
İstatistik
anlayışsızlığa karşı mücadele etmek de hepimizin görevi
olmalıdır.
Okuru
bu makaleleri değerlendirmeye bir nevi hazırlamak için “Sınıf
Pusulası”nın 4. sayısında yayımlanan (Kasım-Aralık 1999)
“Bir Bilim Olarak İstatistik” yazısına burada yer veriyoruz.
“BİR
BİLİM DALI OLARAK İSTATİSTİK
İki
nedenden dolayı böyle bir konu üzerine yazmayı doğru bulduk.
Birinci neden, ekonomi üzerine yazılarımızda istatistik
göstergeleri/verileri sıkça kullanmamız. İkinci neden de bir
bilim dalı olarak istatistiğin kavranmaması. Hatta küçümsenmesi.
Anlaşılan o ki, istatistik veriler, sayılar okunamıyor. Oysa
bazen bir tablonun birkaç sayfalık yorumdan daha çarpıcı, daha
açıklayıcı, daha öğretici olabileceği düşünülmüyor. Tabii
ki bu, bugünün bir sorunu değil. Yılların alışkanlığı,
istatistik göstergelere karşı yılların biriktirdiği önemsememe.
Bu, aynı zamanda, bir bilim dalı olarak istatistiği kavrayış
eksikliğinden dolayı önemsememe anlamına gelir. Bu yazımızda
konuya genel hatlarıyla açıklık getirmeye çalışacağız.
l-
İstatistiğin Konusu
Burada
istatistik kavramıyla sosyal-ekonomik istatistiği kastediyoruz.
Matematik istatistiğinin bazı yöntemlerinin doğa bilimlerinde
kullanışı konumuz dışı. İstatistik, toplum bilimlerinden
birisidir. Toplum bilimleri, toplumsal gelişmeleri inceler. Engelsin
belirttiği gibi toplum bilimleri -madde ve hareketini konu alan doğa
bilimlerinin aksine- "insanların yaşam koşullarını,
toplumsal ilişkileri, hukuk ve devlet biçimlerini, felsefeden,
dinden, sanattan vb. oluşan ideal üst yapıları ile birlikte
tarihsel ardışıklarını ve o günkü sonuçlarını"
inceler. (Anti-Dühring, Marks, Engels. c 20, s. 82).
Hukuk
bilimi, tarih bilimi, ekonomi ve iktisat bilimleri vb. toplum
bilimleri çerçevesinde olan bilim dallarıdır. Her bir toplum
bilimi, insanların toplumsal ilişkilerinin belli bir bölümünü
konu edinir; her birisinin kendine özgü, o bilim dalını ifade
eden araştırma konusu vardır. Örneğin tarih, geçmişe ilişkin
toplumsal ilişkileri, bu ilişkilerin gelişme yasallığını
araştırırken, politik ekonomi, "insan toplumunun çeşitli
gelişme aşamalarında toplumsal üretim ve maddi varlıkların
dağılım yasalarını araştırır" (Politische Ekonomie,
Lehrbuch, Berlin 1955, s. 7).
İstatistik
de, tarih, hukuk, felsefe gibi bir toplum bilimidir. Bilim olarak
istatistiğin de kendine özgü konusu vardır. O, bu araştırma
konusuyla diğer toplum bilimlerinden ayrılır. Bu, istatistiğin
konusunun sınırlarını da belirler.
İstatistiğin
konusu, nesnel olarak var olan doğada ve toplumdaki kütle ve
kütlesel görüngülerin bütün ve kısmi bağlamlarıdır.
İstatistik, toplumsal kütle görüngülerini, bu görüngülerin
belli zaman ve mekanda yasallıklarının etkisini araştırır.
İstatistik nicel ilişkilere dayanır ve bunları nitel belirliliği
ile bağlam içinde ele alır veya;
-istatistik,
somut tarihsel ve toplumsal görüngülerin hacmi ve sayısal
ilişkilerini konu edinir ve
-bu
hacim ve sayısal ilişkilerde ifadesini bulan toplumsal gelişmenin
yasallıklarını açığa çıkartır. (Bkz. T. Koslow. "Über
Gegenstand Methode der Statistik", Sowjetwissenschaft,
Gesellschafswissenschaftliche Abteilung, 1952, No, 2, s. 181)
Kütle
ve kütlesel görüngüler ve toplumsal kütle görüngülerden
anlaşılması gereken, insanların toplumsal yaşamlarının ve
hareketlerinin görülebilir ifadeleridir. Bunlar, içsel zorunluluk,
yasallık gereği kütlesel olarak açığa çıkan ve reddedilmesi
mümkün olmayan görüngülerdir. Örneğin Türkiye'de sanayi
üretimi veya daha geniş anlamda ele alırsak toplumsal toplam ürün
(TTÜ), birçok münferit işletmelerin toplam ürünü olarak var
olur. Sanayi üretimi veya TTÜ, toplumsal kütle görüngülerinden
birisidir ve çok sayıda aynı cinsten münferit görüngülerden
(tek tek işletmelerin üretiminden) oluşur. Ancak bu görüngülerin
kütlesel olarak ortaya çıkmaları ve bu ortaya çıkış sürecinin
tekrarlanması, toplumsal yaşamda buna ilişkin yasallıkların
ortaya çıkartılmasını olanaklı kılar. Lenin, "Karl Marks"
makalesinde, "Kapital'i kast ederek, "Marks burada
bireysel (münferit-Sınıf
Pusulası) bir görüngüyü değil, kütlesel bir
görüngüyü, toplumun ekonomisinin bir parçacığını değil,
bilakis bütünselliği içinde bütün ekonomiyi araştırıyor...
Marks analizinde, ekonomik kütle görüngülerinden toplumsal
iktisadın bütününden hareket ediyor, tek tek olgulardan veya
rekabetin dış görüngülerinden değil" diye yazıyor
(Lenin, Seçme Eserler. C. l. s. 44, Alm.)
Sadece
münferit görüngülerden hareketle yasallık tanınamaz. Bu
görüngüler, şu veya bu şekilde tesadüfi karakter de
taşıyabilirler. Yasallığın tanınabilmesi, bu bir yasallıktır
denebilmesi için görüngülerin kendilerine özgü olan
özelliklerinin bilinmesi gerekir. Hal böyle olmasına rağmen,
bütünsellik çok sayıda tekil/parça görüngülerden oluştuğu
için, bütünselliğe varabilmek, onu tanımlayabilmek için işe
tekil olanı araştırmakla başlamak gerekir.
Bu
konuda Lenin şöyle diyor;
"Münferit
olan, genele götüren bağları dışında var olmaz. Genel olan,
münferit olanın içinde, münferit olanla var olur. Her münferit
olan, ( şu veya bu biçimde) genel olandır. Her genel olan, her
münferit olanın (bir parçacığıdır veya bir yönü veya
özüdür). Her genel olan, sadece, bütün münferit şeyleri
yaklaşık olarak kapsamına alır". (Philosophische Hefte",
C. 38, s. 340)
Demek
oluyor ki istatistik, toplumsal yaşamın münferit görüngülerinden
hareket ederek genel olana varır. Örneğin her bir işletmenin
işgücünden ve üretiminden hareketle sonuca varır. Burada
istatistik, aynı cinsten olan bu kütlesel görüngüleri bir arada
ele alır ve böylelikle bu görüngülerde tipik olanı açığa
çıkartır ve onların yasallığını inceler. Bütün işletmelerin
üretim ve işgücünü beraber ele almakla istatistik, bunların
nasıl geliştiklerini, nasıl bir yapıya ve kapsama sahip
olduklarını, birbirleriyle (üretim ve işgücü) ilişkilerinin
nasıl olduğunu açığa çıkartır ve karakterize eder.
Bir
ülkede hangi üretim biçiminin hakim olduğunu, istatistik verileri
değerlendirmeksizin tespit etmeye çalışmak, başlı başına bir
maceradır. Bu, kaçınılmaz olarak öznelliğe (sübjektivizme)
götürür. Örneğin feodal üretim tarzının hakimiyeti veya
"feodal sömürünün hakimiyeti" kanıtlanmak isteniyorsa
feodal üretim birimlerinden ve bağımlı köylünün "işgücü"nden
hareket ederek, bunların gelişmişlik durumu, yapısı, kapsamı ve
birbirleriyle olan ilişkileri açığa çıkartılarak genel olana
varılmış olur.
İnsanların
birbirleriyle olan ekonomik ilişkileri; altyapı ve üst yapı
arasındaki, doğa ile toplum arasındaki ilişkiler kütlesel
görüngüleri oluştururlar ve istatistiğin konusudurlar.
İstatistik, genel olarak toplumsal yaşamın bütün alanlarını
kapsamına alır, ama bu alanların; toplumsal görüngülerin
hepsini kendi inceleme konusu olarak görmez; toplumsal görüngülerin
bir kısmı başka bilim dalları tarafından incelenir.
Öyleyse
istatistik, çok çeşitli özellikler içinde var olan aynı cinsten
toplumsal görüngülerle uğraşır. Bu nedenle istatistik, münferit
görüngüleri inceler, çünkü bunlar, toplumsal kütle
görüngülerinin ifadesidir. İstatistik, kütlesel görüngüleri
öze ilişkin noktalarında bir araya getirerek onlarda tipik olanı
açığa çıkartır.
Her
görüngünün nicel ve nitel özellikleri vardır. Bu nedenle
istatistik, görüngüleri nicel olarak kapsamına alır ve niteliği
ile bağları içinde inceler. Nitelik, bir görüngünün yapısını
ifade eder. Örneğin, kapitalizmde bir işletmenin niteliği, onun
kapitalist mülkiyet biçiminde olmasıdır ve var olabilmesi için
de yabancı işgücünün sömürüsüne dayanmasıdır. Bir
toplumsal görüngünün niceliği kendisini büyüklüğünde,
miktarında, süresinde vs. gösterir. Örneğin büyük bir işletme,
üretiminin kapasitesi ve çalışanların sayısal çokluğuyla
karakterize olur.
Diğer
toplum bilimleriyle karşılaştırıldığında istatistik biliminde
karakteristik olan, istatistiğin, toplumsal kütle görüngülerinin
incelenmesine nicelik açısından yaklaşması ve ancak nicelik
üzerinden araştırılan konunun niteliği hakkında sonuçlara
ulaşmasıdır. Nitelik ve nicelik arasındaki sıkı bağ, özellikle
teorik analizde açığa çıkar. Teorik analizle görüngülerin
farklı niteliğinin niceliklerinde ifadelerini nasıl bulduklarını
tespit etmek mümkündür. Örnek; kırsal alanda, toprakta mülkiyet
dağılımını (nicelik) ele almaksızın, köylülüğün sosyal
katmanlarına ayrışıp ayrışmadığını, işletme büyüklüğü
bazında köylülerin tasnif edilip edilemeyeceği sonucuna
varamazsın. Kırsal alanda sömürü ilişkilerini (nicel)
incelemeksizin sömürünün sınıfsal karakterini -burjuva veya
feodal- (nitel) tespit edemezsin. Hal böyle olmasına rağmen bu
sorun coğrafyamızda çok basite indirgenmekte. Örneğin, Maocular,
kapitalist görüngülere kanarak sömürünün kapitalist olduğuna
inanmayın, esas sömürü biçimi feodaldir diyebiliyorlar veya
Türkiye'de ve dünyanın yarısında "yarı-feodal üretim
tarzı"nı hakim kılabiliyorlar veya Türkiye'de ekonomide
tarımın daha önemli olduğunu savunabiliyorlar. Bu tespitlerin
(nitel) doğruluğu veya yanlışlığı nicel olanların
araştırılmasından geçer. Bizim Maocular, tam da bundan "öcüden
korkar gibi" korkuyorlar.
Demek
oluyor ki istatistik, birtakım sayıların, rakamların birbiriyle
ilişkisi olmayan niceliklerin bir araya getirilmesi değildir. Bu
konuda Lenin şöyle der.
"Bir
istatistik, keyfi bir şekilde bir araya getirilmiş sayısal
değerler vermemelidir. Tersine o, sayıların yardımıyla yaşamın
meydana getirmiş olduğu ve getiriyor olduğu araştırılan
görüngünün farklı sosyal tiplerini aydınlatmalıdır" (C.
18, "Arbeitstag und Arbeitsjahr im Gouvernement Moskau"
makalesinden).
Ekonomi
üzerine yazılarımızda Lenin'in bu anlayışına göre hareket
ettik, ediyoruz.
Marks,
Engels, Lenin ve Stalin genel olarak kapitalizmin şu veya bu ülkede
gelişmesinin ve özellikle de Stalin sosyalist inşanın çeşitli
sorunlarını incelemek için istatistik verilerini oldukça kapsamlı
olarak kullanmışlardır. Onların amacı, tarihsel somut durumu
/gerçekliği sayısal değerler ve ilişkilerle ve sayısal
değerlerde ve ilişkilerde tespit etmekti. Lenin, "Rusya'da
Kapitalizmin Gelişmesi" eserinin "ikinci önsöz"ünde
şöyle der;
"Rusya'nın
sosyal ekonomik düzeninin ekonomik araştırma ve istatistik
verilerin eleştirel işlenmesi temelinde ele alınan analizi, şimdi
devrim seyri içinde bütün sınıfların alenen siyasi olarak
ortaya çıkmalarıyla doğrulanmıştır"(C. 3. s. 17).
Özellikle
Lenin'in Rusya'nın sosyo-ekonomik gelişmesine ilişkin birçok
yazısı tamamen istatistik verilerle yüklüdür. Lenin, bu sayısal
değerleri ülkenin tarihsel somut gerçekliğini tam tespit etmek
için değerlendirmiştir.
Marks,
Engels, Lenin ve Stalin, istatistik araştırmalarının sonuçlarını
açıklama amaçlı kullanmamışlardır.
2-İstatistiğin
Yöntemi
Her
bilim, konusunu veya ele aldığı sorunu incelemek için bir yönteme
gerek duyar. Yöntemsiz araştırma, inceleme olmaz. Bu anlamda
yöntem ve konu, ayrılmaz bir birliğin/bütünlüğün ifadesidir.
Bütün bilimler için olduğu gibi bir toplum bilimi olan istatistik
için de yöntem, materyalist diyalektiktir.
Bilindiği
gibi materyalist diyalektik, doğada ve toplumda genel hareket ve
gelişme yasalarının bilimidir. Bu bilim, görüngülerin
incelenmesine nasıl yaklaşılması gerektiğini gösteren bir
kılavuzdur. Bu nedenle Marksist istatistik yöntemi, toplumsal
gerçekliğin en doğru fotoğrafını çıkartmak için materyalist
diyalektiğin ilkelerine göre hareket eder; bu ilkeleri kılavuz
olarak alır. Bunun anlamı şudur; istatistik, toplumsal
görüngüleri, birbirlerinden kopuk bir şekilde var olan görüngüler
olarak ele alamaz, bu görüngülerin sürekli gelişme içinde
olduklarından; dolaylı ve dolaysız bağlantılardan, eskinin yok
olduğundan, yeninin doğuşundan ve bu gelişmenin zıtların
mücadelesinde basitten karmaşığa, mükemmele doğru
ilerlediğinden hareket eder. Örnek; bir ülkede iç pazarın
oluşmasını nasıl gösterebiliriz? Bunun için, meta üretiminin
boyutlarını, pazar olanaklarını, ulaşım olanaklarını, nüfusun
yapısını, vb. bilmek/tespit etmek gerekir. Bu toplumsal kütle
görüngülerinin birbirleriyle ilişkili münferit olanların
incelenmesi demektir. Ancak bu görüngüler -bolca sayılar,
rakamlar- incelendikten sonra bir ülkede iç pazarın oluşup
oluşmadığı, oluştuysa hangi zaman dilimi içinde oluştuğu tam
anlamıyla tespit edilebilir.
Demek
oluyor ki, istatistiğin yöntemi, görüngülerin kütlesel
incelenmesidir, bu görüngülerin nicel-nitel analizidir. Ancak
böyle bir yaklaşımla birbirleriyle bağlantı içinde olan
görüngülerin bu bağlantıları açığa çıkarılabilir, çeşitli
gruplaştırmalar ve tasniflerle münferit görüngülerin
özellikleri, incelenen kütlenin genel özellikleri belirlenebilir.
Burjuva
istatistik, toplumsal görüngüleri metafizik ve idealist biçimde
ele alır. Burjuva istatistik, toplumsal görüngülerin incelenmesi
sonucunda tespit edilen yasallıkları çarpıtır, burjuva düzenin
devamına hizmet edecek bir şekilde yorumlar. Örneğin, burjuva
istatistiğin babası/kurucusu olarak tanımlanan Belçikalı Adolf
Ouetelet (1796-1874) istatistik ölçüleri, toplumsal görüngüleri
kapitalist toplumun gelişme yasalarının değişmezliği ve
ebediliği olarak yorumlamıştır. Önemli olan, kapitalist düzenin
tarihselliğini, geçiciliğini, onun yerini yeni bir sistemin
alacağını gösteren toplumsal görüngülerle bile kapitalist
düzenin ebediliğini açıklayabilmektir.
Ouetelet'ten
bugüne burjuva istatistiğin yönteminin metafizik ve idealist
özünde bir şey değişmemiştir.
Marksist-Leninist
istatistik yöntemi, sosyal ve ekonomik ilişkileri karakterize eden
sayısal göstergelerdeki değişmeyi soyut teorilerle açıklamaz.
Tam tersine gelişmenin nedenini üretim ilişkilerinde arar.
Marksist-Leninist yöntem, toplumsal görüngülerin istatistik
fotoğrafındaki her değişmeyi siyasi ve ekonomik ilişkilerle
bağları içinde ele alır.
Marksist
istatistik yöntemi açısından toplumsal görüngülerin sayısal
araştırılmasına tarihsel ve somut yaklaşım esastır. Marksist
istatistik yöntemine göre istatistik görüngüleri, olduğu gibi,
toplumsal yaşamın ortaya çıkarttığı yalın haliyle kaydeder.
Toplanılan materyali nesnel içeriği temelinde inceler. Bunu
yaparken dikkatini süreçlerin özünü, her bir sürecin gelişme
aşamalarını ifade eden özelliklerini açığa çıkartmaya
yöneltir.
İstatistik
çalışmasında tümevarım, tümdengelim, analiz ve sentez gibi
yolları kullanır. Örnek; toplumsal gelişmenin yasalarına
dayanarak istatistik, genelden özele geçer, ekonominin bütününden
onun
her bir dalına geçer ve onun bileşeni olan unsurları tasnif eder
veya özelden genele doğru; ekonominin her bir bileşeninden
bütününe doğru bir yol izler. Bu durumda esasen aynı özellikler
taşıyan münferitlikler (ekonomide işletmeler) grup, alt grup vb.
biçimlerde tasnif edilebilirler. Bu tasnif, bütünün bölümler
içinde ifadesidir. Marksistler için burada istatistik
veriler/rakamlar vs. tarihsel materyalizmin ve Marksist politik
ekonominin teorik ilkelerine göre değerlendirilirler.
Somutlaştırırsak:
Örneğin Türkiye'de kapitalist üretim biçiminin hangi aşamasının
(basit meta üretimi, manifaktür ve makinalı büyük üretim) hakim
olduğunu tespit etmek için ayrıntıyı ifade eden münferit üretim
birimlerini istatistik veri/materyal olarak alırsın, tasnif
edersin, analiz edersin ve varılan sonuç sentezdir. Böyle bir yol
izlemeden bir ülkede üretim biçimi, hakim sömürü biçimi
tespiti yapamazsın veya coğrafyamızda Maocuların yaptığı gibi,
"ampirik verilerle yola çıkmayı yanlış bulursun. Bu, tam da
bir metafizik yöntemdir ve nesnel gerçeklikle karşı karşıya
kalmaktan duyulan korkudur. Çünkü "ampirik veriler",
toplumsal kütle görüngüleridir ve bunlar siyasi ve ekonomik
ilişkileri yansıttıklarından temel siyasi tespitlerin
doğruluğunun ve yanlışlığının doğrudan göstergesi olurlar.
Ayrıntıya girmezsen, örneğin kırsal alanda köylülüğün
sosyal tabakalara ayrışmasını ve kırsal alandaki mülkiyet
ilişkilerinin gelişmişlik durumunu (sentez) tespit edemezsin.
Demek
oluyor ki istatistik, aynen diğer bilimler gibi, genelleştirme ile
uğraşır. Lenin, "Tarım Sorunu ve Marks Eleştirmenleri"
makalesinde E. David revizyonistini "olgular materyalini,...
genelleştirmesini ve birbirine bağlamasını anlamıyor"
diye eleştiriyordu. (C. 13, s. 170). Demek ki,
münferit
olgulardan; her bir toplumsal olgudan genelleştirmeye gitmeyi, bu
olguları birbirine bağlamasını ve sonuçlar çıkartmasını
kavramak zorundayız.
Genelleştirme
görevinin çözümünde istatistik yönteminin önemini Lenin'in şu
sözlerinden de anlıyoruz. "Bir Adım ileri, İki Adım Geri"
yazısında o, konuya ilişkin olarak şöyle der; "..
Tabloyu daha canlı kılmak, dağınık, bölük pörçük,
birbirinden ayrı büyük küçük bir sürü olay yerine gerçek bir
tablo edinmek... için... temel tipleri bir çizelgede gösterme
kararı aldım. Büyük olasılıkla böyle bir yöntem, birçoklarına
tuhaf gelecektir, ama sonuçları en doğru ve tam biçimde
genelleştiren ve özetleyen bir başka yöntemin bulunabileceği
konusunda kuşkuluyum" (C.7, s. 336/337)
Demek
oluyor ki çizelge, grafik genelleştirmede ve sonuçları çıkarmada
oldukça önemlidir.
İstatistik
yöntem, tarihsel somut gerçekliği tanımak için bir dizi bilimsel
usulden yararlanmaktadır.
İstatistik
biliminin yöntem ve konusunun genel bir tanımlamasını
Otsrovityanov şöyle yapıyor:
"İstatistik,
bağımsız bir toplum bilimidir. Toplumsal kütle görünümlerinin
nicel yönünü, ayrılmaz bağları içinde nitel yönüyle birlikte
inceler; toplumsal gelişmenin yasallıklarının nicel ifadesini
mekan ve zamanın somut koşulları altında inceler. İstatistik,
toplumsal üretimin nicel yönünü, üretici güçlerin ve üretim
ilişkilerinin bütünselliği içinde ve toplumun kültürel ve
siyasi yaşamının görüngüleriyle bağları içinde inceler.
Ayrıca, istatistik, doğal ve teknik faktörlerin toplumsal
yaşamdaki nicel değişmeler üzerine etkisini ve toplumun yaşamının
doğal koşulları üzerinde toplumsal üretimin gelişmesinin
etkisini araştırır, istatistiğin teorik temelini tarihsel
materyalizm ve Marksist-Leninist politik ekonomi oluşturur. Bu
bilimin ilkelerine ve yasalarına dayanarak nicel değişmeleri somut
toplumsal kütle görüngülerinde tasavvur eder ve onların
yasallıklarını açıklar" (Arbeits- und Forschungsmehoden
der Statistik", Heft 21 der Schriftenreihe; "Aus
Sowjetischer und Volksdemokratischer Wirtschftsliteratur",
Berlin 1955, s. 17. Verlag, Die Wirtschaft).
3-İstatistiğin
Teorik Temelleri
Marksist
istatistik biliminin teorik temelini, toplumun gelişme yasaları
üzerine Marksist-Leninist öğreti oluşturur. Yanı sıra,
Marksist-Leninist felsefe ve politik ekonomiye dayanır. Demek oluyor
ki, diğer toplum bilimleri gibi, Marksist istatistik bilimi de
araştırmalarına tarihsel materyalizm ve Marksist politik ekonomi
temelinde yaklaşır.
Bilindiği
gibi, tarihsel materyalizm, materyalist dünya görüşünün
toplumsal gelişmelerin araştırılmasında kullanılmasıdır. Aynı
şekilde, Marksistler için istatistik, toplumsal kütle
görüngülerini zaman ve mekan koşulları altında ele aldığı
için, bu görüngülerin maddesel olduğundan, nesnel olduğundan
hareket eder. İstatistik, gerçekliğin kavranmasında payına düşen
görevi yerine getirmek zorundadır.
Marks,
Engels, Lenin ve Stalin'in eserlerinde istatistik araştırmalarda
politik ekonominin temel ilkelerine ve ortaya çıkardığı
sonuçlara dayanılması gerektiğini çok yönlü olarak
temellendirmişler ve açıklamışlardır.
Politik
ekonomi, insanların ekonomik ilişkilerinin, üretici güçlerin
üretim ilişkileri üzerinde etkisinin vs. bilimidir. Bir toplum
bilimi olan politik ekonomi sınıfsal karakter taşır.
"Tümüyle
nesnel, önyargısız, gerçekten korkmayan bir politik ekonomi olası
mıdır? Hiç kuşkusuz olasıdır. Böyle bir nesnel politik
ekonomi, sadece kapitalizmin çelişkilerini örtmeye ve çıbanlarını
gizlemeye ilgi duymayan, çıkarları toplumun kapitalist
boyunduruktan kurtulmasının çıkarları ile çakışan, çıkarları
insanlığın ilerici gelişmesinin çıkarları ile aynı çizgide
olan sınıfın politik ekonomisi olabilir. Bu sınıf, işçi
sınıfıdır. Bundan dolayı, nesnel ve salt kendi çıkarlarını
düşünmeyen bir politik ekonomi, ancak işçi sınıfının
çıkarlarına dayanan bir politik ekonomi olabilir. Böyle bir
politik ekonomi, Marksizm-Leninizmin politik ekonomisidir"
(Politische Ökonomie, Lehrbuch, s. 14, Berlin 1955).
Politik
ekonomi, ekonomi bilimleri içinde en önemli olanıdır, çünkü o,
"toplumun tarihsel gelişme sürecini bütün somut
çeşitliliği içinde araştırmayı kendine görev edinmez. O,
toplumsal iktisadın her bir sisteminin temel özelliklerinin temel
kavramlarını öğretir" (Agk, s. 13).
Anlattığımızı
somutlaştıralım; istatistik araştırmaya, görüngülerin teorik
analizi ile başlıyor, bunu yaparken politik ekonominin bilgilerine
dayanıyor ve politik ekonominin kategorilerinden hareket ediyor.
Çıkış noktası böyle olsun ve Türk sanayisinin 1950-1999 dönemi
araştırılmak istensin. İstatistik ne ile işe başlar?
İstatistik, öncelikle, Türkiye'nin ekonomik ilişkilerini analiz
etmek zorundadır. Ancak bundan sonra işletmelerin
gruplandırılmasına, büyük ve küçük işletmelerin ekonomideki
ağırlığına, tekel olgusunun olup olmadığına vs. geçilebilir.
Bunu yaparken istatistik, bir dizi kavramlara ulaşır veya kavramlar
ortaya çıkartır. Araştırılan görüngüler, bütün temel
özellikleriyle bu kavramlarda ifade edilirler. Bu kavramlar,
istatistik şifrelerdir/işaretlerdir. Bunlardan hareketle
istatistik, görüngüleri sayısal olarak karakterize eder ve analiz
eder. Örnek, kiracı köylülük bir kavramdır. Kiracı köylülük
"yarı-feodal ülkelerde oldukça yaygındır" denirse, o
zaman bunun kanıtlanması gerekir. Bunu yapmaz ve ampirik verilerle
yola çıkmanın yanlış olduğunu söylersen, o zaman bir toplum
bilimi olarak istatistiği reddetmiş olursun. İkinci örnek; küçük
üretim, büyük ölçekli üretim birer kavramdır. Sayısal olarak
küçük üretim ekonomide hakim olabilir. Ama bu, üretilen değer
açısından da hakimiyet anlamına gelmez. O halde yapılması
gereken, istatistiğin bu toplumsal görüngüleri sayısal olarak
karakterize etmesi ve analiz etmesidir. Türkiye açısından bunun
sonucu şudur; sayısal olarak küçük üretim (işletme) büyüklere
oranla çok fazladır. Ama üretim değeri bakımından büyük
işletmelerin ekonomideki hakimiyeti küçük olanlarla
karşılaştırılamayacak kadar belirgindir.
Lenin
şöyle diyor;
"Bir
dizi sorun ve oldukça temel, modern devletlerin ekonomik yapısını
ve gelişmesini ilgilendiren sorunlar, önceleri genel mülahazalar
ve yaklaşık veriler temelinde çözülen sorunlar bugün, söz
konusu ülkenin bütün alanı için belli bir bütünlüklü
programa göre toplanmamış ve istatistiğin uzmanları tarafından
bir araya getirilmemiş çok sayıda verilere dayanılmaksızın bir
ölçüde dahi olsun ciddi bir şekilde incelenemezler" (C.
16, s.435, "Modern Tarımın Kapitalist Sistemi"
yazısından).
Demek
oluyor ki, istatistiksiz politik ekonomi olamayacağı gibi, politik
ekonomisiz istatistik de olmuyor.
İstatistik
konusunda Lenin'i dinleyelim;
"Toplumsal
görüngüler alanında olağanüstü yaygın ve o derece de yanlış
olan bir yöntem vardır. Yani münferit olguları (bağından
kopartarak) çekip almak ve örneklerle hokkabazlık yapmak.
Örnekleri sadece derlemek zahmet istemez, ama ya anlamı yoktur veya
sadece katışıksız olumsuz anlamı vardır. Çünkü esas olan,
münferit durumların dayandıkları somut tarihsel durumdur.
Gerçekler, bütünlükleri içinde, bağlamları
içinde ele alındıklarında sadece 'inatçı' değil, bilakis
mutlaka kanıt güçlü şeylerdir. Ama münferit olgular (gerçekler-
SP.) bütünden kopuk olarak, bağlamından kopuk olarak ele
alındıklarında veriler eksiktir, keyfi olarak (bağından
koparılarak) çekip çıkartılmıştır. Çünkü tam da bu,
verilerle hokkabazlık yapmaktır veya daha da kötü. Örneğin,
önceleri ciddiye alınan ve öyle de kalmak isteyen bir yazar 20.
yüzyılın Avrupa'sında bazı gelişmelerin açıklanması için
Moğol boyunduruğu gerçeğini örnek alırsa bu, sadece,
gerçeklerle hokkabazlık yapmak olarak tanımlanabilir mi veya
siyasi şarlatanlıktan bahsetmek daha doğru olmaz mı?...
Tam
ve tartışmasız olgulardan bir temele ulaşmaya çalışmak
gerekir. Bu temele dayanılmalı ve bu temelle her bir 'genel' veya
'örneklere dayanan' bugünlerde bazı ülkelerde ölçüsüz kötüye
kullanılan gözlemlerle yüzyüze gelinebilmeli. Bunun gerçek bir
temel olması için esas olan, münferit olguları (bağından
kopartarak) çekip almak değil, bilakis söz konusu soruna ilişkin
olguların bütün kompleksini göz önünde tutmaktır, istisnasız
olarak. Çünkü, aksi taktirde kaçınılmaz olarak olguların
keyfi seçildiği veya bir araya getirildiği üzerine şüphe,
tamamen haklı şüphe doğar...
Bu
düşüncelerden hareketle istatistik ile başlamak istiyoruz. Bunu
yaparken istatistiğin, bazı okurlarda uyandırdığı... derin
antipatinin bilincindeyiz" (C. 23, s. 285/286, "Statistik
und Soziologie" makalesinden).
Biz
de bunun bilincindeyiz. Okur rakamları/sayıları okumuyor, "genel
gözlemlere" bile rağbet etmiyor. Ama sorun sadece "bazı
okur" ile sınırlı değil. Marksizm adına konuşan küçük
burjuvazi, bugünün Türkiye'sinde toplumsal gelişmişliği
neredeyse ortaçağ karanlığı içinde yaşıyor olduğumuzu
kanıtlamak (!) için nesnel gerçeklerden, gerçek istatistik
verilerden öcüden korkar gibi korkuyor! Bunların istatistiğe
duydukları antipati ölçüsüzdür.
4-
İstatistiğin Görevleri
İstatistik,
incelenmesi gereken toplumsal görüngüleri dört açıdan tasnif
eder; a-kapsam; b-yapı; c-diğer görüngülere olan ilişkiler ve
d-görüngülerin değişimi ve gelişmesi. Böyle bir tasniften
sonra istatistik konuyu dört aşamada ele alır; a-teorik analiz;
b-kapsama; c-hazırlık ve d- değerlendirme.
İstatistik,
incelenmesi gereken toplumsal görüngüleri kapsam, diğer
görüngülerle olan ilişkiler ve görüngülerin değişimi ve
gelişmesi bakımından tasnif etmekle toplumsal görüngülerin
nicel yönlerinin özelliklerini ifade etmiş olur. Bu, öncelikle
yapılması gerekendir. Sonra sıra, dört aşamalı çalışma
sürecine gelir. Örnek; Türkiye'de kapitalist üretim biçiminin,
"yarı -feodal üretim tarzı"nın, kapitalist sömürünün
veya feodal sömürünün, burjuva mülkiyetin veya feodal mülkiyetin
hakim olup olmadığını veya hangilerinin hangi oranda var olduğunu
tespit etmek için her biri birer toplumsal görüngü olan bu
görüngüleri, bu nesnel, maddi görüngüleri kapsamı, yapısı,
diğer görüngülerle ilişkileri ve bu görüngülerdeki gelişme
ve değişim bakımından tasnif etmiyorsan; bu zahmetli ve kesin
olarak temel siyasi saptamalara götürecek ilk adımı atmıyorsan
geriye tek bir anlayış kalıyor; istatistiği bir toplum bilimi
olarak kavramamak ve sayısal verilerle, örneklerle hokkabazlık
yapmak (Lenin).
Toplumsal
görüngülerin nicel yanlarının temel karakteristiğini veren bu
tasniften, ilk işten, sonra sıra, dört aşamalı çalışmaya
gelir. Bu çalışmanın her bir aşamasının anlamı şöyledir.
a-
Teorik analiz
Marksist
istatistik, tarihsel materyalizmin ve politik ekonominin ilkelerinden
hareketle ele alınan toplumsal görüngülerin özüne inmeye
çalışır. Teorik düşünceler, ele alınan konu hakkında belli
istatistik şifreler/işaretler/göstergeler ortaya çıkartır.
Sonuç itibariyle bunlar sayı ve kavram bütünlüğüdür ve
toplumsal görüngülerin nicel ve nitel yönlerini ifade ederler.
Ancak bunların yardımıyla çalışma sürdürülebilir. Örnek;
bir ülkenin gayrisafi üretimi. Burada bir taraftan söz konusu
ülkenin gayrisafi üretimi ifade ediliyor. Bu bir kavramdır ve aynı
zamanda ülkedeki bütün sanayi işletmeleri içinde geçerlidir.
Diğer taraftan bu kavram; gayrisafi üretim, hacim (miktar)
bakımından da açıklık ister. Ama kapsam (miktar), işletmeden
işletmeye farklıdır. Teorik analiz bütün bunları göz önünde
tutmak zorundadır.
b-Kapsam
Burada
söz konusu olan, göstergelerin sayısal hacminin tespitidir.
Araştırılmak istenen toplumsal görüngülerin her biri yukarıda
belirttiğimiz dört açıdan tasnif edilmek zorundadır. Örnek;
bugün -dün de- Türkiye kırında mülkiyet/üretim ilişkilerini
tespit etmek için yararlanılabilecek sayısız istatistik materyal
vardır. Bu materyali değerlendirmeksizin, şurada veya burada
görülen feodal kalıntıyı tarımsal yapıları belirleyen bir
büyüklük olarak kabul ediyorsan, bunu kanıtlamak zorundasın.
Yani kırsal alanda üretimi, mülkiyet ilişkileri, köylünün
parçalanmışlık durumu açısından -bunların hepsi birer
toplumsal görüngüdür- incelemek, bunların kapsamını belirlemek
zorundasın. Ama Maocularımız, bunun tam da tersini yaparak sakın
ha "kapitalist görüngülere inanmayın, Türkiye'de sömürü
kapitalist değil, feodaldir" diyebiliyorlar.
Kapsamı
tespitle istatistik, verili zaman ve mekan koşullarında her bir
somut toplumsal görüngü üzerinde bilgi sahibi olur.
c-Hazırlık
Burada
söz konusu olan, münferit görüngüler üzerine veriler hakkında
ve görüngülerin bütünü hakkında bilgilerin toplanması ve
sosyal-ekonomik tiplerine veya karakteristik özelliklerine göre
ayrıştırılmasıdır.
d-
Değerlendirme
Burada
söz konusu olan, teorik analizle görüngülerin özü üzerine elde
edilmiş olanın derinleştirilmesidir. Bunu yapmak için istatistik,
matematik yöntemine başvurulabileceği gibi, sayısal materyali
daha da anlaşılır/kavranır yapmak için tablolardan ve
grafiklerden de yararlanır. Yani sayısal materyal
tablolaştırılır/grafikleştirilir” (“Sınıf Pusulası”,
sayı 4, Kasım-Aralık 1999).
Sosyalizm,
sadece ekonomi, istatistik veri yığını değildir diyebilirsiniz.
Doğru söylemiş olursunuz. Ama bu söylem eksik olur. Proletarya
diktatörlüğü olmaksızın, sosyalist demokrasi olmaksızın, işçi
sınıfı ve emekçi yığınların yeni toplumun inşasına her
bakımdan katılmaları olmaksızın diye başlayıp bir dizi koşul
saydıktan sonra sosyalizm inşa edilemez diyebilirsiniz. Kültür
devrimini, kadınların toplumsal ve ekonomik yaşamda eşitliğini,
ulusların kendi kaderini tayin hakkını istatistik verilerle nasıl
ölçeceğiz, nasıl tespit edeceğiz diye bilirsiniz. Bunların
hepsi ölçülebilir değerlerdir. Yeter ki, neyi nasıl
ölçeceğimizi, istatistik verileri okumasını bilelim.
Ekim
Devrimi'nin ürünü olan SSCB'de yeni toplumun inşasını, bu
inşada katedilen mesafeyi ölçülebilir kılmak için SSCB'nin
1917-1956 arasındaki tarihini farklı başlıklar altında birkaç
makaleye sığdırmaya çalıştık. Bu makalelerin hepsi, kısa
açıklamalı istatistik veri yığınından ibarettir. Bunları,
istiyorsanız, bolca materyal sunan, değerlendirilmesi istenen
makaleler olarak da görebilirsiniz. Ama en azından Ekim
Devrimi'nden sonra, proletarya diktatörlüğü koşullarında
ekonomik ve toplumsal bakımdan oldukça geri Rusya'nın nasıl
SSCB'ye dönüştüğünü; yaşamın her alanında hangi adımların
atıldığını; teoride genel hatlarıyla formüle edilmiş
sosyalizmin soyut olmaktan çıkartılarak nasıl
somutlaştırıldığını; hangi güçlüklere karşı nasıl
mücadele edilerek kurulduğunu bu verilerde görebiliriz. Verileri
okuyamama (anlayamama) durumunda yazabilirsiniz de. Mutlaka
açıklayıcı bir cevap verilir.
Diğer
taraftan teknik bir sorundan dolayı makalelerde göreceğiniz her
biçimde estetikten yoksun bazı tablolar için şimdiden özür
dilerim.
SSCB'DE
İKTİSADİ VE KÜLTÜREL GELİŞME – TEMEL GÖSTERGELER
1-SSCB'de
nüfusun sınıfsal yapısındaki değişim
Grafiğin
üst kısmında SSCB'de kent ve kır nüfusunun dağılımını
görüyoruz. 1913 ile karşılaştırıldığında kent nüfusunun
toplam nüfus içindeki payı 1940'ta iki mislinden fazla artıyor.
1940-1956 arasında da kent nüfusunun toplam nüfus içindeki payı
17 puan artıyor. 1956'ya gelindiğinde SSCB'de kır nüfusunun
toplam nüfus içindeki payı adeta önemsizleşiyor; yüzde 13'e
düşüyor.
Kentleşme,
büyük merkezlerin oluşması sorunu sosyalizmde tartışmalı bir
konudur. Bu konuda Engels'in görüşüyle Stalin'in görüşü
arasında -diyelim ki teoriyle pratik arasında- büyük fark vardır.
1928-1937
arasında toplumun sınıfsal yapısında devasa bir değişimin
olduğunu görüyoruz. Birinci ve İkinci Beş Yıllık Planların
sonucu, temel üretim araçlarının mülkiyetindeki sınıfsal
değişim toplumun sınıfsal yapısında yansıyor. Kırsal alanda
1928'e kadar hakim konumda olan kulaklar hariç tekil köylüler,
kooperatiflerde örgütlenmemiş zanaatçılar kır nüfusunun ezici
çoğunluğunu oluştururken İkinci Beş Yıllık Plan uygulamasıyla
birlikte kır nüfusunun sınıfsal yapısı tamamen emekçi köylüler
(kolhoz köylüleri) lehine değişmiştir; 1928'de nüfusun ancak
yüzde 2,9'unu oluşturan bunlar, 1937'de yüzde 57,9'unu
oluşturuyorlardı.
Aynı
değişimi işçi sınıfının toplam nüfus içindeki payında da
görmekteyiz. 1928'de nüfusun yüzde 17,6'sını oluşturan işçiler,
1937'de yüzde 36,2'sini oluşturuyorlardı.
Bu
verilerde SSCB'de sömürücü sınıfların kalmadığını, varlık
nedeni özel mülkiyetin yok edilmesi ve iktidarlarının yıkılması
sonucunda toplumsal güç olarak tarihe karıştıklarını
görüyoruz.
2-
Faal nüfusun sektörlere göre dağılımı
Sanayi,
inşat, ulaşım ve komünikasyon sektöründe çalışanların
verili sektörler içindeki payı yüzde 11'den yüzde 37'ye ve
eğitim ve sağlık sektöründe çalışanların payı da yüzde
1'den yüzde 9'a çıkarken tarım ve ormancılık sektörünün payı
yüzde 75'ten yüzde 43'e düşüyor.
Ticaret,
devletsel idare ve diğer sektörlerin payında pek değişim
olmuyor.
3-
SSCB ekonomisinde sosyalist ekonominin payı
1-Hayvan
mevcudiyeti hariç üretim yatırımı fonunda sosyalist ekonominin
payı daha 1924'te yüzde 60'ı aşıyor ve 1937'de de yüzde yüze
yaklaşıyor.
2-Aynı
paralelde bir gelişmeyi ulusal gelirde de görüyoruz.
3-Nispeten
değişik bir gelişmeyi sanayi brüt üretiminde görüyoruz. Ekim
Devrimi sonucunda üretim araçlarının mülkiyetindeki değişim
(özel mülkiyetin toplumsal mülkiyete dönüşmesi) doğrudan
sanayi üretimine yansıyor ve SSCB'de toplam sanayi üretiminde
sosyalist ekonominin payı daha 1924'te yüzde 80'e yaklaşıyor.
4-Benzeri
bir gelişme perakende satışta da görülmektedir.
5-
Tarım brüt üretiminde sosyalist ekonominin payı İkinci Beş
Yıllık Plan uygulamasıyla birlikte olağanüstü artmıştır.
1928'de tarım üretiminde sosyalist ekonominin payı yüzde 10'un
altındayken 1937'de yüzde 100'ün sınırına dayanmıştır.
4-
SSCB sanayisinde brüt üretim arışı
SSCB'de
sanayi üretimindeki büyüme bağlamında değişim esasen Birinci
Beş Yılık plan ile birlikte başlamıştır (1928). Sosyalist
sanayileşme planının sonuçları oldukça açık:
1-
Üretim araçları üretimini ifade eden grup A'nın toplam brüt
sanayi üretimindeki payı 1956'da yüzde 70'e çıkıyor.
2-1913'le
karşılaştırıldığında -II. Dünya Savaş dönemindeki
zorluklar göz önünde tutulmazsa- 1956'da toplam sanayi 30; üretim
araçları üretimi 70 ve tüketim araçları üretimi de (grup B) 12
misli artmıştır.
5-
SSCB'de iş verimliliği artışı – Bir karşılaştırma
Aşağıdaki
grafik bize şunu anlatıyor:
Birinci
Beş Yıllık Plan ile birlikte sosyalist ekonomi ve kapitalist
ekonomide veya da sosyalist ülke olarak SSCB ile kapitalist dünyanın
en önde gelen ABD, İngiltere ve Fransa gibi merkez ülkelerinde iş
verimliliği kısalanamayacak derecede farklı artışmıştır.
1913'e
göre 1956'da bu artış SSCB'de yaklaşık 9 misli iken ABD'de 2
mislinden biraz fazla, Fransa'da 2 misline yakın ve İngiltere'de de
yüzde 30 civarında olmuştur.
6-
SSCB'de ulusal gelirde artış – Bir karşılaştırma
Bu
karşılaştırma şunu gösteriyor: Verili dönem içinde SSCB'de
ulusal gelir yaklaşık 13 misli artarken adı geçen emperyalist
ülkelerde 2 misli dahi artmıyor.
SSCB'de
olduğu gibi bir ulusal gelir artışı hiçbir kapitalist ülkede
görülmemiştir.
SSCB'de
ulusal gelirin tamamı emekçilerin çıkarlarına göre paylaşılır,
kapitalist ülkelerde ise ulusal gelirin yarıdan çoğu sömürücü
sınıfın payına düşer.
7-
Sanayi üretiminde kişi başına artış – Bir karşılaştırma
Kişi
başına sanayi üretimindeki artış da sosyalist sanayileşmenin ne
denli hızlı geliştiğini gösterir. 1913'e göre 1956'da kişi
başına sanayi üretimi SSCB'de 20 misli artarken, dünyanın en
güçlü emperyalist ülkesi ABD'de ancan ve ancak 2 mislinden biraz
fazla artabiliyordu.
8-
Ekonomide uzmanlaşa
Uzmanlaşma
olmaksızın sosyalizm kurulamaz. Sovyet iktidarının uzmanlaşma
alanında attığı adımların sonuçlarını aşağıdaki grafikte
görmekteyiz.
1928'i
baz alırsak yüksek eğitim ve orta derecede meslek eğitimi almış
toplam uzman sayısı 1941'de 4,6 ve 1956'da da 12 misli artmıştır.
Yüksek
okul mezunu uzmanların sayısı 1928'e göre 1941'de yaklaşık 4 ve
1956'da da 11,3 misli; aynı dönemde orta derece meslek eğitim
almış uzmanların sayısı da 5,2 ve 12,6 misli artmıştır.
9-
Ücretler ve gelirlerde gelişme
9.1-İşçi
ücretlerinde artış
Aşağıdaki
şekilde sanayi ve inşat işçilerinin ücretlerindeki gerçek
artışının seyri farklı üç koşulun etkisine göre
gösterilmektedir.
1-Gerçek
(reel) ücreti etkileyen son iki faktör (koşul) dikkate alınmazsa
sanayi ve inşat işçilerinin gerçek ücreti 1913'ten 1956'ya 3,4
misli artıyor.
2-
İşsizliğin yok edildiği koşullarda sanayi ve inşat işçilerin
gerçek ücreti 3,7 misli artıyor.
3-İş
gününün kısaltılması koşullarında ise sanayi ve inşat
işçilerinin gerçek ücreti 4,8 misli artıyor.
9.2-Emekçi
köylülerin (kolhoz) gelirlerinde artış
Yukarıdaki
şekil şunu anlatıyor:
1-
Son iki faktör dikkate alınmadığında emekçi köylülerin
(kolhoz köylüleri) gerçek gelirleri 4 misli artıyor.
2-Devletin
sunduğu hizmetler ve kolaylaştırmalar dikkate alındığında
emekçi köylülerin gerçek gelirleri 5,4 misli artıyor.
3-Ama
bölünemez fonların ve kolektif ekonomilerin (kolhozların)
stokları için kullanılan gelirler dahil edildiğinde emekçi
köylülerin gerçek gelirleri 6 misli artıyor.
10-SSCB'de
konut alanında gelişme
II.
Dünya Savaşı döneminde konut yapımında önemli bir gelişme
olmamıştır. Konut alan bu dönemde 9,8 milyon m2' den
11,1 milyon m2'ye çıkarak ancak yüzde 13,3 oranında
artmıştır. Sosyalizmde konut inşası, emekçi yığınların
sağlıklı yaşamı için yapılan bir yatırımdır. Olanakların
sınırlı olduğu dönemlerde bu alana yapılan yatırımlar
genellikle yatırım önceliklerinin son sıralarında yer alır. Ama
SSCB bütün zorluklara (iç savaş, emperyalist saldırganlığa ve
baskılara karşı hazırlık; sanayileşmenin hızlandırılması
vs.) rağmen konut alanında önemli adımlar atabilmiştir. 1928-1
Haziran 1941; 1 Ocak 1946-4. Beş Yıllık Plan ve 5. Beş Yıllık
Plan dönemlerinde konut alanında önemli artış olmuştur.
1918-1928 dönemine göre konut alanı 1956'da 9,5 misli artmıştır.
4.
ve 5. Beş Yıllık Planlar döneminde II. Dünya Savaşı'nın konut
alanındaki tahribatını ortadan kaldırmak için atılan adımların
sonuçlarını yukarıdaki şekilde görüyoruz:
1
Temmuz 1941-1 Ocak 1946 dönemine göre (genel hatlarıyla II. Dünya
Savaşı dönemi) göre konut alanı 4. Beş Yıllık Plan döneminde
yüzde 85,6; 5. beş Yıllık Plan döneminde yüzde 173,9 ve 1956'da
da yüzde 232,4 oranında artmıştır.
Buna
rağmen SSCB'de konut inşası alanında atılan bu adımların
yeterli olduğu söylenemez.