PROPAGANDA
NASIL YAPILMAZ VEYA DA NASIL YAPILMAMALI
Propaganda
ve ajitasyon konusunda “sol”un (yelpazeyi geniş tutmak için
“sol” diyorum) bir dizi eksikliklerinin olduğu tartışma
götürmez. Bu eksiklikler içinde öne çıkan, birbirine bağlı
olan iki konudur. Bunlardan birisi propaganda ve ajitasyonda yöntem
sorunu, diğeri de gerçeklik ile gerçek olması istenilenin
birbirine karıştırılmasıdır. Bu iki eksikliğe bir de “kime
hitap ediyoruz” konusunda kafa karışıklığı eklenince ortaya
çok vahim bir durum çıkıyor. Sonuçta, burjuva medyanın
etkisinde kalınmış gibi hareket ediliyor ve gerçek durumla
bağdaşmayan değerlendirmeler yapılabiliyor; olmasını
istediğimizi sanki gerçekmiş, sanki olmuş gibi yazabiliyoruz. Bu
değerlendirmeleri insanların okumasını ve bize inanmasını
istiyoruz.
Ayrıntı
analizinde “sol”un bayağı bir gelişmişlik durumu var. Öyle
ki, ayrıntı analizini diktatör Erdoğan'ı devirmeye kadar
götürebiliyoruz. Komplo teorisine bulanmış anlayışlara bel
bağlayacak duruma gelinmiş. Tam da bu noktada kendiliğindenciliğin
önü alınamaz bir duruma geldiğini görüyoruz. Erdoğan
yıkılıyor, ama kim yıkıyor, bu yıkma eyleminde bizim yerimiz ne
soruları hep açıkta kalıyor.
Yedi
düvelde ve memlekette ne kadar umutsuzluk aşılayan, doğrudan
umutsuzluğu ifade eden; 'istiyoruz ama elimizden bir şey gelmiyoru'
dillendiren mantıklı olmaktan yoksun düşünce ve komplo teorisi
varsa sanki hepsi bir araya gelmiş, elele vermiş ve koro halinde
olmadık harikalar yaratıyorlar. Açık söyleyeyim; “Proletaryanın
gerçeğe ihtiyacı olduğunu” unutuyorlar, “iyi görünen,
terbiyeli, dar görüşlü yalan” (Lenin) söylemekten, yazmaktan
çekinmiyorlar. “Gerçekler yerine” kendi “fantezi”lerini
(Engels) koyuyorlar. Şimdi bu harika değerlendirmeleri, “terbiyeli
yalanları”, “fantezileri” birkaç başlık altında
gösterelim.
Toplumsal
çelişkiler analizi ve çıkartılan/çıkartılmayan sonuçlar:
Memlekette
ne kadar etnik ve dinsel farklı topluluk varsa bunların, en azından
belli başlı olanlarının -örneğin Kürt ulusunun ve Alevilerin-
devletle olan ilişkilerinin/çelişkilerinin ayrıntılı analizini
yapıyoruz. Peki, bu analizlerden hangi sonuçlar çıkartılıyor?
Bu çelişkiler keskinleşecek ve sonuçta faşist diktatörlüğü
zaafa uğratacak ve sistem yıkılacak. Doğrudan böyle denmese de
böyle düşünmenin yolu açılıyor. Tamam, dinsel ve etnik
farklılıktan kaynaklanan devletle ilişkilenişteki çelişkiler
keskinleşebilir, öyle de oluyor, mevcut faşist ve sömürgeci
sistemi zorlayabilir. İyi, güzel de sen ne yapıyorsun? Keskinleşen
toplumsal çelişkileri örgütlü güce dönüştürmede rolün ne?
Markist Leninist Komünistlerin dışında bunun cevabını veren
yok. Kenarda duruyorlar, durum tespiti yapıyorlar. Herhalde sahada
mücadele edenlerin kendilerine “bize önderlik yapın”
önerisinde bulunacaklarını sanıyorlardır.
Etnik ve
dinsel farklılıklardan kaynaklanan çelişkilerden devrim için
yararlanmak gerekir. Ama bu farklı toplulukların devletle
çelişkilerini analiz ettiğimiz kadar, bu toplulukların
bileşiminin ezici çoğunluğunun nihayetinde emekçilerden ve
işçilerden oluştuğunu da düşünerek işçi sınıfı ve
emekçileri örgütleme diye tarihsel bir misyonumuzun olduğunu
hatırlasak nasıl olur? Tamam, söz konusu çelişkileri analiz
etmeye ve onlardan devrim için yararlanmaya çalışalım, ama başka
bir şey için değilse de en azından tarihsel misyonumuz gereği şu
etnik bakımdan Türklerden, Kürtlerden, Arapların, Çerkezlerden
vs. ve dinsel bakımdan da Müslümanlardan, Hristiyanlardan,
Alevilerden, Sünnilerden vs. oluşan işçi sınıfını sınıf
olarak örgütleme çabası göstersek nasıl olur? Hani devrimi
sınıflar yapıyor ve gerçekleştirmek istediğimiz devrim de işçi
sınıfı ve emekçilerin eseri olacak ya!
“Sol”un,
devrimci örgütlerin ve grupların sitelerine bir girin, bakın, ne
türden bir kendiliğindenciliğin esiri olduğumuzu görürsünüz.
Ülkeler
arası çelişkiler analizi ve çıkartılan/çıkartılmayan
sonuçlar:
Suriye'de
işgalcilikten bu yana; özellikle de Türkiye ile ABD ve AB
arasındaki gerginliğin kimi konulardan çelişkiye dönüşmesinden
bu yana “Sol”u değerlendirmelerine bir bakın. Ne görüyoruz?
Emperyalist ülkeler Türkiye üzerine çullanacaklar; siyasi,
ekonomik ve tabii ki de askeri ablukaya alarak bunaltacaklar ve
Erdoğan gidecek! Bunun dışında bir iddia var mı?Yeneceğiz,
sistemi yıkacağız, iktidarımızı kuracağız iddiası var mı?
Yok. Ne var? Yapmamız gerekeni Batı'lı emperyalist ülkelerden
bekleme durumumuz var. Türkiye'nin öncelikle Batı'lı emperyalist
ülkelerle çelişkilerinden bu faşist, sömürgeci düzeni yıkmak
için yararlanma iddiası yok. Diktatör Erdoğan'ın “Ey”lerini,
temsil ettiği sınıfın değil de, kişinin “Ey”leri olarak
anlıyoruz. Öyle ki, bilincimize yerleşmiş yanlış
emperyalizm-bağımlı ülke anlayışını söküp atamıyoruz. Türk
burjuvazisi, sermayesi, eskisi gibi bağımlılık olmaz,
ilişkilerimizi gözden geçirmeliyiz diyor ve ona göre hareket
ediyor, ama biz bunu “bağırıp-çağırma” olarak anlıyoruz.
Bu burjuvazi, yeni bir ulusal güvenlik konzepti geliştiriyor ve
uyguluyor, ama biz bu konseptin nelere mal olabileceğini; aslında
ne anlama geldiğini düşünmüyor, analiz etmiyoruz vs.
Ekonomik
durum analizi ve çıkartılan/çıkartılmayan sonuçlar:
“Evlere
şenlik” bir durum. Ekonomi göstergelerinde olumsuza doğru bir
kıpırdanma görmek ve hemen kriz patlak verdi demek için -herhalde
herkesten önce demek için- birtakım ekonomi üstadı insan adeta
24 saat nöbet tutuyor. Ekonomiyi krizden hiç çıkartmayanlardan
bahsetmiyorum. Onların bu konuda iflah olacak bir halleri zaten yok.
Ama geçen Kasım-Aralık döneminde ekonomi üzerine yazılanları;
yapılan değerlendirmeleri bir hatırlayalım. Hemen kriz
patlattılar. Ne oldu? 2016 yılı itibariyle Türk ekonomisi sanayi
üretimi bazından yüzde 1,9 ve GSYİH bazında da 2,9 oranında
büyüdü. Krizin patlatıldığı 2016'nın son çeyreğin de ise
ekonomi GSYİH bazında yüzde 3,5 ve sanayi üretimi bazında da 4,1
oranında büyüyor. Ekonomi hem büyümüş ve büyüyor hem de kriz
içinde! Bu işin nasıl olduğunu bir açıklar mısınız?
Maddi
değerlerin üretimi dışında ekonomik krizin bir ölçeği var mı?
Marks yok diyor, Engels yok diyor, Lenin yok diyor, Stalin yok diyor,
Marksist-leninist politik ekonomi yok diyor! Hatta aklı başında
bir burjuva ekonomist bile yok der. Ama memlekette ekonomiden bihaber
ekonomistler borsalardaki, döviz kurlarındaki hareketlenmeyi,
sanayi üretimindeki bir düşüşü ekonomik krizi patlatmak için
yeterli görürler.
Propaganda
adına nelerin yapıldığına bir örnek daha verelim. Türkiye'de
kapitalizmi teşhir etmek için bolca kullanılan iki argüman var:
İnşat sektörü, bolca yol yapılıyor vs. İkincisi de üretmiyor
ki ve buna bağlı olarak da bazen artı değeri yüksek olan ürün
üretilmiyor. Tamam, bolca yol, köprü yapılıyor, “yandaş”
inşat firmaları ihya ediliyor. Artı değeri yüksek olmayan
ürünler üretiliyor. Bunlar doğru. Peki, Türkiye'de kapitalizmi
teşhir etmek için üretmiyor diyebilir miyiz? İhracatının yüzde
90-95'i sanayi ürünlerinden oluşan bir ülke ürün satmıyor da
ne satıyor? Bu iddia ile yapılan propaganda değildir, düpedüz
bir “algı operasyonu”dur. Kapitalizmi teşhir adına düpedüz
“terbiyeli
yalan” söyleniyor.
Peki
neden bolca yol ve köprü yapılıyor? İş olsun
diye mi, yoksa “yandaş” firmaları ihya etmek için mi? Bir
propagandacı bu konuda şunu düşünmelidir. Demek ki, Türkiye'de
kapitalizm için mevcut kara, deniz ve hava ulaşımı yeterli
değildir. Bu nedenle kapitalizmin gereksinimlerini (insan ve meta
dolaşımı) karşılayabilmek için bu dolaşıma tekabül eden
ulaşım ve komünikasyon ağları kurmak gerekmektedir.
Bir ekonomistin, propagandacının cevabı bu olmalıdır. Ama böyle
cevap verilirse bu sefer de Türkiye'de kapitalizmin bayağı
gelişmiş olduğu, bayağı “yerli” bir sermayenin olduğu ve bu
sermayenin rekabet gücünün olduğu gerçeği ortaya çıkmış ve
kabul edilmiş olunur. İşte tam da bu gerçeği kabul etmemek için,
yol-köprü “fantezi”leri geliştiriliyor. Bu konuda nesnel
gerçekliği anlatması gereken propagandacı, ekonomist, nesnel
gerçeklikten korkuyor! Neden korkuyor? Düşmanı küçümseme adına
alışılagelmiş küçümsemenin gerçeği yansıtmadığını
görmek istemiyor. Evet, evet, yıkmak istediği “yerli malı”
kapitalizmin varlığından korkuyor. Çarpık emperyalizm-bağımlı
ülke sendromundan kurtulamıyor. Bu, “sol”da bir hastalık
halini almış.
Günümüz
Türkiye'sinde 40-50 ene öncesinin kapitalizmini, neden olduğu
ilişkilerini eleştirmekle bir yere varılmaz; öyle bir kapitalizm
yok. Türkiye'de kapitalizm, mevcut gelişmişlik seviyesinde ele
alınarak eleştirilebilir. Bu
yapılmadığı için de, istenmeyerek de olsa sermayeye akıl
hocalığı yapılmaktadır. Yol-köprü hikayesi akıl hocalığı
hikayesidir. Hiç merak etmeyin; sermayenin ihtiyacı varsa, yol da,
köprü de yapar. Önemli olan bunu neden yaptığını açıklamaktır.
Propaganda budur.
Diğer
taraftan, “yandaş”
firmaların ihya edilmesi, dönen
rüşvet, hırsızlık vb. de
bu işler nasıl yapılıyor sorusunun bir cevabı olur.
Kriz
şavırcılarına gelince. Sustular. Kendi kendini susturmak herhalde
böyle oluyor. Bir dizi ağız dolusu laf ettiler; olmadığı
söylediler; iddialı tespitlerde bulundular. Ne oldu şimdi?
Söylediklerinin, yazıp çizdiklerinin beş paralık değerinin
olmadığı; propaganda adına insanları yanlış yönlendirmeye
çalıştıkları ortada. Buna gerek var mıydı? Ekonomi konusunda
yorum, politik konularda farklı olarak, doğrudan somut verilere
bağlıdır veya da somut veriler olmaksızın ekonominin seyri
üzerine pek yorum yapılamaz. Hiç de doğrudan krize işaret eden
göstergeler olmaksızın yapılan kriz tespiti, bu tespiti yapanları
vurdu.
Şimdi
ne olacak? Kriz patlatma
hakkınızı kullandınız.
Bu kriz önümüzdeki
dönemde bir gün, diyelim ki 6
ay, bir sene veya da iki sene sonra
mutlaka patlak verecek. O
zaman ne diyeceksiniz? Biz 6
ay, bir sene, iki sene öncesinde bu krizin patlak vereceğini
yazmıştık, tespit etmiştik mi diyeceksiniz? Evet,
ne diyecek ve nasıl bir propaganda yapacaksınız?
Ekonomide
kriz patlak verdi anlayışı tek başına kullanılsa anlarım,
yanlış bir değerlendirme yapılmış derim. Ama beklenti başka.
Batı'lı emperyalist ülkelerin, uluslararası sermayenin kıskacı
altında krize giren ekonomi, sonuçta Erdoğan'ın gitmesini de
beraberinde getirecektir. Esas umut bu. Erdoğan'ın gitmesi için
ekonomik krize umut bağlanıyor. “Zafer” elde etmenin en kolay
yolu bu olsa gerek!
Ortadoğu
(Suriye ağırlıklı) analizi ve çıkartılan/çıkartılmayan
sonuçlar:
Türk
burjuvazisini en çok, en ağır biçimde Suriye politikasında
“yendik”. Suriye politikası iflas etti dedik ve orada kaldık.
İflasın adı şimdilerde daha sık kullanılan “yenildi” oldu.
Tamam, burjuvazinin Suriye politikası iflas etti. Burası doğru,
ama nasıl yenildiğini, kim tarafından yenilgiye uğratıldığını
bir türlü anlayamadım. Yenildi diyoruz, ama Türkiye'siz bir adım
atılamıyor, ne ABD atabiliyor ne de Rusya atabiliyor. Astana'da
Suriye sorununa siyasi çözüm getirmek için kurulan masanın bir
ucunda Türkiye oturuyor. Cenevre görüşmeleri Türkiye'siz
olmuyor, ama Türkiye; Suriye'de yenildi demekten kendimizi
alamıyoruz. Ortadoğu'da geçerli olan bir ikilem vardır: Ya
masada yer alırsın ya da menüde. “Sol” Türkiye'yi hep menü
listesine alıyor, ama o hep masada oturuyor. Burada bir yanlışlık
olmalı. Gerçeklik ile öznel istek yer değiştiriyor. Somut
durumun somut analizini yapmıyoruz veya da yaptığımızı
sanıyoruz; somut durumun somut analizi yerine olması gerektiğini
düşündüğümüzü koyuyor ve güya derin değerlendirme yapmış
oluyoruz. Açık ki, gerçeklikle aramızda büyük bir mesafe var.
Şu
durumu/ilişkileri gerçekten anlayamıyorum: Türkiye,ABD ve Rusya
Ortadoğu'nun, somutta da Suriye ve Irak'ın geleceği üzerine
birbirleriyle sürekli görüşüyorlar.
Sormazlar
mı, bu ne menem bir yenilgidir ki, yenenler ve yenilen, yenmenin ve
yenilginin nedeni olan sorunlar üzerine tartışıyorlar?
Neden
şöyle düşünmüyoruz veya da düşünemiyoruz: ABD ve Rusya dünya
hakimiyeti için jeopolitika geliştirme yeteneğine sahip iki
emperyalist ülke ve bunlar Ortadoğu'da, somutta da Suriye'de karşı
karşıya geldiler. Bu dar alandaki hal ve eyleyişleri bölgesel
güçlere veya diğer emperyalist ülkelere şu mesajı veriyor:
Burada sorun bizim çıkarlarımıza göre çözülür. Buna uymak
zorundasınız, aksi taktirde dışlanırsınız. Türk burjuvazisi
bu mesajı aldı ve ona göre hareket ediyor.
Suriye'de
günlük değişen politikalar karşısında sahada var olan her güç
bir biçimde U dönüşü yapmaktadır; her güç, U dönüşünü
diğerinin hal ve hareketine göre düzenliyor. Türk burjuvazisi
bunu da öğrendi.
Jeopolitik
ve stratejik formatlar farklı olunca çıkar kapsamı ve talepler de
ona göre değişiyor, dikkate alınıyor veya alınmıyor. Bu
anlamda Türk burjuvazisinin Rus ve Amerikan burjuvazisinden alacağı
daha çok ders var.
Türk
burjuvazisi, Suriye somutunda ABD ve Rusya'nın kendisine jeopolitik
format atıklarını anladı. Bu nedenle El Bab sonrasında susmaya
başladı. Gücünün yetmediğinden değil, jeopolitik formatla
susturulduğundan dolayı. Oysa biz yenildiğinden bahsediyoruz.
“Baş”
düşman Türkiye'nin yenilgisini istemekle gerçek durum arasında
büyük bir farkın olduğunu görmek ve ona göre hareket etmek
zorundayız. Gerçek durum, her zaman istediğimiz gibi olmuyor. Bunu
görmeden, bu farkın farkında olmadan nasıl yol alabiliriz?
Gerçek
durumu farklı göstermenin sınıf mücadelesine ne türden bir
katkısı olabilir? Soruna biraz da bu açıdan baksak; şu yenmek
istediğimiz sınıf düşmanının daha yakından analiz etsek nasıl
olur?
Birçok
değerlendirmede propaganda ve ajitasyon ile “algı” oluşturmanın
birbirine karıştırıldığını ne yazık ki görmekteyiz. Gerçek
hoşumuza gitmeyebilir, ama görevimiz, “terbiyeli yalan”
söylemek, “gerçeğin yerine” doğrudan öznelliğin ifadesi
olan “fantezi”leri koymak değil, gerçeği analiz etmek
olmalıdır. Nihayetinde her bir örgütün iddiası kendine biçtiği
tarihi misyonu yerine getirmektir. Bu misyon da devrimdir. Bu sistem
ancak ve ancak bu yolla yıkılabilir. Bazen, diktatör Erdoğan'ın
belli bir sınıfın; Türk burjuvazisinin ve sermayesinin baş
siyasi temsilcisi olduğu unutuluyor ve Erdoğan'ı devirmekle sonuç
alınacağı sanılıyor. Sorun bununla da sınırlı değil.
Erdoğan'ı devirme eyleminin neresinde durduğumuzu kendimize
sormuyoruz. Yukarıda belirttiğim gibi başka güçlerden ve
gelişmelerden adeta medet umuluyor. Propaganda ve ajitasyon adına
nesnel gerçeklik analiz edilmiyor ve bu gerçeklikten sonuçlar
çıkartılmıyor. Propaganda ve ajitasyon, hitap ettiğimiz
kitleleri; bu durumda işçi sınıfı ve emekçi yığınları
bilinçlendirme, harekete geçirme ve örgütleme amaçlı olmalıdır.
Ama “Sol”un çoğu kez yaptığı, yapmaması gerekendir.
Propaganda ve ajitasyon adına eyleyişimiz, propaganda ve ajitasyon
nasıl yapılmamalıya örnek oluşturmaktadır. “Sol”un tarihi
misyonu “algı” işleriyle uğraşmak olamaz?
Nasıl
propaganda yapılmalı ve yapılmamalı konusunda Marksist-Leninist
öğreti bilinmiyor değil.
Bu
bağlamda “Sınıf Pusulası”nın 6. sayısında (Mart-Nisan
2000) yayımlanan “Propagandacıya Notlar 1” ve “Marks, Engels,
Lenin, Stalin
ve Proleter Gazetecilik” ve 7. sayısında (Mayıs-Haziran 2000)
yayımlanan “Propagandacıya Notlar 2” makalelerini
özetliyorum (Yazıların tamamını, bu dergiyi ve diğerlerini
-Proleter
Doğrultu, Sınıf Pusulası, Teoride Doğrultu, Marksist Teori,
Sosyalist Kadın-
https://teorikdergiler.wordpress.com/
adresinde bulabilirsiniz).
PROPAGANDACIYA
NOTLAR (I)
I-
PROPAGANDA VE PROPAGANDACININ BAZI ÖZELLİKLERİ
1-
Parti propagandasının Temel İlkeleri ve Görevleri
...
1.2-
Marksist-Leninist Propagandanın Amaç ve Görevleri
Burjuva
propaganda hakim sınıfların çıkarlarını dile getirir. Bu
propagandanın temel görevi, gerçek durumu çarpıtmak, işçi
sınıfı ve emekçileri, bir bütün olarak geniş yığınları
kandırmak, yığınların dikkatini, kapitalizmin, mevcut sistemin
neden olduğu sorunlardan uzaklaştırmak ve özellikle medya (TV,
gazete vs.) vasıtasıyla yalan-yanlış haberlerle, yoz kültürle
kendine yabancılaştırmaktır. Burjuva propaganda, kapitalizmi
ebedi kılan ve kutsayan; işçi sınıfı ve emekçi yığınları
ücretli kölelik rejiminde umutsuz, çaresiz ve sürü kalmaya
mahkum eden propagandadır. İşçi sınıfı ve emekçi yığınların
uyanışı ve kurtuluşu doğrultusundaki her çıkışı, girişimi
ve mücadelesini kırmayı, söndürmeyi ve sindirmeyi hedefleyen bir
ideolojik kuşatma ve yanılsama faaliyetidir.
Komünist
propaganda ise bilimsellikten asla ve asla kopmaz. Çünkü devrimci
propaganda diyalektik materyalist yönteme, nesnelliğe, gerçeğe
dayanan propagandadır. Propagandanın amacı, hitap edilen yığınları
eğitmek, onları sosyalist öğretiyle donatmaktır. Onları, mevcut
sömürü düzeninin neden yıkılması gerektiği ve neden
sosyalizmin kaçınılmaz olduğu konusunda bilinçlendirmektir.
Komünist propaganda işçi sınıfı ve emekçi yığınları
sosyalist siyasal düşünce ve ideolojinin etkisine çekmeyi,
işçileri sınıf bilinçli yapmayı, ücretli kölelik düzeninde
kurtuluşun tarihsel bir zorunluk olduğunu, sosyalizmin çekiciliği,
teorik öngörüsü ve pratiğini kavratmayı hedefler.
İşçi
sınıfının toplumsal üretimdeki ve tarihsel ilerlemedeki yerini,
statüsünü; en devrimci sınıf olarak sömürüsüz ve sınıfsız
bir dünyaya gidişte başı çekeceğini inandırıcı ve ikna edici
tarzda ortaya koyar.
Bilinç
konusunda propagandacı, iki noktayı faaliyetinde asla göz ardı
etmemelidir: Günlük bilinç ve kendiliğindecilik, bilimsel bilinç
ve teorik kavrayış. Günlük bilinç, çevremizdeki süreç ve
görünümlerin beynimize yansımasıdır. Günlük bilinçle
görünen, olan-biten, yaşanan olaylara tepki duyar veya olumlarız.
Ama bu asla yeterli değildir. Çünkü burjuva propaganda, birçok
gelenek, eğilim ve alışkanlıklar günlük bilinci etkiler. Günlük
bilinç, en fazlasıyla kendiliğindenciliğe eş düşer. Günlük
bilinç veya kendiliğindencilik, olayların ve süreçlerin, görünüm
ve gelişmelerin sistematik bir yorumuna, derinleşmeye, temelden
kavramaya ve sınıfsal açıdan analiz yapmaya asla yetmez. Bu
bilinçle somut durumun somut analizi yapılamaz.
Teoriyi
bilim olarak ele alma ve derinleşme, doğa ve toplum hakkında
sistematik bilgi edinme, sınıf mücadelesinin sorunlarına
Marksist-Leninist teori ışığında yaklaşma sonuçta bizi teorik
bilinçlenmeye götürecektir.
Bu
bilinçlenme farklılığından dolayı propagandacı, kimlere, hangi
bilinç seviyesinde olanlara hitap ettiğini "üç aşağı-beş
yukarı" bilmek zorundadır. Şüphesiz her iki bilinçlenme
arasında Çin Seddi yoktur. Teorik bilinçlenmenin çıkış
noktası, şüphesiz ki günlük bilinçtir. İnsanı olduğu gibi
ele almak, onu sahip olduğu günlük bilinçle ele almak demektir.
Bilinçlendirmek,
propagandacının temel görevidir. Bilinçlendirmek için
propagandacı, gerçeğin nesnel analizini yapmak zorundadır.
Gerçekliğin nesnel analizi, genel konuşmayı, kahrolsunu,
yaşasını, yüzeyselliği dışlar. Bilimsel inandırıcılığı,
iknayı, gerçeği esas alır. Propagandacı gerçekliği, bütün
çıplaklığıyla; çelişkileri ve karmaşıklığıyla anlatmasını
ve hitap ettiği kitleyi adeta büyülemesini bilir, becerir. Bunu
yapabilmek için propagandacının diyalektik yönteme mutlaka hakim
olması gerekir. Doğada ve toplumda yasaların nesnel olduğunu
kavramadan, toplumsal gelişme yasalarını kavramadan devrimin
mantığı ortaya konulamaz, devrimin gerçekleşebilirliğinin
açıklanması, devrimci teorinin propagandası yapılamaz.
Propagandacı, teorik inceleme ve irdeleme, teorik analiz ve üretimle
kendini yenilemek, donatmak zorundadır.
1.3-
Propagandacı, Devrimci Teorinin Katışıksızlığı İçin
Mücadele Eder
Propagandacı
Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in eserlerini ve pratik mücadele
tecrübelerini devrimci teorinin katışıksızlığı açısından
da incelemelidir. Onlar, diyalektik-materyalist dünya görüşünü
burjuva ideolojisine, revizyonizme, oportünizme vs. karşı tavizsiz
mücadele ile geliştirmişlerdir. Devrimci teorinin katışıksız
savunulması ve geliştirilmesi, Lenin'in dediği gibi, "sosyal
görünümler, gelişmeler, olgular üzerine görüşler
gerçek gelişmenin ve gerçekliğin (açSP)
amansız nesnel analizine dayanmalıdır” (Bkz. Lenin; C.2, s.
544- "Hangi Mirastan Vazgeçmeliyiz?"). “Gerçek
gelişme”nin analizine dayanmayan görüşler, teorik ve siyasi
öngörüler, sonuçlar ve yargılar, “gerçek gelişme”nin
hareketine yanlış, çarpık ve karşılığı olmayan müdahaleleri
de gündeme getirir. Ve aynı zamanda, pratikte kanıtı farklı
olunca, propagandacıya ve partiye güveni de sarsar.
Propagandacı,
Marksist ideolojik mücadele cephesinin en önünde, ön siperde yer
alan savaşçıdır. O, her türden anti-marksist düşünceye
karşı mücadele yolunu açar, hedef gösterir. Teorinin
katışıksızlığını koruyamayan/savunamayan bir propagandacı,
farkına varmadan devrimci teoriyi "sulandırır",
burjuvazi ve küçük burjuvazi için kabul edilir seviyeye indirger.
Böyle bir propagandacı, sonuçta yığınların yanlış
bilinçlenmesine neden olur. Çarpık bir bilinçlenme, günün
görevlerine doğru çözümler üretemez. Politikaya
Marksist-Leninist bir ideolojik renk ve ruh kazandıramaz.
1.4-
Propagandacı Gerçeğe Sadık Kalır
Lenin,
"III. Enternasyonal'in Görevleri Üzerine" makalesinde
şöyle der:
"Proletaryanın
gerçeğe ihtiyacı vardır ve onun davası için hiçbir şey, iyi
görünen, terbiyeli, dar görüşlü yalan kadar zararlı değildir"
(C.29, s. 493).
Bunun
anlamı açık: Propaganda adına, iyi niyetle de olsa yalan
söylemek, yalanla insanların, çevrenin/tabanın duygularını
sömürmek davaya zarar verir. Siyasal mücadeledeki savaş
hilelerini, düşmana karşı psikolojik mücadeleyi yığınlara
yönelik devrimci propagandanın kapsamına dahil edemeyiz.
Proletarya “terbiyeli yalan”a ihtiyaç duymaz; çünkü
proletaryanın sosyalist öğretisi, maddi toplumsal gerçeğe, sınıf
hareketi ve mücadelesine dayanan bilimsel bir teoridir. Ve
kapitalizmin hastalıkları ve kötülüklerinin anası özel
mülkiyetin her türüne karşıdır, adaletsizliğe ve her türlü
baskıya karşıdır. Bunun kadar haklı, meşru ve insani ne
olabilir ki? Her proletarya devrimcisi bir avuç kapitalistin dışında
toplumdaki her bireye, kapitalizmin barbarlığına karşı,
sosyalizmin kurtuluş olacağını propaganda etmeye yeterli argüman,
teori ve pratiğe sahip olabilir. “Terbiyeli yalan” aynı zamanda
sermaye ve faşizmin eline fırsatlar, istismar konuları da verir.
Marmara
depremi döneminde; devlet bir şey yapmıyor demek propaganda
değildir. Ama devlet yapılması gerekeni yapmıyor, yapmaya
niyeti yok demek propagandadır. Çünkü devlet, bir şeyler yapmaya
çalışmıştır. Propagandacı, yapılanın rezalet olduğunu hedef
almalıdır. Çünkü depremi yaşayan yığınlar, devletin bir
şeyler yaptığını, ama yeterli yapmadığını, bunu Gölcük
Donanması’na ve belli çevrelere yaptığını biliyor.
Propagandacı,
gerçeğe sadık kalmak zorundadır. Gerçeğe sadık kalmak, konunun
içerik zenginliği, propagandacının anlatım ve yazım yeteneği,
stili, yığınların etkilenmesini, evet büyülenmesini sağlar ve
devrimci teoriye devasa güç kazandırır. O halde propagandacı, bu
konuda da Lenin'i izlemelidir. Propagandacı, kullandığı kavramın
hakkını vermelidir. Kavram, ifade ettiği içerikle aynılaşmalıdır.
Propagandacı,
yığınlar nezdinde ve de burjuvazi nezdinde partinin aklı ve
aynasıdır. Onun, yazılı ve sözlü faaliyeti, yani propagandası,
sayısız göz ve kulak tarafından görülür ve duyulur.
Propagandacı bunun bilincinde olmak zorundadır ve propaganda da
taraflılığını, şüphe bırakmayacak açıklıkta ortaya
koymalıdır. O, taraflılığın ve bilimselliğin birliğini
sağladığında hitap ettiği kitlenin devrimci teoriyle
eğitilmesine ve donatılmasına katkıda bulunmuş olur. Bunun
dışında
kalırsa
yapılanın etkisi ancak saman alevinin etkisi kadar olur.
Lenin
şöyle der: “Taraflılık, aynı zamanda, siyasi gelişmenin
koşulu ve ölçeğidir. Söz konusu yığınlar veya sınıf, siyasi
bakımdan ne kadar gelişmiş, eğitilmiş ve bilinçlenmiş ise onun
taraflı gelişmesi de o denli yüksek olur” (Bkz. C.24, s.
511).
Öyleyse,
önce propagandacı kesin, sarsılmaz taraflı olmalıdır; yani
devrimci teoriyi katışıksız savunacak derecede kavramış olmalı
ki, yığınların taraflı olmasına, sınıf bilinçlenmesine
katkıda bulunabilsin.
Propagandacı
Lenin'in şu sözlerini kendine bayrak edinmelidir:
"Sosyal
demokrasi, sürekli ve durmaksızın, işçi hareketinin nüfuzunu
modern toplumun siyasi ve toplumsal yaşamının bütün alanlarına
yaymalıdır. O, sadece, işçilerin iktisadi mücadelesini değil,
bilakis proletaryanın siyasi mücadelesini de yönetmelidir. Nihai
hedefimizi bir dakika da olsa gözden kaybetmemelidir. Sürekli,
proleter ideolojinin, bilimsel sosyalizm öğretisinin, yani
Marksizmin propagandasını yapmalı, onu
çarpıtmalardan korumalı ve geliştirmelidir. Hangi moda ve parlak
görünüme bürünmüş olursa olsun burjuva ideolojisinin her
rengine karşı yorulmaz bir şekilde mücadele etmeliyiz"
(C. 5, s. 350,"Politik Ajitasyon ve Sınıfsal Duruş").
Komünist
partisi, propaganda ve ajitasyonunda sosyalist bir bakış açısı
ve perspektife sahiptir. Küçük burjuva devrimciliğinin propaganda
ve ajitasyonundan temelde farklıdır. Bu farkın silikleşmesine
izin verilemez. Hiçbir “moda” ya da konjonktürel ideolojik
görünüm ve siyasal eğilimler komünistleri ilkelere bağlı
politik faaliyet yürütmeden, nihai hedefe bağlı propaganda
yapmaktan alıkoyamaz.
1.5-
Propagandacı, Teori ile Pratiğin Bağını Kurmak Zorundadır
Marksist-Leninist
teori, toplumsal pratiğin genelleştirilmesi temelinde yükselir,
pratiğin yolunu aydınlatır, ona yön verir. Marksist teori
toplumsal yaşamın, pratiğin, toplumsal gelişme yasalarının
formülasyonudur; teori pratikten çıkar. Pratik, partinin veya
yığınların, somut, amaçlı faaliyetidir. Bu faaliyet sınıf
mücadelesinin, toplumsal yaşamın her alanında sürdürülür. Bu
iki kavram arasındaki bağ, tali bir sorun değil, komünist
partinin mücadelesinin yaşamsal bir sorunudur. Bu, kendini somut
durumun somut analizinde gösterir. Bu kendini, yadsımanın
yadsınmasında, zıtların birliği ve mücadelesinde ve nicel
değişimlerin nitel değişimlere, nitel değişimlerin de nicel
değişimlere dönüşmesinde gösterir. Marksist diyalektik yöntemi
kavramak ve kullanmak, teori ve pratik arasındaki bağı kavramak
anlamına gelir. Ancak ve ancak teoriyi somut koşullara uygulayan,
yani pratikleştiren ve bu pratikleştirmeden yeni teorik sonuçlar
çıkartabilen bir parti, Marksist teoriyi kılavuz olarak kavrayan
ve gerçeği, somut durumu genel formülasyonlarla açıklamayan bir
parti, komünist partisi olabilir.
Marksist
teori, Türkiye'de üretim ilişkilerinin ve toplumu belirleyen temel
sınıfların, bunlardan hangisinin hakim sınıf olduğunu,
hangisinin geleceği temsil ettiğini somutlaştıramaz. Ama bunların
somutlaştırılması için bize yol gösterir. Bu yolu bulabilmek
bizim görevimizdir. Bu görev, teorinin pratiğe uygulanması ve
pratikten çıkartılan sonuçlarla teorinin yeniden geliştirilmesi
ve zenginleştirilmesidir.
Propagandacı
bunu bilmek, teori ile pratik arasındaki diyalektik bağı kavramak
zorundadır. Propagandacı, Marksist teori budur, pratik de budur
diye propaganda yapamaz. Propagandacı, teori ve pratiği bütünlüklü
olarak vermelidir. Dinleyen veya okuyan neden, niçin sorularının
cevabını almalıdır.
Propagandacı
bu konuda Engels'in şu sözünü unutmamalıdır:
"Bilimin
her alanında, tarih biliminde olduğu gibi doğa biliminde de, var
olan olgulardan hareket edilmesi...o halde...iç bağlantıların
gerçekler içinde inşa edilmeyip, onların içerisinde keşfedilmesi
gerektiği, keşfedilince de mümkün olduğu kadar deneylerle
doğrulanması gerektiği noktalarında aynı düşüncedeyiz"
(Marks-Engels C. 20, s. 334, "Doğanın Diyalektiği").
Engels,
gerçeklik üzerine fantezi yapmayalım diyor. Gerçekliğin içinde
“iç bağlantı”lar kurmayalım, aksine gerçeği oluşturan iç
bağlantıları, yasaları keşfedelim diyor.
Bunu
bir başka biçimde somutlaştıralım: Maocuların devrim anlayışı
Türkiye gerçeğinden hareketle mi tespit edilmiş? Hayır. Bu
arkadaşlar, gerçeği teorilerine uydurmuyorlar. Gerçeği, teorik
olarak görmek istedikleri gibi görmeye çalışıyorlar. Bunun adı
sübjektivizmdir ve sonuçları bazen, Maocularda olduğu gibi, komik
de oluyor.
Marksist
diyalektik yöntem ışığında teorimizi pratikte bulabilmeliyiz,
bunu doğrulamalıyız. Ancak bu şekilde hitap ettiğimiz yığınları
devrimci mücadeleye kazanabiliriz, teorimizin maddi güce
dönüşmesini sağlayabiliriz. Ancak böyle bir durumda pratik
politikan, taktik ve sloganının karşılığını bulur, çağrıların
kitlelerden yanıt alır.
Stalin’in
belirttiği gibi, “teori, devrimci pratik ile çözülmez bir
bağlılık halinde gelişince, işçi hareketinin büyük bir gücü
haline gelebilir.” O halde, teori, devrimci pratiğin,
örgütlenmenin, savaşımın yolunu aydınlatmada, tıkanmışlığı
aşmada, sorunları aşmada çözücü olmalıdır. Sosyalist
öğretinin çekiciliği, onun bilimselliği, devrimciliği ve
toplumsal gerçekliğe dayanıyor olmasından ileri gelir.
2-
Propagandanın Etkisinin Ölçüleri
Lenin,
"Yoldaş Plehanov Sosyal Demokrasinin Taktiği Üzerine Nasıl
Değerlendirme Yapıyor" makalesinde şöyle der: "Sosyal
demokrasinin bütün politikası, halk
kitlesinin gelecekte gideceği yolu aydınlatmaktır.
Marksist meşalemizi yükseklerde tutuyoruz ve
her bir sınıfın her adımında, her siyasi ve iktisadi
olayda yaşamın öğretimizi onayladığını
gösteriyoruz" (C. 10, s. 480, aç-SP)
Komünist
parti, bu ilkeye göre hareket etmelidir ve propagandacı, etkili
propaganda yapabilmek için bu ilkeyi kavramalıdır. Pratik ve
yaşam, teorik ve politik öngörülerimizi doğrulamalı,
propagandanın içeriği, kapsamı ve yönteminin isabetliliğini
kanıtlamalıdır. Bu ilke, yığınların devrimci hareketinin
yolunun aydınlatılmasını, yığınların bu devrimci harekete
katılmalarını ön koşul yapar. Propagandacı ordusuna sahip bir
partinin propagandasının etkisi, yığınlarla bağında görülür.
Ama parti, propaganda faaliyetini hiçbir zaman yığınların
aydınlatılmasıyla sınırlandırmaz. Mücadeleye çekilen,
yolu aydınlatılan her yeni kitle, partiyi daha kapsamlı, daha
derin propaganda görevleriyle ve bu görevlerin üstesinden
gelecek propagandacıları yetiştirmek sorunuyla karşı karşıya
bırakır.
Propagandanın
etkisi kendini, her şeyden önce, yüksek ideolojik seviyede hitap
edilen kitlenin (işçi sınıfı ve emekçiler) bilincinde, onların,
toplumsal yaşamın, toplumsal gelişmenin bütün görünümlerini
Marksist teoriye göre değerlendirmelerinde bulur. Propaganda,
gerçekten kaliteliyse, bilimsel seviye yüksekse bu sonuçlar
alınır.
Bilimsel
seviyeli propaganda yapmak veya anlaşılır olmak adına, özellikle
propaganda faaliyetinde görülen iki uca düşmemek gerekir. Bu uç
noktalardan birisi soyut teori sevdasıdır. Soyut teoriyi, onu
anlatmaya düşkün olan propagandacı, pratiği, yaşamı, teorinin
pratikle bağını ve insanların günlük sorunlarını unutmuş
olan propagandacıdır. Böyle bir propagandacının, grev yapan
işçilere hitap ettiğini düşünün! Bir sendika toplantısında
veya semt sorunlarının ele alındığı toplantıda
propagandacının, propaganda adına, somut sorunları bir kenara
bırakıp doğa olaylarını, devrimi derin teoriyle açıkladığını
düşünün! Her iki durumda da parti kaybeder, propaganda amaca
hizmet etmez.
Propaganda
salt teori veya hitap edilen kitlenin düşük bilinç seviyesinden
hareketle salt pratikçilik tarzında da yapılmaz. Salt teorinin ve
salt pratiğin propagandasını yapmak, teori ve pratiği birbirinden
kopuk olarak ele almak anlamına gelir. Birinci durumda teori, özgün
sorun konumuna getirilir ve propaganda yaşamdan/pratikten
kopartılır. Tam da bu nedenden dolayı Lenin, siyasi çizginin
yaşama geçirilmesini sadece onun; bu çizginin doğruluğunda
değil, aynı zamanda "en geniş yığınların bu (çizginin)
doğruluğuna kendi tecrübeleriyle ikna olmaları"
gerektiğini de koşul yapar der (Bkz. C.31, s. 9 ).
İkinci
durumda ise teoriyi önemsememe, küçümseme, bu alandaki eksikliği
pratiği önplana çıkartarak kapatma söz konusudur. Bu durumda
pratik faaliyete faydacı yaklaşım, her şeyi pratikle açıklama
kaçınılmazdır. Böyle bir ortamda teori dogmalaşır, körleşir
ve hatta alay konusu bile olabilir. Böyle bir yaklaşım ile
teorinin çözücü, ön açıcı ve aydınlatıcı gücünden yoksun
olunur. El yordamıyla yürünür.
2.1-
Propagandacı Burjuva İdeolojiye Karşı Uzlaşmazdır
Komünist
partinin, tek tek üyelerinin ve tabii ki bu arada propagandacının
da burjuva ideolojisine ne kadar açık olup olmadığı ideolojik
kavrayış ve sağlamlığa bağlıdır. Bu anlamda ideolojik
sağlamlık ve seviye, Marksizm-Leninizme düşman ideolojiye;
burjuva ideolojisine karşı uzlaşmaz duruşla sıkı bağ
içindedir. Burjuva toplum içinde yaşayarak bu topluma ve
ideolojisine karşı tümüyle bağışıklık kazanmak olanaksızdır.
Birey, ne kadar dirense de bir şekilde burjuva etkilere açıktır.
Buna karşın parti kendi yaşam tarzını geliştirir. Evet, burjuva
yaşam tarzı içinde ama o yaşam tarzına karşı yaşam tarzı.
Yeni insan bu tarz içinde gelişir. Parti, var olduğu her yerde ve
her koşul altında, hangi görünümde olursa olsun burjuva
ideolojisine karşı gerçek bağışıklığı sürekli ve sürekli
üretmek zorundadır. Burjuva ideolojisine karşı mücadelede
propagandaya bu perspektifle yaklaşılmalıdır. Propagandacı,
hitap edilen kitlenin pratik tecrübesiyle, edindiği teorik bilgiyi
pratikte sınamasıyla belli düşüncelerin doğruluğuna
inanacağından; Marksist teoriyle donanacağından ve hangi biçimde
olursa olsun burjuva ideolojiyi tanıyabileceğinden ve ancak bununla
o ideolojiye karşı bilimsel ve uzlaşmaz tavır alabileceğinden
hareket etmelidir.
2.2-
Propagandacı Bağımsız Düşünmeyi Teşvik Eder
Bu
alandaki zorluk, özellikle yazılı propagandada söz konusudur.
Yazılı propagandada çoğu kez, propagandanın etkisi ile
insanları, bağımsız düşünmeleri için eğitme, onların şu
veya bu sorunu analiz etme yeteneğine ulaştırılmaları görevinin
sıkı bağı unutuluyor veya önemsenmiyor. Bu bağa en azından
sözde dikkat çekilse de pratikte unutuluyor. Birçok yazıda
devrimci teori, Marksist-Leninist ilkeler, hazır bir şekilde
sunuluyor. Okuyana ezberlemekten başka bir iş kalmıyor. Hazır,
"paketlenmiş" sonuçlandırmalar, hiçbir şekilde, hiçbir
somut duruma uygulanamazlar. Bu durumda hazır sonuçlandırma,
kaçınılmaz olarak dogmaya dönüşür ve ezberlenir.
Lenin,
"Uzaktan Mektuplar"ının ilkinde şöyle der:
"Marks
ve Engels, ezbere öğrenilen ve yinelenen, olsa olsa tarihsel
sürecin her evresinin, somut iktisadi ve siyasi
durumuyla zorunlu olarak değişen genel
hedefleri gösterebilen ‘formüller’ ile haklı olarak alay
ederek, her zaman, ‘bizim öğretimiz bir doğma değil, bilakis
bir eylem kılavuzudur' demişlerdir" (C.24, s. 25).
Sonuçları,
genel formülasyonları ezberleyen kişi, bunları, zihinsel
gelişmesi ve yorumlama yeteneğini geliştirmesi için kullanamaz.
Hegel, “gerçek, ona götüren yol olmaksızın bir cesettir”
der ve Marks, Hegel'in bu sözüne katılır. Propagandacı, ele
aldığı konunun açıklanmasında hitap ettiği kitleye muhakeme
yapma, düşünme, gerçeğe giden yolu görebilme olanağını
tanımalıdır. Propagandacı, öyle yazmalı ve anlatmalıdır ki,
hitap ettiği kitle düşünmek zorunda kalsın.
2.3-
Propaganda ve İçerik
Propagandanın
ne denli etkili olup olmadığı onun içeriğine, örgütlenmesinin
ve yönetiminin biçim ve yöntemlerine bağlıdır. Burjuvazi bütün
iletişim organlarını, her türlü olanak ve araçları kullanarak
burjuva ideologların teorileriyle ele alınan konunun içeriğini
kendi sınıfsal çıkarına yarayacak bir şekilde lanse eder. Yani
propagandanın yönetim ve örgütlenmesinin yöntem ve biçimini
istediği gibi değiştirir. Bunun, literatürdeki adı
manipülasyondur, çarpıtmadır.
Komünist
parti, ideolojisinin içeriğini, Marksist-Leninist teoriyi maniple
ederek/çarpıtarak lanse etmez. Komünist parti, propagandanın
maniple edilmesine ilkesel olarak karşıdır. Marksizm-Leninizmin,
bu ideolojinin içeriğinin manipülasyona ihtiyacı yoktur. Bu
ideoloji, işçi sınıfının ve emekçi yığınların öz sınıfsal
çıkarlarını ifade eder. Bu nedenden dolayı, Marksizm-Leninizmin
en iyi propaganda yöntemi, onun içeriğini olduğu gibi
sergilemektir. Burjuvazi, hakimiyetini sürdürmek için, devletin
tarafsızlığından başlayarak her türlü baskısını,
sömürüsünü, pisliğini ve ahlaksızlığını geniş yığınlar
nezdinde gizlemek için manipülasyona başvurur, Marksist teorinin
ise buna ihtiyacı yoktur. Çünkü yığınlardan gizli olan bir
yönü yoktur. Siyasal ve toplumsal olguları, görüngüleri
açıklayacak diyalektik materyalist yöntem silahına, sosyalist
teorinin gücüne sahiptir.
Ama
buna rağmen, geniş yığınların bilincini etkilemek için, güçlü
propaganda için başvurulan kimi yöntem ve araçlar, son kertede,
istemeyerek de olsa propagandanın içeriğinin geri plana itilmesini
birlikte getirebiliyor. Propaganda faaliyetinin biçimleri, araç ve
yöntemleri kendisi için amaç yapılırsa, esas amaca ulaşılamaz.
Propaganda faaliyetinin biçimleri, araç ve yöntemleri,
propagandası yapılan düşüncenin içeriğini açıklama görevine
tabi olmalıdır. Yani her koşul altında, bütün biçim, araç ve
yöntemler propaganda konusu olan düşüncenin içeriğinin önplanda
durmasına, anlaşılmasına hizmet etmelidir.
Sanatla;
tiyatroyla, müzikle, resimle vb. propaganda yapılabilir.
Yapılmalıdır ve yapılıyor. Ama yöntem, araç ve biçimler ne
olursa olsun bunlar politikanın alternatifi olamazlar, politikadan
bağımsız olamazlar ve hele hele politikanın yerini hiç
alamazlar. Bu konuda Lenin şöyle der:
"Pedagoji'den
özel bir slogan yapma, onu 'politika'nın karşısına koyma, bu
karşıya koyma üzerinde özel bir yön inşa etme, bu şiar adına,
sosyal demokrasinin 'politikacıları'na karşı kitleye hitap etme
düşüncesinde olan, derhal ve kaçınılmaz olarak demagojiye
düşer" (C. 8, s. 452/453).
Lenin,
politikayla pedagojinin birbirine karıştırılmasına kesin olarak
karşı çıkıyor. Lenin, söz konusu makalesinde, propagandası
yapılan düşüncenin içeriğinin, siyasi ve ideolojik yönelimin
unutulmasına, önemsizleştirilmesine ve amaca şekli pedagojik
araçlarla ulaşma çabalarına karşı çıkıyor. Bu, film,
tiyatro, müzik vb. için de geçerlidir.
Propagandacı,
örneğin bir filmi araç olarak kullanırken, anlatmak istediğini
unutarak, bir kenara iterek, araç olarak filmi bağımsızlaştırmamalı,
politikanın karşısına koymamalıdır.
...
3.2-
Kanıt, Sav ve Tez
Nitelikli
ve verimli düşünmede kanıt, zorunlu bir unsurdur. Kanıtlanması
gereken ne olursa olsun, her kanıt, iki bileşenden oluşur.
Bunlardan birisi tez, diğeri ise savdır/argümandır; yani kanıt
nedeni. Bu iki bileşenin mantıksal bağlamına kanıt yöntemi
denir. Kanıt yönteminin diğer adı, “gösterme”dir.
Tez,
doğruluğu veya yanlışlığı gerçeklik olduğu veya gerçeklik
olmadığı kanıtlanması, ortaya çıkartılması gereken bir
ilkedir, kuraldır.
Sav
(argüman) ise kanıtlanması gereken tezin gerçekliğinin
sonuçlandırıldığı ilkedir. Yani ortada bir tez var (diyelim ki
Türkiye'de kapitalizmin gelişmesi), bu tezin doğru olduğu
savunuluyor, bu savununun kanıtlanması, sav denen kanıt
nedenlerinden (olgulardan, istatistik verilerden, materyallerden vs.)
hareketle sağlanıyor.
Kanıt
yöntemi (göstermek), sav ve tez arasındaki bağlamı ortaya
çıkartır. Bu ortaya çıkarış, kanıtlanması gereken tezin
gerçek olduğuna götürür. Tezin, gerçek olmadığının ortaya
çıkmasını sağlayan kanıta, çürütme denir.
Bir
tez doğruysa, onun doğruluğunu ortaya çıkartacak kanıt,
er veya geç bulunur. Bunda teori ve pratiğin gelişmesi önemli
bir rol oynar. Örnek; sosyalizm uzun bir dönem tez (teori)/ilke
olarak kaldı. Pratiğe uygulanırlığı Ekim Devrimi’nden sonra
kanıtlandı.
Propagandacı,
hitap ettiği kitleyi ele aldığı konunun doğruluğuna
inandırmalı, onları ikna etmek veya eleştirdiği anlayışın
yanlışlığını ortaya koymak için bunlara, bu mantıksal
muhakemeye vakıf olmalıdır.
Neler,
sav veya kanıt nedeni kapsamına girerler? Kanıtlanmış
gerçekler/olgular üzerine tezler, yani her bir bilim alanında
temel kavramların tanımlanması; doğruluğu kanıtlanmış tezler
sav kapsamına girerler.
"İstatistik
ve Sosyoloji" makalesinde Lenin şöyle der:
"...Karmaşık
ve zor bir sorunun...üstesinden gelmek için...tam
gerçekler, tartışmasız gerçekler...özellikle
gereklidir...Bütünlüğü ve bağlamları içinde alındıklarında
gerçekler, sadece 'inatçı' değil, bilakis kanıt gücü
(aç-SP) olan
şeylerdir" (Lenin, C.23, s. 285).
Her
bilim dalında olduğu gibi toplum bilimlerinde ve propaganda
faaliyetinde kanıtlanmış gerçekler üzerine tezler oldukça
önemli bir rol oynarlar.
Çürüten
gerçekler de özellikle kanıt gücüne sahiptirler. Bu anlamda
Türkiye'de kapitalizmin gelişmişlik durumu, köylülüğün sosyal
katmanlarına ayrışmışlık durumu, Maocu tezi çürüten
gerçekliklerdir.
Temel
kavramların tanımı da bir savdır. Tanımlama, tanımı yapılan
nesne/olgu gerçekten varsa bilimseldir ve yapılan tanım da
bilimseldir. Bu durumda bu tanım bir savdır. Örneğin, üretici
güçler bir tanımlamadır. Kapitalizm, sosyalizm birer
tanımlamadır. Kapitalizm karşısında sosyalizmin bir ileri üretim
biçimini oluşturduğunu açıklamak için -bilimsel bir tartışmada-
sosyalizmin kavram olarak yeniden ve yeniden tanımlanmasına gerek
yoktur. Ama "yarı-feodal üretim tarzı"nı, üretim tarzı
olarak anlatabilmek için her şeyden önce bu kavramın tanımlanması
gerekir.
4-
Propaganda Sanatı
Propagandada
en önemli olan, onun ideolojik-teorik seviyesi, içeriği ve
yöntemidir. Ama ele alınan konunun hitap edilen kitleye
iletilmesinde -propaganda- seçilen yol ve araçlar, yanlış olursa
amaca ulaşmak da zorlaşır. Propaganda da sanat, ustalık demektir.
Bu konuda Lenin şöyle der:
"Her
bir propagandacının ve her bir ajitatörün sanatı, tam da, verili
dinleyici çevresini, belli bir gerçeği bu dinleyici çevresi için
oldukça ikna edici anlatımla belli bir biçimde etkilemesidir.
(Öyle bir anlatım olmalı ki) bu çevre onu oldukça kolay
özümleyebilsin, bu çevre için oldukça somut ve kesin kafada
tutulur olsun" (C. 17, s. 330).
Demek
oluyor ki propagandacı ve tabii ajitatör de bilinçli, irade sahibi
ve aynı zamanda tutkulu olmalı, işini coşkuyla yapmalıdır.
Herkes bu özelliklere sahip değildir. Ama bu özellikler genetik de
değildir. Yani öğrenilebilinir.
...
Eğitimli
olmayı, şu veya bu konuda uzman olmayı, temel teorik bilgilerle
donatılmış olmayı kim istemez. Böyle birisi olabiliriz. Ama bu
bilgilerimizi başkalarına aktarmıyorsak, kendi kendine bir insan
oluruz. Önemli olan, sahip olduğumuz bilgi ve de tecrübeleri
başkalarına aktarabilmektir. Burada sorun, aktarmak değil,
aktarabilmektir. Aktarma adı altında birtakım girişimlerde
bulunulabilir, ama bu, bilgi ve tecrübenin başka insanlar
tarafından mutlaka anlaşıldığı anlamına asla gelmez. Öyleyse
esas sorun, aktarabilmektir. Aktarabilmek, öğrenilebilir, hiç de
genetik olmayan yeteneklere sahip olmak anlamına gelir. Bilgi ve
tecrübeyi, başka insanlara aktarabilme yeteneği! Yani
propagandacı, ele aldığı konuyu popüler yapma ustalığına,
dinleyiciyi adeta büyüleyen
anlatım ustalığına, yöntem ustalığına sahip olmayla
başarabilmelidir.
...
Propagandacının
faaliyetine çok önem veren Lenin, bu konuda şöyle der:
"Gerçekten
de ilkeye sadık ve yetenekli propagandacıların sayısı oldukça
az (ve böyle bir propagandacı olmak, adam akıllı öğrenmek ve
tecrübe toplamak anlamına gelir) ve bu insanlar,
uzmanlaştırılmalıdırlar, tümüyle bu işle uğraşmalıdırlar
ve itina ile korunmalıdırlar" (C.6, s. 235).
Marksist-Leninist
propagandacı “ilke”ye bağlıdır. İlkeyi sulandırmaz.
II.
PROPAGANDA VE AJİTASYONDA DİYALEKTİK YÖNTEM
...
2-
Ajitasyon ve Propagandanın Görevi
Ajitasyon
ve propagandanın yöntem ve araçları oldukça çeşitlidir. Yazılı
ve sözlü ajitasyon ve propaganda, tiyatro, film, afiş, bildiri vs.
vs. Ajitasyon ve propagandada sorun, gerçekliğin sadece ve sadece
doğru yansıtılması değildir. Sorun, ele alınan konunun bütün
çelişkileriyle ortaya konmasıdır veya ortaya konmasının
kolaylaştırılması yolunun açılmasıdır. Ajitasyon ve
propaganda, verili toplumun çelişkilerini ve düşmanı
somutlaştırır. Düşmanı somutlaştırmak, özgürlüğe giden
yolun yarısıdır. Çoğu insan, yaşadığı sorunları, gördüğü
çelişkileri sistemde aramaz. Bunları, şu veya bu yetkilinin,
kurumun, patronun hata ve çıkar anlayışıyla veya da kötü bir
tesadüfle açıklar. Ajitasyon ve propaganda bu anlayışta
olanlara, baskı ve sömürünün, yaşanan sorunların ve mevcut
çelişkilerin kaynağını ve bu kaynağı kurutmanın yolunu
göstermek zorundadır.
Somut
durumun somut analizi, ülkenin mevcut sosyal ekonomik analizi,
geleceği hangi sınıfın temsil ettiğini, ajitasyon ve
propagandanın da hangi sınıfa yönelik olması gerektiğini
gösterir. Lenin, "Rus Sosyal Demokratlarının Görevleri"
makalesinde bu konuda şöyle der:
"Çalışmamız
her şeyden önce ve esas olarak şehir fabrika işçilerine
yöneliktir. Rus sosyal demokrasisi güçlerini dağıtmamalı,
sanayi proletaryası arasındaki çalışmaya yoğunlaşmalıdır.
Çünkü sanayi proletaryası sosyal demokrat düşüncelere en büyük
yatkınlığı gösterir, en yüksek entelektüel ve siyasi olgunluğa
sahiptir ve sayısı ve yoğunluğu sayesinde ülkenin büyük siyasi
odak noktalarında tayin edicidir. Bu nedenle şehir fabrika işçileri
arasında sağlam bir devrimci örgütün yaratılması, sosyal
demokrasinin birinci ve en acil görevidir." (C.2, s.
332/333).
Öyleyse,
öncelikle hangi sınıfın geleceği temsil ettiği, propaganda ve
ajitasyonun hedeflediği kitle bakımından da önemli. Bu, ülkenin
sosyal-ekonomik yapısını, üretim ilişkilerinin sınıfsal
karakterini tespit etmekten geçer. Sorun bu noktaya gelince,
Türkiye'de "işlerin" çok karışık olduğunu görüyoruz.
Örneğin Maocular, böyle bir sınıfın, işçi sınıfının
varlığını bile tanımıyorlar. Haksızlık etmeyelim, cılız
işçi sınıfından, komprador kapitalizminin var olduğu yerde var
olan ve sayısal olarak az olan bir işçi sınıfından
bahsediyorlar. Bu durumda küçük burjuva propaganda ve ajitasyonun
görevi nedir? Onlar hangi sınıfa hitap ediyorlar? Küçük
burjuvazi, öncelikle, ajitasyon ve propagandalarının odak
noktasına "kapitalist görüngülere inanmayın, sömürü
feodaldir” anlayışını yerleştirmişler. Yani Türkiye'nin
verili toplumsal, sosyal-ekonomik yapısına, gerçekliğine
gözlerini kapatmışlar. Böyle bir ajitasyon ve propagandanın
önemi var mı? Yok!
...
4-
İktisadi ve Siyasi Ajitasyon ve Propagandanın Diyalektik Birliği
İktisadi
ve siyasi ajitasyon ve propagandanın iç içe geçmişliğini,
birbirlerine nüfuz edişlerini Lenin, "Rus Sosyal
Demokratlarının Görevleri" makalesinde şöyle açıklar:
"Devrimci
harekete bayrak olarak hizmet edebilecek devrimci teorinin, şu anda
sadece bilimsel sosyalizm ve sınıf mücadelesi öğretisi olduğu
inancıyla Rus sosyal demokratları, bu öğretiyi var güçleriyle
yayacak, yanlış yorumlardan koruyacak ve henüz genç olan Rus işçi
hareketinin kaderini daha az sağlam doktrinlere bağlama yönündeki
her türlü çabaya karşı koyacaklardır. Teorik mülahazalar
kanıtlıyor ve sosyal demokratların pratik çalışması gösteriyor
ki, Rusya'nın bütün sosyalistleri sosyal demokratlar haline
gelmelidir.
...
Sosyal demokratlar, doğrudan ekonomik talepler
temelinde işçiler arasındaki ajitasyonlarıyla,
işçi sınıfının doğrudan siyasi gereksinimleri, sıkıntıları
ve talepleri temelinde ajitasyonu da ayrılmaz biçimde
birleştirirler, her grevde, işçilerle kapitalistler arasındaki
her çatışmada ortaya çıkan polis baskısına karşı ajitasyon;
genelde Rus vatandaşı olarak ve özelde en çok ezilen ve haklardan
yoksun sınıf olarak işçilerin haklarının kısıtlanmasına
karşı ajitasyon; işçilerle yakın ilişki içinde bulunan ve bu
arada işçi sınıfına siyasi köleleştirilmesini açıkça
gösteren otokrasinin öne çıkan her temsilcisi ve uşağına karşı
ajitasyon. Eğer işçilerin yaşamında, ekonomik ajitasyon için
kullanılamayacak tek bir ekonomik sorun yoksa, siyasi alanda da,
siyasi ajitasyon konusu olarak hizmet edemeyecek hiçbir sorun
yoktur. Sosyal demokratların çalışmasında ajitasyonun bu iki
türü, bir madalyonun iki yüzü gibi, ayrılmaz biçimde birbirine
bağlıdır. Gerek ekonomik, gerekse de politik
ajitasyon, proletaryanın sınıf bilincinin gelişimi
için aynı şekilde vazgeçilmezdir; (aç-SP)
Rus işçisinin sınıf mücadelesinin rehberi olarak ikisi de aynı
şekilde vazgeçilmezdir, çünkü her sınıf mücadelesi, politik
bir mücadeledir. Ajitasyonun iki türü de işçilerin bilincini
uyandırır, onları örgütler ve disipline eder, dayanışmalı
çalışmaya ve sosyal demokrat idealler uğruna mücadeleye eğitir
ve böylece proletaryanın en acil sorunları ve gereksinimlerinde
güçlerini sınama olanağı verir" (C.2, s.333/335).
Toplumun
ekonomik alt yapısı/tabanı ile üst yapısı (siyasi, hukuki,
kurumları, eğitimi, ordusu vs.) diyalektik bir birliği oluşturur;
alt yapı, kendine tekabül eden üst yapıyı beraberinde getirir.
Feodal alt yapıya feodal üst yapı, kapitalist altyapıya
kapitalist/burjuva üst yapı, sosyalist altyapıya sosyalist üst
yapı tekabül eder. Alt yapıyı değiştirme mücadelesi aynı
zamanda üst yapıyı da değiştirme mücadelesidir. Burada yaşamın
her alanında; ekonomik ve siyasi alanda mücadele söz konusudur;
siyasi ve ekonomik ajitasyon söz konusudur ve bunlar, yukarıda
Lenin'den uzun bir alıntıyla gösterdiğimiz gibi diyalektik bir
birliği oluştururlar ve birbirlerini karşılıklı olarak
etkilerler.
Bir
toplumda altyapı ve
üst yapı, nesnel gerçekliği ifade ederler. Siyasi ve
ekonomik ajitasyon, propaganda bu nesnel gerçekliğin çelişkilerini
çözmeye yönelik faaliyettir. Bu nesnel gerçeklik, feodalizmi
ifade edebileceği gibi, kapitalizmi de ifade eder. Neyi, hangi
yapıyı/düzeni yıkmak istiyorsan ajitasyon ve propaganda, hitap
edilen kitleyi o konuda uyandırmanın, bilinçlendirmenin ve
mücadeleye sevk etmenin aracıdır.
...
(Sınıf
Pusulası, sayı 6, Mart-Nisan 2000)
*
PROPAGANDACIYA
NOTLAR (II)
...
1-
Propagandacının Teorik Eğitimi
...
“Araştırmak,
propaganda yapmak, örgütlemek. Bu teorik çalışma olmaksızın
ideolojik önder olunamaz. Bu çalışmayı davanın ihtiyaçlarını
karşılamaya yöneltmeden, işçiler arasında bu teorinin
sonuçlarının propagandasını yapmadan ve onların örgütlenmesine
yardımcı olmadan ideolojik önder olunamayacağı gibi”
(Lenin, “Halkın Dostları Kimlerdir”, C.I, s.302).
Propagandacı,
Marksist-Leninist teoriye hakim olmalıdır, ikna gücüne sahip
olmalıdır, ilkesel tutarlı olmalıdır, pratik tecrübeleri
değerlendirme/yorumlama yeteneğine sahip olmalıdır. Propagandacı,
aynı zamanda bir ahlaki otoritedir, davasını seven, amaçtan
şaşmayan birisidir. Propagandacı toplumsal yaşamın somut
görünümlerini, sınıf mücadelesinin tecrübelerini yaratıcı
bir şekilde yorumlayabilmelidir, bunları, Marksist teoriye göre
analiz edebilmeli ve genelleştirebilmelidir, yani yeniden sınıf
mücadelesinin hizmetine sunmalıdır. Toplumsal yaşam çelişkilerle
doludur, daha doğrusu çelişkiler bütünüdür. Propagandacı bu
çelişkilerin somut görünümlerini, bir dizi görünüm içinde
esas olanı görmek ve onu faaliyetinin merkezine koymak zorundadır.
Örnek; burjuvazi, sürekli Hizbullah vahşetini ön plana
çıkartıyor. Bu vahşeti lanetlemek önemlidir, ama o canavarı
doğuran kim, memlekette başka vahşet yok mu? Propagandacı,
sorunun bu yönünü ön plana çıkartmalıdır.
Propagandacı,
eğitimli ve kültürlü olmalıdır. Propagandacı, yöntemin;
diyalektik ve tarihsel materyalizmin ustası olmalıdır. Bu yönteme
hakim olamayan, genelin ötesinde bir şey söyleyemez. Ancak bu
özelliklere sahip olan, Leninist propaganda sanatına bütün
yönleriyle hakim olabilir. Leninist propaganda sanatı, ezberciliği,
anlamı kavranmamış, birtakım bilgilerin tekrarını reddeder.
Propagandacı, özümleyen demektir. Onun özellikleri arasında en
önplanda olan, temel olan, teorik, Marksist-Leninist eğitimdir,
teoriye fevkalade hakimiyetidir, yöntemi yaratıcı bir şekilde
kullanmasıdır. Unutulmamalıdır ki, propagandacını temel görevi,
Marksist-Leninist bilgiyi yığınlara taşımaktır.
Propagandacı
taraflıdır. Taraflılık, onun en belirleyici
özelliklerinden birisidir. Propagandacı, Marksist-Leninist
öğretiyi, onun ilkelerini tavizsiz savunmak zorundadır. Sınıf
mücadelesi açısından sağlam duruş, Marksist-Leninist öğretiden
sonuçlar çıkartmak ve bunu yaşama, toplumsal gelişmelere
uygulamak, şu veya bu konuda burjuva teorileri tanımak ve acımasız
eleştirmek, ancak ve ancak taraflı olmakla mümkün olabilir.
Propagandacı,
ideolojik cephedeki savaşçıdır, bu cephenin en önünde durandır.
O, düşmanın bu alandaki doğrudan saldırılarını -açık
burjuva ideolojisini- ve Marksizm görünümlü bütün anlayış ve
teorileri (oportünizm, revizyonizm, Troçkizm, Maoculuk, vs.)
göğüsleyebilmelidir. Düşmanı ideolojik cephede yenilgiye
uğratmak propagandacının görevidir.
...
Propagandacı
yöntem açısından da eğitilmelidir. Burada söz konusu olan,
diyalektik yöntem değil; bu, ideolojik eğitimin, Marksist-Leninist
teorinin bir bileşeni olarak görülmelidir. Propagandacının
yöntemsel eğitimi, propaganda faaliyetinin en rasyonel, en etkili
olmasını sağlama sistemidir. Bu alanda da propagandacı, Leninist
propaganda çalışmasının en rasyonel, en etkili biçim ve
yöntemini yine Lenin’in yazılarında bulabilir. Lenin tarafından
geliştirilen, propagandanın yöntemsel ilkeleri nelerdir? Lenin’e
göre propaganda, hangi koşullar altında yapılırsa yapılsın,
işçi sınıfı ve emekçi yığınların aklına ve kalbine nüfuz
etmelidir. Bu amaca ulaşabilmek için propagandacı, ikna
yeteneğine, devrimci coşkuya sahip olmalıdır, somut, çok
anlaşılır, amacından şaşmaz olmalıdır. Lenin, bir propaganda
ustasıydı. Konuşmalarında ve ideolojik faaliyetinde (yazı)
konuşmasında veya yazısında kelimenin/sözün gücünü kavramış
ve sürükleyici olmuştur. Propagandacının temel silahı dildir.
Dile hakim olmayan, sözün, mantığın iknanın gücünden yoksun
demektir. Dile hakim olmayan, konuşma sanatından yoksun demektir.
Yazıda dile hakim olmayan ve konuşma sanatından anlamayan,
propagandacı olamaz.
...
2-
Hazırlık ve Faaliyet
...
Propagandacı
ele aldığı konuyu somutlaştırmasını, dinleyicinin gözü
önünde canlandırmasını becermek zorundadır. Ele alınan konunun
somutlaştırılması açıklama sürecinde oldukça önemli bir rol
oynar. Gerçeğin kavranması/algılanması, canlı sergilemeden
soyut düşünceye ve soyut düşünceden pratiğe doğru bir yol
izler. Maddi dünyanın görünümlerinin/gelişmelerin duygu
organlarımıza etkisi olmaksızın, duyum olmaksızın kavrayış da
olmaz. Bilinçte öncelikle somut görünümler iz bırakırlar ve
somut görünüm temelinde insanlarda analiz ve sentez vasıtasıyla
belli düşünceler/tasavvurlar oluşur.
Propagandacı,
ele aldığı konunun -ne kadar ağır, karmaşık teorik bir konu
olursa olsun- fotoğrafını çıkartmak, konuyu dinleyicinin gözü
önünde canlandırmak zorundadır. Konunun fotoğrafını çıkartan,
dinleyicinin gözünde canlandıran propagandacı, ele aldığı
konuya ilişkin olarak genelleştirmeye, ilkesel, teorik açıklamalara
geçebilir ve bu yöntemle, hiç zorlanmadan, en ağır ve karmaşık
teorik sorunları dinleyiciye kolayca kavratabilir.
İki
propagandacıyı canlandıralım: Her ikisi de aynı konuyu,
aynı dinleyici kitlesine, farklı yöntemlerle
anlatsınlar. Birisi, gayet “ciddi”, kitabi, gözünü önündeki
notlardan ayırmadan, bolca yabancı kelime kullanarak, her cümlesi
“teori” akan bir yöntemle anlatsın. Diğer ise, örnekleyerek,
somutlaştırarak, herkesin anlayacağı bir dil kullanarak anlatsın.
İkinci propagandacının birincisinden daha başarılı olduğunu
görürüz. Bunu somutlaştırabiliriz de: Kırsal alana giden bir
Marksist-Leninist Komünist propagandacıyı ve bir de Maocu
propagandacıyı düşünelim. Marksist Leninist Komünist
propagandacı, kırsal alandaki demografik/sınıfsal yapıyı
somutlaştıracaktır, hitap ettiği köylüyü katmanlarına
ayrıştıracak ve sömürünün kapitalist karakterini ortaya
koyarak, bu sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırılması için,
müttefik olarak gördüğü köylü kesimlerini mücadeleye
çağıracaktır. Maocu propagandacı ise, açıklayamayacağı,
somutlaştıramayacağı feodal düzenden, sömürüden, bir bütün
olarak “köylülük”ten bahsedecek ve köylüleri, önce
yaşadıkları kapitalist ilişkilere inanmamaya çağıracak, sonra
da sömürünün karakterinin feodal olduğunu açıklayacak ve
onları, feodalizmi yıkmaya çağıracaktır. Bu durumda Marksist
Leninist Komünist propagandacı, köylüye elle tutulur, gözle
görülür hedef; somut hedef gösteriyor. Maocu propagandacı ise
köylüyü, hayalete karşı, olmayan düşmana karşı mücadeleye
çağırıyor.
Propagandacı,
olguları ve sayıları kullanmasını bilmek zorundadır. Olgular
ve istatistik materyaller, ele alınan konunun
somutlaştırılmasında mutlak önemli bir rol oynarlar.
Propagandacı, verileri gelişigüzel değil, tasnif ederek, amaca
uygun olarak kullanmalıdır. Bunun için propagandacı, her şeyden
önce, verilerin, ele alınan konunun somutlaştırılmasındaki
önemini veya genel olarak olgu ve istatistik materyallerin önemini
kavramış olması gerekir. Lenin, hemen hemen bütün konuşmalarını,
somut olgular ve sayılarla temellendirmiştir. O, sayıları
konuşturmaya zorlamış, verileri konuşturmuştur.
Propagandacı,
Lenin’in şu sözlerini sürekli dikkate almalıdır.
“...istatistik ile başlamak istiyoruz. Bunu yaparken,
istatistiğin bazı okurlarda ve...Enternasyonalizm, kozmopolitizm,
ulusalcılık, yurtseverlik vs. üzerine “genel” mülahazalar
bayrağı altında siyasi kaçak (düşünceleri) gizlice sokmak
isteyen yazarlarda uyandırdığı derin antipatinin bilincindeyiz”
(C.23, s.286).
Evet,
propagandacı bunu da bilmelidir. Genel lafız, demagojiye,
çarpıtmaya, subjektif yoruma açıktır. Ama olgu, istatistik
materyal, nesnel gerçeklik neyse onu gösterir. Propagandacı bunu
göstermek ve gösterdiğini teorik olarak da değerlendirmek
zorundadır.
Sayılar,
olgular, istatistik veriler, teorik ispat/tanıtlama olur mu? Olur.
Hem de çok güçlü bir tanıtlama olur. Örnek: Maocu, ampirik
verilere, yani olgulara ve istatistik materyale inanmayın, bunlara
dayanarak değerlendirme yapmak bilimsel değil diyor. Lenin ise tam
tersini söylüyor. Maocu, teorik açıklamasını genel lafızlar
üzerine kuruyor. Buna karşı mücadelede bir Marksist Leninist
Komünist propagandacı, ne yapmalıdır? Genel lafıza, genel
lafızla cevap vermek yöntem değildir. O halde, Marksist Leninist
Komünist propagandacı, nesnel gerçekliği olgularla, verilerle
açıklamak zorundadır. Çalışabilir nüfusun yaklaşık %
36’sının işçi olduğu Türkiye’de proletaryanın sayısal
olarak az olduğunu Maocu kanıtlayamaz, ama savunur. Buna karşın
Marksist Leninist Komünist propagandacı, verileri ortaya kor ve
dinleyici nezdinde kanıtlayıcı, ikna edici olur...
Olgular
ve istatistik verilerle teorik kanıtlamanın nasıl yapıldığına
Lenin’in “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” yapıtı parlak
bir örnektir.
İstatistik,
düşünmeye sevk eder, olgular üzerinden teorik sonuçlara varmayı
sağlar.
Küçük
burjuvazi, kafasına koymuş; ekonomi çöktü! Neye dayanarak bu
sonuca varıyor? Bilinmiyor! Bir Marksist Leninist Komünist
propagandacı böyle hareket edemez. O, çöken ekonomiden çıkaracağı
siyasi sonuçlar ile kapitalist ekonominin gelişme seyrinden
çıkaracağı siyasi sonuçlar üzerine dinleyiciyi aydınlatmak
zorundadır.
Propagandacı,
alıntı kullanmasını bilmelidir. Alıntı ele alınan konunun
doğruluğunun veya yanlışlığının kanıtlanması için bir
yardımcı araçtır. Bu nedenle, gerekli olduğundan fazla
kullanılmamalıdır. Konuşma veya yazı, alıntı savaşına
dönüşmemelidir. Propagandacı, alıntıyı da nerede kullanacağını
bilmelidir. Bir Marksist Leninist Komünist propagandacı, Lenin’in
dediği gibi, “kafasında, gerektiğinde çıkardığı
alıntılar çekmecesi olan, ama hiçbir kitapta belirtilmemiş yeni
bir kombinasyon ortaya çıktığında şaşıran ve çekmeceden
uygun olmayan alıntıyı çıkaran bir bilge” olmamalıdır
(Bkz. Lenin, C.29, s.352).
Alıntı,
propagandacıyı ve hitap ettiği kitleyi düşünmeye, muhakeme
etmeye yönlendirmelidir ve sihirli değnek olarak görülmemelidir.
Propagandacı,
ele aldığı konuyu somutlaştırmak, göz önünde canlandırmak
için çizelge, grafik, tablo, yazı tahtası ve göstergeye hizmet
eden teknolojiyi de kullanmalıdır...
...
Propagandacı,
polemikçi olmak zorundadır. Propaganda nihayetinde yanlış
ve doğru olanın kavratılmasıdır ve propagandacı da bu anlamda
bir araçtır. Bu aracın bir bileşeni de polemiktir.
...
Marks
ve Engels, konuşma ve yazılarında polemiği, ideolojik
karşıtlarına karşı önemli bir silah olarak kullanmışlardır.
Bu, Lenin ve Stalin için de geçerlidir. Lenin, “Tartışmanın ve
Mücadele Etmenin İki Yöntemi” makalesinde şöyle der:
“Örgütlülüğü bozma çabalarının önünü kökünden
almasını öğrenmemiş birisi, örgütleyici olamaz. Örgüt
olmaksızın işçi sınıfı bir hiçtir.
Tartışmalar, görüş alışverişi...olmaksızın hareket, işçi
hareketi de olanaksızdır. Tartışmaların küfürleşmeye, çene
çalmaya dönüşmesine karşı acımasız mücadele olmaksızın
hiçbir örgüt olası
değildir” (C.19, s.487).
Hitap
ettiği kitleyi ideolojik-siyasi olarak kazanmak isteyen, savunulanın
doğruluğuna ikna etmek isteyen, polemiği önemli bir silah olarak
kullanmak zorundadır.
“Acil
görevlerimiz üzerine makalesinde pozitif biçimde çerçevesini
çıkartmaya çalıştığımın, en açık olarak polemik biçiminde
güçlendirileceğini sanıyorum” (Lenin, C. 27, s. 271,
“Sovyet İktidarının Acil Görevleri Üzerine Referat”
makalesinden).
Polemiksiz,
bir I. Enternasyonal, polemiksiz bir “Kapital”, polemiksiz bir
“Anti-Dühring”, polemiksiz bir “Rusya’da Kapitalizmin
Gelişmesi”, Troçkizme, Zinovyev’e, Buharin’e karşı
polemiksiz bir mücadele, polemiksiz bir “Marksizm ve Dil Biliminin
Sorunları”, “SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”
düşünebilir misiniz? Düşünmezseniz -ki düşünemezsiniz-
partinin polemiksiz gelişmesini, ideolojik olarak olgunlaşmasını,
teoriler üretmesini, yanlışa, troçkizme, maoculuğa vb.
anti-marksist akımlara, oportünizme ve revizyonizme karşı
mücadelesini de düşünemezsiniz. Polemiksiz propaganda, polemik
yapmayan propagandacı olamaz.
...
Polemik,
soruna eleştirel bakışı geliştirir, düşünmeyi yoğunlaştırır
ve yönlendirir. Polemik, öğrenme sürecini canlandırır.
...
Sonuç
olarak:
“Ajitasyon
ve propagandada sansasyon peşinde koşmaktan tamamen kaçınılmalıdır.
Zaman, ...izleyiciye gürültülü konuşmaları, retorik ve okulcu
diyalektik yutturma zamanı değildir. Böyle şeyler...verimli
değildir. İşçilerin toplantısına ...gelindiğinde ve tumturaklı
konuşmalara ve ahlak vaazına başlandığında duyulan şudur. “Bu
akıl hocalığı da ne oluyor? ...insanlara anlaşılır bir şekilde
ve sabırla, gelişme anlatılmalıdır. Ajitasyon ve propaganda
konuşmalarınızda tumturaklılıktan, retorikten...ve akıl
hocalığından kaçının. (Bunun kolay olmadığını tabii ki
anlıyorum). Böylece propaganda ve ajitasyonunuz şüphesiz ki
oldukça etkili olacaktır... Ajitasyon ve propagandada özentiye
işaret kelimeler kullanmamanızı tavsiye ederim...Ajitatörler ve
propagandacılar uyduruk kelimeler kullanmaktan kaçınmalıdırlar.
Bunlar hiçbir işe yaramazlar...itinasız ifade tarzı ajitatör ve
propagandacıları etkili olmaktan sadece alı kor” (Kalinin,
“Komünist Eğitim Üzerine” kitabında yer alan “Ajitasyon ve
Propagandanın Bazı Sorunları Üzerine” makalesinden, s.91, 92,
93, 94).
...
Komünist
Enternasyonal’in “Internationale Presse Korrespondenz”
dergisinde “Propagandanın Genel Görevleri” konusunda şöyle
deniyor.
“İşçi
sınıfının kurtuluş mücadelesi için devrimci teorinin öneminden
bizim genel Marksist propaganda görevlerimiz çıkar. Marksist
propagandanın hakim genel görevi olarak, bir dizi komünist
partilerde Marksist dünya görüşünün temellerinin
yaygınlaştırılmasının zorunluluğu önümüzde duruyor.
Marksist düşüncelerin bu yaygınlaştırılması II.
Enternasyonal’in sahte Marksizmi karşısında
acımasız bir hesaplaşmanın ve acımasız bir mücadelenin
karakterini taşımak zorundadır. Bunun anlamı şudur: Marksist
dünya görüşünün genel temelleri propagandamız soyut karakter
taşımamalıdır, bilakis yeni çağın işçi sınıfının önüne
koyduğu somut tarihsel görevlere dayanmalıdır. Bu,
propagandamızın Marksizmin ve Leninizmin
bir propagandası olması gerektiği anlamına gelir. Leninizmden
bahsediyorsak, böylelikle, Lenin’in Marksist teoriye verdiği o
özel içeriği vurguluyoruz. Leninizm, II. Enternasyonal’in
bayağılaştırılmış, iğdiş edilmiş Marksizmine
karşı acımasız mücadeledir. Ama Leninizm, Marks’ın
Marksizminin sadece yeniden doğuşu değil, bilakis
emperyalizm çağının ve sosyalist devrimin gelişmesinin
ilişkileri koşullarında Marksizmin devamı ve
ileriye doğru geliştirilmesidir. Tarihsel süreç yerinde saymıyor,
toplumsal var oluş değişiyor ve gelişiyor” (“Propaganda
Faaliyetinin Temel Görevleri”, aktaran, “Dokumente, Analyse zur
Geschichte der Kommunistischen Arbeiterbewegung”, C.1, Yeniden
baskı 1970, Berlin, s. 211-212).
(Sınıf
Pusulası, sayı 7, Mayıs-Haziran 2000)
*
MARKS,
ENGELS, LENİN, STALİN VE PROLETER GAZETECİLİK
...
2-
Devrimci Parti/Devrimci Gazetecilik - Proleter Parti/Proleter
Gazetecilik
...
2.1-
Devrimci gazetecilik, proleter gazetecilik, devrimci ve sosyalist
basının, hangi biçimde ve ilişkiler içinde olursa olsun bir çalışanı
olmak,
parti çalışmasının organik bir bileşeni olmak anlamına gelir
Marks,
J. Weydemeyer’e yazdığı 20 Şubat 1852 tarihli mektubunda
proleter gazeteciliği, “gerçek bir parti
faaliyeti” olarak tanımlar (C.28, s. 493). Proleter
gazetecilik, proleter basının bir biçimde bir çalışanı olmayı
da içerir. Bu anlamda her bir Marksist
Leninist
Komünist,
sosyalist basınının, gazete ve teorik organının bir çalışanı
olduğunu unutmamalıdır.
Marks,
F. Lassalle’a yazdığı 9 Nisan 1860 tarihli mektubunda,
proleter/sosyalist basın faaliyetini “çok
önemli bir parti faaliyeti” olarak görür (C.30, s.522).
Böylelikle Marks, komünistleri kendi basınları konusunda ciddi
olmaya, sorumluluk taşımaya çağırıyor. Bir taraftan devrim
yapma iddiasında olmak ve diğer taraftan da bu devrim anlayışını
yığınlara taşıyan basın karşısında kayıtsız kalmak,
mücadeleyi o alanda sekteye uğratmakla aynı anlama gelir. Kendi
basınını ciddiye almayan, savunduğu düşünceleri de ciddiye
almıyor demektir. Bu “çok önemli bir parti faaliyetini”
küçümseme yaklaşımı, aslında devrimci basının parti
çalışmasındaki yerini, değiştirici, dönüştürücü ve
örgütleyici gücünü kavramayan ve görmeyen/ görmek istemeyen;
dolayısıyla devrimci çalışmada neyi anlıyorsa, onu da layıkıyla
yerine getirmeyen yaklaşımlardır. Bir çarpıklık ve geriliği
ifade eder.
...
2.3-
Partinin aynası ya da vitrini basındır, onun organıdır. Basın
organının karakteri, partinin yapısını ve karakterini ele verir
“...organdan
partinin gücü hakkında bir kanaate
varılabilir” (Marks) Aynı konuda da Engels şöyle der; “Ben
sadece partiden bahsettim ve bu da onun, kamuoyu
nezdinde basında ve kongrelerde kendini ortaya koyduğu kadarıyla”
(C.34, s.285, Engels’in W. Liebknecht’e yazdığı 31 Temmuz
1877 tarihli mektuptan). Partinin gücü, sadece onun örgüt, kurum,
kadro, çevre ve kitle gücü değildir. Partinin gücü aynı
zamanda parti basının niteliği ve niceliği, teorik ve siyasi
düzeyi, içeriği ve kapsamınca belirlenir. Partinin yaptıkları
ve yapamadıkları, kitlelerle sıkı ve canlı bağlarının bulunup
bulunmadığı, teorik öngörüyle devrimci pratiğinin uyumlu olup
olmadığı parti basınına yansır ve bir okuyucu parti basını
takip ederek o partinin gücü, halet-i ruhiyesi hakkında fikir
sahibi olabilir. Bu vitrin ne çok ne az ama bütün gerçekliğiyle,
yaşamı ve biçimiyle partiyi yansıtabilmelidir.
...
3.2-
Devrimci basın somut olmak zorundadır
Marks
ve Engels, devrimci gazeteciliğin gelişmesinde gerçeklerin
araştırılmasına büyük önem vermişlerdir. Ve devrimci
gazetecilikte dedüksiyona (tümden gelme), endüksiyona
(tümevarıma), sentez ve analize vurgu yapmışlardır. Tabii bu,
bir yöntem sorunudur; gazetecilikte, yazım yaşamında Marksist
diyalektik yöntemin kullanılmasıdır. Marks ve Engels, devrimci
basının redaktör ve yayımcılarıyla mektuplaşmalarında bu
sorunu ele almışlar ve sürekli, somut olmayı talep etmişlerdir.
Somutluk, ancak ve ancak gerçeklerin ele alınması ve örneklemeyle
sağlanabilir. Örneğin Engels, “gerçekler yerine fantezi”
üzerine yazı talep eden okurlar için yazmayı reddetmiştir (Bkz.
C.34, s. 50, Engels’in Marks’a yazdığı 19 Temmuz 1877 tarihli
mektubundan). Engels, yazılarını gerçekler üzerine inşa
ediyordu.
3.3-
Devrimci gazetecilikte somutluk, eleştirinin isabetliliğinin/
verimliliğinin ilk ve en önemli koşuludur
Somutlukta
esas olan, kişiye, yazara saldırı değil, ele alınan konudur.
Daha 1843’te, Marks, konuya ilişkin şöyle diyordu: “Basın,
durumları teşhir etmelidir, ...kişileri
değil.” (C.1, s.174). Aynı yerde Marks, kamu tarafından
bilinen bir durumu başka türlü açıklama olanağı yoksa kişinin
teşhiri de yapılabilir der. Daha sonraki yazılarında Marks,
eskiyi, sömürü ve zulmü savunanların, hakim sınıf
temsilcilerinin acımasız eleştiri ve teşhirini doğru bulmuştur.
Bu anlayışta olan Lenin ve Stalin de hakim sınıf unsurlarının
acımasız eleştirisine önem vermişlerdir. Örneğin Lenin,
“Gazetelerimizin Karakteri Üzerine” makalesinde basının
“kötülüğün somut taşıyıcılarına karşı”
acımasız, gerçekten devrimci bir savaş yürütme görevi olduğunu
yazar (Bkz. Lenin, C.28, s. 88).
...
4-
Devrimci Gazeteciliğin İlkeleri
4.1-
Gazetecilikte İlke Kavramının Tanımı
İlke
kavramının nesnel ve öznel olmak üzere iki özelliği/ tarafı
vardır. Bu iki taraf, bir madalyonun iki yüzü gibi, bir
bütünselliği, bir arada olunduğunda belli bir bütünü
oluşturmayı ifade eder. Yani bu nesnel ve öznel taraf birbirinden
ayrılmaz.
Öznel
yan, ilkelerin, tespit etme yeteneği olanlar tarafından (örneğin
aydınlar, yazarlar, ideologlar vs.) bilinçli olarak tespit ve
formüle edilmelerini ifade eder. İlke tespiti, ideologların ve
teorisyenlerin toplumsal pratiğin araştırılması,
genelleştirilmesi temelinde, siyasi gelişmelerin tecrübelerinin
analizi temelinde yapılır. Marks, bu anlayıştan hareketle şöyle
der:
“Burjuvazinin
yazarlarının feodalizmle mücadeleleri döneminde tespit ettikleri
ilkeler ve teoriler, pratik hareketin teorik ifadesinden başka bir
şey değillerdi” (C.4, s.357).
Aynı
konuda Engels de “Anti-Dühring”de şöyle der:
“İlkeler,
araştırmanın çıkış noktası değil, bilakis sonucudurlar;
onlar, doğa ve insan tarihine uygulanmazlar, bilakis onlardan
soyutlanırlar (çıkartılırlar,
çn); doğa ve insanlık alemi kendini ilkelere göre
düzene koymaz, tersine ilkeler, doğa ve tarihle uyumluluk içinde
oldukları oranda doğrudurlar. Bu, meselenin yegane Marksist
kavranışıdır”(C.20, s.33).
Demek
oluyor ki, ilkelerin doğruluğunun/gerçekliğinin kıstası,
doğayla, toplumsal pratikle, “pratik hareket” ile ne denli
uyumlu olup olmadığıdır. Marks ve Engels’in bu anlayışlarından
hareketle Lenin, ilke anlayışını parti basınına da
uygulamıştır. O, bu konuda şöyle der:
“Sosyalist
proletarya parti literatürü ilkesini tespit
etmeli, bu ilkeyi geliştirmeli ve oldukça tam ve bütünlüklü
gerçekleştirmelidir” (C.10, s.30, “Parti Örgütü ve Parti
Literatürü” makalesinden).
Öyleyse;
ilke, teorik ve ideolojik karakter taşır. Bu nedenle, siyasi ve
ideolojik mücadele, aynı zamanda, “ilkelerin mücadelesi”
(Marks, C.1, s.55) biçiminde de sürdürülür. Bu ilkeler, siyasi
partiler, çeşitli sınıf örgütleri, ideolojik akımlar vb.
tarafından bilinçli olarak tespit edilirler. Basın da bu
mücadelenin sürdürüldüğü alanlardan birisidir ve orada da
ilkeler söz konusudur.
İlkelerin
içeriği, onları tespit edenlerin iradesine ve arzularına,
subjektif niyetlerine bağlı değildir. İlke, nesnelliği, gerçeği
yansıtmak zorundadır: İlke, pratik hareketin ifadesi olmak
zorundadır. “Pratik hareketin teorik ifadesi (olarak ilkenin),
şu veya bu şekilde dogmatik, ütopik, doktriner olup olmadığı,
gerçek hareketin az veya çok gelişmiş bir aşamasına ait olup
olmadığı tam takip edilebilir” (C.4, s. 357).
Demek
oluyor ki, Marksist Leninist Komünistlerin tespit ettikleri ilkeler,
“gerçek hareketi”, “pratik hareketi”, toplumumuzun,
sınıfların, mücadelenin nesnel durumunu yansıtmak, ifade etmek
zorundadırlar.
İnsan,
toplumsal gelişmenin yasalarını kavradıktan sonra faaliyetinde
özgürdür, ona yön veren, yaşamını ve faaliyetini yönlendiren
bu yasalardır. O, yapılması gerekeni yapmak için hiçbir engel
tanımaz, zulüm ve ölüm pahasına da olsa. İnsanlar, somutta da
teorisyenler ve ideologlar, toplumsal yaşamın, “pratik hareket”in
içeriğini ve nesnel karakterini ne kadar derin ve kapsamlı
kavrarlarsa ilkelerin formülasyonunda da o denli özgür olurlar.
Burada söz konusu olan, partinin, basının faaliyeti için
ilkelerin etkisi ile bilginin gerçekliği arasında tam bir bağ
vardır:
İlkeler
ne denli bilimsel olurlarsa, ne denli nesnel gerçekliği
yansıtırlarsa partinin faaliyetine o denli güvenilir kılavuz
olurlar.
Marks
ve Engels “Komünist Manifesto”da konuya ilişkin olarak şöyle
derler:
“Komünistlerin
teorik anlayışları asla, şu veya bu dünya iyileştiricisi
tarafından uydurulan veya keşfedilen ilkelere, düşüncelere
dayanmaz. Onlar, sadece, var olan sınıf mücadelesinin, gözlerimiz
önünde cereyan eden tarihsel hareketin gerçek ilişkilerinin genel
ifadesidirler” (C.4, s.474/475).
Nesnel
gerçekliği ifade eden düşünceler olarak ilkeler, partinin pratik
faaliyetinin felsefi- yöntemsel temelinin ifadesi olarak ilkeler,
partinin ve basınının bütün faaliyetinin karakter ve yönünü
birçok bakımdan belirler. Komünist partinin genel ilkeleri, parti
faaliyetini çeşitli açılardan belirlemek ve yönlendirmek için
somutlaştırılmak zorundadır. Devrimci basının/ gazeteciliğin
ilkeleri de partinin genel ilkelerinin somutlaştırılmasının
ifadesidir.
4.2-
Taraflılık
Devrimci
gazeteciliğin en önemli ilkesi taraflılıktır. Taraflılığı
ifade etmeyen bir devrimci/ proleter/sosyalist gazetecilik
düşünülemez. Taraflı; sosyalist taraflı oluştan ne
anlaşılmalıdır? Komünist partinin görüşlerinin bilinçli
ifadesinin parti basını tarafından kavranması ve topluma
yansıtılması anlaşılmalıdır. Parti basını, partinin
programının gerçekleştirilmesinde, teorik- siyasi çizgisinin
uygulanmasında, işçi sınıfının sınıfsal amacına ulaşmasında
görevini yaptığı oranda partinin basını olmayı hak eder.
Komünist parti, her koşul altında proletaryanın sınıfsal hedef
ve amaçlarının gerçekleşmesi için, sosyalizm/komünizm için
mücadele eder. Sosyalist basın da bu mücadelenin önemli bir
aracıdır.
Sosyalist
taraflılık, sınıf mücadelesinin dayattığı bütün sorunlara,
her bir olaya ve gelişmeye sınıfsal yaklaşım anlamına gelir.
Sosyalist görüş açısıyla bakmak ve değerlendirmek anlamına
gelir. Sosyalist taraflılık, ilkeselliktir, ilkesizliğin; siyasi
renksizliğin/kemiksizliğin ve kişiliksizliğin reddidir. Bu, basın
için de geçerlidir. Sosyalist basın, ancak ve ancak proletaryanın
ve emekçi yığınların sesi olabilir.
Sosyalist
taraflılık, ilke sağlamlığı, ilkesel tutarlılık ve
tavizsizlik demektir. Partinin düşüncelerini kavramayan basın,
taraflı olmada yalpalar, ilkesizliğe düşer, uzlaşır ve tavizkar
olur. Öyle ki, gücü ve inancı başka yerde arar, sürüklenir ve
nihayetinde kuyrukçu olur. Böyle bir basın oportünizme,
revizyonizme, burjuva ve küçük burjuva milliyetçiliğe, bir bütün
olarak anti-marksist düşüncelere karşı mücadelede yetersiz
kalır.
...
(Sınıf
Pusulası, sayı 6, Mart-Nisan 2000)