Rosa
Luksemburg ve Karl Liebknecht’in Anısına (I)*
Rosa
Luksemburg’un Siyasi Yaşama Atılışı
Rosa
Luksemburg (bundan sonra Rosa), bir Yahudi tüccar ailesinin kızı
olarak Polonya’nın o dönem Rusya’ya dahil olan Lublin ilinde 5
Mart 1871’de doğmuştu. Çarlığın milliyetler ve azınlıkların
dinleri üzerindeki baskısı, işçi ve köylülerin korkunç
yoksulluğu Rosa’yı çocuk yaşta siyasi faaliyete çekti. O, daha
16 yaşındayken Polonya’da illegal devrimci mücadelede yer
alıyordu. Ne var ki, O’nun Polonya’daki -Varşova- illegal
mücadelesi fazla sürmedi. Tutuklanma tehlikesi olduğundan dolayı
bağlı olduğu “II. Proletarya” örgütü tarafından 1889’da
yurt dışına kaçırıldı. İsviçre’nin Zürih şehrine gitti.
Zürih o zaman Rus ve Polonya’lı mültecilerin merkezi
durumundaydı. 1893’de O, “Polonya Krallığı Sosyal
Demokrasisi”nin kurucularından birisiydi. Yine 1893’de Rosa
“İşçi Davası” -Polonya Krallık Sosyal Demokrasisi”nin
organı redaksiyonu üzerinden, ilk defa “Enternasyonal Sosyalist
İşçi Kongresi”ne katıldı. Rosa, Plechanov, Axelrod, Vera
Sassulitsch gibi devrimci sosyalistleri Zürih’te tanımıştı.
Leo Jogisches’i de (eşi) 1890’da yine Zürih’te tanımıştı.
Bir Alman sosyalisti ile kısa bir göstermelik evlilik yaparak Alman
vatandaşı olan Rosa, 1896’da Almanya’ya geçer. Bebel ve
Liebknecht’in devrimci sosyal demokrasisine katılır.
1900
yılında SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) üyesi olan Rosa,
burjuvazi, militarizm, marksizmin revizyonu üzerine yürütülen
tartışmalara aktif olarak katılır. Rosa revizyonizme, somutta da
Bernstein revizyonizmine karşı ilk sınavını bu dönemde verir.
O
zaman Eduard Bernstein önde gelen bir Alman sosyal-demokratıydı. O
dönem savunduğu ve devrimci mücadelede hakim kılmaya çalıştığı
anlayış şuydu: Kapitalizm reforme edilerek, barışçıl yoldan
yavaş yavaş sosyalizme geçilebilir. Bu olanaktan dolayı da işçi
hareketinin devrimci sınıf mücadelesine gerek kalmaz, yapılması
gereken tek şey, mevcut kapitalist yapıları reforme etmekten
ibarettir. Çok uzaklara özgü sosyalizm hedefi ile, o “ütopik”
tasavvur ile uğraşılmamalıdır. “Açıkça itiraf edeyim;
‘sosyalizmin nihai hedefi’ denen şeye (duyduğum) ilgi ve
(verdiğim) anlamın olağanüstü az olduğunu açıklıyorum. Ne
olursa olsun bizim için hiçbir şeydir, hareket ise her şeydir”
(Eduard Bernstein; “Der Kampf der Sozialdemokratie und die
Revolation der Gesellschaft” - “Sosyal demokrasinin Mücadelesi
ve Toplumun Devrimi”, Die neue Zeit, 76. Jahrgang, l897-l898, C. 1,
s.556).
Bu
dönemde söz konusu olan bu revizyonizmin ve reformizmin gelişen
modern işçi hareketinin içinde taban bulmasının nedenleri vardı.
l9. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarında kapitalizm büyük bir
dönüşüm sürecinden geçiyordu. Pazara hakim olan büyük
firmalar, büyük bankalar gündemdeydi, yani tekeller.
Sömürgelerinde küçümsenemeyecek sömürüsüyle de tekeller
normal üstü muazzam kârlar elde ediyorlardı ve böylelikle bir
kısım uzmanlaşmış işçiye, ustalara daha fazla ücret
verebiliyorlardı. Bunun sonucu, işçi sınıfı içinde belli bir
tabakanın; işçi aristokrasisinin doğmasıydı.
İşçi
sınıfının kendisi de büyük boyutlarda gelişmişti; parti,
sendika, tüketim dernekleri vs. şeklinde büyük, etkin işçi
örgütlenmeleri doğmuştu ve işçi aristokrasisi bu örgütlenmeler
içindeydi. Yani işçi aristokrasisi kendi varlığını dile
getiren, ona tekabül eden bir işçi bürokrasisi geliştirmişti.
Bu bürokrasinin unsurları olan bürokratlar sahip oldukları
koltuklara (mevkilere) sülük gibi yapışıyorlardı. Bu unsurlar,
devrimden korktukları kadar hiçbir şeyden korkmuyorlardı. Onlar
açısından devrim, “örgütün devrim vasıtasıyla tehlikeye
maruz kalması” anlamına geliyordu. Bu bürokratların bu
anlayışından bugün de hiçbir şey değişmemiştir.
Diğer
taraftan gelişen devrimci işçi hareketine genç aydınlar da
katılıyorlardı. Bunlar, burjuva yaşamlarından, bilinçlerinden
henüz tam anlamıyla kopmamış kişilerdi ve bu halleriyle devrimci
işçi hareketine burjuva düşünceleri taşıyorlardı.
Tabii
ki aydınların hepsini böyle göremeyiz. Örneğin, Rosa, K.
Liebknecht, F. Mehring, Klara Zetkin, kendilerini işçi sınıfının
davasına adamış, Marksist temelde hareket eden aydınlardı ve
bunlar Alman sosyal demokrasisinin (SPD’nin) devrimci-radikal
kanadını oluşturuyorlardı.
Belirttiğimiz
etkenlerden dolayı revizyonizm ve reformizm (oportünizm) SPD’de
ve sendikalarda giderek yaygınlaşma, etki alanını geliştirme
olanağı buluyordu. Revizyonizm ve reformizm partinin ve
sendikaların devrimci mücadelesini; işçilerin devrimci sınıf
mücadelesini zayıflatıyor, adeta olanaksız kılıyordu. Marksist
temelde mücadelenin örgütlenmesi olanaksızlaşıyordu.
Revizyonistler, işçi hareketinin muhalif bir hareket olmasını
kabul ediyorlar ama bu muhalefeti, mevcut sistem içinde kalmakla,
kapitalizmi eleştirmekle, “düzeltmekle” sınırlıyorlardı.
Kısaca; partinin teori ve pratiğine yönelen revizyonist
saldırılar, Alman işçi hareketinin gelişmesi ve geleceği
açısından büyük bir tehlike oluşturuyordu. Bunun için
revizyonistlerle Marksistler arasındaki mücadelenin esası şu
noktada yoğunlaşıyordu: Parti, bağımsız, sosyalist, devrimci
bir güç olarak kalmalı mı, yoksa mevcut sistemin burjuva
reformist ideoloji temelinde muhalif bir parçası mı olmalı?
Alman
devrimci işçi hareketinde baş gösteren ve gelişen revizyonizmin
amacını tam anlamıyla kavrayanlardan birisi de Rosa’ydı. Rosa,
revizyonizmin, işçi hareketinin ideolojik, siyasi ve örgütsel
bağımsızlığını yıkma ve onu burjuvazinin hizmetine sunma
amacını ve içeriğini doğru olarak tespit ediyordu. “Sosyal
Reform veya Devrim” yazısı Rosa’nın revizyonizm kavrayışının
en parlak örneklerinden biridir.
Rosa,
E. Bernstein’ı “parti içinde belli bir yönün avukatı”
olarak tanımlar. Bu avukatın yönünü, yani Bernstein
revizyonizmini, söz konusu yazısında (1899) eleştirirken diğer
şeylerin yanı sıra söyle der:
“Sosyalist
nihai amaç, sosyal demokrat hareketi burjuva demokrasisinden ve
burjuva radikalizminden ayıran yegane belirleyici moment olduğu,
bütün işçi hareketini, kapitalist düzeni kurtarmak için
faydasız yamacılıktan,
bu düzeni yok etmek için bu düzene karşı sınıf mücadelesine
dönüştürdüğü için Bernsteinvari sosyal reform veya devrim
sorunu, sosyal demokrasi açısından aynı zamanda olmak ve olmamak
sorunudur…
Parti
içinde Bernstein tarafından teorik olarak formüle edilmiş olan
oportünist akım, partiye takılan küçük burjuva unsurlara
üstünlüğü sağlamak, partinin pratiğini ve hedeflerini onların
ruhuna göre şekillendirmek için bilinçli bir çabadan başka
hiçbir şey değildir. Sosyal reform veya devrim, nihai hedef ve
hareket sorunu, diğer açıdan işçi hareketinin küçük
burjuva veya proleter karakteri sorunudur.” (Rosa
Luksemburg; “Sozialreform oder Revolution?” -”Sosyal Reform
veya da Devrim”, Toplu eserleri, C. 1/1 Berlin 1974, s. 370/371).
Şunu
söyleyebiliriz; Rosa, siyasi yaşama, gözünü revizyonizme karşı
mücadele ile açmıştır.
Rosa
Luksemburg ve Militarizme Karşı Mücadele
O
dönemde gelişen Alman militarizmi, genel olarak emperyalist ülkeler
arasındaki rekabetin keskinleşmesi ve özel olarak da Alman
kapitalizminin hızlı gelişmesi ve revizyonistlerin soruna
yaklaşımı, militarizm ve antimilitarizm olgularının tartışma
gündemine getirilmesine neden olmuştu.
Rosa’nın
militarizm sorununa yaklaşımında bazı noktaları göz önünde
tutmak gerekir. O, militarizmi, kapitalizmin serbest rekabetçi
döneminde militarizm ve emperyalist aşamasında militarizm olarak
ele almaktadır. Ayrıca Rosa, militarizme karşı mücadeleyi aynı
zamanda revizyonizme, oportünist politikaya karşı mücadele olarak
da görmektedir.
Rosa,
serbest rekabetçi dönemde kapitalist ilişkilerin, sistem olarak
kapitalizmin gelişmesinde ve geri toplum düzenlerinin (örneğin
feodalizm) yıkılmasında gümrük politikasını ve militarizmi
ilerici
faktör
olarak değerlendirir.
“Gümrük
politikası gibi militarizm, kapitalizmin tarihinde vazgeçilmez ve
bu bakımdan da ilerici devrimci rol oynamıştır. Gümrük koruması
olmasaydı, tek tek ülkelerde büyük sanayinin doğması mümkün
olmazdı. Ama bugün durum değişmiştir…
Aynı
değişme militarizmde de olmuştur. Tarihi, olması gerektiği
şeklinde değil de, gerçekten olduğu haliyle göz önüne
alırsak, savaşın, kapitalist gelişme için vazgeçilmez faktörü
oluşturduğunu tespit ederiz. Kuzey Amerika Birleşik
Devletleri, Almanya … bütün bu (ülkeler), kapitalist gelişme
için itilimi veya şartları savaşlara borçludurlar… Yenilgi
veya zafer (önemli değil). İç parçalanması veya doğal ekonomi
(temelindeki) kapalılığı aşması gereken ülkeler olduğu
müddetçe, kapitalist anlamda militarizm de devrimci bir rol oynadı.
Ama bugün durum değişmiştir.” (R. Luksemburg, C. 1/1, s.
396/397)
“Ama
bugün durum değişmiştir” ve Rosa yaşanan kapitalizmin, serbest
rekabetçi dönem kapitalizmi olmadığını, “militarizmin,
kapitalizme katacağı ülkelerin artık kalmadığını” (aynı
yerde), yani kapitalizmin emperyalist aşamasının söz konusu
olduğunu anlatıyor. O aynı yazısında (“Sosyal Reform veya
Devrim”) bununla ilgili olarak şöyle diyor:
“Kapitalist
sınıf için bugün militarizm üç bağlamda vazgeçilmez olmuştur:
Birincisi; başka ulusal gruplara karşı
rekabet eden ‘ulusal’ çıkarlar için mücadele aracı olarak,
ikincisi; hem mali, hem de sanayi sermayesi için en
verimli yöntem aracı olarak, üçüncüsü;
çalışan halka karşı ülkede sınıf hakimiyetinin aracı
olarak.” (agk. s. 397)
Alman
revizyonistleri, gelişen Alman militarizminde ilericilik görürler
ve dolayısıyla Alman emperyalizmini bu noktada da desteklerler ve
Alman işçi hareketini burjuvazinin kuyruğuna takmayı amaçlarlar.
Onlara göre militarizm, “toplumun ekonomik bir ferahlamasıdır”
(yükünün hafiflemesidir). Yani işçilerin bir kısmı askere
alınacak ve iç piyasayı zorlamayacak!
Bu
uşaklığı, tam anlamıyla burjuva çanak yalayıcılığını
eleştirirken Rosa şöyle der:
“İşçi,
iş piyasasındaki arzı azaltmak için, rekabeti sınırlamak için
birincisi; ücretinin bir kısmını kapitalizmi asker olarak
beslemek için vergi formunda verecek, ikincisi; o, bu rakipten bir
araç yaratacak (ve) kapitalizmi teşhir etmek amacıyla, gerekirse
kana boğacak…” (agk. s. 450/451)
Rosa,
revizyonistlerin militarizm konusundaki anlayışlarına adeta meydan
savaşı açar. O’nun açısından militarizme karşı mücadele
etmek ve işçi sınıfına revizyonizmle burjuva sistem arasındaki
bağı göstermek, bu unsurların hangi sınıfın çıkarları için
işçi hareketini parçalamaya, mevcut sistemin bir parçası haline
getirmeye çalıştıklarını kavratmanın bir yoludur. Aynı
yazısında Rosa sorunu şöyle özetler:
“Burjuva
sınıfı ve kapitalist devletin hakimiyeti ve iktidarı militarizmde
billurlaşıyor, ona karşı ilkesel mücadele veren yegane partinin
sosyal demokrasi olması gibi, … militarizme karşı ilkesel
mücadele de sosyal demokrasinin özüne aittir. Militarist sisteme
karşı mücadeleden vazgeçmek esasen pratikte,
mevcut toplum düzenine karşı mücadeleyi inkara yol açar”
(Agk, s. 456).
Rosa,
partinin Hannover’deki parti kongresinde de (l899) aynı konuya
değinir ve şöyle der: “Militarizm, kapitalist sınıf
devletinin en somut ve en önemli ifadesidir ve şayet militarizme
karşı mücadele etmezsek, kapitalist devlete karşı mücadelemiz
boş lakırdıdır.” (l899 Parti kongresinden; C. l/l s. 575).
Rosa,
l900 yılında (23-27 Eylül) Paris’te toplanan “Enternasyonal
Sosyalistler Kongresi”ne delege olarak katılır. Bu kongrede 21
ülkeden gelen yaklaşık 800 delegenin önünde antimilitarist
mücadelede gelişmenin olmadığını, yeni adımların atılması
gerektiğini söyler ve konuya ilişkin olarak düşüncelerini şöyle
açıklar; “...Şimdilerde militarizm ve sömürge politikası
dünya politikasının sadece iki yönünden birinin görünümüdür.
Enternasyonal kongrelerde militarizme karşı protesto yeni bir şey
değildir. Proletarya doğru içgüdüsüyle eskiden beri
militarizmde bütün kültürlerin ölümcül düşmanını gördü.
Eski enternasyonal de çok sayıda böylesi protestoları formüle
etti. Ama bizim için söz konusu olan, eski kararları
tekrarlamak değil, bilakis, dünya politikasının yeni
görünümlerine karşı yeni olanı yaratmaktır... Emperyalist
gericiliğin ittifakına proletarya, enternasyonal protesto
hareketiyle cevap vermelidir... Sadece, militarizme karşı günlük
mücadele açısından değil, bilakis sosyalizm nihai hedefi de göz
önünde tutularak, işçi partilerinin enternasyonal
yaklaşımı şimdi acil gözükmektedir... bütün ülkelerin
proleterleri... artık günlük mücadelede birleş”
(Enternasyonal Sosyalistler Kongresi- Paris, l900 C. l/l, s. 807,
808, 809).
Rosa
l907’deki “Enternasyonal Sosyalistler Kongresi”ne de
(Stuttgart) katılır. Lenin de kongrededir. Rosa bu kongrede Lenin
ve II. Enternasyonal’in diğer devrimci temsilcileriyle birlikte
militarizm ve savaş konusunda sunulan bildirgelerin çok somut ve
vurucu formüle edilmesi için çaba harcar. Lenin ve Rosa’nın
(Martov da) hazırladıkları savaşa ve militarizme karşı işçi
hareketi bildirgesi, enternasyonal durumun tam bir tahlilini çıkış
noktası olarak alır ve proletaryanın mücadele araçları ve
metotları hakkında tavsiyelerde bulunur.
A.
Bebel’in emperyalist politika üzerine bildirge taslağına sunulan
değiştirme taslağının sonunda Rosa şöyle der:
“Savaşın
patlak verme tehlikesi varsa, (buna) katılan ülkelerde işçiler ve
onların parlamenter temsilcileri, sınıf mücadelesinin
keskinleşmesini ve genel siyasi duruma göre tabii ki değişen ve
şiddetlenen uygun araçların kullanılmasıyla savaşın patlak
vermesini engellemek için her şeyi yapmaktadırlar. Buna rağmen
savaş patlak verecek olursa, onlar, onun hızla son bulmasından
yana olmalılar ve bütün güçleri ile savaşın neden olduğu
ekonomik ve siyasi krizi, halk tabakalarının siyasi uyandırılmaları
ve kapitalist sınıf hakimiyetinin devrilmesini hızlandırmak için
kullanmalıdırlar”( R. Luksemburg, C. 2, s. 236).
Rosa
katledilmesine kadar bu ilkeler, anlayışlar doğrultusunda hareket
etmiş, kitleleri, işçi sınıfını antimilitarist mücadeleye,
sosyalist devrim için mücadeleye yöneltmeye çalışmıştır.
Rosa’nın ve Karl Liebknecht’in militarizm ve antimilitarizm
konusundaki anlayışları ve pratikte politik tavırları örnektir.
Siyasi
Mücadele Aracı Olarak Kitlesel Grev ve Rosa Luksemburg
Bu
konuya enternasyonalizmle bağlam içinde girelim. Rosa ve Karl
Liebknecht bir kaç kez burjuva hukukunun (mahkemesinin) baskısına
maruz kalmışlardı. Örneğin, 1914 yılında (ocak ve haziran
aylarında) Rosa hakkında iki siyasi dava açılmıştı. Rosa’nın
“yegane” suçu, toplantılarda işçileri, silahlarını başka
ülkelerin işçilerine yöneltmemelerini talep etmesi ve bu
doğrultuda tutarlı mücadele yürütmesidir. Rosa’nın bu siyasi
faaliyeti, emperyalist ilhak için hazırlanmış olan Alman tekelci
burjuvazisini oldukça rahatsız ediyordu. Rosa, mahkemeyi propaganda
kürsüsüne dönüştürür ve bizzat davacı olur. Verilen bir
yıllık hapis cezası ülke içinden ve yurt dışından yükselen
protestolardan dolayı ertelenir.
Rosa,
K. Liebknecht ile birlikte bu dönemde militarizm ve savaşa karşı
yoğun bir mücadele sürdürürler. Toplantılarda militarizmi,
militarist egemenlik düzenini teşhir ederler. Onların militarizme
ve savaşa karşı mücadeleleri işçi sınıfını bu konularda
eğitmeleri, proletarya enternasyonalizminin bir yansımasıydı.
Rosa
açısından başka ülkelerdeki devrimci mücadeleyi enerjik bir
şekilde desteklemek, enternasyonal alanda taraf tutmak, doğal bir
olguydu. Rosa açısından bu tavrında bağlayıcı olan, gelişmenin
söz konusu ülkede veya ülkelerde ulusal baskıya ve işçi
sınıfının kurtuluş mücadelesine katkıda bulunup
bulunmadığıydı.
Kendi
ülkesinde düşmana karşı, yani hakim sınıflara karşı
antiemperyalist mücadeleyi yükseltmek, Rosa’nın emperyalist
çağda gündeme gelen kapitalist toplumdaki değişmelerden
çıkardığı derslerden birisiydi.
Rosa
için ikinci ders, enternasyonal işçi hareketinden, başka
ülkelerin devrimci mücadelesinden öğrenmek ve bunu kendi
ülkesinde uygulamaya çalışmaktı. Örneğin kitlesel siyasi grev.
1905-1907 Rusya burjuva-demokratik devrimi kitlesel siyasi grevi
proletaryanın elinde çok önemli bir siyasi mücadele silahı
olarak geliştirmişti. Kitlesel siyasi grevi Rus proletaryası ilk
defa ve tutarlı bir şekilde 1905’te kullanmıştı.
Rosa,
Aralık 1905’ten sonra Rus devrimine bizzat katılmıştı.
Varşova’da (o zaman Rusya’ya dahil) bu devrimden kazandığı
izlenimleri ve tecrübeleri yazılı olarak (günlük basın ve
broşürler yoluyla)
kitlelere
ulaştırıyordu.
Rosa,
yazılarında Rus devriminin tecrübelerinin/ öğretilerinin Alman
devrimi için de geçerli olduğunu sürekli vurgulamıştır. Ama
bunu yaparken O, şekilciliğe, şablonculuğa düşmemiş, tahlil
eden, olaylardan ve olgulardan sonuçlar çıkartan bir Marksist
olarak hareket etmiştir. Rosa şu gerçeği görüyordu: Her ne
kadar kitlesel siyasi grev, 1905-1907 Rus devriminde belirleyici bir
mücadele yöntemiyse de salt Rusya’ya özgü bir olgu değildir.
Çünkü kitlesel siyasi grev, kapitalizmin gelişmesinden, ulaşmış
olduğu gelişme aşamasından bağımsız olarak ele alınamaz.
Bunun için o, proleter sınıf mücadelesinde genel geçerli,
mücadele biçimidir. Bu gerçeği göz önünde tutan Rosa, Alman
işçilerine şöyle diyordu;
“…Alman
işçileri, Rus devrimine kendi meselesi gibi bakmayı
öğrenmelidirler. Sadece Rus proletaryası ile enternasyonal sınıf
dayanışması anlamında değil, bilakis her şeyden
önce kendi siyasi ve sosyal tarihinin bir bölümü olarak”
(R. Luksemburg, C. 2, s.150).
Enternasyonal
devrimci hareketten ve somutta da Rus devriminden öğrenmeye,
çıkarttığı deneylerin genelleştirmeye açık olan Rosa,
Rusya’daki somut şartların Almanya’da olmadığını da
görmekteydi. Rusya’da devrimci durum vardı, ama bu Almanya’da
henüz yoktu, olgunlaşmamıştı. Bunun için de Almanya’da
kitlesel siyasi grevin etkinlik sınırları belirliydi.
Rosa,
kitlesel siyasi grevi, sadece gösteri grevi olarak kavramıyordu ve
böylesi anlayışa karşıydı. Rosa açısından kitlesel siyasi
grev, siyasi bir mücadele aracıydı, siyasi bir grevdi ve bu grevde
ekonomik ve siyasi momentler birbirlerine geçmişti. O, bu konuda
şöyle diyordu;
”Ekonomik
mücadele, siyasi düğüm noktasından diğerine götürendir.
Siyasi mücadele, ekonomik mücadele için toprağın periyodik
olarak döllenmesidir. Etki ve tepki burada her an yerlerini
değiştiriyorlar. Kitlesel grev periyodunda ekonomik ve siyasi
momentler… Rusya’da proleter sınıf mücadelesinin birbirine
geçmiş iki yönünü oluşturuyordu. Ve onların birliği tam da
kitle grevidir.” (R. Luksemburg, “Kitle Grevi, Parti ve
Sendikalar” C. 2, s. 128)
Rosa,
grevdeki ekonomik ve siyasi momentlerin birbirlerine geçmeleri ve
birbirlerini etkilemelerinin ve bu mücadele biçiminin giderek
keskinleşmesinin devrimci durumun söz konusu olduğu dönemde
mümkün olacağına inanıyordu. O, devrimci bir durumda kitlesel
siyasi grevin kaçınılmaz olarak silahlı ayaklanmaya dönüşeceğini
savunuyordu:
“…Rusya’daki
olaylar, kitle grevinin devrimden kopmaz olduğunu gösteriyor. Rus
kitle grevlerinin tarihi, Rus devriminin tarihidir. Bizim Alman
oportünizminin temsilcileri ‘devrimi’ duyunca tabii hemen kan
dökülmesini, sokak çatışmalarını, barutu ve kurşunu
düşünüyorlar ve bunun mantıki sonucu şudur: Kitle grevi
kaçınılmaz olarak devrime götürmektedir. Öyleyse, onu
yapmayalım! Gerçekten de Rusya’da… hemen hemen her kitle
grevinin … sonuçta… Çar düzeninin silahlı koruyucularıyla
silahlı çatışmaya vardığını görüyoruz” (R.
Luksemburg, agk. s. 129)
Rosa’nın
1906’da yazdığı ve yukarıda aktarmalar yaptığımız “Kitle
grevi ve sendikalar” yazısı fevkalade değerlidir. Lenin, bu
yazının soruna tam parmak basan bir yazı olduğunu vurgular.
Siyasi mücadele aracı olarak kitle grevini kavramak, incelemek, ve
uygulamak isteyen her devrimci, Rosa’nın bu yazısında yeni
düşünceler, çıkış noktaları ve de oportünizme karşı savlar
bulabilir. İlerisi, 1906’dan sonrası göz önünde tutulduğunda
Rosa’nın bu yazısı, Alman işçi hareketindeki marksizmle
revizyonizmin ayrışmasına, uluslararası planda Alman
devrimcilerinin Bolşeviklere daha da yakınlaşmasına ve bu anlamda
uluslararası planda marksizmle-revizyonizmin ayrışmasına, her iki
yönün şekillenmesine hizmet eden bir eserdir.
Sorunun
önemini ve çok yönlülüğünü kavrayan Rosa, kokuşmaya yüz
tutmuş partinin devrimci güçlerinden renklerini belli etmeyi talep
eder: Bu yeni mücadele aracının propagandasını yapmak, Almanya
somutunda da uygulamak. Bu konuda şablonculuk yapmayan Rosa, kitle
grevini göz önünde tutarak tartışılması gereken noktaları
şöyle belirliyordu: a) Rus devriminin gelişmesi b-) Bu devrimin
enternasyonal anlamı, c) Batı Avrupa’da sınıf mücadelesinin
keskinleşmesi d) Bu keskinleşen ve gelecekteki mücadele içinde
kitle grevinin rolü ve görevleri.
Rosa,
kitle grevi ile ilgili tartışmaların esas olarak bu noktalar
üzerinde yoğunlaştırılmasını/yürütülmesini talep ediyordu.
O, bu konudaki tartışmaların bu noktalar üzerinde
yoğunlaştırılmasıyla; a) proletaryanın ufkunun genişleyeceğine;
b) sınıf bilincinin keskinleşeceğine; c) eylemci gücünün
çelikleşeceğine inanıyordu.
Soruna
bu açılardan yaklaşmak Rosa’yı bir taraftan Leninist
düşüncelere daha çok yakınlaştırırken, diğer taraftan da
Alman işçi hareketindeki Alman partisinin genel siyasi çizgisine
köklü bayrak açmasını beraberinde getiriyordu. Nitekim öyle de
oldu. Rosa, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP)’in
1907’deki Londra parti kongresinde Bolşeviklerden yana tavır
aldı. Ve kitle grevi üzerine tartışmalar Alman Sosyal Demokrat
Partisi’nde güçlerin ayrışmasına neden oldu.
25
Eylül 1906’da (Mannheim’da) bir halk toplantısında “Rus
Devrimi” üzerine yaptığı konuşmada Rosa şöyle diyordu:
“Rusya’daki
olaylar, Almanya’da da kitlelerin belirleyici olacağı böylesi
mücadelelere … hazır olmamız gerektiğini göstermektedir.
Siyasi kitle grevi, parti kurultayı görüşmelerinin odak noktasını
oluşturmaktadır. Bu, proletaryada sınıf bilincinin devamlı
derinden kökleştiğini gösteren bir kanıttır. … Rus devrimi,
Alman proletaryası için büyük bir ustadır. … Rus proletaryası
bize, örnek olarak hizmet etmelidir” (R. Luksemburg, “Die
Russische Revalution” -”Rus Devrimi”, C. 2, s. 180/181)
1909
sonu 1910 başlarında Almanya’da siyasi krizin olgunlaşmaya
başladığı anlayışından hareketle Rosa, bu dönemde partinin,
Rus devrimi örneğinde olduğu gibi kitleleri siyasi mücadeleye
sevk etmesi gerektiği anlayışına varır. Ne var ki Rosa, partide
oportünizmin direnciyle karşılaşır ve ona karşı mücadelenin
kapsamlı ve acımasız yürütülmesi gerektiğini görür.
Rosa’nın
partideki gelişmelerden hoşnutsuzluğu 1905’den öncelere
gitmektedir. Baş tarafta belirttiğimiz gibi O’nun Bernstein’a
karşı mücadelesi buna bir örnektir. Şimdi Kautsky de yeni bir
sorun olarak ortaya çıkıyordu.
Proleter
sınıf örgütü olarak partinin siyasi kitle mücadelesindeki
görevlerini en kapsamlı ve olgun bir şekilde “Kitle Grevi, Parti
ve Sendikalar” yazısında işleyen Rosa, “Sonra Ne Gelecek” ve
“Ekim Zamanı” gibi yazılarında Alman işçi hareketinin
devrimci kesimlerine hitap eder. Siyasi kitle grevleri şiarının,
başlayan kitlesel mücadelelerde yaygınlaştırılmasını savunur.
Rosa’nın
bu taleplerine partinin revizyonist kanadından tepkiler gelir. Bu,
Leninist Rosa’ya karşı II. Enternasyonal oportünizminin ala
Alman tepkisiydi. Oportünizme karşı mücadelede Rosa, siyasi kitle
grevini eylem şiarı olarak açıklamayı önerdiğinde K.
Kautsky’yi de karşısında bulur. “İleri”, Rosa’nın siyasi
kitle grevi üzerine bir makalesini yayımlamaz. Aynı tavrı “Yeni
Zaman” da gösterir. Rosa, Kautsky adından dolayı sessiz kalmaz.
Böylelikle Kautsky’ye karşı da açıktan mücadele başlar.
Rosa,
kitle grevini bir seferlik bir eylem olarak görmez. Rosa, kitle
grevini proletaryanın devrimci kitle mücadelesinin bütün bir
periyodu olarak kavrar. (bkz. R. Luksemburg, “Was Weiter”
-”Devamı Ne?”, C. 2, s. 295)
Rosa’ya
karşın Kautsky, kitle grevini lafta reddetmez, ama onu,
proletaryanın burjuvaziye nihai vuruş döneminin bir eylem biçimi
olarak göstermeye çalışır. (bkz. Kautsky, “Was nun?”, Die
neue Zeit, 29. Jahrgang, 1909/1910, C. 2. s. 38/39)
Rosa,
kitle grevi için ajitasyonu şöyle kavrıyordu: “Kitle grevi
şiarı … Almanya’da bugünkü ilişkilerin siyasi ve tarihi
öğretilerinin hülasasından çıkmaktadır.
Kitle
grevi için böyle biçimlenmiş bir ajitasyon, Almanya’da
partilerin ve sınıfların gruplaşmasını, bütün siyasi durumu
en keskin bir biçimde aydınlatma, kitlelerin siyasi olgunluğunu
yükseltme, onların güç hissini ve mücadele şevkini uyandırma…
olanağı verir. Kitle grevinin tartışılması böylelikle
proletaryanın ilgisiz tabakalarının uyanması, burjuva partilerin,
özellikle merkez partilerin proleter seçmenlerinin bize çekilmeleri
için mükemmel bir araçtır” (R. Luksemburg, “Ermattung oder
Kampf?” C. 2, s. 373)
Rosa
burada sınıf mücadelesinde öznel ve nesnel etkenlerden, onların
birbirleriyle iç içe geçmelerinden, birbirlerini karşılıklı
etkilemelerinden bahsetmektedir.
Kautsky
ise sorunu böyle kavramıyordu. O, öznel ve nesnel faktörlerin
birbirlerine iç içe geçmelerini, birbirlerini etkilemelerini, bu
diyalektik olguyu, birinin diğerine otomatik olarak geçmesi
şeklinde anlıyordu. Yani Kautsky’ye göre siyasi kitle grevi,
proletaryanın, öznel ve nesnel faktörlerin, momentlerinin
birbirine geçtiği devrimci bir hareket tarzı değildi. Kautsky,
siyasi kitle grevini, toplumsal çelişkilerin reel hareketinden
kopartıyordu. Kautsky, siyasi kitle grevini bir defaya mahsus olan
bir eylem olarak tespit ediyor ve böylelikle onu proleter devrimin
nihai amaca yaklaşıldığı dönemlerde kullanılacak bir mücadele
biçimine indirgiyordu. Yani O, siyasi kitle grevini bütün bir
mücadele periyodu boyunca geçerli olan mücadele biçimi olarak
görmüyor, soruna böyle yaklaşan Rosa’yı ve tabi O’nun
anlayışını “devrim volontarizmi” olarak damgalıyor ve redde
diyordu.
Kısaca;
Siyasi
kitle grevi üzerine tartışmalar, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde
iki yeni akımın oluşmasına neden olmuştur. Bunlardan birisi
“merkez”di. Merkez, oportünistlerle devrimciler arasında bir
yerde olmanın ifadesiydi. Tabi bu, görünüşte böyleydi. Marksist
söylemleri sözde kullanan bu grubun, gerçekte revizyonist
içeriklerini gizlemeye çalışıyordu.
Bu
grubun başını çeken Alman eski sosyal demokratlarından ve II.
Enternasyonal’in önderlerinden Karl Kautsky idi.
Rosa,
Alman devrimci işçi hareketinde siyasi kitle grevi üzerine
tartışmalar sürecinde Kautsky’nin oportünist anlayışını ilk
görenlerden ve ona karşı mücadelenin başını çekenlerden
biriydi.
1911-’19
Arasında Rosa Luksemburg
1910-’11’den
katledildiği tarihe kadar Rosa’yı Almanya’daki ve Uluslar arası
plandaki ilişkilerin/çelişkilerin gelişmesine paralel olarak çok
yönlü ve yoğun bir mücadele içinde görmekteyiz. Bundan dolayı
Rosa’nın siyasi yaşamındaki en olgun bu dönemini kronolojik
olarak ele almayı doğru buluyoruz.
1910’dan
sonra Alman sosyal demokrat basınında emperyalizm sorunu geniş
çapta tartışılır. Hilferding’in “Finans Kapital”i 1910’da,
Rosa’nın “Sermayenin Birikimi” 1913’de yayınlanmıştı.
1912’de de Alman Sosyal Demokrat Partisi, emperyalizm sorununun
tartışılmasını parti kongresi programına almıştı.
Rosa,
bu dönemde bütün siyasi sorunların nedenini, çıkış noktasını
emperyalizmde arıyordu. Tabi ki bunun maddi nedenleri vardı:
Emperyalizm olgusu ve onun tartışılması siyasi ve ekonomik
gelişmenin ve bunun sınıf mücadelesini etkilemesinin bir
sonucuydu. Gelişmeler proletaryanın sınıf mücadelesinin o zamana
kadarki taktiğini gözden geçirmeyi zorunlu kılıyordu. Bu aynı
zamanda oportünizme karşı da bir mücadeleydi.
Rosa,
“militarizm ve emperyalizmin sorunları bugün siyasi yaşamın
merkez eksenini oluşturuyor” tespitinden hareket ediyordu. (R.
Luksemburg, C. 3, s. 95) Rosa, “ekonomik ve siyasi alanda bütün
…gelişmenin olduğu alamet, … sorunların indirgendiği formül
emperyalizmdir” diyordu. (C. 3, s. 193). 1914’de ise Rosa,
sermayenin dünya hakimiyetini kurduğunu ama aynı zamanda da nihai
sonunu ilan ettiğini tespit ediyordu. (bkz. C. 3, s. 436).
Bu
dönem, oportünistlerin Alman emperyalizminin yayılmacı
politikalarını destekledikleri veya küçük burjuva temelde
eleştirdikleri bir dönemdi. Rosa ve yakın mücadele arkadaşları,
partiye hakim olan oportünistlerin Alman emperyalizmine karşı
tavırlarını baştan beri yetersiz buluyorlardı. Onlar, Alman
emperyalizmine ve militarizmine karşı mücadelenin proleter sınıf
bakış açısından ele alınması ve ona göre hareket edilmesi
gerektiğini vurguluyorlardı. 1899, 1905, 1906, 1909 ve 1910
dönemlerinde
partiyi bu anlayışa çekmek için mücadele edenlerin başta
gelenlerinden biri de Rosa’ydı.
1910’a
gelindiğinde SPD oldukça büyük bir parti konumundaydı. 1910
yılında partinin kayıtlı üye sayısı 720.038’e ulaşmıştı.
Partinin etkinliği altındaki sendikaların sayısı 53, üye
sayıları da iki milyondan fazlaydı. Böyle bir partinin
emperyalist çağda gelişen çetin mücadelelere hazır olması Rosa
için büyük bir önem taşımaktaydı. Rosa ve yakın mücadele
arkadaşları bu gerçekten hareket ederek şu tespiti yapıyorlardı:
Proleter mücadele biçimleri kaçınılmaz olarak sınıf
mücadelesinin ekonomik ve siyasi koşullarından doğarlar. Bunun
için, proletaryanın taktik mücadele araçları veya proleter
mücadele biçimleri yeni gelişmelere tekabül etmelidir; bu
gelişmeler göz önünde tutularak değiştirilmelidir.
Rosa,
“Jena Parti Kongresi’den Sonra” adlı makalesinde şöyle
diyordu:
“Emperyalist
dönem, son yılların keskinleşen ilişkileri, bizi yeni durumlar
ve görevlerle karşı karşıya bırakıyor. Partiye geniş kapsamlı
bir hareketlilik, vuruculuk ve saldırı gücü verme, kitleleri
seferber etme, dolaysız etkilerini olayların kefesine atma
zorunluluğu… bütün bunlar ‘eski denenmiş taktik’in dışsal
biçimlerine sıkıca sarılmak daha fazla şeyler gerektirmektedir.
Yani … bu eski denenmiş devrimci taktiğin artık kitle
eylemlerinin yeni biçimlerini gerekli kıldığı anlayışını
zorunlu kılmaktadır.” (R. Luksemburg, “Nach dem Jenaer
Parteitag” -”Yena Parti Kongresi’nden Sonra”, C.3, s.
351/352)
Bu
anlamda Rosa, 1905’te işlemeye başladığı siyasi kitle grevini
1911-1914 arasında da yeniden ele alır. Kapitalist gelişmenin bu
yeni döneminde -emperyalist çağda- bütün önemli siyasi
sorunların çözümünde kitlelerin aktif rolüne Rosa büyük değer
verir;
“En
önemli siyasi sorunların, artık sadece, geniş kitlelerin bizzat
müdahaleleriyle etkilenebilecekleri bir aşamada yaşıyoruz.
Uluslararası devrimdeki ani dönüşümler, savaş tehlikesi …
kitlelerin eylemini zorunlu kılmaktadır. Şayet kitleler
belirleyici momentlerde açığa çıkmazlarsa, partinin eyleminin
kolu kanadı kırılmış olur.” (R. Luksemburg,”Taktische
Fragen” -”Taktik Sorunlar”, C.3, s. 248)
Kitle
eylemi, siyasi kitle grevi ve parti! Rosa bu olguları,
oportünistlerin aksine birbirinden kopuk olarak ele almıyordu. Rosa
açısından parti, ideolojik, siyasi ve örgütsel bir öncüydü ve
onun gücü kitlelerle olan bağına bağlıydı. O, bu konuda şöyle
diyordu:
“…
halk kitleleri ile örgüt çekirdeği arasında canlı bir kan
dolaşımı olursa, aynı nabız atışı her ikisini canlandırırsa,
(işte o zaman) sosyal demokrasi de büyük tarihi eylemlere
yetenekli olduğunu göstermiş olur” (R. Luksemburg, agk. s.
252)
Emperyalizm,
parti, kitle vb. konularda Rosa’nın Alman oportünistlerine
yönelttiği eleştiriler, oportünistleri çileden çıkartır,
kişisel saldırıya yöneltir. 1911 dönemi SPD içinde başta Rosa
ve K. Liebknecht olmak üzere komünistler ile oportünistler
arasında mücadelenin ve çelişkilerin keskinleştiği bir süreç
olur.
Partinin
merkez ve yerel yönetim organlarına çöreklenmiş olan
oportünistler, kitleleri, parti üyelerini sürü olarak görüyorlar,
onlara kendi siyasi anlayışlarını empoze ediyorlardı. Parti
yönetimi ile taban arasındaki ilişki, bürokrat ilişkilerine
dönüştürülmüş, tabanın inisiyatifi boğulmuştu.
Oportünistler parti disiplinini, bürokratik ilişkilerin bir
yansımasına indirgemişlerdi.
Rosa’nın
parti konusunda Leninist kavrayışa varması gecikmeli olmuştur. O,
bu konuda her zaman doğru görüşler savunmamıştır. Emperyalist
çağda parti örgütlenmesinin nasıl olması gerektiğini ilk
kavrayan
ve bu doğrultuda Uluslar arası işçi hareketinde çetin mücadele
veren Lenin’di. Lenin, parti örgütlenmesinde demokratik
merkeziyetçiliği esas alıyordu. Rosa Luksemburg ise bunu bir
ölçüde küçümsüyordu. O, haklı olarak “kokuşmuş bir ceset”
dediği Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin yönetici takımı
oportünistlerin bürokratik merkeziyetçiliğiyle demokratik
merkeziyetçiliği birbirine karıştırıyordu. Rosa’nın bu
konudaki kafa karışıklığına birkaç örnek verebiliriz;
“Büyük
halk kitlesinin eylem yeteneği ve siyasi vuruculuğu, bu kitlenin
öncüsü, sosyal demokrat parti örgütlerinde birleşmiş, en iyi,
en aydın çevreler kendileri tarafından kitle olarak inisiyatif ve
bağımsızlık geliştirmezlerse, yukarıdan emir gelmesini bekleyen
(kitleler) nasıl gelişsin? Bizim gibi kitle hareketleri için eylem
disiplini ve tutarlılığı hayati bir sorundur… Sosyal
demokrat disiplin, 800 bin parti üyesinin bir merkezi yapının,
parti yönetiminin iradesine boyun eğeceği anlamına asla gelmez…
Günlük siyasi uyanıklığın ve inisiyatifin bütün bu muazzam
görevini, yakında bir milyon üyeye çıkacak parti örgütünün
pasif kalarak emrini beklediği parti yönetimine devretmek, proleter
sınıf mücadelesi açısından en ters olan şeydir.” (R.
Luksemburg, “Wieder Masse und Führer” ,”Bir Daha Kitle ve
Önder”, C. 3, s. 38/39)
Aynı
yazısında Rosa, dünyada hiçbir parti yönetiminin bütün
partinin enerjisinin yerini alamayacağını, proleter kitlenin
bizzat kendisinin önder olduğunu yazar. (bkz. agk., s. 41/42)
Gördüğümüz
gibi bu anlayışlar hiç de Lenin’in parti öğretisine tekabül
etmiyorlar. Rosa, Alman oportünistlerinin partide hakim kıldıkları
bürokratik merkeziyetçilikle, proleter, devrimci bir partide yeni
bir nitelik kazanan demokratik merkeziyetçiliği birbirine
karıştırdığı ve sonucunun ne anlama geldiğini kavramadığı
için önderler örgütlenmesini, yani yöneticilerin örgütçü
rolünü küçümsüyordu. Rosa, aynı zamanda kitlenin kendisini
bizzat önder olarak görmekle, kitle eylemlerindeki
kendiliğindenliği abartıyordu. Rosa’nın bu anlayışlarını;
yozlaşmış partiyi aşağıdan yukarıya doğru düzeltmek, parti
demokrasisini aşağıdan yukarıya doğru gerçekleştirerek partiyi
yeniden devrimcileştirmek çabalarıyla birleştirirsek, Alman
“solları”nın Leninist parti konusunda belli bir dönem hayal
peşinde koştuklarını görürüz. Nitekim bu hayalcilik Spartakus
hareketinde de kendini göstermişti. SPD’nin 1914’teki ihaneti
Rosa’nın gözünü açacaktır.
Rosa
1910’a kadar olan dönemde, partiye karşı yaptığı eleştiriler
ne olursa olsun, bütün önemli sorunlarda parti yönelimi
doğrultusunda hareket etmişti. 1910’dan sonra ise, yönetime
çöreklenmiş olan oportünizme karşı mücadelenin sertleşmesine
paralel olarak, Rosa ile SPD’nin yolları ayrılma sürecine
girmişti.
Rosa,
emperyalizmi kavradıkça veya onu bütün yönleriyle kavradıkça,
oportünizme karşı mücadelesi de sertleşiyordu. Çünkü o,
böylece emperyalizmle oportünizm arasındaki bağı görüyor ve
kavrıyordu. Ne var ki, partinin önder rolünü küçümsemesi,
Alman proletaryasının proleter sınıf mücadelesinin gelişmesini
olumsuz yönde etkiliyordu.
I.
Emperyalist savaş patlak vermişti. Bunun sonucu olarak mücadelede,
yaşamda ve taktiksel anlayışlarda çok şey değişmişti. Her
tarafı bir yasaklar dalgası sarmıştı. Askeri idare, savaş
karşıtı bütün eylemleri yasaklamış, baskı mekanizmasını
geçerli kılmıştı. 4 Ağustos 1914’te ise parlamentodaki sosyal
demokrat grup, savaş kredilerine “evet” oyunu vermişti.
Böylelikle SPD, Alman emperyalizminin başlattığı savaşı
açıktan açığa destekliyor ve onaylıyordu. Burada emperyalizmle
oportünizmin uzlaşması söz konusuydu.
Bu
açık ihaneti, gelişen durumu değerlendirme amacıyla 4 Ağustos
1914 akşamında H. Duncker, H. Eberlein, J. Marchlewski, F. Mehring,
W. Pieck ve E. Meyer, Rosa’nın Berlin’deki evinde toplanırlar.
Bu oluşuma birkaç gün gecikmeli olarak K. Liebknecht de katılır.
Savaş
öncesi dönemde parti kongrelerinde birbirlerini desteklemekten,
ortak bildirgeler kaleme almaktan öteye fazla samimiyetleri,
arkadaşlıkları olmayan Rosa ve K. Liebknecht arasında sıkı bir
dostluk 4 Ağustos 1914’ten sonraki dönemde başlar. Her ikisi
1914’ün Ağustos-Eylül’ü arasındaki sayısız toplantılarda
birlikte görülürler ve oportünistlere (sosyal şovenizme) karşı
konuşurlar.
K.
Liebknecht’in, 2 Aralık 1914’te, SPD’nin parlamentodaki savaş
kredisine ret oyu kullanması, Alman sollarını, özellikle Rosa ve
K. Liebknecht’i birbirlerine biraz daha yakınlaştırır.
Alman
komünistleri II. Enternasyonal ve SPD’nin çöküşünü tesadüfi
bir olgu olarak görmüyorlardı. Bu konuda görüş
birliğindeydiler. Ve yeni komünist Alman işçi hareketini
şekillendirmek için atılması gereken ilk adım geçmişle
hesaplaşmaktı.
“…Almanya’da
yeni bir sosyalist hareketin yaratılması için çıkış noktası,
ilk adım geçmiş ile köklü
bir hesaplaşma olmalıdır. Sadece özeleştiri
kaynağından, programda, taktikte ve örgütlenmede kendi
hatalarımızın oldukça itinalı gözden geçirilmesinden gelecek
için açık doğrular kazanılmış olur” (R. Luksemburg,
“Rückblicke auf die Gothaer Konferenz” C. 4, s. 271)
Eleştiri-özeleştiri,
geçmişle tarihi ve genel hesaplaşma! Rosa bu konuları
“Enternasyonal’in yeniden inşası” ve “sosyal demokrasinin
krizi” adlı yazılarında ele almıştır (bkz. R. Luksemburg, C.
4, s. 20-32 (1915), 51-164 (1916) (Rosa’nın “sosyal demokrasinin
krizi” yazısı “Junius Broşürü” olarak tanınır). Rosa’nın
bu yazısını değerlendiren Lenin, bütün eleştirilerine rağmen
yazıyı “fevkalade Marksist bir çalışma” olarak görür (bkz.
Lenin; “Junius Broşürü Üzerine”)
Junius
broşürü bir dizi eksikliği, hatayı da içermekteydi. Örneğin
Rosa, bu yazısında “savaşa karşı savaş”tan bahsediyor. Yani
burjuvaziye karşı sosyalizm için iç savaşı gündeme
getiriyordu. Ama aynı zamanda, Lenin’in deyimiyle “gerçeği
sonuna kadar söylemiyor, yeniden ‘ulusal savaş’ fantezisine
dönüyordu” (bkz. Lenin, agy.)
Rosa,
4 Ağustos 1914’ü, Alman sosyal demokrasisinin ve aynı zamanda
II. Enternasyonal’in siyasi olarak çöküşü ve yıkılışı
bakımından bir dönüm noktası olarak görüyordu. Rosa bu konuda
Lenin’le
aynı
paralelde düşünüyordu, ama o, bu doğru tespitlerden hareketle
parti konusunda doğru sonuçlara varamıyordu. Rosa, oportünizme
karşı ideolojik -siyasi mücadelenin birliğini ve bunun ancak ve
ancak yeni tipte bir partinin mücadelesiyle sürdürülebileceğini
henüz kavramıyordu. Bu eksikliği gören Lenin şöyle der: Junius,
“Alman ‘çevresi’nden kendini kurtaramamıştır. Alman sol
sosyal demokratları parçalanmaktan korkuyorlar ve devrimci şiarları
sonuna kadar söylemekten çekiniyorlar” (Lenin agy.) Alman
sollarının en büyük eksikliği olarak da Lenin şunu tespit eder.
“Almanya’da bütün devrimci marksizmin en büyük eksikliği,
sıkı, illegal örgütün olmayışıdır” (Lenin, agy)
Alman
komünistleri bu yönde ilk adımlarını “Enternasyonal” ile
atmışlardır. Bu dergi etrafında toparlanan “Enternasyonal
Grubu” Alman komünistlerinin 4 Ağustos 1914’ten sonra ilk
bağımsız örgütlenmeleri olmuştur. Dergide inisiyatif
Rosa’dadır.
Bu
dergi ancak Nisan 1915’te yayımlanır ve askeri yönetim
tarafından hemen yasaklanır.
Lenin,
Alman komünistlerinin illegal mücadele yürüttüklerini, illegal
dergi çıkarttıklarını ve illegal bildiriler dağıttıklarını
duyduğunda çok sevinir ve Haziran 1915’te şu değerlendirmeyi
yapar; “Almanya’da pratikte yeni bir parti, gerçek bir işçi
partisi, gerçek bir sosyal demokrat parti büyüyor, güçleniyor,
örgütleniyor” (bkz. Lenin, “II. Enternasyonal’in Çöküşü”)
Enternasyonal
Grubu, 1916’da (Ocak ve Mart Konferansları) Spartakus grubuna
dönüşür. Kitlelerin aydınlatılması, antiemperyalist kitle
eylemlerinin örgütlenmesi ve nihayet bu mücadeleleri örgütleyecek
olan önderliğin örgütlenmesi, Spartakus Grubu’nun temel
görevleriydi. Bu grupların oluşmasına, o dönem hapiste olan
Rosa’nın dışarıya kaçırılan önerileri yön vermiştir. Mart
1916’daki konferansa ise Rosa bizzat katılmıştı.
1
Mayıs 1916’da Alman komünistleri (Spartakus Grubu) Berlin’de
(Potsdam Meydanı’nda) 15.000 Berlinli’nin katıldığı savaş
karşıtı bir gösteri düzenlerler. Bu görkemli ve cüretkar
gösteride “kahrolsun hükümet, kahrolsun savaş” şiarlarını
haykıran, kitlelere mal eden K. Liebknecht ile tutuklanır. 10
Temmuz 1916’da da Rosa “koruma”ya alınır. Yani tutuklanır ve
iki ayrı hapishanede kaldıktan sonra 22 Temmuz 1916’da Breslav
hapishanesine getirilir. Rosa’nın mücadelesi zindanlarda devam
eder, yazıları gizlice dışarıya çıkartılır.
Rusya’da
Şubat devrimi patlak verir. Rosa, bu devrimin burjuva demokratik bir
devrim olduğunu tespit eder.
“Rusya’da
devrim ilk hamlede bürokratik mutlakiyet üzerine zafer kazandı.
Ama bu zafer sonuç değil, aksine sadece küçük bir başlangıçtır…
Rus proletaryasının uyanmış devrimci enerjisi,… 1905
programını, demokratik cumhuriyeti aşacaktır…Rusya’da
sosyalist proletaryanın en acil şiarı… emperyalist savaşın son
bulmasıdır” (R. Luksemburg, “Die Revolution in Russland”
cilt 4, s. 243/244)
Rosa’nın
bu konudaki anlayışı demokratik devrimle sınırlı değildir.
“Junius Broşürü”nden sonraki zaman sürecinde Rosa’nın
geliştiğini, bazı hatalarını gördüğünü ve Leninist çizgiye
yaklaştığını görmekteyiz. “Rusya’da Devrim” yazısında
O, şöyle diyordu.
“Burada
Rus devrimci proletaryasının programı Rus emperyalist
burjuvazisinin keskin zırhına dönüşüyor… Tam da Rusya’da
barış için eylem …kendi burjuvazisine karşı devrimci sınıf
mücadelesi olarak, devlet içinde siyasi iktidar için mücadele
biçiminde gelişebilir” (R. Luksemburg, C. 4, s. 244)
Rosa,
başka bir makalesinde de Rus devrimini dünya çapında önemli olan
“ilk proleter geçiş devrimi” olarak değerlendirir” (bkz. R.
Luksemburg, “Zwei Osterbotschaften” -”İki Paskalya Mesajı”,
C. 4, s. 269)
Rosa,
“Junius Broşürü”nde emperyalist savaşa karşı ulusal bir
programı alternatif olarak görüyordu. Lenin Rosa’nın bu
anlayışını eleştirmişti. Aradan geçen zaman (Rus devrimi,
Almanya’da sınıf mücadelesinin gelişmesi vs.) Rosa’nın bu
hatasından sıyrıldığını ve Leninist anlayışa yaklaştığını
göstermektedir.
Rosa,
Spartacus Nr. 6’da (Ağustos 1917) yayınlanan “Acil Zamansal
Sorunlar” adlı makalesini şöyle noktalıyordu:
“Üç
yıl öncesi gibi bugün de sadece (şu) alternatif var: Savaş veya
devrim! Emperyalizm veya sosyalizm! Bu gür ve açık seçik
açıklanmalı ve bundan herkes, kendi ülkesinde devrimci sonuçlar
çıkartmalı. Bu, bugün mümkün olan yegane proleter sosyalist
barış çalışmasıdır” (R. Luksemburg, “Brennende
Zeitfragen” - “Zamanın Yakıcı Soruları”, C. 4, s. 289-290)
“Enternasyonal”
dergisi, “Enternasyonal Grubu”, “Spartakus Grubu”. Bütün bu
SPD’den ayrılmaya, kopmaya yönelik “örgütsel” adımlar tam
anlamıyla Leninist örgütlenme anlayışı ışığında
geliştirilememiştir. Bunda Rosa’nın, kısmen yıkılmasına
rağmen yanlış, emperyalist çağda geçersiz ve oportünist olan
anlayışlarının etkisi büyük olmuştur.
Rosa,
K. Liebknecht, C. Zetkin, W. Pieck ve diğer Alman komünistleri,
sosyal şovenizme ve sosyal pasifizme karşı mücadelelerinde,
savaşın sonuçlanması için mücadelede, kısaca, düzenin
yıkılması için mücadelede proletaryanın bağımsız siyasi
hareketinden yanaydılar. Yani partileşme, partili mücadele
reddedilmiyordu. Aynı zamanda SPD’nin de burjuva partisi olduğunu
kabul ediyorlardı. Örneğin Ro sa, “yoldaşlara açık mektuplar”
makale sinde şöyle diyordu.
“Parti
ve sendika mercilerini, Scheidemann ve yoldaşlarının, Legien
ve yoldaşlarının örgütlü işçi sınıfı
üzerindeki hakimiyetlerini; bu, Alman burjuvazisinin işçisınıfı
üzerindeki muazzam zaferidir. …Sermayeye karşı sosyal demokrat
partinin ve sendikaların bayrağı altında mücadeleye çekilen
kitleler, bugün tam da bu örgütler tarafından ve bu örgütler
içinde burjuvazinin boyunduruğuna, modern kapital ilişkilerin
başlamasından bu yana hiç (koşulmadıkları) bir tarzda
koşuldular.” (R. Luksemburg, “Offene Briefe an
Gesinnungsfreunde, “Yoldaşlara Açık Mektuplar”, C. 4, s. 235”)
Rosa’ya
göre Alman sosyal demokrasisi parçalanmıştır, bağrında
antagonizma taşımaktadır. (“Burjuvazi-proletarya;
sosyalizm-emperyalizm” bkz. agy. s. 233)
Bütün
bu doğru düşünceleri savunan Rosa, eski saplantısından bir
türlü kurtulamaz: Parti tabanını örgütleyerek bürokrat
önderliği yıkmak ve partiyi yeniden kazanmak!
Rosa’nın
“24 Mart Dersi” başlığını taşıyan makalesi, Spartakus
Grubu tarafından Nisan 1916’da illegal bildiri olarak dağıtılır.
Rosa bu bildiride “yoldaşlar, hatalarımızdan öğrenmek…
tarihi görevimizdir” demesine rağmen adeta inat edercesine
kendisi, kendi hatasından öğrenmemekte diretir. O, devamla şöyle
der;
“…
Bizim için çok önemli olan Enternasyonal’in ve partinin
ahlaki çöküşü; bütün bunlar en azından şu kazancı
sağlamalıdır. Aydınlatılmış işçilerin kitleleri kendi
kaderlerini kendi ellerine almayı, önderlerini devrimci sınıf
mücadelesinin seyrine zorlamayı ve ilerletmeyi öğreniyorlar”
(R. Luksemburg, “Die Lehre des 24. März” -”24 Mart’ın
Dersi”, C. 4, s.183-184)
Rosa
aynı makalesinde devamla şöyle der;
“Parti;
... yöneticiler, milletvekilleri veya redaktörler değildir. Parti;
... örgütlü proletaryanın kitleleridir. Bu, sosyalist sınıf
mücadelesinin ruhudur. Parti sizsiniz! bundan dolayı, yüksek
mevkilerdeki hainler tarafından … emperyalizmin yamağı durumuna
getirilen partiyi yeniden fethetmek için işe koyulun.” (s.
185)
Rosa’nın
bu anlayışları şu köklü hatasını bir kez daha gösteriyor;
kitlelerin bağımsız hareketini, kitlelerdeki kendiliğindenliği
abartmak, parti önderliğinin rolünü küçümsemek, Leninist parti
anlayışını kavramamak. İşte tipik bir anlayışı:
“
Rus işçilerinin elbette ki örgütleri, seçim
dernekleri, basını ve sendikaları yok, ama iktidarları ve
etkileri için belirleyici olan şeyleri var: Sosyalizm için taze
mücadele ruhu, kararlı irade, sınırsız fedakarlık… İşçi
sınıfı, elbette ki örgütsüz olarak uzun dönem
eylem kabiliyetli kalamaz. Bundan dolayı eminiz ki, Petersburg’da,
Moskova’da, bütün Rusya’da işçi sınıfı… kendi örgütünü
yaratacaktır” (R. Luksemburg, “Russiche Probleme” -”Rus
Sorunları”, C. 4, s. 257)
Böylelikle
Rosa, Şubat 1917 devriminde bir taraftan kitlelerin
kendiliğindenliğini abartırken, diğer taraftan Bolşeviklerin
örgütlü faaliyetini yok sayıyor. Rus proletaryası kendi örgütünü
yaratacaktır!
Rosa,
parti konusunda Rus devriminden yanlış sonuçlar çıkarıyordu.
Bolşevik örgütlenmeyi küçümseyen veya yok sayan Rosa, Rusya’da
devrimci kitle hareketinin kendi örgütünü yaratacağını ve
Almanya’da da böyle bir gelişme olacağını sanıyordu. Rosa’ya
göre Almanya’da gelişen devrimci kitle mücadelesi, Alman sosyal
demokrasisindeki bir avuç haini, çürümüş unsurları,
tasfiyecileri söküp atacaktı. (bkz. R. Luksemburg, C. 4, s.
232-236)
Rosa’da
örgütsel bağımsızlık konusunda oportünizme karşı mücadelede
Lenin’in anlayışı ve cesareti yoktu. Öyle ki, O, Bremenli sol
radikallerin, bağımsız bir parti kurma anlayış ve çabalarını
çok sekter bir şekilde reddediyordu. (bkz.”Rückblicke auf die
Gothaer Konferenz”, C. 4, s. 270-274)
Alman
komünistleri parti konusunda hata üstüne hata işlerler. Merkezci
önderler, “Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Parti (USPD)’yi
kurarlar. Bu partinin esas görevi, giderek devrimcileşen ve
Spartakus Grubu’na yönelen kitleleri frenlemek, yeni bir tuzakta
toplamaktı. Rosa, bu partiye katılarak, onu içten
devrimcileştirmek amacıyla Spartakus Grubu’nun partiye
katılmasını onaylar. Bu konuda O, şu anlayıştaydı;
“…
Yeni parti de… ‘enternasyonal’ yönü neyse öyle kalacak.
O, herhangi bir faydacılıktan dolayı yeni partiye girmedi… O,
yeni partiyi ileriye doğru zorlamak, onun uyaran kalbi olmak için,
… partideki gerçek önderliği üstlenmek için yeni partiye
girdi” (R. Luksemburg, ”Rückblicke…” C. 4, s. 273)
Şüphesiz
USPD (“Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi”, kuruluş 6-8
Nisan 1917) içinde Spartakus Grubu, bağımsız, kendi bütünlüğünü
koruyan bir grup olarak kaldı. Ama bu partiye katılarak
devrimcileştirmek hayali, bu büyük hata, Almanya’da gerçek
komünist partisinin kurulmasını geciktirdi. Bu hata, Almanya’da
devrimci durumun olgunlaşmaya başladığı bir dönemde
işleniyordu. Kasım 1918 devriminde Alman komünistlerinin partisiz
olmalarında ve kitleleri ML parti önderliğinde mücadeleye
sürememelerinde Rosa’nın olumsuz “katkısı” hiç de
küçümsenemez.
Rosa’nın
sosyalist Ekim Devrimi’ne yaklaşımına gelince:
Rosa,
Ekim Devrimi’nin ateşli savunucularından biridir. Rosa için Ekim
Devrimi enternasyonal sosyalizmin şerefini kurtaran bir devrimdir. O
bu konuda şöyle diyordu;
“Batı’da
sosyal demokrasinin kaybettiği bütün devrimci şeref ve eylem
yeteneği, Bolşevikler tarafından temsil edildi. Onun
(Bolşeviklerin çn.)
Ekim ayaklanması, sadece Rus devrimi için gerçek kurtuluş
değildi, aksine enternasyonal sosyalizm için de bir şeref
kurtarıcılığıydı” (R. Luksemburg, “Zur Russichen
Revolution”, C. 4, s.341)
Rosa,
“Savaş, Ulusal Sorun ve Devrim” üzerine makalesinde de Ekim
Devrimi’nin ulusal ve uluslararası özelliğine dikkati çekerek
şöyle der;
“Rus
devrimi ve onun ortaya çıkarttığı Bolşevik hakimiyet, sosyal
devrim sorununu tarihin gündemine koydu. O, sermaye ile emek
arasındaki sınıf çelişkisini tamamen genel olarak uç noktasına
kadar keskinleştirdi… Bolşevik hakimiyeti, uysallaşmış işçi
sınıfı hayalini yıktı. Alman sosyal demokrasisi ve onun izinde
bütün enternasyonali de son 30 yılın pratiği sayesinde doğan …
yaşama ve yaşatma… hayalini (sınıf
uzlaşmacılığı kastediliyor çn.) bertaraf etti. Haşin
yumruğuyla Rus devrimi … parlamentarizmin son yarım yüzyılı
tarafından yaratılan sosyalizm ve kapitalizm arasındaki Modus
Vivendi’yi (uzlaşmayı) yıktı ve sosyalizmi, seçim
ajitasyonunun çok uzak geleceğin zararsız bir devrimi olmaktan
(çıkartarak) … günün çok ciddi bir sorunu yaptı” (R.
Luksemburg, C. 4, s. 370)
Ekim
Devrimi Rosa’nın Bolşeviklere olan ve yukarıda belirttiğimiz,
küçümseme, yok sayma tutumunu da değiştirir. O, bu konuda şöyle
der;
“Lenin-partisi,
gerçek devrimci bir partinin görevlerini kavrayan, bütün iktidar
proletarya ve köylü kitlelerine şiarıyla devrimin devamını
garantileyen partiydi…
Bolşevikler,
derhal iktidarı ele geçirmenin amacı olarak bütün ve kapsamlı
devrimci programı yürürlüğe koydular, burjuva demokrasisinin
garantiye alınması için değil, aksine sosyalizmin
gerçekleştirilmesi amacıyla proletarya diktatörlüğü.”
(R. Luksemburg, “Zur Russischen Revolution C. 4, s. 341)
Rosa,
başka bir yazısında da Bolşevikler için şöyle der;
“Bolşevizm,
pratik devrimci sosyalizm için, işçi sınıfının iktidarı ele
geçirmedeki bütün çabaları için, parola oldu.” (R.
Luksemburg, “Über Krieg, nationale Frage und Revolution”
-”Savaş, Ulusal Sorun ve Devrim Üzerine”, C. 4, s. 371)
Rosa,
her zaman, her konuda Lenin ve Bolşeviklerle aynı paralelde olmasa
da onlardan öğrenecek ve bunu açıkça ifade edecek kadar
alçakgönüllüydü:
“Söyleyebiliriz
ki, yeniden Marks’ın yanındayız ve Rus Bolşeviklerine iftiralar
yapıldığında şu yanıtı vermeyi unutmamalıyız. Şimdiki
devriminizin ABC’sini nerede öğrendiniz? Ruslardan aldınız:
İşçi ve asker şuraları. Dünya devrimi için ilk şiarları atan
Rus devrimiydi.”
Kasım
1918’de olaylar, gelişmeler birbirini kovalar. 3 Kasım’da
Kiel’de silahlı ayaklanma başlamıştır. 8 Kasım 1918’de
Rosa, Breslav hapishanesinden kurtarılır. Ama ortada parti yoktur.
11 Kasım 1918’de Spartakus Grubu, Spartakus Birliği’ne
dönüştürülür. Ve bu birlik, “Bütün İktidar Konseylere”
şiarını atar. Ama Birlik, parti değildir. Ve nihayet iç savaşın
ateşi içinde 30 Aralık 1918 - 1 Ocak 1919’da toplanan Alman
komünistleri, Almanya Komünist Partisi’ni kurarlar.
SPD
hükümeti, Alman proletaryasının gelişen mücadele seyri içinde
mevcut düzeni yıkacağından korkmaktadır. Karşıdevrim bu
gelişmeyi engellemek, yeni doğmuş partiyi yok etmek için 4 Ocak
1919’da provokasyona girişir. Berlin polis müdürü Emil
Eichhorn’u görevinden alır. Bunun üzerine 5 Ocak’ta yüz
binden fazla işçi KPD ve USPD’nin ortak çağrısına uyarak
sokağa dökülürler. “Kahrolsun Ebert-Scheidemann” diyerek
polis merkezine doğru yürürler. Aynı günün gecesinde işçiler,
“İleri”nin binasını ve başka burjuva basımevlerini işgal
ederler. 6 Ocakta USPD’nin sağcı önderleri, karşıdevrimci SPD
hükümetine, “kan dökülmesini” engellemek için görüşme
teklifi yapar. Bunu reddeden KPD, “Devrim Komisyonu”ndaki
temsilcilerini 8 ocakta çeker. Genç parti, ayaklanan işçilerle
birlikte çok güçlü karşıdevrime karşı kahramanca savaşır.
Ne var ki, işçi sınıfı yenilir. Bu yenilgi Alman komünistlerine
ve tabii başta da Rosa’ya büyük ve acı bir ders olur. O
yenilginin hemen arkasından, yenilginin nedeni olarak şunu
söyleyecektir;
“Son günlerin krizi, kitlelere çok önemli ve çok acil dersler
çıkarttırıyor. Yetersiz önderliğin şimdiki durumu ile Berlin
işçilerinin eksik olan örgüt merkezi savunulamaz. Devrim
davasının ilerlemesi gerekiyorsa, proletaryanın zaferi ve
sosyalizm rüyadan öteye geçmeliyse, devrimci işçi sınıfı
kitlelerin mücadele enerjisini yönlendiren ve değerlendirmeyi
kavrayan düzeyde yönetici organlarını yaratacaktır. (R.
Luksemburg, “Versagen der Führer” -”Önderlerin
Başarısızlığı”,
C. 4, s. 527/528)
Alman
tekelci sermayesi, her şeyden önce de onun hükümetteki SPD’si,
komünist avı örgütler. Karşı devrim, önderlerin kellesini
istemektedir. SPD’nin merkez organı “İleri”, yüzlerce ölü
var, onların arasında neden Rosa ve Karl yok diye “şiir”
yayınlar. Ve nihayet karşı devrim Karl ve Rosa’yı 15 Ocak
1919’da Berlin’in Wilmersdorf semtinde bir evde ele geçirir.
Polis merkezi olarak kullanılan
Eden Oteli’ne getirilirler. Onları otelde katletmeyi göze
alamayarak, hapishaneye götürüyoruz diye arabaya bindirirler.
Arabada kafaları ezilene kadar dövülürler ve kurşunlanırlar. K.
Liebknecht’in cesedi Tiergarten semtinde ıssız bir köşeye
atılırken, Rosa’nın cesedi Landwehr Kanalı’na atılır ve
aylar sonra bulunur. Karl’ın cenazesi 25 Ocak 1919’da
kaldırılır. Cesedi 1 Haziran gecesi söz konusu kanal üzerindeki
Freiarchen
Köprüsü kenarında bulunan Rosa’nın cenazesi, görkemli
bir yürüyüşle 13 Haziran 1919’da kaldırılır. Onların
mezarları yan yanadır.
Rosa’nın
son yazısı 14 Ocak 1919’da “Kızıl Bayrak”ta yayınlanır.
“Berlin’de Düzen Hakimdir” başlığını taşıyan bu
makalesini Rosa, dünya proletaryasının eşsiz kartalı, o cüretkar
teorisyen ve ateşli ajitatör şöyle noktalar:
“Önderlik
başarısız kaldı. Ama önderlik kitlelerden ve kitleler arasından
yeniden yaratılmalıdır, yaratılacaktır. Kitleler belirleyicidir,
onlar, devrimin nihai zaferinin kurulacağı kayadır. Kitleler
tavındaydı.
Onlar
bu ‘yenilgi’yi, uluslararası proletaryanın gücü ve gururu
olan o tarihi yenilgilerin bir uzvu olarak şekillendirdiler. Ve
bundan dolayı bu ‘yenilgi’den geleceğin zaferi gelişecektir.
‘Berlin’de
Düzen Hakimdir!’ Siz kör hafiyeler! Düzeniniz kum üzerine inşa
edilmiştir. Yarın devrim yeniden ‘takır takır’ yükselecektir
ve korkunuza inat gümbür gümbür ilan edilecektir.
Vardım,
varım, var olacağım!”
*)Proleter
Doğrultu, Sayı 9, Ocak-Şubat 1997.
Bu
makalenin ikinci bölümünü (“Rosa Luksemburg’un Bazı Hataları
ve Ekonomi Üzerine Yazılarının Tarihi Anlamı”) başka bir
vesileyle yayınlayacağız.
Yazılış
tarihi: 18-22 Aralık 1991.