deneme

15 Ocak 2018 Pazartesi

ROSA LUKSEMBURG’UN ANISINA


Rosa Luksemburg ve Karl Liebknecht’in Anısına (I)*

Rosa Luksemburg’un Siyasi Yaşama Atılışı

Rosa Luksemburg (bundan sonra Rosa), bir Yahudi tüccar ailesinin kızı olarak Polonya’nın o dönem Rusya’ya dahil olan Lublin ilinde 5 Mart 1871’de doğmuştu. Çarlığın milliyetler ve azınlıkların dinleri üzerindeki baskısı, işçi ve köylülerin korkunç yoksulluğu Rosa’yı çocuk yaşta siyasi faaliyete çekti. O, daha 16 yaşındayken Polonya’da illegal devrimci mücadelede yer alıyordu. Ne var ki, O’nun Polonya’daki -Varşova- illegal mücadelesi fazla sürmedi. Tutuklanma tehlikesi olduğundan dolayı bağlı olduğu “II. Proletarya” örgütü tarafından 1889’da yurt dışına kaçırıldı. İsviçre’nin Zürih şehrine gitti. Zürih o zaman Rus ve Polonya’lı mültecilerin merkezi durumundaydı. 1893’de O, “Polonya Krallığı Sosyal Demokrasisi”nin kurucularından birisiydi. Yine 1893’de Rosa “İşçi Davası” -Polonya Krallık Sosyal Demokrasisi”nin organı redaksiyonu üzerinden, ilk defa “Enternasyonal Sosyalist İşçi Kongresi”ne katıldı. Rosa, Plechanov, Axelrod, Vera Sassulitsch gibi devrimci sosyalistleri Zürih’te tanımıştı. Leo Jogisches’i de (eşi) 1890’da yine Zürih’te tanımıştı. Bir Alman sosyalisti ile kısa bir göstermelik evlilik yaparak Alman vatandaşı olan Rosa, 1896’da Almanya’ya geçer. Bebel ve Liebknecht’in devrimci sosyal demokrasisine katılır.

1900 yılında SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) üyesi olan Rosa, burjuvazi, militarizm, marksizmin revizyonu üzerine yürütülen tartışmalara aktif olarak katılır. Rosa revizyonizme, somutta da Bernstein revizyonizmine karşı ilk sınavını bu dönemde verir.
O zaman Eduard Bernstein önde gelen bir Alman sosyal-demokratıydı. O dönem savunduğu ve devrimci mücadelede hakim kılmaya çalıştığı anlayış şuydu: Kapitalizm reforme edilerek, barışçıl yoldan yavaş yavaş sosyalizme geçilebilir. Bu olanaktan dolayı da işçi hareketinin devrimci sınıf mücadelesine gerek kalmaz, yapılması gereken tek şey, mevcut kapitalist yapıları reforme etmekten ibarettir. Çok uzaklara özgü sosyalizm hedefi ile, o “ütopik” tasavvur ile uğraşılmamalıdır. “Açıkça itiraf edeyim; ‘sosyalizmin nihai hedefi’ denen şeye (duyduğum) ilgi ve (verdiğim) anlamın olağanüstü az olduğunu açıklıyorum. Ne olursa olsun bizim için hiçbir şeydir, hareket ise her şeydir” (Eduard Bernstein; “Der Kampf der Sozialdemokratie und die Revolation der Gesellschaft” - “Sosyal demokrasinin Mücadelesi ve Toplumun Devrimi”, Die neue Zeit, 76. Jahrgang, l897-l898, C. 1, s.556).

Bu dönemde söz konusu olan bu revizyonizmin ve reformizmin gelişen modern işçi hareketinin içinde taban bulmasının nedenleri vardı. l9. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarında kapitalizm büyük bir dönüşüm sürecinden geçiyordu. Pazara hakim olan büyük firmalar, büyük bankalar gündemdeydi, yani tekeller. Sömürgelerinde küçümsenemeyecek sömürüsüyle de tekeller normal üstü muazzam kârlar elde ediyorlardı ve böylelikle bir kısım uzmanlaşmış işçiye, ustalara daha fazla ücret verebiliyorlardı. Bunun sonucu, işçi sınıfı içinde belli bir tabakanın; işçi aristokrasisinin doğmasıydı.

İşçi sınıfının kendisi de büyük boyutlarda gelişmişti; parti, sendika, tüketim dernekleri vs. şeklinde büyük, etkin işçi örgütlenmeleri doğmuştu ve işçi aristokrasisi bu örgütlenmeler içindeydi. Yani işçi aristokrasisi kendi varlığını dile getiren, ona tekabül eden bir işçi bürokrasisi geliştirmişti. Bu bürokrasinin unsurları olan bürokratlar sahip oldukları koltuklara (mevkilere) sülük gibi yapışıyorlardı. Bu unsurlar, devrimden korktukları kadar hiçbir şeyden korkmuyorlardı. Onlar açısından devrim, “örgütün devrim vasıtasıyla tehlikeye maruz kalması” anlamına geliyordu. Bu bürokratların bu anlayışından bugün de hiçbir şey değişmemiştir.

Diğer taraftan gelişen devrimci işçi hareketine genç aydınlar da katılıyorlardı. Bunlar, burjuva yaşamlarından, bilinçlerinden henüz tam anlamıyla kopmamış kişilerdi ve bu halleriyle devrimci işçi hareketine burjuva düşünceleri taşıyorlardı.

Tabii ki aydınların hepsini böyle göremeyiz. Örneğin, Rosa, K. Liebknecht, F. Mehring, Klara Zetkin, kendilerini işçi sınıfının davasına adamış, Marksist temelde hareket eden aydınlardı ve bunlar Alman sosyal demokrasisinin (SPD’nin) devrimci-radikal kanadını oluşturuyorlardı.

Belirttiğimiz etkenlerden dolayı revizyonizm ve reformizm (oportünizm) SPD’de ve sendikalarda giderek yaygınlaşma, etki alanını geliştirme olanağı buluyordu. Revizyonizm ve reformizm partinin ve sendikaların devrimci mücadelesini; işçilerin devrimci sınıf mücadelesini zayıflatıyor, adeta olanaksız kılıyordu. Marksist temelde mücadelenin örgütlenmesi olanaksızlaşıyordu. Revizyonistler, işçi hareketinin muhalif bir hareket olmasını kabul ediyorlar ama bu muhalefeti, mevcut sistem içinde kalmakla, kapitalizmi eleştirmekle, “düzeltmekle” sınırlıyorlardı. Kısaca; partinin teori ve pratiğine yönelen revizyonist saldırılar, Alman işçi hareketinin gelişmesi ve geleceği açısından büyük bir tehlike oluşturuyordu. Bunun için revizyonistlerle Marksistler arasındaki mücadelenin esası şu noktada yoğunlaşıyordu: Parti, bağımsız, sosyalist, devrimci bir güç olarak kalmalı mı, yoksa mevcut sistemin burjuva reformist ideoloji temelinde muhalif bir parçası mı olmalı?

Alman devrimci işçi hareketinde baş gösteren ve gelişen revizyonizmin amacını tam anlamıyla kavrayanlardan birisi de Rosa’ydı. Rosa, revizyonizmin, işçi hareketinin ideolojik, siyasi ve örgütsel bağımsızlığını yıkma ve onu burjuvazinin hizmetine sunma amacını ve içeriğini doğru olarak tespit ediyordu. “Sosyal Reform veya Devrim” yazısı Rosa’nın revizyonizm kavrayışının en parlak örneklerinden biridir.

Rosa, E. Bernstein’ı “parti içinde belli bir yönün avukatı” olarak tanımlar. Bu avukatın yönünü, yani Bernstein revizyonizmini, söz konusu yazısında (1899) eleştirirken diğer şeylerin yanı sıra söyle der:

Sosyalist nihai amaç, sosyal demokrat hareketi burjuva demokrasisinden ve burjuva radikalizminden ayıran yegane belirleyici moment olduğu, bütün işçi hareketini, kapitalist düzeni kurtarmak için faydasız yamacılıktan, bu düzeni yok etmek için bu düzene karşı sınıf mücadelesine dönüştürdüğü için Bernsteinvari sosyal reform veya devrim sorunu, sosyal demokrasi açısından aynı zamanda olmak ve olmamak sorunudur…

Parti içinde Bernstein tarafından teorik olarak formüle edilmiş olan oportünist akım, partiye takılan küçük burjuva unsurlara üstünlüğü sağlamak, partinin pratiğini ve hedeflerini onların ruhuna göre şekillendirmek için bilinçli bir çabadan başka hiçbir şey değildir. Sosyal reform veya devrim, nihai hedef ve hareket sorunu, diğer açıdan işçi hareketinin küçük burjuva veya proleter karakteri sorunudur.” (Rosa Luksemburg; “Sozialreform oder Revolution?” -”Sosyal Reform veya da Devrim”, Toplu eserleri, C. 1/1 Berlin 1974, s. 370/371).

Şunu söyleyebiliriz; Rosa, siyasi yaşama, gözünü revizyonizme karşı mücadele ile açmıştır.

Rosa Luksemburg ve Militarizme Karşı Mücadele

O dönemde gelişen Alman militarizmi, genel olarak emperyalist ülkeler arasındaki rekabetin keskinleşmesi ve özel olarak da Alman kapitalizminin hızlı gelişmesi ve revizyonistlerin soruna yaklaşımı, militarizm ve antimilitarizm olgularının tartışma gündemine getirilmesine neden olmuştu.

Rosa’nın militarizm sorununa yaklaşımında bazı noktaları göz önünde tutmak gerekir. O, militarizmi, kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde militarizm ve emperyalist aşamasında militarizm olarak ele almaktadır. Ayrıca Rosa, militarizme karşı mücadeleyi aynı zamanda revizyonizme, oportünist politikaya karşı mücadele olarak da görmektedir.

Rosa, serbest rekabetçi dönemde kapitalist ilişkilerin, sistem olarak kapitalizmin gelişmesinde ve geri toplum düzenlerinin (örneğin feodalizm) yıkılmasında gümrük politikasını ve militarizmi ilerici
faktör olarak değerlendirir.

Gümrük politikası gibi militarizm, kapitalizmin tarihinde vazgeçilmez ve bu bakımdan da ilerici devrimci rol oynamıştır. Gümrük koruması olmasaydı, tek tek ülkelerde büyük sanayinin doğması mümkün olmazdı. Ama bugün durum değişmiştir…

Aynı değişme militarizmde de olmuştur. Tarihi, olması gerektiği şeklinde değil de, gerçekten olduğu haliyle göz önüne alırsak, savaşın, kapitalist gelişme için vazgeçilmez faktörü oluşturduğunu tespit ederiz. Kuzey Amerika Birleşik Devletleri, Almanya … bütün bu (ülkeler), kapitalist gelişme için itilimi veya şartları savaşlara borçludurlar… Yenilgi veya zafer (önemli değil). İç parçalanması veya doğal ekonomi (temelindeki) kapalılığı aşması gereken ülkeler olduğu müddetçe, kapitalist anlamda militarizm de devrimci bir rol oynadı. Ama bugün durum değişmiştir.” (R. Luksemburg, C. 1/1, s. 396/397)

“Ama bugün durum değişmiştir” ve Rosa yaşanan kapitalizmin, serbest rekabetçi dönem kapitalizmi olmadığını, “militarizmin, kapitalizme katacağı ülkelerin artık kalmadığını” (aynı yerde), yani kapitalizmin emperyalist aşamasının söz konusu olduğunu anlatıyor. O aynı yazısında (“Sosyal Reform veya Devrim”) bununla ilgili olarak şöyle diyor:

Kapitalist sınıf için bugün militarizm üç bağlamda vazgeçilmez olmuştur: Birincisi; başka ulusal gruplara karşı rekabet eden ‘ulusal’ çıkarlar için mücadele aracı olarak, ikincisi; hem mali, hem de sanayi sermayesi için en verimli yöntem aracı olarak, üçüncüsü; çalışan halka karşı ülkede sınıf hakimiyetinin aracı olarak.” (agk. s. 397)

Alman revizyonistleri, gelişen Alman militarizminde ilericilik görürler ve dolayısıyla Alman emperyalizmini bu noktada da desteklerler ve Alman işçi hareketini burjuvazinin kuyruğuna takmayı amaçlarlar. Onlara göre militarizm, “toplumun ekonomik bir ferahlamasıdır” (yükünün hafiflemesidir). Yani işçilerin bir kısmı askere alınacak ve iç piyasayı zorlamayacak!

Bu uşaklığı, tam anlamıyla burjuva çanak yalayıcılığını eleştirirken Rosa şöyle der:

İşçi, iş piyasasındaki arzı azaltmak için, rekabeti sınırlamak için birincisi; ücretinin bir kısmını kapitalizmi asker olarak beslemek için vergi formunda verecek, ikincisi; o, bu rakipten bir araç yaratacak (ve) kapitalizmi teşhir etmek amacıyla, gerekirse kana boğacak…” (agk. s. 450/451)

Rosa, revizyonistlerin militarizm konusundaki anlayışlarına adeta meydan savaşı açar. O’nun açısından militarizme karşı mücadele etmek ve işçi sınıfına revizyonizmle burjuva sistem arasındaki bağı göstermek, bu unsurların hangi sınıfın çıkarları için işçi hareketini parçalamaya, mevcut sistemin bir parçası haline getirmeye çalıştıklarını kavratmanın bir yoludur. Aynı yazısında Rosa sorunu şöyle özetler:

Burjuva sınıfı ve kapitalist devletin hakimiyeti ve iktidarı militarizmde billurlaşıyor, ona karşı ilkesel mücadele veren yegane partinin sosyal demokrasi olması gibi, … militarizme karşı ilkesel mücadele de sosyal demokrasinin özüne aittir. Militarist sisteme karşı mücadeleden vazgeçmek esasen pratikte, mevcut toplum düzenine karşı mücadeleyi inkara yol açar” (Agk, s. 456).

Rosa, partinin Hannover’deki parti kongresinde de (l899) aynı konuya değinir ve şöyle der: “Militarizm, kapitalist sınıf devletinin en somut ve en önemli ifadesidir ve şayet militarizme karşı mücadele etmezsek, kapitalist devlete karşı mücadelemiz boş lakırdıdır.” (l899 Parti kongresinden; C. l/l s. 575).

Rosa, l900 yılında (23-27 Eylül) Paris’te toplanan “Enternasyonal Sosyalistler Kongresi”ne delege olarak katılır. Bu kongrede 21 ülkeden gelen yaklaşık 800 delegenin önünde antimilitarist mücadelede gelişmenin olmadığını, yeni adımların atılması gerektiğini söyler ve konuya ilişkin olarak düşüncelerini şöyle açıklar; “...Şimdilerde militarizm ve sömürge politikası dünya politikasının sadece iki yönünden birinin görünümüdür. Enternasyonal kongrelerde militarizme karşı protesto yeni bir şey değildir. Proletarya doğru içgüdüsüyle eskiden beri militarizmde bütün kültürlerin ölümcül düşmanını gördü. Eski enternasyonal de çok sayıda böylesi protestoları formüle etti. Ama bizim için söz konusu olan, eski kararları tekrarlamak değil, bilakis, dünya politikasının yeni görünümlerine karşı yeni olanı yaratmaktır... Emperyalist gericiliğin ittifakına proletarya, enternasyonal protesto hareketiyle cevap vermelidir... Sadece, militarizme karşı günlük mücadele açısından değil, bilakis sosyalizm nihai hedefi de göz önünde tutularak, işçi partilerinin enternasyonal yaklaşımı şimdi acil gözükmektedir... bütün ülkelerin proleterleri... artık günlük mücadelede birleş” (Enternasyonal Sosyalistler Kongresi- Paris, l900 C. l/l, s. 807, 808, 809).

Rosa l907’deki “Enternasyonal Sosyalistler Kongresi”ne de (Stuttgart) katılır. Lenin de kongrededir. Rosa bu kongrede Lenin ve II. Enternasyonal’in diğer devrimci temsilcileriyle birlikte militarizm ve savaş konusunda sunulan bildirgelerin çok somut ve vurucu formüle edilmesi için çaba harcar. Lenin ve Rosa’nın (Martov da) hazırladıkları savaşa ve militarizme karşı işçi hareketi bildirgesi, enternasyonal durumun tam bir tahlilini çıkış noktası olarak alır ve proletaryanın mücadele araçları ve metotları hakkında tavsiyelerde bulunur.

A. Bebel’in emperyalist politika üzerine bildirge taslağına sunulan değiştirme taslağının sonunda Rosa şöyle der:

Savaşın patlak verme tehlikesi varsa, (buna) katılan ülkelerde işçiler ve onların parlamenter temsilcileri, sınıf mücadelesinin keskinleşmesini ve genel siyasi duruma göre tabii ki değişen ve şiddetlenen uygun araçların kullanılmasıyla savaşın patlak vermesini engellemek için her şeyi yapmaktadırlar. Buna rağmen savaş patlak verecek olursa, onlar, onun hızla son bulmasından yana olmalılar ve bütün güçleri ile savaşın neden olduğu ekonomik ve siyasi krizi, halk tabakalarının siyasi uyandırılmaları ve kapitalist sınıf hakimiyetinin devrilmesini hızlandırmak için kullanmalıdırlar”( R. Luksemburg, C. 2, s. 236).

Rosa katledilmesine kadar bu ilkeler, anlayışlar doğrultusunda hareket etmiş, kitleleri, işçi sınıfını antimilitarist mücadeleye, sosyalist devrim için mücadeleye yöneltmeye çalışmıştır. Rosa’nın ve Karl Liebknecht’in militarizm ve antimilitarizm konusundaki anlayışları ve pratikte politik tavırları örnektir.

Siyasi Mücadele Aracı Olarak Kitlesel Grev ve Rosa Luksemburg

Bu konuya enternasyonalizmle bağlam içinde girelim. Rosa ve Karl Liebknecht bir kaç kez burjuva hukukunun (mahkemesinin) baskısına maruz kalmışlardı. Örneğin, 1914 yılında (ocak ve haziran aylarında) Rosa hakkında iki siyasi dava açılmıştı. Rosa’nın “yegane” suçu, toplantılarda işçileri, silahlarını başka ülkelerin işçilerine yöneltmemelerini talep etmesi ve bu doğrultuda tutarlı mücadele yürütmesidir. Rosa’nın bu siyasi faaliyeti, emperyalist ilhak için hazırlanmış olan Alman tekelci burjuvazisini oldukça rahatsız ediyordu. Rosa, mahkemeyi propaganda kürsüsüne dönüştürür ve bizzat davacı olur. Verilen bir yıllık hapis cezası ülke içinden ve yurt dışından yükselen protestolardan dolayı ertelenir.

Rosa, K. Liebknecht ile birlikte bu dönemde militarizm ve savaşa karşı yoğun bir mücadele sürdürürler. Toplantılarda militarizmi, militarist egemenlik düzenini teşhir ederler. Onların militarizme ve savaşa karşı mücadeleleri işçi sınıfını bu konularda eğitmeleri, proletarya enternasyonalizminin bir yansımasıydı.

Rosa açısından başka ülkelerdeki devrimci mücadeleyi enerjik bir şekilde desteklemek, enternasyonal alanda taraf tutmak, doğal bir olguydu. Rosa açısından bu tavrında bağlayıcı olan, gelişmenin söz konusu ülkede veya ülkelerde ulusal baskıya ve işçi sınıfının kurtuluş mücadelesine katkıda bulunup bulunmadığıydı.

Kendi ülkesinde düşmana karşı, yani hakim sınıflara karşı antiemperyalist mücadeleyi yükseltmek, Rosa’nın emperyalist çağda gündeme gelen kapitalist toplumdaki değişmelerden çıkardığı derslerden birisiydi.

Rosa için ikinci ders, enternasyonal işçi hareketinden, başka ülkelerin devrimci mücadelesinden öğrenmek ve bunu kendi ülkesinde uygulamaya çalışmaktı. Örneğin kitlesel siyasi grev. 1905-1907 Rusya burjuva-demokratik devrimi kitlesel siyasi grevi proletaryanın elinde çok önemli bir siyasi mücadele silahı olarak geliştirmişti. Kitlesel siyasi grevi Rus proletaryası ilk defa ve tutarlı bir şekilde 1905’te kullanmıştı.

Rosa, Aralık 1905’ten sonra Rus devrimine bizzat katılmıştı. Varşova’da (o zaman Rusya’ya dahil) bu devrimden kazandığı izlenimleri ve tecrübeleri yazılı olarak (günlük basın ve broşürler yoluyla)
kitlelere ulaştırıyordu.

Rosa, yazılarında Rus devriminin tecrübelerinin/ öğretilerinin Alman devrimi için de geçerli olduğunu sürekli vurgulamıştır. Ama bunu yaparken O, şekilciliğe, şablonculuğa düşmemiş, tahlil eden, olaylardan ve olgulardan sonuçlar çıkartan bir Marksist olarak hareket etmiştir. Rosa şu gerçeği görüyordu: Her ne kadar kitlesel siyasi grev, 1905-1907 Rus devriminde belirleyici bir mücadele yöntemiyse de salt Rusya’ya özgü bir olgu değildir. Çünkü kitlesel siyasi grev, kapitalizmin gelişmesinden, ulaşmış olduğu gelişme aşamasından bağımsız olarak ele alınamaz. Bunun için o, proleter sınıf mücadelesinde genel geçerli, mücadele biçimidir. Bu gerçeği göz önünde tutan Rosa, Alman işçilerine şöyle diyordu;

“…Alman işçileri, Rus devrimine kendi meselesi gibi bakmayı öğrenmelidirler. Sadece Rus proletaryası ile enternasyonal sınıf dayanışması anlamında değil, bilakis her şeyden önce kendi siyasi ve sosyal tarihinin bir bölümü olarak” (R. Luksemburg, C. 2, s.150).

Enternasyonal devrimci hareketten ve somutta da Rus devriminden öğrenmeye, çıkarttığı deneylerin genelleştirmeye açık olan Rosa, Rusya’daki somut şartların Almanya’da olmadığını da görmekteydi. Rusya’da devrimci durum vardı, ama bu Almanya’da henüz yoktu, olgunlaşmamıştı. Bunun için de Almanya’da kitlesel siyasi grevin etkinlik sınırları belirliydi.

Rosa, kitlesel siyasi grevi, sadece gösteri grevi olarak kavramıyordu ve böylesi anlayışa karşıydı. Rosa açısından kitlesel siyasi grev, siyasi bir mücadele aracıydı, siyasi bir grevdi ve bu grevde ekonomik ve siyasi momentler birbirlerine geçmişti. O, bu konuda şöyle diyordu;

Ekonomik mücadele, siyasi düğüm noktasından diğerine götürendir. Siyasi mücadele, ekonomik mücadele için toprağın periyodik olarak döllenmesidir. Etki ve tepki burada her an yerlerini değiştiriyorlar. Kitlesel grev periyodunda ekonomik ve siyasi momentler… Rusya’da proleter sınıf mücadelesinin birbirine geçmiş iki yönünü oluşturuyordu. Ve onların birliği tam da kitle grevidir.” (R. Luksemburg, “Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar” C. 2, s. 128)

Rosa, grevdeki ekonomik ve siyasi momentlerin birbirlerine geçmeleri ve birbirlerini etkilemelerinin ve bu mücadele biçiminin giderek keskinleşmesinin devrimci durumun söz konusu olduğu dönemde mümkün olacağına inanıyordu. O, devrimci bir durumda kitlesel siyasi grevin kaçınılmaz olarak silahlı ayaklanmaya dönüşeceğini savunuyordu:

“…Rusya’daki olaylar, kitle grevinin devrimden kopmaz olduğunu gösteriyor. Rus kitle grevlerinin tarihi, Rus devriminin tarihidir. Bizim Alman oportünizminin temsilcileri ‘devrimi’ duyunca tabii hemen kan dökülmesini, sokak çatışmalarını, barutu ve kurşunu düşünüyorlar ve bunun mantıki sonucu şudur: Kitle grevi kaçınılmaz olarak devrime götürmektedir. Öyleyse, onu yapmayalım! Gerçekten de Rusya’da… hemen hemen her kitle grevinin … sonuçta… Çar düzeninin silahlı koruyucularıyla silahlı çatışmaya vardığını görüyoruz” (R. Luksemburg, agk. s. 129)

Rosa’nın 1906’da yazdığı ve yukarıda aktarmalar yaptığımız “Kitle grevi ve sendikalar” yazısı fevkalade değerlidir. Lenin, bu yazının soruna tam parmak basan bir yazı olduğunu vurgular. Siyasi mücadele aracı olarak kitle grevini kavramak, incelemek, ve uygulamak isteyen her devrimci, Rosa’nın bu yazısında yeni düşünceler, çıkış noktaları ve de oportünizme karşı savlar bulabilir. İlerisi, 1906’dan sonrası göz önünde tutulduğunda Rosa’nın bu yazısı, Alman işçi hareketindeki marksizmle revizyonizmin ayrışmasına, uluslararası planda Alman devrimcilerinin Bolşeviklere daha da yakınlaşmasına ve bu anlamda uluslararası planda marksizmle-revizyonizmin ayrışmasına, her iki yönün şekillenmesine hizmet eden bir eserdir.

Sorunun önemini ve çok yönlülüğünü kavrayan Rosa, kokuşmaya yüz tutmuş partinin devrimci güçlerinden renklerini belli etmeyi talep eder: Bu yeni mücadele aracının propagandasını yapmak, Almanya somutunda da uygulamak. Bu konuda şablonculuk yapmayan Rosa, kitle grevini göz önünde tutarak tartışılması gereken noktaları şöyle belirliyordu: a) Rus devriminin gelişmesi b-) Bu devrimin enternasyonal anlamı, c) Batı Avrupa’da sınıf mücadelesinin keskinleşmesi d) Bu keskinleşen ve gelecekteki mücadele içinde kitle grevinin rolü ve görevleri.

Rosa, kitle grevi ile ilgili tartışmaların esas olarak bu noktalar üzerinde yoğunlaştırılmasını/yürütülmesini talep ediyordu. O, bu konudaki tartışmaların bu noktalar üzerinde yoğunlaştırılmasıyla; a) proletaryanın ufkunun genişleyeceğine; b) sınıf bilincinin keskinleşeceğine; c) eylemci gücünün çelikleşeceğine inanıyordu.

Soruna bu açılardan yaklaşmak Rosa’yı bir taraftan Leninist düşüncelere daha çok yakınlaştırırken, diğer taraftan da Alman işçi hareketindeki Alman partisinin genel siyasi çizgisine köklü bayrak açmasını beraberinde getiriyordu. Nitekim öyle de oldu. Rosa, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP)’in 1907’deki Londra parti kongresinde Bolşeviklerden yana tavır aldı. Ve kitle grevi üzerine tartışmalar Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde güçlerin ayrışmasına neden oldu.

25 Eylül 1906’da (Mannheim’da) bir halk toplantısında “Rus Devrimi” üzerine yaptığı konuşmada Rosa şöyle diyordu:

Rusya’daki olaylar, Almanya’da da kitlelerin belirleyici olacağı böylesi mücadelelere … hazır olmamız gerektiğini göstermektedir. Siyasi kitle grevi, parti kurultayı görüşmelerinin odak noktasını oluşturmaktadır. Bu, proletaryada sınıf bilincinin devamlı derinden kökleştiğini gösteren bir kanıttır. … Rus devrimi, Alman proletaryası için büyük bir ustadır. … Rus proletaryası bize, örnek olarak hizmet etmelidir” (R. Luksemburg, “Die Russische Revalution” -”Rus Devrimi”, C. 2, s. 180/181)

1909 sonu 1910 başlarında Almanya’da siyasi krizin olgunlaşmaya başladığı anlayışından hareketle Rosa, bu dönemde partinin, Rus devrimi örneğinde olduğu gibi kitleleri siyasi mücadeleye sevk etmesi gerektiği anlayışına varır. Ne var ki Rosa, partide oportünizmin direnciyle karşılaşır ve ona karşı mücadelenin kapsamlı ve acımasız yürütülmesi gerektiğini görür.

Rosa’nın partideki gelişmelerden hoşnutsuzluğu 1905’den öncelere gitmektedir. Baş tarafta belirttiğimiz gibi O’nun Bernstein’a karşı mücadelesi buna bir örnektir. Şimdi Kautsky de yeni bir sorun olarak ortaya çıkıyordu.

Proleter sınıf örgütü olarak partinin siyasi kitle mücadelesindeki görevlerini en kapsamlı ve olgun bir şekilde “Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar” yazısında işleyen Rosa, “Sonra Ne Gelecek” ve “Ekim Zamanı” gibi yazılarında Alman işçi hareketinin devrimci kesimlerine hitap eder. Siyasi kitle grevleri şiarının, başlayan kitlesel mücadelelerde yaygınlaştırılmasını savunur.

Rosa’nın bu taleplerine partinin revizyonist kanadından tepkiler gelir. Bu, Leninist Rosa’ya karşı II. Enternasyonal oportünizminin ala Alman tepkisiydi. Oportünizme karşı mücadelede Rosa, siyasi kitle grevini eylem şiarı olarak açıklamayı önerdiğinde K. Kautsky’yi de karşısında bulur. “İleri”, Rosa’nın siyasi kitle grevi üzerine bir makalesini yayımlamaz. Aynı tavrı “Yeni Zaman” da gösterir. Rosa, Kautsky adından dolayı sessiz kalmaz. Böylelikle Kautsky’ye karşı da açıktan mücadele başlar.

Rosa, kitle grevini bir seferlik bir eylem olarak görmez. Rosa, kitle grevini proletaryanın devrimci kitle mücadelesinin bütün bir periyodu olarak kavrar. (bkz. R. Luksemburg, “Was Weiter” -”Devamı Ne?”, C. 2, s. 295)

Rosa’ya karşın Kautsky, kitle grevini lafta reddetmez, ama onu, proletaryanın burjuvaziye nihai vuruş döneminin bir eylem biçimi olarak göstermeye çalışır. (bkz. Kautsky, “Was nun?”, Die neue Zeit, 29. Jahrgang, 1909/1910, C. 2. s. 38/39)

Rosa, kitle grevi için ajitasyonu şöyle kavrıyordu: “Kitle grevi şiarı … Almanya’da bugünkü ilişkilerin siyasi ve tarihi öğretilerinin hülasasından çıkmaktadır.

Kitle grevi için böyle biçimlenmiş bir ajitasyon, Almanya’da partilerin ve sınıfların gruplaşmasını, bütün siyasi durumu en keskin bir biçimde aydınlatma, kitlelerin siyasi olgunluğunu yükseltme, onların güç hissini ve mücadele şevkini uyandırma… olanağı verir. Kitle grevinin tartışılması böylelikle proletaryanın ilgisiz tabakalarının uyanması, burjuva partilerin, özellikle merkez partilerin proleter seçmenlerinin bize çekilmeleri için mükemmel bir araçtır” (R. Luksemburg, “Ermattung oder Kampf?” C. 2, s. 373)
Rosa burada sınıf mücadelesinde öznel ve nesnel etkenlerden, onların birbirleriyle iç içe geçmelerinden, birbirlerini karşılıklı etkilemelerinden bahsetmektedir.

Kautsky ise sorunu böyle kavramıyordu. O, öznel ve nesnel faktörlerin birbirlerine iç içe geçmelerini, birbirlerini etkilemelerini, bu diyalektik olguyu, birinin diğerine otomatik olarak geçmesi şeklinde anlıyordu. Yani Kautsky’ye göre siyasi kitle grevi, proletaryanın, öznel ve nesnel faktörlerin, momentlerinin birbirine geçtiği devrimci bir hareket tarzı değildi. Kautsky, siyasi kitle grevini, toplumsal çelişkilerin reel hareketinden kopartıyordu. Kautsky, siyasi kitle grevini bir defaya mahsus olan bir eylem olarak tespit ediyor ve böylelikle onu proleter devrimin nihai amaca yaklaşıldığı dönemlerde kullanılacak bir mücadele biçimine indirgiyordu. Yani O, siyasi kitle grevini bütün bir mücadele periyodu boyunca geçerli olan mücadele biçimi olarak görmüyor, soruna böyle yaklaşan Rosa’yı ve tabi O’nun anlayışını “devrim volontarizmi” olarak damgalıyor ve redde diyordu.

Kısaca;
Siyasi kitle grevi üzerine tartışmalar, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde iki yeni akımın oluşmasına neden olmuştur. Bunlardan birisi “merkez”di. Merkez, oportünistlerle devrimciler arasında bir yerde olmanın ifadesiydi. Tabi bu, görünüşte böyleydi. Marksist söylemleri sözde kullanan bu grubun, gerçekte revizyonist içeriklerini gizlemeye çalışıyordu.

Bu grubun başını çeken Alman eski sosyal demokratlarından ve II. Enternasyonal’in önderlerinden Karl Kautsky idi.

Rosa, Alman devrimci işçi hareketinde siyasi kitle grevi üzerine tartışmalar sürecinde Kautsky’nin oportünist anlayışını ilk görenlerden ve ona karşı mücadelenin başını çekenlerden biriydi.

1911-’19 Arasında Rosa Luksemburg

1910-’11’den katledildiği tarihe kadar Rosa’yı Almanya’daki ve Uluslar arası plandaki ilişkilerin/çelişkilerin gelişmesine paralel olarak çok yönlü ve yoğun bir mücadele içinde görmekteyiz. Bundan dolayı Rosa’nın siyasi yaşamındaki en olgun bu dönemini kronolojik olarak ele almayı doğru buluyoruz.

1910’dan sonra Alman sosyal demokrat basınında emperyalizm sorunu geniş çapta tartışılır. Hilferding’in “Finans Kapital”i 1910’da, Rosa’nın “Sermayenin Birikimi” 1913’de yayınlanmıştı. 1912’de de Alman Sosyal Demokrat Partisi, emperyalizm sorununun tartışılmasını parti kongresi programına almıştı.

Rosa, bu dönemde bütün siyasi sorunların nedenini, çıkış noktasını emperyalizmde arıyordu. Tabi ki bunun maddi nedenleri vardı: Emperyalizm olgusu ve onun tartışılması siyasi ve ekonomik gelişmenin ve bunun sınıf mücadelesini etkilemesinin bir sonucuydu. Gelişmeler proletaryanın sınıf mücadelesinin o zamana kadarki taktiğini gözden geçirmeyi zorunlu kılıyordu. Bu aynı zamanda oportünizme karşı da bir mücadeleydi.

Rosa, “militarizm ve emperyalizmin sorunları bugün siyasi yaşamın merkez eksenini oluşturuyor” tespitinden hareket ediyordu. (R. Luksemburg, C. 3, s. 95) Rosa, “ekonomik ve siyasi alanda bütün …gelişmenin olduğu alamet, … sorunların indirgendiği formül emperyalizmdir” diyordu. (C. 3, s. 193). 1914’de ise Rosa, sermayenin dünya hakimiyetini kurduğunu ama aynı zamanda da nihai sonunu ilan ettiğini tespit ediyordu. (bkz. C. 3, s. 436).

Bu dönem, oportünistlerin Alman emperyalizminin yayılmacı politikalarını destekledikleri veya küçük burjuva temelde eleştirdikleri bir dönemdi. Rosa ve yakın mücadele arkadaşları, partiye hakim olan oportünistlerin Alman emperyalizmine karşı tavırlarını baştan beri yetersiz buluyorlardı. Onlar, Alman emperyalizmine ve militarizmine karşı mücadelenin proleter sınıf bakış açısından ele alınması ve ona göre hareket edilmesi gerektiğini vurguluyorlardı. 1899, 1905, 1906, 1909 ve 1910
dönemlerinde partiyi bu anlayışa çekmek için mücadele edenlerin başta gelenlerinden biri de Rosa’ydı.

1910’a gelindiğinde SPD oldukça büyük bir parti konumundaydı. 1910 yılında partinin kayıtlı üye sayısı 720.038’e ulaşmıştı. Partinin etkinliği altındaki sendikaların sayısı 53, üye sayıları da iki milyondan fazlaydı. Böyle bir partinin emperyalist çağda gelişen çetin mücadelelere hazır olması Rosa için büyük bir önem taşımaktaydı. Rosa ve yakın mücadele arkadaşları bu gerçekten hareket ederek şu tespiti yapıyorlardı: Proleter mücadele biçimleri kaçınılmaz olarak sınıf mücadelesinin ekonomik ve siyasi koşullarından doğarlar. Bunun için, proletaryanın taktik mücadele araçları veya proleter mücadele biçimleri yeni gelişmelere tekabül etmelidir; bu gelişmeler göz önünde tutularak değiştirilmelidir.

Rosa, “Jena Parti Kongresi’den Sonra” adlı makalesinde şöyle diyordu:
Emperyalist dönem, son yılların keskinleşen ilişkileri, bizi yeni durumlar ve görevlerle karşı karşıya bırakıyor. Partiye geniş kapsamlı bir hareketlilik, vuruculuk ve saldırı gücü verme, kitleleri seferber etme, dolaysız etkilerini olayların kefesine atma zorunluluğu… bütün bunlar ‘eski denenmiş taktik’in dışsal biçimlerine sıkıca sarılmak daha fazla şeyler gerektirmektedir. Yani … bu eski denenmiş devrimci taktiğin artık kitle eylemlerinin yeni biçimlerini gerekli kıldığı anlayışını zorunlu kılmaktadır.” (R. Luksemburg, “Nach dem Jenaer Parteitag” -”Yena Parti Kongresi’nden Sonra”, C.3, s. 351/352)

Bu anlamda Rosa, 1905’te işlemeye başladığı siyasi kitle grevini 1911-1914 arasında da yeniden ele alır. Kapitalist gelişmenin bu yeni döneminde -emperyalist çağda- bütün önemli siyasi sorunların çözümünde kitlelerin aktif rolüne Rosa büyük değer verir;

En önemli siyasi sorunların, artık sadece, geniş kitlelerin bizzat müdahaleleriyle etkilenebilecekleri bir aşamada yaşıyoruz. Uluslararası devrimdeki ani dönüşümler, savaş tehlikesi … kitlelerin eylemini zorunlu kılmaktadır. Şayet kitleler belirleyici momentlerde açığa çıkmazlarsa, partinin eyleminin kolu kanadı kırılmış olur.” (R. Luksemburg,”Taktische Fragen” -”Taktik Sorunlar”, C.3, s. 248)

Kitle eylemi, siyasi kitle grevi ve parti! Rosa bu olguları, oportünistlerin aksine birbirinden kopuk olarak ele almıyordu. Rosa açısından parti, ideolojik, siyasi ve örgütsel bir öncüydü ve onun gücü kitlelerle olan bağına bağlıydı. O, bu konuda şöyle diyordu:

“… halk kitleleri ile örgüt çekirdeği arasında canlı bir kan dolaşımı olursa, aynı nabız atışı her ikisini canlandırırsa, (işte o zaman) sosyal demokrasi de büyük tarihi eylemlere yetenekli olduğunu göstermiş olur” (R. Luksemburg, agk. s. 252)

Emperyalizm, parti, kitle vb. konularda Rosa’nın Alman oportünistlerine yönelttiği eleştiriler, oportünistleri çileden çıkartır, kişisel saldırıya yöneltir. 1911 dönemi SPD içinde başta Rosa ve K. Liebknecht olmak üzere komünistler ile oportünistler arasında mücadelenin ve çelişkilerin keskinleştiği bir süreç olur.

Partinin merkez ve yerel yönetim organlarına çöreklenmiş olan oportünistler, kitleleri, parti üyelerini sürü olarak görüyorlar, onlara kendi siyasi anlayışlarını empoze ediyorlardı. Parti yönetimi ile taban arasındaki ilişki, bürokrat ilişkilerine dönüştürülmüş, tabanın inisiyatifi boğulmuştu. Oportünistler parti disiplinini, bürokratik ilişkilerin bir yansımasına indirgemişlerdi.

Rosa’nın parti konusunda Leninist kavrayışa varması gecikmeli olmuştur. O, bu konuda her zaman doğru görüşler savunmamıştır. Emperyalist çağda parti örgütlenmesinin nasıl olması gerektiğini ilk
kavrayan ve bu doğrultuda Uluslar arası işçi hareketinde çetin mücadele veren Lenin’di. Lenin, parti örgütlenmesinde demokratik merkeziyetçiliği esas alıyordu. Rosa Luksemburg ise bunu bir ölçüde küçümsüyordu. O, haklı olarak “kokuşmuş bir ceset” dediği Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin yönetici takımı oportünistlerin bürokratik merkeziyetçiliğiyle demokratik merkeziyetçiliği birbirine karıştırıyordu. Rosa’nın bu konudaki kafa karışıklığına birkaç örnek verebiliriz;

Büyük halk kitlesinin eylem yeteneği ve siyasi vuruculuğu, bu kitlenin öncüsü, sosyal demokrat parti örgütlerinde birleşmiş, en iyi, en aydın çevreler kendileri tarafından kitle olarak inisiyatif ve bağımsızlık geliştirmezlerse, yukarıdan emir gelmesini bekleyen (kitleler) nasıl gelişsin? Bizim gibi kitle hareketleri için eylem disiplini ve tutarlılığı hayati bir sorundur…  Sosyal demokrat disiplin, 800 bin parti üyesinin bir merkezi yapının, parti yönetiminin iradesine boyun eğeceği anlamına asla gelmez… Günlük siyasi uyanıklığın ve inisiyatifin bütün bu muazzam görevini, yakında bir milyon üyeye çıkacak parti örgütünün pasif kalarak emrini beklediği parti yönetimine devretmek, proleter sınıf mücadelesi açısından en ters olan şeydir.” (R. Luksemburg, “Wieder Masse und Führer” ,”Bir Daha Kitle ve Önder”, C. 3, s. 38/39)

Aynı yazısında Rosa, dünyada hiçbir parti yönetiminin bütün partinin enerjisinin yerini alamayacağını, proleter kitlenin bizzat kendisinin önder olduğunu yazar. (bkz. agk., s. 41/42)

Gördüğümüz gibi bu anlayışlar hiç de Lenin’in parti öğretisine tekabül etmiyorlar. Rosa, Alman oportünistlerinin partide hakim kıldıkları bürokratik merkeziyetçilikle, proleter, devrimci bir partide yeni bir nitelik kazanan demokratik merkeziyetçiliği birbirine karıştırdığı ve sonucunun ne anlama geldiğini kavramadığı için önderler örgütlenmesini, yani yöneticilerin örgütçü rolünü küçümsüyordu. Rosa, aynı zamanda kitlenin kendisini bizzat önder olarak görmekle, kitle eylemlerindeki kendiliğindenliği abartıyordu. Rosa’nın bu anlayışlarını; yozlaşmış partiyi aşağıdan yukarıya doğru düzeltmek, parti demokrasisini aşağıdan yukarıya doğru gerçekleştirerek partiyi yeniden devrimcileştirmek çabalarıyla birleştirirsek, Alman “solları”nın Leninist parti konusunda belli bir dönem hayal peşinde koştuklarını görürüz. Nitekim bu hayalcilik Spartakus hareketinde de kendini göstermişti. SPD’nin 1914’teki ihaneti Rosa’nın gözünü açacaktır.

Rosa 1910’a kadar olan dönemde, partiye karşı yaptığı eleştiriler ne olursa olsun, bütün önemli sorunlarda parti yönelimi doğrultusunda hareket etmişti. 1910’dan sonra ise, yönetime çöreklenmiş olan oportünizme karşı mücadelenin sertleşmesine paralel olarak, Rosa ile SPD’nin yolları ayrılma sürecine girmişti.

Rosa, emperyalizmi kavradıkça veya onu bütün yönleriyle kavradıkça, oportünizme karşı mücadelesi de sertleşiyordu. Çünkü o, böylece emperyalizmle oportünizm arasındaki bağı görüyor ve kavrıyordu. Ne var ki, partinin önder rolünü küçümsemesi, Alman proletaryasının proleter sınıf mücadelesinin gelişmesini olumsuz yönde etkiliyordu.

I. Emperyalist savaş patlak vermişti. Bunun sonucu olarak mücadelede, yaşamda ve taktiksel anlayışlarda çok şey değişmişti. Her tarafı bir yasaklar dalgası sarmıştı. Askeri idare, savaş karşıtı bütün eylemleri yasaklamış, baskı mekanizmasını geçerli kılmıştı. 4 Ağustos 1914’te ise parlamentodaki sosyal demokrat grup, savaş kredilerine “evet” oyunu vermişti. Böylelikle SPD, Alman emperyalizminin başlattığı savaşı açıktan açığa destekliyor ve onaylıyordu. Burada emperyalizmle oportünizmin uzlaşması söz konusuydu.

Bu açık ihaneti, gelişen durumu değerlendirme amacıyla 4 Ağustos 1914 akşamında H. Duncker, H. Eberlein, J. Marchlewski, F. Mehring, W. Pieck ve E. Meyer, Rosa’nın Berlin’deki evinde toplanırlar. Bu oluşuma birkaç gün gecikmeli olarak K. Liebknecht de katılır.

Savaş öncesi dönemde parti kongrelerinde birbirlerini desteklemekten, ortak bildirgeler kaleme almaktan öteye fazla samimiyetleri, arkadaşlıkları olmayan Rosa ve K. Liebknecht arasında sıkı bir dostluk 4 Ağustos 1914’ten sonraki dönemde başlar. Her ikisi 1914’ün Ağustos-Eylül’ü arasındaki sayısız toplantılarda birlikte görülürler ve oportünistlere (sosyal şovenizme) karşı konuşurlar.

K. Liebknecht’in, 2 Aralık 1914’te, SPD’nin parlamentodaki savaş kredisine ret oyu kullanması, Alman sollarını, özellikle Rosa ve K. Liebknecht’i birbirlerine biraz daha yakınlaştırır.

Alman komünistleri II. Enternasyonal ve SPD’nin çöküşünü tesadüfi bir olgu olarak görmüyorlardı. Bu konuda görüş birliğindeydiler. Ve yeni komünist Alman işçi hareketini şekillendirmek için atılması gereken ilk adım geçmişle hesaplaşmaktı.

“…Almanya’da yeni bir sosyalist hareketin yaratılması için çıkış noktası, ilk adım geçmiş ile köklü bir hesaplaşma olmalıdır. Sadece özeleştiri kaynağından, programda, taktikte ve örgütlenmede kendi hatalarımızın oldukça itinalı gözden geçirilmesinden gelecek için açık doğrular kazanılmış olur” (R. Luksemburg, “Rückblicke auf die Gothaer Konferenz”  C. 4, s. 271)

Eleştiri-özeleştiri, geçmişle tarihi ve genel hesaplaşma! Rosa bu konuları “Enternasyonal’in yeniden inşası” ve “sosyal demokrasinin krizi” adlı yazılarında ele almıştır (bkz. R. Luksemburg, C. 4, s. 20-32 (1915), 51-164 (1916) (Rosa’nın “sosyal demokrasinin krizi” yazısı “Junius Broşürü” olarak tanınır). Rosa’nın bu yazısını değerlendiren Lenin, bütün eleştirilerine rağmen yazıyı “fevkalade Marksist bir çalışma” olarak görür (bkz. Lenin; “Junius Broşürü Üzerine”)

Junius broşürü bir dizi eksikliği, hatayı da içermekteydi. Örneğin Rosa, bu yazısında “savaşa karşı savaş”tan bahsediyor. Yani burjuvaziye karşı sosyalizm için iç savaşı gündeme getiriyordu. Ama aynı zamanda, Lenin’in deyimiyle “gerçeği sonuna kadar söylemiyor, yeniden ‘ulusal savaş’ fantezisine dönüyordu” (bkz. Lenin, agy.)

Rosa, 4 Ağustos 1914’ü, Alman sosyal demokrasisinin ve aynı zamanda II. Enternasyonal’in siyasi olarak çöküşü ve yıkılışı bakımından bir dönüm noktası olarak görüyordu. Rosa bu konuda Lenin’le
aynı paralelde düşünüyordu, ama o, bu doğru tespitlerden hareketle parti konusunda doğru sonuçlara varamıyordu. Rosa, oportünizme karşı ideolojik -siyasi mücadelenin birliğini ve bunun ancak ve ancak yeni tipte bir partinin mücadelesiyle sürdürülebileceğini henüz kavramıyordu. Bu eksikliği gören Lenin şöyle der: Junius, “Alman ‘çevresi’nden kendini kurtaramamıştır. Alman sol sosyal demokratları parçalanmaktan korkuyorlar ve devrimci şiarları sonuna kadar söylemekten çekiniyorlar” (Lenin agy.) Alman sollarının en büyük eksikliği olarak da Lenin şunu tespit eder. “Almanya’da bütün devrimci marksizmin en büyük eksikliği, sıkı, illegal örgütün olmayışıdır” (Lenin, agy)

Alman komünistleri bu yönde ilk adımlarını “Enternasyonal” ile atmışlardır. Bu dergi etrafında toparlanan “Enternasyonal Grubu” Alman komünistlerinin 4 Ağustos 1914’ten sonra ilk bağımsız örgütlenmeleri olmuştur. Dergide inisiyatif Rosa’dadır.

Bu dergi ancak Nisan 1915’te yayımlanır ve askeri yönetim tarafından hemen yasaklanır.

Lenin, Alman komünistlerinin illegal mücadele yürüttüklerini, illegal dergi çıkarttıklarını ve illegal bildiriler dağıttıklarını duyduğunda çok sevinir ve Haziran 1915’te şu değerlendirmeyi yapar; “Almanya’da pratikte yeni bir parti, gerçek bir işçi partisi, gerçek bir sosyal demokrat parti büyüyor, güçleniyor, örgütleniyor” (bkz. Lenin, “II. Enternasyonal’in Çöküşü”)

Enternasyonal Grubu, 1916’da (Ocak ve Mart Konferansları) Spartakus grubuna dönüşür. Kitlelerin aydınlatılması, antiemperyalist kitle eylemlerinin örgütlenmesi ve nihayet bu mücadeleleri örgütleyecek olan önderliğin örgütlenmesi, Spartakus Grubu’nun temel görevleriydi. Bu grupların oluşmasına, o dönem hapiste olan Rosa’nın dışarıya kaçırılan önerileri yön vermiştir. Mart 1916’daki konferansa ise Rosa bizzat katılmıştı.

1 Mayıs 1916’da Alman komünistleri (Spartakus Grubu) Berlin’de (Potsdam Meydanı’nda) 15.000 Berlinli’nin katıldığı savaş karşıtı bir gösteri düzenlerler. Bu görkemli ve cüretkar gösteride “kahrolsun hükümet, kahrolsun savaş” şiarlarını haykıran, kitlelere mal eden K. Liebknecht ile tutuklanır. 10 Temmuz 1916’da da Rosa “koruma”ya alınır. Yani tutuklanır ve iki ayrı hapishanede kaldıktan sonra 22 Temmuz 1916’da Breslav hapishanesine getirilir. Rosa’nın mücadelesi zindanlarda devam eder, yazıları gizlice dışarıya çıkartılır.

Rusya’da Şubat devrimi patlak verir. Rosa, bu devrimin burjuva demokratik bir devrim olduğunu tespit eder.
Rusya’da devrim ilk hamlede bürokratik mutlakiyet üzerine zafer kazandı. Ama bu zafer sonuç değil, aksine sadece küçük bir başlangıçtır… Rus proletaryasının uyanmış devrimci enerjisi,… 1905 programını, demokratik cumhuriyeti aşacaktır…Rusya’da sosyalist proletaryanın en acil şiarı… emperyalist savaşın son bulmasıdır” (R. Luksemburg, “Die Revolution in Russland” cilt 4, s. 243/244)

Rosa’nın bu konudaki anlayışı demokratik devrimle sınırlı değildir. “Junius Broşürü”nden sonraki zaman sürecinde Rosa’nın geliştiğini, bazı hatalarını gördüğünü ve Leninist çizgiye yaklaştığını görmekteyiz. “Rusya’da Devrim” yazısında O, şöyle diyordu.
Burada Rus devrimci proletaryasının programı Rus emperyalist burjuvazisinin keskin zırhına dönüşüyor… Tam da Rusya’da barış için eylem …kendi burjuvazisine karşı devrimci sınıf mücadelesi olarak, devlet içinde siyasi iktidar için mücadele biçiminde gelişebilir” (R. Luksemburg, C. 4, s. 244)

Rosa, başka bir makalesinde de Rus devrimini dünya çapında önemli olan “ilk proleter geçiş devrimi” olarak değerlendirir” (bkz. R. Luksemburg, “Zwei Osterbotschaften” -”İki Paskalya Mesajı”, C. 4, s. 269)

Rosa, “Junius Broşürü”nde emperyalist savaşa karşı ulusal bir programı alternatif olarak görüyordu. Lenin Rosa’nın bu anlayışını eleştirmişti. Aradan geçen zaman (Rus devrimi, Almanya’da sınıf mücadelesinin gelişmesi vs.) Rosa’nın bu hatasından sıyrıldığını ve Leninist anlayışa yaklaştığını göstermektedir.

Rosa, Spartacus Nr. 6’da (Ağustos 1917) yayınlanan “Acil Zamansal Sorunlar” adlı makalesini şöyle noktalıyordu:
Üç yıl öncesi gibi bugün de sadece (şu) alternatif var: Savaş veya devrim! Emperyalizm veya sosyalizm! Bu gür ve açık seçik açıklanmalı ve bundan herkes, kendi ülkesinde devrimci sonuçlar çıkartmalı. Bu, bugün mümkün olan yegane proleter sosyalist barış çalışmasıdır” (R. Luksemburg, “Brennende Zeitfragen” - “Zamanın Yakıcı Soruları”, C. 4, s. 289-290)

“Enternasyonal” dergisi, “Enternasyonal Grubu”, “Spartakus Grubu”. Bütün bu SPD’den ayrılmaya, kopmaya yönelik “örgütsel” adımlar tam anlamıyla Leninist örgütlenme anlayışı ışığında geliştirilememiştir. Bunda Rosa’nın, kısmen yıkılmasına rağmen yanlış, emperyalist çağda geçersiz ve oportünist olan anlayışlarının etkisi büyük olmuştur.

Rosa, K. Liebknecht, C. Zetkin, W. Pieck ve diğer Alman komünistleri, sosyal şovenizme ve sosyal pasifizme karşı mücadelelerinde, savaşın sonuçlanması için mücadelede, kısaca, düzenin yıkılması için mücadelede proletaryanın bağımsız siyasi hareketinden yanaydılar. Yani partileşme, partili mücadele reddedilmiyordu. Aynı zamanda SPD’nin de burjuva partisi olduğunu kabul ediyorlardı. Örneğin Ro sa, “yoldaşlara açık mektuplar” makale sinde şöyle diyordu.

Parti ve sendika mercilerini, Scheidemann ve yoldaşlarının, Legien ve yoldaşlarının örgütlü işçi sınıfı üzerindeki hakimiyetlerini; bu, Alman burjuvazisinin işçisınıfı üzerindeki muazzam zaferidir. …Sermayeye karşı sosyal demokrat partinin ve sendikaların bayrağı altında mücadeleye çekilen kitleler, bugün tam da bu örgütler tarafından ve bu örgütler içinde burjuvazinin boyunduruğuna, modern kapital ilişkilerin başlamasından bu yana hiç (koşulmadıkları) bir tarzda koşuldular.” (R. Luksemburg, “Offene Briefe an Gesinnungsfreunde, “Yoldaşlara Açık Mektuplar”, C. 4, s. 235”)

Rosa’ya göre Alman sosyal demokrasisi parçalanmıştır, bağrında antagonizma taşımaktadır. (“Burjuvazi-proletarya; sosyalizm-emperyalizm” bkz. agy. s. 233)

Bütün bu doğru düşünceleri savunan Rosa, eski saplantısından bir türlü kurtulamaz: Parti tabanını örgütleyerek bürokrat önderliği yıkmak ve partiyi yeniden kazanmak!

Rosa’nın “24 Mart Dersi” başlığını taşıyan makalesi, Spartakus Grubu tarafından Nisan 1916’da illegal bildiri olarak dağıtılır. Rosa bu bildiride “yoldaşlar, hatalarımızdan öğrenmek… tarihi görevimizdir” demesine rağmen adeta inat edercesine kendisi, kendi hatasından öğrenmemekte diretir. O, devamla şöyle der;
“… Bizim için çok önemli olan Enternasyonal’in ve partinin ahlaki çöküşü; bütün bunlar en azından şu kazancı sağlamalıdır. Aydınlatılmış işçilerin kitleleri kendi kaderlerini kendi ellerine almayı, önderlerini devrimci sınıf mücadelesinin seyrine zorlamayı ve ilerletmeyi öğreniyorlar” (R. Luksemburg, “Die Lehre des 24. März” -”24 Mart’ın Dersi”, C. 4, s.183-184)

Rosa aynı makalesinde devamla şöyle der;
Parti; ... yöneticiler, milletvekilleri veya redaktörler değildir. Parti; ... örgütlü proletaryanın kitleleridir. Bu, sosyalist sınıf mücadelesinin ruhudur. Parti sizsiniz! bundan dolayı, yüksek mevkilerdeki hainler tarafından … emperyalizmin yamağı durumuna getirilen partiyi yeniden fethetmek için işe koyulun.” (s. 185)
Rosa’nın bu anlayışları şu köklü hatasını bir kez daha gösteriyor; kitlelerin bağımsız hareketini, kitlelerdeki kendiliğindenliği abartmak, parti önderliğinin rolünü küçümsemek, Leninist parti anlayışını kavramamak. İşte tipik bir anlayışı:
Rus işçilerinin elbette ki örgütleri, seçim dernekleri, basını ve sendikaları yok, ama iktidarları ve etkileri için belirleyici olan şeyleri var: Sosyalizm için taze mücadele ruhu, kararlı irade, sınırsız fedakarlık… İşçi sınıfı, elbette ki örgütsüz olarak uzun dönem eylem kabiliyetli kalamaz. Bundan dolayı eminiz ki, Petersburg’da, Moskova’da, bütün Rusya’da işçi sınıfı… kendi örgütünü yaratacaktır” (R. Luksemburg, “Russiche Probleme” -”Rus Sorunları”, C. 4, s. 257)

Böylelikle Rosa, Şubat 1917 devriminde bir taraftan kitlelerin kendiliğindenliğini abartırken, diğer taraftan Bolşeviklerin örgütlü faaliyetini yok sayıyor. Rus proletaryası kendi örgütünü yaratacaktır!

Rosa, parti konusunda Rus devriminden yanlış sonuçlar çıkarıyordu. Bolşevik örgütlenmeyi küçümseyen veya yok sayan Rosa, Rusya’da devrimci kitle hareketinin kendi örgütünü yaratacağını ve Almanya’da da böyle bir gelişme olacağını sanıyordu. Rosa’ya göre Almanya’da gelişen devrimci kitle mücadelesi, Alman sosyal demokrasisindeki bir avuç haini, çürümüş unsurları, tasfiyecileri söküp atacaktı. (bkz. R. Luksemburg, C. 4, s. 232-236)

Rosa’da örgütsel bağımsızlık konusunda oportünizme karşı mücadelede Lenin’in anlayışı ve cesareti yoktu. Öyle ki, O, Bremenli sol radikallerin, bağımsız bir parti kurma anlayış ve çabalarını çok sekter bir şekilde reddediyordu. (bkz.”Rückblicke auf die Gothaer Konferenz”, C. 4, s. 270-274)

Alman komünistleri parti konusunda hata üstüne hata işlerler. Merkezci önderler, “Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Parti (USPD)’yi kurarlar. Bu partinin esas görevi, giderek devrimcileşen ve Spartakus Grubu’na yönelen kitleleri frenlemek, yeni bir tuzakta toplamaktı. Rosa, bu partiye katılarak, onu içten devrimcileştirmek amacıyla Spartakus Grubu’nun partiye katılmasını onaylar. Bu konuda O, şu anlayıştaydı;
“… Yeni parti de… ‘enternasyonal’ yönü neyse öyle kalacak. O, herhangi bir faydacılıktan dolayı yeni partiye girmedi… O, yeni partiyi ileriye doğru zorlamak, onun uyaran kalbi olmak için, … partideki gerçek önderliği üstlenmek için yeni partiye girdi” (R. Luksemburg, ”Rückblicke…” C. 4, s. 273)

Şüphesiz USPD (“Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi”, kuruluş 6-8 Nisan 1917) içinde Spartakus Grubu, bağımsız, kendi bütünlüğünü koruyan bir grup olarak kaldı. Ama bu partiye katılarak devrimcileştirmek hayali, bu büyük hata, Almanya’da gerçek komünist partisinin kurulmasını geciktirdi. Bu hata, Almanya’da devrimci durumun olgunlaşmaya başladığı bir dönemde işleniyordu. Kasım 1918 devriminde Alman komünistlerinin partisiz olmalarında ve kitleleri ML parti önderliğinde mücadeleye sürememelerinde Rosa’nın olumsuz “katkısı” hiç de küçümsenemez.

Rosa’nın sosyalist Ekim Devrimi’ne yaklaşımına gelince:
Rosa, Ekim Devrimi’nin ateşli savunucularından biridir. Rosa için Ekim Devrimi enternasyonal sosyalizmin şerefini kurtaran bir devrimdir. O bu konuda şöyle diyordu;

Batı’da sosyal demokrasinin kaybettiği bütün devrimci şeref ve eylem yeteneği, Bolşevikler tarafından temsil edildi. Onun (Bolşeviklerin çn.) Ekim ayaklanması, sadece Rus devrimi için gerçek kurtuluş değildi, aksine enternasyonal sosyalizm için de bir şeref kurtarıcılığıydı” (R. Luksemburg, “Zur Russichen Revolution”, C. 4, s.341)

Rosa, “Savaş, Ulusal Sorun ve Devrim” üzerine makalesinde de Ekim Devrimi’nin ulusal ve uluslararası özelliğine dikkati çekerek şöyle der;
Rus devrimi ve onun ortaya çıkarttığı Bolşevik hakimiyet, sosyal devrim sorununu tarihin gündemine koydu. O, sermaye ile emek arasındaki sınıf çelişkisini tamamen genel olarak uç noktasına kadar keskinleştirdi… Bolşevik hakimiyeti, uysallaşmış işçi sınıfı hayalini yıktı. Alman sosyal demokrasisi ve onun izinde bütün enternasyonali de son 30 yılın pratiği sayesinde doğan …  yaşama ve yaşatma…  hayalini (sınıf uzlaşmacılığı kastediliyor çn.) bertaraf etti. Haşin yumruğuyla Rus devrimi …  parlamentarizmin son yarım yüzyılı tarafından yaratılan sosyalizm ve kapitalizm arasındaki Modus Vivendi’yi (uzlaşmayı) yıktı ve sosyalizmi, seçim ajitasyonunun çok uzak geleceğin zararsız bir devrimi olmaktan (çıkartarak) … günün çok ciddi bir sorunu yaptı” (R. Luksemburg, C. 4, s. 370)

Ekim Devrimi Rosa’nın Bolşeviklere olan ve yukarıda belirttiğimiz, küçümseme, yok sayma tutumunu da değiştirir. O, bu konuda şöyle der;
Lenin-partisi, gerçek devrimci bir partinin görevlerini kavrayan, bütün iktidar proletarya ve köylü kitlelerine şiarıyla devrimin devamını garantileyen partiydi…

Bolşevikler, derhal iktidarı ele geçirmenin amacı olarak bütün ve kapsamlı devrimci programı yürürlüğe koydular, burjuva demokrasisinin garantiye alınması için değil, aksine sosyalizmin gerçekleştirilmesi amacıyla proletarya diktatörlüğü.” (R. Luksemburg, “Zur Russischen Revolution C. 4, s. 341)

Rosa, başka bir yazısında da Bolşevikler için şöyle der;
Bolşevizm, pratik devrimci sosyalizm için, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmedeki bütün çabaları için, parola oldu.” (R. Luksemburg, “Über Krieg, nationale Frage und Revolution” -”Savaş, Ulusal Sorun ve Devrim Üzerine”, C. 4, s. 371)

Rosa, her zaman, her konuda Lenin ve Bolşeviklerle aynı paralelde olmasa da onlardan öğrenecek ve bunu açıkça ifade edecek kadar alçakgönüllüydü:
Söyleyebiliriz ki, yeniden Marks’ın yanındayız ve Rus Bolşeviklerine iftiralar yapıldığında şu yanıtı vermeyi unutmamalıyız. Şimdiki devriminizin ABC’sini nerede öğrendiniz? Ruslardan aldınız: İşçi ve asker şuraları. Dünya devrimi için ilk şiarları atan Rus devrimiydi.”

Kasım 1918’de olaylar, gelişmeler birbirini kovalar. 3 Kasım’da Kiel’de silahlı ayaklanma başlamıştır. 8 Kasım 1918’de Rosa, Breslav hapishanesinden kurtarılır. Ama ortada parti yoktur. 11 Kasım 1918’de Spartakus Grubu, Spartakus Birliği’ne dönüştürülür. Ve bu birlik, “Bütün İktidar Konseylere” şiarını atar. Ama Birlik, parti değildir. Ve nihayet iç savaşın ateşi içinde 30 Aralık 1918 - 1 Ocak 1919’da toplanan Alman komünistleri, Almanya Komünist Partisi’ni kurarlar.

SPD hükümeti, Alman proletaryasının gelişen mücadele seyri içinde mevcut düzeni yıkacağından korkmaktadır. Karşıdevrim bu gelişmeyi engellemek, yeni doğmuş partiyi yok etmek için 4 Ocak 1919’da provokasyona girişir. Berlin polis müdürü Emil Eichhorn’u görevinden alır. Bunun üzerine 5 Ocak’ta yüz binden fazla işçi KPD ve USPD’nin ortak çağrısına uyarak sokağa dökülürler. “Kahrolsun Ebert-Scheidemann” diyerek polis merkezine doğru yürürler. Aynı günün gecesinde işçiler, “İleri”nin binasını ve başka burjuva basımevlerini işgal ederler. 6 Ocakta USPD’nin sağcı önderleri, karşıdevrimci SPD hükümetine, “kan dökülmesini” engellemek için görüşme teklifi yapar. Bunu reddeden KPD, “Devrim Komisyonu”ndaki temsilcilerini 8 ocakta çeker. Genç parti, ayaklanan işçilerle birlikte çok güçlü karşıdevrime karşı kahramanca savaşır. Ne var ki, işçi sınıfı yenilir. Bu yenilgi Alman komünistlerine ve tabii başta da Rosa’ya büyük ve acı bir ders olur. O yenilginin hemen arkasından, yenilginin nedeni olarak şunu söyleyecektir;

“Son günlerin krizi, kitlelere çok önemli ve çok acil dersler çıkarttırıyor. Yetersiz önderliğin şimdiki durumu ile Berlin işçilerinin eksik olan örgüt merkezi savunulamaz. Devrim davasının ilerlemesi gerekiyorsa, proletaryanın zaferi ve sosyalizm rüyadan öteye geçmeliyse, devrimci işçi sınıfı kitlelerin mücadele enerjisini yönlendiren ve değerlendirmeyi kavrayan düzeyde yönetici organlarını yaratacaktır. (R. Luksemburg, “Versagen der Führer” -”Önderlerin Başarısızlığı”, C. 4, s. 527/528)

Alman tekelci sermayesi, her şeyden önce de onun hükümetteki SPD’si, komünist avı örgütler. Karşı devrim, önderlerin kellesini istemektedir. SPD’nin merkez organı “İleri”, yüzlerce ölü var, onların arasında neden Rosa ve Karl yok diye “şiir” yayınlar. Ve nihayet karşı devrim Karl ve Rosa’yı 15 Ocak 1919’da Berlin’in Wilmersdorf semtinde bir evde ele geçirir. Polis merkezi olarak kullanılan Eden Oteli’ne getirilirler. Onları otelde katletmeyi göze alamayarak, hapishaneye götürüyoruz diye arabaya bindirirler. Arabada kafaları ezilene kadar dövülürler ve kurşunlanırlar. K. Liebknecht’in cesedi Tiergarten semtinde ıssız bir köşeye atılırken, Rosa’nın cesedi Landwehr Kanalı’na atılır ve aylar sonra bulunur. Karl’ın cenazesi 25 Ocak 1919’da kaldırılır. Cesedi 1 Haziran gecesi söz konusu kanal üzerindeki Freiarchen Köprüsü kenarında bulunan Rosa’nın cenazesi, görkemli bir yürüyüşle 13 Haziran 1919’da kaldırılır. Onların mezarları yan yanadır.

Rosa’nın son yazısı 14 Ocak 1919’da “Kızıl Bayrak”ta yayınlanır. “Berlin’de Düzen Hakimdir” başlığını taşıyan bu makalesini Rosa, dünya proletaryasının eşsiz kartalı, o cüretkar teorisyen ve ateşli ajitatör şöyle noktalar:

“Önderlik başarısız kaldı. Ama önderlik kitlelerden ve kitleler arasından yeniden yaratılmalıdır, yaratılacaktır. Kitleler belirleyicidir, onlar, devrimin nihai zaferinin kurulacağı kayadır. Kitleler tavındaydı.
Onlar bu ‘yenilgi’yi, uluslararası proletaryanın gücü ve gururu olan o tarihi yenilgilerin bir uzvu olarak şekillendirdiler. Ve bundan dolayı bu ‘yenilgi’den geleceğin zaferi gelişecektir.

‘Berlin’de Düzen Hakimdir!’ Siz kör hafiyeler! Düzeniniz kum üzerine inşa edilmiştir. Yarın devrim yeniden ‘takır takır’ yükselecektir ve korkunuza inat gümbür gümbür ilan edilecektir.

Vardım, varım, var olacağım!


*)Proleter Doğrultu, Sayı 9, Ocak-Şubat 1997.

Bu makalenin ikinci bölümünü (“Rosa Luksemburg’un Bazı Hataları ve Ekonomi Üzerine Yazılarının Tarihi Anlamı”) başka bir vesileyle yayınlayacağız.

Yazılış tarihi: 18-22 Aralık 1991.