YENİ
BİR FAZLA ÜRETİM KRİZİNE DOĞRU (III)
III-
EKONOMİK KRİZLERİN ZORUNLULUĞU/KAÇINILMAZLIĞI
Ekonomik
krizin kaçınılmazlığı üzerine Marksist teorinin bazı
açılımlarını tezleştirmekle yetiniyoruz.
Ekonomik
krizin nedeni çoktur. Ama esas olan, her seferinde temel kapitalist
ilişkilerin keskinleşmesidir:
1-Kriz
olasılığının kriz gerçekliğine dönüşmesi
Kriz
olasılığının kriz gerçekliğine dönüşebilmesi için birçok
olgunun var olması gerekir. Bu olgular, kapitalizmin ilk gelişme
aşamasında -basit meta üretiminde- yoktur.
“Bu
olasılığın gerçeğe dönüşmesi, uzun bir dizi ilişkilerin
sonucudur ve basit dolaşım açısından bunların varlıklar henüz
söz konusu değildir.”
(71).
2-Ekonomik
kriz/fala üretim krizi ancak, kapitalizmin makineli üretim
aşamasında mümkün olabilir
Fazla
üretim krizinden bahsedebilmek için kapitalizmin makineli üretim
aşamasına kadar gelişmiş olması gerekir. Çünkü ona özgü
çelişkileri gelişmesinin bu son aşamasında bütün çıplaklığıyla
açığa çıkar. Örneğin Türkiye'de kapitalizmin makineli üretim
aşaması her ne kadar 1930'lu yılların sonunda hakim olmuşsa da,
etkisini -dönemsel çevrim gücünü- ancak 1970'li yılların
sonunda gösterebilmiştir. Bu nedenledir ki, Türkiye'de
kapitalizmin ilk devresel krizi -fazla üretim krizi 1979-1981'de
yaşanmıştır.
“Kapitalist
topluma özgü çelişkiler, kendilerini en çarpıcı biçimde
modern sanayinin yaşadığı ve doruk noktası genel kriz olan
dönemsel çevrim değişikliklerinde hissettirir”
(72).
3-Kapitalizmin
çelişkileri ve ekonomik kriz
Dünya
ekonomik krizinde, kapitalist ekonominin bütün çelişkilerinin
keskinleşmesi ve kriz sürecinde de zorla uyumlu hale getirilmesi
söz konusudur. Krizin seyri, kapsamı, derinliği, karakteri ise
kapitalist ekonominin her bir tekil ögelerinin incelenmesiyle
mümkün olabilir. Örneğin sanayi üretiminin durumu, kredi durumu
vs.
“Dünya
pazarı krizleri, burjuva ekonominin tüm çelişkilerinin gerçek
yoğunlaşması ve zorla çeki düzene sokulması olarak
görülmelidir. Bu krizlerde tıka basa yoğunlaştırılmış olan
tekil etmenler, demek ki burjuva ekonominin her alanında ortaya
çıkma durumundadır ve tanımlanmalıdır ve bu tekil etmenleri
incelemekte ilerleme sağladığımız ölçüde, bir yandan bu
çatışmanın daha çok yönünün izini sürmek gerekecektir, öte
yandan, krizin daha soyut biçimlerinin birbirini izlediğinin ve
daha somut biçimlerin içinde yer aldığının gösterilmesi
gerekecektir”
(73).
4-Ekonomik
kriz, kapitalist ekonominin bütün çelişkilerinin
yoğunlaşmış
ifadesidir
“Burjuva
ekonominin bütün çelişkilerinin görünümü olarak kriz”
(74).
5-Ekonomik
kriz ve sistem savunucularının demagojileri
Ekonomik
kriz sürecinde kapitalist üretimin ve burjuva sistemin bütün
çelişkileri açığa çıkar ve burjuvazi, sistem savunucuları
gerçeği gizlemeye çalışırlar. Bunu nasıl yaptıklarını şimdi
yaşanan kriz sürecinde de görmekteyiz Sayısı nedenden
bahsederler; sermaye sahiplerinin hırsından, politikacıların
yanlış kararlarında vb. bahsederler. Ama bunların hiçbirisi
krizin gerçek nedeniyle ilişkili değildir (75).
6-Sermaye
açısından krizin seyri
6.1-Ekonomik
kriz ve kapitalizmin makineli üretim aşaması
Ekonomik
kriz, kapitalizmin makineli üretim aşamasında ancak mümkünü
olur ve bu kriz dönemsel olarak patlak verir. 1925'ten bu yana
kapitalizmin gelişmesi bu gerçekliğin ifadesidir.
“Gerçekten,
ilk genel krizin patlak verdiği tarih olan 1825 yılından bu yana,
sanayi ve ticaret dünyasının tümü, uygar halklar ve onların az
ya da çok barbar uyduları topluluğunun üretim ve değişimi, her
on yıl dolaylarında bir kez şirazesinden çıkar. Ticaret durur,
pazarlar tıkanmıştır, ürünler sürümsüz oldukları ölçüde
yığılıp kalır, peşin para görünmez olur, kredi ortadan
çekilir, fabrikalar kapanır, emekçi yığınlar fazla geçim
gereci üretmiş olmaktan ötürü geçim gereçlerinden yoksun
kalırlar, batkılar batkıları, zoraki satışlar zoraki satışları
kovalar. Tıkanıklık yıllarca sürer; üretici güçler ve
ürünler, birikmiş meta yığınları, sonunda değerlerinin az ya
da çok altında bir fiyat üzerinden sürülene, üretim ve değişim
yavaş yavaş canlanana değin, yığın halinde israf ve imha
edilirler. Yavaş yavaş gidiş hızlanır, tırısa döner, sınai
tırıs dörtnal olur ve bu dörtnal da sonunda, en tehlikeli
atlamalardan sonra kendini yeni baştan çöküntü çukurunda bulmak
üzere, bir sanayi, ticaret, kredi ve spekülasyon steeple chase'inde
doludizgine değin yükselir. Ve hep aynı yineleme. İşte, 1825'ten
bu yana beş kezden az yaşamadığımız ve şu anda (1877) altıncı
kez olarak yaşadığımız durum” (76).
6.2-Krizler
dönemselleşir/Çevrimli olur
“Babbage'a
göre İngiltere'de makinenin ortalama üretimi 5 senedir; bundan
dolayı reel olanı belki 10 senedir. Sabit sermayenin büyük ölçüde
gelişmesinden bu yana sanayinin yaşadığı devreviliğin -bununla
birlikte sermayenin toplam üretim aşamasının da- şu veya bu
biçimde 10 senelik bir zamana tekabül ettiği şüphe götürmez.
Başka belirleme nedenleri de bulacağız. Ama bu, nedenlerden
biridir.
Tarım
gibi...sanayi için de geçmişte iyi ve kötü zamanlar olmuştu.
Ama karakteristik dönemlere, çağlara ayrılmış çok yıllık
sanayi çevrimi büyük sanayiye özgüdür”(77).
Sanayi
üretimi, konjonktür çevrimlidir ve bu çevrim kapitalizmin
gelişmesinin ilk aşamalarında görülmez. Örneğin bir ülkede
kapitalizm basit meta ve manüfaktür aşamasındaysa o ülkedeki
kapitalist konjonktürde sermaye hareketi yasasından kaynaklanan bir
çevrim olamaz. Ancak makineli üretim aşamasında bu çevrim söz
konusu olur.
“Modern
sanayinin, insanlık tarihinin daha önceki dönemlerinde
görülmeyen bu kendine özgü yolu, kapitalist üretimin çocukluk
döneminde de olanaksızdı”
(78).
“Kullanılan sabit sermayenin değer büyüklüğü ile dayanıklılığı, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine göre, sanayi ile sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım alanında, birçok yılı, diyelim ortalama on yılı kapsayacak şekilde uzar. Sabit sermayenin gelişmesi, bir yandan bu ömrü uzattığı halde, öte yandan da, bu ömür, kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle aynı şekilde devamlı olarak hız kazanan üretim araçlarındaki sürekli devrimler ile kısalır. Bu, üretim araçlarında bir değişiklik ve bunlar fiziki olarak tükenmeden çok önce manevi değer kaybı nedeniyle, sürekli yenilenmeleri zorunluluğunu getirir.
Modern
sanayinin temel dallarında bu yaşam çevriminin ortalama on yıl
olduğu varsayılabilir. Ne var ki, biz, burada, kesin rakamlar ile
ilgili değiliz. Şu kadarı açıktır: bu süre içerisinde
sermayenin sabit kısmı tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç
yılı kapsayan birbiriyle bağıntılı devirler çevrimi, devresel
krizlere maddi bir temel sağlar. Bu çevrim sırasında, işler,
birbirini izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, hızlanma ve
kriz dönemlerinden geçer. Sermayenin yatırılmış olduğu
dönemlerin birbirlerinden çok farklı olduğu ve zaman bakımından
çakışmaktan çok uzak bulundukları doğrudur. Ama bir, daima
geniş yeni yatırımların çıkış noktasını oluşturur. Bu
nedenle, bir bütün olarak toplumun bakış açısından, bir
sonraki devir çevrimine az çok yeni bir maddi temeli sağlarlar”
(79).
6.3-Konjonktür
çevrimi farklı aşamalardan oluşur
Konjonktür
çevrimi aynı zamanda sanayi üretimi çevrimidir ve bu da birbirini
takip eden farklı evrelerden/aşamalardan oluşur.
“Fabrika
sisteminin özünde bulunan ve sıçramalarla genişlemesini sağlayan
muazzam gücü ile bu sistemin dünya pazarına bağımlılığı,
zorunlu olarak hummalı bir üretime yol açar ve bunu, pazarların
mal fazlası ile dolması izlediği gibi, pazarların daralması da
üretimi felce uğratır. Modern sanayi yaşamı, birbirini izleyen
ılımlı faaliyet, gönenç, aşırı üretim, kriz ve duraklama
dönemleri halini alır”
(80).
6.4-Çevrimin evrelerinde değişim olabilir
Çevrimin
evrelerinde, kapitalist üretimdeki gelişmeden kaynaklanan ve bu
nedenle de yasallığı olan değişim olabilir: Örneğin durgunluk
dönemi uzayabilir.
“Her
on yılda bir sanayinin seyri, genel bir ticari krizle sert bir
kesintiye uğruyordu. Bunu, kronik halsizliğin uzun bir döneminden
sonra kısa, birkaç yıllık bir gönenç dönemi izliyor ve her
zaman hummalı bir aşırı üretim ve onun sonucu olan yeniden
çöküşle sona eriyordu...
1866
krizini gerçekten de 1873 dolayında kısa süreli ve hafif bir
ticari yükseliş takip etti, ama bu uzun sürmedi. Gerçekte, olması
beklenen zamanda, 1877 ya da 1878'de tam bir krizden geçmedik. Ama
1876'dan bu yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir
durgunluğa girdik. Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü
öncesi ve sonrasında hak ede geldiğimiz özlenen gönenç.
Öldürücü bir sıkıntı, bütün iş kollarında ve bütün
pazarlarda süreğen bir mal fazlalığı - yaklaşık on yıldır
yaşadığımız bu. Bu nasıl oluyor?
…Modern
sanayinin koşulları, buhar gücü ve makine donanımı; yakıt,
özellikle kömür olan her yerde yerine getirilebilir ve
İngiltere'nin yanı sıra başka ülkelerde -Fransa, Belçika,
Almanya, Amerika, hatta Rusya'da- kömür vardır. Ve oralardaki
insanlar, sırf İngiltere'nin şanı-şerefi ve daha büyük bir
zenginlik elde etmesi uğruna, İrlandalı yoksul çiftçilere
dönüştürülmenin hiçbir yararı olmadığını gördüler.
Kararlı bir biçimde, yalnızca kendileri için değil, ama dünya
için mal üretimine giriştiler ve sonuç şu ki, İngiltere'nin
neredeyse bir yüzyıldır tadını çıkardığı imalat tekeli geri
döndürülemeyecek biçimde kırıldı...
Bu
tekel ayakta kaldığı sürede bile pazar, İngiliz sanayinin artan
üretkenliğine ayak uyduramıyordu; sonuç, on yıllık
bunalımlardı”
(81).
Demek
ki konjonktür çevriminde -burada durgunluk aşamasının uzaması-
ilk değişim 1880'li yıllarda yaşanmıştır.
Engels
konjonktür çevrimindeki değişimle ilgili olarak Kapital'in 3.
cildindeki bir dipnotunda da şöyle der: “Bir
başka yerde de değindiğim gibi -Kapital, Birinci Cilt, s. 37-38-
son büyük genel krizden beri burada bir değişiklik olmuştur.
Daha önceki on yıllık döngüleriyle, devresel süreçlerin had
biçimi, yerini -çeşitli sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda
yer alan- işlerde nispeten kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten
uzun ve kararsız durgunluk arasında değişen, daha kronik ve daha
uzun süreli biçimlere bırakmış görünmektedir. Ama bu, belki
de, yalnızca, döngülerin sürelerinin uzaması sorunudur. Dünya
ticaretinin ilk yıllarında, 1815-47 arasında, bu döngülerin
yaklaşık beş yıl sürdüğü gösterilebilir; 1847 ile 1867
arasında, döngü açıkça on yıldır; şimdi, acaba, bugüne
değin eşi görülmemiş yeni bir dünya krizinin hazırlık
aşamasında mı bulunuyoruz? Pek çok şey bu yöne işaret ediyor“
(82).
Engels'in
“Pek
çok şey bu yöne işaret ediyor”
dediği gelişme 1930'lu yıllarda ve 1970'lerden sonra da süreklilik
kazanmıştır; İnişli-çıkışlı durgunluk.
Uzun
süren, krize götürmeyen, ama yükselişe de götürmeyen bu
durgunluk durumunu Stalin “özel cinsten bir durgunluk” diye
tanımlar:
“Açık
ki burada, sanayin çöküşünün derin noktasından, sanayi
krizinin derin noktasından bir depresyona geçişle, ama mutat bir
depresyona değil, bilakis sanayi yeni bir yükselişe,
açılıp-gelişmeye götürmeyen, ama onu çöküşün derin
noktasında geri götürmeyen özel cinsten bir depresyonla karşı
karşıyayız”
( aç. İ.O) (83).
Stalin'in
tanımladığı bu durgunluk 1970'lerden bu yana dünya kapitalist
ekonomisinde konjonktürün süreklilik kazanmış; yasallığı
olan bir aşaması olmuştur.
6.5-Çevrimde
yıl sayısı mutlak değildir
Çevrimin,
konjonktürün 10 veya 11 veya 12 sene olmasında, yani süresinde
bir mutlaklık, bir yasallık yoktur. Yasallık çevrimin
olmasındadır.
„Şimdiye
kadar böylesi çevrimlerin periyodik süresi on veya on bir senedir.
Ama bu sayıyı değişmez (sabit) olarak görmek için hiçbir neden
yok. Tersine, geliştirdiğimiz kapitalist üretimin yasalarından
hareketle bu sürenin değişken olduğu ve çevrimlerin
periyotlarının aşamalı olarak kısalacağı sonucuna varılabilir“
(84).
Kapitalizmin
gelişmesi, konjonktür çevriminin bazı dönemlerde kısaldığını
5 ila 8 sene arasında değiştiğini göstermektedir. Örneğin I.
Dünya Savaşı sonrasında 20 yıl içinde üç krizin yaşanması.
Son olarak 1990-1994 krizini 2000-2004 ve bu krizi de 2008 krizinin
takip etmesi çevrim süresinde bir kısalmanın olduğunu
göstermektedir.
6.6-Sanayi
çevrimi kendi kendini yineler ve yeniler
Sanayi
çevrimi/devreviliği bir defa başlarsa, kendi kendini
yeniler/yineler. Çevrimin her bir aşamasında üretim koşulları,
üretimin kapsamı, üretici güçlerin durumu farklıdır.
“Sınai çevrim öyle bir niteliktedir ki, bir kez ilk hareket verildi mi, aynı devrenin, devresel olarak kendi kendini yeniden üretmesi gerekir. Gevşeme dönemi boyunca üretim, bir önceki çevrimde ulaştığı ve şimdi kendisi için gerekli teknik temelin kurulduğu düzeyin altına düşer. Gönenç döneminde -ara dönemde- bu temel üzerinde gelişmeye devam eder. Aşırı üretim ve spekülasyon döneminde, üretim sürecinin kapitalistçe sınırlarını aşana kadar, üretken güçleri sonuna dek zorlar” (85).
“Sınai çevrim öyle bir niteliktedir ki, bir kez ilk hareket verildi mi, aynı devrenin, devresel olarak kendi kendini yeniden üretmesi gerekir. Gevşeme dönemi boyunca üretim, bir önceki çevrimde ulaştığı ve şimdi kendisi için gerekli teknik temelin kurulduğu düzeyin altına düşer. Gönenç döneminde -ara dönemde- bu temel üzerinde gelişmeye devam eder. Aşırı üretim ve spekülasyon döneminde, üretim sürecinin kapitalistçe sınırlarını aşana kadar, üretken güçleri sonuna dek zorlar” (85).
6.7-Kısmi
krizler genel krize dönüşebilir
Krizin
genel krize dönüşmesi:
-Bir
fazla üretim krizinin genel bir krize dönüşmesi için veya krizi
böyle tanımlamak için belli başlı ürünleri -sektörleri-
etkilemesi yeterlidir.
“Bir
krizin (yani fazla üretim krizinin de) genel olması için, belli
başlı ticaret mallarını etkilemesi yeterlidir”
(86).
-Kapitalist
üretim biçiminde dönemsel patlak veren fazla üretim krizinin yanı
sıra kısmi krizler de, ara krizler de patlak verebilir. Bu
krizlerin doğrudan kapitalist ekonomiden kaynaklanan nedenleri
olabileceği gibi, doğrudan ekonomiden kaynaklanmayan nedenleri de
olabilir. (Ara kriz sorununu aşağıda ele alacağız).
“Söylemeye
gerek yok, bu gözlemlerimizin tümünde, tek tek bazı alanlarda çok
fazla üretim yapılmış olabileceği ve bu nedenle
başka alanlarda çok az üretilmiş olabileceği yadsınmamıştır;
şu halde dengesiz
üretimden kısmi
krizler doğabilir (ne var ki dengesiz
üretim her
zaman yalnızca rekabet temelindeki dengesiz üretimin sonucudur) ve
bu dengesiz üretimin genel biçimi, sabit sermayenin aşırı
üretimi ya da öte yandan döner sermayenin aşırı üretimi
biçiminde kendini gösterir. (Eğirme makineleri icat edildiği
zaman, dokumacılığa oranla aşırı iplik üretimi olmuştu.
Dokumacılığa mekanik dokuma tezgahları gelince bu dengesizlik
giderildi)”
(87).
7-Kriz
sürecinde nakit ve sabit sermaye arasındaki orantılı denge
bozulur
Kriz
sürecinde nakit/akışkan ve sabit sermaye arasındaki orantılı
ilişki bozulur. Bu durum, bankaları etkilediği gibi, bankaların
tavrının da bir sonucu olabilir. Şimdi yaşana kriz sürecinde
bankaların etkilenmesi ve kredi üzerinden de etkide bulunması
bunun ne anlama geldiğini göstermektedir.
“Zamanımızda
hemen her ticaret krizi, nakit ve sabit sermaye arasındaki doğru
orantının ihlal edilmesiyle bağ içindedir. Doğrudan amacı,
mümkün olduğunca ülkenin ödünç alınan sermayesini demir
yollarına, kanallara, madenciliğe, tersanelere, buharlı gemilere,
demir işletmelerine ve başka sanayi işletmelerine, ülkenin üretim
olanaklarını hesaba katmadan yatırmak olan büyük bankalar gibi
bir kurumun etkisinin sonucu ne olmalıdır?”
(88).
8-Kriz
sürecinde kapitalizmin bütün çelişkileri “kolektif” açığa
çıkar
Bütün
fazla üretim krizlerinde kapitalist ekonominin bütün çelişkileri,
birbirini etkileyerek; “kolektif” olarak açığa çıkarlar.
Özgün krizlerde ise durum değişiktir. Bu türden krizlerde,
örneğin sadece petrolle sınırlı kalan bir kriz, kapitalist
üretimin çelişkileri tek yanlı, yalıtılmış ve dağınık
olarak açığa çıkarlar.
“Genel
dünya pazarı krizlerinde burjuva üretimin bütün çelişkileri,
kolektif olarak patlak verir; belirli (içerikleri ve genişlikleri
belirli)
krizlerde patlamalar ara aradır, yalıtılmıştır ve tek yanlıdır”
(89).
9-Para
ve Kredi Kıtlığı
9.1-Kriz
döneminde nakit para önem kazanır
Yaşanan
krizde de gördüğümüz gibi ekonomik kriz sürecinde nakit para
oldukça önem kazanır.
“Krizlerde
nakit paranın sahip olduğu anlam,...yükümlülüklerin yenine
getirilmesinden; kopan dolaşımın (metaların alımı ve satımı)
yanı sıra mecburi satışlardan bir mecburi dolaşımın
gerçekleşiyor olmasıdır”
(90).
9.2-Paranın
işlevi ve çelişkisi
Paranın
işlevi, kullanılma amacına, kullanıldığı döneme -kriz süreci
veya değil- göre değişir ve kendine özgü çelişkileri açığa
çıkar.
Ödeme
aracı olarak paranın işlevi doğrudan çelişki taşır: Örneğin
borç ödemelerini yerine getirirken para, sadece düşünsel olarak
bir değer ölçüsüdür.
Gerçek
ödeme yapılırken para, dolaşım aracı (bütün metalar için
mübadele aracı) olarak ortaya çıkmaz.
Burada para, artık metaların mübadelesinde geçici bir etken
olmaktan çıkmıştır. Burada para, toplumsal emeğin bireysel
cisimleşmesi olmuştur; para, artık burada, değişim değerinin
bağımsız varlık biçimi olmuştur, mutlak metadır.
Paranın
işlevindeki bu çelişki kriz dönmelerinde oldukça açık bir
şekilde görülür (91).
9.3-Kriz
ve para-para dönemi
Dolaşımdaki
para miktarı, konjonktürün yükseliş aşamasında en yüksek
seviyesine ulaşır. Konjonktürün bu aşamasında aşırı üretim
ve dizginsiz spekülasyon gündemdedir. Ama kriz patlak verir vermez,
para da piyasadan kaybolur. Artık herkes; her kapitalist ödeme
derdine düşmüştür. Ödeme yapmak için de nakit para gereklidir,
ama kriz döneminde para bulmak deveye hendek atlatmaktan daha zordur
(92).
9.4-Para, kredi, poliçe ve kriz
Kriz
döneminde ödeme yapmak için paraya ihtiyaç artar; ödeme aracı
olarak para kıtlığı vardır. Para kıtlığı politik kararlarla
açıklanabilir. Ama bunun gerçekle ilişkisi yoktur. Bu, krizin
politik yanlış kararla açıklanması demektir. Ama hiçbir yanlış
karar krizin nedeni olamaz. Kredinin belirleyici önemi olduğu bir
üretim sisteminde; kapitalizmde kredi kıtlığı başlayınca ödeme
yapmak için nakite duyulan ihtiyacın artması; ödeme aracı olarak
para arayışı doğaldır.
“İlk
bakışta, insanlar olup biteni bir kredi, para krizi olarak
algılarlar. Gerçekten de söz konusu olan, poliçenin paraya
çevrilme sorunudur... Poliçeler ise çoğunlukla gerçek alım ve
satımı temsil ederler. Ama bu poliçeler; alım ve satım,
toplumsal gereksinimin çok üstünde genişlemiştir. Bu durum
krizin esas nedenini oluşturur. Bu gerçekliğin yanı sıra bu
poliçelerin çok önemli bir kısmı dolandırıcılığın ta
kendisidir; kriz döneminde bütün bu dolandırıcılık açığa
çıkar. Bunun yanı sıra başkalarını sermayesi ile yapılan
spekülasyonlar da arka arkaya sabun köpüğü gibi patlar.
İsterseniz buna poliçe köpüğü de diyebilirsiniz. Satılmayan
metalar, geriye dönüşü olmayan sermaye hareketi; işte bütün
bunlar da poliçeler tarafından temsil edilir”.
Devlet durumu kurtarmak için „bütün
dolandırıcılara, senetleri yoluyla değersiz sermaye verir ve
değer kaybetmiş bütün metaları eski nominal değerleri üzerinden
satın alır” ama bu da çare değildir. Marks'ın Kapital'in III.
Cildine yazdığını 2008 yılında Bush “kurtarma paketi”yle
doğrular. Demek ki aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen
burjuvazi hala bir şey öğrenmemiş! Dün İngiltere Bankası'nın
yaptığını bu gün Fed yapıyor veya herhangi bir merkez bankası
yapıyor (93).
9.5-Faiz
ile konjonktür aşamaları arasındaki ilişki
Faiz
ile konjonktür devreviliği arasında ilişki vardır:
Düşük
faiz genellikle gönenç dönemlerinde veya da aşırı kar
dönemlerinde görülür. Faizdeki yükseliş konjonktürün gönenç
döneminden ayrı düşebilir veya da tam tersi söz konusu olabilir.
Bu dönemde faiz tefecilik boyutlarını da alabilir.
Ama
durgunluk döneminde düşük faiz ve canlanma döneminde de yükselen
bir faiz hareketi görülebilir.
Açık
ki faiz oranı, ödeme aracı olarak paraya en çok ihtiyaç
duyulduğu önemlerde yükselir. Faiz oranlarında artış, değerli
kağıtların fiyatında düşmeyi beraberinde getirir. Ve elinde
nakit bulunduranlar, ileride kar beklentisiyle, fiyatları düşmüş
değerli kağıtları satın alarak “iyi” bir ticaret yapmış
olurlar (94).
9.6-Faiz,
kriz patlak verince azami seviyesine ulaşır
Şimdi
yaşandığı gibi, kriz sürecinde kredi darlığı baş gösterir,
ödemelerde tıkanma olur; yeniden üretim süreci felce uğrar;
nakit paraya ihtiyaç artar.
“Faiz,
yeni
bir kriz başlar başlamaz... tekrar en yüksek düzeyine ulaşır.
Kredi birdenbire kesilir, ödemeler durur, yeniden üretim süreci
felce uğrar, ve daha önce sözü edilen istisnalar ile, aşırı
bol bir atıl sanayi sermayesi, neredeyse mutlak bir borç sermaye
yokluğu ile yan yana görülür. Genellikle, borç sermayesinin faiz
oranında ifadesini bulan hareketi, sanayi sermayesinin hareketiyle
zıt yöndedir” (95).
9.7-Para
krizi ve ekonomik kriz
Bazı
para krizleri, fazla üretim krizlerinin bir aşaması olarak açığa
çıkarlar. Ama bazı para krizlerinin ise fazla üretim krizleriyle
ilişkisi yoktur; bunlar, para krizi olarak tanımlanan özgün
krizlerdir, üretim ve ticareti dolaylı etkilerler. Para sermaye
hareketinden kaynaklanan, banka, borsa, mali kriz olarak bilinen bu
krizler, politik kararlarla yönlendirilebilirler.
“Para
krizi,... her genel krizin bir aşaması olarak, kendilerine gene
para krizi adı verilen, ama kendi başlarına ortaya çıkabilen ve
böylece ticaret ve sanayi üzerinde ancak dolaylı bir etki yapan
özel tür krizlerden açıkça ayırt edilmelidir.
Bu
krizler, para sermayesi ekseni etrafında döndüğü için, doğrudan
doğruya hareket alanı da, bu sermaye, yani bankalar, borsalar ve
mali çevrelerdir”
(96).
10-Meta
sermayenin değersizleşmesi sonucunda doğan meta sermaye
fazlalığı
10.1-Kriz
döneminde metaların fiyat değişimi, meta sermayenin kıyımı;
değersizleşmesi anlamına gelir
“Çoğu
zaman krizlerden önce, kapitalist üretimin mal fiyatlarında
genel
bir enflasyon
olur. Bu nedenle izleyen çöküntüye hepsi katılır ve eski
fiyatlarıyla, piyasada bir bolluğa neden olurlar. Pazar, düşen
fiyatlarda, maliyet fiyatının altına düşen fiyatlarda, eski
fiyatlardan emebileceğinden daha büyük bir bölümünü emebilir.
Meta fazlası her zaman görelidir; başka deyişle fazlalık, belli
fiyatlarda bir fazlalıktır. Sonradan metaların emildiği fiyatlar
üretici ya da tüccar için yıkıcıdır” (97).
10.2-Kriz
sürecinde sanayi sermayesi bolluğu yaşanır
Meta
sermayesi aslında para sermayedir; yani metaların fiyatlarında
ifadesini bulan belli bir miktardaki değerdir. Kullanım değeri
olarak bu nesneler pazarda bol miktarda bulunurlar. Ama para sermaye
olarak sürekli, genişlemeye ve daralmaya tabidirler (98).
10.3-Kriz
dönemi; kredi kıtlığı dönemi, sanayi sermayesi bol miktarda
olduğu dönemdir
Kriz
döneminde her kapitalistin, her tekelin, satılması gereken bolca
ürünü vardır, ama satamaz ve satmak zorundadır. Çünkü ödeme
yapması gerekir. Tam da bu nedenden dolayı -kredi kıtlığının
azami olduğu bu dönemde yeniden üretim sürecinde faal olamayan
sermaye miktarı -sanayi sermayesi- en üst düzeydedir. Yani
yatırılmış sermaye kullanılamamaktadır, çünkü yeniden üretim
süreci tıkanmıştır. Yaşanan kriz bunu gösteriyor: fabrikalar
kapanıyor, hammaddeler yığılıyor, pazarlar satılmayan
ürünlerle dolup taşıyor (99).
10.4-Kriz döneminde sermaye, hareketini zararla tamamlayabilir
Pazarda
bolca bulunan -satılmadığından dolayı- ürünlerin, en azından
bir kısmı ancak ve ancak fiyatlarındaki düşüşle dolaşım ve
yeniden üretim sürecini (P-M-P) tamamlayabilir. Buradaki fiyat
düşüşü, sermayenin değersizleşmesinden; sermaye kıyımından
başka bir anlam taşımaz. Aynı şekilde sabit sermaye de
(makineler, iş araçları, binalar) değersizleşir, kıyıma uğrar
(100).
10.5-Fiktif
sermayenin (Değerli kağıtların) değersizleşmesi
Meta
formundaki sermaye -ürün- potansiyel para sermayedir; yani M-P'deki
M (meta), aslında P'dir (paradır). Ama M'nin P olması için
satılması; paraya dönüşmesi gerekir. Ne var ki, kriz döneminde
bu M; meta sermaye P'ye dönüşme; paraya dönüşme özelliğini
kaybeder. Aynı durum, fiktif sermaye ve para sermaye olarak borsada
işlev görüyorlarsa faiz taşıyan değerli kağıtlar için de
geçerlidir; Bu kağıtların fiyatı, faizin artmasıyla düşer.
Kredi darlığından dolayı da fiyatları düşer; çünkü nakit
sahibi olmak için bu kağıtların sahibi onları yoğun bir şekilde
pazarlar. Böylesi dönemlerde hisse senetlerinin de fiyatı düşer.
Demek ki kriz döneminde fiktif para sermaye büyük ölçüde
değersizleşir ve böylece sahiplerinin bunları satarak para elde
etme şansı da azalır. Aynen şimdiki krizde yaşandığı gibi
(101).
10.6-Gelecekteki
olasılığı satın almak, zarar etmek demektir
“Sermayenin
değerinin yalnızca gelecekteki artı değerden, pay talebi
biçimindeki kısmı, yani aslında, çeşitli şekillerdeki
üretimden bono biçiminde kâr talebi, hesaplandıkları
gelirlerdeki düşme nedeniyle hemen değer kaybına uğrar” (102).
10.7-Fiktif
sermayedeki, tahvillerdeki, senetlerdeki düşüşün anlamı ve kriz
Bunlardaki
düşüş iflasla -bu durumda bir devletin veya tekelin iflası-
sonuçlanmıyorsa, zenginlik/varlık el değiştiriyor demektir;
bunları kriz döneminde ucuza ele geçiren yeni zengin olandır,
kaybeden de daha önceki sahipleridir. Yaşanan kriz bu türden
varlıkların el değiştirdiğini de göstermektedir (103).
10.8-Kriz döneminde meta fiyatı hareketi
Kriz
döneminde meta fiyatları genel anlamda, görece para değerinin
artışı olarak düşer ve konjonktürün açılıp-serpilme
döneminde ise tam tersi olur; meta fiyatları, görece para
değerinin düşmesi olarak artar.
“Böylece,
sınai çevrim aşamasında iken, meta fiyatlarındaki genel bir
düşme, paranın değerinde bir yükselme olarak, gönenç evresinde
ise, meta fiyatlarında genel bir yükselme, paranın değerinde bir
düşme olarak ifade edilir.
Currency
School denilen okul, bundan, paranın, dolaşımda, fiyatların
yüksek olduğu zaman çok az, düşük olduğu zaman çok fazla
bulunacağı sonucunu çıkartır. Bunların bilgisizlikleri ve
olguları tamamen yanlış anlamaları,
bu
birikim olayını, bazen çok az, bazen da çok fazla ücretli emekçi
bulunuyor diyerek yorumlayan iktisatçılar ile tam bir paralellik
gösterir” (104).
10.9-Kriz
ve üretken sermaye kıyımı/yok edilmesi
Kriz
sürecinde iki türden sermaye kıyımı söz konusu olur:
Birinci
durumda:
Üretim süreci tıkanır, çalışma süreci sınırlanır veya
tamamen durur; bu, işletmenin kapanması ve işçilerin sokağa
atılması demektir. Burada gerçek sermaye kıyıma uğrar;
kullanılmayan makine sermaye olmaktan çıkar; sömürülmeyen iş
gücü, kaybedilen artı değer, üretim demektir; kullanılmayan
hammadde, sermaye olmaktan çıkmış demektir. Aynı durum işletme
binaları için de geçerlidir. Stoklanan ürünler de keza sermaye
kıyımı demektir.
İkinci
durumda:
Kriz sürecinde sermaye kıyımı, krizin değer kütlesini
değersizleştirmesi; yani ileride, krizden çıktıktan sonra
yeniden üretim sürecinde yeniden sermaye olarak kullanılmasının
engellenmesi anlamına da gelir. Burada söz konusu olan, fiyatların
düşmesidir. Burada kullanım değeri yok edilmiyor; sadece birisi,
fiyatların düşmesinden dolayı zarar ediyor, ama diğeri
kazanıyor. Böylece kriz döneminde sermaye olarak etkide bulunması
gereken değer kütlesi, aynı elde/işletmede sermaye olarak
kendini yenileyemiyor. Böylece kriz, bazı kapitalistleri, iflasla
eski kapitalist yapıyor (105).
10.10-Kriz
ve yeniden üretim ilişkisi
Üretimde
tıkanma veya genel olarak ekonomik kriz, yeni M-P-M hareketini;
genişletilmiş yeniden üretimi hazırlar. Yani yeni bir
konjonktürün başlangıç noktasını oluşturur.
“Böylece
üretimde meydana gelen durgunluk -kapitalist sınırlar içerisinde-
gene üretimde daha sonraki bir genişlemeyi hazırlamış olabilir.
Ve
böylece, devre yeni baştan başlamış olur. Sermayenin, işlevsel
durgunlaşma sonucu değer kaybına uğrayan kısmı, eski değerini
tekrar kazanabilir. Bundan sonra, aynı kısır döngü, genişlemiş
üretim koşulları altında, genişlemiş bir piyasa ve artmış
üretici güçlerle bir kez daha çizilmiş olur”
(106).
11-Kar
oranı ve kriz
11.1-Kar
oranı ve üretimde yeni yöntem kullanma kıstası
Kapitalist,
yeni teknolojiyi, yeni üretim yöntemlerini ancak ve ancak karını
arttıracağı için kullanır. Artı değer oranını yükseltmeyen
yeni teknoloji ve yeni üretim yöntemleri, kapitalist bakımından
yeni olamaz. Üretimde yeni yöntem daha ucuza ve daha seri üretim
demektir. Ancak bunu sağlıyorsa kapitalist tarafından kullanılır.
Bu, aynı zamanda rekabetin kaçınılmaz bir gereğidir (107).
11.2-Düşen kar oranı...
“Kâr
oranı düştüğünde, bir yandan, bireysel kapitalistlerin,
gelişmiş yöntemler vb. ile kendi metalarının değerini,
toplumsal ortalamanın altına düşürebilmelerini ve böylece, o
günkü piyasa fiyatlarında fazladan bir kâr
gerçekleştirebilmelerini sağlamak için, sermaye gayrete gelir.
Öte yandan, hepsi de, genel ortalamadan bağımsız ve bu ortalamayı
aşan fazladan bir kâr koparma amacına dayalı yeni üretim
yöntemleri, yeni sermaye yatırımları, yeni serüvenler ile gözü
dönmüşcesine girişimler yoluyla, bir kapkaççılık ve bu
kapkaççılığı yaygın hale getiren ve isteklendiren bir ortam
belirir” (108).
“Kâr
oranında bir düşme ile birlikte, emeğin üretken bir biçimde
kullanılması için bireysel bir kapitaliste gerekli olan asgari
sermayede bir yükselme olur; ... Bununla birlikte yoğunlaşma
artar, çünkü, belli sınırların ötesinde, küçük bir kâr
oranı ile büyük bir sermaye, kâr oranı yüksek küçük bir
sermayeden daha hızlı birikir. Belli yükseklikte bir noktadan
sonra, bu artan yoğunlaşmanın kendisi de, kâr oranında yeni bir
düşmeye yola çar. Küçük, dağınık sermaye kitleleri, böylece
zorla, spekülasyon, kredi sahtekârlıkları, hisse senedi
dolandırıcılığı ve krizlerle dolu maceralı bir yola itilmiş
olurlar” (109).
11.3-Yükselen
kar oranı...
“Kâr
oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden çok, kendilerine
bağımsız bir yer bulmaya çalışan bütün yeni sermaye
sürgünleri için önemlidir...Kâr oranı, kapitalist üretimin
itici gücüdür. Nesneler , ancak, bir kâr ile üretilebildikleri
sürece üretilir“
(110).
“...Toplam
sermayenin kendini genişletme oranı ya da kâr oranı, kapitalist
üretimin (tıpkı sermayenin kendini genişletmesinin onun tek amacı
olması gibi) dürtüsü olduğu için, ondaki düşme, yeni bağımsız
sermayelerin oluşumunu yavaşlatır ve böylece, kapitalist üretim
sürecinin gelişmesi için bir tehditmiş gibi görünür. Bu düşme,
aşırı üretimi, spekülasyonu, krizleri ve artı nüfusla birlikte
artı sermayeyi besleyip büyütür“
(111).
“Mevcut
sermayenin devresel değer kaybı -kar oranındaki düşmeyi
durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer
birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü
araçlardan birisi- sermayenin dolaşımı ve yeniden üretim
süreçlerinin yer aldıkları belirli koşulları bozar ve bu
yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve krizlere yol açar”
(112).
12-Dış
ticaret ve kriz
İhracat
ve ithalat üzerinden de ülkeler krize girerler veya kriz
boyutlarında olmasa da etkilenirler. Dış ticaret üzerinden krize
girmek, bu durumda olan ülkelerin bazılarının aşırı derecede
para sermaye ve meta ihraç ettikleri ve bazılarının da aşırı
derecede para sermaye ve meta ithal ettikleri anlamına gelir. Bir
ülke her iki durumda da olabilir; yani aşırı derecede para
sermaye ve meta ihraç ederken, aynı zamanda aşırı derecede para
sermaye ve meta ithal edebilir. Her halükarda dış ticaret
üzerinden krize girmenin ödeme bilançosuyla bir ilişkisi yoktur.
Kriz, önce, en çok kredi veren ama az kredi alan bir ülkede patlak
verebileceği gibi, az kredi veren ama çok kredi alan bir ülkede de
patlak verebilir. İkinci duruma genellikle „yükselen pazarlar“
diye tanımlanan ülkeler ve birinci duruma da emperyalist ülkeler
örnektir. 1929'da ABD bu durumdaydı; en çok kredi veren ve en az
kredi alan ülke.
Dış ticaret, aynı zamanda bir ülkede aşırı ihracat, başka bir ülkede ise aşırı ithalat anlamına da gelir; böylece bütün ülkelerde bir aşırı ithalat ve aşırı ihracat yapılmış olur. Aşırı meta ve para sermaye ithalatı ve ihracatı, aşırı üretim demektir ve bu üretim kredi ile teşvik edilmiş olur; kriz döneminde ülkelerin, aşırı ürettikleri (ihraç ettikleri) ve aşırı ticaret yaptıkları (ithal ettikleri) görülür. Kriz patlak verdiğinde her ülke ödemeler dengesini sağlamak derdine düşer; her tarafta aynı çöküş görülür; kredi darlığı baş gösterir. Tabii bu arada çekilen sermaye sıkıntısı vb. krizin görüngüsü olarak değil de nedeni olarak algılanabilir (113).
Sonuç
olarak:
Periyodik
krizler makineli üretim aşamasında olan kapitalizmin, sanayi
kapitalizminin ürünüdür. Kapitalizm, makineli üretim aşamasına
19. yüzyılın ilk çeyreğinde geçti. Şüphesiz ki, daha önceleri
de krizler vardı. Ama bunlar belli bir periyodu olmayan, özgün
nedenlerden kaynaklanan krizlerdi (para, banka spekülatör krizleri
vs.). Kapitalizmin makineli üretim aşaması öncesinde (basit
kapitalist ve manüfaktür aşaması) kriz çevriminden bahsedilemez.
Makineli
üretim aşamasındaki kapitalizmde krizin olasılığının
gerçekliğe dönüşmesinin koşulları doğmuştur. Bu krizlerin
nedenleri, kapitalist ekonominin genel çelişkilerinde aranmalıdır.
Toplumsal
üretici güçlerin açılıp serpilmesiyle kapitalist üretim
biçiminin temel çelişkisi de gelişir. Bu, üretimin toplumsal
karakteriyle el koyuşun kapitalist karakteri arasındaki çelişkidir.
F. Engels’in dediği gibi, “yeni
üretim biçimine kapitalist karakterini veren bu çelişkide
günümüzün
bütün çatışması embriyon halinde vardır.”
(aç. E.) (114).
Bu temel
çelişki, kapitalist üretim biçiminin periyodik krizlerinin de
nedenidir. Marksistler, ekonomik krizleri bu çelişkiden hareketle
açıklamışlardır.
Stalin;
“Krizin nedeni, üretimin toplumsal karakteri ve üretimin
sonuçlarına el koyuşun kapitalist biçimi arasındaki
çelişkidedir”
(115).
Şüphesiz
ki bu çelişki; üretimin toplumsal karakteriyle ürüne el koyuşun
kapitalist karakteri arasındaki temel çelişki, krizlerin son,
nihai nedenidir. Bu çelişki, doğrudan krize neden olmaz. Ama bu
çelişkinin açılıp serpilmesi, kapitalist üretim biçiminin
krize neden olan çelişkilerini açığa çıkaran
çatışmaları/çelişkileri takip eder. Bunların neler olduğunu
yukarıda açtık:
-Üretim
ile pazar arasındaki çelişki.
-Çeşitli
üretim dalları arasındaki çelişki.
-Ortalama
kar oranı.
-Kar
oranının eğilimli düşüşü.
-Kredi
mekanizmasının gelişmesi.
-Dünya
pazarının durumu.
Bunlar, aynı zamanda,
konjonktüre/krize neden olan faktörlerdir.
Fazla üretim krizi,
belirttiğimiz bu çelişkilerin ve faktörlerin gelişmesinin bir
sonucu olarak, zorunlu olarak patlak verir. Burada önemli olan, bu
çelişkilerden ve faktörlerden hangisinin veya hangilerinin en
önemli olduğu değil, bunların ekonomide krizin patlak vermesini
zorunlu kılacak derecede gelişmiş olmalarıdır. Kapitalizmin
makineli üretim aşamasında bu gelişmenin, krizin zorunluluğunun
veya kriz olasılığının gerçekliğe dönüşmesi zorunluluğunun
maddi koşulları vardır.
Konjonktürü
etkileyen faktörler çok çeşitli olabilir. Ama bunların başında
ve öncelikle kast edilen, devletin ekonomiyle ilgili tedbirleridir.
Devlet, aldığı tedbirlerle, örneğin kredi olanakları sunarak,
teşvik ederek krizin patlak vermesini geciktirebilir, ama krizin
gelişini engelleyemez. Devletin/hükümetin tedbirleri, iradidir,
nesnel gerçekliği, krizin yasallığını ancak etkileyebilir,
ortadan kaldıramaz.
Marks, kriz olasılığı ve
krizin zorunluluğu arasında fark görüyor. Hangi koşullarda kriz
olasılığının, kriz olasılığı olarak kalacağını, hangi
koşullarda kriz olasılığının gerçekliğe, krizin zorunluluğuna
dönüşeceğini açıklıyor. Bu açıklama, aynı zamanda,
kapitalist üretim biçiminin aşamaları arasındaki farkı da
gösterir. Kapitalizmin ilk iki aşamasında (basit kapitalist üretim
ve manüfaktür) kriz olasılığı söz konusuyken, kapitalizmin
üçüncü/sonuncu aşaması olan makineli üretimde kriz, bir
zorunluluktur.
1)Marks,
periyodik krizlerin olasılığını üretim sürecinin dolaşım
aşaması özelliklerinden (116) hareketle açıklamıştır.
Ve nihayet kriz, “ancak
dolaşım sürecinde
(aç. M.)
açığa çıkar” (117).
2)Marks,
konjonktür çevriminin zorunluluğunu görece artı değer
üretiminin özgül özelliklerinden hareketle açıklar (118).
Ne
kapitalist üretimin kendisi ve ne de artı değer üretimi,
kendiliğinden konjonktür çevrimi
üretemez.
Burada söz konusu olan, ekonomik
krizin dönemsel patlak vermesinin nedenidir. Sorun şu; fazla üretim
krizleri neden belli aralıklarla patlak veriyorlar, dönemsellik
nereden kaynaklanıyor? Ekonomik krizler, toplumsal görünümdür.
Bundan dolayı krizlerin dönemselliği de toplumsal yasalarla
açıklanmalıdır. Marks, kriz çevriminin temelini sabit sermayenin
dönüşümünde keşfetmiştir.
Bu konuda
Marks: “Kullanılan sabit sermayenin
değer büyüklüğü ile dayanıklılığı, kapitalist üretim
biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine göre, sanayi ile
sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım alanında, bir çok
yılı, diyelim ki ortalama on yılı kapsayacak şekilde uzar. Sabit
sermayenin gelişmesi bir yandan bu ömrü uzattığı halde, diğer
yandan da bu ömür, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle aynı
şekilde devamlı olarak hız kazanan üretim
araçlarındaki sürekli devrimler ile
kısalır. Bu, üretim araçlarında bir değişiklik ve bunlar
fiziki olarak tükenmeden çok önce manevi değer kaybı nedeniyle,
sürekli yenilenmeleri zorunluluğunu getirir. Modern sanayinin temel
dallarında bu yaşam süresinin ortalama on yıl olduğu var
sayılabilir. Ne var ki biz, burada kesin rakamlarla ilgili değiliz.
Şu kadarı açıktır; bu süre içerisinde sermayenin sabit kısmı
tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç yılı kapsayan birbiriyle
bağıntılı devirler çevrimi, devresel krizlere maddi bir temel
sağlar. Bu çevrim sırasında işler birbirini izleyen durgunluk,
orta derecede faaliyet, yükselme ve kriz dönemlerinden geçer.
Sermayenin yatırılmış olduğu dönemlerin birbirlerinden çok
farklı olduğu ve zaman bakımından çakışmaktan çok uzak
bulundukları doğrudur. Ama bir kriz, daima geniş yeni yatırımların
çıkış noktasını oluşturur. Bu nedenle, bir bütün olarak
toplumun bakış açısından, bir sonraki devir çevrimine az çok
yeni bir maddi temeli sağlarlar”
(119).
Kriz çevriminin zorunluluğunu
veya ekonomik krizlerin devreselliğinin maddi temelini Marks, sabit
sermayenin dolaşımında görmüştür.
3)Marks’a göre çevrimler,
bir çok çelişkiden hareketle değil, bir temel çelişkiye göre
açıklanabilirler (120).
Troçkistler (Mandel) ise, kriz
açıklaması için kapitalizmin bütün çelişkilerini neden olarak
görüyorlar (121).
4)Çevrime
neden olan faktörler, çevrimden çevrime hep aynı kalırlar.
Marks,
“Bunun ötesinde, her yeni ticaret
krizine özgü olan farklı özellikler, bu farklı özellikler için
ortak alan olguların üstünü örtmemelidirler” diyor
(122).
Demek oluyor
ki, krizlerin (konjonktürlerin) patlak
verme vesilesi, yansıyış
biçimleri ne denli farklı olursa olsun, hepsinin ortak özelliği
vardır. Kapitalist üretim biçiminden kaynaklanan bu özellik,
konjonktürü oluşturan özelliktir. Marks, bunu yukarıda da
belirttiğimiz gibi, sabit sermayenin dönüşümünde arar. Yani
konjonktürden konjonktüre konjonktürü oluşturan faktör hep
aynıdır.
5)Marks’a
göre devletin mali ve parasal politikalarla müdahalesi,
konjonktürün somut seyrini değiştirebilir, ama devreviliğin
periyodikliğine neden olamaz (123). Marks,
bir çok defa, devletin mali, para politik müdahalelerinin
konjonktürün somut seyrini etkileyebileceğini,
değiştirebileceğini, ama çevrim periyoduna neden olamayacaklarını
açıklamıştır.
Bu
konuda Marks: “1844-45’te
görüldüğü gibi bilgisizlik içeren ve hatalı banka yasaları
... para krizini zorlaştırabilir. Ama hiçbir banka yasası bu
krizi önleyemez”
(124).
“Son
krizi ve krizleri, genel olarak çek banknot basımıyla açıklayan
kaba anlayış, tamamen ve kesin hatalı olarak reddedilmelidir”
(125).
Görüyoruz
ki, iradi olan, devletin ve hükümetin hiçbir tedbiri, ekonomide
yasal olanı, nesnel olanı ortadan kaldıramıyor, nesnel yasallığa
neden olamıyor, ama onun seyrini, konjonktürün somut gelişmesini
etkileyebiliyor, değiştirebiliyor.
6)Marks,
konjonktür çevrimini tek tek sermayeler arasındaki ilişkilere
göre açıklamıyor. Toplam sermayenin hareketini esas
alıyor.”Kapitalist
üretimin gerçek
engeli, sermayenin kendisidir”(aç.
M.) (126).
7)Uluslararası
iktisadi iç içe geçmişlik, ulusal konjonktür seyrini artık
sadece etkilemiyor, aynı zamanda klasik çevrim modelini
değiştiriyor da. (Dış güçlerden etkilenme).
13-Ara
kriz sorunu
Sanayi
devreviliği(çevrimi) kavramının yanı sıra Marks, şu kavramları
da kullanmıştır: Dünya
pazarı konjonktürleri
(127); ticaret
çevrimleri(128);
küçük
çevrimler
(129); sektörel
pazar dalgalanmaları (130);
sezon
dalgalanmaları
(131). Sanayi krizi kavramının yanı sıra kullandığı diğer
kavramlar da şunlardı: Genel
fazla üretim; kısmi fazla üretim; aktif ve pasif
fazla
üretim; mutlak fazla üretim; görece fazla üretim.
Burada
dikkatimizi çeken ve yazının konusunu doğrudan ilgilendiren
kavram, dünya pazarı konjonktürüdür.
Dünya
pazarı konjonktürü tanımlamasıyla Marks, ulusal, bir ülkeye
özgü konjonktür çevrimlerinin uluslararası bağımlılığını,
ulusal olanın uluslararasına taşınmasını kast ediyor. Bununla
ilişkili olarak Kapital’de şöyle der: “İç
çelişki, kendisini, üretimin dış alana doğru yayılmasıyla
çözümlemeye çalışır” (132)
ve “ithalat
ve ihracat ile ilgili olarak şu noktayı dikkate almak gerekir ki,
birbiri ardına bütün ülkeler, krize sürüklenmiş olurlar”
(133).
Yukarıda
da belirttiğimiz gibi, bir ülkede ekonomik krizin patlak vermesinin
nedenini dış pazarla ilişkilerde de; ithalat ve ihracatta da
arayabiliriz.
Kriz
tanımında dikkatimizi çeken bir nokta da ara kriz kavramıdır.
Engels, “ara
krizler tali karakterli”
(134) tanımlamasını yapıyor. Ara kriz, aynı zamanda, Marks’ın
“küçük
devrevilikler” tanımlamasının
da bir ifadesidir.
Engels,
Marks’a yazdığı 30 Kasım 1882 tarihli mektubunda Bebel’i kast
ederek “Onun,
yeni büyük
(aç. E.)
bir kriz üzerine umutlarını erken buluyorum. 1842’deki gibi bir
ara kriz gelebilir” (135).
Mars’ın
“küçük
çevrimler”
ve Engels’in de bizzat “ara
kriz”
kavramını kullanmaları, ara kriz olgusunun Marksist konjonktür
teorisinde yerinin olduğunu göstermeye yeter. Bizi burada
ilgilendiren, bundan ziyade, ara krizin neden “tali
karakterli”
olduğudur.
Devrevi
kriz ile ara kriz arasındaki belirleyici fark, ara krizin belli bir
yasallığa tabi olmamasıdır, devrevi bir görünüm olmamasıdır.
Çünkü ara kriz, önceden görülmeyen, ekonomi çevrimi dışı;
ekonomi dışı faktörlerden dolayı patlak verebilir. Ara kriz,
konjonktürün gelişme seyri içinde ortaya çıkan ve etkisi her
zaman aynı şiddette olmayan özelliklerden dolayı da patlak
verebilir.(Örneğin üretimin bir veya belli sektörlerde olağanüstü
artması; fazla üretim). Bu dar anlamıyla fazla üretim olmazsa,
ara kriz de olmaz; kapitalizmde
fazla üretim, yasal olarak fazla üretim krizine neden olur, ama
fazla üretim, yasal olarak ara krizin patlak vermesinin bir nedeni
olamaz.
Demek
oluyor ki ara kriz, ekonominin şu veya bu sektöründe kapitalizmin
çelişkilerinin gelişmesindeki düzensizlikten, önemli bir banka
iflası, sonuçsuz kalan spekülasyon, ekonomi dışı nedenlerden
(savaşlar, doğal afetler –deprem vs.- dolayı patlak veriyor.
Engels, E. Bernstein’a yazdığı 25-31 Ocak 1882 tarihli mektupta
şöyle der: “...
Kısmen yerel, kısmen özgün karakterli ara krizler. Şimdi böyle
sadece borsa sahtekarlığına dayanan bir ara kriz yaşıyoruz”
(136).
Türkiye
ekonomisinde ara kriz olgusu1999’da yaşanmıştır. Ekonomi dışı
faktör olarak depremin yaratmış olduğu tahribat, 1999 yılı
itibariyle ekonomide yüzde 5 mutlak küçülmeye neden olmuştur.
Bunun ötesinde Asya-Rusya krizi de dış ticaret vasıtasıyla
üretimin gerilemesinin başka bir nedeni olmuştur. Bu iki
olumsuzluk, şiddetli bir ara krizin patlak vermesini beraberinde
getirmiştir.
Ara
kriz, bu denli şiddetli olabilir mi? Olabilir de, olmayabilir de.
Bu, krizin patlak vermesine yol açan nedenlere bağlıdır. E. S.
Varga, Amerikan ekonomisinde görülen 1948/’49 ve 1953/’54
krizlerinin tartışmasıyla ilgili olarak şöyle diyor: “Sovyet
iktisat bilimcileri arasında üretimin gerilemesinin bu durumlarda
‘ara kriz’ mi yoksa gerçek ama kısa ve güçsüz krizler mi
olduğu konusunda görüş ayrılığı var” (137).
Sadece bu konu üzerinde tartışılması veya görüş ayrılığının
olması, şiddetli krizlerin de ara kriz olarak değerlendirilme
olasılığına işarettir.
Dolayısıyla,
krizin şiddeti, ara kriz mi “normal” fazla üretim krizi mi
değerlendirmesinde bir kıstas olmamalıdır. Şiddetli ara krizler
olabileceği gibi (1999, Türkiye) nispeten kısa süren ve daha az
şiddetli fazla üretim krizleri de olabilir (1994 fazla üretim
kriziyle 1999’daki ara krizi karşılaştırdığımızda her iki
krizin de yaklaşık aynı şiddette olduğunu görürüz).
IV.
Makalede “Marksist konjonktür politikası” ele alınıyor.
*
Kaynaklar:
71)K.
Marks, Kapital I, METE, 23, s. 128.
72)K.
Marks, Kapital I, METE, 23, s. 28.
73)K.
Marks,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 510/511.
74)K.
Marks,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 508.
75)
“Dünya
pazarının krizleri, burjuva üretimin çelişkilerini ve
karşıtlıklarını çok çarpıcı biçimde ortaya koydu. Minareye
kılıf arayanlar, felaketlerle patlak veren karşıt etmenlerin
doğasını araştıracak yerde, felaketin kendisini yadsımakla ve
düzenli ve dönemsel yinelemeler karşısında da eğer üretim ders
kitabına uygun biçimde sürdürülseydi krizin patlamayacak
olduğunda ısrar etmekle yetindiler...
Kapitalist
üretimin genel krizlere yol açamayacak olduğunu kanıtlamak için,
tüm koşulları, ayırt edici biçimleri, tüm ilkeleri ve kendine
özgü farklılıkları -kısaca kapitalist
üretimin kendisi-
yadsınıyor. İşin aslında, eğer kapitalist üretim biçimi
kendine özgü bir doğrultuda gelişmeseydi ve toplumsal üretimin
benzersiz bir biçimi haline gelmeseydi, ama en güdük kalmış
evrelere geri giden bir üretim tarzı olsaydı, o zaman, o garip,
kendine özgü çelişkilerinin ve -çatışmalarının ve
dolayısıyla bunların krizler halinde patlamasının söz konusu
olmayacağı söylenmiş oluyor”
(K. Marks,Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 500/501).
76)F.
Engels, Anti-Dühring, METE, 20, s. 257.
77)
K. Marks, Grundrisse, s. 608.
78)K.
Marks, Kapital I. METE, 23, s. 661.
79)K.
Marks, Kapital II. METE, 24, s. 185/186
80)K.
Marks, Kapital I, METE, 23, s. 476.
81)Engels;
METE; C. 22, s. 321-322, 326-“İngiltere'de Çalışan Sınıfın
Durumu”nun Almanca ikinci baskısına önsöz”den ve Engesl;
“İspanya Sosyalist İşçi Partisi Ulusal Komitesine”
mektubundan, s. 333).
82)K.
Marx, Kapital III. METE, 25, 506, Dipnot 8.
83)Stalin;
XVII. Kongre'ye sunulan siyasi rapor, C. 13, s. 259.
84)K.
Marks, Kapital I, METE, 23, s. 662, Dipnot 1-Fransızca baskıda yer
alan not).
85)K.
Marks, Kapital III. METE, 25, s. 506/507.
86)K.
Marks,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 506.
87)
K. Marks,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s.521 ve dipnot.
88)K.
Marks, Credit mobilier, METE, C. 12, s. 33.
89)
K. Marks,Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 535.
90)K.
Marks, Grundrisse, s. 494.
91)
“Paranın
ödeme aracı işlevi, sınırsız bir çelişkinin varlığına
işaret eder. Ödemeler birbirlerini dengeledikleri sürece, para,
yalnızca, bir hesap parası, bir değer ölçüsü olarak düşünsel
bir işlevi yerine getirir. Fiili ödemeler yapılması gerektiği
sürece, para, artık bir dolaşım aracı, ürünlerin değişiminde
geçici bir etken olarak hizmet etmez, toplumsal emeğin bireysel
cisimleşmesi, değişim değerinin bağımsız varlık biçimi,
evrensel meta olarak iş görür. Bu çelişki, para krizi diye
bilinen iktisadi ve ticari krizlerin bu evrelerinde açıkça
görülür.
Bu
gibi krizler, ancak, uzayıp giden ödemeler zincirinin ve bunların
kapanması için yapay bir sistemin iyice geliştiği yerlerde
görülür. Bu mekanizmada genel ve yaygın bir bozukluk olduğu
zaman, bunun nedeni ne olursa olsun, para, birdenbire ve doğrudan,
hesap parasının düşünsel biçiminden çıkar ve nakit para
halini alır. Sıradan mallar artık onun yerini alamaz. Metaların
kullanım değeri değersiz hale gelir, ve onların değeri de, kendi
bağımsız biçiminin varlığı içerisinde kaybolur. öngününde,
burjuvazi,bolluğun verdiği sarhoşlukla, kendine güven içerisinde,
parayı boş bir hayal ilân eder. Yalnızca meta paradır. Ama şimdi
her yerde şu çığlık: Yalnızca para metadır. Karacanın su
peşinde koşması gibi, onun ruhu da para, o biricik servet peşinde
nefes nefesedir.
sırasında, metalarla onların değer-biçimi, para arasındaki
zıtlık, mutlak çelişki düzeyine yükselir. Bu gibi
durumlarda,para hangi biçimde görünürse görünsün hiç önemi
yoktur. Ödemeler ister altın ile ister banknot gibi kredi parasıyla
yapılsın, para kıtlığı devam eder”
(K. Marks, Kapital I. METE, 23, s. 151/152).
92)
“Dolaşım
aracı miktarı, aşırı gerilim ve aşırı spekülasyon döneminde
tepe noktasına ulaşır; çığ gibi patlak verir ve daha dün
yığınla bulunan banknotlar piyasada görülmez olur ve onunla
birlikte, senet kıranlar, senet ve tahvil karşılığında borç
verenler ve meta satın alıcıları da...
Kriz bir kez patlak verdi mi, artık yalnızca, bir ödeme aracı sorunu halini alır. Ama herkes, bu ödeme aracını ele geçirmek için bir başkasına bağlı olduğu ve hiç kimse, vadesi geldiğinde karşısındakinin ödemeyi yapıp yapamayacağından emin olmadığı için, piyasada bulunan bu ödeme aracı, yani para için bir hücumdur başlar. Herkes eline geçirebildiği parayı bir yana istif eder ve böylece, en çok gereksinme duyulduğu bir günde banknotlar ortalıkta görünmez olur“ (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 543).62) “Dolaşım aracı miktarı, aşırı gerilim ve aşırı spekülasyon döneminde tepe noktasına ulaşır; çığ gibi patlak verir ve daha dün yığınla bulunan banknotlar piyasada görülmez olur ve onunla birlikte, senet kıranlar, senet ve tahvil karşılığında borç verenler ve meta satın alıcıları da...
Kriz bir kez patlak verdi mi, artık yalnızca, bir ödeme aracı sorunu halini alır. Ama herkes, bu ödeme aracını ele geçirmek için bir başkasına bağlı olduğu ve hiç kimse, vadesi geldiğinde karşısındakinin ödemeyi yapıp yapamayacağından emin olmadığı için, piyasada bulunan bu ödeme aracı, yani para için bir hücumdur başlar. Herkes eline geçirebildiği parayı bir yana istif eder ve böylece, en çok gereksinme duyulduğu bir günde banknotlar ortalıkta görünmez olur” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 543).
Kriz bir kez patlak verdi mi, artık yalnızca, bir ödeme aracı sorunu halini alır. Ama herkes, bu ödeme aracını ele geçirmek için bir başkasına bağlı olduğu ve hiç kimse, vadesi geldiğinde karşısındakinin ödemeyi yapıp yapamayacağından emin olmadığı için, piyasada bulunan bu ödeme aracı, yani para için bir hücumdur başlar. Herkes eline geçirebildiği parayı bir yana istif eder ve böylece, en çok gereksinme duyulduğu bir günde banknotlar ortalıkta görünmez olur“ (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 543).62) “Dolaşım aracı miktarı, aşırı gerilim ve aşırı spekülasyon döneminde tepe noktasına ulaşır; çığ gibi patlak verir ve daha dün yığınla bulunan banknotlar piyasada görülmez olur ve onunla birlikte, senet kıranlar, senet ve tahvil karşılığında borç verenler ve meta satın alıcıları da...
Kriz bir kez patlak verdi mi, artık yalnızca, bir ödeme aracı sorunu halini alır. Ama herkes, bu ödeme aracını ele geçirmek için bir başkasına bağlı olduğu ve hiç kimse, vadesi geldiğinde karşısındakinin ödemeyi yapıp yapamayacağından emin olmadığı için, piyasada bulunan bu ödeme aracı, yani para için bir hücumdur başlar. Herkes eline geçirebildiği parayı bir yana istif eder ve böylece, en çok gereksinme duyulduğu bir günde banknotlar ortalıkta görünmez olur” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 543).
93)
”Kriz
dönemi boyunca, ödeme aracı kıtlığı olduğu açıktır...
1844-45'de görüldüğü gibi, bilgisizlik içeren ve hatalı banka
yasaları bu para krizini daha da yoğunlaştırabilir. Ama hiç bir
banka yasası bu ı önleyemez.
Yeniden üretim sürecinin tüm sürekliliğinin krediye dayandığı bir üretim sisteminde, kredinin birdenbire kesildiği ve ancak nakit ödemelerin geçerli olduğu sıralarda -ödeme araçlarına olan büyük hücum karşısında- bir krizin mutlaka ortaya çıkacağı açıktır. Bu yüzden, ilk bakışta bütün sırf bir kredi ve para krizi gibi görünür. Ve aslında bu, yalnızca, poliçelerin paraya çevrilebilme sorunudur. Ne var ki bu poliçelerin çoğunluğu, fiili alım satımları temsil eder ve bu alım satımların genişliğinin toplumun gereksinmelerinin çok üzerinde olması, en sonunda, bütün bu krizin temelidir. Aynı zamanda, bu poliçelerin muazzam bir miktarı, şimdi gün ışığına çıkan ve sabun köpüğü gibi sönen düpedüz bir dolandırıcılığı; ayrıca, başkalarının sermayesi ile yapılan başarısız spekülasyonları; ve en sonu, değer kaybeden ya da hiç satılmayan meta-sermayeyi, ya da hiç bir zaman tekrar gerçekleştirilemeyecek olan geriye dönüşleri temsil eder. Yeniden üretim sürecindeki zoraki genişlemeye dayanan bu baştan sona yapay sisteme, hiç kuşkusuz, İngiltere Bankası gibi bir bankanın, bütün dolandırıcılara, senetleri yoluyla değersiz sermaye vermesi ve değer kaybetmiş bütün metaları eski nominal değerleri üzerinden satın almasıyla çare bulunamaz. Ayrıca burada her şey çarpıtılmış bir görünüştedir, çünkü bu senet dünyasında, gerçek fiyat ile bunun gerçek temeli hiç bir yerde görünmez, yalnız külçeler, madeni sikkeler, banknotlar, poliçeler, senetler vardır. Özellikle, ülkenin Londra gibi tüm para işlerinin toplandığı merkezlerde, bu çarpıklık daha göze batar haldedir; süreç baştan sona anlaşılmaz hale gelmiştir; üretim merkezlerinde bu, daha az böyledir” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 507).
Yeniden üretim sürecinin tüm sürekliliğinin krediye dayandığı bir üretim sisteminde, kredinin birdenbire kesildiği ve ancak nakit ödemelerin geçerli olduğu sıralarda -ödeme araçlarına olan büyük hücum karşısında- bir krizin mutlaka ortaya çıkacağı açıktır. Bu yüzden, ilk bakışta bütün sırf bir kredi ve para krizi gibi görünür. Ve aslında bu, yalnızca, poliçelerin paraya çevrilebilme sorunudur. Ne var ki bu poliçelerin çoğunluğu, fiili alım satımları temsil eder ve bu alım satımların genişliğinin toplumun gereksinmelerinin çok üzerinde olması, en sonunda, bütün bu krizin temelidir. Aynı zamanda, bu poliçelerin muazzam bir miktarı, şimdi gün ışığına çıkan ve sabun köpüğü gibi sönen düpedüz bir dolandırıcılığı; ayrıca, başkalarının sermayesi ile yapılan başarısız spekülasyonları; ve en sonu, değer kaybeden ya da hiç satılmayan meta-sermayeyi, ya da hiç bir zaman tekrar gerçekleştirilemeyecek olan geriye dönüşleri temsil eder. Yeniden üretim sürecindeki zoraki genişlemeye dayanan bu baştan sona yapay sisteme, hiç kuşkusuz, İngiltere Bankası gibi bir bankanın, bütün dolandırıcılara, senetleri yoluyla değersiz sermaye vermesi ve değer kaybetmiş bütün metaları eski nominal değerleri üzerinden satın almasıyla çare bulunamaz. Ayrıca burada her şey çarpıtılmış bir görünüştedir, çünkü bu senet dünyasında, gerçek fiyat ile bunun gerçek temeli hiç bir yerde görünmez, yalnız külçeler, madeni sikkeler, banknotlar, poliçeler, senetler vardır. Özellikle, ülkenin Londra gibi tüm para işlerinin toplandığı merkezlerde, bu çarpıklık daha göze batar haldedir; süreç baştan sona anlaşılmaz hale gelmiştir; üretim merkezlerinde bu, daha az böyledir” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 507).
94)
“Modern
sanayinin üzerinde hareket ettiği çevrimlere bakacak olursak
-hareketsizlik hali, artan canlılık, gönenç, aşırı üretim, ,
durgunluk, hareketsizlik durumu, vb ...- düşük bir faiz oranını
genellikle bir gönenç ya da fazla kâr dönemine tekabül ettiğini,
faizdeki yükselmenin gönençten ayrı düştüğünü, ya da bunun
tersinin olacağını ve tefeciliğin en uç noktasına kadar ulaşan
azami bir faiz düzeyinin, dönemine rastladığını görürüz...
Bununla
birlikte, düşük bir faizin durgunluk, ılımlı bir yükselme
gösteren faizin, canlanan bir faaliyet sırasında görünmeleri de
olanaklıdır.
Faiz
oranı, ödemelerin karşılanabilmesi için ne pahasına olursa
olsun borç para alındığı sıralarında doruk noktasına ulaşır.
Faizde bir yükselme, değerli senetlerin fiyatlarında bir düşme
anlamına geldiğinden, bu durum, elinde para-sermaye bulunan
kimselere, işlerin gidişi sırasında, faiz oranı tekrar düşer
düşmez, hiç değilse ortalama fiyatlarına yeniden yükselecek
olan bu gibi faiz getiren senetleri, gülünç derecede düşük
fiyatlarla ele geçirmek için güzel bir fırsat sağlar”
(K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 372/373).
95)K.
Marks, Kapital III. METE, 25, s. 505.
96)K.
Marks, Kapital I. METE, 23, s. 152, Dipnot 99.
97)K.
Marks,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 506.
98)
”Kriz
sırasında görülen aşırı sanayi sermayesi bolluğu ile ilgili
olarak şunların da dikkate alınması gerekir: meta-sermayenin
kendisi aynı zamanda para-sermaye, yani metaların fiyatlarında
ifadesini bulan belli bir değer miktarıdır. Kullanım değeri
olarak bu, belli nicelikte kullanım nesneleridir ve kriz
zamanlarında bunların mevcudunda bir fazlalık vardır. Ama
bizatihi para-sermaye olarak, potansiyel para-sermaye olarak, sürekli
genişlemeye ve daralmaya tabidir. Kriz arifesinde ve sırasında,
potansiyel para-sermaye niteliği içerisindeki meta-sermaye
daralmıştır. Sahibi ve alacaklıları için, satın alındığı,
ve iskonto ve rehin işlemlerinin kendisine dayanılarak yapıldığı
zamana göre, daha az para-sermayeyi (poliçeler ve borçlar için
teminatı) temsil eder. Bir ülkede para-sermayenin, darlık
zamanlarında azaldığını iddia etmenin anlamı eğer buysa, bu,
meta fiyatlarının düştüğünü söylemekle aynı şeydir.
Fiyatlardaki
böyle bir çöküntü yalnızca, bunlarda bulunan daha önceki
enflasyonu dengelemiş olur”
(K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 507/508).
99)
”Bizzat
kriz sırasında, herkesin elinde ürün bulunduğu, bunları
satamadığı, ama ödemeleri karşılayabilmek için satmak zorunda
olduğundan, kredi kıtlığının en üst düzeye ulaştığı (ve
bu nedenle banker kredisine ait iskonto oranının en yüksek olduğu)
sırada, en büyük miktarlarda bulunan, atıl ya da yatırım arayan
sermaye kitleleri değil, daha çok, kendi yeniden üretim sürecinde
engellenmiş bulunan sermaye kitlesidir. O sırada yatırılmış
bulunan sermaye, yeniden üretim süreci tıkandığı için, büyük
kitleler halinde gerçekten atıl durumdadır. Fabrikalar kapanır,
hammaddeler yığılır, son şeklini almış ürünler, metalar
olarak piyasayı kaplar. İşte bu nedenle, bu gibi durumlarda, suçu,
üretken sermaye kıtlığına yüklemek son derece yanlıştır.
Kısmen, normal ama geçici olarak küçülmüş ölçekte yeniden
üretim sürecine, ve kısmen de, felce uğramış tüketime oranla,
üretken sermayedeki aşırı bolluk, asıl bu gibi zamanlarda söz
konusudur”
(K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 500).
100)
”Piyasadaki
metaların bir kısmı, dolaşım ve yeniden üretim süreçlerini,
ancak, fiyatlarında büyük düşme olması yoluyla, dolayısıyla,
temsil ettikleri sermayede değer kaybıyla tamamlayabilirler.
Sabit
sermaye ögeleri, gene aynı şekilde, şu ya da bu ölçüde değer
kaybına uğrarlar.
Şunu
da eklemek gerekir ki, belirli ve önceden saptanan fiyat ilişkileri,
yeniden üretim sürecini yönettiği için, bu süreç, fiyatlardaki
genel düşmeyle kesintiye uğrar ve karışıklık içerisine düşer.
Bu karışıklık ve durgunluk, paranın, gelişmesi sermayedeki
gelişmeye bağlı bulunan ve önceden belirlenen fiyat ilişkilerine
dayanan ödeme aracı işlevini felce uğratır. Belirli tarihlerde
vadeleri dolan ödemeler zinciri, yüzlerce yerinden kopar.
Karışıklık, sermaye ile birlikte gelişen kredi sistemindeki
çökmeyle daha da büyür ve, şiddetli, ağır krizlere, ani ve
zoraki değer kayıplarına, yeniden üretim sürecinde fiili
durgunluklara ve kesintilere ve böylece de yeniden üretimde gerçek
bir düşmeye yol açarlar”
(K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 264).
101)
”Bütün
bunlardan çıkan sonuç şudur ki, sıralarında ve genellikle
işlerin iyice durgunlaştığı dönemlerde meta-sermaye, potansiyel
para-sermaye olma niteliğini geniş ölçüde yitirmektedir. Aynı
şey, borsada para-sermaye olarak dolaşımda bulunduğu ölçüde,
hayali sermaye, faiz getiren senet için de doğrudur. Yükselen faiz
ile birlikte fiyatı düşer. Ayrıca, sahibi para sağlamak için
piyasaya büyük miktarlarda meta yığmak zorunda kalacağı için,
genel bir kredi kıtlığının sonucu olarak da meta-sermayenin
fiyatı düşer. En sonu, hisse senetleri söz konusu olduğunda,
kısmen, çeklerini teşkil ettiği gelirlerdeki azalmanın ve kısmen
de, çoğu kez temsil ettiği firmaların sahte kimliğinin sonucu
olarak da düşer. Bu hayali para-sermaye zamanlarında büyük
ölçüde azalır ve bununla birlikte de, sahibinin piyasada onun
üzerinden borç para alma olanağı da. Bununla birlikte, bu
senetlerin borsa listesindeki para eşdeğerlerinin küçülmesinin,
temsil ettikleri gerçek sermaye ile hiç bir ilişkisi yoktur, ama
sahiplerinin borçlarını tasfiye etmeleri ile gerçekten yakın
ilişkisi vardır” (K.
Marks, Kapital III. METE, 25, s. 510).
102)K.
Marks, Kapital III. METE, 25, s. 264.
103)
”Fiktif
sermayedeki, devlet tahvillerindeki, pay senetlerindeki vb. düşüşe
gelince -devletin ya da pay senedi işlerini gören aracı kurumun
iflasıyla sonuçlanmadığı ölçüde, ya da bu tür menkul
kıymetleri elinde bulunduran sanayi kapitalistlerinin kredilerini
baltalayarak yeniden üretimi tamamen durdurmadığı sürece-
yalnızca zenginliğin bir elden başka bir ele aktarılmasına varır
ve bu tahvilleri ya da pay senetlerini ellerine ucuzca geçiren
sonradan görmekle, eski sahiplerine göre çoğunlukla daha
girişimci oldukları için, genelinde, yeniden üretime daha da
yararlı bir katkıda bulunur”
(K. Marks,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE, 26.2, s.496-497).
104)K.
Marks, Kapital I, METE, 23, s. 648.
105)
”Krizler
sırasında sermayenin
tahrip edilmesinden söz
edildiği zaman iki etmen arasında ayrım yapmak gerekir.
Yeniden
üretim süreci gemlendiği, emek sürecinin sınırlandığı ya da
bazı durumlarda tamamen durduğu ölçüde
gerçek sermaye
tahrip edilmiş olur. Kullanılmayan makine sermaye değildir.
Sömürülmeyen emek, yitirilen üretime denktir. Kullanılmaksızın
kalan hammadde sermaye değildir. Kullanılmayan ya da yarım kalmış
yapılar (ve yeni yapılmış makineler), depolarda çürüyen
metalar -bütün bunlar sermayenin tahrip edilmesidir. Tüm bunlar
yeniden üretim sürecinin gerilenmesi demektir, mevcut
üretim
araçlarının, üretim aracı olarak kullanılmaması, işletilmemesi
demektir. Böylece bu araçların kullanım değeri ve değişim
değeri mahvolur.
Krizler
sonucu sermaye
kıyımı,
ikinci olarak, değerlerin
aşınması
anlamına gelir; bu aşınma daha sonra sermaye olarak aynı ölçekte
yeniden üretimlerini yenilemelerini önler. Bu, meta fiyatlarındaki
düşüşün yıkıcı sonucudur. Bu, herhangi bir kullanım
değerinin yıkımına neden olmaz. Birinin kaybı ötekinin
kazancıdır. Sermaye olarak kullanılmış olan değerler, aynı
kişinin elinde yeniden sermaye
olarak hareket etmekten alı konur. Eski kapitalist iflas eder. Bir
kapitalistin, satışından, sermayesini yeniden ürettiği metaların
değeri, 2.000 YTL'si kar olmak üzere 12.000 YTL ise ve o metaların
fiyatı 6.000 YTL'ye düşerse, o zaman o kapitalist ne
sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini karşılayabilir ne de
böyle bir yükümlülüğü yoksa bile, meta fiyatları yeniden
kendi maliyet fiyatları düzeyine yükseldiği için, 6.000 YTL ile
işini eski düzeyde götürmesi söz konusu olabilir. Kuşkusuz, bu
metaları satın almış olan kişi, maliyet fiyatının yarısından
elde ettiği için, işler canlanınca çok iyi iş yapabilir ve kar
bile elde edebilir, ama bu yolla 6.000 YTL de tahrip edilmiş olur.
Toplumun
nominal sermayesinin, yani mevcut sermayenin değişim
değerinin
büyük bir bölümü -her ne kadar yıkım, kullanım değerini
etkilemediği için taze bir yeniden üretimi teşvik edebilirse de-
bir daha geri gelmemek üzere yıkılmıştır. Bu dönem ayrıca
parayı bir mülk olarak gören sınıfın, sanayinin zararına
kendini zenginleştirdiği dönemdir”
(K. Marks,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 496).
106)K.
Marks, Kapital III. METE, 25, s. 265.
107)
”Hiç
bir kapitalist, kâr oranını düşürdüğü sürece, yeni bir
üretim yöntemini, ne denli fazla üretken olursa olsun, artı değer
oranını ne kadar çok artırırsa artırsın, hiç bir zaman
gönüllü olarak uygulamaya koymaz. Ne var ki, bu türden her yeni
üretim yöntemi, metaları ucuzlatır. şu halde, kapitalist,
aslında bunları, üretim fiyatlarının ya da belki de değerlerinin
üzerinde satar. O, metaların maliyet fiyatları ile, daha yüksek
maliyet fiyatı ile üretilen aynı metaların piyasa fiyatları
arasındaki farkı cebe indirir... Onun üretim yöntemi, toplumsal
ortalamanın üzerindedir. Ama, rekabet bunu yaygın hale getirir ve
genel yasaya tabi kılar. Bunu -belki önce bu üretim alanında ve
sonunda ötekileri ile de aynı düzeye gelmek üzere- kâr oranında
bir düşme izler; ve böyle olduğu için de, kapitalistin
iradesinden tamamen bağımsızdır”
(K.Marks, Kapital III. METE, 25, s. 275).
108)K.
Marx, Kapital III. METE, 25, 269.
109)K.
Marks, Kapital III, s. 261.
110)K.
Marks, Kapital III. METE, 25, s. 269.
111)K.
Marks, Kapital III, s. 252.
112)
K. Marks, Kapital III, s. 259/260.
113)
”İthalat
ve ihracat ile ilgili olarak şu noktayı dikkate almak gerekir ki,
birbiri ardına bütün ülkeler, krize sürüklenmiş olurlar ve o
zaman, birkaçı dışında hepsinin de, gereğinden fazla ithalat ve
ihracat yaptıkları, bu yüzden de hepsinin, aleyhlerinde bir ödeme
dengesine sahip oldukları ortaya çıkar. Bu nedenle, rahatsızlık,
aslında ödemeler dengesinde değildir... (Krediyle ihracat yapan
bir ülke ile, krediyle pek az ihracat yapan ya da hiç yapmayan ülke
arasında gerçi bir fark vardır, ama o sırada bu ikincisi de kredi
ile ithalat yapma durumundadır...), önce...en fazla kredi veren ve
en az kredi alan, hemen tasfiye edilmesi gerekli vadesi gelmiş
ödemeler dengesinin genel ticaret dengesi lehte olsa bile aleyhte
olduğu ülkede patlak verebilir. Bu durum, kısmen verilmiş bulunan
kredilerin ve kısmen de, dış ülkelere büyük miktarlarda sermaye
borç verilerek, fiili ticaretin sağladığı geriye dönüşlere ek
olarak, geriye büyük kitleler halinde meta akışına yol
açılmasının bir sonucu şeklinde açıklanmaktadır...Şimdi bir
başka ülkeye sıra gelmiştir. Ödemeler dengesi kısa bir süre
için bu ülke lehindeydi; ama şimdi, ödemeler dengesi ile ticaret
dengesi arasında normal olarak bulunan zaman aralığı ortadan
kalkmış ya da en azından nedeniyle kısalmıştır: şimdi
birdenbire bütün ödemelerin hemen yapılması bekleniyor. Aynı
şey şimdi burada yineleniyor... Bir ülkede aşırı ithal olarak
görünen şey, diğerinde aşırı ihraç olarak görünüyor ve
tersi. Ne var ki, aşırı ithal ve aşırı ihraç bütün ülkelerde
yapılmıştır;...yani kredinin teşvik ettiği bir aşırı üretim
ve bununla elele giden genel bir enflasyon.
...Ödemeler dengesi, genel zamanlarında her ulus için, hiç değilse ticari bakımdan gelişmiş bir ulus için aleyhtedir, ama daima her ülke için, yaylım ateşi gibi, yani her birine ödeme yapma sırası gelir gelmez, bu böyledir. Ve bir kez patlak verdi mi, örneğin İngiltere'deki gibi, bu, süreler dizisini, çok kısa dönemler halinde sıkıştırır. İşte o zaman bütün bu ulusların aynı zamanda aşırı ihracat yaptıkları (yani aşırı üretimde bulundukları) ve aşırı ithalat yaptıkları (yani, aşırı ticaret yaptıkları), hepsinde fiyatların şiştiği, ve kredinin gereğinden fazla yayıldığı ortaya çıkar. Ve hepsinde aynı çöküş olur. Dışarıya altın akışı görüngüsü hepsinde art arda yer alır ve bu da tam da genel niteliği ile, 1) dışarıya altın akışının, krizin nedeni değil, yalnızca bir görüngüsü olduğunu; 2) krizin çeşitli ülkelere isabet sırasının yalnızca bu ülkelerin kıyamet günlerinin ne zaman olduğunu, yani krizin ne zaman başladığını ve durağan haldeki ögelerin buralarda ne zaman ortaya çıktığını gösterdiğini tanıtlar” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 508/509).
...Ödemeler dengesi, genel zamanlarında her ulus için, hiç değilse ticari bakımdan gelişmiş bir ulus için aleyhtedir, ama daima her ülke için, yaylım ateşi gibi, yani her birine ödeme yapma sırası gelir gelmez, bu böyledir. Ve bir kez patlak verdi mi, örneğin İngiltere'deki gibi, bu, süreler dizisini, çok kısa dönemler halinde sıkıştırır. İşte o zaman bütün bu ulusların aynı zamanda aşırı ihracat yaptıkları (yani aşırı üretimde bulundukları) ve aşırı ithalat yaptıkları (yani, aşırı ticaret yaptıkları), hepsinde fiyatların şiştiği, ve kredinin gereğinden fazla yayıldığı ortaya çıkar. Ve hepsinde aynı çöküş olur. Dışarıya altın akışı görüngüsü hepsinde art arda yer alır ve bu da tam da genel niteliği ile, 1) dışarıya altın akışının, krizin nedeni değil, yalnızca bir görüngüsü olduğunu; 2) krizin çeşitli ülkelere isabet sırasının yalnızca bu ülkelerin kıyamet günlerinin ne zaman olduğunu, yani krizin ne zaman başladığını ve durağan haldeki ögelerin buralarda ne zaman ortaya çıktığını gösterdiğini tanıtlar” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 508/509).
114)Marks-Engels;
Seçme Yazılar; C. II, s. 125. (Engels; “Die Entwicklung des
Sozialismus von der Utopie zur Wissenschaft”).
115)Stalin;
C. 12, s. 214 (“Politischer Rechenschaftsbericht an den XVI.
Parteitag”).
116)Bkz.:
METE; C. 26/2, s. 498-524.
117)Agk.,
s. 513.
118)Bkz.:
Agk., s. 529, 580 ve “Grundrisse...”, s. 653, 685.
119)METE;
C. 24 (Kapital, C. II), s. 198 (Türkçesi).
120)Bkz.:
METE; C. 26/2, s. 529-535.
121)Bkz.:
E. Mandel, “Marxistische Wintschaftstheorie”, C. I, s. 444, 5.
Baskı, 1978. Frankfurt/M.
122)METE;
C. 12, s. 571 (Marks; “Britischer Handel und Finanzen”).
123)Bkz.:
-METE;
C. 10, s. 603 (Marks; “Die Industrie- und Handelskrise”)
-METE;
C. 12, s. 548 (Marks; “Handelskrisen und Geldumlauf in England”).
-METE;
C. 25, s. 507.
-METE;
C. 27, s. 174 (Marks’ın Engels’e mektubu, 3 Şubat 1851).
124)METE;
C. 25, s. 507.
125)METE;
C. 12, s. 548.
126)METE;
C. 25, s. 260.
127)Agk.,
s. 839.
128)Agy.
129)METE;
C. 23, s. 661 ve C.
35, s. 156 (Marks’ın N. F. Danielson’a 19 Şubat 1881 tarihli
mektubu).
130)METE;
C. 23, s. 502.
131)METE;
C. 25, s. 502.
132)Agk.,
s. 255.
133)Agk.,
s. 508.
134)METE;
C. 21, s. 255 (Engels; “Anhang zur amerikanischen Ausgabe der ‘Lage
der arbeitenden Klasse in England”).
135)Marks-Engels;
Mektuplar, C. IV., s. 687.
136)METE;
C. 35, s. 268 (Engels’in E. Bernstein’a 25-31 Ocak 1882 tarihli
mektubu).
137)Aktaran;
“Presse der Sowjetunion”, Nr. 54, s. 1275, 1956.