deneme

23 Ağustos 2018 Perşembe

YENİ BİR FAZLA ÜRETİM KRİZİNE DOĞRU (IV)


YENİ BİR FAZLA ÜRETİM KRİZİNE DOĞRU (IV)


IV- MARKSİST KONJONKTÜR POLİTİKASI

Marks, ekonomik krizleri, sisteme özgü güçlerden hareketle açıklar. Keynes de aynı görüştedir. Marks’ın görüşüne göre –Keynes’e göre de- konjonktürel dalgalanmalar sadece ve sadece sosyalleştirme süreçleriyle yok edilirler. Keynes bunu, kapitalist ekonomiyi muhafaza ederek ve devletsel yatırım yönlendirilmesiyle bağlam içinde gerçekleştirmeyi savunurken, Marks, sorunun çözümü için yegane yolu, kapitalist üretim biçiminin yıkılmasında/aşılmasında görür.
Marks’a göre, kapitalist üretim biçiminin makineli üretim aşamasında üretim süreci devam ettiği müddetçe, şu veya bu burjuva konjonktür yönlendirmesinden bağımsız olarak, orta uzunlukta konjonktür çevrimi ve işsizlik var olacaktır. Bunun böyle olduğu, 1825’ten bu yana kapitalizmin ve ekonomik krizlerin seyrinde görülen gelişmelerle kanıtlanmıştır. Devletin müdahaleleri; konjonktür politikaları bu gerçeği değiştirememiştir. Marks’a göre konjonktür politikalarına ilişkin tedbirler, konjonktür çevrimini ortadan kaldıramaz. Konjonktür çevriminin ortadan kalkması için kapitalist üretim biçiminin ortadan kalkması gerekir. Bu nedenle, konjonktür çevriminin ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir konjonktür politikası, aynı zamanda sosyalist devrim politikasıdır. Çünkü konjonktür çevrimi ancak ve ancak sosyalist üretim biçiminin uygulanmasıyla ortadan kalkar. Bu anlamda Marksist-Leninistlerin konjonktür politikası, devrimi hedefleyen bir politikadır. Bu politikanın ve konjonktür sorununun özellikle kriz dönemlerinde işlenmesi, bir yandan işçi sınıfı tarafından –aktüel olduğu için- ilgiyle beklenir, anlaşılır, diğer taraftan da reformizme büyük darbeler vurur.

Konjonktür çevriminin devrimci dönüşümler üzerindeki etkisi:
İşçi sınıfının yaşam koşulları üzerindeki olumsuz etkisinden ve üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çelişkileri açığa çıkarmasından dolayı ekonomik krizler, siyasi altüst oluşun önemli bir kaldıracı olurlar (138).

Marks’a göre, “ücretlerin birbirini takip eden yükselmesi ve düşmesi ve bundan kaynaklanan üretimin şimdiki örgütlenmesindeki işçiler ve fabrikatörler arasındaki çatışmalar, işçi sınıfının mücadele ruhunu canlı tutmak, bu sınıfı hakim sınıfın saldırılarına karşı yegane büyük bir birlikte birleştirmek ve onu, üretim aletlerinin... düşüncesiz, az veya çok beslenmiş duygudaşlığından uzak tutmak için vazgeçilmez araçlarıdır” (139).

Marks’a göre, “sınıfların uzlaşmazlığına dayanan bir toplum düzeninde –köleciliği, sadece sözde değil, fiiliyatta önlemek istiyorsak- mücadeleye atılmalıyız. Grevlerin ve koalisyonların değerini doğru taktir etmek için, ekonomik sonuçlarının görünürdeki önemsizliğine aldanmamalıyız, bilakis her şeyden önce moral ve siyasi etkilerini göz önünde tutmalıyız. Uzun birbirini takip eden gevşeme, açılıp serpilme, yükseliş, kriz ve yoksulluk aşamaları, modern sanayinin periyodik tekrarlanan (bu) aşamaları olmaksızın, bundan kaynaklanan ücretlerin ve işçilerle fabrikatörler arasındaki mücadelenin iniş ve yükselişi olmaksızın, ücretlerin ve karların tam uyumluluğu içinde dalgalanmaları olmaksızın bütün Büyük Britanya ve Avrupa işçi sınıfı, maneviyatı kırılmış, zayıf karakterli, tükenmiş, boyun eğen bir yığın olur ve onun kendi gücüyle emansipasyonu, Roma ve antik Yunanistan’ın kölelerinki gibi, olası olmaz” (140). 
 
Demek oluyor ki ekonomik mücadeleler, sınıf ruhunu canlı tutuyor. Bu mücadeleler, moral ve siyasi etkilerinden dolayı devrimci dönüşümlerin zorunlu bir önkoşulu oluyorlar. İşçi sınıfının yaşam koşullarını kötüleştiren ve genel iktisadi perspektifi değiştiren ekonomik krizler, işçiler ve kapitalistler arasındaki ilişkiyi de değiştiriyor. Bundan dolayı ekonomik krizler, periyodik olarak sürekli gelişleriyle burjuva toplumun giderek daha tehlikeli bir biçimde sorgulanmasına neden oluyorlar.

Tüm burjuva toplumun varlığını dönemsel yinelenmeleriyle her keresinde daha tehdit edici bir biçimde sorguya çeken ticari krizlerin sözünü etmek yeterlidir” (141).

Çevrimin hızının kesildiği aşamada devrimci durum faktörleri güçlenir, ama çevrimin yükseliş aşamasında devrimci durum faktörlerinin etkisi zayıflar. Engels, iktisadi açılıp serpilme dönemlerinin proletaryayı burjuvalaştığını (142), moralsizleştiğini(143), uyuşuklaştırdığını (144); genel olarak siyasi hareketleri cesaretsizleştirdiğini(145), devrimi kırdığını (umutsuzlaştırdığını) ve gericiliğin zaferine temel teşkil ettiğini (146) yazar ve şöyle der: “Tam istihdamlı ve iyi ücretlendirilmiş bir işçi sınıfı ile, bırakalım devrim yapmayı, siyasi kampanya bile düzenlenemez” (147).
 
Çevrimin yükseliş aşamasında; birikim koşullarının uygun olduğu koşullarda “sermayeye bağımlılık ilişkileri tahammül edilebilir olur” (148) ve böylece işçiler, “zevk alanlarını genişletebilmekteler; giysi, ev eşyası vb. gibi tüketim fonlarına bazı ekler yapabilmekteler ve küçük bir yedek-fonu parası ayırabilmekteler” . Böylesi dönemlerde bu olanaklar, “ücretli işçinin kendisi için dövmüş olduğu altın zincirin uzunluğunda ve ağırlığındaki bir gevşemedir” (149).

Şüphesiz ki çevrimin yükseliş dönemlerinde de işçi sınıfı, ekonomik mücadele sürdürmektedir. Ama bu mücadelelerin devrimci dönüşüm üzerindeki etkisi zayıf kalmaktadır. Buna ilişkin olarak Marks şöyle der: “1844 ve 1846 yıllarında grevlerin, önceki zamana nazaran daha az dikkat çekmelerinin nedeni, bunun, İngiliz sanayi için ilk açılıp serpilme yılları olmasıdır” (150). 
 
Aynı anlayışı Engels de şöyle dile getirir: “1847 dünya ticaret krizi, Şubat-Mart Devriminin esas anasıydı. 1849 ve 1850’de (yaşanan) sanayisel tam açılıp serpilme, yeniden güçlenen Avrupa gericiliğinin canlandırıcı gücüydü” (151). 
 
Marks’a göre kapitalizmde devrimci durum, konjonktürün gerilediği dönemlerde, kriz dönemlerinde oluşur.
Burjuva toplumda üretici güçlerin dolgun geliştiği genel açılıp serpilme (döneminde)... gerçek bir devrimden söz edilemez. Böyle bir devrim, ancak, her iki faktörün; modern üretici güçlerin ve burjuva üretim biçimlerinin birbirleriyle çelişkiye (aç. M.) düştüklerinde mümkündür” (152).

Her ekonomik kriz kaçınılmaz olarak sosyal çelişkilerin keskinleşmesine; toplumsal krizlerin patlak vermesine neden olur. Ekonomik krizin şiddeti, kapitalist sistemi şu veya bu biçimde sarsan siyasi krizlere de neden olabilir. Yaşanan kriz, kapsamı ve derinleşme eğilimi göz önünde tutulursa, emperyalist dünya sistemini sarsma potansiyeli taşımaktadır. Bu durum, sınıf mücadelesinin sertleşeceğine de bir işarettir.
Ekonomik ve siyasi krizlerin devrimci krize dönüşmelerinde nesnel faktörlerden ziyade veya nihai olarak öznel faktörler belirleyici rol oynarlar. Burada, işçi sınıfının sınıf bilincinin, kapitalist çıkmazdan kurtulmanın yegane yolunun sosyalist toplum için mücadele etmek olduğunu anlayacak derecede gelişip gelişmediği belirleyicidir. Sınıfın bu bilince varması da siyasi öznenin mücadelesine bağlıdır; bu görevi yerine getirecek siyasi bir partinin olmadığı yerde sınıfın kendi kendine bu bilince varması söz konusu olamaz.

Şimdiye kadarki dünya ekonomik krizlerinin tecrübesi, sınıf mücadelesinin krizin patlak vermesiyle birlikte alevlenmediğini göstermektedir; işçi sınıfı ve emekçi yığınların burjuvalaştırılma derecesinden, işletmelerin ve hükümetlerin aldıkları kapsamlı tedbirlerden dolayı, öncelikle, geniş yığınlar arasında küçük burjuva düşünce tarzının etkisi nedeniyle kendiliğinden bir güvensizlik; gelecek korkusu doğar. Siyasal özne bu durumu görmek ve işçi sınıfı ve emekçi yığınları aydınlatmak; mücadeleden başka yolun olmadığını kavratmak göreviyle karşı karşıyadır. 
 
Yani, Marks ve Engels’in anlayışına göre devrimci değişimler için ekonomik krizler zorunludur, ama devrimci dönüşümleri gerçekleştirmek için hiç de yeterli değildir. Bu dönüşümü gerçekleştirmek için komünist partisinin eylemi gereklidir. Böyle bir parti olmaksızın, devrimci dönüşümleri gerçekleştirmek imkansızdır. Marks’ın deyimiyle “bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile –ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir- hukuki, siyasi, dinsel, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırt etmek gerekir” (153).

Marks ve Engels’in yukarıdaki anlayışları; ekonomik kriz ve devrimci durum arasında bağ kuruşları, soruna mekanik yaklaştıklarının bir göstergesi olarak anlaşılmamalıdır. Marks ve Engels, bu anlayışlarıyla, devrimci durumun oluşmasında ekonomik krizlerin önemli bir faktör olduklarını vurgulamışlardır. Hepsi bu kadar. Yazının kapsamını genişleteceği için onların bu konudaki anlayışlarının hepsini buraya aktaramayacağız. Ama incelemek isteyenlere kolaylık sağlamak için kaynakları kronolojik sıralamaya göre belirtelim (154).

V-SONUÇ

Ekonomik krizler veya da kapitalist krizler, fazla üretim krizleridir; metalar, üretim araçları ve nihayetinde sermaye, kapitalist üretimin sınırlarını aşacak derecede üretilmiş demektir.

Kriz, üretilen değerlerin (ürünlerin) önemli bir bölümünün, ötesinde üretici güçlerin de yok edilmesidir. Kriz süreci adeta bir barbarlık sürecidir; açlık, işsizlik, üretimin, ticaretin durması, toplumsal umutsuzluk vb. birbirini tamamlar. Bütün bunların yegane nedeni, aşırı sanayi, aşırı ticaret; aşırı üretim, aşırı dış ticaret, aşırı gıda maddeleri vb. üretilmiş olmasıdır. Kriz, bolluk içinde yoksulluğu ifade eder. Kriz, toplumun ürettiği zenginliğin artık mevcut burjuva ilişkilere sığmadığını gösterir.

Burjuvazi krizi nasıl aşar veya 1825'ten bu yana nasıl aşmıştır? Görüngüleri ne denli farklı olursa olsun hep aynı yoldan yürüyerek aşmıştır: Bir taraftan üretici güçlerin bir kısmını; gerekli olduğu kadarını yok eder; bunun adı ürün, sabit sermaye kıyımı demektir. Diğer taraftan da başlayan yeni konjonktür döneminde yeni pazarları fethederek ve eski pazarları da adam akıllı sömürerek. Şimdiki krizi de böyle aşacak ve böyle aşmak için sermaye kıyımı bütün şiddetiyle devam ediyor ve yeni pazarları fethetmek için de rekabet keskinleşiyor (155).

Aşırı sermaye üretiminin görece kitlesel işsizlik üretmesi kapitalizmin doğasında vardır: Aşırı sermaye üretimi -her ekonomik kriz sürecinde yaşanan bu gerçeklik- aslında sermaye olarak kullanılabilecek üretim araçlarının, gıda maddelerinin, emeğin aşırı derecede üretilmesinden başka bir şey değildir. Bütün bunların, iş gücünün sömürüsü için kullanılması, onların sermaye olarak kullanılması anlamına gelir.

Aşırı sermaye üretimi aynı zamanda görece olarak aşırı işçi üretimidir; yani aşırı sermaye üretimi, görece olarak şu veya bu kapsamda bir kitlesel işsizlik üretimi demektir. Kapitalizmde emeğin verimliliğini arttıran, ürün kütlesini çoğaltan, sermaye birikimini hızlandırarak gerçekleştiren, pazarları genişleten kar oranını yükselten ve düşüren olgular, aynı zamanda görece kitlesel işsizliği üreten aynı olgulardır (156).
1-Fazla üretim ve az tüketim bir ve aynıdır
Kapitalizmin gelişmesi, sürekli, daha çok üretmek zorunda kalması anlamına gelir; kapitalizmde üretimin taleple bir ilgisi yoktur; kapitalizmde üretimin pazarların sürekli genişlemesiyle ilgisi vardır. Ama sürekli artan üretim, yani meta biçiminde sermaye sonuçta satılarak para biçiminde sermayeye dönüşmek zorundadır.

Kapitalist açısından işçilerin gereksinim talebi yeterli değildir; onun karı işçilerin sömürüsünden kaynaklanmaktadır ve onların gereksinim talepleri, ürettikleri ürünlerin değerinden küçüktür. Ve bu gereksinim talebi ne kadar küçük olursa kapitalistin karı da o kadar büyük olur. Kapitalistlerin kendi aralarındaki gereksinim talepleri de yeterli değildir.

Aşırı üretim, karın sürekli düşmesine neden olmaz. Ama aşırı üretim sürekli periyodiktir-fazla üretim kriz de periyodiktir.

Fazla üretimin olduğu yerde yetersiz üretim de var demektir. Fazla üretim, işçi sınıfı ve emekçi yığınların, yaşamsal önemi olan maddelerin ortalama miktarının ötesinde tüketememelerinden kaynaklanır; yani bu kitlenin tüketimi emeğin verimliliğinin artışına uyum içinde artmamaktadır (157).

Demek ki fazla üretimin ölçüsü tüketim değil, bizzat sermayenin kendisidir; sermayenin sermaye olarak işlev görme; kapitalistin daha da zenginleşme dürtüsüdür. İşçi sınıfı ve emekçi yığınların tüketimi, kapitalizmin gelişmesine paralel olarak, aynı oranda artmaz. Gelişen kapitalizmde işgücü talebi görece düşer, ama iş gücü mutlak olarak artar.
Bu artı üretimin ölçütü sermayenin kendisidir, var olan üretim koşullarının düzeyidir; kapitalistlerin kendilerini zenginleştirmek ve sermayelerini genişletmekteki sınırsız arzularıdır, ama hiçbir biçimde tüketim değildir -nüfusun çoğunluğu, işçiler tüketimlerini çok dar sınırlar içinde genişletebildiklerine, emek talebi, her ne kadar mutlak olarak büyüyorsa da, kapitalizmin gelişimi ölçüsünde, göreli olarak azaldığına göre, tüketim daha başından engellenmiştir” (158).
Fazla üretim sermayeye özgüdür; sermayenin üretim yasasının bir gereğidir. Yani sermaye, mevcut pazarın sınırlarını, toplumun alım gücünü düşünmeksizin üretir; üretmek zorundadır, çünkü sermaye, sermaye olarak var olabilmek için birikim yapmak, yeniden üretimini sürekli genişletmek zorundadır (159).
-Sorun, toplumun önemli bir kısmının en acil gereksinimlerinin karşılanması olursa ve bu karşılama gerçekleştirildiğinden dolayı bir fazla ürün varsa, orada bir fazla üretim var anlayışı tamamen yanlıştır. Toplumun önemli bir kesimi -işçi sınıfı ve emekçi yığınlar- hayati gereksinimlerini dönem dönem ancak karşılayabiliyorlar, dönem dönem ise ancak karşılamadan bile yoksun kalıyorlar. Ama her seferinde kapitalist ekonomi bir aşırı üretimle karşı karşıya. Öyleyse üretimin sınırı, üreticilerin alım gücü, tüketimi değil, kapitalistin karıdır (160).
-Demek ki fazla üretimde bir mutlaklık söz konusu değil; görecelik söz konusudur. Yani fazla üretim, gereksinimlerin ödenebilirliğiyle; toplumun alım gücüyle ilgilidir ve buradaki ödenebilirlik; toplumun alım gücü sürekli değişkendir, görecedir. Bu nedenle fazla üretimde söz konusu olan, mutlak fazla üretim değildir.

Her şey bir yana, fazla üretimin mutlak gereksinimlerle ne ilgisi vardır? Bu, yalnızca ödeme gücüyle desteklenen taleple ilgili bir şeydir. Bir mutlak fazla üretim sorunu değildir -metalara sahip olma mutlak gereksinimine ya da arzusuna göre bir mutlak fazla üretim. Bu anlamda ne kısmi ne de genel fazla üretim vardır” (161). 
 
-Fazla üretim dendiğinde, örneğin mevcut nüfusa oranla karşılaştırıldığında çok miktarda gıda maddeleri üretilmiştir anlaşılmamalı; tam tersi söz konusudur; toplumun önemli bir kısmının; yani üreticilerinin ve aile efradının insanca yaşayabilmeleri için yeterli miktarda üretim yapılmamıştır. Aynı durum üretim araçları üretimi için de geçerlidir; çalışabilir nüfusun çalışmasını sağlamak için yeterli üretim aracı üretilmemiştir; yani çalışabilir nüfusun en üretken koşullarda -bu çalışma sürecinde kullanılan değişmeyen sermaye ve verimliliğiyle mutlak çalışma zamanını kısaltarak- çalışması/üretmesi için yeterli üretim aracı üretilmemektedir.
Ama dönemsel olarak çok miktarda iş araçları ve gıda maddeleri üretmek kapitalizme özgüdür; böylece bunlar, işçilerin belli bir kar oranı ekseninde sömürülmelerinin araçları olurlar.
Öyleyse aşırı zenginlik de üretilmez; sadece dönemsel olarak aşırı zenginlik üretilir (162).
Bütün gerçek krizlerin nihai nedeni...
Ama, görüldüğü gibi, üretime yatırılmış bulunan sermayenin yerine konması, geniş ölçüde, üretken olmayan sınıfların tüketim gücüne bağlı bulunuyor; oysa işçilerin tüketim gücü kısmen ücretler yasası ile, kısmen de, bunların kapitalist sınıf tarafından kârlı bir biçimde çalıştırılabildiği sürece kullanılmaları olgusu ile sınırlıdır. Bütün gerçek krizlerin son nedeni, daima kapitalist üretimin üretici güçleri sanki yalnız toplumun mutlak tüketim gücü bu güçlerin sınırını teşkil dermişcesine geliştirme çabasına zıt olarak, kitlelerin yoksulluğu ve sınırlı tüketimidir” (163).

2-Kriz sürecinde kapitalist üretim biçimi kendi sınırlarına toslar
İş gücü verimliliğindeki gelişme, kar oranının düşmesinde bir yasa oluşturur; bu yasa, kapitalizmde iş gücü verimliliğindeki gelişmenin kar oranıyla belli bir noktada çelişkiye düşmesinin ifadesidir. Bu çelişki ancak krizlerle belli bir dönem için çözülür. Onun her çözümü, gelecek krizlere çıkış noktası olur.
Üretimin genişlemesi ya da daralması, belirli bir kâr oranı ile belirlenir: Bu belirlemede karşılığı ödenmeyen emeğe el konulması ve bu karşılığı ödenmeyen emeğin genel olarak maddeleşen emeğe oranı -kâr ve bu kârın kullanılan sermayeye oranı- yani üretimde toplumsal gereksinmeler pek önemli değildir. Sonunda üretim durma noktasına gelir; bunda belirleyici olan gereksinimlerin giderilme sorunu değildir, tersine karın üretimi ve gerçekleştirilmesidir (164).

Fazla üretimde, kredi sisteminde vs. kapitalist üretim, kendi sınırını parçalamaya ve kendi ölçüsünde fazlasını üretmeye çalışır. Onun, bir yandan bunun için dürtüsü vardır, diğer taraftan da ancak, mevcut sermayenin karlı kullanımına tekabül eden üretime tahammülü vardır. Bundan dolayı krizler” (165).

Krizler, daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar kuran şiddetli patlamalardır.
Çelişki, genel bir deyişle, kapitalist üretim tarzının, değer ve bu değerin içerdiği artı değer hesaba katılmaksızın, kapitalist üretimin yer aldığı toplumsal koşullar dikkate alınmaksızın, üretici güçlerde mutlak bir gelişmeye doğru bir eğilim taşımasından ileri gelir; öte yandan ise, bu üretim tarzının amacı, mevcut sermayenin değerini korumak ve kendisini genişletmesini en üst sınıra ulaştırmaktır (yani, bu değerin gitgide artan bir hızla büyümesini sağlamaktır). Bu üretim tarzının kendine özgü niteliği, sermayenin mevcut değerini, bu değeri en yüksek noktaya ulaştırmada bir araç olarak kullanmasıdır. Bu amaca ulaşmak için kullandığı yöntemler, kâr oranında düşmeyi, mevcut sermayenin değer kaybını ve emeğin üretkenlik gücünü, zaten yaratılmış bulunan üretici güçler aleyhine geliştirmektir.

Mevcut sermayenin devresel değer kaybı -kar oranındaki düşmeyi durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü araçlardan birisi- sermayenin dolaşımı ve yeniden üretim süreçlerinin yer aldıkları belirli koşulları bozar ve bu yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve krizlere yol açar.
Değişen sermayede değişmeyen sermayeye oranla meydana gelen ve üretici güçlerdeki gelişmeyle elele giden azalma, bir yandan sürekli bir yapay aşırı nüfus yaratırken, çalışan nüfusun büyümesini teşvik eder. Düşen bir kâr oranı, kullanım değerlerinin birikimini daha da hızlandırmak üzere, değer olarak sermaye birikimini yavaşlatırken, bu da gene değer olarak birikime yeni bir iti verir.
Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.
Kapitalist üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür; üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değillerdir, Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan kendisini koruma ve genişletme sürecinin içerisinde devam ettiği sınırlar, yalnız başına hareket edebilirler; - bu sınırlar, sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve üretimin sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç haline gelmesine, emeğin toplumsal üretkenliğinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesine doğru yol alan üretim yöntemleri ile sürekli bir çatışma haline girerler. Araçlar -toplumun üretici güçlerinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesi-, sınırlı bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile devamlı çatışma içerisine girerler. Kapitalist üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir çatışmadır” (166).

V. Makalede “Ekonomik Kriz Teorileri” ele alınıyor.
*
Kaynaklar:

138)Bkz.: Marks; “Grundrisse...”, s. 139.

139)METE; C. 9, s. 170 (Marks; “Die russische Politik gegenüber der Türkei-Die Arbeiterbewegung in England”).

140)Agk., s. 170/171.

141)METE; C. 4, s. 467/468 (“Komünist Manifesto”).

142)METE; C. 29, s. 358 (Engels’in Marks’a 7 Ekim 1858 tarihli mektubu).

143)Agk., s. 231 (Engels’in Marks’a 17 Aralık 1857 tarihli mektubu).

144)Agk., s. 221 (Engels’in Marks’a 7 Aralık 1857 tarihli mektubu).

145)METE; C. 36, s. 230 (Engels’in Kautsky’ye mektubu, 8 Kasım 1884).

146)METE; C. 35, s. 268 (Engels’in E. Bernstein’a mektubu, 25-31 Ocak 1882).

147)METE; C. 8, s. 224 (Engels; “Die Ursachen der Inaktivitaet der französischen Proletarier”).

148)METE; C. 23, s. 645.
149)Agk., s. 645/646.

150)METE; C. 4, s. 177 (Marks; “Felsefenin Sefaleti”).

151)METE; C. 7, s. 512 (Engels; “Einleitung zu ‘Die Klassenkaempfe in Frankreich’- 1895 baskısı)”).

152)METE; C. 7, s. 440 (Marks-Engels; “Revue, Mai bis Oktober 1850”).

153)METE; C. 13, s. 9 (Marks; “zur Kritik der politischen Ökonomie-Vorwort”).

154)Bkz.:
-1848: METE; C. 4, s. 467/468.
-1849: METE; C. 34, s. 515 (“Interwiew der “Tribune” mit Karl Marks”, 18 Aralık
-1878). Bakz.: METE; C. 27, s. 516 (Marks’ın J. Weydemeyer’e mektubu. 19 Aralık 1849).
-1850: METE; C. 7, s. 440
-1851: METE; C. 27, s. 598 (Marks’ın F. Freiligrath’a mektubu. 27 Aralık 1851).
-1853: METE; C. 9, s. 320 (Marks; “Politische Schachzüge-Brotknappheit in Eropa”).
-1857: METE; C. 29, s. 117, 153 (Engels’in Marks’a 31 Mart 1857 tarihli ve Marks’ın da Engels’e 11 Temmuz 1857 tarihli mektupları).
-1858: METE; C. 29, s. 360 (Marks’ın Engels’e 8 Eylül 1858 tarihli mektubu).
-1859: METE; C. 29, s. 572 (Marks’ın F. Weydemeyer’a mektubu, 1 Şubat 1859).
-1862: METE; C. 30, s. 641 (Marks’ın L. Kugelmann’a mektubu, 28 Aralık 1862).
-1863: METE; C. 30, s. 324 (Marks’ın Engels’e mektubu, 13 Şubat 1863).
-1875: “Kapital” üzerine mektuplar; s. 225.(Marks’ın Lawrow’a yazdığı 18.6 1878 tarihli mektup).
-1881: METE; C. 35, s. 161 (Marks’ın F. D. Nieuwenhuis’e mektubu, 22 Şubat 1881).

155) “... tüm burjuva toplumunun varlığını dönemsel yinelenmeleriyle her keresinde daha tehdit edici bir biçimde sorguya çeken ticari krizlerin sözünü etmek yeterlidir. Bu krizler sırasında yalnızca mevcut ürünlerin değil, daha önceleri yaratılmış üretici güçlerin de büyük bir kısmı dönemsel olarak tahrip ediliyor. Bu krizler sırasında, daha önceki bütün çağlarda anlamsız görülecek bir salgın baş gösteriyor —aşırı üretim salgını. Toplum kendisini birdenbire, gerisin geriye, geçici bir barbarlık durumuna sokulmuş buluyor; sanki bir kıtlık, genel bir yıkım savaşı, bütün geçim araçları ikmalini kesmiştir; sanki sanayi ve ticaret yok edilmiştir; peki ama, neden? Çünkü çok fazla uygarlık, çok fazla geçim aracı, çok fazla sanayi, çok fazla ticaret vardır da ondan. Toplumun elindeki üretici güçler, burjuva mülkiyet ilişkilerinin ilerlemesine artık hizmet etmiyor; tersine, bunlar, kendilerine ayak bağı olan bu ilişkiler için çok güçlü hale gelmişlerdir ve bu ayak bağlarından kurtuldukları anda, burjuva toplumunun tamamına düzensizlik getiriyor, burjuva mülkiyetinin varlığını tehlikeye sokuyorlar. Burjuva toplum koşulları, bunların yarattığı zenginliği kucaklayamayacak denli dardır. Peki, burjuvazi bu bunalımları nasıl atlatıyor? Bir yandan üretici güçlerin büyük bir kısmını zorla yok ederek; öte yandan yeni pazarlar ele geçirerek, ve eskilerini de daha kapsamlı bir biçimde sömürerek. Yani, daha yaygın ve daha yıkıcı krizleri hazırlayarak, ve bunalımları önleyen araçları azaltarak”.(“Komünist Manifesto”, METE, C. 4, s. 468)

156) ”Aşırı sermaye üretimi, hiç bir zaman, sermaye olarak, yani emeğin belli bir derecede sömürülmesine hizmet edebilecek üretim araçlarının -emek araçları ile yaşam gereksinmelerinin- aşırı üretiminden fazla bir şey değildir ...
Bu aşırı sermaye üretiminin, az çok önemli miktarda nispi aşırı nüfusla birlikte görülmesi bir çelişki değildir. Emeğin üretkenliğini artıran, üretilen metalar kitlesini büyüten, piyasaları genişleten, hem kitlesi ve hem de değeri bakımından sermaye birikmesini hızlandıran ve kâr oranını düşüren bu aynı koşullar, kendilerinin ancak istihdam edilebilecekleri sömürü derecesinin düşük olmaları yüzünden ya da en azından belli bir sömürü derecesinde sağlayacakları kâr oranının düşük olması nedeniyle, artı sermaye tarafından istihdam edilmeyen, nispi bir aşırı nüfus, aşırı bir emekçiler nüfusu yaratmışlardır ve yaratmaya da devam etmektedirler.
Sermaye eğer dışarıya gönderiliyorsa, bu, mutlaka içeride kullanılmadığı için değil, dış bir ülkede daha yüksek bir kâr oranı ile kullanılabildiği içindir” (K. Marx, Kapital III. METE, 25, s. 266).

157)Bkz.: K. Marx, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 469.

158)K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE; 26.2, s. 493/494.

159) ”İkincisi Ricardo, üretim düzeyinin hiçbir biçimde keyfi olarak belirlenmediğini, ama kapitalist üretim ne kadar gelişirse, günceli taleple hiçbir ilgisi olmayan ama dünya pazarının sürekli gelişmesi esasına dayalı bir düzeyde daha fazla üretmeye zorlandığını da gözden kaçırıyor....Metanın paraya dönüştürülmesi gereğini gözden kaçırıyor...
Sadece işçilerin talebi yeterli olmaz. Çünkü kar, tam da, işçilerin talebinin, ürünlerinin değerinden daha küçük oluşu gerçeğinden kaynaklanır ve kar ne kadar büyükse bu talep de o ölçüde küçük olur. Kapitalistlerin kendi aralarındaki talebi de aynı biçimde yetersizdir. Fazla üretim, karda sürekli bir düşüşü beraberinde getirmez, ama fazla üretim sürekli dönemsel olur. Bunu yetersiz üretim izler. Fazla üretim, halk kitlesinin hiçbir zaman ortalama gerekli geçim araçları miktarından fazlasını tüketemeyişi ve dolayısıyla tüketimlerinin emeğin üretkenliğine tekabül ederek büyümeyişi olgusundan kaynaklanır” (K. Marx, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 469).
Fazla üretim, sermaye üretiminin genel yasasını özellikle koşullandırır; bu yasa, üretici güçlerin belirlediği sınıra kadar üretme, başka deyişle, pazarın fiili koşularını ya da ödeyebilme gücüyle desteklenen gereksinimleri dikkate almaksızın, belli bir miktardaki sermayeyle emeği azami ölçüde sömürme yasasıdır ve bu, yeniden üretimin ve birikimin sürekli genişletilmesiyle ve dolayısıyla gelirin yeniden sermayeye dursuz duraksız dönüştürülmesiyle sürer giderken, öte yandan üretici kitleleri ortalama gereksinim düzeyiyle sınırlı kalırlar ve kapitalist üretimin doğası gereği öyle kalmaları gerekir” (K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 535).

160) ”Yanlışlığa yönelten, fazla üretim kavramının kendisidir. Toplumun geniş bir kesiminin en ivedi gereksinimleri karşılanmadıkça ya da yalnızca en öncelikli gereksinimler karşılandıkça, kuşkusuz ürünlerin fazla üretiminden -o insanların gereksinimine göre ürün miktarının aşırı fazla olduğu anlamında- kesinlikle söz edilemez. Tam tersine, kapitalist üretim temelinde, bu alamda sürekli bir yetersiz üretim olduğunun söylenmesi gerekir. Üretimin sınırlarını kapitalistin karı belirler, asla üreticilerin gereksinimleri değildir” (K. Marks,Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 528).

161)K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 507.

162) ”Mevcut nüfusa oranla, çok fazla yaşam gereksinmesi üretilmemiştir. Tam tersine. Büyük kitlelerin gereksinmelerinin doğru dürüst ve insanca karşılanması için pek az üretim yapılmıştır.
Nüfusun, çalışabilir durumda olan kısmının istihdamı için, çok fazla üretim aracı üretilmemiştir. Tam tersine. Önce, üretken nüfusun çok büyük bir kısmı, gerçekten çalışabilir durumda değildir ve içerisinde bulundukları koşulların zoruyla, başkalarının emeğinin sömürüsüne ya da, ancak sefil bir üretim tarzı altında kendisine emek denilebilecek bir işe bağımlı hale getirilmiştir. Sonra, tüm çalışabilir durumda olan nüfusun, en üretken koşullar altında çalıştırılmasını sağlayacak ve böylece bunların çalışma sürelerini, iş saatleri boyunca kullanılan değişmeyen sermayenin kitlesi ve yeterliliği yoluyla kısaltabilecek miktarda üretim aracı üretilmemektedir,
Öte yandan, emekçilerin belli bir kâr oranı üzerinden sömürülmelerini sağlayan araçlar olarak kullanılmak üzere, zaman zaman gereğinden fazla emek aracı ve yaşam gereksinmesi üretilir. içerdikleri değeri ve artı değeri, kapitalist üretime özgü bölüşüm ve tüketim koşulları altında gerçekleştirebilmek ve yeni sermayeye çevirebilmek, yani bu süreci durmadan yinelenen patlamalara meydan vermeksizin sürdürebilmek için gereğinden fazla meta üretilir. Fazla zenginlik üretilmez. Ama, zaman zaman, kendi kapitalist ve kendi kendisiyle çelişen biçimleri içerisinde çok fazla servet üretilir” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 268).

163) K. Marks, Kapital III., METE, 25, s. 501.

164) ”Kapitalist üretim tarzının sınırları, su yüzüne çıkmıştır:
1) Emeğin üretkenliğindeki gelişme, kâr oranındaki düşmeden, belli noktalarda bu gelişme ile uzlaşmaz bir çelişki içerisine giren ve krizler ile sürekli yenilmesi gereken bir yasa yaratır;
2) Üretimin genişlemesi ya da daralması, karşılığı ödenmeyen emeğe el konulması ve bu karşılığı ödenmeyen emeğin genel olarak maddeleşen emeğe oranı ile, ya da, kapitalistlerin diliyle; kâr ve bu kârın kullanılan sermayeye oranı ile, dolayısıyla, üretimde toplumsal gereksinmeler, yani toplumsal olarak gelişmiş insanoğlunun gereksinmeleri arasındaki bağıntıdan çok, belirli bir kâr oranı ile belirlenmektedir. İşte bu nedenle, kapitalist üretim tarzı, üretimin belirli genişleme aşamasında engellerle karşılaşır ve başka bir öncülden hareket edildiğinde, tersine, tamamen yetersiz görülebilir.

Bu üretim tarzı, gereksinmelerin karşılandığı noktada değil, kâr üretiminin ve bu kârın gerçekleştirilmesinin saptadığı bir noktada durağan hale gelmektedir” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 268/269).

165)K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE, 26.3, s. 119.

166)K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 259/260.