YENİ
BİR FAZLA ÜRETİM KRİZİNE DOĞRU (IV)
IV-
MARKSİST KONJONKTÜR POLİTİKASI
Marks,
ekonomik krizleri, sisteme özgü güçlerden hareketle açıklar.
Keynes de aynı görüştedir. Marks’ın görüşüne göre
–Keynes’e göre de- konjonktürel dalgalanmalar sadece ve sadece
sosyalleştirme süreçleriyle yok edilirler. Keynes bunu, kapitalist
ekonomiyi muhafaza ederek ve devletsel yatırım yönlendirilmesiyle
bağlam içinde gerçekleştirmeyi savunurken, Marks, sorunun çözümü
için yegane yolu, kapitalist üretim biçiminin
yıkılmasında/aşılmasında görür.
Marks’a
göre, kapitalist üretim biçiminin makineli üretim aşamasında
üretim süreci devam ettiği müddetçe, şu veya bu burjuva
konjonktür yönlendirmesinden bağımsız olarak, orta uzunlukta
konjonktür çevrimi ve işsizlik var olacaktır. Bunun böyle
olduğu, 1825’ten bu yana kapitalizmin ve ekonomik krizlerin
seyrinde görülen gelişmelerle kanıtlanmıştır. Devletin
müdahaleleri; konjonktür politikaları bu gerçeği
değiştirememiştir. Marks’a göre konjonktür politikalarına
ilişkin tedbirler, konjonktür çevrimini ortadan kaldıramaz.
Konjonktür çevriminin ortadan kalkması için kapitalist üretim
biçiminin ortadan kalkması gerekir. Bu nedenle, konjonktür
çevriminin ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir konjonktür
politikası, aynı zamanda sosyalist devrim politikasıdır. Çünkü
konjonktür çevrimi ancak ve ancak sosyalist üretim biçiminin
uygulanmasıyla ortadan kalkar. Bu anlamda Marksist-Leninistlerin
konjonktür politikası, devrimi hedefleyen bir politikadır. Bu
politikanın ve konjonktür sorununun özellikle kriz dönemlerinde
işlenmesi, bir yandan işçi sınıfı tarafından –aktüel
olduğu için- ilgiyle beklenir, anlaşılır, diğer taraftan da
reformizme büyük darbeler vurur.
Konjonktür
çevriminin devrimci dönüşümler üzerindeki etkisi:
İşçi
sınıfının yaşam koşulları üzerindeki olumsuz etkisinden ve
üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çelişkileri
açığa çıkarmasından dolayı ekonomik krizler, siyasi altüst
oluşun önemli bir kaldıracı olurlar (138).
Marks’a
göre, “ücretlerin
birbirini takip eden yükselmesi ve düşmesi ve bundan kaynaklanan
üretimin şimdiki örgütlenmesindeki işçiler ve fabrikatörler
arasındaki çatışmalar, işçi sınıfının mücadele ruhunu
canlı tutmak, bu sınıfı hakim sınıfın saldırılarına karşı
yegane büyük bir birlikte birleştirmek ve onu, üretim
aletlerinin... düşüncesiz, az veya çok beslenmiş
duygudaşlığından uzak tutmak için vazgeçilmez araçlarıdır”
(139).
Marks’a
göre, “sınıfların
uzlaşmazlığına dayanan bir toplum düzeninde –köleciliği,
sadece sözde değil, fiiliyatta önlemek istiyorsak- mücadeleye
atılmalıyız. Grevlerin ve koalisyonların değerini doğru taktir
etmek için, ekonomik sonuçlarının görünürdeki önemsizliğine
aldanmamalıyız, bilakis her şeyden önce moral ve siyasi
etkilerini göz önünde tutmalıyız. Uzun birbirini takip eden
gevşeme, açılıp serpilme, yükseliş, kriz ve yoksulluk
aşamaları, modern sanayinin periyodik tekrarlanan (bu) aşamaları
olmaksızın, bundan kaynaklanan ücretlerin ve işçilerle
fabrikatörler arasındaki mücadelenin iniş ve yükselişi
olmaksızın, ücretlerin ve karların tam uyumluluğu içinde
dalgalanmaları olmaksızın bütün Büyük Britanya ve Avrupa işçi
sınıfı, maneviyatı kırılmış, zayıf karakterli, tükenmiş,
boyun eğen bir yığın olur ve onun kendi gücüyle emansipasyonu,
Roma ve antik Yunanistan’ın kölelerinki gibi, olası olmaz”
(140).
Demek
oluyor ki ekonomik mücadeleler, sınıf ruhunu canlı tutuyor. Bu
mücadeleler, moral ve siyasi etkilerinden dolayı devrimci
dönüşümlerin zorunlu bir önkoşulu oluyorlar. İşçi sınıfının
yaşam koşullarını kötüleştiren ve genel iktisadi perspektifi
değiştiren ekonomik krizler, işçiler ve kapitalistler arasındaki
ilişkiyi de değiştiriyor. Bundan dolayı ekonomik krizler,
periyodik olarak sürekli gelişleriyle burjuva toplumun giderek daha
tehlikeli bir biçimde sorgulanmasına neden oluyorlar.
“Tüm
burjuva toplumun varlığını dönemsel yinelenmeleriyle her
keresinde daha tehdit edici bir biçimde sorguya çeken ticari
krizlerin sözünü etmek yeterlidir”
(141).
Çevrimin
hızının kesildiği aşamada devrimci durum faktörleri güçlenir,
ama çevrimin yükseliş aşamasında devrimci durum faktörlerinin
etkisi zayıflar. Engels, iktisadi açılıp serpilme dönemlerinin
proletaryayı
burjuvalaştığını
(142), moralsizleştiğini(143),
uyuşuklaştırdığını
(144);
genel olarak siyasi
hareketleri cesaretsizleştirdiğini(145),
devrimi
kırdığını (umutsuzlaştırdığını) ve gericiliğin zaferine
temel teşkil ettiğini
(146) yazar ve şöyle der: “Tam
istihdamlı ve iyi ücretlendirilmiş bir işçi sınıfı ile,
bırakalım devrim yapmayı, siyasi kampanya bile düzenlenemez”
(147).
Çevrimin
yükseliş aşamasında; birikim koşullarının uygun olduğu
koşullarda “sermayeye
bağımlılık ilişkileri tahammül edilebilir olur” (148)
ve böylece işçiler, “zevk
alanlarını genişletebilmekteler; giysi, ev eşyası vb. gibi
tüketim fonlarına bazı ekler yapabilmekteler ve küçük bir
yedek-fonu parası ayırabilmekteler”
. Böylesi dönemlerde bu olanaklar, “ücretli
işçinin kendisi için dövmüş olduğu altın zincirin uzunluğunda
ve ağırlığındaki bir gevşemedir”
(149).
Şüphesiz
ki çevrimin yükseliş dönemlerinde de işçi sınıfı, ekonomik
mücadele sürdürmektedir. Ama bu mücadelelerin devrimci dönüşüm
üzerindeki etkisi zayıf kalmaktadır. Buna ilişkin olarak Marks
şöyle der: “1844
ve 1846 yıllarında grevlerin, önceki zamana nazaran daha az
dikkat çekmelerinin nedeni, bunun, İngiliz sanayi için ilk açılıp
serpilme yılları olmasıdır”
(150).
Aynı
anlayışı Engels de şöyle dile getirir: “1847
dünya ticaret krizi, Şubat-Mart Devriminin esas anasıydı. 1849 ve
1850’de (yaşanan) sanayisel tam açılıp serpilme, yeniden
güçlenen Avrupa gericiliğinin canlandırıcı gücüydü”
(151).
Marks’a
göre kapitalizmde devrimci durum, konjonktürün gerilediği
dönemlerde, kriz dönemlerinde oluşur.
“Burjuva
toplumda üretici güçlerin dolgun geliştiği genel açılıp
serpilme (döneminde)... gerçek bir devrimden söz edilemez. Böyle
bir devrim, ancak, her iki
faktörün; modern üretici güçlerin ve
burjuva üretim biçimlerinin birbirleriyle çelişkiye
(aç.
M.)
düştüklerinde mümkündür”
(152).
Her
ekonomik kriz kaçınılmaz olarak sosyal çelişkilerin
keskinleşmesine; toplumsal krizlerin patlak vermesine neden olur.
Ekonomik krizin şiddeti, kapitalist sistemi şu veya bu biçimde
sarsan siyasi krizlere de neden olabilir. Yaşanan kriz, kapsamı ve
derinleşme eğilimi göz önünde tutulursa, emperyalist dünya
sistemini sarsma potansiyeli taşımaktadır. Bu durum, sınıf
mücadelesinin sertleşeceğine de bir işarettir.
Ekonomik
ve siyasi krizlerin devrimci krize dönüşmelerinde nesnel
faktörlerden ziyade veya nihai olarak öznel faktörler belirleyici
rol oynarlar. Burada, işçi sınıfının sınıf bilincinin,
kapitalist çıkmazdan kurtulmanın yegane yolunun sosyalist toplum
için mücadele etmek olduğunu anlayacak derecede gelişip
gelişmediği belirleyicidir. Sınıfın bu bilince varması da
siyasi öznenin mücadelesine bağlıdır; bu görevi yerine
getirecek siyasi bir partinin olmadığı yerde sınıfın kendi
kendine bu bilince varması söz konusu olamaz.
Şimdiye
kadarki dünya ekonomik krizlerinin tecrübesi, sınıf mücadelesinin
krizin patlak vermesiyle birlikte alevlenmediğini göstermektedir;
işçi sınıfı ve emekçi yığınların burjuvalaştırılma
derecesinden, işletmelerin ve hükümetlerin aldıkları kapsamlı
tedbirlerden dolayı, öncelikle, geniş yığınlar arasında küçük
burjuva düşünce tarzının etkisi nedeniyle kendiliğinden bir
güvensizlik; gelecek korkusu doğar. Siyasal özne bu durumu görmek
ve işçi sınıfı ve emekçi yığınları aydınlatmak;
mücadeleden başka yolun olmadığını kavratmak göreviyle karşı
karşıyadır.
Yani,
Marks ve Engels’in anlayışına göre devrimci değişimler için
ekonomik krizler zorunludur, ama devrimci dönüşümleri
gerçekleştirmek için hiç de yeterli değildir. Bu dönüşümü
gerçekleştirmek için komünist partisinin eylemi gereklidir. Böyle
bir parti olmaksızın, devrimci dönüşümleri gerçekleştirmek
imkansızdır. Marks’ın deyimiyle “bu
gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim
koşullarının maddi altüst oluşu ile –ki, bu, bilimsel bakımdan
kesin olarak saptanabilir- hukuki, siyasi, dinsel, artistik ya da
felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine
vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri
ayırt etmek gerekir”
(153).
Marks
ve Engels’in yukarıdaki anlayışları; ekonomik kriz ve devrimci
durum arasında bağ kuruşları, soruna mekanik yaklaştıklarının
bir göstergesi olarak anlaşılmamalıdır. Marks ve Engels, bu
anlayışlarıyla, devrimci durumun oluşmasında ekonomik krizlerin
önemli bir faktör olduklarını vurgulamışlardır. Hepsi bu
kadar. Yazının kapsamını genişleteceği için onların bu
konudaki anlayışlarının hepsini buraya aktaramayacağız. Ama
incelemek isteyenlere kolaylık sağlamak için kaynakları
kronolojik sıralamaya göre belirtelim (154).
V-SONUÇ
Ekonomik
krizler veya da kapitalist krizler, fazla üretim krizleridir;
metalar, üretim araçları ve nihayetinde sermaye, kapitalist
üretimin sınırlarını aşacak derecede üretilmiş demektir.
Kriz,
üretilen değerlerin (ürünlerin) önemli bir bölümünün,
ötesinde üretici güçlerin de yok edilmesidir. Kriz süreci adeta
bir barbarlık sürecidir; açlık, işsizlik, üretimin, ticaretin
durması, toplumsal umutsuzluk vb. birbirini tamamlar. Bütün
bunların yegane nedeni, aşırı sanayi, aşırı ticaret; aşırı
üretim, aşırı dış ticaret, aşırı gıda maddeleri vb.
üretilmiş olmasıdır. Kriz, bolluk içinde yoksulluğu ifade eder.
Kriz, toplumun ürettiği zenginliğin artık mevcut burjuva
ilişkilere sığmadığını gösterir.
Burjuvazi
krizi nasıl aşar veya 1825'ten bu yana nasıl aşmıştır?
Görüngüleri ne denli farklı olursa olsun hep aynı yoldan
yürüyerek aşmıştır: Bir taraftan üretici güçlerin bir
kısmını; gerekli olduğu kadarını yok eder; bunun adı ürün,
sabit sermaye kıyımı demektir. Diğer taraftan da başlayan yeni
konjonktür döneminde yeni pazarları fethederek ve eski pazarları
da adam akıllı sömürerek. Şimdiki krizi de böyle aşacak ve
böyle aşmak için sermaye kıyımı bütün şiddetiyle devam
ediyor ve yeni pazarları fethetmek için de rekabet keskinleşiyor
(155).
Aşırı sermaye üretiminin görece kitlesel işsizlik üretmesi kapitalizmin doğasında vardır: Aşırı sermaye üretimi -her ekonomik kriz sürecinde yaşanan bu gerçeklik- aslında sermaye olarak kullanılabilecek üretim araçlarının, gıda maddelerinin, emeğin aşırı derecede üretilmesinden başka bir şey değildir. Bütün bunların, iş gücünün sömürüsü için kullanılması, onların sermaye olarak kullanılması anlamına gelir.
Aşırı
sermaye üretimi aynı zamanda görece olarak aşırı işçi
üretimidir; yani aşırı sermaye üretimi, görece olarak şu veya
bu kapsamda bir kitlesel işsizlik üretimi demektir. Kapitalizmde
emeğin verimliliğini arttıran, ürün kütlesini çoğaltan,
sermaye birikimini hızlandırarak gerçekleştiren, pazarları
genişleten kar oranını yükselten ve düşüren olgular, aynı
zamanda görece kitlesel işsizliği üreten aynı olgulardır (156).
1-Fazla
üretim ve az tüketim bir ve aynıdır
Kapitalizmin
gelişmesi, sürekli, daha çok üretmek zorunda kalması anlamına
gelir; kapitalizmde üretimin taleple bir ilgisi yoktur; kapitalizmde
üretimin pazarların sürekli genişlemesiyle ilgisi vardır. Ama
sürekli artan üretim, yani meta biçiminde sermaye sonuçta
satılarak para biçiminde sermayeye dönüşmek zorundadır.
Kapitalist
açısından işçilerin gereksinim talebi yeterli değildir; onun
karı işçilerin sömürüsünden kaynaklanmaktadır ve onların
gereksinim talepleri, ürettikleri ürünlerin değerinden küçüktür.
Ve bu gereksinim talebi ne kadar küçük olursa kapitalistin karı
da o kadar büyük olur. Kapitalistlerin kendi aralarındaki
gereksinim talepleri de yeterli değildir.
Aşırı
üretim, karın sürekli düşmesine neden olmaz. Ama aşırı üretim
sürekli periyodiktir-fazla üretim kriz de periyodiktir.
Fazla
üretimin olduğu yerde yetersiz üretim de var demektir. Fazla
üretim, işçi sınıfı ve emekçi yığınların, yaşamsal önemi
olan maddelerin ortalama miktarının ötesinde tüketememelerinden
kaynaklanır; yani bu kitlenin tüketimi emeğin verimliliğinin
artışına uyum içinde artmamaktadır
(157).
Demek
ki fazla üretimin ölçüsü tüketim değil, bizzat sermayenin
kendisidir; sermayenin sermaye olarak işlev görme; kapitalistin
daha da zenginleşme dürtüsüdür. İşçi sınıfı ve emekçi
yığınların tüketimi, kapitalizmin gelişmesine paralel olarak,
aynı oranda artmaz. Gelişen kapitalizmde işgücü talebi görece
düşer, ama iş gücü mutlak olarak artar.
“Bu
artı üretimin ölçütü sermayenin
kendisidir, var olan üretim koşullarının düzeyidir;
kapitalistlerin kendilerini zenginleştirmek ve sermayelerini
genişletmekteki sınırsız arzularıdır, ama hiçbir biçimde
tüketim
değildir
-nüfusun çoğunluğu, işçiler tüketimlerini çok dar sınırlar
içinde genişletebildiklerine, emek talebi, her ne kadar mutlak
olarak
büyüyorsa da, kapitalizmin gelişimi ölçüsünde, göreli
olarak
azaldığına göre, tüketim daha başından engellenmiştir”
(158).
Fazla
üretim sermayeye özgüdür; sermayenin üretim yasasının bir
gereğidir. Yani sermaye, mevcut pazarın sınırlarını, toplumun
alım gücünü düşünmeksizin üretir; üretmek zorundadır, çünkü
sermaye, sermaye olarak var olabilmek için birikim yapmak, yeniden
üretimini sürekli genişletmek zorundadır (159).
-Sorun,
toplumun önemli bir kısmının en acil gereksinimlerinin
karşılanması olursa ve bu karşılama gerçekleştirildiğinden
dolayı bir fazla ürün varsa, orada bir fazla üretim var anlayışı
tamamen yanlıştır. Toplumun önemli bir kesimi -işçi sınıfı
ve emekçi yığınlar- hayati gereksinimlerini dönem dönem ancak
karşılayabiliyorlar, dönem dönem ise ancak karşılamadan bile
yoksun kalıyorlar. Ama her seferinde kapitalist ekonomi bir aşırı
üretimle karşı karşıya. Öyleyse üretimin sınırı,
üreticilerin alım gücü, tüketimi değil, kapitalistin karıdır
(160).
-Demek
ki fazla üretimde bir mutlaklık söz konusu değil; görecelik söz
konusudur. Yani fazla üretim, gereksinimlerin ödenebilirliğiyle;
toplumun alım gücüyle ilgilidir ve buradaki ödenebilirlik;
toplumun alım gücü sürekli değişkendir, görecedir. Bu nedenle
fazla üretimde söz konusu olan, mutlak fazla üretim değildir.
“Her
şey bir yana, fazla üretimin mutlak gereksinimlerle ne ilgisi
vardır? Bu, yalnızca ödeme gücüyle desteklenen taleple ilgili
bir şeydir. Bir mutlak fazla üretim sorunu değildir -metalara
sahip olma mutlak gereksinimine ya da arzusuna göre bir mutlak fazla
üretim. Bu anlamda ne kısmi ne de genel fazla üretim vardır”
(161).
-Fazla
üretim dendiğinde, örneğin mevcut nüfusa oranla
karşılaştırıldığında çok miktarda gıda maddeleri
üretilmiştir anlaşılmamalı; tam tersi söz konusudur; toplumun
önemli bir kısmının; yani üreticilerinin ve aile efradının
insanca yaşayabilmeleri için yeterli miktarda üretim
yapılmamıştır. Aynı durum üretim araçları üretimi için de
geçerlidir; çalışabilir nüfusun çalışmasını sağlamak için
yeterli üretim aracı üretilmemiştir; yani çalışabilir nüfusun
en üretken koşullarda -bu çalışma sürecinde kullanılan
değişmeyen sermaye ve verimliliğiyle mutlak çalışma zamanını
kısaltarak- çalışması/üretmesi için yeterli üretim aracı
üretilmemektedir.
Ama
dönemsel olarak çok miktarda iş araçları ve gıda maddeleri
üretmek kapitalizme özgüdür; böylece bunlar, işçilerin belli
bir kar oranı ekseninde sömürülmelerinin araçları olurlar.
Öyleyse
aşırı zenginlik de üretilmez; sadece dönemsel olarak aşırı
zenginlik üretilir (162).
Bütün
gerçek krizlerin nihai nedeni...
“Ama,
görüldüğü gibi, üretime yatırılmış bulunan sermayenin
yerine konması, geniş ölçüde, üretken olmayan sınıfların
tüketim gücüne bağlı bulunuyor; oysa işçilerin tüketim gücü
kısmen ücretler yasası ile, kısmen de, bunların kapitalist sınıf
tarafından kârlı bir biçimde çalıştırılabildiği sürece
kullanılmaları olgusu ile sınırlıdır. Bütün gerçek krizlerin
son nedeni, daima kapitalist üretimin üretici güçleri sanki
yalnız toplumun mutlak tüketim gücü bu güçlerin sınırını
teşkil dermişcesine geliştirme çabasına zıt olarak, kitlelerin
yoksulluğu ve sınırlı tüketimidir”
(163).
2-Kriz
sürecinde kapitalist üretim biçimi kendi sınırlarına toslar
İş
gücü verimliliğindeki gelişme, kar oranının düşmesinde bir
yasa oluşturur; bu yasa, kapitalizmde iş gücü verimliliğindeki
gelişmenin kar oranıyla belli bir noktada çelişkiye düşmesinin
ifadesidir. Bu çelişki ancak krizlerle belli bir dönem için
çözülür. Onun her çözümü, gelecek krizlere çıkış noktası
olur.
Üretimin
genişlemesi ya da daralması, belirli bir kâr oranı ile
belirlenir: Bu belirlemede karşılığı ödenmeyen emeğe el
konulması ve bu karşılığı ödenmeyen emeğin genel olarak
maddeleşen emeğe oranı -kâr ve bu kârın kullanılan sermayeye
oranı- yani üretimde toplumsal gereksinmeler pek önemli değildir.
Sonunda üretim durma noktasına gelir; bunda belirleyici olan
gereksinimlerin giderilme sorunu değildir, tersine karın üretimi
ve gerçekleştirilmesidir (164).
“Fazla
üretimde, kredi sisteminde vs. kapitalist üretim, kendi sınırını
parçalamaya ve kendi ölçüsünde fazlasını üretmeye çalışır.
Onun, bir yandan bunun için dürtüsü vardır, diğer taraftan da
ancak, mevcut sermayenin karlı kullanımına tekabül eden üretime
tahammülü vardır. Bundan dolayı krizler”
(165).
“Krizler,
daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan
çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar
kuran şiddetli patlamalardır.
Çelişki,
genel bir deyişle, kapitalist üretim tarzının, değer ve bu
değerin içerdiği artı değer hesaba katılmaksızın, kapitalist
üretimin yer aldığı toplumsal koşullar dikkate alınmaksızın,
üretici güçlerde mutlak bir gelişmeye doğru bir eğilim
taşımasından ileri gelir; öte yandan ise, bu üretim tarzının
amacı, mevcut sermayenin değerini korumak ve kendisini
genişletmesini en üst sınıra ulaştırmaktır (yani, bu değerin
gitgide artan bir hızla büyümesini sağlamaktır). Bu üretim
tarzının kendine özgü niteliği, sermayenin mevcut değerini, bu
değeri en yüksek noktaya ulaştırmada bir araç olarak
kullanmasıdır. Bu amaca ulaşmak için kullandığı yöntemler,
kâr oranında düşmeyi, mevcut sermayenin değer kaybını ve
emeğin üretkenlik gücünü, zaten yaratılmış bulunan üretici
güçler aleyhine geliştirmektir.
Mevcut
sermayenin devresel değer kaybı -kar oranındaki düşmeyi
durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer
birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü
araçlardan birisi- sermayenin dolaşımı ve yeniden üretim
süreçlerinin yer aldıkları belirli koşulları bozar ve bu
yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve krizlere yol açar.
Değişen
sermayede değişmeyen sermayeye oranla meydana gelen ve üretici
güçlerdeki gelişmeyle elele giden azalma, bir yandan sürekli bir
yapay aşırı nüfus yaratırken, çalışan nüfusun büyümesini
teşvik eder. Düşen bir kâr oranı, kullanım değerlerinin
birikimini daha da hızlandırmak üzere, değer olarak sermaye
birikimini yavaşlatırken, bu da gene değer olarak birikime yeni
bir iti verir.
Kapitalist
üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin
üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar
kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.
Kapitalist
üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir. İşte bu sermaye ve
onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de
sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür;
üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru
değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama
sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değillerdir,
Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin
mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan
kendisini koruma ve genişletme sürecinin içerisinde devam ettiği
sınırlar, yalnız başına hareket edebilirler; - bu sınırlar,
sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve üretimin
sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç haline
gelmesine, emeğin toplumsal üretkenliğinin hiç bir koşula bağlı
olmadan gelişmesine doğru yol alan üretim yöntemleri ile sürekli
bir çatışma haline girerler. Araçlar -toplumun üretici
güçlerinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesi-, sınırlı
bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile
devamlı çatışma içerisine girerler. Kapitalist üretim tarzı,
bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya
piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı olup, aynı zamanda
da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen kendi toplumsal
üretim ilişkileri arasında sürekli bir çatışmadır” (166).
V.
Makalede “Ekonomik Kriz Teorileri” ele alınıyor.
*
Kaynaklar:
138)Bkz.:
Marks; “Grundrisse...”, s. 139.
139)METE;
C. 9, s. 170 (Marks; “Die russische Politik gegenüber der
Türkei-Die Arbeiterbewegung in England”).
140)Agk.,
s. 170/171.
141)METE;
C. 4, s. 467/468 (“Komünist Manifesto”).
142)METE;
C. 29, s. 358 (Engels’in Marks’a 7 Ekim 1858 tarihli mektubu).
143)Agk.,
s. 231 (Engels’in Marks’a 17 Aralık 1857 tarihli mektubu).
144)Agk.,
s. 221 (Engels’in Marks’a 7 Aralık 1857 tarihli mektubu).
145)METE;
C. 36, s. 230 (Engels’in Kautsky’ye mektubu, 8 Kasım 1884).
146)METE;
C. 35, s. 268 (Engels’in E. Bernstein’a mektubu, 25-31 Ocak
1882).
147)METE;
C. 8, s. 224 (Engels; “Die Ursachen der Inaktivitaet der
französischen Proletarier”).
148)METE;
C. 23, s. 645.
149)Agk.,
s. 645/646.
150)METE;
C. 4, s. 177 (Marks; “Felsefenin Sefaleti”).
151)METE;
C. 7, s. 512 (Engels; “Einleitung zu ‘Die Klassenkaempfe in
Frankreich’- 1895 baskısı)”).
152)METE;
C. 7, s. 440 (Marks-Engels; “Revue, Mai bis Oktober 1850”).
153)METE;
C. 13, s. 9 (Marks; “zur Kritik der politischen Ökonomie-Vorwort”).
154)Bkz.:
-1848:
METE; C. 4, s. 467/468.
-1849:
METE; C. 34, s. 515 (“Interwiew der “Tribune” mit Karl Marks”,
18 Aralık
-1878).
Bakz.: METE; C. 27, s. 516 (Marks’ın J. Weydemeyer’e mektubu. 19
Aralık 1849).
-1850:
METE; C. 7, s. 440
-1851:
METE; C. 27, s. 598 (Marks’ın F. Freiligrath’a mektubu. 27
Aralık 1851).
-1853:
METE; C. 9, s. 320 (Marks; “Politische Schachzüge-Brotknappheit in
Eropa”).
-1857:
METE; C. 29, s. 117, 153 (Engels’in Marks’a 31 Mart 1857 tarihli
ve Marks’ın da Engels’e 11 Temmuz 1857
tarihli mektupları).
-1858:
METE; C. 29, s. 360 (Marks’ın Engels’e 8 Eylül 1858 tarihli
mektubu).
-1859:
METE; C. 29, s. 572 (Marks’ın F. Weydemeyer’a mektubu, 1 Şubat
1859).
-1862:
METE; C. 30, s. 641 (Marks’ın L. Kugelmann’a mektubu, 28 Aralık
1862).
-1863:
METE; C. 30, s. 324 (Marks’ın Engels’e mektubu, 13 Şubat 1863).
-1875:
“Kapital” üzerine mektuplar; s. 225.(Marks’ın Lawrow’a
yazdığı 18.6 1878 tarihli mektup).
-1881:
METE; C. 35, s. 161 (Marks’ın F. D. Nieuwenhuis’e mektubu, 22
Şubat 1881).
155)
“...
tüm burjuva toplumunun varlığını dönemsel yinelenmeleriyle her
keresinde daha tehdit edici bir biçimde sorguya çeken ticari
krizlerin sözünü etmek yeterlidir. Bu krizler sırasında yalnızca
mevcut ürünlerin değil, daha önceleri yaratılmış üretici
güçlerin de büyük bir kısmı dönemsel olarak tahrip ediliyor.
Bu krizler sırasında, daha önceki bütün çağlarda anlamsız
görülecek bir
salgın
baş gösteriyor
—aşırı
üretim salgını. Toplum kendisini birdenbire, gerisin geriye,
geçici bir barbarlık durumuna sokulmuş buluyor; sanki bir kıtlık,
genel bir yıkım savaşı, bütün geçim araçları ikmalini
kesmiştir; sanki sanayi ve ticaret yok edilmiştir; peki ama, neden?
Çünkü çok fazla uygarlık, çok fazla geçim aracı, çok fazla
sanayi, çok fazla ticaret vardır da ondan. Toplumun elindeki
üretici güçler, burjuva mülkiyet ilişkilerinin
ilerlemesine
artık hizmet etmiyor; tersine, bunlar, kendilerine ayak bağı olan
bu ilişkiler için çok güçlü hale gelmişlerdir ve bu ayak
bağlarından kurtuldukları anda, burjuva toplumunun tamamına
düzensizlik getiriyor, burjuva mülkiyetinin varlığını tehlikeye
sokuyorlar. Burjuva toplum koşulları, bunların yarattığı
zenginliği kucaklayamayacak denli dardır. Peki, burjuvazi bu
bunalımları nasıl atlatıyor? Bir yandan üretici güçlerin büyük
bir kısmını zorla yok ederek; öte yandan yeni pazarlar ele
geçirerek, ve eskilerini de daha kapsamlı bir biçimde sömürerek.
Yani, daha yaygın ve daha yıkıcı krizleri hazırlayarak, ve
bunalımları önleyen araçları azaltarak”.(“Komünist
Manifesto”, METE, C. 4, s. 468)
156)
”Aşırı
sermaye üretimi, hiç bir zaman, sermaye olarak, yani emeğin belli
bir derecede sömürülmesine hizmet edebilecek üretim araçlarının
-emek araçları ile yaşam gereksinmelerinin- aşırı üretiminden
fazla bir şey değildir ...
Bu
aşırı sermaye üretiminin, az çok önemli miktarda nispi aşırı
nüfusla birlikte görülmesi bir çelişki değildir. Emeğin
üretkenliğini artıran, üretilen metalar kitlesini büyüten,
piyasaları genişleten, hem kitlesi ve hem de değeri bakımından
sermaye birikmesini hızlandıran ve kâr oranını düşüren bu
aynı koşullar, kendilerinin ancak istihdam edilebilecekleri sömürü
derecesinin düşük olmaları yüzünden ya da en azından belli bir
sömürü derecesinde sağlayacakları kâr oranının düşük
olması nedeniyle, artı sermaye tarafından istihdam edilmeyen,
nispi bir aşırı nüfus, aşırı bir emekçiler nüfusu
yaratmışlardır ve yaratmaya da devam etmektedirler.
Sermaye
eğer dışarıya gönderiliyorsa, bu, mutlaka içeride
kullanılmadığı için değil, dış bir ülkede daha yüksek bir
kâr oranı ile kullanılabildiği içindir”
(K. Marx, Kapital III. METE, 25, s. 266).
157)Bkz.:
K. Marx,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 469.
158)K.
Marks,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE; 26.2, s. 493/494.
159)
”İkincisi
Ricardo, üretim düzeyinin hiçbir biçimde keyfi olarak
belirlenmediğini, ama kapitalist üretim ne kadar gelişirse,
günceli
taleple
hiçbir ilgisi olmayan ama dünya pazarının sürekli gelişmesi
esasına dayalı bir düzeyde daha fazla üretmeye zorlandığını
da gözden kaçırıyor....Metanın paraya dönüştürülmesi
gereğini gözden kaçırıyor...
Sadece
işçilerin talebi yeterli olmaz. Çünkü kar, tam da, işçilerin
talebinin, ürünlerinin değerinden daha küçük oluşu gerçeğinden
kaynaklanır ve kar ne kadar büyükse bu talep de o ölçüde küçük
olur. Kapitalistlerin kendi aralarındaki talebi de aynı biçimde
yetersizdir. Fazla üretim, karda sürekli
bir
düşüşü beraberinde getirmez, ama fazla üretim sürekli dönemsel
olur.
Bunu yetersiz üretim izler. Fazla üretim, halk kitlesinin hiçbir
zaman ortalama
gerekli geçim araçları miktarından
fazlasını tüketemeyişi ve dolayısıyla tüketimlerinin emeğin
üretkenliğine tekabül ederek büyümeyişi olgusundan kaynaklanır”
(K.
Marx,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s.
469).
“Fazla
üretim, sermaye üretiminin genel yasasını özellikle
koşullandırır; bu yasa, üretici güçlerin belirlediği sınıra
kadar üretme, başka deyişle, pazarın fiili koşularını ya da
ödeyebilme gücüyle desteklenen gereksinimleri dikkate almaksızın,
belli bir miktardaki sermayeyle emeği azami ölçüde sömürme
yasasıdır ve bu, yeniden üretimin ve birikimin sürekli
genişletilmesiyle ve dolayısıyla gelirin yeniden sermayeye dursuz
duraksız dönüştürülmesiyle sürer giderken, öte yandan üretici
kitleleri ortalama gereksinim düzeyiyle sınırlı kalırlar ve
kapitalist üretimin doğası gereği öyle kalmaları gerekir”
(K. Marks,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 535).
160)
”Yanlışlığa
yönelten, fazla
üretim
kavramının kendisidir. Toplumun geniş bir kesiminin en ivedi
gereksinimleri karşılanmadıkça ya da yalnızca
en
öncelikli gereksinimler karşılandıkça, kuşkusuz ürünlerin
fazla üretiminden
-o insanların gereksinimine göre ürün miktarının aşırı fazla
olduğu anlamında- kesinlikle söz edilemez. Tam tersine, kapitalist
üretim temelinde, bu alamda sürekli bir yetersiz
üretim olduğunun
söylenmesi gerekir. Üretimin sınırlarını kapitalistin karı
belirler, asla üreticilerin gereksinimleri değildir”
(K. Marks,Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 528).
161)K.
Marks,
Artı
Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 507.
162)
”Mevcut
nüfusa oranla, çok fazla yaşam gereksinmesi üretilmemiştir. Tam
tersine. Büyük kitlelerin gereksinmelerinin doğru dürüst ve
insanca karşılanması için pek az üretim yapılmıştır.
Nüfusun,
çalışabilir durumda olan kısmının istihdamı için, çok fazla
üretim aracı üretilmemiştir. Tam tersine. Önce, üretken nüfusun
çok büyük bir kısmı, gerçekten çalışabilir durumda değildir
ve içerisinde bulundukları koşulların zoruyla, başkalarının
emeğinin sömürüsüne ya da, ancak sefil bir üretim tarzı
altında kendisine emek denilebilecek bir işe bağımlı hale
getirilmiştir. Sonra, tüm çalışabilir durumda olan nüfusun, en
üretken koşullar altında çalıştırılmasını sağlayacak ve
böylece bunların çalışma sürelerini, iş saatleri boyunca
kullanılan değişmeyen sermayenin kitlesi ve yeterliliği yoluyla
kısaltabilecek miktarda üretim aracı üretilmemektedir,
Öte
yandan, emekçilerin belli bir kâr oranı üzerinden sömürülmelerini
sağlayan araçlar olarak kullanılmak üzere, zaman zaman gereğinden
fazla emek aracı ve yaşam gereksinmesi üretilir. içerdikleri
değeri ve artı değeri, kapitalist üretime özgü bölüşüm ve
tüketim koşulları altında gerçekleştirebilmek ve yeni sermayeye
çevirebilmek, yani bu süreci durmadan yinelenen patlamalara meydan
vermeksizin sürdürebilmek için gereğinden fazla meta üretilir.
Fazla zenginlik üretilmez. Ama, zaman zaman, kendi kapitalist ve
kendi kendisiyle çelişen biçimleri içerisinde çok fazla servet
üretilir”
(K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 268).
163)
K. Marks, Kapital III., METE, 25, s. 501.
164)
”Kapitalist
üretim tarzının sınırları, su yüzüne çıkmıştır:
1)
Emeğin üretkenliğindeki gelişme, kâr oranındaki düşmeden,
belli noktalarda bu gelişme ile uzlaşmaz bir çelişki içerisine
giren ve krizler ile sürekli yenilmesi gereken bir yasa yaratır;
2)
Üretimin genişlemesi ya da daralması, karşılığı ödenmeyen
emeğe el konulması ve bu karşılığı ödenmeyen emeğin genel
olarak maddeleşen emeğe oranı ile, ya da, kapitalistlerin diliyle;
kâr ve bu kârın kullanılan sermayeye oranı ile, dolayısıyla,
üretimde toplumsal gereksinmeler, yani toplumsal olarak gelişmiş
insanoğlunun gereksinmeleri arasındaki bağıntıdan çok, belirli
bir kâr oranı ile belirlenmektedir. İşte bu nedenle, kapitalist
üretim tarzı, üretimin belirli genişleme aşamasında engellerle
karşılaşır ve başka bir öncülden hareket edildiğinde,
tersine, tamamen yetersiz görülebilir.
Bu
üretim tarzı, gereksinmelerin karşılandığı noktada değil, kâr
üretiminin ve bu kârın gerçekleştirilmesinin saptadığı bir
noktada durağan hale gelmektedir” (K. Marks, Kapital III.
METE, 25, s. 268/269).
165)K.
Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE, 26.3, s. 119.
166)K.
Marks, Kapital III. METE, 25, s. 259/260.