deneme

14 Aralık 2019 Cumartesi

BİR “POST-MARKSİZM” ELEŞTİRİSİ - YENİ BİR “AYRIK OTU HİKAYESİ” - “HERGELE” TROÇKİ’NİN TETİKÇİLERİ İŞ BAŞINDA!


ZAMANI GELDİ: YENİ BİR “AYRIK OTU HİKAYESİ”

LENİN’İN DEYİMİYLE “HERGELE” TROÇKİ’NİN TETİKÇİLERİ İŞ 

BAŞINDA!



3.4-Rosa Luksemburg ne diyordu?

R. Luksemburg'a göre sermaye birikimi, kapitalist olmayan çevreden kapitalist sektöre sürekli bir değer transferi gerçekleştiği müddetçe mümkündür. Yani köylülerin, zanaatçıların başkaca küçük (burjuva) üreticilerin ürettikleri değer, çeşitli mekanizmalar vasıtasıyla sermaye tarafından gasp edilir. Aksi taktirde sermayenin genişletilmiş yeniden üretim damarları tıkanmış olur...
 
Sorunun ayrıntılı analizine girmeksizin şu kadarını söyleyelim: Dış pazarsız kapitalizm olmaz; iç pazarı oluşturan kapitalizm, kaçınılmaz olarak, gelişmesini sürdürebilmek için ulusal sınırları aşar; bütün dünyayı kendi pazarı konumuna getirir. Öyle ki, Marks'ı deyimiyle dış pazarı kendi ürünü haline getirir:
Dış ticaretin genişlemesi, çocukluk çağında kapitalist üretim biçiminin temeli olmakla birlikte, bu üretim biçimindeki daha ileri aşamalarda, kapitalist üretimin iç zorunluluğu ve durmadan büyüyen pazar gereksinmesi nedeniyle, onun kendi ürünü halini alır” (32).

Kapitalizmin bu özelliği, onun sadece kendini tekrarlayan; basit yeniden üretim sürecinden ibaret olmadığını gösterir. O halde kapitalizm, elde edilen artı değerin önemli bir kısmını yatırıma dönüştürür; bu da kapitalizmin genişletilmiş yeniden üretim sürecidir. Bu nedenle veya genişletilmiş yeniden üretim, üretimin sürekli genişlemesini koşullayan bir birikim eğilimini içinde taşır. Bu nedenledir ki, bütün dünyayı kendi emrine, hakimiyeti altına almaya çalışır.
Kapitalizm en sonunda bütün dünyayı fetheder; her tarafta kapitalist üretimi hakim kılar. Kapitalizmin bu gelişmesi, sorunu analiz eden Marksistler arasında tartışmalara neden olmuştur. Öyle ki, gelişmiş kapitalist ülkelerde iç pazarın elde edilen artı değeri realize etmek (ürünleri satmak) için yeterli olmayacağı öne sürülmüştür. Marksistler arasında bu anlayışı savunanların başında Rosa Luksemburg gelir. Onun anlayışına göre sorunun özü şudur: Gelişmiş kapitalist ülkelerde satılmayan ürünler; elde edilemeyen artı değer, henüz kapitalistleşmemiş bölgelerde/ülkelerde satılır ve böylece artı değer realize edilir. Kapitalizm, ancak bu koşullarda varlığını sürdürebilir. R. Luksemburg'un anlayışına göre “tamamen kapitalist bir ortamda birikim imkânsızdır”. Bu nedenle “sermaye birikimi sadece kapitalist olmayan tabaka ve ülkelerin pahasına ilerleyebilir, genişleyebilir” (33).
R. Luksemburg'un anlayışına göre kapitalizm eninde sonunda bütün dünyada kapitalist üretimi hakim kılacak; kapitalist olmayan bölgeler, ülkeler kalmayacak. Kapitalizm gelişmesinin bu aşamasına geldiğinde “birikim, yani sermayenin daha da genişlemesi imkânsız hale gelir”. “Kapitalizm çıkmaz yolun sonuna ulaşır” ve böylece “nesnel sınırına dayanır” (34).
Rosa Luksemburg'un anlayışına göre kapitalist üretim biçimi bindiği dalı kesmektedir; değer transferi, birikimi olanaklı kılmaktadır; bu da kapitalist üretim biçiminin genişlemesine neden olur, ama aynı zamanda kapitalist olmayan veya prekapitalist alanları tahrip eder. Ve kendiliğinden çöküş, kapitalist üretim biçiminin genişlemesinin ve hakimiyetinin doruk noktasında olduğu anda gerçekleşir.
Tabii, çöküşün gecikmesi durumunda Nelte ve onun gibileri, çöküş tarihini tespitte bir hata yapıp yapmadıklarını düşünmeye başlarlar ve başkasını konuşturarak bu sistem “daha nereye kadar” sürer diye sorarlar!...

3.5-Marks'ın tarihi “yanılgı”sı - Kapitalist üretim biçiminin sınırı ve 
       gerçekler

Kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunanların göremedikleri ve dolayısıyla anlayamadıkları şudur: Kapitalistler, kapitalist üretim biçiminin sınırları karşısından nasıl hareket edecekleri üzerine sistem içi yolların olduğunu çok iyi biliyorlar. Genellikle bunlar sermaye ihracı ve sermaye kıyımı yollarıdır. Buna savaşları da ekleyebilirsiniz. Sermaye ihracında sermaye, kâr oranlarının düşük olduğu alanlardan (ülkelerden, bölgelerden), kâr oranlarının daha yüksek olduğu bölge ve ülkelere akar. 2005-2010 arasında doğrudan yabancı yatırımlar bazında dünya çapında sermaye akışı 2005'ten 2010'a yüzde 26,6 oranında artmıştır. Yaşanmakta olan krizden dolayı ana arterleri geçici tıkandığı için kapitalizmin merkez ülkelerine akan bu türden sermaye aynı dönemde yüzde 2,8 oranında azalmıştır. Ama gelişen ülkelere akan sermaye ise yüzde 72,6 oranında artmıştır.

Sermaye çıkışı bakımından: 2005-2010 arasında dünya çapında doğrudan yabancı yatırımlar bakımından sermaye çıkışı (ihracı) yüzde 50 oranında artarken gelişmiş ülkelerde yüzde 25,3 oranında azalmıştır. Ama gelişen ülkelerde yüzde 168,2 oranında artmıştır. (35)

Şimdi ne olacak? Sermaye bir bölgeden öbür bölgeye, bir ülkeden öbür ülkeye turistik seyahat mı yapıyor? Kapitalizmin sonunu getirenler, sermayenin üretme şevkini kıranlar bu sermaye hareketi karşısında ne diyecekler?

Sermaye kıyımı/tahribi konusunda söylenecek fazla bir şey yok. Krizin diğer tanımı da sermaye kıyımıdır desek abartmış olmayız: Kriz sürecinde kapitalist yoğun bir biçimde sabit sermaye yok eder ( tüketim ve üretim araçları biçiminde sermaye imhası; üretim araçlarının; makinelerin, fabrika binalarının, meta biçiminde sermayenin imha edilmesi, borsalarda farazi sermayenin yok edilmesi). Bu da yetmezse savaşı da göze alır; önemli olan, yeniden yatırım yapabileceği; kâr oranının yükselme trendine gireceği ortamın oluşturulmasıdır...

Kapitalizmi çökertenlere, sermayenin üretim şevkini kırmış olanlara iflas etmiş işletmeler başka sermayeler tarafından neden devralınır diye sormak gerekir. İflas etmiş işletme, oldukça düşük sermaye maliyetiyle alınmış işletme demektir. Bu durumda, işletmenin yeni sahibi, aynı üretim araçlarıyla eski sahibine göre oldukça yüksek kâr elde eder.
Yoksa, sermayenin üretim şevki kırıldığı için ulusal, bölgesel ve dünya çapında sermaye devralmaları artık tarihe mi karıştı?

Kâr oranı düştüğünde, bir yandan, bireysel kapitalistlerin, gelişmiş yöntemler vb. ile, kendi metalarının değerini, toplumsal ortalamanın altına düşürebilmelerini ve böylece, o günkü piyasa fiyatlarında fazladan bir kâr gerçekleştirebilmelerini sağlamak için, sermaye gayrete gelir. Öte yandan, hepsi de, genel ortalamadan bağımsız ve bu ortalamayı aşan fazladan bir kâr koparma amacına dayalı yeni üretim yöntemleri, yeni sermaye yatırımları, yeni serüvenler ile, gözü dönmüşçesine girişimler yoluyla, bir kapkaççılık ve bu kapkaççılığı yaygın hale getiren ve isteklendiren bir ortam belirir”. (36)
Kâr oranı düşüyor, sermaye telaşlanıyor, ama henüz panikleme sürecinde değil. Kâr oranı düşmeye devam ediyor ve sermaye bu düşüşü engellemek, ötesinde kâr oranını yükseltmek için gözü dönmüşçesine hareket ediyor; yeni yatırımlar, savaş da dahil yeni serüvenler, yeni yöntemler vs. vs. Diyelim ki sermaye buna rağmen sonuç alamıyor. Sonrası malum:
Kâr oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden önce, bağımsız gruplaşmaya çalışan bütün yeni sermaye sürgünleri için önemlidir. Ve sermaye oluşumu, düşen kâr oranının, sadece, kâr kitlesi ile telafi edildiği birkaç büyük yerleşmiş sermayenin eline düşmesi halinde, üretimin yaşam alevi bütünüyle sönebilir. Uykuya dalabilir”. Kâr oranı, kapitalist üretimin itici gücüdür. Nesneler, ancak, bir kâr ile üretilebildikleri sürece üretilir” (37).

Soru şu: Sermaye hareketi bugün gerçekten de bu aşamada mı? Bunun “ilaç için” tek bir kanıtı var mı? Sözü edilen birkaç yüz süper tekelin, farklı paylarda da olsa “72,5” ulusal menşei var. Yaşanmakta olan kriz bunun böyle olduğunu göstermedi mi? Neden G-7'ler, G-20'ler uluslararası geçerli bir kriz yönetiminde anlaşamadılar? Neden her bir ülke kendi sermayesini koruma derdine düştü? Bu durum, üretimin yaşam alevinin sönmesinden çok, “üretimin yaşam alevi”nin harlanması değil mi? Neden sermaye, dünyanın dört bir yanını dolaşıyor, hem de “üretimin yaşam alevi”nin söndüğünün iddia edildiği bir dönemde dolaşıyor? Neden giderek dünya ekonomisinde söz sahibi olmaya başlayan ülkelerde/bölgelerde “üretimin yaşam alevi” harlanıyor durumdadır?
Bu sorulara cevap vermek gerekir.

Aşağıdaki tespit de Marks'a ait:
Mevcut sermayenin devresel değer kaybı, kâr oranındaki düşmeyi durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer birikimini hızlandırmak ... kapitalist üretim biçimine özgü araçlardan biridir” (38).

Yani kriz, savaşlar (doğal afetler de sermaye için paha biçilmez bir fırsattır). Bütün bu süreçlerde sermaye, sürekli, oldukça geri seviyede üretime yeniden başlar. Hele hele sadece kriz değil de, doğrudan bir savaş ve doğal afet söz konusuysa, bu durum gelişmiş sermaye, tekeller için bir nimettir.

Ticari krizler sırasında yalnızca mevcut ürünlerin değil, daha önceleri yaratılmış üretici güçlerin de büyük bir kısmı dönemsel olarak tahrip ediliyor. Bu krizler sırasında, daha önceki bütün çağlarda anlamsız görülecek bir ... aşırı üretim salgını baş gösteriyor. Toplum kendisini birdenbire, gerisin geriye, geçici bir barbarlık durumuna sokulmuş buluyor; sanki bir kıtlık, genel bir yıkım savaşı, bütün geçim araçları ikmalini kesmiştir; sanki sanayi ve ticaret yok edilmiştir; peki ama, neden? Çünkü çok fazla uygarlık, çok fazla geçim aracı, çok fazla sanayi, çok fazla ticaret vardır da ondan” (39).

Politik ekonominin eleştirisi, krizsiz kapitalizmin olamayacağını açıklıyor. Krizler kapitalist üretim biçiminin gelişmesinin ayrılmaz bir bileşenidir. En ucuza, en fazla üretmek sermayenin içsel dürtüsüdür. Böyle hareket etmeyen sermayenin rekabet ve var olma şansı yoktur. Ez ucuza, en fazla üretmek, aynı zamanda sermayenin kriz dürtüsüdür. Bu da içseldir. Çok sayıda konut, otomobil, üretici güçler; genel anlamda sermaye ve meta üretilmiştir. Çok üretildiğinden dolayı kâr elde etme olanağı kalmamıştır; bu durumda sermaye ve meta kapasitesindeki fazlalık, pazarın darlığına karşı isyan eder. Bu isyanın adı krizdir...

..Peki, burjuvazi bu krizleri nasıl atlatıyor? Bir yandan üretici güçlerin büyük bir kısmını zorla yok ederek; öte yandan yeni pazarlar ele geçirerek ve eskilerini de daha kapsamlı bir biçimde sömürerek” (40).
Dünya çapında üretim ve ticaretin ağırlıkta 500 süper tekelin elinde olmasından dolayı sermaye Marks ve Engels'in belirttiği bu iki yöntemi kullanmaktan aciz mi? Veya kullanması önünde bir engel mi var? Bu 500 süper tekel, söz konusu bu iki yöntemi bizzat kullanmıyor mu?

Üretimin yaşam alevi”nin söndüğü iddia edilen kapitalist sistemin ABD, AB ve Japonya gibi, önemi giderek azalan merkezlerinde sermaye için krizden çıkmanın bu her iki yöntemini kullanmanın yolu açık. Bu yöntemleri sürekli kullandılar ve kullanıyorlar da. Örneğin geçen yüzyılda. Her iki dünya savaşı neden çıkartıldı? Her iki savaş, üretici güçleri o zamana kadarki gelişme seviyesinden çok gerilere atmadı mı? 1929-32 krizinin sonuç itibariyle kapitalist üretimi yıllarca geriye attı(41). Böylece kapitalistler, sistemin devamı için, “üretimin yaşam alevi”nin sönmemesi için, sermayenin bizzat koyduğu sınırını atlamıyorlar, tam tersine o zamana kadarki gelişmenin gerilerine gitmek zorunda kalarak yolu açıyorlar ve yeniden başlıyorlar. Bu, 1825'ten bu yana bazen hafif, bazen oldukça şiddetli, bazen yerel savaşlı, bazen dünya çapında savaşlı devam eden bir süreçtir. Şimdi niye devam etmesin? Öznel faktörün, işçi sınıfının sınıf bilinçli müdahalesi (devrim) olmadığı müddetçe bu süreç sonsuzdur. Ama diyeceksiniz ki, “emek”le sermaye evliliğini sonlandıran; bu koşullarda “emeği” özgürleştiren; değersizleştiren bir anlayış açısında işçi sınıfı ve devrimin ne anlamı olabilir ki? Doğru, haklısınız, hiçbir anlamı olmaz.

Klasik bir fazla üretim krizinden küreselleşme krizi, sistem krizi üretenler bunun hesabını nasıl verirler bunu bilemem, ama nesnel yaşam, üç-dört senelik kriz süreci içinde yapılan değerlendirmelere ilişkin Nelte gibilerin teorilerinin, iddialarının, iradi tespitlerinin güneş altında kalmış kar gibi eridiğini göstermektedir.

Kapitalizm kendi çelişkilerinden dolayı çökmez; bu, sistemin doğasına; iç diyalektiğine aykırıdır. Kapitalizmde sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşulları da hiçbir zaman yok olmaz. Bu da onun doğasına aykırıdır. Sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşullarının ortadan kalktığı, yani artı değer üretmenin koşullarının ortadan kalktığı bir kapitalizm düşünebiliyor musunuz? Her kriz döneminde sermaye, kendi kendini kıyıma uğratarak -tahrip ederek, değersizleştirerek- genişletilmiş yeniden üretiminin kanallarını açar. Ötesinde savaş veya büyük yıkıma neden olan bir doğa felaketi de aynı etkide bulunur.

Kâr oranlarında belli bir yükseliş, kapitalizmin bir sonraki fazla üretim krizine kadar güçlendiğinin doğrudan ifadesidir. Bunu bir darkafalı küçük burjuva anlamaz ve onun fazla üretim krizinden güçlenerek çıkışını tarihsel çöküşüyle; ömrünü doldurmuş olmasıyla birbirine karıştırır. Bu iki olgunun birbirinden farklı olması, bu unsurlar açısından pek önemli değil.

Demek oluyor ki fazla üretim krizi, kapitalizmin çelişkilerini geçici çözdüğü için onu geçici olarak dinamikleştiriyor. Gerçekten de kâr oranı yasası eğilimli düşüş içinde değil de doğrudan düşerek geçerli olsaydı; yani o yasayı eğilimli yapan nesnel faktörler olmasaydı, kapitalizm en fazlasıyla bir defa bir fazla üretim krizi yaşar ve o krizle birlikte kendiliğinden çökerdi. Ama kriz süreci; kâr oranlarında yeniden yükselme, krizinden dolayı kapitalizmin güçten düştüğünü göstermez. Olsaydı şimdiye kadar olurdu. Kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunanları her seferinde hayal kırıklığına uğratan, onları ayrık otu yapan bu gerçekliktir.
Ancak öznenin bilinçli faaliyeti, kapitalizmin nihai geleceğini belirler.
Günümüzde Kapital'in içeriğiyle, Marksist kriz teorisiyle, kapitalizmin geleceğiyle “oynayanlar”ın sayısı hiç de az değildir. Bu oyuncular cephesinde yeni olan bir şey de yok. Rosa'nın bilinen görüşünden bu yana tezlerini güçlendirmek için öne sürülen bir şey yok. Bütün söylenen, sermayenin kendini yenileme, genişletilmiş yeniden üretim olanağının artık kalmadığıdır. Yani yaşanan kriz sadece bir fazla üretim krizi değildir, aynı zamanda bir sistem krizidir. (Böyle diyenler, ekonomik krizin kapitalizmde nesnel bir olgu olmadığını, en azından şimdiye kadar olmadığını ve şimdi olduğunu söylemiş olmuyorlar mı veya ne zamandan beri ekonomik kriz/fazla üretim krizi sistem krizi -sisteme özgü kriz- değildi de şimdi sistem kriz oldu?!) Bu, bir kısım troçkistlerin, kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisini veya sürekli kriz teorisini savunanların en “vurucu savıdır. Bu unsurlar, insanın gözünün içine baka baka kâr oranı sıfırlanma noktasına gelmiştir ve bir daha da yükselme olanağı kalmamıştır diyerek, bir çırpıda Kapital'i çöpe atabiliyorlar. Kim diyor bunu? Rosa'yı karikatürleştirenler: Örneğin bazı troçkistler, örneğin D. Harvey, Kurz gibileri veya örneğin kapitalizmin bittiğini çoktan ilan etmiş olan “Emeğe Karşı Manifestocular”, “en Marksistler” vb...

3.6-Kapitalizm “değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır”

Yaşanmakta olan kriz, bir fazla üretim krizi olmanın ötesine taşındı, başka krizlere dönüştürüldü. Doğru, kapitalist sistemin krizi çoktur ve yaşanmakta olan fazla üretim krizi de bunlardan sadece birisidir ve ona özgü olanıdır. İşin en trajikomik olan yanı ise yaşanmakta olan krizin küreselleşmenin veya emperyalist küreselleşmenin bir kriz olarak algılanmasıdır. Kapitalizmin serbest rekabetçi ve emperyalist dönemlerindeki özelliklerinden dolayı bu her bir dönemdeki ekonomik krizlerin de birtakım ayrı özellikleri vardı. Ama bu özelliklerin hiçbirisi, 1825'ten bu yana kapitalist sistemin yasallığı olarak devresel patlak veren ekonomik krizleri sistem krizi olarak açıklamaya yetmedi, hele hele en azından dünya ticaretinin oluşmasından (19. yüzyılın ilk çeyreği) ve dünya ekonomisinin oluşmasından (emperyalizm) bu yana küresel olan kapitalizmi, sonradan küreselleştiren burjuva anlayışları haklı çıkartmak için küreselleşmenin krizi demek hiç yetmez. Ama böylesi kendi kendine Marksistleri, hayalperestleri anlamak gerekir. Ne de olsa emperyalizm ötesi bir düzende yaşadıklarını sanıyorlar ve böyle bir düzenin de kendine özgü bir krizinin olmasından doğal ne olabilir ki! Yeni bir toplum dizaynlıyorsanız, bu işin hakkını vererek yapmanız gerekir, yeni bir teori oluşturuyorsanız çok yönlü düşünmelisiniz; dizaynladığınız toplumu, oluşturduğunuz teoriyi içeriklendirmeniz gerekir. Kolay değil, başarılı olabilmeniz Marksizm-Leninizmi, tarihsel materyalizmi ne derecede aştığınıza, geçersiz kıldığınıza, eskimişliğini kanıtladığınıza; yani “Post-Marksist”, tasfiyeci yeteneğinize bağlıdır.

Kapitalizm “değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır”dan kapitalizmin genel krizi açısından nihai olarak nasıl bir sonuç çıkartabiliriz? Kapitalizmin genel krizi, kapitalist sistemin “değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizma” olduğunu gösteren bir krizdir aynı zamanda. Kapitalizmin genel krizi süreci, tekelci devlet kapitalizmin oluşumundan bu yana devam eden süreçtir. Son 30-40 senelik süreçte kapitalizmi kapitalizm olmaktan çıkartan sayısız teoriler üretilmiştir. Bunların hepsi yaşamın dayattığı gerçeklik; kapitalizm gerçekliği karşısında erimiştir. İsterse Negri, birkaç imparatorluk daha kurabilir; emperyalizm “miadını bir kez daha doldurabilir. İsteyen emperyalizm ötesi bir çağda yaşadığına inanabilir. İsteyen kapitalizmi kendiliğinden çökertebilir. İnsanların inancını ve umudunu elinden almak istemeyiz, ama gerçeklik neyse onu görmekten ve ona göre hareket etmekten de vazgeçmeyiz.

Kapitalizmin genel kriz süreci, bu sistemin -ne denli çürümüş, kokuşmuş olursa olsun- kendiliğinden çökmeyeceği gibi, emperyalizm ötesinde bir kapitalizmin olmadığını da göstermiştir. Bu süreç aynı zamanda kapitalizmin kendiliğinden çökmeye karşı ne denli “duyarlı” olduğunu da göstermiştir; açık ki kapitalizm, süreklilik arz eden formasyon dönüşümlerine tabidir; birikim biçiminde ve regülasyonunda sürekli bir değişimin olması bu üretim biçiminin normalliğidir (Erken kapitalizm, tekelci devlet kapitalizmi, neoliberalizm vb.) Tam da bu nedenle kapitalizm, “kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır” (42).

Önemli olan bunu kavramaktır. Çöktü-çökecek demekle, emperyalizme ömür biçmekle kapitalizm gerçekliğinde bir şey değişmiyor. Bu görüşlerin hiçbirisi kapitalizmin, dolayısıyla dünyanın başkalaştığını açıklamaya yetmiyor, hizmet etmiyor...

Demek ki kriz, sermayeyi yeniden artı değer üretecek duruma getiriyor; yeniden üretimin tıkanmış yollarını açıyor.

Sorun bu kadar açık. Ama buna rağmen darkafalı küçük burjuva, sermayenin aşırı birikiminin nedenini anlamadığı; bunun mutlak bir birikim olmadığını kavramadığı ve üstelik devrimden de umudunu kestiği için kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisine sarılıyor.
Marksizm, üretici güçlerin gelişmesini, teknolojik ve üretim yöntemlerinde yenilenmeyi ve bunlarla bağlam içinde sermaye kıyımını ve değersizleştirilmesini, kapitalist mekanizmayı harekete geçiren yapısal/temel itici güç, evet bir motor olarak görür. Bu süreçte kapitalist, ekonomik yapıyı içsel olarak sürekli devrimcileştirir/alt-üst eder; sürekli eski yapıları yıkar ve yeni olanların kurulmasına ve işlevsel olmasına yol açar. Bu, kapitalizmin kendi kendini yenileme özelliğidir; kapitalist üretim biçiminin içsel özelliğidir. Her yeni meta; her yeni ürün, her yeni üretim yöntemi, her yeni teknoloji rekabet içinde gündeme gelir ve bu da tüketim maddeleri ve üretim araçları biçiminde olsun bir kısım sermayenin yok edilmesiyle gerçekleşir. Tam da bu nedenle kapitalizm, bir krizinden gelecek krizine kadar güçlenerek çıkar. Onun tarihsel olarak ömrünü doldurmuş olması, kapitalizmin her krizinden gelecek krizine kadar yenilenerek çıktığı gerçeğini karartamaz. Avanak küçük burjuva kapitalizmin bu diyalektiğini anlama yeteneğine sahip değildir; onun aklı-fikri kapitalizmin kendiliğinden çökeceğindedir. Üstelik bu anlayışını, hiç savunulmaması gerektiği bir dönemde; ekonomik krizler döneminde özellikle savunur.
Ekonomik kriz ile aşırı sermaye birikimi ve kâr oranının düşmesi arasında diyalektik bir bağ var ise; kriz dendiğinde aşırı sermaye birikimi ve kâr oranının düşmüş olması akla geliyor ise, bu durumda krizden çıkış süreci genişletilmiş yeniden üretimin; yeniden büyümenin koşullarının oluştuğu süreç demektir; bu süreç içinde aşırı birikmiş sermaye yok edildiği için kâr oranı da yeniden artmaya başlar. Toplam sermaye bakımından bu böyledir. Ama tek tek sermayeler açısında durum farklı olabilir; şu veya bu tekil sermaye iflas eder; sermaye yok olur vb.
Kriz, kapsamlı yeni yatırımların, aynı zamanda kapsamlı sermaye kıyımının gerçekleştirilmesi demektir...

Marks, şunu diyor:
1- Kapitalizm ne kadar gelişirse gelişsin artı değer ürütme olanağı ortadan kalkmayacaktır.
2- Kapitalizm ne kadar gelişirse gelişsin yeniden üretim imkansız olamayacaktır.
3- Kapitalizm ne kadar gelişirse gelişsin kendiliğinden çökmeyecektir ve
4-Nihayetinde oluşturduğu özne, mezar kazıcısı sınıf; işçi sınıfı tarafından zor yoluyla yıkılacaktır.

3.7-Kapitalizmin ne zaman kendi kendine çökmesini istersiniz?...

T. Negri'ye göre “değer yasası 20. yüzyılın sonunda iflas etmiştir”, “işlevsel değildir” veya “değer yasası ölmüştür”, emperyalizm “miadını” doldurmuştur.
Kurz, 1990'lı yılların başında, revizyonist blokun çöktüğü dönemde “üçüncü sanayi devrimi”yle, “emeği” değersizleştirerek kapitalizmi yıkmıştır.
Nelte, önce 19.06.2006'da ilk defa, kapitalizme 20-30 senelik bir ömür biçti.
26.11.2008'de ise bu ömrü 10-15 seneye indirdi.
4 Mart 2009'da kapitalizmin çöktüğünü ilan etti.
Sonra yeniden bir 10 senelik ömür biçti.

Wallerstein da hesaplamış ve kapitalizme en fazlasıyla 30 senelik bir ömür biçiyor.

Ne dersiniz?
Negri ve Kurz olup geçen yüzyılın '90'lı yıllarında kapitalizmi yıkılmış mı sayıyorsunuz?
Yoksa Nelte olup günümüzü kapitalizme ömür biçmekle geçirelim mi diyorsunuz?
Veya Wallerstein olup en fazla 30 sene içinde çökecek diyerek günümüzü gün edelim mi diyorsunuz? 1999-2019 = 20-30 = 10 sene kalmış!
Veya da “kendi kendine Marksist Nelte ” olarak “daha nereye kadar” sorusuyla ömür dolduralım mı diyorsunuz?

3.8-Nasıl bir geçiş dönemi, nasıl bir kurtuluş istersiniz?

Nelte gibi “önce, savaş lortlarının, korsanların, talancı sürülerinin vandalizminin giderek hakim olacağı ve sadece güçlülerin hakkını tanıyan hukuksuz bir toplumda bir mübadele iktisadı” döneminden geçerek mi nihai kurtuluşa varmak istersiniz?

Kurz gibiher ülkede ve her şehirde doğrudan 'dünya iç savaşı”ndan veya “kapitalist mantığa karşı, pazar ve devletin kovulduğu belli sosyal alanlar açan bir karşı toplum” oluşturarak mı veya “şimdiye kadarki hakim olan...kurumları iktidardan uzaklaştıran ve yok eden bir kitle hareketiyle” mi nihai kurtuluşa varmak istersiniz?

Wallerstein gibi, “dünyanın hakim güçleri için durumun giderek “kaotik ve kontrol edilemez olduğun”dan hareketle 16. yüzyıldan 17. yüzyıla geçerken feodalizmin çöküş ve erken kapitalizmin hakimiyetini kurma süreci boyutlarında bir çağsal altüst oluş sonucunda mı nihai kurtuluşa varmak istersiniz?

Veya Negri gibi “çokluk”la İmparatorluğu yıkarak mı nihai kurtuluşa varmak istersiniz?

Veya “en Marksist” Nelte gibi işçi sınıfını, yok saydıktan, bir çırpıda yok ettikten sonra “orta sınıf”ların, “ötekileştirilmiş bireylerin” eylemiyle nihai kurtuluşa varmak istersiniz?

3.9-Nihai kurtuluştan ne anlıyorsunuz?

Negri, nihai kurtuluştan sosyalizmi anlamıyor.
Kurz, nihai kurtuluştan sosyalizmi anlamıyor.
Nelte, nihai kurtuluştan sosyalizmi anlamıyor.
Wallerstein, nihai kurtuluştan sosyalizmi anlamıyor.

3.10-Kapitalizmin yıkılmasında işçi sınıfının rolü ne olmalıdır?

Nelte, kapitalizmi yıkılmasında işçi sınıfının tarihsel misyonunu reddediyor; bu işi bireylere havale ediyor (Kapitalizm yıkıldıktan sonra işçi sınıfına rol veriyor).

Kurz, kapitalizmin yıkılmasında işçi sınıfının tarihsel misyonunu reddediyor. Bu işi bireylere; “aile retçileri”ne, “kısa süreli çalışan işçiler”e, “bilinçli olarak sosyal devlet ağlarını” istismar ederek yaşayanlara havale ediyor.

Negri, kapitalizmin yıkılmasında işçi sınıfının tarihsel misyonunu reddediyor. Bu işi bireylere; “çokluk”a havale ediyor.

Wallerstein, kapitalizmin yıkılmasında işçi sınıfının tarihsel misyonunu reddediyor. Bu işi bireylere havale ediyor.

3.11-Veya nerede konaklamak istersiniz?...

Öze dönüşçülükte mi?
Varoluşçulukta mı?
Yerel ekonomi sisteminde mi?
Ne olduğunu Nelte'nin bildiği mübadele ekonomisinde mi?
Ne olduğunu Kurz'un bildiği geçim ekonomisinde mi?

Veya şöyle sorayım:

Alternatif sosyalizm olmadığına göre kapitalizmden sonra nasıl bir dünya hayal ediyorsunuz, nasıl bir düzende yaşamak istersiniz?...
Kaos düzeni”nde mi?
Anarko komünizm”de mi?
Geçim ekonomisi” düzeninde mi?
Mübadele ekonomisi” düzeninde mi?

Kapitalizmi kendiliğinden yıkanların insanlığa sundukları başka bir alternatif yok.

*

Dipnotlar/Açıklamalar:

32) Marks; Kapital, C. III, s. 247.

33) R. Luksemburg; Anti-Critique. Tayfun Ertan'ın “Sermaye Birikimi” çevrisi içinde, s. 15, Alan Yayıncılık, Aralık 1986.

34) Agk, s. 15.

Ayarıca bkz.:
ROSA LUKSEMBURG NASIL SAHİPLENİLEMEZ!
ROSA LUKSEMBURG NASIL SAHİPLENİLEMEZ!
(ROSA LUKSEMBURG’UN SAHTE SAVUNUCULARI; TROÇKİSTLER, REFORMİSTLER, ÇÖKERTMECİLER, FEMİNİSTLER)

http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/01/rosa-luksemburg-nasil-sahiplenilemez.html

35) Bkz.: World Investment Report 2011, s. 187.

36)K. Marks; Kapital, C. 3, s. 269.
37) K. Marks; Kapital, C. 3, s. 269.

38) K. Marks; Kapital, C. 3, s. 259/260.

39) Marks/Engels; C. 4, s. 468. Komünist Manifesto.

40)Marks/Engels; agy.

41) İ. Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi, 1600-1990, Sınırsız yayınevi, 2016.

42) K. Marks, Kapital, C. I, s. 16.