ZAMANI GELDİ: YENİ BİR
“AYRIK OTU HİKAYESİ”
LENİN’İN
DEYİMİYLE “HERGELE” TROÇKİ’NİN TETİKÇİLERİ İŞ
BAŞINDA!
3.4-Rosa
Luksemburg ne diyordu?
R.
Luksemburg'a göre sermaye birikimi, kapitalist olmayan çevreden
kapitalist sektöre sürekli bir değer transferi gerçekleştiği
müddetçe mümkündür. Yani köylülerin, zanaatçıların başkaca
küçük (burjuva) üreticilerin ürettikleri değer, çeşitli
mekanizmalar vasıtasıyla sermaye tarafından gasp edilir. Aksi
taktirde sermayenin genişletilmiş yeniden üretim damarları
tıkanmış olur...
Sorunun
ayrıntılı analizine girmeksizin şu kadarını söyleyelim: Dış
pazarsız kapitalizm olmaz; iç pazarı oluşturan kapitalizm,
kaçınılmaz olarak, gelişmesini sürdürebilmek için ulusal
sınırları aşar; bütün dünyayı kendi pazarı konumuna getirir.
Öyle ki, Marks'ı deyimiyle dış pazarı kendi ürünü haline
getirir:
“Dış
ticaretin genişlemesi, çocukluk çağında kapitalist üretim
biçiminin temeli olmakla birlikte, bu üretim biçimindeki daha
ileri aşamalarda, kapitalist üretimin iç zorunluluğu ve durmadan
büyüyen pazar gereksinmesi nedeniyle, onun kendi ürünü halini
alır” (32).
Kapitalizmin
bu özelliği, onun sadece kendini tekrarlayan; basit yeniden üretim
sürecinden ibaret olmadığını gösterir. O halde kapitalizm, elde
edilen artı değerin önemli bir kısmını yatırıma dönüştürür;
bu da kapitalizmin genişletilmiş yeniden üretim sürecidir. Bu
nedenle veya genişletilmiş yeniden üretim, üretimin sürekli
genişlemesini koşullayan bir birikim eğilimini içinde taşır. Bu
nedenledir ki, bütün dünyayı kendi emrine, hakimiyeti altına
almaya çalışır.
Kapitalizm
en sonunda bütün dünyayı fetheder; her tarafta kapitalist üretimi
hakim kılar. Kapitalizmin bu gelişmesi, sorunu analiz eden
Marksistler arasında tartışmalara neden olmuştur. Öyle ki,
gelişmiş kapitalist ülkelerde iç pazarın elde edilen artı
değeri realize etmek (ürünleri satmak) için yeterli olmayacağı
öne sürülmüştür. Marksistler arasında bu anlayışı
savunanların başında Rosa Luksemburg gelir. Onun anlayışına
göre sorunun özü şudur: Gelişmiş kapitalist ülkelerde
satılmayan ürünler; elde edilemeyen artı değer, henüz
kapitalistleşmemiş bölgelerde/ülkelerde satılır ve böylece
artı değer realize edilir. Kapitalizm, ancak bu koşullarda
varlığını sürdürebilir. R. Luksemburg'un anlayışına göre
“tamamen kapitalist bir ortamda birikim imkânsızdır”.
Bu nedenle “sermaye birikimi sadece kapitalist olmayan tabaka
ve ülkelerin pahasına ilerleyebilir, genişleyebilir” (33).
R.
Luksemburg'un anlayışına göre kapitalizm eninde sonunda bütün
dünyada kapitalist üretimi hakim kılacak; kapitalist olmayan
bölgeler, ülkeler kalmayacak. Kapitalizm gelişmesinin bu aşamasına
geldiğinde “birikim, yani sermayenin daha da genişlemesi
imkânsız hale gelir”. “Kapitalizm çıkmaz yolun sonuna ulaşır”
ve böylece “nesnel sınırına dayanır” (34).
Rosa
Luksemburg'un anlayışına göre kapitalist üretim biçimi bindiği
dalı kesmektedir; değer transferi, birikimi olanaklı kılmaktadır;
bu da kapitalist üretim biçiminin genişlemesine neden olur, ama
aynı zamanda kapitalist olmayan veya prekapitalist alanları tahrip
eder. Ve kendiliğinden çöküş, kapitalist üretim biçiminin
genişlemesinin ve hakimiyetinin doruk noktasında olduğu anda
gerçekleşir.
Tabii,
çöküşün gecikmesi durumunda Nelte ve onun gibileri, çöküş
tarihini tespitte bir hata yapıp yapmadıklarını düşünmeye
başlarlar ve başkasını konuşturarak bu sistem “daha nereye
kadar” sürer diye sorarlar!...
3.5-Marks'ın
tarihi “yanılgı”sı - Kapitalist üretim biçiminin sınırı
ve
gerçekler
Kapitalizmin
kendiliğinden çökeceğini savunanların göremedikleri ve
dolayısıyla anlayamadıkları şudur: Kapitalistler, kapitalist
üretim biçiminin sınırları karşısından nasıl hareket
edecekleri üzerine sistem içi yolların olduğunu çok iyi
biliyorlar. Genellikle bunlar sermaye ihracı ve sermaye kıyımı
yollarıdır. Buna savaşları da ekleyebilirsiniz. Sermaye ihracında
sermaye, kâr
oranlarının düşük olduğu alanlardan (ülkelerden, bölgelerden),
kâr
oranlarının daha yüksek olduğu bölge ve ülkelere akar.
2005-2010 arasında doğrudan yabancı yatırımlar bazında dünya
çapında sermaye akışı 2005'ten 2010'a yüzde 26,6 oranında
artmıştır. Yaşanmakta olan krizden dolayı ana arterleri geçici
tıkandığı için kapitalizmin merkez ülkelerine akan bu türden
sermaye aynı dönemde yüzde 2,8 oranında azalmıştır. Ama
gelişen ülkelere akan sermaye ise yüzde 72,6 oranında artmıştır.
Sermaye
çıkışı bakımından: 2005-2010 arasında dünya çapında
doğrudan yabancı yatırımlar bakımından sermaye çıkışı
(ihracı) yüzde 50 oranında artarken gelişmiş ülkelerde yüzde
25,3 oranında azalmıştır. Ama gelişen ülkelerde yüzde 168,2
oranında artmıştır. (35)
Şimdi
ne olacak? Sermaye bir bölgeden öbür bölgeye, bir ülkeden öbür
ülkeye turistik seyahat mı yapıyor? Kapitalizmin sonunu
getirenler, sermayenin üretme şevkini kıranlar bu sermaye hareketi
karşısında ne diyecekler?
Sermaye
kıyımı/tahribi konusunda söylenecek fazla bir şey yok. Krizin
diğer tanımı da sermaye kıyımıdır desek abartmış olmayız:
Kriz sürecinde kapitalist yoğun bir biçimde sabit sermaye yok eder
( tüketim ve üretim araçları biçiminde sermaye imhası; üretim
araçlarının; makinelerin, fabrika binalarının, meta biçiminde
sermayenin imha edilmesi, borsalarda farazi sermayenin yok edilmesi).
Bu da yetmezse savaşı da göze alır; önemli olan, yeniden
yatırım yapabileceği; kâr
oranının yükselme trendine gireceği ortamın oluşturulmasıdır...
Kapitalizmi
çökertenlere, sermayenin üretim şevkini kırmış olanlara iflas
etmiş işletmeler başka sermayeler tarafından neden devralınır
diye sormak gerekir. İflas etmiş işletme, oldukça düşük
sermaye maliyetiyle alınmış işletme demektir. Bu durumda,
işletmenin yeni sahibi, aynı üretim araçlarıyla eski sahibine
göre oldukça yüksek kâr
elde eder.
Yoksa,
sermayenin üretim şevki kırıldığı için ulusal, bölgesel ve
dünya çapında sermaye devralmaları artık tarihe mi karıştı?
“Kâr
oranı düştüğünde, bir yandan, bireysel kapitalistlerin,
gelişmiş yöntemler vb. ile, kendi metalarının değerini,
toplumsal ortalamanın altına düşürebilmelerini ve böylece, o
günkü piyasa fiyatlarında fazladan bir kâr
gerçekleştirebilmelerini sağlamak için, sermaye gayrete gelir.
Öte yandan, hepsi de, genel ortalamadan bağımsız ve bu ortalamayı
aşan fazladan bir kâr koparma amacına dayalı yeni üretim
yöntemleri, yeni sermaye yatırımları, yeni serüvenler ile, gözü
dönmüşçesine girişimler yoluyla, bir kapkaççılık ve bu
kapkaççılığı yaygın hale getiren ve isteklendiren bir ortam
belirir”. (36)
Kâr
oranı düşüyor, sermaye telaşlanıyor, ama henüz panikleme
sürecinde değil. Kâr
oranı düşmeye devam ediyor ve sermaye bu düşüşü engellemek,
ötesinde kâr
oranını yükseltmek için gözü dönmüşçesine
hareket ediyor; yeni yatırımlar, savaş da dahil yeni serüvenler,
yeni yöntemler vs. vs. Diyelim ki sermaye buna rağmen sonuç
alamıyor. Sonrası malum:
“Kâr
oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden önce,
bağımsız gruplaşmaya
çalışan bütün yeni sermaye sürgünleri için önemlidir. Ve
sermaye oluşumu, düşen kâr oranının, sadece,
kâr kitlesi ile
telafi edildiği birkaç büyük yerleşmiş sermayenin eline düşmesi
halinde, üretimin yaşam alevi bütünüyle sönebilir. Uykuya
dalabilir”. Kâr oranı, kapitalist üretimin itici
gücüdür. Nesneler, ancak, bir kâr ile üretilebildikleri sürece
üretilir” (37).
Soru
şu: Sermaye hareketi bugün gerçekten de bu aşamada mı? Bunun
“ilaç için” tek bir kanıtı var mı? Sözü edilen birkaç yüz
süper tekelin, farklı paylarda da olsa “72,5” ulusal menşei
var. Yaşanmakta olan kriz bunun böyle olduğunu göstermedi mi?
Neden G-7'ler, G-20'ler uluslararası geçerli bir kriz yönetiminde
anlaşamadılar? Neden her bir ülke kendi sermayesini koruma derdine
düştü? Bu durum, üretimin yaşam alevinin sönmesinden çok,
“üretimin yaşam alevi”nin harlanması değil mi? Neden
sermaye, dünyanın dört bir yanını dolaşıyor, hem de “üretimin
yaşam alevi”nin söndüğünün iddia edildiği bir dönemde
dolaşıyor? Neden giderek dünya ekonomisinde söz sahibi olmaya
başlayan ülkelerde/bölgelerde “üretimin yaşam alevi”
harlanıyor durumdadır?
Bu
sorulara cevap vermek gerekir.
Aşağıdaki
tespit de Marks'a ait:
“Mevcut
sermayenin devresel değer kaybı, kâr
oranındaki düşmeyi durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla
sermaye-değer birikimini hızlandırmak ... kapitalist üretim
biçimine özgü araçlardan biridir” (38).
Yani
kriz, savaşlar (doğal afetler de sermaye için paha biçilmez bir
fırsattır). Bütün bu süreçlerde sermaye, sürekli, oldukça
geri seviyede üretime yeniden başlar. Hele hele sadece kriz değil
de, doğrudan bir savaş ve doğal afet söz konusuysa, bu durum
gelişmiş sermaye, tekeller için bir nimettir.
“Ticari
krizler sırasında yalnızca mevcut ürünlerin değil, daha
önceleri yaratılmış üretici güçlerin de büyük bir kısmı
dönemsel olarak tahrip ediliyor. Bu krizler sırasında, daha önceki
bütün çağlarda anlamsız görülecek bir ... aşırı üretim
salgını baş gösteriyor. Toplum kendisini birdenbire, gerisin
geriye, geçici bir barbarlık durumuna sokulmuş buluyor; sanki bir
kıtlık, genel bir yıkım savaşı, bütün geçim araçları
ikmalini kesmiştir; sanki sanayi ve ticaret yok edilmiştir; peki
ama, neden? Çünkü çok fazla uygarlık, çok fazla geçim aracı,
çok fazla sanayi, çok fazla ticaret vardır da ondan” (39).
Politik
ekonominin eleştirisi, krizsiz kapitalizmin olamayacağını
açıklıyor. Krizler kapitalist üretim biçiminin gelişmesinin
ayrılmaz bir bileşenidir. En ucuza, en fazla üretmek sermayenin
içsel dürtüsüdür. Böyle hareket etmeyen sermayenin rekabet ve
var olma şansı yoktur. Ez ucuza, en fazla üretmek, aynı zamanda
sermayenin kriz dürtüsüdür. Bu da içseldir. Çok sayıda konut,
otomobil, üretici güçler; genel anlamda sermaye ve meta
üretilmiştir. Çok üretildiğinden dolayı kâr
elde etme olanağı kalmamıştır; bu durumda sermaye ve meta
kapasitesindeki fazlalık, pazarın darlığına karşı isyan eder.
Bu isyanın adı krizdir...
..Peki,
burjuvazi bu krizleri nasıl atlatıyor? Bir yandan üretici güçlerin
büyük bir kısmını zorla yok ederek; öte yandan yeni pazarlar
ele geçirerek ve eskilerini de daha kapsamlı bir biçimde
sömürerek” (40).
Dünya
çapında üretim ve ticaretin ağırlıkta 500 süper tekelin elinde
olmasından dolayı sermaye Marks ve Engels'in belirttiği bu iki
yöntemi kullanmaktan aciz mi? Veya kullanması önünde bir engel mi
var? Bu 500 süper tekel, söz konusu bu iki yöntemi bizzat
kullanmıyor mu?
“Üretimin
yaşam alevi”nin söndüğü iddia edilen kapitalist sistemin
ABD, AB ve Japonya gibi, önemi giderek azalan merkezlerinde sermaye
için krizden çıkmanın bu her iki yöntemini kullanmanın yolu
açık. Bu yöntemleri sürekli kullandılar ve kullanıyorlar da.
Örneğin geçen yüzyılda. Her iki dünya savaşı neden
çıkartıldı? Her iki savaş, üretici güçleri o zamana kadarki
gelişme seviyesinden çok gerilere atmadı mı? 1929-32 krizinin
sonuç itibariyle kapitalist üretimi yıllarca geriye attı(41).
Böylece kapitalistler, sistemin devamı için, “üretimin
yaşam alevi”nin sönmemesi için, sermayenin bizzat koyduğu
sınırını atlamıyorlar, tam tersine o zamana kadarki gelişmenin
gerilerine gitmek zorunda kalarak yolu açıyorlar ve yeniden
başlıyorlar. Bu, 1825'ten bu yana bazen hafif, bazen oldukça
şiddetli, bazen yerel savaşlı, bazen dünya çapında savaşlı
devam eden bir süreçtir. Şimdi niye devam etmesin? Öznel
faktörün, işçi sınıfının sınıf bilinçli müdahalesi
(devrim) olmadığı müddetçe bu süreç sonsuzdur. Ama
diyeceksiniz ki, “emek”le sermaye evliliğini sonlandıran; bu
koşullarda “emeği” özgürleştiren; değersizleştiren bir
anlayış açısında işçi sınıfı ve devrimin ne anlamı
olabilir ki? Doğru, haklısınız, hiçbir anlamı olmaz.
Klasik
bir fazla üretim krizinden küreselleşme krizi, sistem krizi
üretenler bunun hesabını nasıl verirler bunu bilemem, ama nesnel
yaşam, üç-dört senelik kriz süreci içinde yapılan
değerlendirmelere ilişkin Nelte gibilerin teorilerinin,
iddialarının, iradi tespitlerinin güneş altında kalmış kar
gibi eridiğini göstermektedir.
Kapitalizm
kendi çelişkilerinden dolayı çökmez; bu, sistemin doğasına; iç
diyalektiğine aykırıdır. Kapitalizmde sermayenin genişletilmiş
yeniden üretim koşulları da hiçbir zaman yok olmaz. Bu da onun
doğasına aykırıdır. Sermayenin genişletilmiş yeniden üretim
koşullarının ortadan kalktığı, yani artı değer üretmenin
koşullarının ortadan kalktığı bir kapitalizm düşünebiliyor
musunuz? Her kriz döneminde sermaye, kendi kendini kıyıma
uğratarak -tahrip ederek, değersizleştirerek- genişletilmiş
yeniden üretiminin kanallarını açar. Ötesinde savaş veya büyük
yıkıma neden olan bir doğa felaketi de aynı etkide bulunur.
Kâr
oranlarında belli bir yükseliş, kapitalizmin bir sonraki fazla
üretim krizine kadar güçlendiğinin doğrudan ifadesidir. Bunu bir
darkafalı küçük burjuva anlamaz ve onun fazla üretim krizinden
güçlenerek çıkışını tarihsel çöküşüyle; ömrünü
doldurmuş olmasıyla birbirine karıştırır. Bu iki olgunun
birbirinden farklı olması, bu unsurlar açısından pek önemli
değil.
Demek
oluyor ki fazla üretim krizi, kapitalizmin çelişkilerini geçici
çözdüğü için onu geçici olarak dinamikleştiriyor. Gerçekten
de kâr
oranı yasası eğilimli düşüş içinde değil de doğrudan
düşerek geçerli olsaydı; yani o yasayı eğilimli yapan nesnel
faktörler olmasaydı, kapitalizm en fazlasıyla bir defa bir fazla
üretim krizi yaşar ve o krizle birlikte kendiliğinden çökerdi.
Ama kriz süreci; kâr
oranlarında yeniden yükselme, krizinden dolayı kapitalizmin güçten
düştüğünü göstermez. Olsaydı şimdiye kadar olurdu.
Kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunanları her seferinde
hayal kırıklığına uğratan, onları
ayrık otu yapan
bu gerçekliktir.
Ancak
öznenin bilinçli faaliyeti, kapitalizmin nihai geleceğini
belirler.
Günümüzde
Kapital'in içeriğiyle, Marksist kriz teorisiyle, kapitalizmin
geleceğiyle “oynayanlar”ın sayısı hiç de az değildir. Bu
oyuncular cephesinde yeni olan bir şey de yok. Rosa'nın bilinen
görüşünden bu yana tezlerini güçlendirmek için öne sürülen
bir şey yok. Bütün söylenen, sermayenin kendini yenileme,
genişletilmiş yeniden üretim olanağının artık kalmadığıdır.
Yani yaşanan kriz sadece bir fazla üretim krizi değildir, aynı
zamanda bir sistem krizidir. (Böyle diyenler, ekonomik krizin
kapitalizmde nesnel bir olgu olmadığını, en azından şimdiye
kadar olmadığını ve şimdi olduğunu söylemiş olmuyorlar mı
veya ne zamandan beri ekonomik kriz/fazla üretim krizi sistem krizi
-sisteme özgü kriz- değildi de şimdi sistem kriz oldu?!) Bu, bir
kısım troçkistlerin, kapitalizmin kendiliğinden çökeceği
teorisini veya sürekli kriz teorisini savunanların en “vurucu”
savıdır. Bu unsurlar, insanın gözünün içine baka baka kâr
oranı sıfırlanma noktasına gelmiştir ve bir daha da yükselme
olanağı kalmamıştır diyerek, bir çırpıda Kapital'i çöpe
atabiliyorlar. Kim diyor bunu? Rosa'yı karikatürleştirenler:
Örneğin bazı troçkistler, örneğin D. Harvey, Kurz gibileri veya
örneğin kapitalizmin bittiğini çoktan ilan etmiş olan “Emeğe
Karşı Manifestocular”, “en Marksistler” vb...
3.6-Kapitalizm
“değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır”
Yaşanmakta
olan kriz, bir fazla üretim krizi olmanın ötesine taşındı,
başka krizlere dönüştürüldü. Doğru, kapitalist sistemin krizi
çoktur ve yaşanmakta olan fazla üretim krizi de bunlardan sadece
birisidir ve ona özgü olanıdır. İşin en trajikomik olan yanı
ise yaşanmakta olan krizin küreselleşmenin veya emperyalist
küreselleşmenin bir kriz olarak algılanmasıdır. Kapitalizmin
serbest rekabetçi ve emperyalist dönemlerindeki özelliklerinden
dolayı bu her bir dönemdeki ekonomik krizlerin de birtakım ayrı
özellikleri vardı. Ama bu özelliklerin hiçbirisi, 1825'ten bu
yana kapitalist sistemin yasallığı olarak devresel patlak veren
ekonomik krizleri sistem krizi olarak açıklamaya yetmedi, hele hele
en azından dünya ticaretinin oluşmasından (19. yüzyılın ilk
çeyreği) ve dünya ekonomisinin oluşmasından (emperyalizm) bu
yana küresel olan kapitalizmi, sonradan küreselleştiren burjuva
anlayışları haklı çıkartmak için küreselleşmenin krizi demek
hiç yetmez. Ama böylesi kendi kendine Marksistleri, hayalperestleri
anlamak gerekir. Ne de olsa emperyalizm ötesi bir düzende
yaşadıklarını sanıyorlar ve böyle bir düzenin de kendine özgü
bir krizinin olmasından doğal ne olabilir ki! Yeni bir toplum
dizaynlıyorsanız, bu işin hakkını vererek yapmanız gerekir,
yeni bir teori oluşturuyorsanız çok yönlü düşünmelisiniz;
dizaynladığınız toplumu, oluşturduğunuz teoriyi
içeriklendirmeniz gerekir. Kolay değil, başarılı olabilmeniz
Marksizm-Leninizmi, tarihsel materyalizmi ne derecede aştığınıza,
geçersiz kıldığınıza, eskimişliğini kanıtladığınıza;
yani “Post-Marksist”, tasfiyeci yeteneğinize bağlıdır.
Kapitalizm
“değişebilen
ve sürekli olarak değişen bir organizmadır”dan
kapitalizmin genel krizi açısından nihai olarak nasıl bir
sonuç çıkartabiliriz? Kapitalizmin genel krizi, kapitalist
sistemin “değişebilen
ve sürekli olarak değişen bir organizma”
olduğunu
gösteren bir krizdir aynı zamanda. Kapitalizmin genel krizi süreci,
tekelci devlet kapitalizmin oluşumundan bu yana devam eden süreçtir.
Son 30-40 senelik süreçte kapitalizmi kapitalizm olmaktan çıkartan
sayısız teoriler üretilmiştir. Bunların hepsi yaşamın
dayattığı gerçeklik; kapitalizm gerçekliği karşısında
erimiştir. İsterse Negri, birkaç imparatorluk daha kurabilir;
emperyalizm “miadını”
bir kez daha doldurabilir. İsteyen emperyalizm ötesi bir çağda
yaşadığına inanabilir. İsteyen kapitalizmi kendiliğinden
çökertebilir. İnsanların inancını ve umudunu elinden almak
istemeyiz, ama gerçeklik neyse onu görmekten ve ona göre hareket
etmekten de vazgeçmeyiz.
Kapitalizmin
genel kriz süreci, bu sistemin -ne denli çürümüş, kokuşmuş
olursa olsun- kendiliğinden çökmeyeceği gibi, emperyalizm
ötesinde bir kapitalizmin olmadığını da göstermiştir. Bu
süreç aynı zamanda kapitalizmin kendiliğinden çökmeye karşı
ne denli “duyarlı” olduğunu da göstermiştir; açık ki
kapitalizm, süreklilik arz eden formasyon dönüşümlerine tabidir;
birikim biçiminde ve regülasyonunda sürekli bir değişimin olması
bu üretim biçiminin normalliğidir (Erken kapitalizm, tekelci
devlet kapitalizmi, neoliberalizm vb.) Tam da bu nedenle kapitalizm,
“kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak
değişen bir organizmadır” (42).
Önemli
olan bunu kavramaktır. Çöktü-çökecek demekle, emperyalizme ömür
biçmekle kapitalizm gerçekliğinde bir şey değişmiyor. Bu
görüşlerin hiçbirisi kapitalizmin, dolayısıyla dünyanın
başkalaştığını açıklamaya yetmiyor, hizmet etmiyor...
Demek
ki kriz, sermayeyi yeniden artı değer üretecek duruma getiriyor;
yeniden üretimin tıkanmış yollarını açıyor.
Sorun
bu kadar açık. Ama buna rağmen darkafalı küçük burjuva,
sermayenin aşırı birikiminin nedenini anlamadığı; bunun mutlak
bir birikim olmadığını kavramadığı ve üstelik devrimden de
umudunu kestiği için kapitalizmin kendiliğinden çökeceği
teorisine sarılıyor.
Marksizm,
üretici güçlerin gelişmesini, teknolojik ve üretim yöntemlerinde
yenilenmeyi ve bunlarla bağlam içinde sermaye kıyımını ve
değersizleştirilmesini, kapitalist mekanizmayı harekete geçiren
yapısal/temel itici güç, evet bir motor olarak görür. Bu
süreçte kapitalist, ekonomik yapıyı içsel olarak sürekli
devrimcileştirir/alt-üst eder; sürekli eski yapıları yıkar ve
yeni olanların kurulmasına ve işlevsel olmasına yol açar. Bu,
kapitalizmin kendi kendini yenileme özelliğidir; kapitalist üretim
biçiminin içsel özelliğidir. Her yeni meta; her yeni ürün, her
yeni üretim yöntemi, her yeni teknoloji rekabet içinde gündeme
gelir ve bu da tüketim maddeleri ve üretim araçları biçiminde
olsun bir kısım sermayenin yok edilmesiyle gerçekleşir. Tam da bu
nedenle kapitalizm, bir krizinden gelecek krizine kadar güçlenerek
çıkar. Onun tarihsel olarak ömrünü doldurmuş olması,
kapitalizmin her krizinden gelecek krizine kadar yenilenerek çıktığı
gerçeğini karartamaz. Avanak küçük burjuva kapitalizmin bu
diyalektiğini anlama yeteneğine sahip değildir; onun aklı-fikri
kapitalizmin kendiliğinden çökeceğindedir. Üstelik bu
anlayışını, hiç savunulmaması gerektiği bir dönemde; ekonomik
krizler döneminde özellikle savunur.
Ekonomik
kriz ile aşırı sermaye birikimi ve kâr
oranının düşmesi arasında diyalektik bir bağ var ise; kriz
dendiğinde aşırı sermaye birikimi ve kâr
oranının düşmüş olması akla geliyor ise, bu durumda krizden
çıkış süreci genişletilmiş yeniden üretimin; yeniden
büyümenin koşullarının oluştuğu süreç demektir; bu süreç
içinde aşırı birikmiş sermaye yok edildiği için kâr
oranı da yeniden artmaya başlar. Toplam sermaye bakımından bu
böyledir. Ama tek tek sermayeler açısında durum farklı olabilir;
şu veya bu tekil sermaye iflas eder; sermaye yok olur vb.
Kriz,
kapsamlı yeni yatırımların, aynı zamanda kapsamlı sermaye
kıyımının gerçekleştirilmesi demektir...
Marks,
şunu diyor:
1-
Kapitalizm ne kadar gelişirse gelişsin artı değer ürütme
olanağı ortadan kalkmayacaktır.
2-
Kapitalizm ne kadar gelişirse gelişsin yeniden üretim imkansız
olamayacaktır.
3-
Kapitalizm ne kadar gelişirse gelişsin kendiliğinden çökmeyecektir
ve
4-Nihayetinde
oluşturduğu özne, mezar kazıcısı sınıf; işçi sınıfı
tarafından zor yoluyla yıkılacaktır.
3.7-Kapitalizmin
ne zaman kendi kendine çökmesini istersiniz?...
T.
Negri'ye göre “değer yasası
20. yüzyılın sonunda iflas etmiştir”, “işlevsel
değildir” veya “değer yasası ölmüştür”,
emperyalizm “miadını”
doldurmuştur.
Kurz,
1990'lı yılların başında, revizyonist blokun çöktüğü
dönemde “üçüncü sanayi devrimi”yle, “emeği”
değersizleştirerek kapitalizmi yıkmıştır.
Nelte,
önce 19.06.2006'da ilk defa, kapitalizme 20-30 senelik bir ömür
biçti.
26.11.2008'de
ise bu ömrü 10-15 seneye indirdi.
4
Mart 2009'da kapitalizmin çöktüğünü ilan etti.
Sonra
yeniden bir 10 senelik ömür biçti.
Wallerstein
da hesaplamış ve kapitalizme en fazlasıyla 30 senelik bir ömür
biçiyor.
Ne
dersiniz?
Negri
ve Kurz olup geçen yüzyılın '90'lı yıllarında kapitalizmi
yıkılmış mı sayıyorsunuz?
Yoksa
Nelte olup günümüzü kapitalizme ömür biçmekle geçirelim mi
diyorsunuz?
Veya
Wallerstein olup en fazla 30 sene içinde çökecek diyerek günümüzü
gün edelim mi diyorsunuz? 1999-2019 = 20-30 = 10 sene kalmış!
Veya
da “kendi kendine Marksist Nelte ” olarak “daha nereye kadar”
sorusuyla ömür dolduralım mı diyorsunuz?
3.8-Nasıl
bir geçiş dönemi, nasıl bir kurtuluş istersiniz?
Nelte
gibi “önce, savaş lortlarının, korsanların, talancı
sürülerinin vandalizminin giderek hakim olacağı ve sadece
güçlülerin hakkını tanıyan hukuksuz bir toplumda bir mübadele
iktisadı” döneminden geçerek
mi nihai kurtuluşa varmak istersiniz?
Kurz
gibi “her ülkede ve her şehirde doğrudan 'dünya
iç savaşı”ndan veya
“kapitalist mantığa karşı, pazar ve devletin kovulduğu
belli sosyal alanlar açan bir karşı toplum” oluşturarak
mı veya “şimdiye kadarki hakim olan...kurumları
iktidardan uzaklaştıran ve yok eden bir kitle hareketiyle” mi
nihai kurtuluşa varmak istersiniz?
Wallerstein
gibi, “dünyanın hakim güçleri için durumun giderek
“kaotik ve kontrol edilemez olduğun”dan
hareketle 16. yüzyıldan 17. yüzyıla geçerken feodalizmin çöküş
ve erken kapitalizmin hakimiyetini kurma süreci boyutlarında bir
çağsal altüst oluş sonucunda mı nihai kurtuluşa varmak
istersiniz?
Veya
Negri gibi “çokluk”la İmparatorluğu yıkarak mı nihai
kurtuluşa varmak istersiniz?
Veya
“en Marksist” Nelte gibi işçi sınıfını, yok saydıktan,
bir çırpıda yok ettikten sonra “orta sınıf”ların,
“ötekileştirilmiş bireylerin” eylemiyle nihai kurtuluşa
varmak istersiniz?
3.9-Nihai
kurtuluştan ne anlıyorsunuz?
Negri,
nihai kurtuluştan sosyalizmi anlamıyor.
Kurz,
nihai kurtuluştan sosyalizmi anlamıyor.
Nelte,
nihai kurtuluştan sosyalizmi anlamıyor.
Wallerstein,
nihai kurtuluştan sosyalizmi anlamıyor.
3.10-Kapitalizmin
yıkılmasında işçi sınıfının rolü ne olmalıdır?
Nelte,
kapitalizmi yıkılmasında işçi sınıfının tarihsel misyonunu
reddediyor; bu işi bireylere havale ediyor (Kapitalizm yıkıldıktan
sonra işçi sınıfına rol veriyor).
Kurz,
kapitalizmin yıkılmasında işçi sınıfının tarihsel misyonunu
reddediyor. Bu işi bireylere; “aile retçileri”ne,
“kısa süreli çalışan işçiler”e,
“bilinçli olarak sosyal devlet ağlarını” istismar ederek
yaşayanlara havale ediyor.
Negri,
kapitalizmin yıkılmasında işçi sınıfının tarihsel misyonunu
reddediyor. Bu işi bireylere; “çokluk”a havale ediyor.
Wallerstein,
kapitalizmin yıkılmasında işçi sınıfının tarihsel misyonunu
reddediyor. Bu işi bireylere havale ediyor.
3.11-Veya
nerede konaklamak istersiniz?...
Öze
dönüşçülükte mi?
Varoluşçulukta
mı?
Yerel
ekonomi sisteminde mi?
Ne
olduğunu Nelte'nin bildiği mübadele ekonomisinde mi?
Ne
olduğunu Kurz'un bildiği geçim ekonomisinde mi?
Veya
şöyle sorayım:
Alternatif
sosyalizm olmadığına göre kapitalizmden sonra nasıl bir dünya
hayal ediyorsunuz, nasıl bir düzende yaşamak istersiniz?...
“Kaos
düzeni”nde mi?
“Anarko
komünizm”de mi?
“Geçim
ekonomisi” düzeninde mi?
“Mübadele
ekonomisi” düzeninde mi?
Kapitalizmi
kendiliğinden yıkanların insanlığa sundukları başka bir
alternatif yok.
*
Dipnotlar/Açıklamalar:
32)
Marks; Kapital, C. III, s. 247.
33)
R. Luksemburg;
Anti-Critique. Tayfun Ertan'ın “Sermaye Birikimi” çevrisi
içinde, s. 15, Alan Yayıncılık, Aralık 1986.
34)
Agk, s. 15.
Ayarıca
bkz.:
ROSA
LUKSEMBURG NASIL SAHİPLENİLEMEZ!
ROSA
LUKSEMBURG NASIL SAHİPLENİLEMEZ!
(ROSA
LUKSEMBURG’UN SAHTE SAVUNUCULARI; TROÇKİSTLER, REFORMİSTLER,
ÇÖKERTMECİLER, FEMİNİSTLER)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/01/rosa-luksemburg-nasil-sahiplenilemez.html
35)
Bkz.: World Investment Report 2011, s. 187.
36)K.
Marks; Kapital, C. 3, s. 269.
37)
K. Marks; Kapital, C. 3, s. 269.
38)
K. Marks; Kapital, C. 3, s. 259/260.
39)
Marks/Engels; C. 4, s. 468. Komünist Manifesto.
40)Marks/Engels;
agy.
41)
İ. Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi, 1600-1990, Sınırsız yayınevi,
2016.
42)
K. Marks, Kapital, C. I, s. 16.