ZAMANI GELDİ: YENİ BİR
“AYRIK OTU HİKAYESİ”
LENİN’İN
DEYİMİYLE “HERGELE” TROÇKİ’NİN TETİKÇİLERİ İŞ
BAŞINDA!
Yeni
bir bahar yaklaşırken ayrık otları yine bir araya geldiler,
kafalarını saklandıkları yerden çıkardılar ve her biri farklı
köşelerden, açılardan koro halinde yine kapitalizmin
kendiliğinden çöküyor olduğunu ilan etmeye; kıyamet günü
tellallığına başladılar!
Bunlara
her tarafta rastlayabilirsiniz. Bunların troçkist olanı da vardır,
“Post-Marksist “olanı da. Bazen bir Prof. olarak karşınıza
çıkar, bazen de “Marksist”, hatta “Marksist-leninist”
olarak. Çoğunun ortak özelliği, mali sermayeyi her şeye muktedir
olarak görmeleridir. Ama ezici çoğunluğunun özelliği, Marks ile
Luksemburg’u karşı karşıya getirmek ve kapitalizmin
kendiliğinden çökeceği konusunda Marks’ın yanıldığını,
Luksemburg’un haklı olduğunu kanıtlamaya çalışmaktır.
Bunların bir kısmı, daha geçen yüzyılın son çeyreğinde
kapitalizmin işini bitirmiş, makinelere artı değer üretir
olmuşlardı. Bir kısmı “anti-finansallaşmacı”lıkta karar
kılmış ve mali sermayeyi her şeye muktedir ilan etmiştir...
Bu
ayrık otlarını tiplendirdiğimizde karşımız şunlar çıkıyor:
1-Önce
mali sermayeyi ikiye bölüp, aşırı sermaye birikimi adı altında
üretimden kopardıkları sermayeye bağımsızlık, kriz oluşturma
iç dinamiği veren ayrık otları...
2-
İkinci olarak kriz ve sistem çöküşünü işleyen ayrık
otları...
Tabii,
tali de olsa, dünya ekonomisi yeni bir krize giriyor da olsa, 2008
krizinden henüz çıkılmadığını savunan nadide ayrık otlarının
varlığını da unutmamalıyız. Bunlar herhalde sürekli
krizcilerdir.
Tabii
bir de “kriz kahini” tespitini yapan burjuva ekonomistler sahne
alacaklar. Geçen krizde Roubini'i
“kriz
kahini” ilan etmişlerdi. Bu sefer bakalım kimi “kahin” ilan
edecekler.
Bir
kısmı “post-Marksizm”den, bir kısmı troçkizmden kaynaklanan
bu “ayrık ortaları”nın yanı sıra emperyalist burjuvazinin
ekonomi uzmanları; bir yandan keynesçileri, diğer yandan da
neoliberal kalemşorları emperyalist kapitalizmi temize çıkartmak,
onun her kriz döneminde aldığı yaraları iyileştirme
reçeteleriyle dünya işçi sınıfı ve emekçi yığınlarını
etkilemeye çalışacaklar, sükunete davet edecekler ve bundan
etkilenen “sol”lar da olacak. Bunların hepsini göreceğiz...
Kısacası,
kapitalist ekonomi ve “ayrık otları” arasında değil, ama
kapitalist ekonomiyi kendiliğinden çökertmek ile “ayrık otları”
arasında kesin olarak diyalektik bir bağ vardır.
Her
kriz öncesinde, esnasında ve sonrasında yaşananları bir daha
yaşayacağız; ekonomiyi, kapitalizmi çökertenlerden; her şeyi
doğru bilenlerden geçilmeyecek. Bu arada ekonomide yeni komplo
teorileri okuyacağız. Göreceğiz, ilk fazla üretim krizinden
(1825-'29) bu yana her dünya krizi döneminde yaşadıklarımızı,
güncel biçimiyle bir daha yaşayacağız.
Aslında
niyetim “yeni bir dünya fazla üretim krizi patlak vermeden ve
“ayrık otu” yaygaraları başlamadan önce...” başlığında
bir yazıydı. Ama olmadı! Nelte, o “harika” çocuk, paha
biçilmez vesile erken davrandı. Bu nedenle “ayrık otu”
yaygaraları başlamadan öncesi için “Güncel Kriz Teorileri”,
I, II ve III okunmalıdır derim (1)
“Ayrık
otu” denince ilk akla gelen tabii ki, N. Nelte’dir. Vesileden öte
zerre kadar anlam taşımayan N. Nelte tipinden unsurların R.
Luksemburg'u da bulaştırdıkları abesle iştigalden öteye
geçmeyen “teori”lerini en yoğun olarak 2008 krizi ve sonrasında
ele almıştım. Görünen o ki, bu mücadele yeniden başlıyor.
1-Kapitalist
Üretim Biçimi Çökertiliyor!
Kapitalizmi
kendiliğinden çökertenler,
Troçkistlerden Ernst Lohoff ve Norbert Trenkle’ye, E. Wallerstein
gibi kapitalizme ömür biçenlerden, kapitalizmin kendi iç
çelişkilerinden dolayı çökeceğini R. Luksemburg’a
dayandırmaya çalışanlara kadar oldukça geniş bir yelpazeyi
oluştururlar.
Bunların bir kısmı ekonomik krizi sisteme özgü, başka
bir kısmı da krizin nedenlerini dışsal olarak görmekteler.
Örneğin Marksist kavramları kullananlar, Marks’ın kapitalizm ve
ekonomik kriz anlayışını reddederek kapitalizmin çökeceğinden
bahsederlerken, Ernst Lohoff ve Norbert Trenkle gibileri de
kapitalizm zaten daha 1970’lerde çökecekti, ama mali sektör onun
ömrünü uzattı görüşündeler.
Çökertmeciler,
Marksizm de dahil bütün akımlara karşı meydan muharebesi
veriyorlar. Düşünceleri oldukça sadedir: Rosa Luksemburg'un,
kapitalizmin var olabilmesi için “kapitalist olmayan bir çevreye”
ihtiyacı vardır anlayışından hareket ediyorlar. Yani merkez
kapitalist ülkeler ürünlerini satacak ve hammadde temin edecek bir
çevreye (bölgelere, ülkelere) ihtiyaç duyarlar. Böyle bir çevre
olduğu müddetçe sorun yoktur; kapitalizm kendiliğinden çökmez.
Ama böyle bir çevre kalmamışsa çöker. Çünkü:
1-Sermayenin
genişletilmiş yeniden üretim koşulları kalmamıştır.
2-
Art değer üretme olanağı kalmamıştır.
Bu
durumda kapitalizmin krizlerle birtakım çelişkilerini geçici
olarak, bir dahaki krize kadar çözerek var olmasını sağlayan
kanallar tıkanmıştır. Henüz tıkanmamışsa “bu daha ne kadar
sürer” sorsunu sorarlar ve fazla sürmeyeceğini açıklamaya
çalışırlar.
Demek
oluyor ki;
a)“kapitalist
olmayan bir çevre” kalmadığı için;
b)sermayenin
genişletilmiş yeniden üretim koşulları kalmadığı için;
c)
artı değer üretme kanalları tıkandığı için kapitalizm
kendiliğinden çökecektir.
Kapitalizm
ne zaman çökeceği üzerine zaman hesabı yapanlar da var: 1920'li
yılların sonunda yapılan bir hesaplamaya göre (Örneğin, Otto
Bauer, Henryk Grossmann) kapitalizmin çoktan çökmüş olması
gerekirdi (2). Hesap tutmadı. Wallerstein kapitalizme 30 senelik bir
ömür biçti (1997). N. Nelte ise 4 Mart 2009'da kapitalizmin
çöktüğünü ilan etti, ama buna kendisi de inanmamış olacak ki,
şimdilerde 10 senelik bir ömür biçiyor.
Niye
25 sene değil de 30 sene veya neden 15 sene değil de 10 sene, bunu
sadece bu hesapları yapanlar biliyor. İnce hesaplar!
Kapitalizmin
kendiliğinden çökeceği teorisini savunanların, sermayenin artık
artı değer elde etme olanağı kalmadı anlayışı, mevsimlik bir
anlayıştır. Kriz geçince kapitalizmin kendiliğinden çökeceği
anlayışı rafa kaldırılır, bir dahaki kriz patlak verdiğinde
yeniden raftan indirilir.
Düşünce,
hesap oldukça basit:
“Karl
Marx kapitalizmin sonunu analiz etti ve bütün üretici güçler
tamamen geliştikten sonra, kapitalizmin misyonunun sonlanacağını
gösterdi. Sonu, somut olarak kar oranına dayandırarak
açıkladı”(3).
Peki,
Marx ne diyordu?
“Kâr
oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden önce,
bağımsız gruplaşmaya çalışan bütün yeni
sermaye sürgünleri için önemlidir. Ve sermaye oluşumu, düşen
kâr oranının, sadece, kâr kitlesi ile telafi
edildiği birkaç büyük yerleşmiş sermayenin eline düşmesi
halinde, üretimin yaşam alevi bütünüyle sönebilir. Uykuya
dalabilir” (4)
Nelte‘ye
göre “2008'den beri bu noktaya ulaştık” (5).
Bu
vatandaşa göre “2008’de ulaşılan geriye dönüşümü
olmayan nokta sadece yumuşak bir nakavttu. Bu nakavttan sonra
dünya ekonomisi inleyerek ve kafası dumanlı olarak bir raund daha
dayanabildi”.
Ama
şimdi nihai raund başladı; bu raundda son nakavtu bekliyoruz; bu
nakavttan sonra kapitalist dünya ekonomisi bir daha asla
iyileşmeyecektir. Rakip, bizzat kendisidir; çünkü kar oranının
eğilimli düşüşü biçimindeki kendi kendine zarar veren oto
bağışıklık hastalığı kendi içine yerleştirilmiştir.
25.3.
2009‘da “üretimde geriye dönüşün olmadığı noktanın şimdi
aşıldığını yazmıştık“
(6).
Sonuçta
kapitalist ekonominin seyri, gelişmişlik durumu aşırı birikime
neden olduğunu, aşırı birikmiş sermeyenin yatırım alanı
aradığını, bu alanlardan birisinin de yurt dışı (dış pazar)
olduğunu, dış pazar olarak da Çin‘in de artık bir rolünün
kalmadığını, kar oranının gittikçe düştüğünü ve
şimdilerde yüzde 1 civarında olduğunu, bunun da, Marx‘ın
dediği gibi kapitalizmin sonu olduğunu; “üretimin yaşam
alevi bütünüyle sönebilir”den „”üretimin yaşam alevi
bütünüyle söndü” aşamasına geçildiğini savunuyor.
Aynı
zamanda otomasyonun, robot tekniğinin kullanımından dolayı,
işgününe ihtiyacın kalmadığından, işgücünün de artı
değerin yegane kaynağı olduğundan hareketle kapitalist sistemin
sonunun geldiğini açıklıyor.
Sözün
kısası, kar oranının 1850‘de yaklaşık yüzde 50‘den bugün
mali piyasada faiz oranının altına düştüğünü, sınır
noktasına doğru evrildiğini, bu evrilişin tesadüfi olmadığını,
Çin‘den sonra, yeni dış pazar artık kalmadığı için karın
sınır noktasına düştüğünü, kapitalist dünyanın artık
büyüyemeyeceğini savunuyor.
Nelte
efendi şöyle devam ediyor:
“Şimdi,
sermaye bileşiminin ilk görünümünü çoktan geride bıraktığımızı
ve dünyevi zaman hesaplamasına göre 2015‘ten bu yana hayali
dünyamızla cehenneme giden avlunun herhangi bir yerinde
bulunuyoruz…
Eh,
şimdi "geriye dönüşü olmayan nokta", kilisede amin
gibi gelecek. Artık üretimde kar elde edilemediği için Almanya ve
Japonya’da yatırım yapılmıyor ve bu, bütün ülkelere sirayet
edecek ve süper patlamaya neden olacaktır.
Daha
şimdiden 16 ülkede 140.000 işçinin (çalıştığı) özyönetim
işletmeleri var ve bunlar, Marx’a göre sosyalizm için ilk
adımdır; bunlar bizi sosyalizme götürecektir; gelecek çok
iyi”(7)
2009’da
da “geriye dönüşü olmayan nokta”ya varıldığını,
insanlığın yeni bir dünyaya adım attığını, sanal dünyasında
havai fişekler patlatarak kutlayan da aynı kişiydi. Şimdi aynı
süreci 2015’te başlatıyor.
Nelte‘nin
derdi şu: Kar oranı, yani artı değerin toplam sermayeye (sabit ve
değişken (ücret) sermayeye oranı, toplam sermayenin bileşiminin
sabit sermaye lehine değişmesinden dolayı eğilimli olarak düşer
(8).
Nelte
devam ediyor: “Marx‘ın bu hesaplamasını (Kapital
3‘teki kar oranının eğilimli düşüş hesaplamasını
kastediyor, İ. Okçuoğlu) 100 sene devam ettirirsek çok
şaşırtıcı bir sonucun ortaya çıktığını (görürüz). Bu,
ne yazık ki ne kendisi tarafından veya Engels veya Luksemburg,
Buharin veya Preobrashenski tarafından, işin garip tarafı,
şimdiye kadar hiç kime tarafından yapılmamıştır…
100
sene sonra (Marx‘ın
hesaplamasından sonra, İ. Okçuoğlu) sadece yüzde 1
oranında olan bir kar oranına sahip olurduk. Bu durumda hiçbir
kapitalist yatırım yapmaz“. (9)
Nelte
kar oranını yüzde 1‘e düşürüyor, kar oranının eğilimli
düşüş yasasındaki eğilimin üstünü çiziyor ve kar oranının
eğilimli düşüş yasasını kar oranının sürekli düşüş
yasasına çevirerek kapitalizmi “geriye dönüşümü”
olmayacak biçimde çökertiyor! (10).
Nelte
işin kolayını bulmuş: Marx‘ın düşünemediğini düşünmüş,
garip bir şekilde kimsenin hesap edemediğini hesaplamış ve
kapitalizmi yüzde 1 oranında kar oranı ile kalbinden vurarak yere
sermiş. Bu iş için hiç kimseye ihtiyaç duymuyor; sınıfmış,
devrimmiş, partiymiş umurunda değil. Kapitalizmi kendiliğindenci
tarzda yıkıyor. Bunu yaparken, daha önce de toplumlar
kendiliğinden yıkıldı örneklemesi yapıyor.
“Çok
sayıda sistemler veya devletler, üçüncü bir tarafın müdahalesi
olmaksızın kendi kendine yıkılmıştır”
(11).
(N.
Nelte ele aldığımız konuda yeni bir
şey söylemiyor, 2008 kriz
döneminde söylediklerini
tekrar ediyor. Bu konuda ne söylediğine aşağıda geleceğimiz
için burada buraya aktardıklarımla yetiniyorum).
2-
Peki, Gerçekler Neyi Gösteriyor?
Ama
çıplak gerçeklik, her dünyalının gördüğü, yaşadığı,
Nelte’nin hesabının yanlış olduğunu göstermektedir. Nelte,
kar oranını yüzde 1’e düşürerek kapitalizmi istediği gibi
kendiliğinden çökertebilir. Marx’ın kar oranının eğilimli
düşüş yasasını geçersiz kılabilir, görüşünü doğrulamak
için R. Luksemburg’u istediği biçimde yorumlayabilir. Ancak,
bazı gerçekler vardır ki, onu Nelte de değiştiremez. En yalın
gerçek şudur: BM verilerine göre bugün dünya nüfusu 7,7
milyardır. Bu kadar insan, yeterli veya yetersiz derecede sürekli
tüketmek zorundadır; yiyeceğinden giyeceğine insanın
varolabilmek, toplumsal yaşam/ilişki sürdürebilmek için
kaçınılmaz olarak harcama yapması, tüketmesi gerekir. Tüketilen
ürün, üretilen üründür. Bu ürünleri üreten işletmeler
(sermaye) vardır. Belki bu işletmelerde kar oranı kapitalistin
istediği gibi yüksek oranlarda değildir. Ama Nelte’ye rağmen
üretiyor. Bu tüketim maddeleri, sanayi sermayesi tarafından
üretilmektedir. Örneğin, Nelte’nin kapitalizmi, yatırım
yapmaya değmez, üretin durmuştur, kapitalizm çökmüştür
hesabını yaptığı 2009’dan bu yana dünya sanayi üretiminin
sabit fiyatalar üzerinden gelişmesine bakalım: Dünya sanayi
üretimi 2008’den 17,9 trilyon dolardan 2017’de 22,7 trilyon
dolara çıkıyor; bu artış 2009’da 17,1 trilyon dolardan 2017’de
22,7 trilyon dolara varıyor. Tarım sektöründe üretim 2009’da
2,5 trilyon dolardan 2017’de 3,1 trilyon dolara çıkıyor. İmalat
sanayi üretimi 2008’de 10,6 (2009 = 9,6) trilyon dolardan 2016’da
11,8 trilyon dolara çıkıyor(12).
7,7
milyar insan için üretmek ne demek? Kapitalist genişletilmiş
yeniden üretimin gerçekleşmesi demektir. Yan, üretim araçları
üreten kapitalistler (sermaye, Bölüm I) ile tüketim araçları
üreten (sermaye, Bölüm II) arasında üretilen ürünlerin
pazarlanmasının; satılmasının ve satın alınmasının devam
ediyor olmasıdır. Üretim araçları üreten sermayenin tüketim
araçları üreten sermayeye makineler, teçhizatlar satmadığını
Nelte’den başka kim iddia edebilir?
Marx
da “saf saf” “Kâr oranı, kapitalist üretimin itici
gücüdür. Nesneler, ancak, bir kâr ile üretilebildikleri sürece
üretilir” diyor (13)
Nelte
ve benzerleri, sermayenin, kapitalizmin ümüğüne çöküp ona artı
değer ürettirmeyenler,
üretme kanallarının artık tıkandığını savunanlar şimdi
sermaye ile Marx arasında kaldılar. “Aşağı
tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık“! Marx‘a
inanacak olsalar, hala diş fırçası, otomobil, uçak vs.
üretildiğine
göre, artı değer üretmenin
olanağı
kalmadı, artı değer
üretiminin ana arterleri tıkandı, sermaye üç-beş uluslararası
tekelin eline geçti, “üretimin
yaşam alevi bütünüyle söndü”
diyemezler. Kendilerine, yani
kapitalizmi çökerttiklerine inanacak olsalar,
bu sefer de Marx‘a inanmamış olacaklar!
Yoksa
sermaye kar beklentisi olmadan, kar için değil de, 7,7 milyar
insanın “hayır duasını almak” için mi hala diş fırçası,
uçak, vagon vs. üretiyor? İnsanların
hayır duasını almaktan daha güzel ne olabilir ki,
diyeceğim ama sermaye
şimdiye kadar “hayrına” bir iş yapmamıştır.
Artı
değer üretilmiyor diyebilmek için yeniden üretim sürecinde
üretim araçları üreten sermaye ile tüketim araçları üreten
sermayenin, kapitalist üretim biçiminin devamı için elzem olan
karşılıklı ilişkisinin kopmuş olduğunu; üretim araçları
üreten sermayenin makine, teçhizat vb. üretmediğini, tüketim
araçları üreten sermayenin de diş fırçası dahil buzdolabı,
sabun, ekmek üretmediğini söyleyebilmek için Nelte olmak gerekir.
Yoksa değil mi?
Şimdi
kar oranı hesaplamalarına bakalım.
Yukarıdaki
grafikte birkaç nokta dikkat çekmektedir:
1-Kar
oranı sömürge, yeni sömürge, bağımlı ülkelerde kapitalizmin
merkezini oluşturan emperyalist/sanayileşmiş ülkelerine göre
yaklaşık iki misli yüksektir ve bu, süreklilik arz etmektedir.
Marx
Kapital‘de bu gelişmeye işaret ediyordu:
“Avrupa'da
bir ülkede artı-değer oranı %100'dür, yani işçi, işgününün
yarısında kendisi için, öteki yarısında işveren için
çalışmaktadır. Gene diyelim ki, Asya'da bir ülkede artı-değer
oranı %25'tir ve işçi, işgününün beşte-dördünde kendisi
için, beşte-birinde işveren için çalışmaktadır. Avrupa
ülkesinde ulusal sermayenin bileşimi 84s + 16d
ve daha az makine, vb. kullanılan ve belli bir sürede, belli
miktarda işgücünün, nispeten daha az miktarda hammaddeyi üretken
olarak tükettiği Asya'daki ülkede ise 16s + 84d
olsun. Bu durumda şu hesap elde edilir.
Avrupa'daki
ülkede ürünün değeri = 84s + 16d + 16a
= 116; kâr oranı = 16 : 100 = %16.
Asya'daki ülkede ürünün değeri = 16s + 84d + 21a = 121; kâr oranı =%21.
Asya'daki ülkede ürünün değeri = 16s + 84d + 21a = 121; kâr oranı =%21.
Şu
halde, Asya ülkesinde artı değer oranı, Avrupa ülkesindekinin
dörtte-biri olduğu halde, kâr oranı Avrupa'dakine göre %25'ten
daha büyüktür” (14).
2-Her
iki ülkeler grubunda kar oranları 1980/1983 dünya krizine kadar
bazı yıllarda yükselse de sürekli düşmüştür. Ancak, bu düşüş
hızı 1980/1983 dünya krizinden 2008 dünya krizine kadarki dönemde
yavaşlıyor, hatta 2008 krizi öncesinde yükseliyor. Bunun nedenini
emperyalist burjuvazinin, tekelci sermayenin uluslararası neolberal
saldırılarına aramak gerekir (15).
Michael
Roberts: “2018 için (ABD) Kar Oranı Hesaplaması” makalesinde
(4 Kasım 2109) kendi ve farklı kişilerin farklı açılardan;
değişik kıstaslar bazında yaptıkları kar oranı
hesaplamalarının sonuçlarını kısa açıklamalarla birlikte
grafik olarak yayınlar. Nasıl hesaplanmış olursa olsun o
grafiklerde sadece bir olgu, bir eğilim görülüyor: ABD‘de kar
oranı yüzde bire henüz düşmemiştir. ABD‘de kapitalizm henüz
çökmemiştir; ABD sanayisine yatırımlar hala yapılmaktadır
(16).
Andrew
Kliman hesaplamasına göre Amerika‘da kar oranı 1946‘dan 2018‘e
yüzde 18‘e düşüyor; Michael Roberts hesaplamasına göre
Amerika‘da kar oranı 1946‘dan 2018‘e yüzde 16‘ya düşüyor;
Dimitris Paitaridis und Lefteris Tsoulfidis
hesaplamasına göre de Amerika‘da kar oranı genel ve net
kar oranları olarak 1964‘ten 2015‘e yüzde 6-5 bandında
kalıyor. Tabii bu hesaplamalar, yazarın da açıkladığı gibi,
farklı faktörlerin bir araya getirilmesinden oluşmaktadır; bu
nedenle de sonuçlar farklı oluyor. Her halükarda çıkan sonuçlar,
ancak ve ancak eğilimi göstermek bakımından bir anlam
taşımaktalar. Bu eğilim de kar oranlarının düştüğüdür
(17).
Dünya
kar oranı hesaplaması mümkün müdür?
Tekil
işletme,
ülke bazında kar oranını soyut olarak veya birkaç sermayenin
açıklamalarına dayanarak hesaplama bazında yüzde 1’e düşürmek
kolay. Ama bu hesaplamaya dayanarak kapitalist sistemi çökertmek
ancak Nelte gibi bir
aklıevvel işi olabilir.
Mademki, dünya ekonomisi bütünleşti, ulusal devlet
sınırları yıkıldı, yıkılmasa
da uluslararasılaşmış sermaye açısından bir anlamı kalmadı,
bütünleşmiş dünya ekonomisi
birkaç uluslararası
tekelin hakimiyetine
geçti, o halde bir dünya kar oranı hesaplaması kolayca
yapılabilir. Hani Marx, “Kâr
oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden önce,
bağımsız gruplaşmaya
çalışan bütün yeni sermaye sürgünleri için önemlidir. Ve
sermaye oluşumu, düşen kâr oranının, sadece,
kâr kitlesi ile
telafi edildiği birkaç büyük yerleşmiş sermayenin eline düşmesi
halinde, üretimin yaşam alevi bütünüyle sönebilir. Uykuya
dalabilir. Kâr
oranı, kapitalist üretimin itici gücüdür. Nesneler, ancak, bir
kâr ile üretilebildikleri sürece üretilir” diyordu
ya. Marx’ın o zaman dediği birkaç güçlü sermaye bugünün
birkaç uluslararası
tekelidir. Geriye dönüşümü olmayacak derecede bütünleşmiş
bir dünya ekonomisinde dünya kar oranı hesaplaması yapmak zor
olmasa gerekir değil mi? Bir deneyin, deneyin de dünya kar oranı
hesabını yapıyorum derken dünya ekonomisinin ne denli ulusal
parçalanmış olduğunu ve her bir ulusal ekonomi/sermaye için
ulusal kar oranı hesabı yapmaksızın işin içinden
çıkılamayacağını yeniden keşfetmiş olursunuz (18).
Ne
diyordu Marx? “Yeri gelmişken belirtelim, ulusal kâr oranları,
çoğu kez, farklı ulusal artı değer oranlarına dayanır”.(19)
Geriye
dönüşümsüz bütünleşmiş dünya ekonomisi zırvalığıyla,
kapitalizmi kendiliğinden çökertme zırvalığıyla Marx’ın
tek cümlelik tespitini uyumlaştırırsanız
düşüncenizin doğruluğu konusunda Marx’ı ikna etmiş
olursunuz!
Evet,
sermaye ve üretim kapitalizmin, daha doğrusu emperyalizmin
tarihinde en üst derecede uluslararasılaşmıştır. Tekil ülke
ekonomileri sayısız ekonomik ilişkiler bağlamında birbirine
bağlanmış bir dünya ekonomisinde bütünleşmiştir. Bu doğrudur
ve hiç de yeni değildir: en azından Lenin, emperyalist gelişmenin
bu boyutlara gelebileceğini “Emperyalizm...” yapıtında
açıklar. Emperyalist gelişme Lenin’in öngörülerini
doğrulamıştır. Ancak, yine Lenin’in öngörüsünün de
gösterdiği gibi sermaye ve üretimin uluslararasılaşması,
emperyalizmin “ultra-emperyalizme” dönüşmesini beraberinde
getirmemiştir.
“Kautsky
tarafından uydurulmuş ünlü "ultra-emperyalizm" teorisi
de gerici bir nitelik taşımaktadır. Onun 1915'te bu konudaki
görüşleri ile Hobson'un 1902'deki görüşlerini karşılaştırınız:
Kautsky:
"... Bugünkü emperyalist siyasetin yerini, ulusal mali-sermayeler arasındaki mücadelenin yerine uluslararası düzeyde birleşmiş mali-sermayeyle dünyanın ortaklaşa sömürüleceği yeni, ultra-emperyalist bir siyaset alamaz mı? Kapitalizmin bu yeni aşaması her halde anlaşılır bir şeydir. Bu, gerçekleşebilir mi? Bu soruyu yanıtlamamızı olanaklı kılacak yeterli öncüllere henüz sahip değiliz."
Kautsky:
"... Bugünkü emperyalist siyasetin yerini, ulusal mali-sermayeler arasındaki mücadelenin yerine uluslararası düzeyde birleşmiş mali-sermayeyle dünyanın ortaklaşa sömürüleceği yeni, ultra-emperyalist bir siyaset alamaz mı? Kapitalizmin bu yeni aşaması her halde anlaşılır bir şeydir. Bu, gerçekleşebilir mi? Bu soruyu yanıtlamamızı olanaklı kılacak yeterli öncüllere henüz sahip değiliz."
Hobson:
"Her biri bir dizi uygarlaşmamış sömürgeye ve bağımlı
ülkeye sahip birkaç büyük federal imparatorluk temeline yerleşmiş
bulunan Hristiyanlık, çok kişiye, çağdaş eğilimlerin en
mantıksal gelişimi olarak, inter-emperyalizmin sağlam bir temel
üzerine kurulacak sürekli bir barış umudunu en çok taşıyan bir
gelişim gibi görünmüştü."
Böylece
Hobson'un onüç yıl önce inter-emperyalizm olarak adlandırdığı
şeye, Kautsky, ultra-emperyalizm veya da
süper-emperyalizm demektedir. Latince bir örnek yerine bir
başkasını koymaktan ibaret, bilgiççe bir-iki yeni söz icadı
dışında, Kautsky'nin "bilimsel" düşüncesinde
gördüğümüz tek ilerleme, Hobson'un İngiliz papaz takımının
hilekarlığı olarak gösterdiği şeyi, Marksizm
adına yutturmaya çalışmasıdır”.(20)
Bugün
veya günümüzde, diyelim ki “uluslararası düzeyde birleşmiş
mali-sermaye”nin de ifadesi olan emperyalist küreselleşme
sürecinde; dünya ekonomisinin bir avuç uluslararası tekelin
elinde olduğu süreçte “ulusal mali-sermayeler arasındaki
mücadele” sonlanmamıştır; uluslararasılaşmış tekeller,
“uluslararası düzeyde birleşmiş mali-sermaye” bir taraftan
“dünyayı ortaklaşa sömürmek” için adımlar atarken, diğer
taraftan da kendi aralarında acımasız bir rekabet sürdürüyorlar.
Bu demektir ki, tekil ülke ekonomileri ortadan kalkmamıştır. Bu
anlamda örneğin kar oranının tespitindeki kıstaslar ulusaldır.
Bu da kar oranı tespitinin ancak ulusal çerçevede
yapılabileceğini, dünya çapında kapitalist ekonomiye dayanan bir
kar oranı olamayacağını gösterir. Bunun ötesinde dünya
ekonomisi her ne kadar bir avuç tekelin, “büyük sermayenin eline
düşmüş” olsa da “üretimin yaşam alevi bütünüyle”
henüz sönmemiştir. Aslında bunu söyleyen Marx’tır.
Kısaca:
Dünya kar oranı tespiti için maddi koşulların olmadığı yerde,
üretim bir avuç tekelin eline geçti diye “üretimin yaşam
alevini” söndürmek olsa olsa bir aklıevvellik göstergesi
olabilir. “Harika” Nelte bunun bir örneğidir.
Şimdi
bir de kar oranının eğilimli düşüşüne karşı etkide bulunan
faktörlere bakalım. Burada bu faktörleri belirtmekle yetineceğiz.
Açıklayıcı bilgileri ekte veriyoruz (21).
“Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktörler
“Toplumsal emeğin üretken güçlerinde, daha önceki dönemlere
göre yalnızca son 30 yıldaki büyük gelişmeleri göz önünde
bulundurursak ve özellikle, asıl makineler dışında, bütünüyle
toplumsal üretim sürecine giren muazzam sabit sermaye kitlesini
düşünürsek, şimdiye değin iktisatçıları rahatsız eden
güçlük, yani düşen kâr oranını açıklama güçlüğü,
yerini, bunun tersine, yani bir düşüşün niçin daha büyük ve
daha hızlı olmadığını açıklama güçlüğüne bırakır.
Genel yasanın etkisine ters düşen ve onu yok eden, ona yalnızca
kendine özgü bir eğilim niteliği veren ve bu yüzden, genel kâr
oranındaki düşmeden, bir düşme eğilimi olarak söz etmemize
neden olan bazı zıt yönde etkilerin işe karışmaları gerekir.
1.
Sömürü yoğunluğundaki artış.
2.
Ücretlerin, iş gücünün değerinin altına düşmesi.
4.
Nispi aşırı-nüfus (kronik kitlesel işsizlik).
5.
Dış ticaret.
Burada
belirteceğimiz kâr
oranının düşüşüne karşı etkide bulunan ve bu düşüşü
eğilimli düşüş haline getiren nedenler olmazsa; etkide
bulunmazlarsa kapitalizm kendiliğinden çöker. Kendiliğinden
çöküşü engelleyen, bu karşı etkide bulunan faktörlerdir.
“Marksist” küçük burjuvazi tam da karşı etkide bulunan bu
faktörlerin artık geçerli olmadığını; etkide bulunmadığını
savunmaktadır.
Marks,
kâr
oranının düşme konumundan değil, kâr
oranının düşme eğilimi
konumundan bahseder. O halde burada söz konusu olan,
kapitalistlerin, kâr
oranının düşme eğilimiyle
karşı
karşıya olmalarıdır.
Burada
akla şu soru gelebilir. Kapitalizmin bazı ülkelerdeki üretim
biçimi olarak hâkimiyeti birkaç yüzyılı kapsamaktadır. O halde
bu birkaç yüz yıl içinde, kâr
oranının düşme eğilimi neden mutlak düşmeye kadar varmıyor
veya varamıyor. Bu soruya Marks’ın verdiği cevabı yukarıya
aktardık. Ama tekrar pahasına da olsa bir daha aktaralım:
“Genel
yasanın etkisine ters düşen ve onu yok eden, ona yalnızca kendine
özgü bir eğilim niteliği veren ve bu yüzden, genel kâr
oranındaki düşmeden, bir düşme eğilimi olarak söz etmemize
neden olan bazı zıt yönde etkilerin işe karışmaları gerekir”
(24).
Ve
Marks, bu karşı etkenlerin neler olabileceğini açıklamalı
olarak sıralar. Bu faktörlerin önemli olanları
şunlardır.
2.1-Kâr
oranının düşmesi eğilimine karşı etkide bulunan faktörler
olarak artı değer oranının yükseltilmesi:
...
2.2-Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak
ücretlerin, iş gücü değerinin altına düşürülmesi, iş
gününün(çalışma saatlerinin) uzatılması, çocuk emeği, kadın
emeği:
...
2.3-Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak
görece fazla nüfus:
...
2.4-Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak
sabit sermaye unsurlarının ucuzlaması:
...
2.5-Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak
bilimsel-teknik devrim:
...
2.6-Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak
dış ticaret...
3-Kâr
oranının yükselmesinde ve eğilimli düşüşüne karşı etkide
bulunan faktörlerin oluşturulmasında, örgütlenmesinde ve
harekete geçirilmesinde devletin rolü...
4-Üretim
yeri değişimi-sermayenin yurt dışına gitme yasası veya daha
fazla kâr
elde etmek için hareket yasası...
Sonuç
itibariyle:
“Kapitalist
üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin
üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar
kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir”
(K. Marks, Kapital III, s. 260).
3–Bazı Sonuçlar ve Değerlendirmeler
"Quarterly
Reviewer, sermayenin, kargaşalıktan, kavgadan kaçtığını ve
ürkek olduğunu söylüyor ki, bu, çok doğrudur, ama gerçeğin
tamamı değildir. Sermaye, kâr olmadığı veya
da az kâr olduğu zaman dehşete kapılır, tıpkı
doğanın boşluktan hoşlanmadığının gibi. Yeterli kâr olunca
sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her
yerde çalışmaya razıdır; kar yüzde 20 olursa,
canlanır; kar yüzde 50 olunca,
cesurlaşır; kar yüzde 100 olunca,
bütün insani yasaları ayaklar altına alır; yüzde
300 kâr ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği
cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga
kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık
ile köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular."
(T. J. Dunning‘den aktaran Marx; Kapital C. I, s. 788)
Bugün
“sermaye, kâr olmadığı veya da az kâr olduğu
zaman dehşete kapılır” ile “Yeterli kâr olunca
sermayeye bir cesaret gelir” arasında gidip gelmektedir.
“Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya
razıdır”, ama güvenli bir yüzde 10 oranında bir karı
artık hemen hemen hiçbir yerde bulamamaktadır.
Sermayenin
yüze 10; yüzde 20; yüzde 100, hatta yüzde 300 kar edebilmesi için
dünyanın yıkılması ve sermaye tarafından yeniden inşa edilmesi
gerekir. Bu oranlarda kar imkanı ancak ve ancak, bütün dünyayı
yıkan bir deprem veya yeni bir dünya savaşıyla doğabilir. Aksi
durumda, yani şimdiki durumda “sermaye, kâr olmadığı veya
da az kâr olduğu zaman dehşete kapılır” ile “Yeterli
kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir” arasında gidip
gelmeye devam edecektir, etmek zorundadır.
Diğer
bir ifadeyle yukarıda belirttiğim gibi sermaye 7,7 milyarlık dünya
nüfusu için üretmek, bu üretimden artı değer, kar elde etmekle
yetinmek zorundadır. Kapitalist her fazla üretim krizi sürecinde
değişmeyen sermaye kıyımı yapıyor, eskiyen sabit sermayesini
yok ediyor; kriz sonrası rekabet için değişmeyen sermayesini
(fabrikalar, makineler, yeni teknoloji vb.) yeniliyor. Yani yatırım
yapıyor; Nelte ve onun gibi düşünen avanak küçük burjuvaziye
rağmen yatırım yapıyor.
Doğrudur
sermaye dehşet içinde, korkuyor, ama hala artı değer üretiyor.
Ana arterleri henüz tıkanmamıştır. Sermayenin ümüğüne
çökerek de o damarları tıkamak mümkün değil. (Bu konuya
aşağıda yeniden değineceğiz)
Kapitalizmi
kendiliğinden çökertenlerin teorisi ve yaptığı hesaplamanın
gerçekle hiçbir ilgisinin olmadığını bizzat yaşamın kendisi;
sermayenin nesnel hareketi göstermektedir. Sermaye çarkını
“kâr
olmadığı veya da az kâr olduğu zaman dehşete kapılır” ile
“Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir” arasında,
seviyesinde pekala çeviriyor. Bunu bilmek, anlamak gerekir.
Konuya
ilişkin daha önceki yazılardan (25) özetlediğim
aşağıdaki sonuç ve değerlendirmeler Marx’ın tanımladığı
kapitalizm gerçeği ile kapitalizmi kendiliğinden çökerten
anti-marksist görüşler arasındaki farkı göstermektedir.
3.1-Kapitalizmi
kendiliğinden çökertenler, kar oranının eğilimli düşüş
yasasının geçersiz olduğunu
savunuyorlar
Bunun
nedeni çok basit: Kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunan,
bir biçimde ima eden veya gelişmenin o yönde olduğunu söyleyen,
kaçınılmaz olarak sermaye açısında artı değer üretiminin;
sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşullarının
kalmadığını; kar oranının sıfıra doğru eğilimli olarak
düştüğünü ve yeniden yükselme koşullarının tükendiğini,
kapitalizmin kendiliğinden çökeceği savunusunun, imasının veya
söyleminin önkoşulu yapmış olur. Bir taraftan sermayenin
genişletilmiş yeniden üretim koşularının varlığını savunmak
ve aynı zamanda kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunmak
olamaz; ya biri ya da diğeri. Gerçekten de artı değer üretme
koşullarının kalmadığı yerde kar oranı sıfır noktasına
varmış demektir. Teorik olarak kendiliğinden çöküş budur. Ne
derlerse desinler, Marks'tan, Kapital'den ne kadar çok alıntı
yaparlarsa yapsınlar, sınıf mücadelesinden, sınıfı
örgütlemekten, devrimden, sosyalizmden ne kadar çok bahsederlerse
bahsetsinler, sermayenin yeniden üretim koşullarının kalmadığının
savunulması, bütün bunları geçersiz kılar, sadece söyleme
indirger. Sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşullarının
kalmaması, kendi iç çelişkilerinin bir sonucu olacağı için;
yani kapitalist ekonominin nesnel yasalarının gelişmesinin
doğrudan bir sonucu olacağı için bu çöküşle sınıf
mücadelesinin bir ilişkisi yoktur. Yani kendiliğinden çöküş,
sınıf mücadelesinin keskinleşmediği, işçi sınıfının
siyasal örgütlü olmadığı veya güçsüz örgütlü olduğu
dönemlerde de olabilir, aynen bugün olduğu gibi. Demek oluyor ki,
kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisi, öznenin, sınıfın
bilinçli eylemini hesaba katmıyor, onsuz bir çöküşün maddi
koşullarının var olduğunu savunuyor.
Nihai
kriz veya çöküş için kapitalizmin etkili-etkisiz fazla üretim
krizlerini, aşırı birikmiş sermayenin spekülatif alana kaymasını
örnek/kanıt olarak öne sürmek ve bunlar üzerine teori oluşturmak
-en hafif deyimle ifade edersek- hayal dünyasında gezinmekten başka
bir anlam taşımamaktadır. Peki, kıyamet gününün yaklaştığını;
o süreci karakterize eden ne var ortada? Kapitalizmin işlerliğini
aşmayan, ama daha da keskinleşen, derinleşen krizlerinden,
çelişkilerinden başka bir şey yok ortada. Dünyanın hangi
bölgesi veya hangi ülkeler nihai krizden dolayı dünya
ekonomisinden kopmuş ve kendini barbarlık içinde bulmuştur? Tek
bir örnek var mı? Yok. Ama kar beklentisi olmadığından dolayı
sermayenin uğramadığı yerler, bölgeler var. Şayet bu, nihai
krizin, kendiliğinden çöküşün bir göstergesiyse bu, bu teoriyi
savunanların sadece ve sadece ne denli ciddiyetsiz olduklarını
gösterir...
3.2-Çöküş
teorisi kaçınılmaz olarak sermayenin nesnel gelişme
hareketinden
ve sermayeye karşı direnişin
koşullarından ve
perspektiflerinden kopmaya götürür
Kapitalizmin
gelişmesi ile ona karşı mücadele arasındaki karşılıklı
etkilenmenin araştırılması yerine her iki alan birbirinden
kopartılır; kapitalizm çökeceği için; hem de kendiliğinden
çökeceği için ona karşı mücadelenin; mücadele etmesi gereken
öznenin sınıfsal karakteri ve örgütlenmesi hiç önemli
değildir. Bu teoriye inananların -bunlara Rosa Luksemburg'u
karikatürleştirenler de dahil- kapitalizme karşı mücadele,
örgütlenme vb. konularında sergilemiş oldukları anakronik
anlayış; dizaynladıkları toplum biçimi her şeyi açıklıyor.
Bu unsurlar açısından sorun oldukça basit: kapitalizmin
kendiliğinden çökeceği bir doğa yasasının gerçekleşmesi
gibidir; kaçınılmaz olarak çökecektir. Tam da bu nedenden dolayı
bütün sorun onun yıkılması için mücadele değil, sadece ve
sadece bu gerçeğin; çöküşün pratik sonuçlarını
açıklamaktır; insanlığı bu konuda aydınlatmaktır. Ama ne
dehşetli bir aydınlatma! İşçi sınıfının gözünü (pardon
bilincini) siyasi, teorik ve ideolojik olarak kör eden bir
“aydınlatma”! Bir taraftan artı değer üretmenin
imkânsızlığından, kanalların tıkandığından; yani
kapitalizmin kendiliğinden çökeceğinden ve sonra da işçi
sınıfından, devrimden, sosyalizmden bahsedenler işte böylesi kör
eden; sınıfı örgütsüzleştiren, bireyselleştiren,
kendiliğindencileştiren bir “aydınlatma” ekolünün
unsurlarıdır...
3.3-Nelte
kapitalizmi çökertiyor-Nelte'nin dünyası
N.
Nelte, hesap üzerinden kapitalizmi çökertenlerin veya kapitalizmin
kendiliğinden çökeceği hesabını yaparak çöküşten sonraki
durum üzerine kafa yoranlar “sınıf”ına dahildir. Burada ibret
olsun diye sadece bir örnek vermek istiyorum. R. Luksemburg nasıl
karikatürize edilir diyorsanız bu örnek bunu yeteri kadar
açıklamaktadır.
Kendiliğinden
çöküş üzerine yapılan hesap çoktur. Bu hesaplardan birisini de
H. Grossmann yapmıştır. 1920'li yıllarda yaptığı hesaba göre
kapitalizm 35. çevriminde çökmesi gerekiyordu. Ama nedense
çökmedi.
Şimdi
yapılan bir hesaba göre “kıyamet günü” gelmiştir.
Kapitalizmin kendiliğinden çöküşü “İktisadi Çöküş:
'Geriye Dönüşümü Olmayan Nokta' Şimdi Aşılıyor. Fazla Üretim
Yasası” başlıklı bir yazıda 4 Mart 2009 tarihinde
açıklanmıştır.
Farkında
mısınız bilmiyorum ama insanlık kapitalizmden kurtuluyor!
(Aslında 4 Mart 2009'dan bu yana kurtulmuş durumdadır!) Bu işin
nasıl olduğu üzerine tartışma başka bir yazının konusu
olabilir. Önemli olan çöküşün kendisidir. Bu çöküş de
gerçekleşiyor olduğuna göre kendimizi geleceğe hazırlamamız
gerekir.
Ama
önce bu çöküşü hazırlayan ve gerçekleştiren teoriye bir
bakalım. Teori diyorum, çünkü bu çöküşle insanların, sınıf
mücadelesinin bir ilişkisi yok; çökerten teoridir veya çöküş
teoride gerçekleşiyor!
Norbert
Nelte'yi tanıyıp tanımadığınızı bilmiyorum. Bu vatandaş
görüşlerinde oldukça tutarlı birisidir. Öyle sınıf
mücadelesiymiş, işçi sınıfını örgütlemekmiş, partiymiş,
sınıf bilinciymiş vb. lüzumsuzluklarla ilişkisi yoktur. İşçi
sınıfının değil, insanların, “kıyamet günü” gelip
çattığında; yani çöküş anı geldiğinde -açıklamasına göre
4 Mart 2009'dan beri çöküş içinde olduğumuz için o an gelmiş
demektir.-
Nelte'nin
“kıyamet günü” teorisini kronolojik olarak -son bir sene-
takip edelim:
“Rosa
Luksemburg “Sermaye Birikimi“ kitabında Marks'ın değer yasası
temelinde kapitalizmin pazarın sınırlarına oldukça şiddetle
toslayacağını mantıki olarak kanıtlamıştır. Buna karşın
Marks, genişletilmiş yeniden üretim sorununda oranlı (ahenk
içinde, çn.) bir pazardan hareket eder ve kapitalizmin sonunu
kar oranının eğilimli düşüşüyle sadece yavaş yavaş sönme
olarak görür”.
„Dünya
çapında yatırım malları sektörü ücretlerden daha hızlı
düşerse üretim araçları sektöründe (I) tüketim sektörüne
(II) aktarılamayan bir fazlalık doğar. 'Geriye dönüşümü
olmayan noktanın' aşılmasıyla dünya pazarının oldukça hızlı
bir daralmasına gelinir“.
“Geriye
dönüşümü olmayan nokta'dan sonra kapitalizmde iktisadi faaliyet
aniden durur ve dünya işçi sınıfı daha önce planlı
dayanışmacı üretimi ele almaz ve başarısız kalmış
kapitalistleri kovalamazsa (toplum) yerel yönetimler tarafından
basılan geçici geçerli paraya veya gıda maddeleri vesikasına ve
nihayetinde kanunsuzluğa boyun eğer“. (26)
“Pazarın
sonlanmasından mübadele iktisadı üzerinden taban-planlı
ekonomisine... Tabii bu, kapitalizm için nihai son anlamına gelmez.
Pazarların tıkanmasından dolayı kapitalizm, inişli-çıkışlı
olarak sıfır noktasına doğru -belki 10 veya 20 sene içinde
şehirlerin geçici geçerli parasıyla veya gıda maddeleri
vesikasıyla mübadele iktisadına geçmek için- ilerleyecektir.
Durum II. Dünya Savaşı sonrasıyla karşılaştırılabilir;
üretmek için işçiler işletmeleri bizzat inşa etmişlerdi.
İşçiler, nesnel çıkarlarından dolayı aşağıdan dayanışmacı
bir taban-planlı ekonomisi inşa edecekler; bu ekonomi kara göre
değil, ihtiyaçlarına ve mantığa göre yönlendirilecektir”
(27).
“Kapitalist
dünya ekonomisi treni yavaş yavaş çıkmaz sokak istasyonuna
giriyor”:
“Troçkistlerin
çoğu Mandel'ın uzun dalgalar teorisini tercih eder; onların
hepsi, pazarın sınırları teorisiyle R. Luksemburg'un
genişletilmiş yeniden üretim hesaplamasında mantıksal ve
hesapsal hata yaptığı için zaten haklı olmadığında
birleşirler”.
“Kar
oranının sıfır eksenine yaklaşmasıyla büyüme eğrisi de sıfır
noktasına yaklaşır. Pazarlar sürekli daraldıkça iç pazarın
süreklilik arz eden talep yetersizliği artık ek ihracatla telafi
edilemez. İç pazarın süreklilik arz eden talep yetersizliği,
işçiler tarafından yaratılan değerden ücret çıkartıldıktan...
sonra kapitalist tarafından el konulan değerden kaynaklanır”.
“Yeni
pazarlar olmazsa kriz de aşılamaz... Sadece yeni pazarlar yeni
genişletilmiş yatırımları da gerekli kılar, ama önemli yeni
pazarlar da yok artık...'Geriye dönüşümü olmayan noktaya'
varıldığında kapitalist ekonomi, çok hızlı bir şekilde duvara
toslayacaktır ve böylece R. Luksemburg, can çekişmeyle ve ani
sonla doğruyu savunmuştu“.
“Belki
10-15 sene içinde...'geriye dönüşümü olmayan nokta'ya
varılacaktır. Çok hızlı bir şekilde 1-2 sene sonra ulusal
ekonomiler tamamen çökecekler ve belli bir süre için yerel
sermaye seçkinleri yerel alanda şehirlerin geçici geçerli
parasıyla, gıda maddeleri vesikasıyla ve konutlara el koymayla
ekonomiyi devam ettirmeye çalışacaklardır. Ama şimdi küçük
burjuva romantikler, 'küçük, kontrol edilebilir örgüt
birliklerine geri dönüşe' sevinmeden önce, savaş lortlarının,
korsanların, talancı sürülerinin vandalizminin giderek hâkim
olacağı ve sadece güçlülerin hakkını tanıyan hukuksuz bir
toplumda bir mübadele iktisadının oluşabileceği söylenmelidir.
Daha şimdiden Somali'de sermaye dünyasının her tarafta nasıl
olacağının örneğini görüyoruz. Savaş lortları eski ulusal
devlete karşı mücadele ediyorlar, vandalist korsanlar savaş
lortlarına karşı mücadele ediyorlar, şiar; herkes herkese karşı.
19.06.2006'da ilk defa kapitalizmin sonu üzerine yazdığımızda
20-30 seneden bahsediyorduk. Ama güncel haberler bize şimdi, 10,15
senelik görülebilir bir zaman dilimi tahmini yaptırıyor”
(28).
Ve
nihayet “2009'dan itibaren zaman gelmiş oluyor; iktidar
sahiplerinin paraları yavaş yavaş azalıyor, birbirlerine
düşüyorlar, eskisi gibi yaşayamıyorlar. Şimdi giderek daha çok
insan otantik Marksizme ilgi duymaya başlıyor; esas olan örgütün
kapılarını artık açmaktır”. Yazıya bir de Lenin alıntısı
(“devrimci durum olmadan devrim olanaksızdır...”) ekleyince
eksik bir şey kalmamış oluyor: Kapitalizm kendiliğinden çöküyor,
hâkim sınıflar eskisi gibi yönetemiyorlar, insanlar otantik
Marksizme ilgi duymaya başlıyorlar, tam da bu arada örgütün
kapıları açılıyor!
“Marksistler,
acımasız gerçeklikten dolayı kabul etmeliler ki, R. Luksemburg'un
pazarın sınırları teorisi de Marksist politik ekonominin önemli
bir bileşenidir. Daha şimdiden brüt yurt içi üretim eğrisi
aniden battı. Ulusal ekonomi belki bir, iki defa kendini
kurtarabilir, ama birkaç sene içinde dünya pazarının üretim
araçlarına talebi daha az olacaktır. Sonra artık tutunacak durum
kalmaz ve bu 'geriye dönüşümü olmayan nokta'dan sonra ekmek
vesikasıyla ve yerel geçici geçerli parayla doğrudan mübadele
ekonomisine geçilecektir”.
Ama
her şeye rağmen sormadan da edemiyor Belki de ne olur ne olmaz diye
düşünmüş olabilir: Başkasını konuşturarak “Daha nereye
kadar?“ diye soruyor. Yani bu sistem daha ne kadar devam
edebilir diye soruyor (29).
Ve
Nelte 4 Mart 2009'da müjdeyi veriyor:
“Kapitalizmde
ekonomik yükselişe dönüş artık mümkün değildir”!
“Ama
ekonomik kriz pazarların daralmasından dolayı sermayenin organik
veya teknik bileşimi metalarda değişmeyen sermayenin aleyhine
olursa, yani üretim araçları sektöründe dünya çapında bir
fazlalık ortaya çıkarsa artık bu tüketim sektörüne
aktarılamaz... İktidar sahiplerinde panik başlar...2002'de olduğu
gibi, sermaye yatırımları Almanya'da yüzde 5 ve Amerika'da da
yüzde 10 düştüğünde, üretim araçları sektöründe düşme
sadece birkaç ülkede olduğu için GSH'da belli bir artış oldu. O
zaman Çin, Rusya Avrupa ve Latin Amerika yatırım talepleriyle bu
ülkeleri bir kez daha kurtardılar. Biz o zaman (2006) kapitalizmin
çöküşünün ancak 30 sene içinde olacağını öngörmüştük.
Ama yatırımların ve düşen makine yapımı gelişmesi daha
şimdiden dünya çapında tespit ediliyorsa kapitalizm, ortalığın
günlük güneşlik olmasına rağmen, daha şimdiden önümüzdeki 5
sene içinde mübadele ekonomisine düşecektir“ (geçecektir)
(30).
Kapitalizmin
kendiliğinden çökeceğini savunanların sayıları hiç de az
değildir. Bu örgütler nerededir diye sorarsanız Dünya Sosyal
Forumunu, Avrupa Sosyal Forumunu adres olarak gösterebilirim. Toplu
olarak oradalar, dünyanın hemen her tarafında onlara rastlanır.
Bir kısmı, yıkacaklarını veya yıkılıyor olduğunu sandıkları
devletten para kopartarak kendi ekonomilerini kurarken, bir kısmı
200-300 sene öncesinin toplumunu idealize eder.
Dünya
Sosyal Forumu, Avrupa Sosyal Forumu gibi çoştukları ortamlar artık
kalmadığı için şimdi nerede olduklarını bilmiyorum. Ama sanal
dünyada varlıklarını sürdürüyorlar.
Teoride
ve pratikte bu atom parçacıkları büyüklüğündeki örgütleri,
düşünce tarzlarını küçümsememek gerekir; küçümseyen
bunlara karşı mücadeleyi kaybeder. Tekil olarak aldığınızda
bunların hiçbir önemi olmayabilir. Ama her biri kendi açısından
Marksizmi, Marksizm-Leninizmi ilkelerinden kopartmak, ideolojinin,
sınıf örgütlenmesinin, sosyalizmin içini boşaltmak; bu
kavramları “Post-Marksist” kavramlara dönüştürmek için
sürekli çaba harcamaktalar. Neredeyse saymakla bitmeyen
“Post-Marksizm” ekolleri, “Post-Marksist” teoriler nereden
çıktı sanırsınız?
Bunlar,
ayrık otu gibi teori dünyamızı sarmışlar, bugün, uluslararası
komünist harekette tasfiyecilik rolünü üstlenmişlerdir. Bazı
Marksist-Leninist kavramların, bazı alanlarda Marksist-Leninist
politik ekonominin içinin boşaltılması, burjuvazinin de kabul
edebileceği hale getirilmesi çoğunlukla bu unsurların eseridir.
Bunlarda
ayrık otu özelliği vardır; mevsimi geçince kurur ve sonra
mevsimi gelince yeniden canlanır. Kapitalizmin kendiliğinden
çökeceği teorisini savunanlar da her kriz döneminde canlanırlar
ve kriz geçince süngüleri düşer, bir dahaki krize kadar sesleri
çıkmaz. Ayrık otunun mevsimi senede bir kere, kapitalizmin
kendiliğinden çökeceğini savunan ayrık otlarının mevsimi de
ortalama her 7-8 veya 8-10 senede bir gelir.
Yani
kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisi; sermayenin artık
artı değer elde etme olanağı kalmadı anlayışı mevsimlik bir
anlayıştır. Bu mevsimlik anlayışı savunanlardan birisi de
örneğin Immanuel Wallerstein'dır (31).
Devam
edecek
Dipnotlar/Açıklamalar:
1)Bkz.:
-GÜNCEL
KRİZ TEORİLERİ (I) BURJUVA KRİZ TEORİLERİ (I).
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/01/guncel-kriz-teorileri-i.html
-GÜNCEL
KRİZ TEORİLERİ (II)- BURJUVA KRİZ TEORİLERİ (II), “DİNOZOR”
MARKS’I TAKİP EDELİM - BİR BURJUVA EFSANE: MALİ KRİZİ!
-MARKS,
ENGELS, LENİN, STALİN - EKONOMİK KRİZ
GÜNCEL
KRİZ TEORİLERİ (III), MARKSİST KRİZ TEORİSİ
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/06/guncel-kriz-teorileri-iii.html)
2)
Bkz.:
-İbrahim
Okçuoğlu; Türk,ye’de Kapitalizmin Gelişmesi. Sayfa 505-584. 3.
Kitap, genişletilmiş 2. baskı. Nisan 2001, Ceylan Yayınları.
-Henryk
Grossmann; “Das Akkumulations- und Zusammenbruchsgesetz des
kapitalistischen Systems”, 2. baskı 1970.
3)Norbert
Nelte; “Karl Marx oder Rosa Luxemburg, „Einschlummern“ oder
„Todeszuckungen des Kapitalismus“, 22. Juli 2018.
4)
Karl Marx, “Das Kapital”, C. 3, s. 269.
5)
N. Nelte; agy.
6)N.
Nelte; “Der endgültige „Point of no Return“ in der Produktion
ist im Anmarsch”,
10.
Mai 2018.
7)N.
Nelte; “Das Kapital und sein Ende an einer Grafik erklärt”, 31.
Mai 2018.
8)
Bu işin nasıl olduğunu, teorisini anlamak istiyorsanız Marx‘ın
Kapital‘ine (Cilt 3‘e bakabilirsiniz. Şayet günümüz
koşullarında bu teorinin nasıl somutlaşıyor olduğunu incelemek
istiyorsanız bkz.: İ. Okçuoğlu; “Kar Oranı ve Sermayenin
Uluslararası Diyalektiği“, Akademi Yayın, Kasım 2010.
9)
N. Nelte; “Der tendenzielle Fall der Profitrate”. 24. Juli
2019.
10)
Bkz.:N. Nelte;
agy.
11)
N. Nelte; “Scharf Neoliberal alias Scharf Links glaubt an den
ewigen Kapitalismus”, 30. maerz 2019.
12
(Bkz.:https://www.google.de/publicdata/explore?ds=d5bncppjof8f9_&hl=de&dl=de#!ctype=l&strail=false&bcs=d&nselm=h&met_y=gdp_production_constant_2000_us&fdim_y=gdp_production_component:3&scale_y=lin&ind_y=false&rdim=region&ifdim=region&tdim=true&tstart=881103600000&tend=1480719600000&hl=de&dl=de&ind=false)
13)
Karl Marx, „”Das Kapital”, C. 3, s. 269
14)
Marx; C. 25 (Kapital, C. 3), s. 160.
15)
Grafik için bkz.: Wal Buchenberg; “Fall der Profitraten 1950 bis
2010”;
https://marx-forum.de/Forum/index.php?thread/932-fall-der-profitraten-1950-bis-2010/&postID=5210.
19. Februar 2019.
16)Grafikler
ve açıklamalar için söz konusu makaleye bakılabilir; M. Roberts:
“US rate of profit measures for 2018”, November 4, 2019.
https://thenextrecession.wordpress.com/
17)
Michael Roberts; “US rate of profit measures for 2018”,
November 2019. https://thenextrecession.wordpress.com/
18)
Aynı zamanda bkz.: İ. Okçuoğlu; “Kar Oranı ve Sermayenin
Uluslararası Diyalektiği”, Akademi Yayın, Kasım 2010.
19)
K. Marx; C. 25 (Kapital, C. 3), s. 160.
20)
Lenin; “Emperyalizm...” C. 22, s. 298/299.
21)
10.2-
Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktörler
“Toplumsal
emeğin üretken güçlerinde, daha önceki dönemlere göre yalnızca
son 30 yıldaki büyük gelişmeleri göz önünde bulundurursak ve
özellikle, asıl makineler dışında, bütünüyle toplumsal üretim
sürecine giren muazzam sabit sermaye kitlesini düşünürsek,
şimdiye değin iktisatçıları rahatsız eden güçlük, yani düşen
kâr oranını açıklama güçlüğü, yerini, bunun tersine, yani
bir düşüşün niçin daha büyük ve daha hızlı olmadığını
açıklama güçlüğüne bırakır. Genel yasanın etkisine ters
düşen ve onu yok eden, ona yalnızca kendine özgü bir eğilim
niteliği veren ve bu yüzden, genel kâr oranındaki düşmeden, bir
düşme eğilimi olarak söz etmemize neden olan bazı zıt yönde
etkilerin işe karışmaları gerekir.
Zıt
yönde etki yapan güçlerin en genel olanları şunlardır“ (K.
Marks, Kapital III, METE, C. 25, s. 242):
1.
Sömürü yoğunluğundaki artış.
2.
Ücretlerin, iş gücünün değerinin altına düşmesi.
4.
Nispi aşırı-nüfus (kronik kitlesel işsizlik).
5.
Dış ticaret.
Burada
belirteceğimiz kâr
oranının düşüşüne karşı etkide bulunan ve bu düşüşü
eğilimli düşüş haline getiren nedenler olmazsa; etkide
bulunmazlarsa kapitalizm kendiliğinden çöker. Kendiliğinden
çöküşü engelleyen, bu karşı etkide bulunan faktörlerdir.
“Marksist” küçük burjuvazi tam da karşı etkide bulunan bu
faktörlerin artık geçerli olmadığını; etkide bulunmadığını
savunmaktadır.
Marks,
kâr
oranının düşme konumundan değil, kâr
oranının düşme eğilimi konumundan bahseder. O halde burada söz
konusu olan, kapitalistlerin, kâr
oranının düşme eğilimiyle karşı karşıya olmalarıdır.
Burada
akla şu soru gelebilir. Kapitalizmin bazı ülkelerdeki üretim
biçimi olarak hâkimiyeti birkaç yüzyılı kapsamaktadır. O halde
bu birkaç yüz yıl içinde, kâr
oranının düşme eğilimi neden mutlak düşmeye kadar varmıyor
veya varamıyor. Bu soruya Marks’ın verdiği cevabı yukarıya
aktardık. Ama tekrar pahasına da olsa bir daha aktaralım:
“Genel
yasanın etkisine ters düşen ve onu yok eden, ona yalnızca kendine
özgü bir eğilim niteliği veren ve bu yüzden, genel kâr
oranındaki düşmeden, bir düşme eğilimi olarak söz etmemize
neden olan bazı zıt yönde etkilerin işe karışmaları gerekir”
(METE, C. 25, s. 242).
Ve
Marks, bu karşı etkenlerin neler olabileceğini açıklamalı
olarak sıralar. Bu faktörlerin önemli olanları şunlardır.
10.2.1-Kâr
oranının düşmesi eğilimine karşı etkide bulunan faktörler
olarak artı değer oranının yükseltilmesi:
Kâr
oranının yükseltmenin en önemli yöntemi artı değer oranını
yükseltmektir, yani işçi sınıfının sömürü derecesini
arttırmaktır.
Artı-değer
oranının yüksekliği ile kâr
oranının yüksekliği birbiriyle doğru orantı içindedir.
Dolayısıyla artan artı-değer oranı, kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunur. Ve kâr
oranının düşmesi, artı-değer oranının, sermayenin organik
bileşiminin artışından daha hızlı arttığı durumda telafi
edilebilir.
Sömürü
derecesinin arttırılmasının esas yöntemleri, mutlak artı değer
üretiminde ve görece artı-değer üretiminde aranmalıdır. Hem
mutlak artı değer üretimi hem de görece artı-değer üretimi kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunurlar.
Mutlak
artı-değer üretiminin arttırılması toplam çalışma süresinin
arttırılmasıyla; yani bugün 8 saatlik olan çalışma zamanının,
diyelim ki 10 saate çıkartılmasıyla sağlanır. Ama böyle bir
gelişme kapitalist ülkelerde, işçi sınıfının mücadelesinin
bir sonucu olarak hemen hemen imkânsızdır. Dolayısıyla sömürü
derecesinin arttırılmasında esas olan görece artı-değer
üretiminin arttırılmasıdır. Yani belli çalışma süresi içinde
işçinin, giderek daha çok bir zaman süresini kapitalist için
çalışmaya ayırmak zorunda kalması.
Görece
artı-değer üretimi üzerinden artı-değer oranının
yükseltilmesinde iş verimliliğinin arttırılması belirleyici
öneme sahiptir. Ama iş verimliliğinin arttırılması daha iyi,
modern teknolojinin kullanımını beraberinde getirdiği için, bu,
aynı zamanda sermayenin organik bileşimini de kaçınılmaz olarak
yükseltir.
Bunun
için, artı-değer oranının, görece artı-değer üretiminin
arttırılması vasıtasıyla yükseltilmesi, sermayenin organik
bileşiminin artışı göz önünde tutulursa, çifte bir rol oynar.
Bu yolla bir taraftan kâr
oranı arttırılır, ama diğer taraftan da sermayenin organik
bileşimi yükseldiği için, bu, kâr
oranının düşme eğilimini beraberinde getirir.
10.2.2-Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak
ücretlerin, iş gücü değerinin altına düşürülmesi, iş
gününün(çalışma saatlerinin) uzatılması, çocuk emeği, kadın
emeği:
Meta
olarak iş gücünün sık sık değerinin altında satıldığı çok
bilinen bir gerçektir. Ve kapitalistler her fırsatta, özellikle de
kriz dönemlerinde işçi ücretlerini, iş gücü değerinin altında
tutmaya çalışırlar. Böylelikle onlar, emeğin ödenmeyen daha
büyük bir kısmına el korlar ve böylelikle de kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan artı-değer
oranını yükseltirler.
Ücretlerin
düşürülmesinin sermaye açısından ne anlama geldiğini “The
Economist” bir analizinde dolaylı bir biçimde dile getiriliyor:
“Kapitalistler,
ulusal gelirin giderek artan bir kısmını işçilerin aleyhine
yoluyorlar”; ABD'de vergiler çıkartıldıktan sonra GSH'da kârın
payı, 2005 itibariyle 75 seneden bu yana en yüksek seviyesine
varmıştır. Son 3 sene içinde Amerikan tekellerinin karları yüzde
60 oranında artarken, nominal ücretler ancak yüzde 10 oranında
artmıştır.
The
Economist'e göre kâr
oranının bu denli artmasında güncel (Amerikan ekonomisindeki
canlanma, 2002) gelişmelerin yanı sıra uzun vadeli olgular
belirleyici olmuştur: Çin ve Hindistan'da haklarından yoksun
sayısız iş gücünün dünya pazarına entegre edilmeleri. Bu,
emeğin sermaye ile küresel ilişkisini değiştirmiş ve sermayenin
görece kârlı
çalışmasına yol açmıştır. İşletmelerin başka yerlere nakli
emperyalist ülkelerde önemli sayılabilecek bir iş yeri kıyımına
henüz neden olmasa da, tehdidin kendisi ücretleri düşürücü,
kârı
arttırıcı bir etkide bulunmuştur. Bu nedenle GSH'da kâr
payı uzun bir dönem görece yüksek seviyede kalabilir. Ama dünya
pazarlarında rekabet keskinleşeceği için uzun vadede kâr
oranları yeniden düşecektir.
10.2.3-Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak
görece fazla nüfus:
Görece
fazla nüfus, kâr
oranının düşme eğilimine iki açıdan karşı etkide bulunur.
Birincisi, kapitalistler görece fazla nüfusu (işsizleri),
ücretleri iş gücü değerinin altında tutmak, düşürmek için
çalışan işçiler üzerinde baskı aracı olarak kullanmaya
çalışırlar. İkincisi, ücretlerin düşük olması, yoğun bir
şekilde sabit sermaye kullanımını (makineler, tesisler vs.)
frenler. Bu da sermayenin organik bileşiminin yükselmesini,
dolayısıyla kâr
oranının düşme eğilimini engeller.
10.2.4-Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak
sabit sermaye unsurlarının ucuzlaması:
İşin
verimliliğinin artmasıyla tek tek üretim araçlarının değer
büyüklüğü düşer. Böylelikle bileşimi yükselmeyen, sermaye
ile aynı kalan sabit sermaye ile daha çok ve daha iyi iş araçları
üretim sürecinde kullanılır. Burada kâr
oranının düşme eğilimini körükleyen sermayenin organik
bileşiminin yükselmesine karşı etkide bulunulduğu için, kâr
oranının düşme eğilimi de belli ölçülerde frenlenmiş olur.
Marks’ın dediği gibi “sabit sermaye unsurlarının ucuzlaması”,
kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunur. Çünkü işin
verimliliğinin artmasıyla sabit sermayenin üretim araçları
sanayinde değeri, materyal hacmi kadar hızlı büyümez. Tabii bu
bağlamda bilimsel-teknik devrimin gelişmesi kâr
oranının düşme eğilimi sürecinde önemli bir faktördür.
10.2.5-Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak
bilimsel-teknik devrim:
Kapitalist,
kapitalist olarak kalmak istiyor, bunun için rekabette başarılı
olması gerekiyor. Rekabette başarılı olmak, üretim sürecini en
son teknoloji temelinde yeniden örgütlemek demektir. Bu birikim,
yatırım demektir. Genel olarak yatırım değil, bilimsel-teknik
devrimin üretime uygulanması en son kazanımları temelinde yatırım
demektir.
Yatırımın
bu karakteri; böylelikle bilimsel-teknik devrimin sonuçları,
kapitalist yeniden üretim sürecinde yapısal krize neden olur.
Modern
teknoloji temelinde üretim sürecinin yenilenmesi korkunç
boyutlarda yatırımları gerekli kılmaktadır.
Üretimin
modern teknoloji temelinde yeniden örgütlenmesi aynı zamanda
muazzam boyutlarda sabit sermaye kıyımını da beraberinde
getirmektedir. Çünkü modern teknoloji temelinde yeniden
yapılanmada, o zamana kadar kullanılan fabrika/işletme binaları,
yardımcı teknik vs. artık işe yaramıyor. Yani her şey
yenilenmek zorundadır. Bunu yapamayan tekelin tekel olarak var olma
şansı ortadan kalkıyor. Böylece yapısal krizin atlatılması;
modern teknoloji temelinde üretimin yenilenmesi, binalar,
teçhizatlar, araştırma harcamaları da dâhil muazzam boyutlarda
yatırımları gerekli kılıyor. Yatırım ise sermayenin organik
bileşimini yükseltiyor; yani sabit sermayenin sıçramalı olarak
artmasını kaçınılmaz kılıyor: bu da kâr
oranının düşmesine neden oluyor.
Bilimsel-teknik
devrimin kazanımlarının üretim sürecinde kullanılmasının
boyutları, kâr
oranının düşme eğilimi yasasının iç çelişkisini bütün
çıplaklığıyla sergiler.
Bilimsel-teknik
devrim, ekonominin bütün alanlarında iş verimliliğinin artmasını
oldukça hızlandırır. Bu durum, kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan bir dizi olgunun
doğmasını beraberinde getirir. Bu olgular, sermayenin organik
bileşiminin yükselmesine karşı etkide bulunan olgular
olduklarından dolayı, böylelikle, kâr
oranının düşme eğilimine de karşı etkide bulunurlar. Burada
söz konusu olan, sabit sermaye yoğunluğunun: sabit dolaşan
sermaye yoğunluğunun düşmesi, sabit sermayenin maddesel
unsurlarının ucuzlamasıdır:
Sabit
sermaye yoğunluğunun düşmesi: Bilimsel-teknik devrimin
kazanımlarının üretim sürecinde kullanılmasıyla sermaye
yoğunluğunun düşme eğilimi doğar. Yani, azalan veya aynı kalan
sabit sermaye kullanımı şartlarında üretimde daha büyük
sonuçların oluşması, sermayenin yoğunluğu düşüyor demektir.
Bu durumda sabit sermayenin metanın ve toplam ürünün değerindeki
payı düşer.
Sabit
dolaşan sermayenin düşen yoğunluğu(düşen materyal yoğunluk):
Burada söz konusu olan, daha iyi/verimli üretim metoduyla; yeni
daha iyi ham madde vs. kullanımıyla sabit dolaşan sermayenin
üründeki payının düşmesi sağlanabilir. Önceleri metalin
kullanıldığı yerlerde bugün çoğunlukla plastik kullanılması
buna bir örnektir.
10.2.6-Kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak
dış ticaret:
Ülke
içinde rasyonelleştirmeden, ücret yüksekliğinden dolayı sermaye
ihracı; ülke içinde işletmelerin kapatılması, iş yeri kıyımı
ve ülke dışına taşınması aynı nedenden kaynaklıdır: Sermaye
daha karlı yatırım olanakları aramaktadır.
“Sermaye
eğer dışarıya gönderiliyorsa, bu, mutlaka içeride
kullanılmadığı için değil, dış bir ülkede daha yüksek bir
kâr oranı ile kullanılabildiği içindir” (K. Marks, Kapital
III. METE, C. 25, s. 266).
“Dış
ticaret, kısmen değişmeyen sermaye ögelerini ve kısmen de,
karşılığında değişen sermayenin değişildiği yaşam
gereksinmelerini ucuzlattığı için, artı-değer oranını
yükseltmek ve değişmeyen sermayenin değerini düşürmek
suretiyle, kâr oranını yükseltme eğilimi gösterir. Dış
ticaret, genellikle, üretim ölçeğinin genişlemesine yol açarak,
bu yönde etkili olur. Böylece, bir yandan birikim sürecini
hızlandırırken, öte yandan değişmeyen sermayeye oranla değişen
sermayede daralmaya neden olur ve dolayısıyla kâr oranının
düşmesini çabuklaştırır” (K. Marks, Kapital III, METE, C. 25,
s. 247).
Dış
ticaretin kâr
oranı üzerinde ikili etkisi vardır. Dış ticaret birçok
imkânlara yol açar. Örneğin dış ticaret vasıtasıyla sabit
sermaye unsurları iç pazara nazaran dış pazarda daha ucuza satın
alınabilir; keza değişken sermayede ifadesini bulan zorunlu
tüketim araçları da. İş gücünün düşük masrafla yeniden
üretiminin gerçekleştirilmesi, artı değer oranının büyümesi
anlamına gelir. Her halükarda bu iki olanak, kâr
oranı üzerinde yükseltici bir etkide bulunur. Böylelikle bir
taraftan hızlandırılmış sermaye birikiminin ve diğer taraftan
da, sermayenin artan organik bileşimi şartlarında sabit sermaye
karşısında değişken sermayenin düşmesinin ve böylelikle de
kâr
oranının düşmesinin koşulları doğar. Görüyoruz ki dış
ticaret kâr
oranının gelişmesi sürecinde ikili (olumlu ve olumsuz) bir rol
oynuyor.
Üretim
araçlarının ve tüketim araçlarının dünya pazarlarında, iç
pazara nazaran daha ucuza satın alınmaları, ülkelerinin farklı
siyasi, ekonomik gelişme koşullarından kaynaklanır.
Siyasi
ve ekonomik gelişme koşullarını emperyalizme bağımlılık
belirler. Bu bağımlılıktan dolayı, emperyalistler kendilerine
bağımlı olan ülkelerde ürünlerini değerlerinin üstünde
satarlar, aynı zamanda da bu ülkelerden ürünleri değerlerinin
altında satın alırlar. Bu, eşit olmayan mübadeledir. Bu
mübadeleden doğan kâr,
ekstra kâr,
kâr
oranının yükselmesinde önemli bir rol oynar. Ve böylelikle de
onun düşme eğilimine karşı etkide bulunulmuş olunur.
Keza
metaların ve ücretlerin her bir ülkede ulusal farklılık
göstermesi de emperyalistler için önemli bir ekstra kâr
kaynağıdır. Örneğin, geri ülkelerde üretim şartları
gelişmemiş olduğundan ve üretim için kullanılan toplumsal
zorunlu zaman daha büyük olduğundan, bu ülkelerde ürün pahalı
üretilir. Dünya pazarlarında da şu veya bu şekilde metalar için
belli bir fiyat oluştuğundan ve bu fiyatın oluşmasında gelişmiş
üretim şartlarındaki ürünün fiyatı esas rolü oynadığından
emperyalistler, ürünlerinin pazarlanmasında böylelikle yeni bir
ekstra kâr
imkânına kavuşurlar. Ekstra kâr
da kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunur.
Keza,
geri ülkelerde ücretlerin, emperyalist ülkelerde nazaran daha
düşük olması da, sonuç itibariyle ekstra kâra
yol açar.
Görüyoruz
ki, bazı faktörler, kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunuyorlar, bu düşüşü
frenliyorlar, yavaşlatıyorlar. Ne var ki, “bunlar, yasayı
ortadan kaldırmazlar, ama etkisini azaltırlar. Böyle olmasaydı,
genel kâr oranındaki düşmenin değil, daha çok, bundaki nispi
yavaşlamanın anlaşılması güç olurdu. Demek ki, yasa, yalnızca
bir eğilim olarak işlemektedir. Ve ancak, bazı koşullar altında
ve uzun süren dönemlerden sonra etkileri göze çarpar hale
gelmektedir”
(METE,
C. 25, s. 249).
Bazı
sonuçlar çıkartalım:
Yoğun
genişletilmiş yeniden üretimin iki aşaması vardır. Bu aşamalar
gelişmiş kapitalist yeniden üretimde belli gelişmelerin ifade
ederler.
Yeniden
üretim sürecinin yoğunlaşmasında ilk aşamanın karakterinde
belirleyici olan şudur: (Canlı) işin verimliliğinin artması,
kullanılan emeğin kapsamlı artmasıyla sağlanır. Yani üretilen
her bir bütünlükteki canlı iş tasarrufuna karşı üretilen her
bir bütünlükte harcanmış emeğin artması söz konusudur.
Burada, harcanmış emeğin artış hızı, canlı işin azalışından
daha yavaş olur. Ve böylelikle toplam olarak her bir ürün için
toplumsal harcama düşer. Böylelikle sermayenin teknik bileşimi
daha hızlı büyür ve bu, sermayenin değersel bileşiminin
artmasına da neden olur. Yeniden üretimin bu aşamasında tipik
olan olgu, çalışan başına sermaye teçhizatının, canlı işin
verimliliğinden daha hızlı sağlanmasıdır
Yeniden
üretim sürecinin yoğunlaşmasında ikinci aşmanın özelliği: Bu
aşama, yeniden üretim sürecinin yoğunlaşmasının en yüksek
aşamasını oluşturur. Bu aşamada üretim büyümesi, canlı ve
harcanmış işin artmış verimliliği sayesinde sağlanır. Bu
aşamanın gerçekleşmesi için gerekli koşullar şunlardır:
1-Canlı
emeğin (işin) verimliliğinin artması.
2-Üretilmiş
her bir ürün birimi için sermaye kullanımının (harcanmasının)
düşmesi (sermaye kesafetinin düşmesi) ve
3-Üretilmiş
her bir ürün birimi için temel ve yardımcı materyal tüketiminin,
enerji tüketiminin azalması.
Yoğun
yeniden üretim sürecinin bu son, en yüksek aşmasında canlı işin
verimliliği, iş gücü başına sermaye donanımından/teçhizatından
daha hızlı büyür ve böylelikle sermayenin teknik bileşiminin
büyümesi yavaşlar. Sermaye yoğunluğunun düşme eğilimi,
sermayenin değersel bileşiminin yükselişine karşı etkide
bulunur (bu artış, çalışan başına sermaye donanımının
büyümesinden kaynaklanır.) Böylelikle sermayenin organik
bileşiminin büyümesi frenlenmiş olur.
Bu
değişmeler, kapitalist yeniden üretim süreci için çok önemli
bir anlam taşır. Çünkü yeniden üretim sürecinin
yoğunlaşmasının ilk aşamasında toplumsal üretimin I. Bölümünde
(üretim araçları üretimi) üretimi, geçici olarak da olsa,
tüketim araçlarından bağımsız olarak arttırma olanağı
vardır. Emperyalist ülkelerde üretimin 1970’lere kadar
“doludizgin” artışını bu çerçevede görmek gerekir.
Söz
konusu ikinci aşamada ise, sermayenin, üretimi „doludizgin“
arttırma olanakları daralmıştır. Bu daralmanın sonucunda,
üretim ile pazar arasındaki çelişki keskinleşir.
Şimdi
soru şu: Bütün bunlar kâr
oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktörler
olarak, kâr
oranının düşme eğilimini durdurabildiler mi, tekeller amaçlarına
ulaşabildiler mi? Hayır: Sorunun kendisi, kendi içinde çelişkili
ve kâr
oranının düşeme eğilimine karşı etkide bulunan faktörler,
aynı zamanda, örneğin sermayenin organik bileşimini yükseltmek,
kâr
oranının düşmesine neden olmaktadır.
10.3-Kâr
oranının yükselmesinde ve eğilimli düşüşüne karşı etkide
bulunan faktörlerin oluşturulmasında, örgütlenmesinde ve
harekete geçirilmesinde devletin rolü
Emperyalist
küreselleşme koşullarında devletin sonlanması veya önemini
uluslararası kurumlar lehine kaybediyor olması üzerine çok şey
söylendi. Bunların hepsinin beş paralık değeri olmadığını,
bir incir çekirdeğini dolduracak kadar ağırlığının olmadığını
sadece şu yaşanan kriz döneminde devletin aktif faaliyeti
göstermeye yetti. Kâr
oranı hareketi, sermaye ve üretimin uluslararasılaşması,
rekabet, devletsiz düşünülemez:
1-Devlet,
üretim ve yeniden üretimin, sermaye birikiminin çerçeve
koşullarını, alt yapısını ve örgütlenmesini sağlamak
zorundadır.(Araştırma, genel eğitim, sağlık, ulaşım, hukuksal
ilişkiler; bir bütün olarak üst yapı kurumları; sömürü
objesi olarak işçi sınıfının varlığını devam ettirmesini
teminat altına almak; sermaye için ücretli iş bulma garantisi;
sübvansiyon; vergi vb.).
2-Yasalarla,
polis, ordu gücüyle; yani devletin zor kullanma tekeliyle sermaye
ilişkilerinin devamının teminat altına alınması.
3-Kâr
oranının eğilimli düşüşüne karşı etkide bulunan faktörlerin
örgütlenmesi.
4-İşçi
sınıfı ve emekçi yığınların “havuç ve sopa”
politikasıyla susturulması.
Bütün
bu karşı etkide bulunan faktörler, kâr
oranının düşmesini ancak ve ancak belli bir süre
frenleyebilirler.
10.4-Üretim
yeri değişimi-sermayenin yurt dışına gitme yasası veya daha
fazla kâr
elde etmek için hareket yasası
Bu
yasa aynı zamanda kâr
oranını eğilimli düşüş yapan bir faktördür.
Üretiminde
yer değiştirmek; üretimi başka bölge veya ülkelere kaydırmak
kapitalizme özgü birçok yasanın doğrudan ifadesidir; örneğin
rekabet yasası, azami kâr
yasası, kâr
oranının eğilimli düşüşü yasası vb. Dolayısıyla üretim
yerini (bu, aynı zamanda iş yeri olarak da algılanmalı) başka
bölgelere veya ülkelere kaydırmak, kapitalist sistemin
işlerliğinden ayrı olarak düşünülemez.
Kapitalizm,
artı değer elde etmede, iş gücünün sömürüsünde sınır
tanımaz. İşçiyi ne kadar çok sömürürse; ne kadar çok
karşılığı ödenmemiş işe el korsa onun için o kadar iyidir.
Dolayısıyla sınırsız artı değer elde etmek kapitalizmin temel
yasasıdır.
İş gücünü sömürüde sermaye sınır tanımaz, ama iş gücü sömürüsünün sınırları vardır: İşçinin fiziki olarak sömürülemez duruma gelmesi ve işçi sınıfının sermayeye karşı direnme yeteneği. Bu iki oldu, sınırsız artı değer elde etme dürtüsü karşısında sınır oluşturan olgulardır. Üretim sürecinde karşılığı ödenmemiş işin payını arttırmak için kapitalist çeşitli yöntemler ve araçlar kullanır: Örneğin üretim sürecinde çalışma yoğunluğunun arttırılması, ücretlerin düşürülmesi gibi.
Kapitalizmde her meta gibi iş gücü de rekabete ve pazardaki dalgalanmalara tabidir:
“Ama en kötü durumlarda, her işçi, alıştığı ufak-tefek lükslerden vazgeçmeyi, hiç yaşamamaya yeğler; bir domuz ahırını başı üzerinde bir çatı olmamasına yeğ tutar; çıplak dolaşmak yerine çul-çaput giymeye razı olur; açlıktan ölmektense patatesle yetinmeyi kabullenir. İşi olmayan birçok kişinin başına geldiği gibi, dünyanın gözleri önünde sokağa atılıp yok olmaktansa iyi günlerin geleceği umuduyla yarım ücrete razı olur. Bu çerçevede, hiçten biraz daha fazla bir şey olan bu ufacık ücret asgari ücrettir. Ve elde, burjuvazinin çalıştırsa iyi olacağını düşündüğünden fazla işçi varsa — eğer rekabet mücadelesi sonucu geriye hâlâ yapacak işi olmayan işçi kalmışsa, onlar yalnızca açlıktan ölmelidir; çünkü burjuva onlara, emeklerinin ürününü kâr ederek satamayacaksa kesinlikle iş vermeyecektir” (Engels: “Die Lage der arbeitenden Klasse in England”. METE, C. 2, s. 308).
“Rekabet,
modern sivil toplumda egemen olan herkesin herkesle savaşının en
tam ifadesidir. Bu savaş, yaşam savaşı, var olma savaşı, her
şey için savaş, gereksinim durumunda ölüm-kalım savaşı,
yalnızca toplumun farklı sınıfları arasında verilmekle kalmaz,
bu sınıfların tek tek üyeleri arasında da verilir. Herkes bir
başkasının önünde engeldir ve herkes kendi önündeki engeli bir
kenara itmenin ve onun yerine geçmenin yolunu aramaktadır. Nasıl
burjuvazinin üyeleri kendi aralarında rekabet halindeyseler,
işçiler de kendi aralarında sürekli rekabet halindedirler.
Mekanik dokuma tezgâhındaki dokumacı, el-tezgâhı dokumacısıyla,
işsiz ya da düşük ücretli el-tezgâhı dokumacısı işi olanla
ya da daha iyi ücret alanla rekabet halindedir; her biri ötekinin
ayağını kaydırıp yerine geçmeye çalışır. Ne var ki,
işçilerin kendi aralarındaki bu rekabet, işçi üzerindeki
etkisiyle, bugünkü durumun en kötü yanıdır; burjuvazinin elinde
proletaryaya karşı en keskin silahtır. İşçilerin bu rekabeti
birlikler yoluyla ortadan kaldırma çabaları, burjuvazinin bu
birliklere karşı duyduğu nefret ve bu birliklerin başına çöken
her yenilginin burjuvazinin utkusu olması bu nedenledir” (Engels:
“Die Lage der arbeitenden Klasse in England”. METE, C. 2, s.
306-307).
-Üretim
yeri; iş yeri kaydırması veya nakli, kapitalist rekabetin doğrudan
bir sonucudur: Üretimin gelişmiş ülkelerden, ücretlerin nispeten
düşük olduğu ülkelere veya bölgelere kaydırılması azami kâr
yasasının bir yansıyış biçimidir. Emperyalist ülkeler ve
sanayisi gelişmiş başka ülkeler, sınırları belli pazarlarda
rekabetin baskısı altındadırlar. Üretim maliyetinin düşürülmesi
ve dolayısıyla artı değerin artırılması için diğer şeylerin
yanı sıra ortalama ücretlerin seviyesi kapitalist açısından
oldukça önemlidir. Ortalama ücretin Hindistan'da, Çin'de
centle/kuruşla ifade edilmesi, ABD'de, AB'nin önde gelen
ülkelerinde 20 Avro civarında olması veya Polonya, Brezilya,
Meksika, Romanya gibi ülkelerde 1 ila 4 Avro arasında değişmesi,
sermaye açısından kâr
oranının eğilimli düşüşünü engellemek, azami kâr
ede etmek için mutlaka dikkate alınan bir durumdur.
Makineli
üretim aşamasından bu yana kapitalizmde üretim tekniklerinin el
verdiği oranda üretim yerini değiştirmek sürekli yaşanmıştır:
Burjuvazi üretimin daha ucuza mal edileceği her olanağı
kullanmıştır. Bir zamanlar “montaj sanayi” diye espri konusu
olan, üretim yeri değişiminden başka bir şey değildir.
Uluslararası tekeller açısından üretim yeri değişimi üretken
olmayan maliyetin yüzde 40 ila yüzde 60 arasında düşürülmesi
anlamına gelmektedir. Nakliyat maliyetinin de olağanüstü düşmesi,
üretim yeri kaydırmasını daha da önemli kılmıştır. Örneğin
nakliyat maliyeti, 1985-1993 arasında gemi nakliyatında yüzde 45
civarında, hava nakliyatında da yüzde 35 civarında gerilemiştir.
Sonuç itibariyle:
„Kapitalist
üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin
üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar
kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir“ (K.
Marks, Kapital III, METE, C.25,s. 260).
İ.
Okçuoğlu; “Kar Oranı ve Sermayenin Uluslararası Diyalektiği”,
Akademi Yayın, Kasım 2010, s. 67-76.
22)
K.
Marks, Kapital, C.
III, s. 242.
23)
Bkz.: K. Marks; Kapital, C. III, s. 242-250.
24)
K. Marks; Kapital, C. III, s. 242.
25)
--”EMEĞİN”
GELECEĞİ VE KAPİTALİZMİN SONU! - NELTE VE KURZ FANTEZİLERİ
VEYA DA NELTE VE KURZ “HARİKALAR DİYARINDA”!
(http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2009/05/emegin-gelecegi-ve-kapitalizmin-sonu.html)
--EKONOMİK
KRİZİN İDEOLOJİK SİSİNDE YOLUNU ŞAŞIRANLAR (I)
(EKONOMİK KRİZ, DEĞİŞEN
GÜÇ DENGESİ VE KENDİLİĞİNDEN ÇÖKÜŞ)
(http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2011/11/ekonomik-krizin-ideolojik-sisinde.html)
--EKONOMİK
KRİZİN İDEOLOJİK SİSİNDE YOLUNU ŞAŞIRANLAR (II)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2011/12/ekonomik-krizin-ideolojik-sisinde_1046.html
26)
Norbert Nelte; “Kapitalizmin Can Çekişmesi. Can Çekişmenin Bir
Protokolü”,17.03.2008.
27)
Norbert Nelte; “Sadece Normal Bir Fazla Üretim Krizi mi yoksa
Pazarın Sonu mu?”, 29.10.2008.
28)
Norbert Nelte; “Son Durak Özlem!”, 26.11.2008.
29)
Norbert Nelte; “Kapitalizmin Nöbet Titremesi, Sonu Neden Aniden
Gelecektir?”, 02.02.2009.
30)
Norbert Nelte; “İktisadi Çöküş: 'Geriye Dönüşümü Olmayan
Nokta' Şimdi Aşıldı. Norbet Nelte-Fazla Üretim Yasası”,
04.03.2009.
31)
Nelte gibi, şimdi “rahmetli” olan Wallerstein da hesaplamış ve
kapitalizme en fazlasıyla 30 senelik bir ömür biçmişti 1999’da.
Wallerstein, “Soğuk Savaş” döneminde Sovyet Bloğunun sonunun
geleceğini bir kahin gibi bilmiş -Yahu revizyonist sistemin
çökeceğini yerine klasik kapitalizmin geleceğini devrimciler
sürekli savundular, ama hiç kimse onlara kahin demedi. Demek ki
kâhin olmak için Wallerstein olmak gerekiyormuş!- ve şimdi de
kapitalizmin önümüzdeki 30 sene içinde sonunun geleceğini
öngörüyormuş. Doğru Wallerstein, uzun bir zamandan beri bir
Kondratieff-çevriminin ikinci aşaması sonunda bulunduğumuzu
söylüyor (Bugünlerde sık sık bahis konusu olan ve troçkistlerin
bayağı önemsedikleri dalga teorisini veya Kondratieff-çevrimini
başka bir yazının konusu yapmak herhalde kaçınılmaz olacak).
Wallerstein'a göre kapitalizmin çöküşü gerçek olacak, çünkü
negatif konjonktür çevrimleri sistem kriziyle çakışıyorlar ve
böylece kapitalizm dengesi sarsılarak rayından çıkıyor. Sonuçta
“siyasi kaos aşaması” ile karşı karşıya kalacağız.
Wallerstein,
“dünyanın hâkim güçleri için durumun giderek “kaotik ve
kontrol edilemez olduğu” anlayışında. Hangi sistemin
kapitalizmin yerini alacağını belirlemek için “sadece sistemin
savunucuları ve karşıtları arasında değil, bütün aktörler
arasında” bir mücadelenin patlak vereceğini bekliyor. Kriz
kavramını tam da böyle bir durum için kullanıyor ve “Evet,
kriz içindeyiz, kapitalizm sonuna doğru meyillenmektedir” diyor.
(Le Monde Diplomatique, 2008/10/11).
Wallerstein'a
göre şimdiki “korkunç adaletsiz” kapitalizmin yerini daha
büyük boyutlarda parçalayan, hiyerarşik yapıya sahip olan bir
sistem alabileceği gibi, demokratik ve eşitçi bir sistem de
alabilir. Nihayetinde belirleyici olan sayısız kişisel çabaların
sonucu olacaktır...
Tarihsel
deney şunu gösterdi: Kapitalizmin sonu veya kendiliğinden çökeceği
üzerine öngörüde bulunan birçok “sol”; daha doğrusu kıyamet
günü tellalları şimdiye kadar yeterli derecede maskara durumuna
düşmüşlerdir. Wallerstein, Nelte veya başkaları, ne ilk maskara
duruma düşenlerdir ve ne de sonuncusu olacaklardır.
Bu
unsurlar veya somutta da Wallerstein veya Nelte, tezleri için hangi
savları, kanıtları öne sürüyorlar? Wallerstein, “dünyanın
hâkim güçleri için durumun giderek “kaotik ve kontrol edilemez
olduğunu” açıklıyor. Nelte, sermayenin genişletilmiş yeniden
üretiminin artık imkânsız olduğundan bahsediyor ve “daha ne
kadar devam eder” sorusunu soruyor; artı değer üretiminin tarihe
karıştığını söylüyor. Ve hepsi, bütün aktörlerin
katılacağı bir mücadelenin yakın gelecekte patlak vereceğini
ilan ediyor. Burada söz konusu olan işçi sınıfı ve partisinin
mücadelesi değil, bireylerin mücadelesi. Savunulan bu.
Doğrudur,
ekonomik kriz, siyasi krize de yol açar. Ama bu, kapitalizmin
sonunun geldiğine neden bir işaret olsun? Anlaşılan o ki, bu
baylar kapitalizm dendiğinde güçler arasında dengenin, belli bir
ahenkliliğin söz konusu olduğunu düşünüyorlar; ne de olsa II.
Dünya Savaşından sonraki kapitalizmde bir düzenlilik vardı.
Kapitalizmden bunu anlıyorlar, onun Keynesçi yapılanmasını
anlıyorlar. Ve sanıyorlar ki, şimdi yaşanılan durum veya
neoliberalizm koşullarındaki kapitalizm, kapitalizmi soru götürür
yapıyor veya da sorguluyor. Oysa kapitalizmi soru götürür yapacak
yegane güç işçi sınıfıdır ve onun mücadelesidir; yani
sosyalizm için mücadeledir. Ama bu unsurların da böyle bir sorunu
yok.