KOVİD-19
GÜNLERİNDE KOMÜNİZM HASRETİ!
SLAVOJ
ZİZEK ÖNÜMÜZDEKİ KIŞ
KOMÜNİZMİ GETİREBİLİR
Kovid-19
salgını üzerine her kafadan bir ses çıkarken, Slavoj Zizek’in
susması yakışık almazdı. Ne de olsa burjuvazinin parlatılmış
önde gelen bir anti-komünizm “uzmanı” olarak bu salgın
konusunda da bir şeyler söylemsi gerekirdi. Öyle de yaptı ve
“Koronavirüse karşı panik işe yaramaz yeniden icat edilmiş
bir komünizme ihtiyacımız var” dedi. Bu başlığı taşıyan
yazısında Zizek, gelecek hakkında şunları söyledi:
“Koronavirüs
paniği yayılırken nihai kararı vermek zorundayız; ya en güçlünün
hayatta kalması ilkesinin gaddar mantığıyla hareket edeceğiz, ya
da küresel koordinasyon ve işbirliğiyle birlikte yeni bir çeşit
komünizmi kabul edeceğiz...”
“Küresel
koordinasyon ve işbirliği gerekiyor...Koronavirüs
salgını yalnızca serbest piyasa küreselleşmesinin sınırını
göstermiyor, aynı zamanda tam devlet egemenliğinde ısrar eden
milliyetçi popülizmin daha ölümcül sınırına da işaret
ediyor: "Önce Amerika!" (ya da her kimse ) dendiği anda
kendi sınırına çarpıyor, çünkü Amerika sadece küresel
koordinasyon ve işbirliğiyle kurtarılabilir.
Burada
ütopyacılık yapmıyorum, insanlar arasında idealize edilmiş bir
dayanışma savunmuyorum.”
Zizek,
mevcut koşullarda, sermayeler ve devletler arasındaki rekabetin
keskinleştiği, dünyanın şu veya bu bölgesinde vekalet savaşları
sürdürdükleri koşullarda bu devletlerden “küresel
koordinasyon ve işbirliği” talep
ediyor. Dünyanın şu haline
bakınca, ya bu devletler Zizek’i dinlemiyorlar veya da Zizek
dünyayı anlayacak durumda değil demek gerekiyor.
Zizek,
bu koordinasyonun nasıl olması gerektiği konusunda da önerilerde
bulunuyor. Aslında “komünizm”den ne anladığını açıklamaya
çalışıyor:
“Komünizm
diyerek ne kastediyorum?” diye
sorduğu kendi sorusuna verdiği cevap da şöyle:
“Peki
o zaman eğer aklımdaki komünizm (Çin’de
“komünizm”i kastediyor, İ. Okçuoğlu) bu değilse,
komünizm diye kastettiğim şey ne? Bunu anlamak için DSÖ'nün
(Dünya Sağlık Örgütü) kamuoyu duyurularını okumak yeterlidir,
işte yakın tarihlilerden biri:
“Bu
salgın bastırılabilir ama bu (ancak) hükümetin tüm
mekanizmalarını içeren kolektif, koordine ve kapsamlı bir
yaklaşımla başarılabilir.”
Böyle
kapsamlı bir yaklaşımın tekil hükümet mekanizmalarının
ötesine geçmesi gerektiği de eklenebilir: Devlet kontrolü
dışında, insanların yerel seferberliğinin yanı sıra güçlü
ve verimli uluslararası koordinasyon ve işbirliği içermelidir...
diğer devletlerle yapılacak işbirliğine güvenmelidir. Askeri bir
seferde olduğu gibi bilgi paylaşımı yapılmalı ve planlar tam
olarak koordine edilmelidir; Bu, bugün ihtiyaç duyulan ve
"komünizm" diye kastettiğim şey, ya da Will Hutton'un
dediği gibi:
Şu
anda, kontrolsüz ve serbest piyasa küreselleşmesine dayanan bu
form, krizlere ve pandemilere yatkınlığıyla birlikte, kesinlikle
ölüm döşeğinde. Fakat karşılıklı bağımlılığı ve kanıta
dayalı kolektif eylemin önceliğini tanıyan başka bir form
doğuyor.” (1)
Bu
konuda Zizek gerçekten yalnız değil; şu dünyada kendine Marksist
veya da Marksist-Leninist diyen saymakla bitmez avanak küçük
burjuva var. Bunlar dünya devletlerine, burjuva hükümetlere bu
salgından kurtulmak, salgınun üstesinden gelmek için işbirliği
yapmalısınız, koordineli hareket etmelisiniz; salgın
enternasyonal, çözümü de enternasyonaldir diyorlar. Aynısını
Dünya Sağlık Örgütü de diyor ve tabii, Zizek de. Bu durumda
koordinasyon, işbirliği = komünizm oluyor.
S.
Zizek hazretleri
komünizmi böyle anladığını şu sözleriyle açıklıyor:
Komünizm “sadece bir perspektif değil, uluslararası işbirliği, devletin piyasaya şimdikinden fazla doğrudan müdahalesi, binlerce kişinin mobilizasyonu gibi bir seri öneri ve önlemleri içeren bir perspektif. Bunu kimin yapacağının bir önemi yok, bu önlemlerin kendisinin bir politik anlamı var.
Elbette devletler küresel dayanışmayı desteklemek zorunda, ama ihtiyacımız olan şey işbirliğinden fazlası, bu eylemlerin direkt olarak koordine edilmesi gerekiyor. Bunun hangi şekilde yapılabileceğini bilmiyorum. Hatta yapılabilecek mi ondan bile emin değilim, fakat uygarlığın hayatta kalabilmesi için bunun bir yolu olmalı.”
Komünizm “sadece bir perspektif değil, uluslararası işbirliği, devletin piyasaya şimdikinden fazla doğrudan müdahalesi, binlerce kişinin mobilizasyonu gibi bir seri öneri ve önlemleri içeren bir perspektif. Bunu kimin yapacağının bir önemi yok, bu önlemlerin kendisinin bir politik anlamı var.
Elbette devletler küresel dayanışmayı desteklemek zorunda, ama ihtiyacımız olan şey işbirliğinden fazlası, bu eylemlerin direkt olarak koordine edilmesi gerekiyor. Bunun hangi şekilde yapılabileceğini bilmiyorum. Hatta yapılabilecek mi ondan bile emin değilim, fakat uygarlığın hayatta kalabilmesi için bunun bir yolu olmalı.”
“Bakın
ben komünizmin
şimdi zafer kazanacağını düşünecek kadar naif değilim, fakat
komünist
tedbirlere kalıcı olarak ihtiyaç olduğunun bilincine varacağız.
Şu anda küresel bir sağlık sistemine acilen ihtiyaç duyduğumuzu
kim inkar
edebilir?”
“Devlet
en azından maskeler, test kitleri ve respiratörler gibi acilen
gerekli şeylerin üretimini düzenleyerek, otellere ve diğer
konaklama yerlerine el koyarak, çalışmayan herkesin hayatta
kalmasının asgari koşullarını garanti etmeli ve piyasa
mekanizmalarını göz ardı ederek çok daha aktif bir rol
üstlenmelidir. Kaynakların üretimi ve paylaşımında bir tür
etkili uluslararası işbirliğinin düzenlenmesi gerekir. Benim
‘komünizm’ dediğim şey budur ve ‘yeni barbarlık’ dışında
buna karşı hiçbir alternatif görmüyorum.” (2)
Ne
demek istiyor bu “filozof”?
1-Zizek,
neoliberal kapitalizmin ipliğinin pazara çıktığını, yenilgiye
uğradığını; daha doğrusu sömürü ve talan mekanizmasının
tıkandığını söylüyor.
2-Zizek,
neoliberal pratiklerin öncesine, keynesçi veya neo-keynesçi
kapitalizm koşullarına geri dönülmesi gerektiğinden dem vuruyor.
Daha müdahaleci, daha merkeziyetçi, uluslararası ilişkilerde daha
işbirlikçi, koordineli hareket eden; aynı zamanda işçi sınıfı
ve emekçi yığınların birtakım taleplerini yerine getirmeye
çalışan bir kapitalizm istiyor.
3-
Zizek, emperyalist küreselleşme koşullarında dünya devletlerinin
ortak hareket etmeleri gerektiğini savunuyor. Ve bu ortak hareket
etmenin; uluslararası koordinasyonun, işbirliğinin adını
“komünizm”, bu bağlamda alınacak tedbirlerin adını da
“komünist önlem” olarak tanımlıyor.
4-Komünizm
dediği bu tedbirlerin dışında bir alternatif görmüyor. Açıkçası
tek alternatif keynesçi kapitalizm diyor.
Zizek,
ısrarla, adeta sermayeye, iktidarlara, tekellere yalvarırcasına şu
salgının bir an önce sonlanması için elinizden geleni yapın
demeye çalışırken, onun bu duygusallığından dolayı
sevenlerinin gözleri yaşarmış olabilir. Bu muhterem zat, aslında,
ölen ve ölecek olan on binlerce “alt sınıf”a ait insanlara
dikkat çekerek bu duruma son verilmesini talep etmiyor. Öyle
gözüküyor, ama aslında tekelci sermayeye söylediği şudur:
Önlemezseniz, yarın bu “baldırı çıplak”ların yüz
milyonlarla ifade edilen ordularıyla küresel çapta karşı
karşıya kalırsınız demek istiyor.
Zizek’in
komünizmi keynesçi kapitalizmdir. Anlaşılan önümüzdeki dönemde
dünyanın dört bir yanında muhtemel protestolar, ayaklanmalar,
Zizek’i korkutmuş ve bu çıkışıyla burjuvaziye tedbir al,
yoksa... diyor. Tedbiri de geriye, neoliberalizm öncesine dönüş
olarak görüyor. Aslında imkansızı talep etmiyor; bu türden
dönüşler kapitalizmde olağandır, sisteme aykırı değildir.
Zizek
kapitalizmi seviyor; burjuva düzeni yaşanabilir düzen olarak
görüyor; onu korumaya çalışıyor ve eksikliklerinin
giderilmesini talep ediyor.
Zizek
açısından genel anlamda kapitalizmin alternatifi yok, ama
neoliberal kapitalizmin alternatifi var; o da keynesçi kapitalizm.
Zizek,
bu türden açıklamalarıyla kapitalizmi, burjuvaziye akıl vererek
savunanlar arasında sadece birisidir. Burjuvazi, şu Kovid-19
günlerinde olduğu gibi zorda kaldığı durumlarda yetiştirdiği,
beslediği, parlattığı birtakım unsurlarını sahaya sürer.
Bunların görevi, o süreçte burjuvaziyi zorlayan neyse ona karşı
mücadele etmektir. Tarihte bunun çok örnekleri vardır.
Burjuvazi,
aynı zamanda işçi sınıfına karşı mücadelesinde de kullanmak
için uzmanlar yetiştirir veya farklı cephelerde yetişmiş
olanları parlatarak öne sürer. İşçi sınıfı ve burjuvazi
arasındaki sınıf mücadelede öne çıkan figürler vardır. Her
birinin görevleri farklıdır, ama aynı yere vururlar:
-Bunlar
bazı durumlarda kavramların içini boşaltırlar.
-Bazı
durumlarda Marksizmin keskin savunuculuğunu yaparlar.
-Bazı
durumlarda işçi sınıfı yerine devrim yapacak başka özne
ararlar ve bulurlar.
-Bazı
durumlarda elinde hem havuç hem de sopa taşırlar vs.
-Ama
her halükarda işçi sınıfını ideolojisizleştirmeyi amaçlarlar.
Önemli
olan, burjuva düzeni
o günün koşulları neye uygunsa ona göre savunmaktır.
Burjuvazi,
sınıf düşmanı olarak gördüğü işçi sınıfının her
yükselişine karşı tedbir almıştır. 19. Yüzyılın son
çeyreğinde işçi sınıfının ideolojisi olarak gelişen
Marksizme karşı felsefi ve ideolojik mücadele arenasına
Friedrich Wilhelm Nietzsche’yi sürmüştür. Daha doğrusu
bula bula bu “filozofu” bulmuştur.
Tabii
Nitzsche’de keramet bulan, onda iyilik ve aydınlatmacılık gören
avanak küçük burjuvazinin sayısı hiç de az değildir.
‘60’lı,
‘70’li yıllarda gelişen gençlik hareketinin işçi sınıfına
doğru evrilmesi karşısında burjuvazi Althusser’i bulmuştur.
(Bu öyle bir Marksizm “yenileyicisi”, Marksizm “yapısalcı”dır
ki, taraftarları, örneğin Fatih Tan, 12 Nisan 2020 tarihi Gazete
Duvar’da korona konusunda ne düşünmüş olabileceğini öğrenmek
için “üstad” ile yaptığı hayali söyleşiyi yayınlıyor!)
Nietzsche ve Heidegger’in, aynı zamanda Althusser “üstad”ın
da öğrencisi olan post-modernizm savunucusu Michel Foucault
gibilerinin rolü de küçümsenmemelidir.
Burjuvazi,
özellikle de SSCB’nin dağılmasından sonra Marksizm-Leninizme
saldırısını her alanda yetiştirdiği uzmanlarıyla örgütlü
sürdürmeye özen göstermiştir. Bir “Çokluk”, coğrafyamızdaki
adıyla “ezilenler” hikayesinin yıllarca enerji tükettiği
bilinmiyor değil. Sonra ortaya bir sosyal forumlar hareketi
çıkmıştır. Emperyalist burjuvazinin, kurumlarının, ülkelerin,
tekellerin (3)
desteğinde önce
her sene, sonra iki senede bir düzenlenen ve nihayetinde mezara
gömülen o Dünya ve Avrupa Sosyal Forumlarının neye hizmet ettiği
sloganlarından belliydi(4):
Her bir bileşeninin kendine göre yorumladığı bir “Başka bir
dünya mümkündür” baş sloganı her şeye hakimdi. Anarşistinden
troçkistine, feministinden ludistine ne kadar çağdaş ve çağdaş
olmayan hareket, ideoloji, akım varsa bu koroda birleşmişti. Bu
forumlar dünyası hayal yayarken, sermaye ve üretimin
uluslararasılaşması da devam etti. Emperyalist küreselleşmeye
karşı mücadele bu forumlarla törpülendi, burjuvazinin kabul
edeceği, tahammül edeceği çerçeveye sığdırıldı.
Şimdi
bir virüs salgını dünya burjuvazisinin yeniden harekete geçirdi.
Tehlikenin büyüklüğünü gören burjuvazi, muhtemel çatışmalı
sınıf mücadelesinin kokusunu almış gibi, Zizek ve onun
gibilerini sahaya sürdü. Zizek, bu “post-Marksist” unsur,
salgın ve komünizmi ilişkilendirerek mesajlar vermeye başladı.
S.
Zizek, bazı bakımlardan F. Nitzsche’yi hortlatıyor.
“Post-Marksist” Zizek ile faşizmin babası F. Nietzsche arasında
ne gibi bir benzerlik olabilir diye sorabilirsiniz. Gerçekten de
var. Her ikisi arasında yakın bir ideolojik bağın olduğu açık;
birisi havuç, diğer sopa: Biri sağdan, diğer “sol”dan aynı
noktaya vuruyor. Birisi üstün-üstün olmayan insandan, baldırı
çıplaktan bahsediyor, diğeri ise Batı değerlerini göklere
çıkartırken göçmenlere nefretle bakıyor.
Nietzsche
ne diyordu?
Nietzsche,
üstün insan, üstün olmayan (bayağı, adi, ilkel) insan vardır
anlayışına varışını, kendi hesabına büyük bir keşif olarak
görür. Nietzsche, üstün insandan yaşamın sağlıklı olmasını,
yükseliyor (gelişiyor) olmasını ve iktidar için iradenin canlı
olmasını anlamaktadır. Ancak bu özellikleri olan, üstün insan
olabilir.
Onlar,
köhnemiş liberal-demokratik medeniyetin yerini alacaklar.
“Yeryüzünün beyleri”, o “iyi Avrupalılar”,
XIX. Yüzyıl “dekadans’ının nihilist sürecinin kökünü
kazıyacaklar ve yeni bir hiyerarşik düzen kuracaklar”.
“Kendimizi
fetihçiler arasında görüyoruz. Yeni düzenlerin, yeni bir
köleciliğin de gerekliliği üzerine düşünüyoruz. Çünkü
insan tipinin her güçlendirilmesi ve yükseltilmesine yeni türden
bir kölecilik de dahildir” diyen Nietzsche’den
başkası değildir. “İktidar İçin İrade”de bu insan
tipinin henüz doğmadığından bahseder: “Henüz mevcut
olmayan insan türü için, ‘yeryüzü beyleri’ için yazıyorum”
der.
Yeryüzü
beyleri öğretisinin siyasal-toplumsal anlamı oldukça açıktır:
Büyük kültür halkları, “iyi Avrupalılar” “kardeş”tir...
“İyi
yetişmemiş”lerin, “soysuz”, “adi” halkların
ve ırkların” yok edilmesini, kökünün kazınmasını talep
ederken ve göklere çıkartırken Nietzsche, Asya’da ve Afrika’da
Alman sömürgeciliğinin ve sonra da Alman faşizminin korkunç
cinayetlerine ideolojik ön çalışma yapmış oluyordu.
Nietzsche’nin
felsefi anlayışı başından itibaren demokrasi ve sosyalizm
mücadelesine karşı geliştirilmiş bir felsefi anlayıştır.
Gelişmesinin bütün aşamalarında Nietzsche, baş düşman olarak
gördüğü sosyalizme karşı mücadeleyi esas almıştır.
“Antichrist”inde şöyle der: “Bugünkü ayaktakımı
arasında en iyi hangisine kin duyuyorum? İşçinin içgüdüsünü,
zevkini, kanaatkarlık hissini yıkan, onu kıskandıran
(imrendiren, çn), ona öç almayı öğreten…
Sosyalistler-ayaktakımına kin duyuyorum... Adaletsizlik, asla eşit
olmayan haklarda bulunmamaktadır. (Aksine), ‘eşit”
haklar talebinde bulunmaktadır”. Nietzsche’nin felsefesi,
idealize ettiği toplumun baş düşmanı olarak gördüğü işçi
sınıfına, onun düzeni olan sosyalizme karşı mücadele
araçlarının geliştirilmesiyle doludur. Bu nedenle, “dünyanın
beyleri” iktidarlarını ebedi sürdürsünler diye sömürüyü,
vahşi şiddet kullanmayı, burjuvazinin moral anlayışını meşru
görmüştür. Onun çoğu ahlak (moral) tespitleri
Hitler-Almanya’sında uygulanmıştır.
Nietzsche’de
ilericilik, antifaşistlik görenleri bir kenara bırakalım. Onun
felsefesinde yukarıda belirttiğimiz özellikleri görmeyenler bugün
emperyalist burjuvazinin Nietzsche’den beslenen felsefesini
savunanlardır. Bu küçük burjuva avanak takımı, kendini Marksist
olarak tanımlamaktan da geri kalmaz.
Peki,
Zizek ne diyor?
2016’da
Almanya’nın Köln kentinde bir yılbaşı kutlamasında
gerçekleşen hırsızlık ve taciz olayları üzerine yazdığı
makalede S. Zizek, Batı değerlerini, yani medeniyetini yabancılara
karşı nasıl savunduğunu sergiliyordu:
Görüşlerini
kabul ettiği Fransız filozof ve post-marksist Alain Badiou’nun
şu ayrımına katılıyor: “Günümüz
küresel kapitalizminde üç özne türü” vardır:
a)“Batılı
“uygar” orta sınıf liberal-demokratik özne; b)
Batının dışında yer alan, ancak Batılı orta sınıfların
“medeni” yaşam tarzını taklit etmeye çalışan “batı
arzusunun esiri olmuş özne; c)
Batıya duydukları kıskançlıkları, kendi kendini yiyip bitiren
ölümcül nefrete dönüşen faşist nihilistler.”
“Batı,
burjuva
ideolojisinin iki çelişkili özelliği vardır: Kibir
ve değerlerinin üstünlüğüne olan inancı gösterir (barbar
yabancıların tehdidi altında olan insan hakları ve özgürlükler).
Aynı zamanda, milyarlarca insanın
dışarıdan gelerek kendi
sınırlı alanını istila etme korkusuna kendini kaptırmıştır.
Batı ideolojisine göre bu milyarlarca insanın, üretmedikleri ve
tüketmedikleri için küresel kapitalizmde hiçbir değeri yoktur”
Burada
söz konusu olan, mültecilerdir. Zizek, aynen Nietzsche gibi üstün
insan, baldırı çıplak ayrımı yapıyor:
“Vahşilik,
güçsüzlere, hayvanlara, kadınlara vb. karşı zulüm, “alt
sınıfların” geleneksel bir özelliğidir; iktidardakilere
direnme stratejilerinden biri,
her zaman orta sınıf ahlak duygusunu bozmayı amaçlayan korkunç
bir vahşet gösterisidir.” (5)
Geçen
yüzyılın ‘90’lı yıllarından bu yana Nietzsche’nin
yazıları popüler yapılmaya başlandı. Burjuva felsefe
kaybedilmiş evladını yeniden bulma sevinci içinde insanlığa
geleceğinizi Nieztsche’de arayın demeye başladı. Nietzsche’ye
geri dönüş, toplumsal sorunların çözümünde çıkış yolu
olarak sunuldu. Öyle ki, onu okuyan herkes, onun görüşlerinden
bağımsız olarak kendi içinde bir Nietzsche, kendi Nietzsche’sini
keşfetmeye başladı. Proletaryanın davasından, işçi sınıfının
mücadelesinden, sosyalizmden, örgütlü mücadeleden umudunu
kesenler, toplumsal yaşamın her alanında neoliberal saldırılara
yenik düşenler ve kurtuluşu mevcut düzene karışmakta arayanlar
kendi Nietzsche’sini, Zizek’ini, Althussr’ini, Negri’sini vb.
keşfetmekte gecikmedi. “Küreselleşme”nin demokrasi, özgürlük,
refah vs. olarak emperyalist burjuvazi tarafından göklere
çıkartıldığı ve buna ideologlarının yoğunlaştırılmış
antikomünist propagandasının eşlik ettiği ‘90’lı yıllardan
günümüze şurada burada Nietzsche’yle karşılaşmak olağan
oldu. Şimdilerde de, dizginsiz neoliberal pratiklerin karşısında
dizginlenmiş kapitalizmi savunan Zizek ve benzerleriyle
karşılaşıyoruz.
XIX.
Yüzyılın son çeyreğinde; emperyalist çağın arifesinde yüksele
Marksizm’e karşı ilerici hiçbir özelliği kalmamış
burjuvazinin mücadele alanına sürdüğü Friedrich Nietzsche’yi
günümüzde ilerici, antifaşist olarak görenler de var. Öyle ki,
“Nazizim devrinde yaşamış olsaydı, her halde en etkin
karşıtlarından biri olurdu” anlayışı bile
savunulmaktadır. Emperyalist burjuvazi istiyor ki, tıpkı I. Dünya
Savaşı döneminde bir cebinde İncil, diğer cebinde de Nietzsche
(“Böyle buyurdu Zerdüşt”) taşıyan Alman askerleri
gibi, 21. yüzyılın başında insanlık Nietzsche’nin
görüşleriyle zehirlensin ve emperyalist saldırganlığı, savaşı
ve talanı, Batı’nın üstünlüğünü meşru görsün.
Şimdi
aynı görevi Zizek gibileri üstlendi. Bu türden unsurlar, ne
yapacağını şaşırmış, alıklaşmış avanak küçük burjuva
için bir kurtarıcıdır. Avrupa ve Dünya Sosyal Forumlarında
ortalıkta dolaşan yüz binleri yönlendiren unsurlar yarın burjuva
düzeni kurtarmak için yeniden sahaya inecekler. Birazcık merhamet,
birazcık reform dillerinden düşmeyecek!
Velhasıl:
Dün
Nietzsche, bugün Zizek, Negri ve benzerleri; yani her türden-renkten
“Post-Marksizm” savunucuları, “Post-Modernizm” yanlıları
bize, sayıları milyarlara varan “dünyanın lanetlilerine”
sürekli “yeni”yi söylemek için burjuvazi tarafından sahaya
sürülmüşlerdir. Burjuvazi ve onun ideologları bize şunu
söylüyorlar: Yenilikçi olacaksınız; Post-Marksistlerin,
Post-modern yazarların; üniversitelerde, “düşünce üretme”
merkezlerde üretilen beş paralık değeri olmayan görüşlere
sarılacaksınız; Ernesto Laclau, Chantal Mouffe, Moishe Postone,
Slavoj Žižek gibi Post-Marksistleri; Jean-François Lyotard,
Ferdinand de Saussure, Henri Lefebvre, Jacques Derrida, Guy Debord,
Michel Foucault, Julia Kristeva, Jean Baudrillard, Gilles Deleuze,
Richard Rorty gibi Post-modern felsefenin önde gelen
temsilcilerini okuyacaksınız; ideolojik, teorik gıdanızı
onlardan alacaksınız ve böylece günümüzde Marksizm-Leninizme
karşı nasıl mücadele edileceğini öğreneceksiniz; örneğin
David Harvey'i hatmederek “ilhak ekonomisi”ni öğreneceksiniz ve
Marks'ın Kapital'inin, Lenin'in Emperyalizmi'nin eskidiği
anlayışına varacaksınız; örneğin I. Wallerstein ve
benzerlerini okuyarak kapitalizmin, emperyalizmin gelişme
evrelerinin Marksizm-Leninizm tarafından bize nasıl yanlış
anlatıldığını öğreneceksiniz; örneğin F. Nietzsche'yi -kötü
niyetliler ona faşizmin babası demişlerdir diye kendinizi avutarak
hatmedeceksiniz ve Marksist felsefenin ne denli işe yaramaz olduğunu
öğreneceksiniz, özgürleşeceksiniz; örneğin R. Luksemburg'u bir
kısım Troçkistlere göre yorumlayıp, onu kapitalizm kendiliğinden
çöküyor düşüncenize dayanak yapacaksınız (6); örneğin
sermaye ile işçi sınıfı arasındaki bağı kopartarak veya artı
değer üretme olanağı kalmadı diyerek hem kapitalizmi kendi
kendine çökerteceksiniz hem de işçi sınıfını yok
sayacaksınız.
Lenin'in
emperyalizm analizinden hareket ederek günümüzde emperyalizmi
analiz etmeye çalışırsanız, tarihin gerilerinde kalmış birisi
olursunuz! Yani iflah olmaz bir dinozor olursunuz. Bunu hiçbir zaman
aklınızdan çıkartmayın! Lenin'in dönemi kapanmıştır;
Wallerstein'lar, Negri'ler, Zizek’ler ve ipe sapa gelmez daha nice
“post” düşünürler “çağı” açılmıştır, Lenin de kim
oluyor diye düşüneceksiniz. Lenin, emperyalist çağın ötesine
geçmiyor, ama “post” düşünürler geçiyor diyeceksiniz!
Örneğin kapitalist üretim biçiminin Marksist analizi, sermaye
karşısında herkesi işçi yapmıyor, ama Negri yapıyor; o halde
Negri varken Marksist teori de ne oluyor, artık çağımızın
gerisinde kalmış diye düşüneceksiniz.
Marksizm-Leninizm,
Marksizmde yapısal kriz diye bir şey tanımıyor, ama Althusser
tanıyor, o halde adını koymadan Althusserleşeceksiniz;
Marksizm-Leninizmi çatallandırmak, dallandırıp budaklandırmak,
tarikatlarına, o kadar istiyorsanız mezheplerine ayrıştırmak,
onu tanınmayacak hale getirmek için Althusser “üstat”ı
hatmedeceksiniz (Aslında hatmetmenize de pek gerek yok, onun yerli
versiyonu var, ona bakmak yeterli).
“Çokluk”un
partisi, herkesin partisi olmanın önünde sınıf partisi temel bir
engeldir; o halde bu engeli aşacaksınız; bu nedenle sermaye ile
“emek” arasındaki bağı kopartacaksınız (bu arada Marksist
teoriyi bu noktada katlediyor olmanız o kadar da önemli değil,
nasıl olsan 150 sene öncesinden kalmadır diye düşüneceksiniz!),
sermaye karşısında herkesi baskı altında olan, sömürülen
durumuna getireceksiniz ve böylece herkesin sınıf partisinin
yolunu açmış olursunuz.
Sosyalizm
teorisini Marks'tan, Engels'ten, Lenin'den, Stalin'den, SSCB
tecrübesinden öğrenmeyeceksiniz; o defter kapanmıştır;
Troçki'den öğreneceksiniz; çok merak ediyorsanız Zizek’in
komünizmine sarılacaksınız.
Yenilikçi
olacaksınız, ama yenilikçi olmak da o kadar kolay değil; teoriye
karşı aşağılayıcı bir tutum alacaksınız, eklektizmi,
pragmatizmi düşüncenizin ve eyleminizin merkezine koyacaksınız;
örgütlenmenizin geleneklerine, disiplin anlayışına, yasalarına,
kurallarına saygı durmayacaksınız, uymayacaksınız; bilumum
“Post-Marksist” düşüncelerin peşinde gideceksiniz.
“Post-Marksizm”
tasfiyeciliktir; ideolojide, teoride, örgütlenmede tasfiyeciliktir.
Ama tasfiyecilik öyle kolay bir iş değildir; “her işin bir
raconu var”dırı bileceksiniz ve örgütleyeceksiniz; ideolojide
ve teoride renksizleşmeyi, renksizleştirmeyi, köşesizleşmeyi,
köşesizleştirmeyi; tek ideolojiden yanaymış gibi hareket ederek
çok ideolojili olmayı becereceksiniz (beceremiyorsanız,
öğreneceksiniz) ama bunu şimdiye kadar sizi siz yapan değerlere
sahip çıkıyor gözükerek yapacaksınız; değerleri aşındırarak
değersizleştireceksiniz...
Leninist
partiden, işçi sınıfının örgütlenmesinden bahsedeceksiniz,
ama katakulli ile herkesi işçileştirerek herkese partinin
kapılarını açacaksınız...
Burjuvazi
devrimcileri, devrimci, Marksist-Leninist örgütleri bu ve benzer
hallere çekmek için elinden geldiği kadar tasfiyeci düşünceleri
örgütleyecektir, yetiştirdiği, filozoflarını, marksologlarını,
başkaca uzmanlarını sahaya sürecektir. Zizek onlardan sadece
biridir.
Önümüzdeki
dönemde ortalık nice ekonomistlerden, “siyaset bilimciler”den,
radikal politikacılardan, Marksizmin şu veya bu yanını yeni
keşfedenlerden, işçi sınıfını yeniden analiz edenlerden,
devrim sorununu yeniden keşfedenlerden, keynesçi kapitalizmin
sunacağı nimetlerden, belki de yeniden “Marks haklıydı”
diyenlerden, Marksist felsefeye damardan girenlerden dolup
taşacaktır. 2008 krizi öncesinde bu türden unsurlar sahaya
inmeye başlamışlardı; kriz boyunca da yapmaları gerekeni
yaptılar. Krizin sonlanmasıyla bu unsurların büyük kısmı yer
altına çekildiler, şimdi yeniden ortaya çıkıyorlar.
Bu
ayrık otlarına karşı mücadele etmek zorundayız.
Burjuvazinin,
bu ve benzeri tasfiyeci, doğrudan ideolojiye yönelik, doğrudan
sınıfa yönelik, doğrudan örgütlemeye yönelik saldırılarını
önümüzdeki süreçte daha örgütlü, daha güçlü olarak
sürdüreceğinden emin olmalıyız. Burjuvazi, çok zor bir döneme
giriyor olduğunun farkında ve ona göre de tedbirlerini alacaktır.
Kriz dönemlerinde saflar netleşir; kimin nerede durduğu ve
durduğu yeri niçin ve nasıl savunduğu ortaya çıkar.
Devam
edecek
*
Kaynak
ve açıklamalar:
1)https://www.independentturkish.com/node/145632/d%C3%BCnyadan-sesler/koronavir%C3%BCs-bizi-se%C3%A7im-yapmaya-zorluyor-ya-k%C3%BCresel-kom%C3%BCnizm-ya-orman
1-
Droits et Démocratie; Kanada Dışişleri Bakanlığına bağlı bir
kuruluş;
2-
FordVakfı; Alman Yeşiller Partisiyle ilişki içinde. Bu parti,
Alman Başbakanı Schröder’in partisi (SPD) ile koalisyon yapmakta
ve parti başkanı Fischer de Dışişleri Bakanıdır;
3-ICCO;
bir kiliseler arası örgüt; Hollanda hükümeti ve AB tarafından
finanse edilmektedir;
4-
Le Monde Diplomatique;
5-Oxfam;
6-RITS;
7-Rede
de Informações para o Terceiro Setor;
8-Rio
Grande do Sul. Eyaleti;
9-Porto
AlegreValisi.
DSF’nun
destekleyen medya merkezleri:
Le Monde Diplomatique ve IPS tarafından desteklenen “bağımsız” Medya Merkezi Ciranda. Inter Press Servisi. IPS’i destekleyenler:
Le Monde Diplomatique ve IPS tarafından desteklenen “bağımsız” Medya Merkezi Ciranda. Inter Press Servisi. IPS’i destekleyenler:
-Kanada
Uluslararası Gelişme Ajansı (Canadian International Development
Agency CIDA)
-Carl-Duisberg
Cemiyeti (Almanya) (Carl-Duisberg-Gesellschaft - CDG)
-Charles
Stewart Mott Vakfı (ABD),Charles Stewart Mott Foundation
-Danimarka
Dışişleri Bakanlığı (Danish Ministry of Foreign Affairs)
-Avripa
Komisyonu (European Commission)
-Finlandiya
Dışişleri Bakanlığı (Finnish Ministry of Foreign Affairs)
-BM
Gıda ve Tarım Örgütü (Food and Agriculture Organization of the
United Nations FAO)
-Ford
Vakfı (ABD), (Ford Foundation)
-Friedrich-Ebert-Vakfı
(Almanya), (Friedrich-Ebert-Stiftung - FES)
-Almanya
İktisadi Kalkınma ve İşbirliği Bakanlığı (German Ministry for
Economic Development and Cooperation, BMZ)
-G-77
Grubu (Group of 77, G77)
-Uluslararası
Çalışma Örgütü (International Labour Organisation – ILO)
-İtalya
Dışişleri Bakanlığı (Italian Ministry of Foreign Affairs)
-John
D. & Catherine T. MacArthur Vakfı (ABD), (John D. &
Catherine T. MacArthur Foundation )
-Hollanda
Dışişleri Bakanlığı (Netherlands Ministry of Foreign Affairs)
-Hollanda
Uluslararası Kalkınma İşbirliği Örgütü (Netherlands
Organization for International Development Cooperation, Novib)
-Güney-Kuzey
Merkezi (Avrupa Konseyi), (North-South Centre (Council of Europe)
-Norveç
Gelişme Ajansı (Norwegian Agency for Development – NORAD)
-Norveç
Dışişleri Bakanlığı (Norwegian Ministry of Foreign Affairs)
-Helsinki
Üniversitesi Öğrenci Birliği (Student Union, Helsinki University)
-İsveç
Uluslararası Gelişme (Swedish International Development)
-İşbirliği
Ajansı (Cooperation Agency – SIDA)
-
BM, Çocuk Fonu (UNICEF (U.N. Children´s Fund)
-
BM, Kadınlar İçin Kalkınma Fonu (UNIFEM (U.N. Development Fund
for Women)
-BM,
Kalkınma Programları (U.N. Development Programme – UNDP)
-UNESCO
-BM,
Çevre Programları (U.N. Environment Programme – UNEP)
-BM,
Nüfus Fonu (U.N. Population Fund – UNFPA)
-W.
Alton Jones Vakfı (ABD), ( W. Alton Jones Foundation)
Bkz.:
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2010/07/neoliberalizm-ve-sosyal-hareketler-ii.html
4)
(AVRUPA
SOSYAL FORUMU – CENAZE I), 4 Temmuz 2010.
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2010/07/neoliberalizm-ve-sosyal-hareketler-i.html
(DÜNYA
SOSYAL FORUMU - CENAZE II),16 Temmuz 2010.
5)
S. Zizek:Debatte Ein Karneval der Underdogs 16.01.2016.
https://www.spiegel.de/spiegel/print/d-141495281.html
6)“Marksizmin
Savunulması, SSCB Savaşta” yazısında Troçki, diğer şeylerin
yanı sıra şunları söyler:
“Kapitalizmin
çöküşü, keza eski hakim sınıfın da çöküşü en son
sınırlarına varmıştır. Bu sistemin varlığını sürdürmesi
imkansızdır” (L. Troçki; “Verteidigung des Marxismus - Die
UdSSR im Krieg” - “Und was, wenn die sozialistische Revolution
nicht vollendet wird?” alt başlığı altında.
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html).
Bu
iki cümlede kapitalizmin sistem krizi anlatılmaktadır.
Aynı
yazısında Troçki “(II. Dünya Savaşının) toplumun
kapitalizm temelinde yaşayabilemeyeceğini itiraz edilemez bir
biçimde kanıtladığını“ yazar (L. Troçki; “Verteidigung
des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” - “Der gegenwärtige Krieg
und das Schicksal der modernen Gesellschaft” alt başlığı
altında.
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html).
Troçki
burada da kapitalizmin son sınırına dayandığını, var oluş
krizi içinde kıvrandığını anlatır.
“IV.
Enternasyonal”in programı “Kapitalizmin Can Çekişme
Mücadelesi ve IV. Enternasyonal'in Görevleri” başlığını
taşır. “Geçiş Programı” kavramı parantez içinde ve ikinci
sırada yer alır.
Sadece
bu da değil. İşçi sınıfının tarihsel rolünü
önemsizleştirilmesi konusunda hep Negri'ye saldırıyoruz, ama bu
anlayışın fikir babası Troçki'dir. İşçi sınıfının
tarihsel rolünü artık yerine getiremeyecek durumda olduğunu,
artık sayısal olarak da çoğalmadığını iddia etmeye
kalkışanlar bu cüreti Troçki'den almışlardır.
“Çürüyen kapitalizm koşullarında proletarya ne sayısal olarak
ne de kültürel olarak büyümektedir” diyen
de Troçki'den başkası değildir (L. Trotzki; “Verteidigung des
Marxismus - Die UdSSR im Krieg” - “Das Proletariat und seine
Führung” alt başlığı altında.
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html).
Kapitalizmin
çöküşü sorununu Marksizm-Leninizmin ele aldığı, analiz ettiği
ne Troçki’yi ne de günümüzdeki tetikçilerini zerre kadar
ilgilendirmez. Sorun Marksizm-Leninimin
reddiyse Troçki rahatlıkla savunulabilir. Kapitalizmin
çöküşü bağlamında III. Enternasyonal’in bir tespitini buraya
aktarmakla yetinelim:
“Emperyalizm
çağı, kapitalizmin ölüm çağıdır. Dünya ekonomisinin büyüyen
üretici güçleriyle devlete ilişkin sınırlamaların meydana
getirdiği derin çelişkinin doğrudan sonucu olarak, 1914-18 Dünya
Savaşı ile onun zincirlerinden boşalttığı genel bunalım,
sosyalizmin maddi ön koşullarının kapitalist toplumun bağrında
şimdiden olgunlaşmış bulunduğunu kanıtlamaktadır; ve yine
kanıtlamaktadır ki, kapitalist kabuk, insanlığın gelişiminin
devamı için dayanılmaz bir zincir haline gelmiştir ve tarih,
kapitalizmin boyunduruğunun devrimle ortadan kaldırılmasını
gündeme getirmiştir.” (III.
Enternasyonal Belgeleri, Komünist Enternasyonal Programı-1928,
s.126, Belge yay.)