deneme

13 Nisan 2020 Pazartesi

KOVİD-19 GÜNLERİNDE KOMÜNİZM HASRETİ!


KOVİD-19 GÜNLERİNDE KOMÜNİZM HASRETİ!

SLAVOJ ZİZEK ÖNÜMÜZDEKİ KIŞ KOMÜNİZMİ GETİREBİLİR

Kovid-19 salgını üzerine her kafadan bir ses çıkarken, Slavoj Zizek’in susması yakışık almazdı. Ne de olsa burjuvazinin parlatılmış önde gelen bir anti-komünizm “uzmanı” olarak bu salgın konusunda da bir şeyler söylemsi gerekirdi. Öyle de yaptı ve “Koronavirüse karşı panik işe yaramaz yeniden icat edilmiş bir komünizme ihtiyacımız var” dedi. Bu başlığı taşıyan yazısında Zizek, gelecek hakkında şunları söyledi: 

Koronavirüs paniği yayılırken nihai kararı vermek zorundayız; ya en güçlünün hayatta kalması ilkesinin gaddar mantığıyla hareket edeceğiz, ya da küresel koordinasyon ve işbirliğiyle birlikte yeni bir çeşit komünizmi kabul edeceğiz...”

Küresel koordinasyon ve işbirliği gerekiyor...Koronavirüs salgını yalnızca serbest piyasa küreselleşmesinin sınırını göstermiyor, aynı zamanda tam devlet egemenliğinde ısrar eden milliyetçi popülizmin daha ölümcül sınırına da işaret ediyor: "Önce Amerika!" (ya da her kimse ) dendiği anda kendi sınırına çarpıyor, çünkü Amerika sadece küresel koordinasyon ve işbirliğiyle kurtarılabilir.
Burada ütopyacılık yapmıyorum, insanlar arasında idealize edilmiş bir dayanışma savunmuyorum.”

Zizek, mevcut koşullarda, sermayeler ve devletler arasındaki rekabetin keskinleştiği, dünyanın şu veya bu bölgesinde vekalet savaşları sürdürdükleri koşullarda bu devletlerden “küresel koordinasyon ve işbirliği” talep ediyor. Dünyanın şu haline bakınca, ya bu devletler Zizek’i dinlemiyorlar veya da Zizek dünyayı anlayacak durumda değil demek gerekiyor.

Zizek, bu koordinasyonun nasıl olması gerektiği konusunda da önerilerde bulunuyor. Aslında “komünizm”den ne anladığını açıklamaya çalışıyor:

Komünizm diyerek ne kastediyorum?” diye sorduğu kendi sorusuna verdiği cevap da şöyle:
Peki o zaman eğer aklımdaki komünizm (Çin’de “komünizm”i kastediyor, İ. Okçuoğlu) bu değilse, komünizm diye kastettiğim şey ne? Bunu anlamak için DSÖ'nün (Dünya Sağlık Örgütü) kamuoyu duyurularını okumak yeterlidir, işte yakın tarihlilerden biri:

Bu salgın bastırılabilir ama bu (ancak) hükümetin tüm mekanizmalarını içeren kolektif, koordine ve kapsamlı bir yaklaşımla başarılabilir.”

Böyle kapsamlı bir yaklaşımın tekil hükümet mekanizmalarının ötesine geçmesi gerektiği de eklenebilir: Devlet kontrolü dışında, insanların yerel seferberliğinin yanı sıra güçlü ve verimli uluslararası koordinasyon ve işbirliği içermelidir... diğer devletlerle yapılacak işbirliğine güvenmelidir. Askeri bir seferde olduğu gibi bilgi paylaşımı yapılmalı ve planlar tam olarak koordine edilmelidir; Bu, bugün ihtiyaç duyulan ve "komünizm" diye kastettiğim şey, ya da Will Hutton'un dediği gibi:

Şu anda, kontrolsüz ve serbest piyasa küreselleşmesine dayanan bu form, krizlere ve pandemilere yatkınlığıyla birlikte, kesinlikle ölüm döşeğinde. Fakat karşılıklı bağımlılığı ve kanıta dayalı kolektif eylemin önceliğini tanıyan başka bir form doğuyor.” (1) 
 
Bu konuda Zizek gerçekten yalnız değil; şu dünyada kendine Marksist veya da Marksist-Leninist diyen saymakla bitmez avanak küçük burjuva var. Bunlar dünya devletlerine, burjuva hükümetlere bu salgından kurtulmak, salgınun üstesinden gelmek için işbirliği yapmalısınız, koordineli hareket etmelisiniz; salgın enternasyonal, çözümü de enternasyonaldir diyorlar. Aynısını Dünya Sağlık Örgütü de diyor ve tabii, Zizek de. Bu durumda koordinasyon, işbirliği = komünizm oluyor. 
 
S. Zizek hazretleri komünizmi böyle anladığını şu sözleriyle açıklıyor:
Komünizm “sadece bir perspektif değil, uluslararası işbirliği, devletin piyasaya şimdikinden fazla doğrudan müdahalesi, binlerce kişinin mobilizasyonu gibi bir seri öneri ve önlemleri içeren bir perspektif. Bunu kimin yapacağının bir önemi yok, bu önlemlerin kendisinin bir politik anlamı var.
Elbette devletler küresel dayanışmayı desteklemek zorunda, ama ihtiyacımız olan şey işbirliğinden fazlası, bu eylemlerin direkt olarak koordine edilmesi gerekiyor. Bunun hangi şekilde yapılabileceğini bilmiyorum. Hatta yapılabilecek mi ondan bile emin değilim, fakat uygarlığın hayatta kalabilmesi için bunun bir yolu olmalı.”

Bakın ben komünizmin şimdi zafer kazanacağını düşünecek kadar naif değilim, fakat komünist tedbirlere kalıcı olarak ihtiyaç olduğunun bilincine varacağız. Şu anda küresel bir sağlık sistemine acilen ihtiyaç duyduğumuzu kim inkar edebilir?”
Devlet en azından maskeler, test kitleri ve respiratörler gibi acilen gerekli şeylerin üretimini düzenleyerek, otellere ve diğer konaklama yerlerine el koyarak, çalışmayan herkesin hayatta kalmasının asgari koşullarını garanti etmeli ve piyasa mekanizmalarını göz ardı ederek çok daha aktif bir rol üstlenmelidir. Kaynakların üretimi ve paylaşımında bir tür etkili uluslararası işbirliğinin düzenlenmesi gerekir. Benim ‘komünizm’ dediğim şey budur ve ‘yeni barbarlık’ dışında buna karşı hiçbir alternatif görmüyorum.” (2)
Ne demek istiyor bu “filozof”?
1-Zizek, neoliberal kapitalizmin ipliğinin pazara çıktığını, yenilgiye uğradığını; daha doğrusu sömürü ve talan mekanizmasının tıkandığını söylüyor.

2-Zizek, neoliberal pratiklerin öncesine, keynesçi veya neo-keynesçi kapitalizm koşullarına geri dönülmesi gerektiğinden dem vuruyor. Daha müdahaleci, daha merkeziyetçi, uluslararası ilişkilerde daha işbirlikçi, koordineli hareket eden; aynı zamanda işçi sınıfı ve emekçi yığınların birtakım taleplerini yerine getirmeye çalışan bir kapitalizm istiyor.

3- Zizek, emperyalist küreselleşme koşullarında dünya devletlerinin ortak hareket etmeleri gerektiğini savunuyor. Ve bu ortak hareket etmenin; uluslararası koordinasyonun, işbirliğinin adını “komünizm”, bu bağlamda alınacak tedbirlerin adını da “komünist önlem” olarak tanımlıyor.
4-Komünizm dediği bu tedbirlerin dışında bir alternatif görmüyor. Açıkçası tek alternatif keynesçi kapitalizm diyor.

Zizek, ısrarla, adeta sermayeye, iktidarlara, tekellere yalvarırcasına şu salgının bir an önce sonlanması için elinizden geleni yapın demeye çalışırken, onun bu duygusallığından dolayı sevenlerinin gözleri yaşarmış olabilir. Bu muhterem zat, aslında, ölen ve ölecek olan on binlerce “alt sınıf”a ait insanlara dikkat çekerek bu duruma son verilmesini talep etmiyor. Öyle gözüküyor, ama aslında tekelci sermayeye söylediği şudur: Önlemezseniz, yarın bu “baldırı çıplak”ların yüz milyonlarla ifade edilen ordularıyla küresel çapta karşı karşıya kalırsınız demek istiyor.

Zizek’in komünizmi keynesçi kapitalizmdir. Anlaşılan önümüzdeki dönemde dünyanın dört bir yanında muhtemel protestolar, ayaklanmalar, Zizek’i korkutmuş ve bu çıkışıyla burjuvaziye tedbir al, yoksa... diyor. Tedbiri de geriye, neoliberalizm öncesine dönüş olarak görüyor. Aslında imkansızı talep etmiyor; bu türden dönüşler kapitalizmde olağandır, sisteme aykırı değildir.

Zizek kapitalizmi seviyor; burjuva düzeni yaşanabilir düzen olarak görüyor; onu korumaya çalışıyor ve eksikliklerinin giderilmesini talep ediyor.
Zizek açısından genel anlamda kapitalizmin alternatifi yok, ama neoliberal kapitalizmin alternatifi var; o da keynesçi kapitalizm.

Zizek, bu türden açıklamalarıyla kapitalizmi, burjuvaziye akıl vererek savunanlar arasında sadece birisidir. Burjuvazi, şu Kovid-19 günlerinde olduğu gibi zorda kaldığı durumlarda yetiştirdiği, beslediği, parlattığı birtakım unsurlarını sahaya sürer. Bunların görevi, o süreçte burjuvaziyi zorlayan neyse ona karşı mücadele etmektir. Tarihte bunun çok örnekleri vardır.
Burjuvazi, aynı zamanda işçi sınıfına karşı mücadelesinde de kullanmak için uzmanlar yetiştirir veya farklı cephelerde yetişmiş olanları parlatarak öne sürer. İşçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki sınıf mücadelede öne çıkan figürler vardır. Her birinin görevleri farklıdır, ama aynı yere vururlar:
-Bunlar bazı durumlarda kavramların içini boşaltırlar.
-Bazı durumlarda Marksizmin keskin savunuculuğunu yaparlar.
-Bazı durumlarda işçi sınıfı yerine devrim yapacak başka özne ararlar ve bulurlar.
-Bazı durumlarda elinde hem havuç hem de sopa taşırlar vs.
-Ama her halükarda işçi sınıfını ideolojisizleştirmeyi amaçlarlar.
Önemli olan, burjuva düzeni o günün koşulları neye uygunsa ona göre savunmaktır.

Burjuvazi, sınıf düşmanı olarak gördüğü işçi sınıfının her yükselişine karşı tedbir almıştır. 19. Yüzyılın son çeyreğinde işçi sınıfının ideolojisi olarak gelişen Marksizme karşı felsefi ve ideolojik mücadele arenasına Friedrich Wilhelm Nietzsche’yi sürmüştür. Daha doğrusu bula bula bu “filozofu” bulmuştur.
Tabii Nitzsche’de keramet bulan, onda iyilik ve aydınlatmacılık gören avanak küçük burjuvazinin sayısı hiç de az değildir.

60’lı, ‘70’li yıllarda gelişen gençlik hareketinin işçi sınıfına doğru evrilmesi karşısında burjuvazi Althusser’i bulmuştur. (Bu öyle bir Marksizm “yenileyicisi”, Marksizm “yapısalcı”dır ki, taraftarları, örneğin Fatih Tan, 12 Nisan 2020 tarihi Gazete Duvar’da korona konusunda ne düşünmüş olabileceğini öğrenmek için “üstad” ile yaptığı hayali söyleşiyi yayınlıyor!) Nietzsche ve Heidegger’in, aynı zamanda Althusser “üstad”ın da öğrencisi olan post-modernizm savunucusu Michel Foucault gibilerinin rolü de küçümsenmemelidir. 
 
Burjuvazi, özellikle de SSCB’nin dağılmasından sonra Marksizm-Leninizme saldırısını her alanda yetiştirdiği uzmanlarıyla örgütlü sürdürmeye özen göstermiştir. Bir “Çokluk”, coğrafyamızdaki adıyla “ezilenler” hikayesinin yıllarca enerji tükettiği bilinmiyor değil. Sonra ortaya bir sosyal forumlar hareketi çıkmıştır. Emperyalist burjuvazinin, kurumlarının, ülkelerin, tekellerin (3) desteğinde önce her sene, sonra iki senede bir düzenlenen ve nihayetinde mezara gömülen o Dünya ve Avrupa Sosyal Forumlarının neye hizmet ettiği sloganlarından belliydi(4): Her bir bileşeninin kendine göre yorumladığı bir “Başka bir dünya mümkündür” baş sloganı her şeye hakimdi. Anarşistinden troçkistine, feministinden ludistine ne kadar çağdaş ve çağdaş olmayan hareket, ideoloji, akım varsa bu koroda birleşmişti. Bu forumlar dünyası hayal yayarken, sermaye ve üretimin uluslararasılaşması da devam etti. Emperyalist küreselleşmeye karşı mücadele bu forumlarla törpülendi, burjuvazinin kabul edeceği, tahammül edeceği çerçeveye sığdırıldı.

Şimdi bir virüs salgını dünya burjuvazisinin yeniden harekete geçirdi. Tehlikenin büyüklüğünü gören burjuvazi, muhtemel çatışmalı sınıf mücadelesinin kokusunu almış gibi, Zizek ve onun gibilerini sahaya sürdü. Zizek, bu “post-Marksist” unsur, salgın ve komünizmi ilişkilendirerek mesajlar vermeye başladı. 
 
S. Zizek, bazı bakımlardan F. Nitzsche’yi hortlatıyor. “Post-Marksist” Zizek ile faşizmin babası F. Nietzsche arasında ne gibi bir benzerlik olabilir diye sorabilirsiniz. Gerçekten de var. Her ikisi arasında yakın bir ideolojik bağın olduğu açık; birisi havuç, diğer sopa: Biri sağdan, diğer “sol”dan aynı noktaya vuruyor. Birisi üstün-üstün olmayan insandan, baldırı çıplaktan bahsediyor, diğeri ise Batı değerlerini göklere çıkartırken göçmenlere nefretle bakıyor.

Nietzsche ne diyordu?

Nietzsche, üstün insan, üstün olmayan (bayağı, adi, ilkel) insan vardır anlayışına varışını, kendi hesabına büyük bir keşif olarak görür. Nietzsche, üstün insandan yaşamın sağlıklı olmasını, yükseliyor (gelişiyor) olmasını ve iktidar için iradenin canlı olmasını anlamaktadır. Ancak bu özellikleri olan, üstün insan olabilir.

Onlar, köhnemiş liberal-demokratik medeniyetin yerini alacaklar. “Yeryüzünün beyleri”, o “iyi Avrupalılar”, XIX. Yüzyıl “dekadans’ının nihilist sürecinin kökünü kazıyacaklar ve yeni bir hiyerarşik düzen kuracaklar”.

Kendimizi fetihçiler arasında görüyoruz. Yeni düzenlerin, yeni bir köleciliğin de gerekliliği üzerine düşünüyoruz. Çünkü insan tipinin her güçlendirilmesi ve yükseltilmesine yeni türden bir kölecilik de dahildir” diyen Nietzsche’den başkası değildir. “İktidar İçin İrade”de bu insan tipinin henüz doğmadığından bahseder: “Henüz mevcut olmayan insan türü için, ‘yeryüzü beyleri’ için yazıyorum” der.

Yeryüzü beyleri öğretisinin siyasal-toplumsal anlamı oldukça açıktır: Büyük kültür halkları, “iyi Avrupalılar” “kardeş”tir...

İyi yetişmemiş”lerin, “soysuz”, “adi” halkların ve ırkların” yok edilmesini, kökünün kazınmasını talep ederken ve göklere çıkartırken Nietzsche, Asya’da ve Afrika’da Alman sömürgeciliğinin ve sonra da Alman faşizminin korkunç cinayetlerine ideolojik ön çalışma yapmış oluyordu.

Nietzsche’nin felsefi anlayışı başından itibaren demokrasi ve sosyalizm mücadelesine karşı geliştirilmiş bir felsefi anlayıştır. Gelişmesinin bütün aşamalarında Nietzsche, baş düşman olarak gördüğü sosyalizme karşı mücadeleyi esas almıştır. “Antichrist”inde şöyle der: “Bugünkü ayaktakımı arasında en iyi hangisine kin duyuyorum? İşçinin içgüdüsünü, zevkini, kanaatkarlık hissini yıkan, onu kıskandıran (imrendiren, çn), ona öç almayı öğreten… Sosyalistler-ayaktakımına kin duyuyorum... Adaletsizlik, asla eşit olmayan haklarda bulunmamaktadır. (Aksine), ‘eşit” haklar talebinde bulunmaktadır”. Nietzsche’nin felsefesi, idealize ettiği toplumun baş düşmanı olarak gördüğü işçi sınıfına, onun düzeni olan sosyalizme karşı mücadele araçlarının geliştirilmesiyle doludur. Bu nedenle, “dünyanın beyleri” iktidarlarını ebedi sürdürsünler diye sömürüyü, vahşi şiddet kullanmayı, burjuvazinin moral anlayışını meşru görmüştür. Onun çoğu ahlak (moral) tespitleri Hitler-Almanya’sında uygulanmıştır.

Nietzsche’de ilericilik, antifaşistlik görenleri bir kenara bırakalım. Onun felsefesinde yukarıda belirttiğimiz özellikleri görmeyenler bugün emperyalist burjuvazinin Nietzsche’den beslenen felsefesini savunanlardır. Bu küçük burjuva avanak takımı, kendini Marksist olarak tanımlamaktan da geri kalmaz.

Peki, Zizek ne diyor?

2016’da Almanya’nın Köln kentinde bir yılbaşı kutlamasında gerçekleşen hırsızlık ve taciz olayları üzerine yazdığı makalede S. Zizek, Batı değerlerini, yani medeniyetini yabancılara karşı nasıl savunduğunu sergiliyordu:

Görüşlerini kabul ettiği Fransız filozof ve post-marksist Alain Badiou’nun şu ayrımına katılıyor: “Günümüz küresel kapitalizminde üç özne türü” vardır: a)“Batılı “uygar” orta sınıf liberal-demokratik özne; b) Batının dışında yer alan, ancak Batılı orta sınıfların “medeni” yaşam tarzını taklit etmeye çalışan “batı arzusunun esiri olmuş özne; c) Batıya duydukları kıskançlıkları, kendi kendini yiyip bitiren ölümcül nefrete dönüşen faşist nihilistler.”

Batı, burjuva ideolojisinin iki çelişkili özelliği vardır: Kibir ve değerlerinin üstünlüğüne olan inancı gösterir (barbar yabancıların tehdidi altında olan insan hakları ve özgürlükler). Aynı zamanda, milyarlarca insanın dışarıdan gelerek kendi sınırlı alanını istila etme korkusuna kendini kaptırmıştır. Batı ideolojisine göre bu milyarlarca insanın, üretmedikleri ve tüketmedikleri için küresel kapitalizmde hiçbir değeri yoktur”

Burada söz konusu olan, mültecilerdir. Zizek, aynen Nietzsche gibi üstün insan, baldırı çıplak ayrımı yapıyor:

Vahşilik, güçsüzlere, hayvanlara, kadınlara vb. karşı zulüm, “alt sınıfların” geleneksel bir özelliğidir; iktidardakilere direnme stratejilerinden biri, her zaman orta sınıf ahlak duygusunu bozmayı amaçlayan korkunç bir vahşet gösterisidir.” (5)

Geçen yüzyılın ‘90’lı yıllarından bu yana Nietzsche’nin yazıları popüler yapılmaya başlandı. Burjuva felsefe kaybedilmiş evladını yeniden bulma sevinci içinde insanlığa geleceğinizi Nieztsche’de arayın demeye başladı. Nietzsche’ye geri dönüş, toplumsal sorunların çözümünde çıkış yolu olarak sunuldu. Öyle ki, onu okuyan herkes, onun görüşlerinden bağımsız olarak kendi içinde bir Nietzsche, kendi Nietzsche’sini keşfetmeye başladı. Proletaryanın davasından, işçi sınıfının mücadelesinden, sosyalizmden, örgütlü mücadeleden umudunu kesenler, toplumsal yaşamın her alanında neoliberal saldırılara yenik düşenler ve kurtuluşu mevcut düzene karışmakta arayanlar kendi Nietzsche’sini, Zizek’ini, Althussr’ini, Negri’sini vb. keşfetmekte gecikmedi. “Küreselleşme”nin demokrasi, özgürlük, refah vs. olarak emperyalist burjuvazi tarafından göklere çıkartıldığı ve buna ideologlarının yoğunlaştırılmış antikomünist propagandasının eşlik ettiği ‘90’lı yıllardan günümüze şurada burada Nietzsche’yle karşılaşmak olağan oldu. Şimdilerde de, dizginsiz neoliberal pratiklerin karşısında dizginlenmiş kapitalizmi savunan Zizek ve benzerleriyle karşılaşıyoruz. 
 
XIX. Yüzyılın son çeyreğinde; emperyalist çağın arifesinde yüksele Marksizm’e karşı ilerici hiçbir özelliği kalmamış burjuvazinin mücadele alanına sürdüğü Friedrich Nietzsche’yi günümüzde ilerici, antifaşist olarak görenler de var. Öyle ki, “Nazizim devrinde yaşamış olsaydı, her halde en etkin karşıtlarından biri olurdu” anlayışı bile savunulmaktadır. Emperyalist burjuvazi istiyor ki, tıpkı I. Dünya Savaşı döneminde bir cebinde İncil, diğer cebinde de Nietzsche (“Böyle buyurdu Zerdüşt”) taşıyan Alman askerleri gibi, 21. yüzyılın başında insanlık Nietzsche’nin görüşleriyle zehirlensin ve emperyalist saldırganlığı, savaşı ve talanı, Batı’nın üstünlüğünü meşru görsün.

Şimdi aynı görevi Zizek gibileri üstlendi. Bu türden unsurlar, ne yapacağını şaşırmış, alıklaşmış avanak küçük burjuva için bir kurtarıcıdır. Avrupa ve Dünya Sosyal Forumlarında ortalıkta dolaşan yüz binleri yönlendiren unsurlar yarın burjuva düzeni kurtarmak için yeniden sahaya inecekler. Birazcık merhamet, birazcık reform dillerinden düşmeyecek!
Velhasıl:
Dün Nietzsche, bugün Zizek, Negri ve benzerleri; yani her türden-renkten “Post-Marksizm” savunucuları, “Post-Modernizm” yanlıları bize, sayıları milyarlara varan “dünyanın lanetlilerine” sürekli “yeni”yi söylemek için burjuvazi tarafından sahaya sürülmüşlerdir. Burjuvazi ve onun ideologları bize şunu söylüyorlar: Yenilikçi olacaksınız; Post-Marksistlerin, Post-modern yazarların; üniversitelerde, “düşünce üretme” merkezlerde üretilen beş paralık değeri olmayan görüşlere sarılacaksınız; Ernesto Laclau, Chantal Mouffe, Moishe Postone, Slavoj Žižek gibi Post-Marksistleri; Jean-François Lyotard, Ferdinand de Saussure, Henri Lefebvre, Jacques Derrida, Guy Debord, Michel Foucault, Julia Kristeva, Jean Baudrillard, Gilles Deleuze, Richard Rorty gibi Post-modern felsefenin önde gelen temsilcilerini okuyacaksınız; ideolojik, teorik gıdanızı onlardan alacaksınız ve böylece günümüzde Marksizm-Leninizme karşı nasıl mücadele edileceğini öğreneceksiniz; örneğin David Harvey'i hatmederek “ilhak ekonomisi”ni öğreneceksiniz ve Marks'ın Kapital'inin, Lenin'in Emperyalizmi'nin eskidiği anlayışına varacaksınız; örneğin I. Wallerstein ve benzerlerini okuyarak kapitalizmin, emperyalizmin gelişme evrelerinin Marksizm-Leninizm tarafından bize nasıl yanlış anlatıldığını öğreneceksiniz; örneğin F. Nietzsche'yi -kötü niyetliler ona faşizmin babası demişlerdir diye kendinizi avutarak hatmedeceksiniz ve Marksist felsefenin ne denli işe yaramaz olduğunu öğreneceksiniz, özgürleşeceksiniz; örneğin R. Luksemburg'u bir kısım Troçkistlere göre yorumlayıp, onu kapitalizm kendiliğinden çöküyor düşüncenize dayanak yapacaksınız (6); örneğin sermaye ile işçi sınıfı arasındaki bağı kopartarak veya artı değer üretme olanağı kalmadı diyerek hem kapitalizmi kendi kendine çökerteceksiniz hem de işçi sınıfını yok sayacaksınız.

Lenin'in emperyalizm analizinden hareket ederek günümüzde emperyalizmi analiz etmeye çalışırsanız, tarihin gerilerinde kalmış birisi olursunuz! Yani iflah olmaz bir dinozor olursunuz. Bunu hiçbir zaman aklınızdan çıkartmayın! Lenin'in dönemi kapanmıştır; Wallerstein'lar, Negri'ler, Zizek’ler ve ipe sapa gelmez daha nice “post” düşünürler “çağı” açılmıştır, Lenin de kim oluyor diye düşüneceksiniz. Lenin, emperyalist çağın ötesine geçmiyor, ama “post” düşünürler geçiyor diyeceksiniz! Örneğin kapitalist üretim biçiminin Marksist analizi, sermaye karşısında herkesi işçi yapmıyor, ama Negri yapıyor; o halde Negri varken Marksist teori de ne oluyor, artık çağımızın gerisinde kalmış diye düşüneceksiniz.

Marksizm-Leninizm, Marksizmde yapısal kriz diye bir şey tanımıyor, ama Althusser tanıyor, o halde adını koymadan Althusserleşeceksiniz; Marksizm-Leninizmi çatallandırmak, dallandırıp budaklandırmak, tarikatlarına, o kadar istiyorsanız mezheplerine ayrıştırmak, onu tanınmayacak hale getirmek için Althusser “üstat”ı hatmedeceksiniz (Aslında hatmetmenize de pek gerek yok, onun yerli versiyonu var, ona bakmak yeterli).

Çokluk”un partisi, herkesin partisi olmanın önünde sınıf partisi temel bir engeldir; o halde bu engeli aşacaksınız; bu nedenle sermaye ile “emek” arasındaki bağı kopartacaksınız (bu arada Marksist teoriyi bu noktada katlediyor olmanız o kadar da önemli değil, nasıl olsan 150 sene öncesinden kalmadır diye düşüneceksiniz!), sermaye karşısında herkesi baskı altında olan, sömürülen durumuna getireceksiniz ve böylece herkesin sınıf partisinin yolunu açmış olursunuz.

Sosyalizm teorisini Marks'tan, Engels'ten, Lenin'den, Stalin'den, SSCB tecrübesinden öğrenmeyeceksiniz; o defter kapanmıştır; Troçki'den öğreneceksiniz; çok merak ediyorsanız Zizek’in komünizmine sarılacaksınız.

Yenilikçi olacaksınız, ama yenilikçi olmak da o kadar kolay değil; teoriye karşı aşağılayıcı bir tutum alacaksınız, eklektizmi, pragmatizmi düşüncenizin ve eyleminizin merkezine koyacaksınız; örgütlenmenizin geleneklerine, disiplin anlayışına, yasalarına, kurallarına saygı durmayacaksınız, uymayacaksınız; bilumum “Post-Marksist” düşüncelerin peşinde gideceksiniz. 
 
Post-Marksizm” tasfiyeciliktir; ideolojide, teoride, örgütlenmede tasfiyeciliktir. Ama tasfiyecilik öyle kolay bir iş değildir; “her işin bir raconu var”dırı bileceksiniz ve örgütleyeceksiniz; ideolojide ve teoride renksizleşmeyi, renksizleştirmeyi, köşesizleşmeyi, köşesizleştirmeyi; tek ideolojiden yanaymış gibi hareket ederek çok ideolojili olmayı becereceksiniz (beceremiyorsanız, öğreneceksiniz) ama bunu şimdiye kadar sizi siz yapan değerlere sahip çıkıyor gözükerek yapacaksınız; değerleri aşındırarak değersizleştireceksiniz...

Leninist partiden, işçi sınıfının örgütlenmesinden bahsedeceksiniz, ama katakulli ile herkesi işçileştirerek herkese partinin kapılarını açacaksınız...
Burjuvazi devrimcileri, devrimci, Marksist-Leninist örgütleri bu ve benzer hallere çekmek için elinden geldiği kadar tasfiyeci düşünceleri örgütleyecektir, yetiştirdiği, filozoflarını, marksologlarını, başkaca uzmanlarını sahaya sürecektir. Zizek onlardan sadece biridir.

Önümüzdeki dönemde ortalık nice ekonomistlerden, “siyaset bilimciler”den, radikal politikacılardan, Marksizmin şu veya bu yanını yeni keşfedenlerden, işçi sınıfını yeniden analiz edenlerden, devrim sorununu yeniden keşfedenlerden, keynesçi kapitalizmin sunacağı nimetlerden, belki de yeniden “Marks haklıydı” diyenlerden, Marksist felsefeye damardan girenlerden dolup taşacaktır. 2008 krizi öncesinde bu türden unsurlar sahaya inmeye başlamışlardı; kriz boyunca da yapmaları gerekeni yaptılar. Krizin sonlanmasıyla bu unsurların büyük kısmı yer altına çekildiler, şimdi yeniden ortaya çıkıyorlar.
Bu ayrık otlarına karşı mücadele etmek zorundayız.

Burjuvazinin, bu ve benzeri tasfiyeci, doğrudan ideolojiye yönelik, doğrudan sınıfa yönelik, doğrudan örgütlemeye yönelik saldırılarını önümüzdeki süreçte daha örgütlü, daha güçlü olarak sürdüreceğinden emin olmalıyız. Burjuvazi, çok zor bir döneme giriyor olduğunun farkında ve ona göre de tedbirlerini alacaktır. Kriz dönemlerinde saflar netleşir; kimin nerede durduğu ve durduğu yeri niçin ve nasıl savunduğu ortaya çıkar.

Devam edecek
*
Kaynak ve açıklamalar:
1)https://www.independentturkish.com/node/145632/d%C3%BCnyadan-sesler/koronavir%C3%BCs-bizi-se%C3%A7im-yapmaya-zorluyor-ya-k%C3%BCresel-kom%C3%BCnizm-ya-orman


3)DSF ve ASF destekçilerinin resmi listesi (http://web.inter.nl.net/users/Paul.Treanor/esf.html):

1- Droits et Démocratie; Kanada Dışişleri Bakanlığına bağlı bir kuruluş;
2- FordVakfı; Alman Yeşiller Partisiyle ilişki içinde. Bu parti, Alman Başbakanı Schröder’in partisi (SPD) ile koalisyon yapmakta ve parti başkanı Fischer de Dışişleri Bakanıdır;
3-ICCO; bir kiliseler arası örgüt; Hollanda hükümeti ve AB tarafından finanse edilmektedir;
4- Le Monde Diplomatique;
5-Oxfam;
6-RITS;
7-Rede de Informações para o Terceiro Setor;
8-Rio Grande do Sul. Eyaleti;
9-Porto AlegreValisi.

DSF’nun destekleyen medya merkezleri:
Le Monde Diplomatique ve IPS tarafından desteklenen “bağımsız” Medya Merkezi Ciranda. Inter Press Servisi. IPS’i destekleyenler:
-Kanada Uluslararası Gelişme Ajansı (Canadian International Development Agency CIDA)
-Carl-Duisberg Cemiyeti (Almanya) (Carl-Duisberg-Gesellschaft - CDG)
-Charles Stewart Mott Vakfı (ABD),Charles Stewart Mott Foundation
-Danimarka Dışişleri Bakanlığı (Danish Ministry of Foreign Affairs)
-Avripa Komisyonu (European Commission)
-Finlandiya Dışişleri Bakanlığı (Finnish Ministry of Foreign Affairs)
-BM Gıda ve Tarım Örgütü (Food and Agriculture Organization of the United Nations FAO)
-Ford Vakfı (ABD), (Ford Foundation)
-Friedrich-Ebert-Vakfı (Almanya), (Friedrich-Ebert-Stiftung - FES)
-Almanya İktisadi Kalkınma ve İşbirliği Bakanlığı (German Ministry for Economic Development and Cooperation, BMZ)
-G-77 Grubu (Group of 77, G77)
-Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organisation – ILO)
-İtalya Dışişleri Bakanlığı (Italian Ministry of Foreign Affairs)
-John D. & Catherine T. MacArthur Vakfı (ABD), (John D. & Catherine T. MacArthur Foundation )
-Hollanda Dışişleri Bakanlığı (Netherlands Ministry of Foreign Affairs)
-Hollanda Uluslararası Kalkınma İşbirliği Örgütü (Netherlands Organization for International Development Cooperation, Novib)
-Güney-Kuzey Merkezi (Avrupa Konseyi), (North-South Centre (Council of Europe)
-Norveç Gelişme Ajansı (Norwegian Agency for Development – NORAD)
-Norveç Dışişleri Bakanlığı (Norwegian Ministry of Foreign Affairs)
-Helsinki Üniversitesi Öğrenci Birliği (Student Union, Helsinki University)
-İsveç Uluslararası Gelişme (Swedish International Development)
-İşbirliği Ajansı (Cooperation Agency – SIDA)
- BM, Çocuk Fonu (UNICEF (U.N. Children´s Fund)
- BM, Kadınlar İçin Kalkınma Fonu (UNIFEM (U.N. Development Fund for Women)
-BM, Kalkınma Programları (U.N. Development Programme – UNDP)
-UNESCO
-BM, Çevre Programları (U.N. Environment Programme – UNEP)
-BM, Nüfus Fonu (U.N. Population Fund – UNFPA)
-W. Alton Jones Vakfı (ABD), ( W. Alton Jones Foundation)
Bkz.: http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2010/07/neoliberalizm-ve-sosyal-hareketler-ii.html

4)
-NEOLİBERALİZM VE SOSYAL HAREKETLER-I
(AVRUPA SOSYAL FORUMU – CENAZE I), 4 Temmuz 2010.
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2010/07/neoliberalizm-ve-sosyal-hareketler-i.html

-NEOLİBERALİZM VE SOSYAL HAREKETLER-II
(DÜNYA SOSYAL FORUMU - CENAZE II),16 Temmuz 2010.

5) S. Zizek:Debatte Ein Karneval der Underdogs 16.01.2016. https://www.spiegel.de/spiegel/print/d-141495281.html

6)“Marksizmin Savunulması, SSCB Savaşta” yazısında Troçki, diğer şeylerin yanı sıra şunları söyler:
Kapitalizmin çöküşü, keza eski hakim sınıfın da çöküşü en son sınırlarına varmıştır. Bu sistemin varlığını sürdürmesi imkansızdır” (L. Troçki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” - “Und was, wenn die sozialistische Revolution nicht vollendet wird?” alt başlığı altında. www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html).

Bu iki cümlede kapitalizmin sistem krizi anlatılmaktadır.

Aynı yazısında Troçki “(II. Dünya Savaşının) toplumun kapitalizm temelinde yaşayabilemeyeceğini itiraz edilemez bir biçimde kanıtladığını“ yazar (L. Troçki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” - “Der gegenwärtige Krieg und das Schicksal der modernen Gesellschaft” alt başlığı altında. www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html).

Troçki burada da kapitalizmin son sınırına dayandığını, var oluş krizi içinde kıvrandığını anlatır.
IV. Enternasyonal”in programı “Kapitalizmin Can Çekişme Mücadelesi ve IV. Enternasyonal'in Görevleri” başlığını taşır. “Geçiş Programı” kavramı parantez içinde ve ikinci sırada yer alır.

Sadece bu da değil. İşçi sınıfının tarihsel rolünü önemsizleştirilmesi konusunda hep Negri'ye saldırıyoruz, ama bu anlayışın fikir babası Troçki'dir. İşçi sınıfının tarihsel rolünü artık yerine getiremeyecek durumda olduğunu, artık sayısal olarak da çoğalmadığını iddia etmeye kalkışanlar bu cüreti Troçki'den almışlardır. “Çürüyen kapitalizm koşullarında proletarya ne sayısal olarak ne de kültürel olarak büyümektedir” diyen de Troçki'den başkası değildir (L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” - “Das Proletariat und seine Führung” alt başlığı altında. www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html).

Kapitalizmin çöküşü sorununu Marksizm-Leninizmin ele aldığı, analiz ettiği ne Troçki’yi ne de günümüzdeki tetikçilerini zerre kadar ilgilendirmez. Sorun Marksizm-Leninimin reddiyse Troçki rahatlıkla savunulabilir. Kapitalizmin çöküşü bağlamında III. Enternasyonal’in bir tespitini buraya aktarmakla yetinelim:

Emperyalizm çağı, kapitalizmin ölüm çağıdır. Dünya ekonomisinin büyüyen üretici güçleriyle devlete ilişkin sınırlamaların meydana getirdiği derin çelişkinin doğrudan sonucu olarak, 1914-18 Dünya Savaşı ile onun zincirlerinden boşalttığı genel bunalım, sosyalizmin maddi ön koşullarının kapitalist toplumun bağrında şimdiden olgunlaşmış bulunduğunu kanıtlamaktadır; ve yine kanıtlamaktadır ki, kapitalist kabuk, insanlığın gelişiminin devamı için dayanılmaz bir zincir haline gelmiştir ve tarih, kapitalizmin boyunduruğunun devrimle ortadan kaldırılmasını gündeme getirmiştir.” (III. Enternasyonal Belgeleri, Komünist Enternasyonal Programı-1928, s.126, Belge yay.)