KİTAP
TANITIMI
RAKAMLARLA
SOVYET İKTİDARININ 40 YILI
(1917-1956)
ÖN
AÇIKLAMA
Bir
akademisyen, iktisatçı, işçi, köylü, liseli, üniversiteli
öğrenci, ev kadını; velhasıl toplumun bütün kesimleri için
aydınlatma, sonuçlar çıkartma amaçlı bir derlemedir bu. Veriler
oldukça açıklayıcı, anlamak istemeyene dahi anlatıcı
olduğundan dolayı yorumları oldukça kısa ve bazen de can sıkıcı.
Bunu hazırlayanlar şunu demek istemiş olabilirler: 40 yıllık
Sovyet gerçeği, sosyalizm gerçeği budur; Sovyet iktidarının
mücadelesini, sosyalizmi bu verilerle ölçülebilir hale
getiriyoruz. Aksi taktirde bir istatistik derlemesinin, yığınının
başkaca ne anlamı olabilir?
İsterseniz
bu verilerden hareketle sosyalist üretim biçiminin; komünizmin bu
ilk aşamasının ekonomik yasalarını bizzat açığa çıkartabilir,
yorumlayabilirsiniz. Her şeyden önce mülkiyetin sınıfsal
karakterini birkaç sene içinde sömürücü sınıfın elinden
alınması ve proletarya diktatörlüğü koşullarında
toplumsallaştırılması SSCB'de sosyalizm olgusunun olmazsa olmaz
başlangıcıdır.
Üretim
araçlarının toplumsal mülkiyeti zemininde maddi değerlerin
üretimindeki (sanayi, madenler, tarım) gelişme, sosyalizmin inşa
edilişini veya da edilmeyişini ölçmenizi sağlar. Bu gelişmeyi;
sosyalist inşanın ölçülebilirliğini sosyalist sanayi ve
kolektifleşmiş tarımda işçi sınıfı ve emekçi köylülüğün
sosyalist düzeni ve çalışmayı (yaygın ama yanlış kavramla
ifade edecek olursak “emeği”) ne derece sahiplendiklerinde ve
üretime bakışlarında görmekteyiz.
Ekim
Devrimi'nin sonucu olarak kurulan sistem “insan merkezli” miydi
veya da değil miydi sorusunun cevabını proletarya diktatörlüğünün
eğitime verdiği önemden anlayabilirsiniz. Ezici çoğunluğu okuma
yazma bilmeyen bir toplumdan sınıf bilinçli bir toplum
oluşturmanın yolunun eğitimden geçtiğini ve sonuçlarının
ölçülebilir olduğunu bu derlemeden anlıyoruz.
Aynı
ölçülebilirlik ulusal sorun için de geçerlidir. Sosyalizmde;
proletarya diktatörlüğü koşullarında ulusal sorun nasıl ele
alınır ve çözülür sorusunun maddi sonuçlarını da bu
derlemede görmekteyiz. Özbekler Özbek, Tacikler Tacik, Ermeniler
Ermeni, Gürcüler Gürcü vb. olarak sosyalist ulusal bilince sahip
olabilmişlerse bunun yegane nedeni Sovyet iktidarı döneminde bu
bilincin elde edilmesi için atılan adımlardır; pratiktir. Bu
pratik ölçülebilir.
Kadın
sorununun ele alınışında da aynı gelişmeyi görmekteyiz.
Kadının hiçleştirilmiş olduğu Çarlık döneminin geride
kalmasını ve kadının erkekle “eş değerli” olma süreci
oldukça sancılı gelişmesine rağmen bu derlemede bu konuyla
bağlam içinde sunulan veriler bu alandaki gelişmenin de
ölçülebilir olduğunu göstermektedir.
SSCB'de
kadın sorunu bir kadın devrimi olarak ele alınmıştır. Bu
verilerden bu gerçeği okuyamayan, göremeyen, kadın devrimini olsa
olsa veya en fazlasıyla soyut kavrıyor demektir.
Bu
istatistik derlemesinde üretim araçlarının toplumsal mülkiyette
olduğu SSCB ve özel mülkiyette olduğu önde gelen emperyalist
ülkelerle karşılaştırmalar da bulacaksınız.
Ekonomide,
toplumsal ilerlemede, bilinçte sosyalizmin inşası veya sosyalist
toplum kıyaslanama, ölçülemez diyorsanız o zaman siz, yedi
düvelde sadece sosyalist devrimlere katılmamış, aynı zamanda o
devrimlere önderlik etmiş; deryalar dolusu tecrübeye sahip olan
birisi olarak SSCB'de toplumun, her etnik kökenden insanın Sovyet
toplumu ve Sovyet insanı olma sürecinin sonuçlarını
değerlendiremiyorsanız siz dişiyle tırnağıyla kazıya kazıya,
söke söke yeni bir toplum yaratanları yok sayıyorsunuz,
küçümsüyorsunuz. Ben bu gaflet içinde kulaç atanlardan değilim.
Üstelik yedi düvelde sadece sosyalist devrimlere katılmamış,
aynı zamanda o devrimlere önderlik etmiş; deryalar dolusu
tecrübeye sahip olan birisi hiç değilim. Sadece söz konusu bu
verileri kuru anlamsız rakamlar olarak görmeyen, onları okumaya,
anlamaya çalışan, bu anlamda da 'demek ki o zaman sosyalizmi
kurmak için böyle mücadele etmişler, bugün yapılması gereken
aynı tecrübelerin tekrarı olamaz, o tecrübelerden dersler
çıkartarak ilerlememiz gerekir' diyenlerdenim.
Buna,
yıllardır çeşitli makalelerde, kitaplarda yararlandığım bu
istatistik derlemesini Ekim Devrimi'nin 100. yılında Türkçeye
çevirecek kadar değer veriyorum.
Bu
derleme SSCB'de sosyalizmin inşasının nasıl
gerçekleştirildiğinden ziyade, gerçekleştirmenin kendisini
toplumsal ve ekonomik alanlarda mevcut istatistik verilerle
göstermektedir. Toplumsal ve ekonomik alanda sosyalizmin inşası
bir biçimde belli kıstaslar temelinde ölçülebilir,
kıyaslanabilir olması gerekir. Bu anlamda bu derleme bir hazinedir.
Bu
derleme, istatistiğin de bir bilim olduğunu göstermektedir. Ama
önce, istatistiğin de bir bilim olduğu üzerinde biraz durmamız
gerekir. Ne de olsa istatistiği sayı, tablo, veri yığını olarak
algılayanlardan geçilmeyen bir ülkenin insanlarıyız. Veri
okumayı; sayı, tablo değerlendirmeyi pek öğrenemedik, daha
doğrusu öğrenmemiz için bunun eğitimi yapılmadı. İstatistik
verilerin değerlendirilmesinde “kör” kaldık. Öyle ki, bu
konuda dünya proletaryasının önderleri Marks, Engels, Lenin ve
Stalin'in istatistik verileri doğru yöntemle kullanarak varmış
oldukları sonuçlardan da ders çıkartmadık. İstatistik verileri
görünce “öcü görmüş gibi” olanlarımız hiç de az
değildir. Sayıları, istatistik verileri göz ardı ederek örneğin
Marks'ın Kapital'ini, Lenin'in sayılardan, tablolardan geçilmeyen
ekonomi üzerine yazılarını nasıl anladığımıza bir türlü
akıl erdiremiyorum.
İstatistik
anlayışsızlığa karşı mücadele etmek de hepimizin görevi
olmalıdır.
Bu
derlemenin devasa bir propaganda içeriği var; bunu maddi güce
dönüştürmek bizim elimizde.
Bu
derlemedeki veriler bir istatistik yığını değildir. Bu derleme
devasa bir propaganda içeriğine sahiptir. Önemli olan bu verileri
nasıl ve hangi amaçla kullanacağımızı bilmemizdir. İsteyen bu
verilerden hareketle SSCB’de sosyalizmin inşa edildiğini
kanıtlayabileceği gibi, isteyen böyle bir inşanın söz konusu
olmadığını kanıtlamaya çalışabilir. Bu veriler her halükarda
40 yıl boyunca SSCB’de ekonomik ve toplumsal alanda
gerçekleştirilenleri görünür kılmaktadır; gözler önüne
sermektedir.
Devrimci
propaganda diyalektik materyalist yönteme, nesnelliğe, gerçeğe
dayanan propagandadır. O halde bu yönteme göre hareket etmek
zorundayız ve bu derlemedeki verileri bu yöntem ışığında
analiz etmeliyiz. Konumuz bağlamında devrimci propagandanın amacı,
hitap edilen kitleyi SSCB’de sosyalizmin inşası üzerine eğitmek
ve onları sosyalist öğretiyle donatmaktır. SSCB’de sosyalizm
inşa edildi mi, edilmedi mi’nin ötesinde hala sosyalizm iyi bir
teoridir, ama kurulamaz türünden düşünceler dünyanın her
yerinde savunulmaktadır. Sosyalist inşayı görünür kılan,
ölçülebilir kılan bu veriler sosyalizm teoride iyidir, ama
pratikte uygulanamaz türünden düşünceler için bir panzehirdir.
Önemli olan bu panzehri kullanmasını bilmemizdir.
Devrimci,
komünist propagandanın görevi, bilinçlendirmeyi esas almasıdır.
Bu nedenle propagandacı, gerçeğin nesnel analizini yapmak
zorundadır. Gerçekliğin nesnel analizi, genel konuşmayı,
kahrolsunu, yaşasını, yüzeyselliği dışlar. Bilimsel
inandırıcılığı, iknayı, gerçeği esas alır. Propagandacı
gerçekliği, bütün çıplaklığıyla; çelişkileri ve
karmaşıklığıyla anlatmasını ve hitap ettiği kitleyi adeta
büyülemesini bilmelidir. Bunu yapabilmek için propagandacı
gerçeğe sadık kalmak zorundadır. "III. Enternasyonal'in
Görevleri Üzerine" makalesinde Lenin "Proletaryanın
gerçeğe ihtiyacı vardır ve onun davası için hiçbir şey, iyi
görünen, terbiyeli, dar görüşlü yalan kadar zararlı değildir"
der (C.29, s. 493).
Demek
ki, propaganda adına, iyi niyetle de olsa yalan söylemek, yalanla
insanların, çevrenin/tabanın duygularını sömürmek davaya zarar
verir. Siyasal mücadeledeki savaş hilelerini, düşmana karşı
psikolojik mücadeleyi yığınlara yönelik devrimci propagandanın
kapsamına dahil edemeyiz. Proletarya “terbiyeli yalan”a ihtiyaç
duymaz; çünkü proletaryanın sosyalist öğretisi, maddi toplumsal
gerçeğe, sınıf hareketi ve mücadelesine dayanan bilimsel bir
teoridir. Bu derleme bize SSCB; bu ülkede sosyalizmin inşası
üzerine güya propaganda amaçlı, nesnel gerçekliği hiçe sayan,
duyumların ürünü olan “terbiyeli yalan” yerine maddi gerçeğin
ne olduğunu sunmaktadır. Bu derleme aslından tam da şu mesajı
veriyor. SSCB’de sosyalizm olgusu üzerine “terbiyeli yalan”
söyleme, gerçeğe göre hareket et. O halde gerçeğe sadık kalmak
zorundayız. Bir konu üzerine analiz yaparken, bu bağlamda SSCB’de
sosyalizm olgusu üzerine analiz yaparken kullandığımız
kavramların hakkını vermeliyiz; kavram, ifade ettiği içerikle
aynılaşmalıdır.
Kanıt,
sav ve tez üzerine kafa karışıklığının olduğu yerde
propagandanın veya ele alınan konunun içi boşaltılmış
demektir; bu durumda “serbest atış” söz konusudur, yani
“terbiyeli yalan”, hatta “terbiye edilmemiş yalan” da
kullanılır. Nitelikli ve verimli düşünmek, belli sonuçlara
varmak isteyen için kanıt, zorunlu bir unsurdur. Kanıtlanması
gereken ne olursa olsun, her kanıt, iki bileşenden oluşur.
Bunlardan birisi tez, diğeri ise savdır/argümandır; yani kanıt
nedeni. Bu iki bileşenin mantıksal bağlamına kanıt yöntemi
denir. Kanıt yönteminin diğer adı, “gösterme”dir. Bu derleme
de yeteri kadar göstermiyor mu, görünür kılmıyor mu? Tez,
doğruluğu veya yanlışlığı gerçeklik olduğu veya gerçeklik
olmadığı kanıtlanması, ortaya çıkartılması gereken bir
ilkedir, kuraldır.
Sav
(argüman) ise kanıtlanması gereken tezin gerçekliğinin
sonuçlandırıldığı ilkedir. Yani ortada bir tez var (diyelim ki,
SSCB’de sosyalizmin inşası veya tersi ); bu tezin doğru
olabileceği gibi yanlış da olabilir. Bu doğru veya yanlış ancak
ve ancak kanıtlanarak savunulabilir. Savununun kanıtlanması ise,
sav denen kanıt nedenlerinden (olgulardan, istatistik verilerden,
materyallerden vs.) hareketle yapılabilir. İşte bu istatistik
derleme bize bu olanağı vermektedir.
"İstatistik
ve Sosyoloji" makalesinde
Lenin "...Karmaşık ve zor bir sorunun...üstesinden
gelmek için...tam gerçekler, tartışmasız gerçekler...özellikle
gereklidir...Bütünlüğü ve bağlamları içinde alındıklarında
gerçekler, sadece 'inatçı' değil, bilakis kanıt gücü olan
şeylerdir" der (Lenin,
C.23, s. 285).
Bu
derlemeye tam da bunun için ihtiyacımız var.
Sosyalizm,
sadece ekonomi, istatistik veri yığını değildir diyebilirsiniz.
Doğru söylemiş olursunuz. Ama bu söylem eksik olur. Proletarya
diktatörlüğü olmaksızın, sosyalist demokrasi olmaksızın, işçi
sınıfı ve emekçi yığınların yeni toplumun inşasına her
bakımdan katılmaları olmaksızın diye başlayıp bir dizi koşul
saydıktan sonra sosyalizm inşa edilemez diyebilirsiniz. Kültür
devrimini, kadınların toplumsal ve ekonomik yaşamda eşitliğini,
ulusların kendi kaderini tayin hakkını istatistik verilerle nasıl
ölçeceğiz, nasıl tespit edeceğiz diye bilirsiniz. Bu derlemede
bunları ölçmenin, karşılaştırmanın maddi verilerini
bulmaktayız.
Komisyon,
Ekim Devrimi'nin ürünü olan SSCB'de yeni toplumun inşasını, bu
inşada katedilen mesafeyi ölçülebilir kılmak için SSCB'nin
1917-1956 arasındaki tarihini farklı bölümlere ayırarak ele
almış. Bu bölümlerin hepsi, kısa açıklamalı istatistik veri
yığınından ibarettir. Bunları, istiyorsanız, bolca materyal
sunan, değerlendirilmesi istenen kaynak olarak da görebilirsiniz.
Ama en azından Ekim Devrimi'nden sonra, proletarya diktatörlüğü
koşullarında ekonomik ve toplumsal bakımdan oldukça geri
Rusya'nın nasıl SSCB'ye dönüştüğünü; yaşamın her alanında
hangi adımların atıldığını; teoride genel hatlarıyla formüle
edilmiş sosyalizmin soyut olmaktan çıkartılarak nasıl
somutlaştırıldığını; hangi güçlüklere karşı nasıl
mücadele edilerek kurulduğunu bu verilerde görebiliriz.
Okuru
bu istatistik derlemeye bir biçimde “hazırlamak” için “Sınıf
Pusulası”nın 4. sayısında yayımlanan (Kasım-Aralık 1999)
“Bir Bilim Olarak İstatistik” yazısına burada yer veriyoruz.
BİR
BİLİM DALI OLARAK İSTATİSTİK
İki
nedenden dolayı böyle bir konu üzerine yazmayı doğru bulduk.
Birinci neden, ekonomi üzerine yazılarımızda istatistik
göstergeleri/verileri sıkça kullanmamız. İkinci neden de bir
bilim dalı olarak istatistiğin kavranmaması. Hatta küçümsenmesi.
Anlaşılan o ki, istatistik veriler, sayılar okunamıyor. Oysa
bazen bir tablonun birkaç sayfalık yorumdan daha çarpıcı, daha
açıklayıcı, daha öğretici olabileceği düşünülmüyor. Tabii
ki bu, bugünün bir sorunu değil. Yılların alışkanlığı,
istatistik göstergelere karşı yılların biriktirdiği önemsememe.
Bu, aynı zamanda, bir bilim dalı olarak istatistiği kavrayış
eksikliğinden dolayı önemsememe anlamına gelir. Bu yazımızda
konuya genel hatlarıyla açıklık getirmeye çalışacağız.
1-
İstatistiğin Konusu
Burada
istatistik kavramıyla sosyal-ekonomik istatistiği kastediyoruz.
Matematik istatistiğinin bazı yöntemlerinin doğa bilimlerinde
kullanışı konumuz dışı. İstatistik, toplum bilimlerinden
birisidir. Toplum bilimleri, toplumsal gelişmeleri inceler. Engelsin
belirttiği gibi toplum bilimleri -madde ve hareketini konu alan doğa
bilimlerinin aksine- "insanların yaşam koşullarını,
toplumsal ilişkileri, hukuk ve devlet biçimlerini, felsefeden,
dinden, sanattan vb. oluşan ideal üst yapıları ile birlikte
tarihsel ardışıklarını ve o günkü sonuçlarını"
inceler. (Anti-Dühring, Marks, Engels. c 20, s. 82).
Hukuk
bilimi, tarih bilimi, ekonomi ve iktisat bilimleri vb. toplum
bilimleri çerçevesinde olan bilim dallarıdır. Her bir toplum
bilimi, insanların toplumsal ilişkilerinin belli bir bölümünü
konu edinir; her birisinin kendine özgü, o bilim dalını ifade
eden araştırma konusu vardır. Örneğin tarih, geçmişe ilişkin
toplumsal ilişkileri, bu ilişkilerin gelişme yasallığını
araştırırken, politik ekonomi, "insan toplumunun çeşitli
gelişme aşamalarında toplumsal üretim ve maddi varlıkların
dağılım yasalarını araştırır" (Politische Ekonomie,
Lehrbuch, Berlin 1955, s. 7).
İstatistik
de, tarih, hukuk, felsefe gibi bir toplum bilimidir. Bilim olarak
istatistiğin de kendine özgü konusu vardır. O, bu araştırma
konusuyla diğer toplum bilimlerinden ayrılır. Bu, istatistiğin
konusunun sınırlarını da belirler.
İstatistiğin
konusu, nesnel olarak var olan doğada ve toplumdaki kütle ve
kütlesel görüngülerin bütün ve kısmi bağlamlarıdır.
İstatistik, toplumsal kütle görüngülerini, bu görüngülerin
belli zaman ve mekanda yasallıklarının etkisini araştırır.
İstatistik nicel ilişkilere dayanır ve bunları nitel belirliliği
ile bağlam içinde ele alır veya;
-istatistik,
somut tarihsel ve toplumsal görüngülerin hacmi ve sayısal
ilişkilerini konu edinir ve
-bu
hacim ve sayısal ilişkilerde ifadesini bulan toplumsal gelişmenin
yasallıklarını açığa çıkartır. (Bkz. T. Koslow. "Über
Gegenstand Methode der Statistik", Sowjetwissenschaft,
Gesellschafswissenschaftliche Abteilung, 1952, No, 2, s. 181)
Kütle
ve kütlesel görüngüler ve toplumsal kütle görüngülerden
anlaşılması gereken, insanların toplumsal yaşamlarının ve
hareketlerinin görülebilir ifadeleridir. Bunlar, içsel zorunluluk,
yasallık gereği kütlesel olarak açığa çıkan ve reddedilmesi
mümkün olmayan görüngülerdir. Örneğin Türkiye'de sanayi
üretimi veya daha geniş anlamda ele alırsak toplumsal toplam ürün
(TTÜ), birçok münferit işletmelerin toplam ürünü olarak var
olur. Sanayi üretimi veya TTÜ, toplumsal kütle görüngülerinden
birisidir ve çok sayıda aynı cinsten münferit görüngülerden
(tek tek işletmelerin üretiminden) oluşur. Ancak bu görüngülerin
kütlesel olarak ortaya çıkmaları ve bu ortaya çıkış sürecinin
tekrarlanması, toplumsal yaşamda buna ilişkin yasallıkların
ortaya çıkartılmasını olanaklı kılar. Lenin, "Karl
Marks" makalesinde,
"Kapital'i kast ederek, "Marks burada bireysel
(münferit-Sınıf Pusulası) bir görüngüyü değil, kütlesel bir
görüngüyü, toplumun ekonomisinin bir parçacığını değil,
bilakis bütünselliği içinde bütün ekonomiyi araştırıyor...
Marks analizinde, ekonomik kütle görüngülerinden toplumsal
iktisadın bütününden hareket ediyor, tek tek olgulardan veya
rekabetin dış görüngülerinden değil" diye
yazıyor (Lenin, Seçme Eserler. C. l. s. 44, Alm.)
Sadece
münferit görüngülerden hareketle yasallık tanınamaz. Bu
görüngüler, şu veya bu şekilde tesadüfi karakter de
taşıyabilirler. Yasallığın tanınabilmesi, bu bir yasallıktır
denebilmesi için görüngülerin kendilerine özgü olan
özelliklerinin bilinmesi gerekir. Hal böyle olmasına rağmen,
bütünsellik çok sayıda tekil/parça görüngülerden oluştuğu
için, bütünselliğe varabilmek, onu tanımlayabilmek için işe
tekil olanı araştırmakla başlamak gerekir.
Bu
konuda Lenin şöyle diyor;
"Münferit
olan, genele götüren bağları dışında var olmaz. Genel olan,
münferit olanın içinde, münferit olanla var olur. Her münferit
olan, ( şu veya bu biçimde) genel olandır. Her genel olan, her
münferit olanın (bir parçacığıdır veya bir yönü veya
özüdür). Her genel olan, sadece, bütün münferit şeyleri
yaklaşık olarak kapsamına alır". (Philosophische Hefte",
C. 38, s. 340)
Demek
oluyor ki istatistik, toplumsal yaşamın münferit görüngülerinden
hareket ederek genel olana varır. Örneğin her bir işletmenin
işgücünden ve üretiminden hareketle sonuca varır. Burada
istatistik, aynı cinsten olan bu kütlesel görüngüleri bir arada
ele alır ve böylelikle bu görüngülerde tipik olanı açığa
çıkartır ve onların yasallığını inceler. Bütün işletmelerin
üretim ve işgücünü beraber ele almakla istatistik, bunların
nasıl geliştiklerini, nasıl bir yapıya ve kapsama sahip
olduklarını, birbirleriyle (üretim ve işgücü) ilişkilerinin
nasıl olduğunu açığa çıkartır ve karakterize eder.
Bir
ülkede hangi üretim biçiminin hakim olduğunu, istatistik verileri
değerlendirmeksizin tespit etmeye çalışmak, başlı başına bir
maceradır. Bu, kaçınılmaz olarak öznelliğe (subjektivizme)
götürür. Örneğin feodal üretim tarzının hakimiyeti veya
"feodal sömürünün hakimiyeti" kanıtlanmak isteniyorsa
feodal üretim birimlerinden ve bağımlı köylünün "işgücü"nden
hareket ederek, bunların gelişmişlik durumu, yapısı, kapsamı ve
birbirleriyle olan ilişkileri açığa çıkartılarak genel olana
varılmış olur.
İnsanların
birbirleriyle olan ekonomik ilişkileri; altyapı ve üst yapı
arasındaki, doğa ile toplum arasındaki ilişkiler kütlesel
görüngüleri oluştururlar ve istatistiğin konusudurlar.
İstatistik, genel olarak toplumsal yaşamın bütün alanlarını
kapsamına alır, ama bu alanların; toplumsal görüngülerin
hepsini kendi inceleme konusu olarak görmez; toplumsal görüngülerin
bir kısmı başka bilim dalları tarafından incelenir.
Öyleyse
istatistik, çok çeşitli özellikler içinde var olan aynı cinsten
toplumsal görüngülerle uğraşır. Bu nedenle istatistik, münferit
görüngüleri inceler, çünkü bunlar, toplumsal kütle
görüngülerinin ifadesidir. İstatistik, kütlesel görüngüleri
öze ilişkin noktalarında bir araya getirerek onlarda tipik olanı
açığa çıkartır.
Her
görüngünün nicel ve nitel özellikleri vardır. Bu nedenle
istatistik, görüngüleri nicel olarak kapsamına alır ve niteliği
ile bağları içinde inceler. Nitelik, bir görüngünün yapısını
ifade eder. Örneğin, kapitalizmde bir işletmenin niteliği, onun
kapitalist mülkiyet biçiminde olmasıdır ve var olabilmesi için
de yabancı işgücünün sömürüsüne dayanmasıdır. Bir
toplumsal görüngünün niceliği kendisini büyüklüğünde,
miktarında, süresinde vs. gösterir. Örneğin büyük bir işletme,
üretiminin kapasitesi ve çalışanların sayısal çokluğuyla
karakterize olur.
Diğer
toplum bilimleriyle karşılaştırıldığında istatistik biliminde
karakteristik olan, istatistiğin, toplumsal kütle görüngülerinin
incelenmesine nicelik açısından yaklaşması ve ancak nicelik
üzerinden araştırılan konunun niteliği hakkında sonuçlara
ulaşmasıdır. Nitelik ve nicelik arasındaki sıkı bağ, özellikle
teorik analizde açığa çıkar. Teorik analizle görüngülerin
farklı niteliğinin niceliklerinde ifadelerini nasıl bulduklarını
tespit etmek mümkündür. Örnek; kırsal alanda, toprakta mülkiyet
dağılımını (nicelik) ele almaksızın, köylülüğün sosyal
katmanlarına ayrışıp ayrışmadığını, işletme büyüklüğü
bazında köylülerin tasnif edilip edilemeyeceği sonucuna
varamazsın. Kırsal alanda sömürü ilişkilerini (nicel)
incelemeksizin sömürünün sınıfsal karakterini -burjuva veya
feodal- (nitel) tespit edemezsin. Hal böyle olmasına rağmen bu
sorun coğrafyamızda çok basite indirgenmekte. Örneğin, Maocular,
kapitalist görüngülere kanarak sömürünün kapitalist olduğuna
inanmayın, esas sömürü biçimi feodaldir diyebiliyorlar veya
Türkiye'de ve dünyanın yarısında "yarı-feodal üretim
tarzı"nı hakim kılabiliyorlar veya Türkiye'de ekonomide
tarımın daha önemli olduğunu savunabiliyorlar. Bu tespitlerin
(nitel) doğruluğu veya yanlışlığı nicel olanların
araştırılmasından geçer.
Bizim
Maocular, tam da bundan "öcüden korkar gibi" korkuyorlar.
Demek
oluyor ki istatistik, birtakım sayıların, rakamların birbiriyle
ilişkisi olmayan niceliklerin bir araya getirilmesi değildir. Bu
konuda Lenin şöyle der.
"Bir
istatistik, keyfi bir şekilde bir araya getirilmiş sayısal
değerler vermemelidir. Tersine o, sayıların yardımıyla yaşamın
meydana getirmiş olduğu ve getiriyor olduğu araştırılan
görüngünün farklı sosyal tiplerini aydınlatmalıdır" (C.
18, "Arbeitstag und Arbeitsjahr im Gouvernement Moskau"
makalesinden).
Ekonomi
üzerine yazılarımızda Lenin'in bu anlayışına göre hareket
ettik, ediyoruz.
Marks,
Engels, Lenin ve Stalin genel olarak kapitalizmin şu veya bu ülkede
gelişmesinin ve özellikle de Stalin sosyalist inşanın çeşitli
sorunlarını incelemek için istatistik verilerini oldukça kapsamlı
olarak kullanmışlardır. Onların amacı, tarihsel somut durumu
/gerçekliği sayısal değerler ve ilişkilerle ve sayısal
değerlerde ve ilişkilerde tespit etmekti. Lenin, "Rusya'da
Kapitalizmin Gelişmesi" eserinin "ikinci önsöz"ünde
şöyle der;
"Rusya'nın
sosyal ekonomik düzeninin ekonomik araştırma ve istatistik
verilerin eleştirel işlenmesi temelinde ele alınan analizi, şimdi
devrim seyri içinde bütün sınıfların alenen siyasi olarak
ortaya çıkmalarıyla doğrulanmıştır"(C.
3. s. 17).
Özellikle
Lenin'in Rusya'nın sosyo-ekonomik gelişmesine ilişkin birçok
yazısı tamamen istatistik verilerle yüklüdür. Lenin, bu sayısal
değerleri ülkenin tarihsel somut gerçekliğini tam tespit etmek
için değerlendirmiştir.
Marks,
Engels, Lenin ve Stalin, istatistik araştırmalarının sonuçlarını
açıklama amaçlı kullanmamışlardır.
2-İstatistiğin
Yöntemi
Her
bilim, konusunu veya ele aldığı sorunu incelemek için bir yönteme
gerek duyar. Yöntemsiz araştırma, inceleme olmaz. Bu anlamda
yöntem ve konu, ayrılmaz bir birliğin/bütünlüğün ifadesidir.
Bütün bilimler için olduğu gibi bir toplum bilimi olan istatistik
için de yöntem, materyalist diyalektiktir.
Bilindiği
gibi materyalist diyalektik, doğada ve toplumda genel hareket ve
gelişme yasalarının bilimidir. Bu bilim, görüngülerin
incelenmesine nasıl yaklaşılması gerektiğini gösteren bir
kılavuzdur. Bu nedenle Marksist istatistik yöntemi, toplumsal
gerçekliğin en doğru fotoğrafını çıkartmak için materyalist
diyalektiğin ilkelerine göre hareket eder; bu ilkeleri kılavuz
olarak alır. Bunun anlamı şudur; istatistik, toplumsal
görüngüleri, birbirlerinden kopuk bir şekilde var olan görüngüler
olarak ele alamaz, bu görüngülerin sürekli gelişme içinde
olduklarından; dolaylı ve dolaysız bağlantılardan, eskinin yok
olduğundan, yeninin doğuşundan ve bu gelişmenin zıtların
mücadelesinde basitten karmaşığa, mükemmele doğru
ilerlediğinden hareket eder. Örnek; bir ülkede iç pazarın
oluşmasını nasıl gösterebiliriz? Bunun için, meta üretiminin
boyutlarını, pazar olanaklarını, ulaşım olanaklarını, nüfusun
yapısını, vb. bilmek/tespit etmek gerekir. Bu toplumsal kütle
görüngülerinin birbirleriyle ilişkili münferit olanların
incelenmesi demektir. Ancak bu görüngüler -bolca sayılar,
rakamlar- incelendikten sonra bir ülkede iç pazarın oluşup
oluşmadığı, oluştuysa hangi zaman dilimi içinde oluştuğu tam
anlamıyla tespit edilebilir.
Demek
oluyor ki, istatistiğin yöntemi, görüngülerin kütlesel
incelenmesidir, bu görüngülerin nicel-nitel analizidir. Ancak
böyle bir yaklaşımla birbirleriyle bağlantı içinde olan
görüngülerin bu bağlantıları açığa çıkarılabilir, çeşitli
gruplaştırmalar ve tasniflerle münferit görüngülerin
özellikleri, incelenen kütlenin genel özellikleri belirlenebilir.
Burjuva
istatistik, toplumsal görüngüleri metafizik ve idealist biçimde
ele alır. Burjuva istatistik, toplumsal görüngülerin incelenmesi
sonucunda tespit edilen yasallıkları çarpıtır, burjuva düzenin
devamına hizmet edecek bir şekilde yorumlar. Örneğin, burjuva
istatistiğin babası/kurucusu olarak tanımlanan Belçikalı Adolf
Ouetelet (1796-1874) istatistik ölçüleri, toplumsal görüngüleri
kapitalist toplumun gelişme yasalarının değişmezliği ve
ebediliği olarak yorumlamıştır. Önemli olan, kapitalist düzenin
tarihselliğini, geçiciliğini, onun yerini yeni bir sistemin
alacağını gösteren toplumsal görüngülerle bile kapitalist
düzenin ebediliğini açıklayabilmektir.
Ouetelet'ten
bugüne burjuva istatistiğin yönteminin metafizik ve idealist
özünde bir şey değişmemiştir.
Marksist-Leninist
istatistik yöntemi, sosyal ve ekonomik ilişkileri karakterize eden
sayısal göstergelerdeki değişmeyi soyut teorilerle açıklamaz.
Tam tersine gelişmenin nedenini üretim ilişkilerinde arar.
Marksist-Leninist yöntem, toplumsal görüngülerin istatistik
fotoğrafındaki her değişmeyi siyasi ve ekonomik ilişkilerle
bağları içinde ele alır.
Marksist
istatistik yöntemi açısından toplumsal görüngülerin sayısal
araştırılmasına tarihsel ve somut yaklaşım esastır. Marksist
istatistik yöntemine göre istatistik görüngüleri, olduğu gibi,
toplumsal yaşamın ortaya çıkarttığı yalın haliyle kaydeder.
Toplanılan materyali nesnel içeriği temelinde inceler. Bunu
yaparken dikkatini süreçlerin özünü, her bir sürecin gelişme
aşamalarını ifade eden özelliklerini açığa çıkartmaya
yöneltir.
İstatistik
çalışmasında tümevarım, tümdengelim, analiz ve sentez gibi
yolları kullanır. Örnek; toplumsal gelişmenin yasalarına
dayanarak istatistik, genelden özele geçer, ekonominin bütününden
onun her bir dalına geçer ve onun bileşeni olan unsurları tasnif
eder veya özelden genele doğru; ekonominin her bir bileşeninden
bütününe doğru bir yol izler. Bu durumda esasen aynı özellikler
taşıyan münferitlikler (ekonomide işletmeler) grup, alt grup vb.
biçimlerde tasnif edilebilirler. Bu tasnif, bütünün bölümler
içinde ifadesidir. Marksistler için burada istatistik
veriler/rakamlar vs. tarihsel materyalizmin ve Marksist politik
ekonominin teorik ilkelerine göre değerlendirilirler.
Somutlaştırırsak:
Örneğin Türkiye'de kapitalist üretim biçiminin hangi aşamasının
(basit meta üretimi, manifaktür ve makinalı büyük üretim) hakim
olduğunu tespit etmek için ayrıntıyı ifade eden münferit üretim
birimlerini istatistik veri/materyal olarak alırsın, tasnif
edersin, analiz edersin ve varılan sonuç sentezdir. Böyle bir yol
izlemeden bir ülkede üretim biçimi, hakim sömürü biçimi
tespiti yapamazsın veya coğrafyamızda Maocuların yaptığı gibi,
"ampirik verilerle yola çıkmayı yanlış bulursun. Bu, tam da
bir metafizik yöntemdir ve nesnel gerçeklikle karşı karşıya
kalmaktan duyulan korkudur. Çünkü "ampirik veriler",
toplumsal kütle görüngüleridir ve bunlar siyasi ve ekonomik
ilişkileri yansıttıklarından temel siyasi tespitlerin
doğruluğunun ve yanlışlığının doğrudan göstergesi olurlar.
Ayrıntıya girmezsen, örneğin kırsal alanda köylülüğün
sosyal tabakalara ayrışmasını ve kırsal alandaki mülkiyet
ilişkilerinin gelişmişlik durumunu (sentez) tespit edemezsin.
Demek
oluyor ki istatistik, aynen diğer bilimler gibi, genelleştirme ile
uğraşır. Lenin, "Tarım Sorunu ve Marks Eleştirmenleri"
makalesinde E. David revizyonistini "olgular materyalini,...
genelleştirmesini ve birbirine bağlamasını anlamıyor"
diye eleştiriyordu. (C. 13, s. 170). Demek ki, münferit olgulardan;
her bir toplumsal olgudan genelleştirmeye gitmeyi, bu olguları
birbirine bağlamasını ve sonuçlar çıkartmasını kavramak
zorundayız.
Genelleştirme
görevinin çözümünde istatistik yönteminin önemini Lenin'in şu
sözlerinden de anlıyoruz. "Bir Adım ileri, İki Adım Geri"
yazısında o, konuya ilişkin olarak şöyle der; "..
Tabloyu daha canlı kılmak, dağınık, bölük pörçük,
birbirinden ayrı büyük küçük bir sürü olay yerine gerçek bir
tablo edinmek... için... temel tipleri bir çizelgede gösterme
kararı aldım. Büyük olasılıkla böyle bir yöntem, birçoklarına
tuhaf gelecektir, ama sonuçları en doğru ve tam biçimde
genelleştiren ve özetleyen bir başka yöntemin bulunabileceği
konusunda kuşkuluyum" (C.7, s. 336/337)
Demek
oluyor ki çizelge, grafik genelleştirmede ve sonuçları çıkarmada
oldukça önemlidir.
İstatistik
yöntem, tarihsel somut gerçekliği tanımak için bir dizi bilimsel
usulden yararlanmaktadır.
İstatistik
biliminin yöntem ve konusunun genel bir tanımlamasını
Otsrovityanov şöyle yapıyor:
"İstatistik,
bağımsız bir toplum bilimidir. Toplumsal kütle görünümlerinin
nicel yönünü, ayrılmaz bağları içinde nitel yönüyle birlikte
inceler; toplumsal gelişmenin yasallıklarının nicel ifadesini
mekan ve zamanın somut koşulları altında inceler. İstatistik,
toplumsal üretimin nicel yönünü, üretici güçlerin ve üretim
ilişkilerinin bütünselliği içinde ve toplumun kültürel ve
siyasi yaşamının görüngüleriyle bağları içinde inceler.
Ayrıca, istatistik, doğal ve teknik faktörlerin toplumsal
yaşamdaki nicel değişmeler üzerine etkisini ve toplumun yaşamının
doğal koşulları üzerinde toplumsal üretimin gelişmesinin
etkisini araştırır, istatistiğin teorik temelini tarihsel
materyalizm ve Marksist-Leninist politik ekonomi oluşturur. Bu
bilimin ilkelerine ve yasalarına dayanarak nicel değişmeleri somut
toplumsal kütle görüngülerinde tasavvur eder ve onların
yasallıklarını açıklar"
(Arbeits- und Forschungsmehoden der Statistik", Heft 21 der
Schriftenreihe; "Aus Sowjetischer und Volksdemokratischer
Wirtschftsliteratur", Berlin 1955, s. 17. Verlag, Die
Wirtschaft).
3-İstatistiğin
Teorik Temelleri
Marksist
istatistik biliminin teorik temelini, toplumun gelişme yasaları
üzerine Marksist-Leninist öğreti oluşturur. Yanı sıra,
Marksist-Leninist felsefe ve politik ekonomiye dayanır. Demek oluyor
ki, diğer toplum bilimleri gibi, Marksist istatistik bilimi de
araştırmalarına tarihsel materyalizm ve Marksist politik ekonomi
temelinde yaklaşır.
Bilindiği
gibi, tarihsel materyalizm, materyalist dünya görüşünün
toplumsal gelişmelerin araştırılmasında kullanılmasıdır. Aynı
şekilde, Marksistler için istatistik, toplumsal kütle
görüngülerini zaman ve mekan koşulları altında ele aldığı
için, bu görüngülerin maddesel olduğundan, nesnel olduğundan
hareket eder. İstatistik, gerçekliğin kavranmasında payına düşen
görevi yerine getirmek zorundadır.
Marks,
Engels, Lenin ve Stalin'in eserlerinde istatistik araştırmalarda
politik ekonominin temel ilkelerine ve ortaya çıkardığı
sonuçlara dayanılması gerektiğini çok yönlü olarak
temellendirmişler ve açıklamışlardır.
Politik
ekonomi, insanların ekonomik ilişkilerinin, üretici güçlerin
üretim ilişkileri üzerinde etkisinin vs. bilimidir. Bir toplum
bilimi olan politik ekonomi sınıfsal karakter taşır.
"Tümüyle
nesnel, önyargısız, gerçekten korkmayan bir politik ekonomi olası
mıdır? Hiç kuşkusuz olasıdır. Böyle bir nesnel politik
ekonomi, sadece kapitalizmin çelişkilerini örtmeye ve çıbanlarını
gizlemeye ilgi duymayan, çıkarları toplumun kapitalist
boyunduruktan kurtulmasının çıkarları ile çakışan, çıkarları
insanlığın ilerici gelişmesinin çıkarları ile aynı çizgide
olan sınıfın politik ekonomisi olabilir. Bu sınıf, işçi
sınıfıdır. Bundan dolayı, nesnel ve salt kendi çıkarlarını
düşünmeyen bir politik ekonomi, ancak işçi sınıfının
çıkarlarına dayanan bir politik ekonomi olabilir. Böyle bir
politik ekonomi, Marksizm-Leninizmin politik ekonomisidir"
(Politische Ökonomie, Lehrbuch, s. 14, Berlin 1955).
Politik
ekonomi, ekonomi bilimleri içinde en önemli olanıdır, çünkü o,
"toplumun tarihsel gelişme sürecini bütün somut
çeşitliliği içinde araştırmayı kendine görev edinmez. O,
toplumsal iktisadın her bir sisteminin temel özelliklerinin temel
kavramlarını öğretir" (Agk, s. 13).
Anlattığımızı
somutlaştıralım; istatistik araştırmaya, görüngülerin teorik
analizi ile başlıyor, bunu yaparken politik ekonominin bilgilerine
dayanıyor ve politik ekonominin kategorilerinden hareket ediyor.
Çıkış noktası böyle olsun ve Türk sanayisinin 1950-1999 dönemi
araştırılmak istensin. İstatistik ne ile işe başlar?
İstatistik, öncelikle, Türkiye'nin ekonomik ilişkilerini analiz
etmek zorundadır. Ancak bundan sonra işletmelerin
gruplandırılmasına, büyük ve küçük işletmelerin ekonomideki
ağırlığına, tekel olgusunun olup olmadığına vs. geçilebilir.
Bunu yaparken istatistik, bir dizi kavramlara
ulaşır veya kavramlar ortaya çıkartır. Araştırılan
görüngüler, bütün temel özellikleriyle bu kavramlarda ifade
edilirler. Bu kavramlar, istatistik şifrelerdir/işaretlerdir.
Bunlardan hareketle istatistik, görüngüleri sayısal olarak
karakterize eder ve analiz eder. Örnek, kiracı köylülük bir
kavramdır. Kiracı köylülük "yarı-feodal ülkelerde oldukça
yaygındır" denirse, o zaman bunun kanıtlanması gerekir. Bunu
yapmaz ve ampirik verilerle yola çıkmanın yanlış olduğunu
söylersen, o zaman bir toplum bilimi olarak istatistiği reddetmiş
olursun. İkinci örnek; küçük üretim, büyük ölçekli üretim
birer kavramdır. Sayısal olarak küçük üretim ekonomide hakim
olabilir. Ama bu, üretilen değer açısından da hakimiyet anlamına
gelmez. O halde yapılması gereken, istatistiğin bu toplumsal
görüngüleri sayısal olarak karakterize etmesi ve analiz
etmesidir. Türkiye açısından bunun sonucu şudur; sayısal olarak
küçük üretim (işletme) büyüklere oranla çok fazladır. Ama
üretim değeri bakımından büyük işletmelerin ekonomideki
hakimiyeti küçük olanlarla karşılaştırılamayacak kadar
belirgindir.
Lenin
şöyle diyor;
"Bir
dizi sorun ve oldukça temel, modern devletlerin ekonomik yapısını
ve gelişmesini ilgilendiren sorunlar, önceleri genel mülahazalar
ve yaklaşık veriler temelinde çözülen sorunlar bugün, söz
konusu ülkenin bütün alanı için belli bir bütünlüklü
programa göre toplanmamış ve istatistiğin uzmanları tarafından
bir araya getirilmemiş çok sayıda verilere dayanılmaksızın bir
ölçüde dahi olsun ciddi bir şekilde incelenemezler" (C.
16, s.435, "Modern Tarımın Kapitalist Sistemi"
yazısından).
Demek
oluyor ki, istatistiksiz politik ekonomi olamayacağı gibi, politik
ekonomisiz istatistik de olmuyor.
İstatistik
konusunda Lenin'i dinleyelim;
"Toplumsal
görüngüler alanında olağanüstü yaygın ve o derece de yanlış
olan bir yöntem vardır. Yani münferit olguları (bağından
kopartarak) çekip almak ve örneklerle hokkabazlık yapmak.
Örnekleri sadece derlemek zahmet istemez, ama ya anlamı yoktur veya
sadece katışıksız olumsuz anlamı vardır. Çünkü esas olan,
münferit durumların dayandıkları somut tarihsel durumdur.
Gerçekler, bütünlükleri içinde, bağlamları
içinde ele alındıklarında sadece 'inatçı' değil, bilakis
mutlaka kanıt güçlü şeylerdir. Ama münferit olgular (gerçekler-
SP.) bütünden kopuk olarak, bağlamından kopuk olarak ele
alındıklarında veriler eksiktir, keyfi olarak (bağından
koparılarak) çekip çıkartılmıştır. Çünkü tam da bu,
verilerle hokkabazlık yapmaktır veya daha da kötü. Örneğin,
önceleri ciddiye alınan ve öyle de kalmak isteyen bir yazar 20.
yüzyılın Avrupa'sında bazı gelişmelerin açıklanması için
Moğol boyunduruğu gerçeğini örnek alırsa bu, sadece,
gerçeklerle hokkabazlık yapmak olarak tanımlanabilir mi veya
siyasi şarlatanlıktan bahsetmek daha doğru olmaz mı?...
Tam
ve tartışmasız olgulardan bir temele ulaşmaya çalışmak
gerekir. Bu temele dayanılmalı ve bu temelle her bir 'genel' veya
'örneklere dayanan' bugünlerde bazı ülkelerde ölçüsüz kötüye
kullanılan gözlemlerle yüz yüze gelinebilmeli. Bunun gerçek bir
temel olması için esas olan, münferit olguları (bağından
kopartarak) çekip almak değil, bilakis söz konusu soruna ilişkin
olguların bütün kompleksini göz önünde tutmaktır, istisnasız
olarak. Çünkü,
aksi taktirde kaçınılmaz olarak olguların keyfi seçildiği veya
bir araya getirildiği üzerine şüphe, tamamen haklı şüphe
doğar...
Bu
düşüncelerden hareketle istatistik ile başlamak istiyoruz. Bunu
yaparken istatistiğin, bazı okurlarda uyandırdığı... derin
antipatinin bilincindeyiz" (C. 23, s. 285/286, "Statistik
und Soziologie" makalesinden).
Biz
de bunun bilincindeyiz. Okur rakamları/sayıları okumuyor, "genel
gözlemlere" bile rağbet etmiyor. Ama sorun sadece "bazı
okur" ile sınırlı değil. Marksizm adına konuşan küçük
burjuvazi, bugünün Türkiye'sinde toplumsal gelişmişliği
neredeyse ortaçağ karanlığı içinde yaşıyor olduğumuzu
kanıtlamak (!) için nesnel gerçeklerden, gerçek istatistik
verilerden öcüden korkar gibi korkuyor! Bunların istatistiğe
duydukları antipati ölçüsüzdür.
4-
İstatistiğin Görevleri
İstatistik,
incelenmesi gereken toplumsal görüngüleri dört açıdan tasnif
eder; a-kapsam; b-yapı; c-diğer görüngülere olan ilişkiler ve
d-görüngülerin değişimi ve gelişmesi. Böyle bir tasniften
sonra istatistik konuyu dört aşamada ele alır; a-teorik analiz;
b-kapsama; c-hazırlık ve d- değerlendirme.
İstatistik,
incelenmesi gereken toplumsal görüngüleri kapsam, diğer
görüngülerle olan ilişkiler ve görüngülerin değişimi ve
gelişmesi bakımından tasnif etmekle toplumsal görüngülerin
nicel yönlerinin özelliklerini ifade etmiş olur. Bu, öncelikle
yapılması gerekendir. Sonra sıra, dört aşamalı çalışma
sürecine gelir. Örnek; Türkiye'de kapitalist üretim biçiminin,
"yarı -feodal üretim tarzı"nın, kapitalist sömürünün
veya feodal sömürünün, burjuva mülkiyetin veya feodal mülkiyetin
hakim olup olmadığını veya hangilerinin hangi oranda var olduğunu
tespit etmek için her biri birer toplumsal görüngü olan bu
görüngüleri, bu nesnel, maddi görüngüleri kapsamı, yapısı,
diğer görüngülerle ilişkileri ve bu görüngülerdeki gelişme
ve değişim bakımından tasnif etmiyorsan; bu zahmetli ve kesin
olarak temel siyasi saptamalara götürecek ilk adımı atmıyorsan
geriye tek bir anlayış kalıyor; istatistiği bir toplum bilimi
olarak kavramamak ve sayısal verilerle, örneklerle hokkabazlık
yapmak (Lenin).
Toplumsal
görüngülerin nicel yanlarının temel karakteristiğini veren bu
tasniften, ilk işten, sonra sıra, dört aşamalı çalışmaya
gelir. Bu çalışmanın her bir aşamasının anlamı şöyledir.
a-
Teorik analiz
Marksist
istatistik, tarihsel materyalizmin ve politik ekonominin ilkelerinden
hareketle ele alınan toplumsal görüngülerin özüne inmeye
çalışır. Teorik düşünceler, ele alınan konu hakkında belli
istatistik şifreler/işaretler/göstergeler ortaya çıkartır.
Sonuç itibariyle bunlar sayı ve kavram bütünlüğüdür ve
toplumsal görüngülerin nicel ve nitel yönlerini ifade ederler.
Ancak bunların yardımıyla çalışma sürdürülebilir. Örnek;
bir ülkenin gayrisafi üretimi. Burada bir taraftan söz konusu
ülkenin gayrisafi üretimi ifade ediliyor. Bu bir kavramdır ve aynı
zamanda ülkedeki bütün sanayi işletmeleri içinde geçerlidir.
Diğer taraftan bu kavram; gayrisafi üretim, hacim (miktar)
bakımından da açıklık ister. Ama kapsam (miktar), işletmeden
işletmeye farklıdır. Teorik analiz bütün bunları göz önünde
tutmak zorundadır.
b-
Kapsam
Burada
söz konusu olan, göstergelerin sayısal hacminin tespitidir.
Araştırılmak istenen toplumsal görüngülerin her biri yukarıda
belirttiğimiz dört açıdan tasnif edilmek zorundadır. Örnek;
bugün -dün de- Türkiye kırında mülkiyet/üretim ilişkilerini
tespit etmek için yararlanılabilecek sayısız istatistik materyal
vardır. Bu materyali değerlendirmeksizin, şurada veya burada
görülen feodal kalıntıyı tarımsal yapıları belirleyen bir
büyüklük olarak kabul ediyorsan, bunu kanıtlamak zorundasın.
Yani kırsal alanda üretimi, mülkiyet ilişkileri, köylünün
parçalanmışlık durumu açısından -bunların hepsi birer
toplumsal görüngüdür- incelemek, bunların kapsamını belirlemek
zorundasın. Ama Maocularımız, bunun tam da tersini yaparak sakın
ha "kapitalist görüngülere inanmayın, Türkiye'de sömürü
kapitalist değil, feodaldir" diyebiliyorlar.
Kapsamı
tespitle istatistik, verili zaman ve mekan koşullarında her bir
somut toplumsal görüngü üzerinde bilgi sahibi olur.
c-Hazırlık
Burada
söz konusu olan, münferit görüngüler üzerine veriler hakkında
ve görüngülerin bütünü hakkında bilgilerin toplanması ve
sosyal-ekonomik tiplerine veya karakteristik özelliklerine göre
ayrıştırılmasıdır.
d-
Değerlendirme
Burada
söz konusu olan, teorik analizle görüngülerin özü üzerine elde
edilmiş olanın derinleştirilmesidir. Bunu yapmak için istatistik,
matematik yöntemine başvurulabileceği gibi, sayısal materyali
daha da anlaşılır/kavranır yapmak için tablolardan ve
grafiklerden de yararlanır. Yani sayısal materyal tablolaştırılır
/ grafikleştirilir” (“Sınıf Pusulası”, sayı 4,
Kasım-Aralık 1999).
İbrahim
Okçuoğlu
15
Temmuz 2017
*
Ama
bir soruna değinmeden geçmeyeceğim. SSCB’de sosyalizmin inşası
üzerine söylenmedik, uydurulmadık bir şey kalmadı dersek
abartmış olmayız. Burjuvazi, sosyalist inşayı anlatırken korku
ve dehşet yaymaktan çekinmemiştir. Öyle ki, sonunda faşizm ve
sosyalizmi; Hitler ve Stalin’i aynı kefeye koymuştur. Bunu
anlıyoruz. Nihayetinde inşa edilen sosyalizm, burjuva düzenin,
kapitalizmin mezar kazıcısıydı.
Batı
Marksizmini de anlıyorum. Bugünkü “Post-Marksizm”in öncelleri
olan bu unsurlar, uzlaşmacı sınıf mücadelesiyle bir yere
varılamayacağını gösteren Ekim Devrimi ve sosyalizmin inşasını
gelecek için; burjuva sınıf iktidarı için en büyük tehlike
olarak görmüşler ve ona göre hareket etmişlerdir. Bu da
anlaşılır.
Ancak,
Lenin’in deyimiyle “hergele” Troçki ve tetikçilerinin genel
olarak sosyalizm ve özel olarak da SSCB’de inşa edilen sosyalizm
hakkında uydurmaları, teoriye ve Sovyet pratiğine ihanetin
ötesindedir. Troçki ve tetikçilerinin Marksizm-Leninizme,
sosyalizme, komünizme, SSCB’ye, inşa edilen sosyalizme, Stalin’e
duydukları nefret, kin, düşmanlık emsalsizdir.
SSCB’de
sosyalizm inşa edilirken Batı’da, kapitalist dünyada proletarya
diktatörlüğünü, inşa edilen sosyalizmi yıkmak için müttefik
arayan ve bulan Troçki’den başkası değildi. Troçki, Avrupa
burjuvazisinin “Kızıl Napolyon”u olarak dolaşırken, Sovyet
insanı sosyalizmi inşa ediyordu.
II.
Dünya Savaşında Alman emperyalizminin SSCB’deki
beşinci kolu görevini
üstlenenler Troçki ve tetikçilerinden başkaları
değildi.(Bkz.:“Düştüysek
Kalkarız, Daha Ölmedik Ya!”, Troçki, “24 Ayar”
Anti-Komünistin Hikayesi, İbrahim
Okçuoğlu;13 Şubat 2013 - 29 Kasım 2014 Cumartesi,
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com)
Troçki
kendi seçimi olan yolunun sonuna gelmişti: 1930'lu yılların
ikinci yarısına gelindiğinde Troçkizm “işçi
sınıfı içinde siyasi bir akım” olmaktan
çıkarak “yabancı
devletlerin casusluk organlarının hizmetinde çalışan zararlı
unsurlar, bölücüler, casus ve katillerden oluşan ilkeden ve
düşünceden yoksun, işçi sınıfının yeminli düşmanı olan
bir çete”ye
(Stalin) dönüşmüştü.
İşte
bu
“katiller...çetesi”nin tek tutarlı yanı, Marksizm-Leninizme,
SSCB’ye, sosyalizmin inşasına durmaksızın saldırılarını
devam ettirmeleridir. “Hergele” Troçki ne uydurduysa aynen
tekrar ediyorlar. Birkaç örnek:
-”Ekim
Devriminin önderlerinden biri olan Troçki hain
ilan edilecek...”.
Açıklaması:
Troçki’yi hiç
kimse
hain ilan etmedi. Ancak, kendi karşıdevrimciliği sonucunda hain
olduğunu kendisi ortaya koydu:
1930'lu
yılların ikinci yarısına gelindiğinde Troçkizm “işçi
sınıfı içinde siyasi bir akım” olmaktan
çıkarak “yabancı
devletlerin casusluk organlarının hizmetinde çalışan zararlı
unsurlar, bölücüler, casus ve katillerden oluşan ilkeden ve
düşünceden yoksun, işçi sınıfının yeminli düşmanı olan
bir çete”ye
dönüşmüştü.
-”Sosyalizm
sınıfsız ve devletsiz toplumdur...”
Açıklaması:
Ne Marks, ne Engels ne Lenin ve ne de Stalin ”Sosyalizm sınıfsız
ve devletsiz toplumdur” iddiasında bulunmuşlardır. Bu saçmalık
“hergele” Troçki’ye ve tetikçilerine aittir.
-”Stalinizmin
teorik alandaki suçlarından biri de, kapitalizmden komünizme geçiş
konusundaki Marksist açılımları bilinçli olarak tahrif
etmesidir. Bu tahrifat nedeniyle dün olduğu gibi bugün de dünya
genelinde sol harekette, sosyalizmi proletarya diktatörlüğü
dönemi ile özdeş sayan bir anlayış
yaygındır.”
Açıklaması:
Sosyalizmi proletarya diktatörlüğü ile özdeş sayan; bunun
teorisini yapan Marks’tır, Engels’tir, Lenin’dir, Stalin’dir.
-”Oysa
Stalinist gelenek, sosyalizm evresini, kapitalizmden sınıfsız
topluma geçiş
dönemi yani proletarya diktatörlüğü dönemi ile aynı şeymiş
gibi gösterir.”
Açıklaması:
Sadece Marks’ın “Gotha Programı” sorunun ne olduğunu
açıklar; bu geçiş döneminin sosyalizm olduğunu döne döne en
çok anlatan Marks, Engels
ve Lenin’dir. Uygulayanlar
da Lenin ve Stalin’dir.
-”Bir
dünya sistemi kurmuş bulunan kapitalizmin tasfiyesinin ancak dünya
ölçeğinde gerçekleşeceği ve sınıfsız toplum düzeninin de
ulusal değil bir dünya düzeni olacağı çok açıktır. Bu
bakımdan işçi sınıfının devrimi (sosyalist devrim) bir dünya
devrimidir...Tek ülkede işçi sınıfı iktidarının kurulması
mümkündür ve bu olasılık devrimin siyasal boyutunu ilgilendirir.
Oysa sosyalist kuruculuk asla tek ülkede tamamlanamaz ve bu
gerçeklik de devrimin toplumsal
boyutuna işaret eder.”
-“Fakat
esasen sosyalist devrim, işçi sınıfının çeşitli
ülkelerde iktidara gelmesiyle birbirine eklemlenen ve bu sayede
kapitalizmin geri dönüşsüz tasfiyesini mümkün kılan sürekli
bir devrim
sürecidir. Ve bu devrim ancak dünya ölçeğinde tamamlanabilir.”
-”1936
yılına gelindiğinde Stalin, Sovyetler Birliği’nde sosyalist
düzenin artık tamamen gerçekleştiğini açıklamıştır.”
(Elif
Çağlı; “Tek Ülkede Sosyalizm” İddiası Sosyalizmin
İnkârıdır, 1 Eylül 2006)
Bu
veya benzeri değişmez saçmalıkları
herhangi bir Troçkist sitede bulabilirsiniz. Yani
bu saçmalıklar
sadece E.
Çağlı’ya özgü değildir.
Son
üç iddianın; tek ülkede sosyalizmin
nihai kuruluşu mümkün değildir; sosyalist devrim, bir sürekli
devrim sürecidir ve ancak dünya ölçeğinde tamamlanabilir; Stalin
SSCB’de sosyalist düzenin artık tamamen gerçekleştiğini
açıklamıştır türünden savların cevabını
da aşağıdaki yazışmada
görüyoruz:
Manturovsk
Reyonu, Kursk Bölgesi, SBLKGB Propagandacısı İvan Filipoviç,
SSCB’de sosyalizmin
nihai zaferi konusunda Stalin yoldaşın ne
düşündüğünü sormak için aşağıdaki mektubu yazar:
İvanov
İvan Filipoviç’in Stalin’e mektubu:
"Değerli Stalin Yoldaş!
Şu
soruya açıklık getirmenizi ivedilikle rica ediyorum: Bizim burada,
hatta Komsomol Bölge Komitesi'nde, ülkemizde sosyalizmin nihai
zaferi üzerine iki tür anlayış var, yani birinci grup çelişkiler
ikinci grup çelişkilerle karıştırılmakta. Sovyetler Birliği'nde
sosyalizmin kaderi üzerine kaleme aldığınız yapıtlarda, iki
grup çelişkiden söz ediliyor
- iç çelişkiler ve dış çelişkiler.
Birinci gruptaki çelişkileri çözmüş olduğumuz ortadadır; sosyalizm ülke içinde zafere ulaşmıştır.
Ben, ikinci grup çelişkiler üzerine, yani sosyalizm ve kapitalizm arasındaki çelişkiler üzerine yanıt istiyorum. Sosyalizmin nihai zaferinin, dış çelişkilerin çözümü, müdahaleye karşı, dolayısıyla kapitalizmin restorasyonuna karşı tam bir garanti anlamına geldiğine işaret ediyorsunuz. Ne var ki, bu çelişkiler grubu bütün ülkelerin işçilerinin çabalarıyla çözümlenebilir.
Birinci gruptaki çelişkileri çözmüş olduğumuz ortadadır; sosyalizm ülke içinde zafere ulaşmıştır.
Ben, ikinci grup çelişkiler üzerine, yani sosyalizm ve kapitalizm arasındaki çelişkiler üzerine yanıt istiyorum. Sosyalizmin nihai zaferinin, dış çelişkilerin çözümü, müdahaleye karşı, dolayısıyla kapitalizmin restorasyonuna karşı tam bir garanti anlamına geldiğine işaret ediyorsunuz. Ne var ki, bu çelişkiler grubu bütün ülkelerin işçilerinin çabalarıyla çözümlenebilir.
Lenin yoldaş da bunu öğretmektedir bize: "Dünya ölçüsünde nihai zafere ancak bütün ülkelerin işçilerinin ortak çabasıyla ulaşılabilir."
SBLKGB
Bölge Komitesi propagandistleri seminerinde, sizin yapıtlarınıza
dayanarak, sosyalizmin nihai zaferinin ancak dünya ölçüsünde
olanaklı olduğunu söyledim. Ne var ki, Bölge Komitesi
çalışanları, Uroşenko (Komsomol Bölge Komitesi birinci
sekreteri) ve Kaselkov (propaganda müfettişi), benim çıkışımı
Troçkist bir çıkış olarak nitelendiriyorlar.
Onlara, sizin yapıtlarınızdan bu soruna ilişkin bölümler okumaya başladım, fakat Uroşenko, üç ciltlik derleme yapıtı kapatmamı önerdi ve şöyle dedi: "Stalin yoldaş bunu 1926'da söylemişti, fakat şimdi 1938 yılındayız. O zaman daha nihai zafere ulaşmamıştık, oysa şimdi nihai zafer elde ettik. Artık müdahaleyi ya da restorasyonu düşünmek bize yakışmaz." Devamla şunu söyledi: "Şimdi sosyalizmin nihai zaferine ve müdahaleye ve kapitalizmin restorasyonuna karşı tam güvenceye ulaşmış bulunuyoruz". Böylece, Troçkizme yardımcı olmakla suçlandım propaganda çalışması yapmam engellendi ve şimdi Komsomol'de kalıp kalmamam tartışılmakta.
Sizden Stalin yoldaş, şu soruyu açıklamanızı rica ediyorum: Sosyalizmin nihai zaferine ulaştık mı, yoksa bugüne kadar uluşamadık mı? Belki de ben, günümüzdeki değişikliklerle bağıntılı tamamlayıcı güncel materyaller bulamadım.
Benim düşünceme göre, Uroşenko'nun Stalin yoldaşın bu soruna ilişkin yapıtlarının eskidiği yönündeki açıklaması anti-bolşevik bir açıklamadır. Ve acaba Bölge Komitesi çalışanları, beni Troçkist olarak değerlendirirken doğru mu davranmışlardır? Bu benim için çok kırıcı ve incitici olmuştur.
Sizden
ricamı reddetmemenizi ve yanıtınızı şu adrese göndermenizi
rica ediyorum - Manturovsk Reyonu, Kursk Bölgesi, Birinci Sasems Köy
Sovyeti, İvanov İvan Filipoviç.
18.1.1938,
İ. İvanov; Manturovsk Reyonu, Kursk Bölgesi SBLKGB Propagandisti
İvan Filipoviç.
*
Stalin’in
cevabı:
Elbette
siz haklısınız, İvanov yoldaş, ideolojik karşıtlarınız, yani
Uroşenko ve Kaselkov yoldaşlar haksızdır.
Şundan dolayı:
Şundan dolayı:
Bir ülkede, bu durumda bizim ülkemizde, sosyalizmin nihai zaferi sorununun iki farklı yanı olduğu kuşku götürmez.
Ülkemizde sosyalizmin nihai zaferi sorununun birinci yanı, ülkemizdeki sınıfların karşılıklı ilişkileri sorununu kapsamaktadır. Bu iç ilişkiler alanıdır. Ülkemizin işçi sınıfı, köylülüğümüzle çelişkilerini aşabilir, onunla bir ittifak kurabilir, işbirliği yapabilir mi? Ülkemizin işçi sınıfı, köylülükle ittifak halinde ülkemizin burjuvazisini yenebilir, elinden toprağı, fabrikaları, maden ocaklarını vs. alabilir ve kendi güçleriyle yeni, sınıfsız toplumu, tam sosyalist toplumu kurabilir mi?
Leninizm bu sorulara evet yanıtı vermektedir. Lenin, "tam sosyalist toplumu kurmak için gerekli her şeye sahip olduğumuz"u öğretiyor. Demek ki, kendi güçlerimizle burjuvazinin üstesinden gelmek ve sosyalist toplumu kurmak zorundayız, bunu yapabiliriz. Daha sonraları faşizmin casus ve ajanları haline gelen Troçki, Zinovyev, Kamenev ve diğer baylar ise, diğer ülkelerde, kapitalist ülkelerde sosyalist devrimin zaferi olmaksızın ülkemizde sosyalizmin inşası olanağını yadsıyorlardı. Bu baylar, ricatlarını diğer ülkelerde "devrimin zaferi" sahte dayanağıyla gizleyerek, meselenin özü itibariyle ülkemizi burjuva gelişme yoluna geri çekmek istiyorlardı. Partimizin bu baylarla çatışmasının nedeni işte buydu. Ülkemizin daha sonraki gelişme süreci partimizin tamamen haklı olduğunu, oysa Troçki ve kumpanyasının haksız olduğunu göstermiştir. Çünkü bu dönemde burjuvaziyi tasfiye ettik, köylülükle kardeşçe işbirliğini sağladık, diğer ülkelerde sosyalist devrimin zaferinin olmamasından bağımsız olarak, ana hatlarıyla sosyalist toplumu kurduk.
Ülkemizde sosyalizmin zaferine ilişkin sorunun birinci yanıyla ilgili durum budur.
İvanov yoldaş, Uroşenko ve Kaselkov yoldaşlarla tartışmanız, sanırım, sorunun bu yanıyla ilgili değil.
Ülkemizde sosyalizmin zaferi sorununun ikinci yanını ülkemizle, öteki ülkelerin, kapitalist ülkelerin karşılıklı ilişkileri sorunu, ülkemizin işçi sınıfıyla, öteki ülkelerin burjuvazileri arasındaki karşılıklı ilişkiler sorunu oluşturur. Bu dış, uluslararası ilişkiler alanıdır. Bir dizi güçlü kapitalist ülkenin kuşatması altında bulunan bir ülkenin muzaffer sosyalizmi, kendisini, bir askeri saldırı (müdahale) tehlikesine karşı ve dolayısıyla da ülkemizde kapitalizmin yeniden kurulması girişimine karşı güvence altında olduğunu düşünebilir mi? İşçi sınıfımız ve köylülüğümüz, öteki ülkelerin burjuvazilerini kendi güçleriyle, kapitalist ülkelerin işçi sınıflarının ciddi yardımları olmaksızın, kendi burjuvazisini yıktığı gibi yıkabilir mi? Başka türlü söylendiğinde: Ülkemizde sosyalizmin zaferinin nihai olduğu, yani sosyalizmin tek ülkede muzaffer olduğu ve kapitalist kuşatmanın sürdüğü koşullar altında, bu tek ülkede sosyalizmin, askeri saldırılardan ve kapitalizmi yeniden kurma çabalarından tamamen uzak olduğu söylenebilir mi?
Ülkemizde sosyalizmin zaferi sorununun ikinci yanıyla bağıntılı olan sorunlar bunlardır.
Leninizm bu soruları hayır diye yanıtlamaktadır. Leninizm, "burjuva ilişkilerin restorasyonuna karşı güvence anlamında sosyalizmin nihai zaferi, sadece uluslararası ölçekte olanaklıdır" demektedir. (Bkz. SBKP(B) XIV. Konferansı bilinen kararı). Bu, uluslararası proletaryanın ciddi yardımının olmaksızın sosyalizmin bir ülkede nihai zaferi görevinin çözülemeyeceği güç olduğu anlamına gelir. Bu, elbette, elimizi kolumuzu bağlayıp, dışarıdan yardım beklentisiyle, oturmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Tam tersine, uluslararası proletaryanın yardımı, ülkemizin savunma gücünün artırılması, Kızıl Ordu ve Kızıl Donanma'nın güçlendirilmesi, bütün ülkenin askeri bir saldırı ve burjuva ilişkilerin restorasyonu girişimine karşı mücadele için seferber edilmesi çalışmasıyla birleştirilmelidir.
Lenin konuya ilişkin şöyle diyor:
"Sadece bir devlet içinde değil, bir devletler sistemi içinde yaşıyoruz ve Sovyet Cumhuriyetinin emperyalist devletlerle yan yana uzun süre varlığını sürdürmesi düşünülemez. Sonunda ya biri ya öteki zafere ulaşacaktır. Bu sona kadar da, Sovyetler Birliği ile bu burjuva devletler arasında bir dizi korkunç çatışma kaçınılmazdır. Bunun anlamı, egemen sınıfın, proletaryanın, eğer egemenliğini sürdürmek istiyorsa, sürdürecekse, bunu askeri örgütleriyle de kanıtlamak zorunda olduğudur." (Lenin, SE, Cilt VIII, Almanca baskı, s. 35, 36).
Ve devamla:
"Bize karşı kinlerini açıkça ifade eden insanlar, sınıflar, hükümetler tarafından kuşatılmış bulunuyoruz. Bir saldırıyla aramızda her zaman kıldan ince bir sınır olduğu akıldan çıkarılmamalıdır." (Cilt XXVII, s. 117, Rusça).
Bu sözler, Lenin'in her zaman yaptığı gibi, süslenmeden, acı, ama dürüst ve gerçeklere uygun sert ve acı söylenmiş sözlerdir.
Bu koşullar temelinde Stalin'in "Leninizmin Sorunları" yazısında şöyle denmektedir:
"Sosyalizmin nihai zaferi, müdahale girişimleri ve dolayısıyla restorasyona karşı tam bir güvencedir; çünkü bir ölçüde ciddiye alınacak bir restorasyon girişimi, sadece dış destekle, sadece uluslararası sermayenin desteğiyle gerçekleşebilir. O nedenle, devrimimizin bütün ülkelerin işçileri tarafından desteklenmesi ve daha da ötesi, bu işçilerin, en azından bazı ülkelerde zafere ulaşması, ilk muzaffer ülkenin müdahale ve restorasyon girişimlerine karşı tamamen güvence altında olması için, sosyalizmin nihai zaferi için, zorunlu koşuldur." (Leninizmin Sorunları, 1932 İlk Dizisi, Alm. Baskı, s. 347).
Gerçekten de, kapitalist kuşatma gerçeğine gözlerini kapamak ve dış düşmanlarımızın, örneğin faşistlerin, uygun fırsatta SSCB'ye askeri saldırı gerçekleştirmeyeceğini düşünmek gülünç ve aptalcadır. Bunu sadece gözü hiçbir şey görmeyen palavracılar veya da halkı uyutmak isteyen gizli halk düşmanları düşünebilir. Müdahale en ufak bir başarı kaydettiğinde müdahalecilerin ele geçirdikleri reyonlarda, Sovyet sistemini yıkıp yerine yeniden burjuva sistemi kurmayacaklarını düşünmek, bundan daha az gülünç değildir. Denikin ve Kolçak, işgal ettikleri bölgelerde burjuva sistemi yeniden kurmadılar mı? Faşistler, Denikin ve Kolçak'tan daha mı iyiler? Kapitalist kuşatma varolduğu müddetçe, askeri müdahale ve restorasyon girişimi tehlikesini sadece aptallar veya da çalım satarak düşmanlıklarını saklamaya çalışan ve halkı demobilize etmeyi amaçlayan gizli düşmanlar reddedebilir. Eğer bir ülke kapitalist kuşatma altındaysa, müdahale ve restorasyon tehlikesine karşı tamamen güvence altında değilse, o ülkede sosyalizmin zaferi nihai olarak görülebilir mi? Bunun yapılamayacağı açıktır.
Tek ülkede sosyalizmin zaferi sorununun durumu budur.
Bu sorunun iki farklı soru içerdiği ortaya çıkıyor: a) Ülkemizde iç ilişkiler, yani burjuvazinin yenilmesi ve sosyalizmin eksiksiz kurulması sorunu ve b) Ülkemizin dış ilişkileri, yani ülkemizin askeri müdahale ve restorasyon tehlikesine karşı tam güvenliğinin sağlanması sorunu. Birinci sorunu çözmüş bulunuyoruz; burjuvazi ülkemizde tasfiye edilmiş ve sosyalizm esas itibariyle kurulmuştur. Buna bizde, sosyalizmin zaferi, ya da daha doğru söylendiğinde, tek ülkede sosyalist inşanın zaferi deniyor.
Eğer ülkemiz, çevresi bir dizi kapitalist ülkeyle kuşatılmış bir durumda değil de, bir adada bulunsaydı, bu zaferin nihai bir zafer olduğunu söyleyebilirdik. Fakat bir adada değil, önemli bir kısmı sosyalizmin ülkesine karşı düşmanca tavırlar içinde olan, müdahale ve restorasyon tehlikesi yaratan bir "devletler sistemi"nde yaşadığımıza göre, açıkça ve dürüstçe ülkemizde sosyalizmin zaferinin nihai olmadığını söylüyoruz. Bundan da, ikinci sorunun henüz çözümlenmediği, henüz çözümlenmek zorunda olduğu sonucu çıkar. Daha da ötesi: İkinci sorun, birinci sorunun çözüldüğü biçimde, yani ülkemizin yalnızca kendi çabalarıyla çözdüğü gibi çözülemez. İkinci sorunu çözmek, uluslararası proletaryanın ciddi çabalarının, bütün Sovyet halkının daha ciddi çabalarıyla birleştirilmesi sayesinde mümkün olacaktır. SSCB işçi sınıfının burjuva ülkelerin işçi sınıflarıyla uluslararası proleter ilişkileri güçlendirilmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. Ülkemize karşı girişilen herhangi bir askeri saldırı durumunda, burjuva ülkelerin işçi sınıflarının işçi sınıfımıza yapacağı politik yardımlar, aynı şekilde işçi sınıfımızın burjuva ülkelerin işçi sınıflarına her türlü yardımı örgütlenmelidir; her tarafta Kızıl Ordu, Kızıl Donanma, Kızıl Hava Filosu, Savunmayı, Havacılığı ve Kimyayı Teşvik Etme Topluluğu (Ossoaviahim) güçlendirilmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. Dış düşmanlarımız tarafından gelecek herhangi bir "kaza" veya da "marifet"in bizi gafil avlamaması için, askeri saldırı tehlikesi karşısında, bütün halk seferberlik durumunda tutulmalıdır...
Mektubunuzdan, Uroşenko yoldaşın başka düşüncelere, pek Leninist olmayan düşüncelere sahip olduğu anlaşılıyor. Anlaşıldığına göre, bu yoldaş, "bugün sosyalizmin nihai zaferine ulaştığımızı, müdahale ve kapitalizmin restorasyonuna karşı tamamen güvence içinde olduğumuzu" iddia ediyor. Uroşenko yoldaşın temelde haksız olduğu kuşku götürmez. Uroşenko yoldaşın böyle bir iddiası sadece, çevremizdeki gerçekliği kavramamak ve Leninizmin en temel ilkelerini anlamamakla veya da burnu büyümüş genç bir bürokratın boş caka satmasıyla açıklanabilir. Eğer gerçekten "müdahaleye ve kapitalist restorasyona karşı tam güvence"ye sahipsek, güçlü bir Kızıl Ordu'ya, Kızıl Donanma'ya, Kızıl Hava Filosuna, güçlü bir Savunmayı, Havacılığı ve Kimyayı Teşvik Etme Topluluğu’na, uluslararası proleter ilişkilerin güçlendirilmesine ve pekiştirilmesine neden ihtiyacımız olsun?
Kızıl Ordu'nun güçlendirilmesi için harcanan milyarlarca rublenin başka ihtiyaçlar için kullanılması ve Kızıl Ordu'nun asgari düzeyde tutulması, hatta dağıtılması daha iyi olmaz mı? Uroşenko yoldaş gibi insanlar, subjektif olarak davamıza bağlı olsalar bile, objektif olarak davamız için tehlike oluşturuyorlar, çünkü caka satmaları sayesinde, isteyerek veya da istemeyerek (hiç fark etmez) halkımızı uyutuyor, işçi ve köylüleri demobilize ediyor, herhangi bir uluslararası karışıklık durumunda, bizi gafil avlaması için, düşmana yardım ediyorlar.
Anlaşıldığına göre, "propaganda çalışmalarından alındığınız ve Komsomol'de kalıp kalmamanızın tartışılması"na gelince yoldaş İvanov, korku duymanıza gerek yok. SBLKGB Bölge Komitesi'ndekiler, gerçekten Çehov'un Assubay Pirişibeyev'ine benzemek istiyorlarsa, bu oyunu kaybedeceklerinden kimse kuşku duymasın. Bizim ülkemizde Pirişibeyev'ler hiç sevilmez.
Şimdi artık, "Leninizmin Sorunları" kitabındaki tek ülkede sosyalizmin zaferi sorunuyla ilgili bölümün eskiyip eskimediğine kendiniz karar verebilirsiniz. Şahsen ben, bunların eskimesini, dünyada kapitalist kuşatma, askeri saldırı tehlikesi, kapitalizmin restorasyon tehlikesi vs. gibi can sıkıcı şeylerin olmamasını çok istiyorum. Fakat ne yazık ki, bu can sıkıcı şeyler varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.”
12 Şubat 1938, J. Stalin. (Stalin, Eserler, Cilt 14, sayfa 185-192, İnter Yayınları)
Şimdi
soru şu:
Bu
gerçekler bilindiği halde Troçki ve tetikçileri, dün ve bugün
neden hala yalan söylemeye, SSCB’de sosyalizmin inşası konusunda
inkarcılığa devam ediyorlar? Neden hala, tek ülkede sosyalizm
kurulmazı yanlış anlamayı, sahtece yanlış anlamayı
sürdürüyorlar? Çok açık; Troçki ve dünkü ve bugünkü
tetikçileri, sınıfsal açıdan, ideolojik olarak
Marksizm-Leninizmin yeminli düşmanlarıdır; onların varlık
iksiri, Marksizm-Leninizm düşmanlığıdır. Troçkizmin başka
bir özelliği yoktur.
Aşağıdaki
veri yığını, SSCB’de 1917-1956 arasında yaşamın her alanında
sosyalizmin inşası için yapılanları ve elde edilen sonuçları
göstermektedir. Troçki ve tetikçileri bu gerçekler, sosyalizmin
inşasında elde edilen sonuçlar karşısında sürekli
susmuşlardır. Ancak, dünya burjuvazisini, inşa edilen
sosyalizme, Bolşeviklere ve Stalin’e karşı politik olarak
besleyen çarpıtmalara ve düpedüz yalanlara sarılmışlardır.
Bugün “sol” diye geçinen birçok çevre ve kişilerin SSCB’de
sosyalizmin inşası üzerine kullandıkları savlar Troçki ve
tetikçilerine aittir.
Oysa
Troçki ve tetikçileri SSCB’de sosyalizmin inşasını nesnel
gerçeklik temelinde eleştirebilirlerdi Sürekli maval okumalarına
gerek yoktu.
Bu
kitap, SSCB’de sosyalizmin inşasını eleştirmek, yanlışını
göstermek isteyenler için de derli-toplu bir veri yığınıdır.
*
Yayınevi
çalışanlarına ve bu kitabın basımına katkı sunan Murat, İmam
ve Aligül arkadaşlara teşekkür ederim.
İbrahim Okçuoğlu
Nisan
2020
İÇİNDEKİLER
BÖLÜM
I
TEMEL
SOSYO – EKON0MİK GÖSTERGELER
BÖLÜM
II
SSCB'DE
SOVYET TOPLUMUNUN VE DEVLET DÜZENİNİN
ZAFERİ,
PEKİŞTİRİLMESİ VE GELİŞTİRİLMESİ
BÖLÜM
III
SOVYETLER
BİRLİĞİ –GÜÇLÜ BİR SANAYİ DEVLETİ
BÖLÜM
IV
SSCB
– SON DERECE MAKİNELEŞMİŞ SOSYALİST BÜYÜK TARIM ÜLKESİ
BÖLÜM
V
DEVASA
İNŞA PROGRAMININ GERÇEKLEŞTİRİLMESİ
BÖLÜM
VI
SOSYALİZMİN
ÜLKESİNDE ULAŞTIRMA SİSTEMİ
BÖLÜM
VII
SSCB
– ÇALIŞMA HAKKININ GERÇEKLEŞTİRİLDİĞİ VE İŞSİZLİĞİN
TASFİYE EDİLDİĞİ ÜLKE
BÖLÜM
VIII
SSCB'DE
KÜLTÜR DEVRİMİ
BÖLÜM
IX
SOVYET
HALKININ MADDİ REFAHININ ARTMASI