COVİD-19
SALGINI KOŞULLARINDA İDEOLOJİK DURUŞ
Korona-Virüs
(bundan sonra Covid-19) salgını boyutlarının ne anlama geldiğini
bilen emperyalist burjuvazi, korku ve dehşet psikolojisinden
yararlanmak için komplo teorilerinden de medet umar oldu. Akıl
almaz, saçmalıkla eş anlamlı “teoriler”in yanı sıra, belli
bir mantığa dayanan “teoriler” de üretildi. Komplo teorilerine
Covid-19’dan dünya devrimi çıkartma anlayışları,
anti-sosyalist, anti-sovyetik propaganda yapma fırsatçılığı,
eskiye yani neoliberalizm öncesi kapitalizme dönme hayalleri,
devletçilik aşkı eşlik etti bazı çevrelerde. Bu çevreler
derken, küçümsenecek çevrelerden bahsetmiyorum. “Post-marksizm”in
bir ucundan diğer ucuna; güneyinden kuzeyine doğusundan batısına
bu unsurlara rastlayabilirsiniz. Bazen karşınıza emperyalist
küreselleşmenin acımasız eleştirmenleri, bazen devletçiliğin
iflah olmaz savunucuları, bazen Marks’a Marksizmi, Lenin’e
Leninizmi öğretenler olarak çıkar karşımıza.
Marksist-Leninist politik ekonomiye katkıları söz konusu
olduğunda, aklınıza ilk gelmesi gereken, Marks’ın Kapital’inin
yanlış olduğu olmalıdır...
Kazanç
kaynağı olsun diye korona patentlendi; Bill Gates bu salgının
patlak vermesinde sorumludur; bu virüs Wuhan’da laboratuvardan
çıkmıştır; bu virüsün nedeni cep telefonu
radyasyonudur; bu virüsün arkasında, rakiplerine zarar vermek
isteyen ABD var; İran’a göre virüs ABD’nin biyolojik bir
saldırısıdır; bir kısım Iraklılara göre bu salgının
sorumlusu D. Trump’tır; Çin’e göre bu salgının
sorumlusu Amerikan askeriyesidir; Trump’a göre bu virüs bir Çin
virüsüdür; DAEŞ’e göre bu virüs “allahın eseri”dir;
İtalya’da korona-virüsten ölen yoktur; bu virüs hiç de yeni
değildir, eskiden beri biliniyordu;
durum göründüğü kadar kötü değildir vs.
Böylesi
komplo teorileri, en azından mantıklı olanları açık ki,
emperyalist burjuvazi tarafından üretilmekte ve bazen birbirlerine
karşı, bazen de ortak amaçlı kullanılmaktadır. Burjuvazi,
insanların bilgisizliğinden yararlanıyor; bilgilendirme adı
altında yukarıdaki saçmalıkları üretiyor ve “piyasa”ya
sürüyor. Bir taraftan Amerikan emperyalizmi Çin düşmanlığını
körüklerken, diğer taraftan burjuva politika, salgının
nedenlerini karanlıkta bırakmak için halkın önüne bu propaganda
malzemelerini sürüyor. Dünya burjuvazisi ortaya çıkardığı
kıyamet günü fantezilerinden yararlanıyor.
Daha
“bilimsel” tartışma bu virüsün “doğal” veya “yapay”
olup olmadığı üzerine. Yani bu virüs, biyolojik silah olarak
kullanılmak için mi üretildi, yoksa doğanın bir ürünü müdür
türünden bir tartışma. Bu virüs kesin kes laboratuvar ürünü
değildir, biyolojik silah değildir diyenlerin yanı sıra, bu
virüsü biyolojik silah olarak görenler de var.
Yaşadığımız
bu dünyada geleceği okuyan bu kadar toplum bilimcisi olduğunu
bilmiyordum. Virüs Çin’de yayılmaya başladığında Çin’i
“batıran” bu toplum bilimcileri, virüs dünya çapında
yayılınca “hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” şarkısını
söylemeye başladılar. Ne eskisi gibi olmayacak sorusunun cevabı
elbette yok. Soyut olarak “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
deniyor. Ancak neyin kast edildiği de açık: Sağlık sistemi böyle
gitmez, eskisi gibi olmalı; yani burjuva devlete teslim edilmeli; bu
alandaki özelleştirme geri alınmalı. Sonra? Peki ilaç tekelleri
de devetleştirilecek mi? Cevap yok.
Dehşet
ve korku ortamı boşuna oluşturulmuyor elbette. Burjuvazi toplumu,
daha doğrusu işçi sınıfı ve emekçi yığınları teslim almak
istiyor. Körüklenen panik, oluşturulan dehşet ve korku ortamı
yönetiliyor. Aksi taktirde, bahanesi salgın olmasına rağmen
ekonomiye ayrılan akıl almaz miktarlar, eve hapsedilen milyonlara
kabul ettirilemezdi. Belki de kapitalizmin tarihinde şimdiye kadar
görülmemiş kapsamda bir sabit sermaye kıyımının yolu
açılamazdı.
Burjuvazi
paniği körüklüyor, oluşan dehşet ve korku ortamında insanlığın
büyük bir felaketle karşı karşıya olduğunu yaymaya başlıyor.
Ve birtakım solların, mademki tehdit bu kadar büyük, o halde
devletin aldığı tedbirlerin yanında olmalıyız düşüncesine
vardıklarını görüyoruz. Hayatın eve sığdırılmasına katkı
sunanların arasında bunlar da var. Eve sığdırılamayanların,
yani çalışmak zorunda olanların korumasız çalışmasına,
zorunluysa ücretsiz izin alınmasına vb. kayıtsız kalanların
arasında da bunlar var.
“Hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak”, sosyal forumlar dünyasının baş
sloganı “başka bir dünya mümkündür”ü anımsatıyor.
Aslında aynı anlama gelen bir slogan. O zaman, emperyalist
küreselleşmeye karşı Avrupa ve dünya sosyal forumlarında yüz
binlerin dile getirdiği bu sloganla neoliberalizm öncesine,
keynesçi kapitalizm döneminin özlemi haykırılıyordu. Şimdi
aynı özlem bu virüs salgını koşullarında sosyal devleti
sahneye çağırıyor, sağlık sistemindeki çöküşün bir daha
olmaması için devletleştirmeye yeniden dönülmesi gerektiği
dillendiriliyor.
“Hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak” düşüncesinin arksında keynesçi
kapitalizm var. Bu kapitalizm, birtakım solların önlem diye
sıraladıkları taleplerin ana omurgasını oluşturuyor. Şu haklar
tanınsın, bu haklar tanınsın diye bir taraftan burjuvaziye akıl
hocalığı yapılırken, diğer taraftan onun çizdiği çerçeve
içinde muhalefetçilik oynanıyor. Eminim ki, bu solların bir kısmı
bunun farkında değil. Keynesçi kapitalizm özlemi çekenlerin,
reformistlerin vb. hayalini kurduğu devletçilik savunulur hale
geliyor. Ancak, çok cılız bir kesim kapitalizmin teşhirini onun
yıkılması mücadelesiyle eş anlamlı ele alıyor.
Burjuvazi,
salgına hazırlıksız yakalandı türünden anlayışlar da
burjuvaziyi aldığı tedbirler bakımından haklı çıkartan, bunun
ötesinde farkına varmadan burjuvaziyi koruyucu bir konumda oluşun
açık bir ifadesidir; bu, ideolojik duruştaki zafiyetin açığa
vurulmasıdır. Bu virüs hikayesi Çin’de ortaya çıktığından
bu yana dünya burjuvazisi bu virüsün Çin’den Avrupa’ya veya
ABD’ye gitmesi için birkaç sene geçer diye mi düşündü de
hazırlıksız yakalanmış oldu? Hayır, virüs Çin’de ortaya
çıktığında durumun ne olduğunu pekala biliyorlardı. Bu
düşüncede olanlar, suçu virüste arıyorlar; bu denli hızlı
yayılmasaydın burjuvazi sana karşı hazırlıklarını tamamlardı
denmek isteniyor adeta. Bence burjuvazi salgına hazırlıksız
yakalandı anlayışı, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın
burjuvaziyi temize çıkartma, onu koruma anlayışıdır.
Bu
toplum bilimcileri, salgından dolayı gönümüzdeki dönemde faşist
rejimlerin yaygınlaşacağından, yani işçi sınıfı ve emekçi
yığınlar üzerindeki baskının artacağından, kıyıda köşede
kalmış birtakım sosyal hakların da tırpanlanacağından
bahsediyorlar. Tamam, olabilir. Ancak, böylece bu görüşte olanlar
şimdiye kadar dünyada faşist, baskıcı rejimlerin pek olmadığını,
salgını fırsat olarak kullanan burjuvazinin baskıcı bir sürece
gireceğini de kabul etmiş oluyor.
Medyada
Covid-19 üzerine meydan muharebesi bütün şiddetiyle devam
etmektedir. Salgının yaygınlaşma boyutu ve özellikle sağlık
sisteminin bazı ülkelerde çökmesi, bazılarında çökme
aşamasına gelmesi; AB ülkelerinde ve ABD’de bu salgın
karşısında burjuvazinin çaresiz-yeteresiz kalması, bu virüs
üzerine propaganda konusunda daha dikkatli davranışı beraberinde
getirmiştir. Ancak, artık güneşin balçıkla sıvanamayacağını
gören hükümetler, bu salgına karşı mücadeleyi ekonomiyi
kurtarma mücadelesine olarak programladılar; ekonomiyi kurtarma
paketlerinin kapsamı yanında virüse karşı alınan tedbirler
devede kula kalmıştır, kalmaktadır.
Bu
virüsün biyolojik silah olarak kullanılmak için üretilip
üretilmediği üzerine tartışma önemsiz değildir. Ancak,
bugünün, şimdinin sorunu değildir. Burjuvazi, bu konuda
manipülasyon yapıyor ve “sol” ve güya sol da bu manipülasyona
göre tartışıyor.
Kapitalizmin
binbir türlü krizi sıralanıyor, iş insanlık krizine kadar
götürülüyor. Örneğin,
bir Troçkist eğilim (World
Socialist Web Site, Die
Corona-Pandemie und die Perspektive des Sozialismus, 31. März 2020)
“Salgın, kapitalizme dayalı bir toplumun iktisadi, sosyal,
politik, kültürel ve hatta ahlaki iflasının yüksek derecede
yoğunlaşmış biçimidir” tespitini yapıyor.
İyi güzel de gönlümüze göre tanımlayarak sıraladığımız
bu krizlerin aynı anda var olduğu koşullarda, yani şimdi bu
salgın döneminde bu sistem nasıl ayakta kalabiliyor ve
yıkmak için ne yapmak gerekir?
Bu soru sürekli
cevapsız kalıyor.
Emperyalist
burjuvazi gözümüzün önünde insanları kandırmaya çalışıyor.
Bazılarına da buna inanmak düşüyor. Kapitalizmde, hele hele
emperyalist küreselleşme sürecinde burjuvazi, sermayenin çıkarına
uygun düşüyorsa kapitalizmin uluslararasılaşmış sorunlarına
uluslararası çözüm bulmaya çalışır. Bunun iki yolu vardır;
emperyalist savaşla karşı karşıya gelen sermaye, uluslararası
rekabeti kendi lehine çözmeye çalışır. Geçici bir dönem için
çözer de. Birinci ve ikinci dünya savaşları buna bir örnektir.
Savaş sonrasında ise savaşla elde edilen statükonun devamı için
anlaşmalar yapılır. Burjuvazinin kapitalizmin uluslararasılaşmış
sorunlarına yaklaşımı böyledir. Bugün, bu salgın döneminde
uluslararasılaşmış sermaye ve üretimin sahipleri, tekeller,
ulus-devletler, bırakalım kapitalizmin salgın olarak
uluslararasılaşmış bu sorununu uluslararası çözmeyi,
birbirlerini tokatlıyorlar, aralarındaki rekabet hız kesmeden
devam ediyor. Bundan bir dünya devrimi çıkartılabilir mi?
Troçkistler çıkartıyor.
Sonuçları
ne kadar yıkıcı olursa olsun Covid-19 tek başına alındığında,
kapitalizmin baş edemediği bir sağlık sorunudur. Ancak,
kapitalizmde kapitalizmin neden olduğu hiçbir sorun, tek başına,
o sorunu üreten ortamdan, ilişkilerden bağımsız olarak ele
alınamaz. Bu nedenle bu salgın sorununun bir devrim sorunu, bu
salgının bir siyasal sorun olduğunu açıklamak, kavratmak
zorundayız. Bu nedenle bu salgın sorununun bir ideolojik sorun
olduğunu kavramalıyız ve kavratmalıyız.
Şimdiye
kadar burjuvazi, baskısıyla, yasalarıyla, zındanlarıyla
insanları esir alamadı. Ama şimdi, bu salgınla korkutarak, eve
kapatıyor, esir alıyor.
Bunun
adını ister sağlık sorunu koyalım, isterseniz başka bir
tanımlamasını yapalım. Neresinden bakarsak bakalım bu sorun
sınıfsal bir sorundur. Sorun sınıfsal olunca, çözümü de
kaçınılmaz olarak sınıfsal olacaktır. Yani ideolojik olacaktır.
Yani kapitalizme karşı sosyalizm için mücadele olacaktır. Her
yıl Ekim Devrimini anıyoruz. Ama bu salgın konusunda sosyalizmin,
SSCB’de inşa edilen sosyalizmin sağlık sorununu nasıl ele
aldığının propagandasını yapmıyoruz? Neden bu konuda
kapitalizm-sosyalizm karşılaştırması yapmıyoruz?
Burada,
hangi sistemde neyin hangi sınıf için hak olduğunu, neyin hangi
sınıf için hak olamayacağını açıklamak gerekir. Burjuvazi ve
onun düzeni sermayenin çıkarlarına hizmet eder. O halde bu
sistemin haktan, hukuktan anladığı sermayeye hizmettir. Bu
nedenle kapitalizmde burjuvazi için hak olan sermaye için de
haktır. Hepsi bu kadar. Bu sistemde sömürülenlerin, baskı
altında tutulanların, yani işçi sınıfı ve emekçi yığınların
ne çalışma hakkı, ne sağlık hakkı ne eğitim hakkı vb.
vardır. Bu haklar, devrim programında yer alan haklardır.
Dolayısıyla sağlık hakkı, eğitim hakkı, kadın-erke arasında
eşitlik hakkı bv. demek aynı zamanda devrim talep etmek demektir.
Bu kadar açık seçik bir sorunda yaratılacak en ufak bir
belirsizlik ideolojide gevşemenin bir yansımasıdır.
Özne
benim, ben değiştiririm, bu bir devrim sorunudur demesini hala
beceremiyoruz. Öyle oluyor ki, bir virüs kapitalist sistemi altüst
ediyor, bir dizi pisliğini ortaya saçıyor, burjuvazi tedbirler
alıyor, durumu kendi lehine değiştirmeye çalışıyor ve “sol”
ben değiştiririm demiyor, her şeye muktedir emperyalizm
değiştirir, ben de neyi değiştirdiğini bulmaya, tespit etmeye ve
yorumlamaya çalışırım diyor adeta.
Tespit
ve kaydetmekle yetiniyoruz.
*
Son
olarak dikkatimi çeken bir yazı üzerinde biraz durmak istiyorum.
Aslında esas tartışılması gereken sadece kapitalizm değil, aynı
zamanda onun yegane alternatifi olan sosyalizm ve SSCB’de sosyalist
inşanın kazandırdıklarıdır. Ama anlaşılan o ki, pek de öyle
olmuyor. Örneğin Hüseyin Ali, “Anti-kapitalist mücadele zamanı”
yazısında (Yeni Özgür Politika, 26 Mart 2020) tam da yapılmaması
gerekeni yapıyor. Bu virüs salgınından sosyalizm propagandası
yerine anti-sosyalist propaganda çıkartıyor. Şöyle deniyor:
“Reel sosyalizm başarısız bir toplumsallık modeli oldu.
Saptırılmış bir toplumsallığı yaşadı. Zaten reel sosyalizm
en az kapitalizm kadar endüstriyalizmi yüceltti. Toplumculuğu,
devletçilik ve bürokratik bir zümreye her şeyi teslim etme olarak
ele aldı.”
Tabii
bu anlayışların SSCB’de sosyalizmin inşasıyla uzaktan yakından
bir ilişkisi yoktur. Yazar SSCB tarihindeki niteliksel değişimi,
1956’da proletarya diktatörlüğünün yıkılmasını ve
revizyonist bir sistemin kurulmasını ve iktidardaki bu sınıfsal
değişimin ekonomiye ve topluma yansımasını belirtme gereği
görmeden SSCB’yi 1917’den dağıldığı 1991’e kadar bir
bütün olarak; “reel sosyalizm”in kurulduğu bir ülke olarak
ele alıyor.
H.
Ali, durumu kurtarmaya çalışıyor. Ama bunun için anti-sosyalist
olmaya gerek yok ki! H. Ali’ye göre “Bazılarının cahilce
belirttiği gibi kapitalizm, neoliberal tüketim toplumu ve
küreselleşme iflas etti, yeniden ulus-devlete dönüş durumu
yaşanmayacak..Çözüm ulus-devletin ortaya çıktığı dönemdeki
gibi sınırları yükseltmek ya da geçilmez engeller koymak
değildir.”
Yazara
göre, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”tan ulus-devlete
dönülmeyecektir sonucu çıkartılmalıdır. Ama kapitalizmin
hiçbir evresinde ulus-devlet hiçbir zaman yok olmadı ki, şimdi
ona geri dönme durumu olsun. Burjuva devlet dün de varı şimdi de
var ve keynesçi kapitalizme dönülse bile var olacak. Ulus-devlet,
rekabette sermayenin çıkarına olan hiçbir gerçek engeli
kaldırmamıştır. Özellikle de emperyalist küreselleşme
sürecinde, ulus-devletin yok olduğunun, “inceldiği”nin çokça
tartışıldığı dönemde dahi sermayenin çıkarına olan
tedbirleri almaktan, engel koymaktan hiçbir zaman geri kalmamıştır.
Kapitalizmin tarihi bu kadar düz değildir.
Peki,
çözüm nedir? Yazarın cevabı şu: “Kapitalizme karşı tek çare
demokratik toplumculuktur, demokratik sosyalizmdir. Yerel
demokrasinin güçlendirilmesidir, komün ve meclislere dayalı
ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasal sistemin yaratılmasıdır.
Devletçilikten kopulmasıdır. Bırakalım merkezi ulus-devlete
dönmeyi, devlete alternatif toplum yönetimi olan demokratik
konfederalizmin yaratılmasıdır.”
“Kapitalizme
karşı tek çare demokratik toplumculuktur, demokratik
sosyalizmdir...Demokratik konfederalizm.”
İşte
bu olmadı. Bir taraftan devlet olmamalı deniyor, örneğin
“demokratik konfederalizm” deniyor, ama aynı zamanda “demokratik
sosyalizm” savunuluyor. “Demokratik” olsa da olmasa da
sosyalizm proletarya diktatörlüğüdür; işçi sınıfı ve
müttefiki emekçilerin iktidarıdır. Bunun diğer adı sosyalist
devlettir. “Demokratik konfederalizm” ise devletsizliktir,
devletin reddidir.
Günümüz
dünyasında; yani kapitalizmin dünya hakimiyeti koşullarında
devletsiz toplum olamaz. Bu koşullarda Kürt ulusu da bağımsızlığını
ulus-devletini kurarak taçlandıracaktır. Ancak, bütün dünyada
sosyalizmin hakim olduğu koşullarda ulus-devletler giderek
çözülerek, bütün toplumlar komünist dünya toplumunda
bütünleşmiş olacaklardır. H. Ali, o zamana kadar sabretmek
zorundadır.
H.
Ali, sosyalizmin bu biçimde talihsiz antipropagandasını yapacağı
yerde Ekim Devriminden itibaren Sovyet insanının dişiyle
tırnağıyla kurduğu o sosyalist toplumun kapitalizmden ne kadar
üstün olduğunu atlatmaya çalışmalıydı. Örneğin sağlık
sistemi, eğitim, sömürü, baskı, özgürlük, farklı ulusların
kardeşçe, özgürce bir arada yaşamaları gerçeğini
anlatmalıydı. Ama tam tersini yapmış...
Devem
edecek