deneme

1 Nisan 2020 Çarşamba

COVİD-19 SALGINI KOŞULLARINDA İDEOLOJİK DURUŞ


COVİD-19 SALGINI KOŞULLARINDA İDEOLOJİK DURUŞ

Korona-Virüs (bundan sonra Covid-19) salgını boyutlarının ne anlama geldiğini bilen emperyalist burjuvazi, korku ve dehşet psikolojisinden yararlanmak için komplo teorilerinden de medet umar oldu. Akıl almaz, saçmalıkla eş anlamlı “teoriler”in yanı sıra, belli bir mantığa dayanan “teoriler” de üretildi. Komplo teorilerine Covid-19’dan dünya devrimi çıkartma anlayışları, anti-sosyalist, anti-sovyetik propaganda yapma fırsatçılığı, eskiye yani neoliberalizm öncesi kapitalizme dönme hayalleri, devletçilik aşkı eşlik etti bazı çevrelerde. Bu çevreler derken, küçümsenecek çevrelerden bahsetmiyorum. “Post-marksizm”in bir ucundan diğer ucuna; güneyinden kuzeyine doğusundan batısına bu unsurlara rastlayabilirsiniz. Bazen karşınıza emperyalist küreselleşmenin acımasız eleştirmenleri, bazen devletçiliğin iflah olmaz savunucuları, bazen Marks’a Marksizmi, Lenin’e Leninizmi öğretenler olarak çıkar karşımıza. Marksist-Leninist politik ekonomiye katkıları söz konusu olduğunda, aklınıza ilk gelmesi gereken, Marks’ın Kapital’inin yanlış olduğu olmalıdır...

Kazanç kaynağı olsun diye korona patentlendi; Bill Gates bu salgının patlak vermesinde sorumludur; bu virüs Wuhan’da laboratuvardan çıkmıştır; bu virüsün nedeni cep telefonu radyasyonudur; bu virüsün arkasında, rakiplerine zarar vermek isteyen ABD var; İran’a göre virüs ABD’nin biyolojik bir saldırısıdır; bir kısım Iraklılara göre bu salgının sorumlusu D. Trump’tır; Çin’e göre bu salgının sorumlusu Amerikan askeriyesidir; Trump’a göre bu virüs bir Çin virüsüdür; DAEŞ’e göre bu virüs “allahın eseri”dir; İtalya’da korona-virüsten ölen yoktur; bu virüs hiç de yeni değildir, eskiden beri biliniyordu; durum göründüğü kadar kötü değildir vs.

Böylesi komplo teorileri, en azından mantıklı olanları açık ki, emperyalist burjuvazi tarafından üretilmekte ve bazen birbirlerine karşı, bazen de ortak amaçlı kullanılmaktadır. Burjuvazi, insanların bilgisizliğinden yararlanıyor; bilgilendirme adı altında yukarıdaki saçmalıkları üretiyor ve “piyasa”ya sürüyor. Bir taraftan Amerikan emperyalizmi Çin düşmanlığını körüklerken, diğer taraftan burjuva politika, salgının nedenlerini karanlıkta bırakmak için halkın önüne bu propaganda malzemelerini sürüyor. Dünya burjuvazisi ortaya çıkardığı kıyamet günü fantezilerinden yararlanıyor.

Daha “bilimsel” tartışma bu virüsün “doğal” veya “yapay” olup olmadığı üzerine. Yani bu virüs, biyolojik silah olarak kullanılmak için mi üretildi, yoksa doğanın bir ürünü müdür türünden bir tartışma. Bu virüs kesin kes laboratuvar ürünü değildir, biyolojik silah değildir diyenlerin yanı sıra, bu virüsü biyolojik silah olarak görenler de var.

Yaşadığımız bu dünyada geleceği okuyan bu kadar toplum bilimcisi olduğunu bilmiyordum. Virüs Çin’de yayılmaya başladığında Çin’i “batıran” bu toplum bilimcileri, virüs dünya çapında yayılınca “hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” şarkısını söylemeye başladılar. Ne eskisi gibi olmayacak sorusunun cevabı elbette yok. Soyut olarak “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” deniyor. Ancak neyin kast edildiği de açık: Sağlık sistemi böyle gitmez, eskisi gibi olmalı; yani burjuva devlete teslim edilmeli; bu alandaki özelleştirme geri alınmalı. Sonra? Peki ilaç tekelleri de devetleştirilecek mi? Cevap yok.

Dehşet ve korku ortamı boşuna oluşturulmuyor elbette. Burjuvazi toplumu, daha doğrusu işçi sınıfı ve emekçi yığınları teslim almak istiyor. Körüklenen panik, oluşturulan dehşet ve korku ortamı yönetiliyor. Aksi taktirde, bahanesi salgın olmasına rağmen ekonomiye ayrılan akıl almaz miktarlar, eve hapsedilen milyonlara kabul ettirilemezdi. Belki de kapitalizmin tarihinde şimdiye kadar görülmemiş kapsamda bir sabit sermaye kıyımının yolu açılamazdı.

Burjuvazi paniği körüklüyor, oluşan dehşet ve korku ortamında insanlığın büyük bir felaketle karşı karşıya olduğunu yaymaya başlıyor. Ve birtakım solların, mademki tehdit bu kadar büyük, o halde devletin aldığı tedbirlerin yanında olmalıyız düşüncesine vardıklarını görüyoruz. Hayatın eve sığdırılmasına katkı sunanların arasında bunlar da var. Eve sığdırılamayanların, yani çalışmak zorunda olanların korumasız çalışmasına, zorunluysa ücretsiz izin alınmasına vb. kayıtsız kalanların arasında da bunlar var.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, sosyal forumlar dünyasının baş sloganı “başka bir dünya mümkündür”ü anımsatıyor. Aslında aynı anlama gelen bir slogan. O zaman, emperyalist küreselleşmeye karşı Avrupa ve dünya sosyal forumlarında yüz binlerin dile getirdiği bu sloganla neoliberalizm öncesine, keynesçi kapitalizm döneminin özlemi haykırılıyordu. Şimdi aynı özlem bu virüs salgını koşullarında sosyal devleti sahneye çağırıyor, sağlık sistemindeki çöküşün bir daha olmaması için devletleştirmeye yeniden dönülmesi gerektiği dillendiriliyor.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” düşüncesinin arksında keynesçi kapitalizm var. Bu kapitalizm, birtakım solların önlem diye sıraladıkları taleplerin ana omurgasını oluşturuyor. Şu haklar tanınsın, bu haklar tanınsın diye bir taraftan burjuvaziye akıl hocalığı yapılırken, diğer taraftan onun çizdiği çerçeve içinde muhalefetçilik oynanıyor. Eminim ki, bu solların bir kısmı bunun farkında değil. Keynesçi kapitalizm özlemi çekenlerin, reformistlerin vb. hayalini kurduğu devletçilik savunulur hale geliyor. Ancak, çok cılız bir kesim kapitalizmin teşhirini onun yıkılması mücadelesiyle eş anlamlı ele alıyor.

Burjuvazi, salgına hazırlıksız yakalandı türünden anlayışlar da burjuvaziyi aldığı tedbirler bakımından haklı çıkartan, bunun ötesinde farkına varmadan burjuvaziyi koruyucu bir konumda oluşun açık bir ifadesidir; bu, ideolojik duruştaki zafiyetin açığa vurulmasıdır. Bu virüs hikayesi Çin’de ortaya çıktığından bu yana dünya burjuvazisi bu virüsün Çin’den Avrupa’ya veya ABD’ye gitmesi için birkaç sene geçer diye mi düşündü de hazırlıksız yakalanmış oldu? Hayır, virüs Çin’de ortaya çıktığında durumun ne olduğunu pekala biliyorlardı. Bu düşüncede olanlar, suçu virüste arıyorlar; bu denli hızlı yayılmasaydın burjuvazi sana karşı hazırlıklarını tamamlardı denmek isteniyor adeta. Bence burjuvazi salgına hazırlıksız yakalandı anlayışı, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın burjuvaziyi temize çıkartma, onu koruma anlayışıdır.

Bu toplum bilimcileri, salgından dolayı gönümüzdeki dönemde faşist rejimlerin yaygınlaşacağından, yani işçi sınıfı ve emekçi yığınlar üzerindeki baskının artacağından, kıyıda köşede kalmış birtakım sosyal hakların da tırpanlanacağından bahsediyorlar. Tamam, olabilir. Ancak, böylece bu görüşte olanlar şimdiye kadar dünyada faşist, baskıcı rejimlerin pek olmadığını, salgını fırsat olarak kullanan burjuvazinin baskıcı bir sürece gireceğini de kabul etmiş oluyor.

Medyada Covid-19 üzerine meydan muharebesi bütün şiddetiyle devam etmektedir. Salgının yaygınlaşma boyutu ve özellikle sağlık sisteminin bazı ülkelerde çökmesi, bazılarında çökme aşamasına gelmesi; AB ülkelerinde ve ABD’de bu salgın karşısında burjuvazinin çaresiz-yeteresiz kalması, bu virüs üzerine propaganda konusunda daha dikkatli davranışı beraberinde getirmiştir. Ancak, artık güneşin balçıkla sıvanamayacağını gören hükümetler, bu salgına karşı mücadeleyi ekonomiyi kurtarma mücadelesine olarak programladılar; ekonomiyi kurtarma paketlerinin kapsamı yanında virüse karşı alınan tedbirler devede kula kalmıştır, kalmaktadır.
Bu virüsün biyolojik silah olarak kullanılmak için üretilip üretilmediği üzerine tartışma önemsiz değildir. Ancak, bugünün, şimdinin sorunu değildir. Burjuvazi, bu konuda manipülasyon yapıyor ve “sol” ve güya sol da bu manipülasyona göre tartışıyor.

Kapitalizmin binbir türlü krizi sıralanıyor, iş insanlık krizine kadar götürülüyor. Örneğin, bir Troçkist eğilim (World Socialist Web Site, Die Corona-Pandemie und die Perspektive des Sozialismus, 31. März 2020) “Salgın, kapitalizme dayalı bir toplumun iktisadi, sosyal, politik, kültürel ve hatta ahlaki iflasının yüksek derecede yoğunlaşmış biçimidir” tespitini yapıyor. İyi güzel de gönlümüze göre tanımlayarak sıraladığımız bu krizlerin aynı anda var olduğu koşullarda, yani şimdi bu salgın döneminde bu sistem nasıl ayakta kalabiliyor ve yıkmak için ne yapmak gerekir? Bu soru sürekli cevapsız kalıyor.

Emperyalist burjuvazi gözümüzün önünde insanları kandırmaya çalışıyor. Bazılarına da buna inanmak düşüyor. Kapitalizmde, hele hele emperyalist küreselleşme sürecinde burjuvazi, sermayenin çıkarına uygun düşüyorsa kapitalizmin uluslararasılaşmış sorunlarına uluslararası çözüm bulmaya çalışır. Bunun iki yolu vardır; emperyalist savaşla karşı karşıya gelen sermaye, uluslararası rekabeti kendi lehine çözmeye çalışır. Geçici bir dönem için çözer de. Birinci ve ikinci dünya savaşları buna bir örnektir. Savaş sonrasında ise savaşla elde edilen statükonun devamı için anlaşmalar yapılır. Burjuvazinin kapitalizmin uluslararasılaşmış sorunlarına yaklaşımı böyledir. Bugün, bu salgın döneminde uluslararasılaşmış sermaye ve üretimin sahipleri, tekeller, ulus-devletler, bırakalım kapitalizmin salgın olarak uluslararasılaşmış bu sorununu uluslararası çözmeyi, birbirlerini tokatlıyorlar, aralarındaki rekabet hız kesmeden devam ediyor. Bundan bir dünya devrimi çıkartılabilir mi? Troçkistler çıkartıyor.

Sonuçları ne kadar yıkıcı olursa olsun Covid-19 tek başına alındığında, kapitalizmin baş edemediği bir sağlık sorunudur. Ancak, kapitalizmde kapitalizmin neden olduğu hiçbir sorun, tek başına, o sorunu üreten ortamdan, ilişkilerden bağımsız olarak ele alınamaz. Bu nedenle bu salgın sorununun bir devrim sorunu, bu salgının bir siyasal sorun olduğunu açıklamak, kavratmak zorundayız. Bu nedenle bu salgın sorununun bir ideolojik sorun olduğunu kavramalıyız ve kavratmalıyız.
Şimdiye kadar burjuvazi, baskısıyla, yasalarıyla, zındanlarıyla insanları esir alamadı. Ama şimdi, bu salgınla korkutarak, eve kapatıyor, esir alıyor.

Bunun adını ister sağlık sorunu koyalım, isterseniz başka bir tanımlamasını yapalım. Neresinden bakarsak bakalım bu sorun sınıfsal bir sorundur. Sorun sınıfsal olunca, çözümü de kaçınılmaz olarak sınıfsal olacaktır. Yani ideolojik olacaktır. Yani kapitalizme karşı sosyalizm için mücadele olacaktır. Her yıl Ekim Devrimini anıyoruz. Ama bu salgın konusunda sosyalizmin, SSCB’de inşa edilen sosyalizmin sağlık sorununu nasıl ele aldığının propagandasını yapmıyoruz? Neden bu konuda kapitalizm-sosyalizm karşılaştırması yapmıyoruz?

Burada, hangi sistemde neyin hangi sınıf için hak olduğunu, neyin hangi sınıf için hak olamayacağını açıklamak gerekir. Burjuvazi ve onun düzeni sermayenin çıkarlarına hizmet eder. O halde bu sistemin haktan, hukuktan anladığı sermayeye hizmettir. Bu nedenle kapitalizmde burjuvazi için hak olan sermaye için de haktır. Hepsi bu kadar. Bu sistemde sömürülenlerin, baskı altında tutulanların, yani işçi sınıfı ve emekçi yığınların ne çalışma hakkı, ne sağlık hakkı ne eğitim hakkı vb. vardır. Bu haklar, devrim programında yer alan haklardır. Dolayısıyla sağlık hakkı, eğitim hakkı, kadın-erke arasında eşitlik hakkı bv. demek aynı zamanda devrim talep etmek demektir. Bu kadar açık seçik bir sorunda yaratılacak en ufak bir belirsizlik ideolojide gevşemenin bir yansımasıdır.

Özne benim, ben değiştiririm, bu bir devrim sorunudur demesini hala beceremiyoruz. Öyle oluyor ki, bir virüs kapitalist sistemi altüst ediyor, bir dizi pisliğini ortaya saçıyor, burjuvazi tedbirler alıyor, durumu kendi lehine değiştirmeye çalışıyor ve “sol” ben değiştiririm demiyor, her şeye muktedir emperyalizm değiştirir, ben de neyi değiştirdiğini bulmaya, tespit etmeye ve yorumlamaya çalışırım diyor adeta.
Tespit ve kaydetmekle yetiniyoruz.

*

Son olarak dikkatimi çeken bir yazı üzerinde biraz durmak istiyorum. Aslında esas tartışılması gereken sadece kapitalizm değil, aynı zamanda onun yegane alternatifi olan sosyalizm ve SSCB’de sosyalist inşanın kazandırdıklarıdır. Ama anlaşılan o ki, pek de öyle olmuyor. Örneğin Hüseyin Ali, “Anti-kapitalist mücadele zamanı” yazısında (Yeni Özgür Politika, 26 Mart 2020) tam da yapılmaması gerekeni yapıyor. Bu virüs salgınından sosyalizm propagandası yerine anti-sosyalist propaganda çıkartıyor. Şöyle deniyor: “Reel sosyalizm başarısız bir toplumsallık modeli oldu. Saptırılmış bir toplumsallığı yaşadı. Zaten reel sosyalizm en az kapitalizm kadar endüstriyalizmi yüceltti. Toplumculuğu, devletçilik ve bürokratik bir zümreye her şeyi teslim etme olarak ele aldı.”

Tabii bu anlayışların SSCB’de sosyalizmin inşasıyla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Yazar SSCB tarihindeki niteliksel değişimi, 1956’da proletarya diktatörlüğünün yıkılmasını ve revizyonist bir sistemin kurulmasını ve iktidardaki bu sınıfsal değişimin ekonomiye ve topluma yansımasını belirtme gereği görmeden SSCB’yi 1917’den dağıldığı 1991’e kadar bir bütün olarak; “reel sosyalizm”in kurulduğu bir ülke olarak ele alıyor.

H. Ali, durumu kurtarmaya çalışıyor. Ama bunun için anti-sosyalist olmaya gerek yok ki! H. Ali’ye göre “Bazılarının cahilce belirttiği gibi kapitalizm, neoliberal tüketim toplumu ve küreselleşme iflas etti, yeniden ulus-devlete dönüş durumu yaşanmayacak..Çözüm ulus-devletin ortaya çıktığı dönemdeki gibi sınırları yükseltmek ya da geçilmez engeller koymak değildir.”

Yazara göre, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”tan ulus-devlete dönülmeyecektir sonucu çıkartılmalıdır. Ama kapitalizmin hiçbir evresinde ulus-devlet hiçbir zaman yok olmadı ki, şimdi ona geri dönme durumu olsun. Burjuva devlet dün de varı şimdi de var ve keynesçi kapitalizme dönülse bile var olacak. Ulus-devlet, rekabette sermayenin çıkarına olan hiçbir gerçek engeli kaldırmamıştır. Özellikle de emperyalist küreselleşme sürecinde, ulus-devletin yok olduğunun, “inceldiği”nin çokça tartışıldığı dönemde dahi sermayenin çıkarına olan tedbirleri almaktan, engel koymaktan hiçbir zaman geri kalmamıştır. Kapitalizmin tarihi bu kadar düz değildir.

Peki, çözüm nedir? Yazarın cevabı şu: “Kapitalizme karşı tek çare demokratik toplumculuktur, demokratik sosyalizmdir. Yerel demokrasinin güçlendirilmesidir, komün ve meclislere dayalı ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasal sistemin yaratılmasıdır. Devletçilikten kopulmasıdır. Bırakalım merkezi ulus-devlete dönmeyi, devlete alternatif toplum yönetimi olan demokratik konfederalizmin yaratılmasıdır.”

Kapitalizme karşı tek çare demokratik toplumculuktur, demokratik sosyalizmdir...Demokratik konfederalizm.”

İşte bu olmadı. Bir taraftan devlet olmamalı deniyor, örneğin “demokratik konfederalizm” deniyor, ama aynı zamanda “demokratik sosyalizm” savunuluyor. “Demokratik” olsa da olmasa da sosyalizm proletarya diktatörlüğüdür; işçi sınıfı ve müttefiki emekçilerin iktidarıdır. Bunun diğer adı sosyalist devlettir. “Demokratik konfederalizm” ise devletsizliktir, devletin reddidir.

Günümüz dünyasında; yani kapitalizmin dünya hakimiyeti koşullarında devletsiz toplum olamaz. Bu koşullarda Kürt ulusu da bağımsızlığını ulus-devletini kurarak taçlandıracaktır. Ancak, bütün dünyada sosyalizmin hakim olduğu koşullarda ulus-devletler giderek çözülerek, bütün toplumlar komünist dünya toplumunda bütünleşmiş olacaklardır. H. Ali, o zamana kadar sabretmek zorundadır.

H. Ali, sosyalizmin bu biçimde talihsiz antipropagandasını yapacağı yerde Ekim Devriminden itibaren Sovyet insanının dişiyle tırnağıyla kurduğu o sosyalist toplumun kapitalizmden ne kadar üstün olduğunu atlatmaya çalışmalıydı. Örneğin sağlık sistemi, eğitim, sömürü, baskı, özgürlük, farklı ulusların kardeşçe, özgürce bir arada yaşamaları gerçeğini anlatmalıydı. Ama tam tersini yapmış...

Devem edecek