KOVİD-19
GÜNLERİNDE “ORTAYA KARIŞIK” NOTLAR VE SORULAR
Fetişleştirilen
Diktatör Kovid-19 Ve Hem
Nalına
Hem
Mıhına
Vuranlar!
Özneye,
özne olmaya, özne olma iddiasına; bu işi biz yaparız, misyonumuz
budur iddiasına ne kadar yakınız?
Özneyi
kendi dışımızda arayacak kadar yakınız. Bu işi biz yaparız
diyenimiz var mı? Yok, ne idüğü belli olmayan “çeşitli”
sosyalistler, komünistler vs. Her halde bunların içinde her türden
devrim ve mücadele kaçkını, bütün mesleği Marksizm-Leninime
karşı mücadele etmek olan ve bu nedenle de burjuvazi tarafından
desteklenen bilumum “Post-Marksistler” ve tabii ki,
troçkistlerin de var.
Neredeyse insanlığı sosyalist insanlık, sıkılmasak komünist insanlık ilan edecek duruma geldik. Bir burjuva insanlık demediğimiz kaldı. Peki, şu Kovid-19 günlerinde sosyalizmi tarif edenimiz var mı? Soyut, herkesin kabulleneceği bir sosyalizmden milim sapmamaya bayağı özen gösterilmektedir. Mademki sosyalizmi benimsiyoruz, peki neden somutlaştırmıyoruz? Şu Kovid-19 günlerinde; burjuva sağlık sisteminin çöktüğü günlerde sosyalizmin sağlık sorununu nasıl çözdüğünü neden döne döne anlatmıyoruz? Sosyalizmin somut propagandası için bundan daha büyük “fırsat” olur mu? Tamam, Çin’de sosyalizm kurulmadı, ama en azından Mao döneminde sarığınla karşı mücadele edildi; halk sağlığı için adımlar atıldı. Peki, Çin’de sosyalizmin kurulduğunu savunanlar, o dönemde halk sağlığı için atılan adımları neden bugün bilince çıkartarak burjuvazinin sağlık sistemine karşı mücadele etmiyorlar? Neden SSCB’de bu alanda atılan devasa adımların propagandasını SSCB’nin sosyalist olduğunu (en azından 20. kongreye kadar) savunanlardan hiç duymuyoruz?
Kapsayıcı
olmak adına olsa gerek, sosyalizmi genel kavramlara sığdırmaya
bayağı yatkınız, ama onu somutlaştırmanın çok uzağındayız...
Özgürlük
mü dediniz!
Burjuvazi
sokağa çıkma yasağı, sınırlandırma der demez aklımıza ilk
gelen bireysel özgürlük oldu. Yoksa olmadı mı? Bireysel
özgürlüğümüzü elimizden alamazsın, sınırlandıramazsın
diyerek neredeyse protesto amacıyla sokağa çıkacaktık. Ama
bireysel özgürlüğüme dokunamazsınla köpürürken aklımıza
sınıfsal özgürlük gelmedi; toplum umurumuzda bile değildi;
biz’in yerinde ben duruyordu.
Bireysel
özgürlük analayışı bizi kör ettiği için, sınıfsal
özgürlükten ne kadar uzakta olduğumuzu anlayamadık,
anlayamıyoruz!
Hayat
eve sığmaz mı dediniz?
Sığıyor,
bayağı sığıyor! Ölümle kucak kucağa çalıştırılanlar
hariç hiç kimse dışarı çıkmıyor veya “hayat eve sığmaz”dan
hareketle dışarı çıkan olmuyor. “Sol”, diktatörün sözünü
bugüne kadar hiç böyle dinlememişti. Dışarı çıkma diyor,
çıkmıyoruz; evde otur diyor evde oturuyoruz! Tabii, buna
uymayanlar da var. Bayağı kalabalık bir insan yığını,
bildiğini okuyor; adeta diktatöre kafa turacasına sokağa çıkıyor,
evde oturmuyor.
Şu
Kovid-19 günlerinden geçiyor olmasaydık, ideoloji pek aklımıza
gelmezdi. Gerçekten de kahrolası koronasız yıllarda ideolojinin
gözümüzde adeta beş paralık değeri yoktu; çok ideolojili olma
adına ideolojisizliği savunur olduk. İdeolojiden ziyade
ideolojisizliğe yakındık. Ama şimdi korona sayesinde ideolojiyi
hatırladık, öyle bir hatırladık ki, doğru olarak, koronaya
karşı mücadeleyi bir ideolojik mücadele olarak ilan ettik. Yoksa
öyle olmadı mı?
Kovid-19,
bize eski günleri hatırlattı. Ne kadar da özlemişiz o günleri...
Hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak diyoruz, başka bir şey demiyoruz. Peki,
hiçbir şey eskisi gibi olmayacağı anladım da, nasıl olacağını
bir türlü anlayamıyorum. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktan ne
anlaşılıyoru anlayamadım. Ancak, hiçbir şey gelecekte Kovid-19
günleri gibi, neoliberal koşullarda yaşam gibi olmayacak. Bunu
anlıyorum. Ne olacak konusunda geriye iki yol kalıyor. Yollardan
birisi keynesçi kapitalizme duyulan dindirilemez özlem, yani
1950’li, ‘60’lı, ‘70’li yıllara duyulan özlem. Diğer
yol ise çok radikal, insanları korkutacak kadar radikal; ne idüğü
belli olmayan bir dünya devrimi! Sistem ha çöktü ha çökecek!
Kapitalizm “sistem krizi” içinde can çekişiyor. VE dünya
çapında sosyalizm dillerden düşmez olmuş! Kovid-19’dan dolayı
neredeyse her dünyalıyı sosyalist, komünist yaptık! Yoksa öyle
olmuyor mu?
Bence
bu yollar çıkmaz sokaktır. Keynesçi kapitalizme dönülüp
dönülmemesi önemli değil. Kapitalizmin, keynesçiliğe asla
dönülmez diye bir nesnel yasası yok. Bundan en çok korkanlar,
neoliberaller değildir. Bundan en çok korkanlar, geriye dönüş
asla olmaz diyenlerdir. Şimdi onları geriye dönüş ya olursa
korkusu sarmıştır. Bu salgının biraz uzaması, şu anda ölümle
yüz yüze çalıştırılan işçilerin de üretimden çekilmesi,
yani üretimin çok yavaşlaması, dünya çapında başta işçi
sınıfı ve emekçi yığınlar olmak üzere yüz milyonlarla ifade
edilen kitlenin tepkisinin eyleme dönüşmesi, sermayeyi kara kara
düşünmeye sevk edecektir. O zaman görürüz, bugün bol keseden
atıp tutanları, gayet radikal olarak asla olamaz, geriye dönülmez
diyenleri.
Ancak,
bazı şeyler mutlaka olacaktır; bazı özgün süreçlerden
geçeceğiz ve gerçekten de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır:
-İdeolojiye
bakış eskisi gibi olmayacaktır.
-Marksizm-Leninizme
bakış eskisi gibi olmayacaktır.
-İşçi
sınıfına bakış eskisi gibi olmayacaktır.
-Marksist-Leninist
parti olup da, işçi sınıfından bihaberlik olmayacaktır.
-Sosyalizm
denince SSCB yeniden akıllara kazınacaktır.
-Emperyalist
küreselleşmenin uluslararasılaşmış sermaye ve üretimin
hareketine, doğrudan kar oranı seyrine bağlı olduğu anlaşılmış
olacaktır.
Eskisi
gibi olmayacaklar saymakla bitmez...
Şu
Kovid-19 günlerinde yazılıp çizilenlere bakınca ilk aklıma
gelen “Yoldaş Pançuni” oluyor. Gerçekten de sanki her köşede
bir “Yoldaş Pançuni” var; “Yoldaş Pançuni” yazıyor,
çiziyor, direktif veriyor, planlıyor, örgütlüyor... Ama “Yoldaş
Pançuni”nin yaptıklarından kimsenin haberi yok...
Bu
bakımdan gerçeklerden “Yoldaş Pançuni” kadar uzağız veya o,
gerçeklere ne kadar yakınsa biz de o kadar yakınız!
Salgından,
Kovid-19’dan bir kriz çıkartacak kadar hızlıyız. Yani kolera
krizi, verem krizi, çiçek krizi, veba krizi gibi. Biraz garip oldu,
ama fark etmez. Sadece kriz üretmekte ne kadar mahir olduğumuzu
hatırlatmak istedim.
Sosyalizmi
yeniden keşfettik diyemem, ama şu Kovid-19 olmasaydı sosyalizmi bu
kadar özlediğimizi bilemeyecektik. Bırakalım sosyalizmi,
komünizmi dahi bu kadar yakınlaştıran Kovid- 19’dur. Ancak bu
sevgi kuru bir sevgidir, özlemdir. Sosyalizm nedir diye sorsalar,
somut bir cevabımız yoktur; abartmayalım herkesin yoktur. Lenin’in
deyimiyle “hergele” Troçki’ye göre sosyalizmde para, sınıf,
sınır yoktur. Dolayısıyla insanlık tarihinde böyle bir sistem
henüz yaşanmamıştır. SSCB’de sosyalim kurulmamıştır, sadece
denemeler olmuştur. Peki, şu Kovid-19 günlerinde, sosyalizm
özleminin tavan yaptığı bu günlerde şu sosyalizmi
somutlaştırarak propagandasını yapsak ne olur? Ne kaybederiz?
Hani kapitalizmde sağlık sistemi çöktü; kapitalizmde sağlık
hakkı yok, ancak paran kadar sağlık satın alabilirsin diyoruz ya!
Ama sosyalizmde sağlık hakkın var, dinlenme hakkı vb. vardır
desek ne olur? Bu karşılaştırmayı yapmanın ve sosyalizmi
somutlaştırmanın önünde bir engel var mı? Yok. O zaman neden
yapılmıyor bu propaganda?
Şu
Kovid-19 günleri olmasaydı, bu kadar radikal olabileceğimiz hiç
aklıma gelmezdi. Radikal mi radikaliz. Troçkist sitelere
bakmıyorum, onlar da bir radikallik yarışına girmişler gibi. Çok
radikal olabiliriz. Ancak “Yoldaş Pançuni” kadar radikal
olamayız. Çünkü “Yoldaş Pançuni” radikalliğini bizzat
yaşayan birisiydi.
Bizdeki
radikallik ise çok değişik bir radikalliktir:
-Yorum
radikalliği,
-Tespit
radikalliği,
-Kendiliğindenciliğe
tapma radikalliği,
-Özneyi
başka yerde arama radikalliğini,
-Kendini
özne olarak görmeme radikalliği.
Örgütlerin
yazıp çizdiklerine bakın: Hiçbir ben yaparım demiyor; benim
programımda bunlar var demiyor. Bu benim tarihsel misyonumdur
demiyor. Yapılmalıdır, olmalıdır vs. deniyor. Akıl veriyor;
yapacak olanlara yol gösteriyor. Özne olarak akıl bende iddiasında
bulunmuyor.
Kendiliğindenciliğe
ne kadar yakınsak, Marksizm-Leninizmden de o kadar uzağız.
Ama
bu konuda troçkist tetikçilerin bizden bir adım ileride olduğunu
kabul etmek gerekir.
En
azından dünya devriminden, salgınla birlikte kapitalizmin sistem
krizinin, kapitalizmi çökmeye götüreceğinden; bütün bu
öngörülerin Troçki’ye ait olduğundan bahsediyorlar, bunun
propagandasını yapıyorlar. Troçkist eğilimlerin (“akımlar”ın)
her biri kendi yarattığı Troçki’nin propagandasını yapıyor,
Marksist-Leninistler Marksizm-Leninizmin propagandasını yapmıyor.
Neden?
Şöyle
düşünelim:
Bir
Troçkist tanımını yaptığı bir dünya sosyalist devriminden
bahsediyor. Kapitalizmin sistem krizinden bahsediyor ve kapitalizmin
çökeceğine işaret ediyor ve ilham kaynağının Troçki olduğunu
avazı çıktığı kadar bağırıyor.
Ama
bir Marksist-Leninist tanımını yapamadığı bir dünya sosyalist
devriminden bahsediyor, Marksist-Leninist politik ekonominin
geliştirdiği kapitalizmin genel krizinden bahsedemiyor, kapitalizmi
çökertecek, ortadan kaldıracak olan sınıfın işçi sınıfı
olduğu düşüncesini işleyemiyor ve ilham kaynağının
Marksizm-Leninizm olduğunu avazı çıktığı kadar bağıramıyor.
Biraz
tuhaf değil mi?
Reformizme,
keynesçi kapitalizme ne kadar yakınız veya ne kadar uzağız.
Kendimize bir soralım.
Kapitalizmde
temel hak ve özgürlükten bahsedebilir miyiz? Veya burjuva
anayasada bahsi geçen temel haklar ve özgürlüklerden anlaşılması
gereken nedir? Bu konuda Kovid-19 günlerinde bile bazı iflah olmaz
reformistlerin akılları başına gelmedi. Kovid-19 bile çare
olmadı...
Kapitalist
toplum sınıflı toplumdur. Burjuvazi bu düzeni, kendi düzenini
kendi sınıfsal çıkarlarına uygun yasalarla (toplamında
anayasayla) sağlar. Ancak sınıf mücadelesi sonucunda işçi ve
emekçi yığınlar, ekonomik ve toplumsal yaşamın şu veya bu
alanında birtakım haklar elde edebilirler ve bu haklar anayasada da
yer alabilir. Ama bu, o ülkede burjuvazi, iktidarını işçi sınıfı
ve emekçilerle paylaşıyor anlamına gelmez. Buna olsa olsa avanak
küçük burjuvazi inanabilir.
Burjuva
düzende temel hak ve özgürlükleri belirleyen mülkiyetin sınıfsal
karakteridir; yani özel mülkiyettir. Bu nedenle burjuva düzende
ancak sermaye için, kapitalist sınıf için temel hak ve özgürlük
vardır. Sermayenin (kapitalistin) sömürme, talan etme, ürüne el
koyma hakkı ve özgürlüğü vardır.
Buna
karşın işçi sınıfının ve emekçilerin en fazlasıyla işgücünü
satma hakkı ve özgürlüğü vardır.
Burjuva
düzende işçi sınıfı ve emekçilerin, çalışma hakkı, sağlık
hakkı, eğitim hakkı, dinlenme hakkı, kadının erkekle eşit olma
hakkı yoktur. Sadece bir salgın, şu Kovid-19, işçi sınıfı ve
emekçi yığınların örneğin sağlık hakkının olmadığını
yeteri kadar göstermedi mi? Bu haklar ve özgürlükler ancak
sosyalizmde vardır; zaten bu hak ve özgürlükleri
gerçekleştirmeyen bir düzen sosyalizm olamaz. Bunu neden
söylemiyoruz?
Peki,
sosyalizm sevdalıları olarak bu temel haklar ve özgürlükler
konusunda şu Kovid-19 günlerinde işçi sınıfı ve emekçi
yığınları aydınlatsak, örgütlesek nasıl olur? Önümüzde bir
engel mi var veya bundan daha önemli işlerimiz mi var?
Bunu
anlatmayan sosyalizmi nasıl anlatacak?
Açık
ki, hepimiz olamasak da birçoğumuz sosyalizmi somutlaştırarak
anlatamayacak kadar ideolojiden uzağız. Doğru, ideolojide şirazesi
kaymış olanlardan sosyalizmi somutlaştırarak anlatmalarını
beklemek aptallık olur. Troçkizm, ideolojide şirazesi kaymış bir
eğilimler bütünüdür. Troçkistlerin, en çok sosyalist dünya
devriminden bahseden bu tetikçilerin, sosyalizmi somutlaştırarak,
örneğin SSCB’de kurulan sosyalizmi anlatabileceklerini
düşünebiliyor musunuz?
Kovid-19’dan
ne çıkar ne çıkmaz veya ne çıkartılıyor ne çıkartılamaz?
Olmadıysa şöyle soralım: Kovid-19 neye muktedirdir, insanlarda
bilinç sıçramasını nasıl gerçekleştirdi?
1-Kovid-19
olmasaydı “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”ı bu denli güçlü
ve bir ağızdan dillendiremezdik. Bu aynen anti-küreselleşme
hareketi döneminden “başka bir dünya mümkündür”ü
dilimizden düşürmediğim,ize benziyor. Hiç mi hiç ders
almamışız!
2-Kovid-19
olmasaydı sosyalist dünya devrimini bu denli güçlü bir biçimde
haykıramazdık.
3-Kovid-19
olmasaydı, radikal bir biçimde komünizmi hatırlayamazdık.
4-Kovid-19
olmasaydı sap ile samanın birbirine karıştırıldığı bir dünya
ekonomik krizinden bahsedemezdik.
5-Kovid-19
olmasaydı kapitalizmin “sistem krizini” anlatmakta bayağı
zorlanırdık.
Kovid-19
olmasaydı diye başlayıp daha çok şey sayabiliriz. Peki, bu
Kovid-19 bu kadar güçlüyse, her şeye muktedirse, bir anda; dünya
hakimiyetini kurduğu bugünlerde aklımızı başımızdan alarak
(salgın öncesi aklımızı bize unutturarak) bizi kendi
yörüngesine çekerek (açıklamalar, değerlendirmeler, tespitler
hep Kovid-19’un hareketine göre yapılıyor) bizi kendi “bilinci”
doğrultusunda yönlendiriyorsa o, yani Kovid-19, küresel değişimin
hem öznesi hem de nesnesi olmuş olmuyor mu? Değişimin subjektif
ve objektif koşulları bu Kovid-19’un elindedir veya ta
kendisidir demiş olmuyor muyuz?
Aslında
söylediklerimiz bu.
Bu
Kovid-19 aslında şeytan gibi bir şey! Yani şeytan Kovid-”9’u
görse ben ne işe yararım diye kendine sorar! Hem nalına hem
mıhına vurduruyor, unuttuklarımızı, örneğin işçi sınıfını
hatırlatıyor, en çok neye yakın olduğumzu veya uzak olduğumuzu
bilincimize çıkartıyor. Dahası da var; bir Kovid-19 ekonomi
politiği üretmemize neden oluyor. Aslında bunların hiçbirisi
olmuyor, ama biz Kovid-19’u fetişleştirdiğimiz için bütün
bunları oluyor sanıyoruz.
Bu
virüs aklımızı başımızdan o kadar almış ki, “uçmağa
varmış” düşüncelerden medet umar olmuşuz. Aynen ekonomik kriz
dönemlerinde olduğu gibi, içimizde ipe-sapa gelmez ne kadar
düşünce kırıntısı varsa hepsini geleceğin dünyasını
açıklayan düşünceler olarak görmekten kendimizi alamıyoruz.
“Uçmağa varmış” düşünceleri Kovid-19 günlerinde yeniden
canlandıracağımızı sanıyoruz. Bu türden çabalar, ölü
diriltme seanslarına benziyor! Ne kadar güçlü olursa olsun
Kovid-19’u bir salgın olmaktan çıkartıp, ona kriz kılıfı
giydiren, onu fetişleşiren bizleriz. “Korana krizi”!
Kişisel
özgürlüğümüze, özellikle de hareket etme özgürlüğümüze o
kadar düşkünüz ki, Kovid-19’dan bir diktatör çıkarttık.
Öyle ki, bizzat yarattığımız bu diktatörün devlet adına
çalıştığını dahi anlayamadık. Bu korku ve dehşet
diktatöründen kurtulmak için devletten; devletin alacağı
tedbirlerden medet umar olduk. Devlet, “hayat eve sığar” diyor,
hayatı eve sığdırıyoruz. Hayat eve sığmaz dercesine dışarı
çıkanlar da biz söylediğimiz için değil, durumu anlamadıkları
için dışarı çıkıyorlar. Devlet evde kal diyor, evde kalıyoruz.
Yoksa değil mi? Devletin hu türden tedbirleri, sağlık konusundaki
tutumu tamamen sınıfsaldır. Bu durumda Kov,d-19 diktatörü
devletle işbirliği yapan bir diktatördür. Bunu dahi görmüyoruz.
Burjuvazinin
Kovid-19 vesilesiyle attığı her adım, aldığı her tedbir,
kapitalist sistemin devamını sağlamak içindir. Kovid-19
diktatörünü bu amaçlı kullanmaktadır. Örneklersek:
Ekonomi
zarar görmesin, en azından zarar belli çerçevede kalsın diye
kapitalistlere kesenin ağzını açan devlettir. Halkın bir
kesimini susturmak, kolayca eve tıkamak için kolaylaştırıcı
tedbirler alan devlettir. Burada devlet, sermaye/kapitalist sınıf
ve işçi sınıfı/emekçiler arasında toplumsal çıkarları
ortaklaştıran bir rol oynuyormuş gibi gözükmeye önem
vermektedir.
Burjuvazi,
Kovid-19 diktatörüyle işçi sınıfı ve emekçi yığınları
korkutmaya devam edecektir. Bu süreç içinde korkmaya, reformizme,
geride kalmış dünyaya yatkın olanlar, sınıf mücadelesi yerine
devletin tedbirleriyle uzlaşma içinde olacaklardır.
Kovid-19’u
fetişleştirmek, devletin yarattığı korku ve dehşete teslim
olmak anlamına gelir. Bundan kurtulma mücadelesi vermeksizin
kapitalist sisteme karşı mücadele eksik olacaktır.
Troçkistlerin
“sistem krizi” diye tanımladıkları kapitalizmin genel
krizidir. Bu krizin dünya çapında keskinleşmesinde Kovid-19 bir
dönüm noktasını oluşturacak kapasiteye sahiptir. Hele
Kovid-19’dan olayı, dünya ekonomisinin zamanından önce krize
girmesi, dünya ekonomisi krizini oldukça ağırlaştıracaktır.
Kovid-19, dünya ekonomisini
krize zamanından önce girmesini
tetikleyen ve ağırlaştıran bir ekonomi dışı faktördür.
Troçkistler bu faktörün dünya çapında krizler silsilesini tek
bir krizde bütünleştirdiği anlayışında oldukları için dünya
devrimine oynuyorlar. Onların, bir çırpıda birçok krizi arka
arkaya sıralamaları boşuna değildir. Bu bağlamda bundan önceki
makalede (COVİD-19 SALGINI KOŞULLARINDA İDEOLOJİK DURUŞ)
troçkist bir sitede (World
Socialist Web Site, Die
Corona-Pandemie und die Perspektive des Sozialismus, 31. März 2020)
“Salgın, kapitalizme dayalı bir toplumun iktisadi, sosyal,
politik, kültürel ve hatta ahlaki iflasının yüksek derecede
yoğunlaşmış biçimidir” tespitinin yapılması ve hemen bütün
troçkist eğilimlerde aynı eş zamanlı olgunlaşmış, tek bir
krizde bütünleşmiş krizlerden
bahsedilmesi,
yani “sistem krizi”nden bahsedilmesi ne
tesadüfidir ne de boşunadır.
Doğrudur,
şu anda Kovid-19’dan daha küresel olan bir şey yok. Bu salgın,
bütün dünyayı, hemen hemen bütün ülkeleri neredeyse eş
zamanlı etkisi altına aldı ve dünya ekonomik krizinin de hemen
hemen bütün ülkelerde eş zamanlı patlak vermesine neden oldu.
Ama bundan “sistem krizi” çıkartmak ancak Lenin’in deyimiyle
“hergele” Troçki’nin tetikçilerinin işi olabilir.
Uluslararası
komünist hareketin tarihinde ancak lanetlenmişlerin safında yer
alabilen Troçki’nin tetikçileri, bugün, bütün krizlerin bir
potada birleştiği bir zaman dilimini yakaladıklarını, ellerine
tarihsel bir fırsat geçtiğini sanarak hareket ediyorlar. Ancak,
bir kısmının da kabul ettiği gibi, öznenin olmadığı yerde
kapitalizm yıkılmaz, sosyalizm kurulmaz. Bu iş bu kadar basit.
Troçkist
ve başkaca çevreler sanıyorlar ki, kapitalizm sonuna geldi.
Doğrudur, tarihsel olarak kapitalizm çoktan sonuna geldi. Bu
tespiti yapan da Lenin’dir. Ancak, kapitalizm, Marks’ın dediği
gibi “kaskatı bir kristal olmayıp,
değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır”
(Marks, Kapital, C. I, s. 16).
Önemli
olan bunu kavramaktır. Çöktü-çökecek demekle, emperyalizme ömür
biçmekle, yeni bir aşamadan bahsetmekle kapitalizm gerçekliğinde
bir şey değişmiyor. Bu görüşlerin hiçbirisi kapitalizmin,
dolayısıyla dünyanın başkalaştığını açıklamaya yetmiyor,
hizmet etmiyor. Çöktü çökecek, atar damarları tıkandı, artı
değer üretemiyor, “sistem krizi” içinde boğuluyor denen bu
bildik kapitalizm şu emperyalizm çağında varlığını
sürdürmesini neye borçlu? Açık ki, kar oranı yasasının
geçerli olmasına, gönülleri rahatlatıyorsa hala geçerli
olmasına diyelim. Bu yasa ne birkaç troçkist tetikçinin ne de
“radikal” unsurların nesnellikle ilişkisi olmayan tespitlerine
göre hareket ediyor.
Kriz
koşullarında uluslararasılaşmış sermayenin “ulusal”
limanına dönmesi, kriz sonrasında, ekonominin
canlanma aşamasından itibaren yeniden uluslararasılaşması,
sermayenin doğrudan kar oranıyla ilgili yasal
bir hareketidir. Derin ve kapsamlı bir krizde sermaye için iç
pazar, kar oranlarının en yüksek olduğu pazardır; dışarı
çıkmaz. Durumun böyle olduğunu sermaye anlıyor, ama avanak küçük
burjuva anlamıyor. (Bkz.: İbrahim Okçuoğlu; Kar Oranı ve
Sermayenin Uluslararası Diyalektiği, Akademi Yayın, Kasım 2010)
ve Kapitalizmin Dünya Krizi (2008...), Ceylan Yayınları, Eylül
2009). Bu konuları önümüzdeki dönemde sık sık ele alacağız.
Sonuç
itibariyle yerine burada
bu seriden ikinci makalede
(HANGİ
SINIF İÇİN NEYİN PAKETİ?) yer alan aşağıdaki anlayışları
tekrar etmekle yetineceğim:
“Salgın
tedbiri olarak, uluslararası
ticaretin durma noktasına gelmesi, sermaye ve üretimin
uluslararasılaşmasının mutlak
gerileyeceğini
gösterir;
bu aynı zamanda sermayenin emin limanına, “ulusal” topraklarına
geri dönmesi anlamına gelir. Zaten kriz dönemlerinde bu süreç
hep işler. Ama şimdi daha güçlü olarak gündeme gelebilir.
Bu
salgının
uzun sürmesi, ülkelerin, salgından dolayı içe kapanmasını
derinleştirecektir.
Göklere çıkartılan emperyalizm ötesi teoriler iflas etmiş olur.
Bu
salgının
uzun sürmesi, aynen “ilkel birikim” imkanı gibi bazı ülkelere
sıçramalı gelişme olanağı sağlarken, bazı ülkelerin de
çökmesine, iddiasızlaşmasına yola açabilir.
Bu
salgının uzun sürmesi durumunda esnafçılık, küçük üretim
ölür. Şimdiye kadarki krizlerde görülmediği kapsamda küçük
burjuvazi, proleterleşme sürecine
girer. Düşünmek lazım: Küçük üretim
birimi, market veya başka biçimde işyerlerinin
birkaç
hafta veya bir-iki ay kapanması durumunda kaç küçük
üretici veya esnaf bunun altından kalkabilir? Devlet, o paketleri
hazırlayan devlet, bu küçük
üreticilere sadece sadaka verecektir, yardım etmeyecektir. O
devlet, öncelikle büyük sermayeyi koruyacaktır.
Bu
salgının uzun sürmesi durumunda şimdiye kadarki krizlerde
görülmediği kapsamda sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi
gündeme gelir. Kapitalizmin
acımasız rekabet yasası, küçük olanı yıkar; birkaç tekel
hakim
duruma gelir.
Bu
salgının uzun sürmesi durumunda devlet,
yok sayılan veya “inceltilen” devlet, şimdiye kadar görülmediği
kadar güçlenir; özel sermayeye
terk ettiği
birçok alana yeniden girer. Tabii ki, memleketi kurtarma adına, ama
aslında tekelci sermayeyi güçlendirmek için. Öldü, yok oldu,
geride kaldı denen tekelci devlet kapitalizmi boy atar.
Bu
salgının uzun sürmesi durumunda sermayelerin
anası sanayi sermayesi, bütün ekonomiye ağırlığını koyar;
kar oranları yükselir. Mali sermayeyi üretimden kopartan, başlı
başına bir mali sermaye, mali kriz teorileri üretenler bu
gelişmenin altında ezilip yok olurlar.
Dünya
tarihinde eşi pek görülmemiş bir süreçten geçilmektedir; nasıl
ki, faşizm ve gericilik, en geniş kesimlerin ortak mücadelesini
hazırlayan maddi zemin ise şimdi buna bir de salgın eklenmiştir.
Bu salgının
bu boyutlarda olmasının tek nedeni kapitalizm gerçekliğidir. Bu
konuda burjuvazinin
soruna sınıfsal yaklaşımı (paketler vs.) aynı zamanda devasa
bir aydınlatma çakılmasının
çıkış noktası olabilir. Bu salgının tahribatı ve burjuvazinin
sorunu
ele
alışı karşısında işçi sınıfı ve emekçi yığınların
devrimci faaliyete kayıtsız kalacağı düşünülemez.
Aksi
taktirde, salgının
uzun
sürmesi durumunda burjuvazi
sınıfsal çıkarları uğruna iktidarını ayakta tutmak için
adımlar atacaktır. Salgının ne derece etkili olacağına; toplumu
kasıp kavurmayacağına veya kavuracağına bağlı olarak
burjuvazi, aynen
Alman faşizminin toplama kamplarında olduğu gibi veya bir biçimde
insanları, işçileri, emekçileri ölecekleri biline biline
çalışmaya zorlayacak
adımlar
atabilir. Salgının ne kadar süreceği henüz kestirilemiyor.
Ancak,
durum o boyutlara varırsa, devlet, ekonomiyi ayakta tutmak için
ordu ve polisini harekete geçirmekten, işçileri silah zoruyla
çalışmaya
zorlamaktan geri
kalmayacaktır.
Burjuva
devletin ve sermayenin mantığı, başka bir düzene geçilmesi için
yolu açmak veya kaosa boyun eğmek olmayacak, tam tersine zor
yoluyla varlığını sürdürmek olacaktır.
Sermayenin
bu mantığını veya doğasını anlamayan avanak küçük burjuva,
kendiliğindenciliğe umut bağlayarak, yani kendine bir misyon
biçmeyerek sonuç alınabileceğini
ve kapitalizmin kendi kendine çökebileceğini
hayal etmeye
devam edebilir.”
Devam
edecek