KAPİTALİZM, İŞSİZLİK,
YOKSULLUK*
“Kapitalizmin
Gelişme Yolu Sefaletin Yoludur ...”
(Stalin)
İşsizliğin
nedeni
İşsizlik
“makinenin rekabetinden, çalıştırılan işçilerin
niteliğindeki değişiklikten ve kısmi veya da genel
krizlerin neden olduğu yetersiz istihdamdan”
kaynaklanabilir. (1)
Ama
“makinenin rekabetinden...kısmi veya genel krizlerden”
dolayı işsizliğin oluşması için önce kapitalizmin gelişmesi
ve işçi sayısının artması gerekir. Peki, kapitalist, işyeri ve
işçi sayısını neden arttırmak ister? Bunun nedeni oldukça
basittir: Kapitalist canlı işgücünden artı değer elde ettiği
için sürekli, sermayesinin artışıyla birlikte çalıştırdığı
işçilerin sayısın da çoğaltmak ister. Artan, sermaye artan,
çoğalan işyeri, dolayısıyla işçi demektir. Ama bu, sermayenin
henüz az gelişmiş olduğu yerlerde veya koşullarda söz konusudur
veya kapitalist, genişleyen pazar, yüksek kar gördüğü zaman
mümkündür.
Ancak,
gelişen teknolojinin üretimde kullanılmaya başlanmasıyla,
verimliliğin artmasıyla bu sefer sermaye işsizlik üretmeye
başlar; verimliliğin artması, sermayenin işsizlik üretmesi
demektir.
Öncelikle
gelişmiş, modern teknoloji kullanımıyla iş verimiliğinin
(yaygın yanlış kullanımıyla “emeğin” verimliliğinin)
arttırılmasıyla her kapitalist, çalıştırdığı işçilerin
sayısını azaltma yolunu seçer. Yani, artan sermaye, modern
teknolojiden dolayı işgücü verimliliğinin arttığı yerlerde
sürekli, görece veya mutlak olarak, işgücü kıyımına neden
olur; işçiler kaçınılmaz olarak sokağa atılır. Uzun vadeli
bakıldığında sermaye, verimsiz çalıştığı yerlerde de işgücü
kıyımına neden olur. Çünkü özellikle karlı çalışan
kapitalist, diğer kapitalistleri de er veya geç bir ikilemle karşı
karşıya bırakır: iflas etmek veya işçi sayısını azaltmak.
Teknoloji,
makine, nüfus fazlalığı; işsizlik yaratır. “Ricardo'unun
en büyük katkılarından biri de, makinde, sadece meta üretme
aracı değil, 'nüfus fazlalığı' yaratma özelliğini de görmüş
olmasıdır”(2)
Büyüyen
sermaye, artan ve giderek kronikleşen kitlesel işsizlik demektir.
Sermayenin artmasına paralel olarak onun değişken (işgücü)
kısmı da sürekli azalan oranda artar. Sermaye artışı, sermaye
birikimi demektir; sermaye birikimi ise aynı zamanda görece,
sermayenin ihtiyacı için fazlalık olan bir nüfusu; işsiz işgücü
ordusunu üretir. Demek ki, işin (emeğin) artan verimliliği
kaçınılmaz olarak süreklilik arz eden bir işçi nüfusu
fazlalığına neden olur.
“Yedek
sanayi ordusunun görece büyüklüğü, servetin potansiyel enerjisi
ile birlikte artar” (3).
Demek
oluyor ki, toplumsal zenginlik ne kadar büyük olursa, iş
üretkenliği ne kadar büyük olursa işsizlerin sayısı da o kadar
çok olur. Sermaye, sistem olarak kapitalizm işsiz üretme
makinesidir aynı zamanda.
İşsizlik,
akıcı işsizlik, gizli işsizlik, durağan işsizlik gibi farklı
biçimlerde görülür.(4)
Ekonomik
kriz ve işsizlik-kronik kitlesel işsizlik
İşsizlik
sadece ekonomik kriz dönemlerinin bir olgusu olmaktan çıkmıştır:
Kapitalizmin
serbest rekabetçi döneminde, hatta emperyalist çağın ilk
yıllarında işsizlik, ekonomik kriz dönemleri hariç hiç bir
zaman kalıcı ve yüksek oranlarda olmamıştı. Tersine, çoğu
kez, işgücüne olan talep süreklilik arz etmişti.
İstihdam-işsizlik
arasındaki ilişkinin niteliği kapitalizmin en son aşaması olan
tekelci dönemine, emperyalist aşamasına girmesiyle birlikte
değişmeye başlamıştır. Ama değişmenin kendisi, kapitalizmin
genel krizi sürecinde görülmüştür.
Teknolojinin
giderek yoğun bir şekilde üretimde kullanılması, sermayenin
organik bileşimini yükseltir. Yani değişmeyen sermaye, değişken
sermayeye (işgücü) nazaran daha fazla artar. Bu, tekellerin,
giderek daha az sayıda işgücü kullandıkları
anlamına gelir.
Tekeller,
daha
fazla üretmek ve rekabet edebilmek için bunu yapmak zorundadır.
Kapitalizmin gelişmesinde görülen bu eğilim, genel olarak
emperyalist çağın 20'li yıllarından sonra eğilim olmaktan
çıkarak kapitalizmin bir nesnel yasası olmuştur. Bu yasa, geriye
dönüşümü olmayan bir sürecin ifadesidir. Hiç bir kapitalist,
hiç bir tekel, modern teknoloji bazında daha az sayıda işçiyi
harekete geçirerek daha ucuz ve daha çok üretim yapmaktan
vazgeçmez. Bundan vazgeçmek, geri bir adım atmak, yok olmakla,
iflas etmekle eş anlamlıdır. Rekabet buna müsaade etmez.
İstihdam
açısından geriye dönüşümü olmayan bu süreç ne anlama
gelmektedir? Bu, işsizliğin süreklileşmesi, kronik kitlesel
işsizlik anlamına gelir.(5)
Kronikleşmiş
kitlesel işsizlik, artık sadece emperyalist ülkeler için değil,
Türkiye gibi ülkelerde de geçerlidir.
Türkiye'de işsizlik
Yukarıdaki
grafikte işsizlik oranının ekonomik krizin dibe vurduğu 2009’da
yüzde 13,1’den kriz sonrasında, 2012’de yüzde 8,4’e kadar
gerilediğini ve sonraki yıllarda da sürekli bir artış içinde
olduğunu görüyoruz. Son kriz sürecinde (2018-2019) işsizlik
oranında dikkate değer bir değişim olmamıştır. 2017’de yüzde
10,9’dan 2018’de yüzde 13,5’e yükselen işsizlik, 2019’da
yüzde 13,7 olarak gerçekleşmiştir. Bunun arka planı, sanayide
sabit sermaye/değişmeyen sermaye kıyımının genel anlamda
gerçekleştirilmiş olduğu gerçeği yatmaktadır; bir taraftan
işten çıkartma, diğer taraftan işe alma süreci iç içe
yürümektedir.
Ancak
bu veriler, resmi verilerdir; gerçeği yansıtmamaktadır.
DİSK-AR’ın araştırmalarında mutlak sayı ve oran olarak
işsizlik, resmi verilere göre oldukça yüksektir.
İşsizlik,
yaşamın her alanında tekil işsizin sorunlarının
toplumsallaştığı sürece zemin oluşturur.
İşsizlik,
sağlıksız yaşamı, hastalıklarla boğuşmayı ve nihayetinde
erken ölümü beraberinde getirir.
İşsizlik
intiharlara yol açar.
İşsizlik,
işçinin kalifiye olma özelliğini/uzmanlığını yitirmesine
neden olur.
İşsizlik,
ücret politikasında; ücretlerin gelişmesinde olumsuz bir etkide
bulunur.
İşsizlik
açlığın ve yoksulluğun yaygınlaştırmasına neden olur.
Engels’in
deyimiyle işsizlik, “işçi sınıfının ayaklarındaki bir
kurşun”dur (“Sosyalizmin Ütopyadan Bilime Gelişmesi”);
“işsizlik bütün toplum için kurşun ağırlığı
olur”(Marks, Grundrisse). İşsizlik toplum için bir yüktür;
işsizler, “işçi olarak kendini yeniden üretememekle, tersine
canlı olarak, başkalarının merhametiyle ayakta tutulmakla lumpen
ve yoksul” olurlar (“Grundrisse, s.510).
Genel
yoksulluktan ve açlıktan işsizler daha çok etkilenirler; işçi
sınıfının çalışan kesimine nazaran işsiz olan kesimindeki
mutlak yoksulluk ve bunun beraberinde getirdiği toplumsal ve siyasi
yozlaşma daha derindir.
Doğrudan
üretimde olmadığı için işsiz, kapitalizmin mezar kazıcısı
rolünü, çalışan bir işçi gibi oynayamaz; sermayeye karşı
işsiz olarak mücadelesinde çaresizdir. Bunun nedeni üretimden
kopmuş olmasıdır. Ama bu, işsiz işçinin de işçi olduğu
gerçeğini ortadan kaldırmaz. İşsizlik, toplumsal, ekonomik ve
siyasi olarak işçi sınıfının ve mesleki (sendikal) ve siyasi
örgütlerinin en önemli mücadele konularından; en büyük
mücadele sorunlarından birisidir. İşsizler, kapitalist toplumun
sayıları binlerle değil, milyonlarla ifade edilen kesimidir;
toplam işçi sınıfının önemli bir bölümünü oluştururlar.
Bunun ötesinde işsizlik artık, sadece işçi sınıfının bir
sorunu da değildir. İşsizliğin, işçi sınıfı dışında,
ücretli ara tabakalar, aydınlar arasında da yaygınlaşması, işçi
sınıfı işsizlerini ve ara tabaka aydın kesimi işsizlerini ortak
bir mücadele platformunda birleştirir.
İşsizler,
toplumsal bir güçtür. Önemli olan bu gücü, örgütleyip,
seferber edebilmektir.
Kapitalizm,
yoksulluk ve açlık üretir
“Kapitalist
birikimin mutlak, genel yasası” şunu diyor:
“Toplumsal
zenginlik, işleyen sermaye, bu sermayenin hacmi ve enerjisi ve
dolayısıyla proletaryanın mutlak kitlesi ve işinin üretkenliği
ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur.
Sermayenin gelişme gücü gibi mevcut işgücü de aynı nedenler
vasıtasıyla gelişir. Bundan dolayı sanayi yedek ordusunun görece
büyüklüğü, zenginliğin gücüne göre (onunla
birlikte, bn.)
artar. Ama bu yedek ordunun faal orduya oranı ne kadar büyükse,
sefaleti, çalışma sırasında katlandığı ıstırapla ters
orantılı olan toplam artı-nüfusun kitlesi de o kadar büyük
olur. Nihayet, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek
sanayi ordusu ne kadar büyük olursa, resmi yoksulluk da o kadar
büyük olur. Bu,
kapitalist birikimin mutlak, genel yasasıdır”
(6).
Açık
ki kapitalizmde işçi sınıfı ve emekçi yığınların
yoksulluktan ve sefaletten kurtulma olanakları yoktur.
Mücadele sonucunda yaşam koşullarını bir nebze iyileştiren
sonuçlar alınabilir, ama kapitalizm geliştikçe; sermaye birikimi
sağlandıkça yoksulluk ve sefalet de artarak devam eder.
Kapitalizmde yaşam koşullarında iyileşme, geçici, bu anlamda da
istisnai bir durumun ifadesidir. Sermaye birikimi ve rekabet, sonuç
itibariyle kar oranlarının ve dolayısıyla üretimde büyüme
oranlarının düşmesini beraberinde getirir. Bu da etkisini reel
ücretlerin düşmesinde gösterir. Bu nedenle artan sermaye
birikimi, artan yoksulluk ve açlık demektir. Bu nedenle kapitalizm
koşullarında yaşam koşulları ne kadar iyileşmiş olursa olsun,
Marks'ın deyimiyle “sermaye
birikimi oranında işçinin yazgısı daha da beter olacaktır”(7).
Bunun
“yazgı” olmasının nedeni burjuva üretim ilişkilerinin ikili
karakterinden kaynaklanmaktadır; burjuva üretim ilişkileri bir
taraftan zenginliği, diğer taraftan da yoksulluğu üretir (8).
Açık
ki sermaye, yoksul nüfusu ortadan kaldırmaz; aksine yoksul nüfusu
üretir. Türkiye'de kapitalizm bunun nasıl gerçekleştirildiğine
tipik bir örnek oluşturmaktadır. Türkiye'de kapitalizm
küçümsenemeyecek bir gelişme göstermiştir. Ama bu güçlenme
etkisini açlık ve yoksulluğun, bırakalım ortadan
kaldırılmasında, dindirilmesinde dahi göstermemiştir; kapitalist
sınıf daha da zenginleşmiş; zenginlik bir kutupta, yoksulluk da
diğer kutupta yoğunlaşmıştır. Bunun böyle olduğunu birçok
veri göstermektedir. Örnek olarak açlık ve yoksullukla ilgili
verilere bakalım:
Kapitalistin
karını arttırmak için işçi sınıfı ve emekçi yığınlar;
somutlaştırırsak asgari ücretliler açlığa ve yoksulluğa
mahkum ediliyor.
Gelir ve Yaşam
Koşulları Araştırması, 2018
Türkiye
İstatistik Kurumu (Tüik)
verilerinde
dahi
yoksullaşmanın boyutlarını görebiliyoruz. Bu verilere göre
Türkiye’de
2017’den
2018’e
yoksullar daha da yoksullaştı, zenginler daha da zenginleşti.
2018’de
yoksul
sayısı 11 milyonu aştı. Tüik
verilerine göre, Türkiye’de göreli
yoksul sayısı 2017’de 10 milyon 622 binden
2018’de 11 milyon 91 bine yükseldi.
Araştırma
sonuçlarına göre; en yüksek gelirine sahip yüzde 20'lik grubun
toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 0,2 puan
artarak %47,6'ya yükselirken, en düşük gelire sahip yüzde 20'lik
grubun aldığı pay 0,2 puan azalarak %6,1'e düştü. Toplumun en
zengin %20'sinin geliri, en yoksul %20'sinin gelirinin 2017’de 7,5
misline, 2018’de de 7,8 misline denk düşüyordu.
Emekli
ve dul-yetim aylıklarının sosyal transferler içindeki payı
önceki yıla göre 0,4 puan azalarak %91 olarak gerçekleşti.
Göreli
yoksulluk oranı %13,9 oldu. Tek kişilik hanehalklarının yoksulluk
oranının bir önceki yıla göre 1,4 puan artarak yüzde 9,6, tek
çekirdek aileden oluşan hanehalklarının yoksulluk oranının 0,4
puan artarak yüzde 12,9, en az bir çekirdek aile ve diğer
kişilerden oluşan hanehalklarının yoksulluk oranının ise 0,9
puan artarak yüzde 18,8 oldu.
Okur-yazar
olmayanların yüzde 27,5'i, bir okul bitirmeyenlerin yüzde 23,6'sı
yoksul iken, bu oran lise altı eğitimlilerde yüzde 12,1, lise ve
dengi okul mezunlarında ise yüzde 5,8 oldu. Yükseköğretim
mezunları ise yüzde 2,2 ile en düşük yoksulluk oranının
gözlendiği grup oldu.
2018’de
sürekli yoksulluk oranı %12,7 idi.
Ekonomik
krizlerin işçi sınıfı üzerindeki sosyal etkileri
Ekonomik
kriz dönemleri, işçi sınıfının mutlak ve görece
fakirleşmesinin, genel olarak yoksulluğun yoğunlaştığı
dönemlerdir. Ekonominin nispeten iyi gittiği, ücretlerin,
mücadeleyle nispeten yükseltilmiş olduğu dönemlerde bu
fakirleşme bir nebze frenlenmiş olur.
Yoksulluğun,
polisiye ve ölüm olaylarının artması:
Yoksulluğu
kapitalist üretim biçimi doğurur. Yoksulluk ile ekonomik kriz
arasında doğrudan bağ vardır. Marks şöyle diyor:
“Bir
taraftan yoksullar kitlesinin iniş-çıkış hareketi, sanayi
devreviliğinin dönemsel değişmesini yansıtır. Diğer taraftan
resmi istatistik, yoksulluğun gerçek kapsamı hakkında
yanıltmaktadır” (9).
Demek
oluyor ki, yoksulluk krizle artarken, krizin atlatılmasıyla da
azalmaktadır.
Marks
, yoksulluk hakkında şöyle der:
“Görece
fazla nüfusun en derin tortusu nihayet yoksulluk sahasına
yerleşmiştir. Çapulcuları, adi suçluları, bedenlerini
satanları, kısaca, esas lumpen proletaryayı bir kenara bırakırsak,
bu toplum tabakası üç kategoriden oluşur. Birincisi, çalışabilir
olanlar: İngiliz yoksulluk istatistiğine sadece yüzeysel olarak
bakıldığında da yoksul kitlesinin her krizle şiştiği ve işleri
iyiye gittiğinde de azaldığı görülür. İkincisi, yetim ve
yoksul çocukları: Bunlar sanayi yedek ordusunun adaylarıdır ve
büyük canlılık dönemlerinde –örneğin 1860- seri ve kitlesel
olarak aktif işçi ordusuna katılırlar. Üçüncüsü, yıkılanlar,
lümpenler, çalışamaz olanlar: Bunlar emeğin bölünmesiyle
meydana gelen hareketsizliklerden dolayı yıkıma uğrayan
bireylerdir. Bunlar, bir işçinin normal yaşının üstünde
yaşayanlar… nihayet sayıları, tehlikeli makinelerle,
madenlerle, kimya fabrikalarıyla vs. artan sanayi kurbanlarıdır,
sakatlar, hastalar, dullar vs. dir. Yoksulluk, aktif işçi ordusunun
sakatlar evini ve sanayi yedek ordusunun ölü ağırlığını
oluşturur. Onun üretimi görece fazla nüfusun üretimine olan
zorunluluğa, görece fazla nüfusun kaçınılmazlığına dahildir.
Yoksulluk, görece fazla nüfusla birlikte kapitalist üretimin ve
zenginliğin gelişmesinin varoluş şartını oluşturur”
(10).
İşçi
sınıfının sefaleti, açık ki, zenginliğin büyümesiyle aynı
oranda büyümektedir. Burjuvazinin elinde ne kadar çok zenginlik
toplanırsa, işçi sınıfı da yukarıdaki gibi kategorilere
zorunlu olarak, zenginliğin bu şekilde toplanmasının, sermaye
birikiminin ürünü olarak, bölünerek yoksulluğa ve sefalete
gömülür. Kriz dönemlerinde bu tablo daha da korkunçlaşır. Bir
defa, kriz dönemlerinde çoğu işçi, kapitalist üretim,
kapitalist sömürü makinesi için artık yaşlanmıştır.
Burjuvazinin artık ona ihtiyacı yoktur. Yaşlı işçi artık bir
fazlalıktır. Tıpkı bir makine gibi kullanılmış ve çöpe
atılmıştır. Bu durumda olanlar, ancak başkalarının yardımıyla
ayakta kalabilirler. Onlar açtırlar, hastadırlar, yaşamları
görece kısadır.
Kriz
dönemlerinde genel ölüm olayları artar. Bu, düpedüz açlığın,
sağlık kontrolü yaptıramamanın bir ürünüdür.
Kriz
dönemlerinde polisiye olaylar, cinayetler, soygunlar, adi hırsızlık,
fuhuş vs. alabildiğine gelişir. Sermayenin bir kenara ittiği işçi
sınıfının bu unsurları, ayakta kalabilmek için, çalmak,
öldürmek, fuhuş yapmak zorunda kalırlar. Düzen onlara yaşamak
için sadece bu yolu açık bırakmıştır.
Türkiye’de
bu türden gelişmelerin hangi boyutlarda olduğunu ispatlamaya gerek
yok. Günlük burjuva gazeteleri bu konuları içeren haberlerle
dolup taşmaktadır. Birkaç örnek verelim:
Birçok araştırma intiharda işsizlik olgusunun önemli bir faktör olduğunu göstermektedir. Gelecek kaygısı iş-işsizlik ekseninde döndüğü için, intiharda ilk akla gelen işsizlik olmaktadır. Tüik’e göre intihar nedenleri içinde ekonomik olanlar 3. sırada yer alıyor.
“2002-2018
yılları arasında Türkiye’de 50 bin 378 kişi hayatına son
vermiş. Resmi verilere göre aynı dönemde intihar edenlerin 10 bin
887’i hastalık, 5 bin 318’i aile içi sorunlar, 4 bin 481’i
geçim sıkıntısı, 1004’ü ticari başarısızlık, 2 bin 412’si
aşk ve istediği ile evlenememe, 3 bin 896’sı diğer nedenlerle
intihar ederken, 21 bin 256 kişinin neden intihar ettiği
belirlenememiş.” (20
Şubat 2020 Evrensel)
Ekonomik
kriz ücret hareketini doğrudan etkiler:
Bütün
meta pazarlarında olduğu gibi iş pazarında da ücret arz ve
talebi, ekonomide/sanayide çevrimin; ekonomik çevrimin gelişmesine
bağlıdır. Örneğin ekonomik kriz ve durgunluk dönemlerinde
işçiler işten atılırlar, sanayi yedek ordusu büyür, görece
fazla nüfus artar –kapitalist birikimin genel yasasının
geçerlilik kazanması- ve bu, etkisini kaçınılmaz olarak iş
piyasasında da gösterir; ücretler düşer. Tabii ki bunun tersi de
olur. Ekonomik çevrimin yükseliş aşamasında eski iş yerleri
yeniden açılır veya yeni fabrikalar vs. kurulur ve buralara işçi
alınır. Bu durumda iş gücü talep artar, bu da etkisini
ücretlerin yükselmesinde gösterir.
“Bütünü
ile alındığında, genel ücret hareketleri, tamamıyla, yedek
sanayi ordusunun genişleme ve daralmasıyla düzenlenir ve bu da,
sanayi çevrimin devresel değişmelerine uygun olarak meydana gelir”
(11).
Bunun
anlamı şudur: sanayi yedek ordusunun genişlediği dönemlerde
ücretler düşer, sanayi yedek ordusunun daraldığı dönemlerde
ücretler yükselir (sanayi çevriminin periyodik değişmesi). Ne
var ki bu süreç pratikte şöyle gelişir: Kriz döneminde sanayi
yedek ordusu hızla büyür ve ücretler de hızla düşer. Ama
ekonomi, yükseliş aşamasına hızla değil, yavaş yavaş geçer,
dolayısıyla sanayi yedek ordusunun daralması veya işsizlerin bir
kısmının yeniden işe alınmaları bu sürece paralel olarak yavaş
yavaş olur ve ekonominin yükseliş aşamasında da sanayi yedek
ordusu ortadan kalkmadığı –günümüz koşullarında sanayisi
gelişmiş ülkelerde işsizlik kitlesel ve kronik olduğu için
ücretler, düşüş hızı ve derecesinde artmaz. Kapitalist, sanayi
yedek ordusunu, sınıf mücadelesinde, ücretlerin artmasında
engelleyici, kırıcı bir koz olarak kullanır (12).
Buna
göre: ücretin hareketi, sanayi yedek ordusunun hareketine bağlıdır
ve sanayi yedek ordusunun hareketi de ekonomik çevrimin gelişmesine
bağlıdır. Ekonomik çevrimin kriz ve durgunluk aşamalarında
sanayi yedek ordusu büyür; işsizlik artar ve ücretler düşer.
Ekonomik çevrimin yükseliş aşamasında sanayi yedek ordusu
daralır, işsizlerin sayısı görece azalır ve ücretlerde de
artış olur. Her halükarda ekonomik kriz, ücretlerin düşmesine
neden olur.
Ekonomik
krizin köylülük üzerindeki sosyal etkileri
Sanayide
gördüğümüz çevrimli krizler, tarımsal alanda çevrimi olmayan
tarım krizleri olarak karşımıza çıkar. Ama burada sorunumuz
ister sanayide kriz, isterse de tarımda kriz olsun, genel olarak
ekonomik krizin köylülük üzerindeki etkisidir. Sonuç itibariyle,
sanayi krizlerinin proletarya üzerindeki etkilerini, dolaylı olarak
köylülük üzerinde de görüyoruz. Bunun ötesinde sanayi
krizlerinin köylülüğü dolaylı etkilemesi, tarım krizlerinin
doğrudan etkilemesi, kırsal alanda kapitalizmin “normal”
gelişme süreci içinde köylülüğün çözülme sürecini
hızlandırır(13).
Kapitalizmin
tarımdaki “normal” gelişme seyri içinde gördüğümüz
rekabet ve köylünün sabit ödemeleri, kriz dönemlerinde daha
çıplak ve yıkıcı bir şekilde açığa çıkar. Köylünün kriz
döneminde büyük tarım üreticileri karşısında rekabet etme
şansı hiç kalmaz. Keza krizden dolayı geliri azaldığı veya hiç
olmadığı için, vergi, faizler vs. için piyasadaki dalgalanmaya
rağmen sabit olan giderlerini ödeyemez ve iflas eder.
Ekonomik
kriz; dolaylı olarak sanayi krizleri ve doğrudan tarım krizleri,
köylülüğün ezici çoğunluğunu oluşturan küçük köylülüğü
ve orta köylülüğü ekonomik iflasa, yoksulluğa ve açlığa
mahkum eder. Ve ancak belli bir zengin tabaka daha da zenginleşir.
Ekonomik krizler, köylülüğün çözülmesini hızlandıran temel
faktörlerdendir.
Kriz
dönemlerinde kitlesel olarak iflas eden, yoksullaşan köylüler,
mülksüzleşirler ve geçimlerini sağlamak için; iş bulmak için
şehirlere akın ederler ve sonuç itibariyle proletaryanın
saflarına katılırlar.
Ekonomik
krizlerin şehir küçük burjuvazisi üzerinde sosyal etkileri
Kırsal
alanda köylülüğün yaşadığı süreci, şehirlerde de küçük
burjuva tabakalar yaşar. Şehirsel nüfusun bir parçasını
oluşturan küçük burjuva tabakalar, orta tabakalar, aynen köylülük
gibi, burjuva toplumun temel sınıfını veya sınıflarından
birisini oluşturmazlar.
Şehir
küçük burjuvazisini genel hatlarıyla üç ayrı sosyal tabakadan
-zanaatçılar, küçük satıcılar (küçük tüccarlar) ve serbest
meslek sahipleri- oluşur.(14)
Ekonomik
krizin burjuvazi üzerindeki sosyal etkileri
Burjuvazi
krizin patlak vermesini engelleyemez. Ve kriz patlak verdiğinde,
krizin derinliğine ve kapsamına göre burjuvazi de etkilenir. Şimdi
yaşanan kriz gibi uluslararası tekelleri de vuran bir ekonomik
kriz, en büyük kapitalistleri de etkiler. Orta ve küçük
kapitalistler her krizden etkilenirler; her ekonomik kriz
burjuvazinin öncelikle bu kesimini vurur.(15)
Kapitalizm
yoksulluğu derinleştirirken, mezar kazıcılarını da
çoğaltmıştır. İşçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki
mücadele mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi
mücadelesinden başka bir mücadele değildir. Yoksulluk, insanlar
arasında özel mülkiyetten kaynaklanan ekonomik farklılık ancak
bu mücadele ile yok edilebilir.
“Krizler,
daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan
çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar
kuran şiddetli patlamalardır”
(16).
Sınıf
mücadelesinin seyri de böyle bir çelişkiler yumağının
gündemleştirdiği sorunlardan bağımsız olarak ele alınamaz.
Öyleyse işçi sınıfı, önüne çözebileceği görevleri koymak
zorundadır.
Ekonomik krizin nedenleri veya genel anlamda söyleyecek olursak kapitalist sistemin çelişkileri üzerine aydınlatma çalışması günümüzün en önemli siyasal faaliyetlerinden birisidir. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlar, ekonomik krizin kapitalistlerin, politikacıların yanlış kararlarından kaynaklanmadığını, bu sistemin kendi çelişkilerinden dolayı kendiliğinden çökmeyeceğini anlamak, kavramak zorundadır. Kapitalizm kendi kendini dizgine vurmaz. Ancak sınıf mücadelesi sonucunda kapitalizme geri adım attırılabilir, ama bu da geçicidir. Esas olan, sistemi yıkma mücadelesidir, bu mücadelenin örülmesi ve yaşamın her alanında yükseltilmesi için kapitalizmin bütün çelişkilerinden yararlanmasını bilmektir.
*)
Bu yazı Marksist
Teori'nin 41..
sayısında kısaltılarak
(Mart-Nisan 2020)
yayımlanmıştır.
*
Açıklamalar/kaynaklar:
1)K.
Marks, C. 23, s. 568, Kapital, C. I.
2)K.
Marks; C. 23, s. 430, Dipnot 154. Kapital, C. I.
3)K.
Marks; C. 23, s. 673, Kapital, C. I.
4)Farklı
nedenlerden dolayı (üretimde sınırlandırma, yeni
makineler, işletmenin kapanması gibi) işsiz kalan işçiler akıcı
işsizleri oluştururlar.
İflasa
sürüklenmiş küçük üreticiler, kırsal alanda yılın belli
dönemlerinde çalışabilen, ama sonra işsiz kalan, şehirde
(sanayi) çalma olanağı olmayan yoksul köyüler ve tarım işçileri
gizli işsizleri oluştururlar.
Sürekli
çalıştığı işini kaybetmiş, düzensiz ve düşük ücretli
olarak çalışanlar durağan işsizleri oluştururlar.
5)Kronik
kitlesel işsizlik
sorunu “Komünist Enternasyonal”de de tartışılır. Örneğin
Komünist Enternasyonal'in VI. Dünya Kongresi’nde şu tespitlerde
bulunulur:
“...
yeni tekniğin sonucu olarak; ... yapısal
işsizlik
olarak tanımlayabileceğimiz yeni tipten bir işsizliğin doğuşu.
Bu işsizlik, eski dönemlerden tanıdığımız sanayi yedek
ordusundan ekonomik olarak farklıdır.
“...
Savaştan önce de
(I. Dünya Savaşı kastediliyor –bn.) sanayi
yedek ordusu vardı. Ama bu yedek ordu, oldukça (sayısal) azdı ve
iyi konjonktür dönemlerinde yok oldu. Bugün başka bir süreci
görüyoruz.
“1921’deki
büyük krizden sonra ortaya çıkan kitlesel işsizliğin, sadece
savaşın Avrupa’nın fakirleşmesinin, yeni gümrüklerin,
denizaşırı ülkelerin sanayileşme eğiliminin vs. bir sonucu
olduğuna uzun dönem inandık. Ama son yılların tecrübeleri bu
görüşü gözden geçirmemizi zorunlu kıldılar. (Almanya'da
kitlesel işsizlik kastedilerek)Açık ki, yoldaşlar, bunu, mutat,
konjonktür eğrisine, sanayi devreviliği aşamalarının
çeşitliliğine bağlı bir işsizlik olarak görmek doğru olmaz.
“Aynı
görünümü, Büyük Britanya’da da görüyoruz ... ABD’de de...
keza, kitlesel işsizlik oluşmuştur...
“İşin
verimliliği güçlü bir şekilde artarken işçi sayısının
azalmasının anlamı şudur; teknik ilerleme, işin
verimliliğindeki ve yoğunluğundaki ilerleme pazarın genişleme
olanağını aşmıştır!
Önceleri, savaştan önce, teknik ilerlemeden dolayı işçiler
sokağa atıldılar, ama kapitalist pazarın genişlemesiyle sokağa
atılan bu işçiler, sürekli, yeniden iş bulabildiler, en azından
çok gelişmiş kapitalist ülkelerde böyle oldu...
Şimdi,
önde gelen emperyalist ülkelerde sokağa atılan işçilere iş
olanağı vermek için pazarın genişlemesinin artık yeterli
olmadığını görüyoruz ...
“İşsizlik,
konjonktürün bir göstergesi olmaktan artık çıkıyor ... Son
yıllarda ABD ve Almanya örneğinin gösterdiği gibi, kapitalistler
açısından
büyük, kitlesel bir işsizliğe rağmen göz kamaştırıcı bir
konjonktürün olması çok olasıdır” (E.
Varga, Komünist Enternasyonal’in VI. Dünya Kongresi, Cilt 1, 8.
Oturum, s. 201-202, 203, 204. 1928).
Sorunu
Stalin de ele almıştır. SBKP(B)’nin XVI. Parti Kongresi’nde
konuya ilişkin olarak işsizlerin “yedek
ordulardan sürekli
işsizler ordusuna
dönüşmüş oldukların”dan
bahseder (Bkz.: Stalin; C. 12, s. 217).
6)
M-E; C. 23, Kapital, C. I, s. 673/674. Alm.
7)K.
Marks; C. 23, s. 674, Kapital, C. I.
8)Bkz.:K.
Marks; C. 23, s. 675, Dipnot 88, Kapital, C. I veya K. Marks;
Felsefenin
Sefaleti, s. 116.
9)Marks-Engels;
Agk., s. 683.
10)Marks-Engels;
Agk., s. 673.
11)Marks;
Kapital,
C. I,
s. 666.
12)“Yedek
sanayi ordusu, duraklama ve ortalama gönenç dönemlerinde faal işçi
ordusunu baskı altında tutar, aşırı üretim ve coşkunluk
dönemlerinde bu faal ordunun isteklerini dizginler. İşte bu
nedenle, görece artı nüfus, işin arz ve talep yasasının
üzerinde döndüğü eksendir. Görece artı nüfus, bu yasanın
geçerlik alanını, sermayenin sömürü ve egemenlik faaliyetlerine
mutlak şekilde uyan sınırlar içerisinde
tutar…
Sermaye
aynı anda, iki yanlı çalışmaktadır. Sermaye birikimi, bir
yandan iş talebini artırırken, öte yandan işçileri "serbest
hale getirerek" iş arzını da artırmakta ve gene bu arada
işsizlerin baskısı, çalışanları daha fazla iş harcamaya
zorlamakta ve bu nedenle de iş arzını bir ölçüde işçi
arzından bağımsız hale getirmektedir. İş arzı ve talebi
yasasının bu esas üzerinde işlemesi sermayenin tahakkümünü
tamamlamaktadır” (Marks;
agk; s. 668/669).
13)
Kapitalist
ülkelerde, hiçbir köylü ekonomik krizin etkisinden kurtulamaz.
Köylünün ekonomik krizlerden etkilenme mekanizması şöyle işler:
Köylünün
pazarladığı ürünü üç kategoride toparlayabiliriz:
a-
Gıda maddeleri: Et, süt, yağ, sebze, meyve vs.
b-
Giyim sanayi için hammaddeler: yün, keten, deri, pamuk vs.
c-
Gıda sanayi için hammaddeler: Tahıl, patates, şeker pancarı,
arpa vs.
Gıda
maddeleri: Bu maddeler şehirlerde büyük talebi olan maddelerdir ve
en geniş tüketici kitlesini de işçiler oluşturur. Kriz döneminde
işçilerin alım gücünün düşmesi, bu maddelere olan talebin de
zorunluluktan, yoksulluktan dolayı azalması anlamına gelir. Bu
durum, bu maddeleri pazarlayan köylüler üzerinde olumsuz etki
yapar, çünkü köylü, ürününü satamaz.
Giyim
sanayi için hammaddeler: Giyim sanayi tüketim sanayi çerçevesinde
olan bir sektördür. Bu sektör ürünlerinin alıcı kitlesi de
çoğunlukla emekçiler ve işçi sınıfıdır. Kriz döneminde bu
sektörde de üretim düşer. Kitlelerin alım gücü azalır. Sonuç
itibariyle bu sektördeki kapitalistler, köylülerden hammadde
almamaya başlarlar. Bu da köylünün ürününü satamaması, iflas
etmesi anlamına gelir. Aynı durum gıda maddeleri sanayi için de
geçerlidir.
14)Ekonomik
kriz ve zanaatçılar: Bağımsız
zanaatçılık olgusu kapitalizmde, aynen köylülük gibi tarihe
karışmıştır. Kapitalizmde köylülüğün başına gelenler
zanaatçıların da başına gelmiştir.
Kapitalizm
geliştikçe zanaatçı, sanayi işletmeleriyle rekabet edebilmek
için ürününü değerinin altında satmak zorunda kalır, “artı
değer” elde etmesi artık hayal olur; ürününü kendi iş gücünü
yeniden üretebilme olanağını sağlayan fiyatın altında satmak
zorunda kalır. Kriz dönemlerinde bu durum daha çarpıcı olarak
açığa çıkar ve hammadde, iş aletleri vs. dahi satın alamayacak
duruma gelen zanaatçı, fiyatların da düşmesiyle iflas eder.
İşsizlik, yoksulluk onun “kaderi” olur ve proletaryanın
saflarına katılmaktan başka yapacağı bir şey yoktur.
Ekonomik
kriz ve küçük satıcılar: Şehirlerde
küçük satıcıların yaşamlarını sürdürmeleri, emekçilerin,
başta da proletaryanın gelirine bağlıdır. Çünkü kazanç-kar
marjı toptancı fiyatlarıyla perakendeci fiyatları arasındaki
farktan oluşan bu tabakanın esas müşterisini proletarya
oluşturur. Normal koşullarda da durumu zaten kötü olan küçük
satıcı, kriz döneminde iflas etmekten kurtulamaz; kriz, işsizliği,
ücretlerin düşmesini, fiyatların düşmesini beraberinde getirir,
onun esas alıcısı olan proletaryanın, emekçi kitlelerin alım
gücü düşer ve bu da küçük satıcının ticari ilişkisine yok
edici darbe vurarak yansır.
Hem
kriz dönemlerinde hem de “normal” şartlarda küçük satıcı,
büyük alış veriş yerleriyle rekabet edecek güce sahip değildir.
Onun, büyük alış veriş merkezleri gibi ne kredi alma şansı ne
de yedek sermayesi vardır.
Küçük
satıcının rakibi de vardır. Örneğin krizden dolayı işsiz
kalan işçiler, geçim sıkıntısı içinde olan proleter aileler,
kadınlar, çocuklar sürekli veya belli dönemlerde haftanın belli
günlerinde, satıcılık yaparlar. İşte bunlar, bu eylemleriyle
küçük satıcılarla rekabet etmiş olurlar (Bkz.: Marks/Engels;
C. 2, s. 316/317).
Kapitalizm,
küçük satıcı için de yoksulluk, açlık, iflas, işsizlik ve
proletaryanın saflarına katılmak anlamına gelir.
Ekonomik
kriz ve serbest meslek sahipleri: Doktorlar,
mimarlar, mühendisler, teknisyenler, avukatlar vb. bu grupta ele
alınması gereken unsurlardır. Tabii ki bu tabakanın durumunu işçi
sınıfının, köylülüğün, küçük burjuvazinin durumuyla
karşılaştıramayız. Ama bu tabaka da krizden etkilenir. Bu
kesimin devlet görevlisi olanlarını ve dolayısıyla gelirini
devletten alanlarını bir kenara bırakırsak, serbest piyasada
kazanç sağlama durumları kriz dönemlerinde daha da kötüleşir;
bu unsurların serbest piyasada gelirleri, nihayetinde toplumun
diğer sınıf ve tabakalarının gelirlerinden kaynaklanmaktadır.
Örneğin kriz döneminde parası olmayan, işsiz bir işçi kolay
kolay avukata veya doktora gitmez. Böylelikle avukatlık, doktorluk
hizmetinden dolayı gelir sağlayan bu unsurların gelirleri de kriz
dönemlerinde düşer. Gelir kaynakları kriz döneminde kuruyan
bunların bir kısmı sonuç itibariyle proletaryanın saflarına
katılmak zorunda kalır.
15)Fiyatların
düşmesi ve burjuvazi:1929-1932
krizine kadar olan bütün fazla üretim krizleri sürecinde
fiyatlar düşmüştü. 1929-1932 krizine kadarki ekonomik krizlerde
fiyatlar neden düşmüştü, sonraki krizlerde neden artmıştı ve
şimdiki krizde de neden yeniden düşüyor sorularının cevabını
“Kapitalizmin ve Ekonomik Krizlerin Tarihi, Çağımızda Ekonomik
Krizlerin Çevrimli Hareketi ve Stalin” çalışmasında
bulacağınızı belirterek burada şu özeti yapmakla yetinelim:
Fiyatların düşmesi, bütün kapitalistler açısından stoklanmış
hammadde ve ürünün önemli ölçüde değer kaybetmesi anlamına
gelir. Öyle olur ki kapitalist, bırakalım az da olsa artı değer
elde etmeyi, yatırdığı sermayesini daha kurtaramaz. Keza
ticaretle uğraşan kapitalist de, fiyatlar düştüğü için
elindeki malı, satın aldığı fiyatın altında satmak zorunda
kalır. Kapitalistlerin bu duruma düşmelerini onların
bilgisizliğinde değil, kapitalizmde üretimin anarşik yapısında,
spekülatif karakterinde aramak gerekir. Hiç bir kapitalist kriz
beklentisiyle üretmez, tersine fiyatların artacağı, üretimin
artması gerektiği beklentisiyle üretir. Ve kriz gelip çattığında
fiyatlar düştüğünde o, malının “üstüne oturmuş” olur.
Sermayenin
değerlendirilememesi/sermaye kıyımı:
Kriz döneminde stokların artması, ürünlerin satılmaması,
nihayetinde bu ürünlerde ifadesini bulan sermayenin
değerlendirilmemesi, yok edilmesi anlamına gelir.
Kriz
döneminde üretim ya tamamen ya da kısmen durur. Bu durumda,
derecesi ne olursa olsun, söz konusu olan, üretken sermayenin
üretim dışı kalmasıdır. İş gücünün çalıştırılmadığı,
paslanmaya, çürümeye terk edilmiş fabrika/işletme, sermayenin
değerlendirilememesinden, sermaye kıyımından başka bir anlam
taşımaz.
Kriz
döneminde birçok sermaye, kar oranının düşmesinden dolayı
değer kaybeder ve “yatırılmaya değmez” olur. Yani ortalama
değerlendirilme koşullarının altına düşer. Bu da sermayenin
değerlendirilememesinin veya da kıyımının bir ifadesidir.
Kriz
döneminde iflaslar:
Kriz dönemlerinde iflaslar sıçramalı bir artış gösterir.
Krizde olan her ekonomide iflaslar, krizin derinliğine ve kapsamına
göre sıçramalı gelişir.
16)Marks,
Kapital, C. III, s. 259.