deneme

22 Mayıs 2020 Cuma

KAPİTALİZM, İŞSİZLİK, YOKSULLUK*



KAPİTALİZM, İŞSİZLİK, YOKSULLUK*

Kapitalizmin Gelişme Yolu Sefaletin Yoludur ...” (Stalin)


İşsizliğin nedeni

İşsizlik “makinenin rekabetinden, çalıştırılan işçilerin niteliğindeki değişiklikten ve kısmi veya da genel krizlerin neden olduğu yetersiz istihdamdan” kaynaklanabilir. (1)
Ama “makinenin rekabetinden...kısmi veya genel krizlerden” dolayı işsizliğin oluşması için önce kapitalizmin gelişmesi ve işçi sayısının artması gerekir. Peki, kapitalist, işyeri ve işçi sayısını neden arttırmak ister? Bunun nedeni oldukça basittir: Kapitalist canlı işgücünden artı değer elde ettiği için sürekli, sermayesinin artışıyla birlikte çalıştırdığı işçilerin sayısın da çoğaltmak ister. Artan, sermaye artan, çoğalan işyeri, dolayısıyla işçi demektir. Ama bu, sermayenin henüz az gelişmiş olduğu yerlerde veya koşullarda söz konusudur veya kapitalist, genişleyen pazar, yüksek kar gördüğü zaman mümkündür.

Ancak, gelişen teknolojinin üretimde kullanılmaya başlanmasıyla, verimliliğin artmasıyla bu sefer sermaye işsizlik üretmeye başlar; verimliliğin artması, sermayenin işsizlik üretmesi demektir.
Öncelikle gelişmiş, modern teknoloji kullanımıyla iş verimiliğinin (yaygın yanlış kullanımıyla “emeğin” verimliliğinin) arttırılmasıyla her kapitalist, çalıştırdığı işçilerin sayısını azaltma yolunu seçer. Yani, artan sermaye, modern teknolojiden dolayı işgücü verimliliğinin arttığı yerlerde sürekli, görece veya mutlak olarak, işgücü kıyımına neden olur; işçiler kaçınılmaz olarak sokağa atılır. Uzun vadeli bakıldığında sermaye, verimsiz çalıştığı yerlerde de işgücü kıyımına neden olur. Çünkü özellikle karlı çalışan kapitalist, diğer kapitalistleri de er veya geç bir ikilemle karşı karşıya bırakır: iflas etmek veya işçi sayısını azaltmak.
Teknoloji, makine, nüfus fazlalığı; işsizlik yaratır. “Ricardo'unun en büyük katkılarından biri de, makinde, sadece meta üretme aracı değil, 'nüfus fazlalığı' yaratma özelliğini de görmüş olmasıdır”(2)

Büyüyen sermaye, artan ve giderek kronikleşen kitlesel işsizlik demektir. Sermayenin artmasına paralel olarak onun değişken (işgücü) kısmı da sürekli azalan oranda artar. Sermaye artışı, sermaye birikimi demektir; sermaye birikimi ise aynı zamanda görece, sermayenin ihtiyacı için fazlalık olan bir nüfusu; işsiz işgücü ordusunu üretir. Demek ki, işin (emeğin) artan verimliliği kaçınılmaz olarak süreklilik arz eden bir işçi nüfusu fazlalığına neden olur.
Yedek sanayi ordusunun görece büyüklüğü, servetin potansiyel enerjisi ile birlikte artar” (3).

Demek oluyor ki, toplumsal zenginlik ne kadar büyük olursa, iş üretkenliği ne kadar büyük olursa işsizlerin sayısı da o kadar çok olur. Sermaye, sistem olarak kapitalizm işsiz üretme makinesidir aynı zamanda.
İşsizlik, akıcı işsizlik, gizli işsizlik, durağan işsizlik gibi farklı biçimlerde görülür.(4)

Ekonomik kriz ve işsizlik-kronik kitlesel işsizlik

İşsizlik sadece ekonomik kriz dönemlerinin bir olgusu olmaktan çıkmıştır:
Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde, hatta emperyalist çağın ilk yıllarında işsizlik, ekonomik kriz dönemleri hariç hiç bir zaman kalıcı ve yüksek oranlarda olmamıştı. Tersine, çoğu kez, işgücüne olan talep süreklilik arz etmişti.

İstihdam-işsizlik arasındaki ilişkinin niteliği kapitalizmin en son aşaması olan tekelci dönemine, emperyalist aşamasına girmesiyle birlikte değişmeye başlamıştır. Ama değişmenin kendisi, kapitalizmin genel krizi sürecinde görülmüştür.

Teknolojinin giderek yoğun bir şekilde üretimde kullanılması, sermayenin organik bileşimini yükseltir. Yani değişmeyen sermaye, değişken sermayeye (işgücü) nazaran daha fazla artar. Bu, tekellerin, giderek daha az sayıda işgücü kullandıkları anlamına gelir. Tekeller, daha fazla üretmek ve rekabet edebilmek için bunu yapmak zorundadır. Kapitalizmin gelişmesinde görülen bu eğilim, genel olarak emperyalist çağın 20'li yıllarından sonra eğilim olmaktan çıkarak kapitalizmin bir nesnel yasası olmuştur. Bu yasa, geriye dönüşümü olmayan bir sürecin ifadesidir. Hiç bir kapitalist, hiç bir tekel, modern teknoloji bazında daha az sayıda işçiyi harekete geçirerek daha ucuz ve daha çok üretim yapmaktan vazgeçmez. Bundan vazgeçmek, geri bir adım atmak, yok olmakla, iflas etmekle eş anlamlıdır. Rekabet buna müsaade etmez.
İstihdam açısından geriye dönüşümü olmayan bu süreç ne anlama gelmektedir? Bu, işsizliğin süreklileşmesi, kronik kitlesel işsizlik anlamına gelir.(5)

Kronikleşmiş kitlesel işsizlik, artık sadece emperyalist ülkeler için değil, Türkiye gibi ülkelerde de geçerlidir.

Türkiye'de işsizlik
Yukarıdaki grafikte işsizlik oranının ekonomik krizin dibe vurduğu 2009’da yüzde 13,1’den kriz sonrasında, 2012’de yüzde 8,4’e kadar gerilediğini ve sonraki yıllarda da sürekli bir artış içinde olduğunu görüyoruz. Son kriz sürecinde (2018-2019) işsizlik oranında dikkate değer bir değişim olmamıştır. 2017’de yüzde 10,9’dan 2018’de yüzde 13,5’e yükselen işsizlik, 2019’da yüzde 13,7 olarak gerçekleşmiştir. Bunun arka planı, sanayide sabit sermaye/değişmeyen sermaye kıyımının genel anlamda gerçekleştirilmiş olduğu gerçeği yatmaktadır; bir taraftan işten çıkartma, diğer taraftan işe alma süreci iç içe yürümektedir.
Ancak bu veriler, resmi verilerdir; gerçeği yansıtmamaktadır. DİSK-AR’ın araştırmalarında mutlak sayı ve oran olarak işsizlik, resmi verilere göre oldukça yüksektir.

İşsizlik, yaşamın her alanında tekil işsizin sorunlarının toplumsallaştığı sürece zemin oluşturur.
İşsizlik, sağlıksız yaşamı, hastalıklarla boğuşmayı ve nihayetinde erken ölümü beraberinde getirir.
İşsizlik intiharlara yol açar.
İşsizlik, işçinin kalifiye olma özelliğini/uzmanlığını yitirmesine neden olur.
İşsizlik, ücret politikasında; ücretlerin gelişmesinde olumsuz bir etkide bulunur.
İşsizlik açlığın ve yoksulluğun yaygınlaştırmasına neden olur.
Engels’in deyimiyle işsizlik, “işçi sınıfının ayaklarındaki bir kurşun”dur (“Sosyalizmin Ütopyadan Bilime Gelişmesi”); “işsizlik bütün toplum için kurşun ağırlığı olur”(Marks, Grundrisse). İşsizlik toplum için bir yüktür; işsizler, “işçi olarak kendini yeniden üretememekle, tersine canlı olarak, başkalarının merhametiyle ayakta tutulmakla lumpen ve yoksul” olurlar (“Grundrisse, s.510).

Genel yoksulluktan ve açlıktan işsizler daha çok etkilenirler; işçi sınıfının çalışan kesimine nazaran işsiz olan kesimindeki mutlak yoksulluk ve bunun beraberinde getirdiği toplumsal ve siyasi yozlaşma daha derindir.

Doğrudan üretimde olmadığı için işsiz, kapitalizmin mezar kazıcısı rolünü, çalışan bir işçi gibi oynayamaz; sermayeye karşı işsiz olarak mücadelesinde çaresizdir. Bunun nedeni üretimden kopmuş olmasıdır. Ama bu, işsiz işçinin de işçi olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. İşsizlik, toplumsal, ekonomik ve siyasi olarak işçi sınıfının ve mesleki (sendikal) ve siyasi örgütlerinin en önemli mücadele konularından; en büyük mücadele sorunlarından birisidir. İşsizler, kapitalist toplumun sayıları binlerle değil, milyonlarla ifade edilen kesimidir; toplam işçi sınıfının önemli bir bölümünü oluştururlar. Bunun ötesinde işsizlik artık, sadece işçi sınıfının bir sorunu da değildir. İşsizliğin, işçi sınıfı dışında, ücretli ara tabakalar, aydınlar arasında da yaygınlaşması, işçi sınıfı işsizlerini ve ara tabaka aydın kesimi işsizlerini ortak bir mücadele platformunda birleştirir.
İşsizler, toplumsal bir güçtür. Önemli olan bu gücü, örgütleyip, seferber edebilmektir.

Kapitalizm, yoksulluk ve açlık üretir

Kapitalist birikimin mutlak, genel yasası” şunu diyor:
Toplumsal zenginlik, işleyen sermaye, bu sermayenin hacmi ve enerjisi ve dolayısıyla proletaryanın mutlak kitlesi ve işinin üretkenliği ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur. Sermayenin gelişme gücü gibi mevcut işgücü de aynı nedenler vasıtasıyla gelişir. Bundan dolayı sanayi yedek ordusunun görece büyüklüğü, zenginliğin gücüne göre (onunla birlikte, bn.) artar. Ama bu yedek ordunun faal orduya oranı ne kadar büyükse, sefaleti, çalışma sırasında katlandığı ıstırapla ters orantılı olan toplam artı-nüfusun kitlesi de o kadar büyük olur. Nihayet, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar büyük olursa, resmi yoksulluk da o kadar büyük olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak, genel yasasıdır” (6).

Açık ki kapitalizmde işçi sınıfı ve emekçi yığınların yoksulluktan ve sefaletten kurtulma olanakları yoktur. Mücadele sonucunda yaşam koşullarını bir nebze iyileştiren sonuçlar alınabilir, ama kapitalizm geliştikçe; sermaye birikimi sağlandıkça yoksulluk ve sefalet de artarak devam eder. Kapitalizmde yaşam koşullarında iyileşme, geçici, bu anlamda da istisnai bir durumun ifadesidir. Sermaye birikimi ve rekabet, sonuç itibariyle kar oranlarının ve dolayısıyla üretimde büyüme oranlarının düşmesini beraberinde getirir. Bu da etkisini reel ücretlerin düşmesinde gösterir. Bu nedenle artan sermaye birikimi, artan yoksulluk ve açlık demektir. Bu nedenle kapitalizm koşullarında yaşam koşulları ne kadar iyileşmiş olursa olsun, Marks'ın deyimiyle “sermaye birikimi oranında işçinin yazgısı daha da beter olacaktır”(7).
Bunun “yazgı” olmasının nedeni burjuva üretim ilişkilerinin ikili karakterinden kaynaklanmaktadır; burjuva üretim ilişkileri bir taraftan zenginliği, diğer taraftan da yoksulluğu üretir (8).
Açık ki sermaye, yoksul nüfusu ortadan kaldırmaz; aksine yoksul nüfusu üretir. Türkiye'de kapitalizm bunun nasıl gerçekleştirildiğine tipik bir örnek oluşturmaktadır. Türkiye'de kapitalizm küçümsenemeyecek bir gelişme göstermiştir. Ama bu güçlenme etkisini açlık ve yoksulluğun, bırakalım ortadan kaldırılmasında, dindirilmesinde dahi göstermemiştir; kapitalist sınıf daha da zenginleşmiş; zenginlik bir kutupta, yoksulluk da diğer kutupta yoğunlaşmıştır. Bunun böyle olduğunu birçok veri göstermektedir. Örnek olarak açlık ve yoksullukla ilgili verilere bakalım:
Kapitalistin karını arttırmak için işçi sınıfı ve emekçi yığınlar; somutlaştırırsak asgari ücretliler açlığa ve yoksulluğa mahkum ediliyor.

Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2018
Türkiye İstatistik Kurumu (Tüik) verilerinde dahi yoksullaşmanın boyutlarını görebiliyoruz. Bu verilere göre Türkiye’de 2017’den 2018’e yoksullar daha da yoksullaştı, zenginler daha da zenginleşti.

2018’de yoksul sayısı 11 milyonu aştı. Tüik verilerine göre, Türkiye’de göreli yoksul sayısı 2017’de 10 milyon 622 binden 2018’de 11 milyon 91 bine yükseldi.

Araştırma sonuçlarına göre; en yüksek gelirine sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 0,2 puan artarak %47,6'ya yükselirken, en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay 0,2 puan azalarak %6,1'e düştü. Toplumun en zengin %20'sinin geliri, en yoksul %20'sinin gelirinin 2017’de 7,5 misline, 2018’de de 7,8 misline denk düşüyordu.
Emekli ve dul-yetim aylıklarının sosyal transferler içindeki payı önceki yıla göre 0,4 puan azalarak %91 olarak gerçekleşti.

Göreli yoksulluk oranı %13,9 oldu. Tek kişilik hanehalklarının yoksulluk oranının bir önceki yıla göre 1,4 puan artarak yüzde 9,6, tek çekirdek aileden oluşan hanehalklarının yoksulluk oranının 0,4 puan artarak yüzde 12,9, en az bir çekirdek aile ve diğer kişilerden oluşan hanehalklarının yoksulluk oranının ise 0,9 puan artarak yüzde 18,8 oldu.

Okur-yazar olmayanların yüzde 27,5'i, bir okul bitirmeyenlerin yüzde 23,6'sı yoksul iken, bu oran lise altı eğitimlilerde yüzde 12,1, lise ve dengi okul mezunlarında ise yüzde 5,8 oldu. Yükseköğretim mezunları ise yüzde 2,2 ile en düşük yoksulluk oranının gözlendiği grup oldu.

2018’de sürekli yoksulluk oranı %12,7 idi.

Ekonomik krizlerin işçi sınıfı üzerindeki sosyal etkileri
Ekonomik kriz dönemleri, işçi sınıfının mutlak ve görece fakirleşmesinin, genel olarak yoksulluğun yoğunlaştığı dönemlerdir. Ekonominin nispeten iyi gittiği, ücretlerin, mücadeleyle nispeten yükseltilmiş olduğu dönemlerde bu fakirleşme bir nebze frenlenmiş olur.
Yoksulluğun, polisiye ve ölüm olaylarının artması:
Yoksulluğu kapitalist üretim biçimi doğurur. Yoksulluk ile ekonomik kriz arasında doğrudan bağ vardır. Marks şöyle diyor:
Bir taraftan yoksullar kitlesinin iniş-çıkış hareketi, sanayi devreviliğinin dönemsel değişmesini yansıtır. Diğer taraftan resmi istatistik, yoksulluğun gerçek kapsamı hakkında yanıltmaktadır” (9).
Demek oluyor ki, yoksulluk krizle artarken, krizin atlatılmasıyla da azalmaktadır.

Marks , yoksulluk hakkında şöyle der:
Görece fazla nüfusun en derin tortusu nihayet yoksulluk sahasına yerleşmiştir. Çapulcuları, adi suçluları, bedenlerini satanları, kısaca, esas lumpen proletaryayı bir kenara bırakırsak, bu toplum tabakası üç kategoriden oluşur. Birincisi, çalışabilir olanlar: İngiliz yoksulluk istatistiğine sadece yüzeysel olarak bakıldığında da yoksul kitlesinin her krizle şiştiği ve işleri iyiye gittiğinde de azaldığı görülür. İkincisi, yetim ve yoksul çocukları: Bunlar sanayi yedek ordusunun adaylarıdır ve büyük canlılık dönemlerinde –örneğin 1860- seri ve kitlesel olarak aktif işçi ordusuna katılırlar. Üçüncüsü, yıkılanlar, lümpenler, çalışamaz olanlar: Bunlar emeğin bölünmesiyle meydana gelen hareketsizliklerden dolayı yıkıma uğrayan bireylerdir. Bunlar, bir işçinin normal yaşının üstünde yaşayanlar… nihayet sayıları, tehlikeli makinelerle, madenlerle, kimya fabrikalarıyla vs. artan sanayi kurbanlarıdır, sakatlar, hastalar, dullar vs. dir. Yoksulluk, aktif işçi ordusunun sakatlar evini ve sanayi yedek ordusunun ölü ağırlığını oluşturur. Onun üretimi görece fazla nüfusun üretimine olan zorunluluğa, görece fazla nüfusun kaçınılmazlığına dahildir. Yoksulluk, görece fazla nüfusla birlikte kapitalist üretimin ve zenginliğin gelişmesinin varoluş şartını oluşturur” (10).

İşçi sınıfının sefaleti, açık ki, zenginliğin büyümesiyle aynı oranda büyümektedir. Burjuvazinin elinde ne kadar çok zenginlik toplanırsa, işçi sınıfı da yukarıdaki gibi kategorilere zorunlu olarak, zenginliğin bu şekilde toplanmasının, sermaye birikiminin ürünü olarak, bölünerek yoksulluğa ve sefalete gömülür. Kriz dönemlerinde bu tablo daha da korkunçlaşır. Bir defa, kriz dönemlerinde çoğu işçi, kapitalist üretim, kapitalist sömürü makinesi için artık yaşlanmıştır. Burjuvazinin artık ona ihtiyacı yoktur. Yaşlı işçi artık bir fazlalıktır. Tıpkı bir makine gibi kullanılmış ve çöpe atılmıştır. Bu durumda olanlar, ancak başkalarının yardımıyla ayakta kalabilirler. Onlar açtırlar, hastadırlar, yaşamları görece kısadır.


Kriz dönemlerinde genel ölüm olayları artar. Bu, düpedüz açlığın, sağlık kontrolü yaptıramamanın bir ürünüdür.

Kriz dönemlerinde polisiye olaylar, cinayetler, soygunlar, adi hırsızlık, fuhuş vs. alabildiğine gelişir. Sermayenin bir kenara ittiği işçi sınıfının bu unsurları, ayakta kalabilmek için, çalmak, öldürmek, fuhuş yapmak zorunda kalırlar. Düzen onlara yaşamak için sadece bu yolu açık bırakmıştır.

Türkiye’de bu türden gelişmelerin hangi boyutlarda olduğunu ispatlamaya gerek yok. Günlük burjuva gazeteleri bu konuları içeren haberlerle dolup taşmaktadır. Birkaç örnek verelim:

Birçok araştırma intiharda işsizlik olgusunun önemli bir faktör olduğunu göstermektedir. Gelecek kaygısı iş-işsizlik ekseninde döndüğü için, intiharda ilk akla gelen işsizlik olmaktadır. Tüik’e göre intihar nedenleri içinde ekonomik olanlar 3. sırada yer alıyor.

2002-2018 yılları arasında Türkiye’de 50 bin 378 kişi hayatına son vermiş. Resmi verilere göre aynı dönemde intihar edenlerin 10 bin 887’i hastalık, 5 bin 318’i aile içi sorunlar, 4 bin 481’i geçim sıkıntısı, 1004’ü ticari başarısızlık, 2 bin 412’si aşk ve istediği ile evlenememe, 3 bin 896’sı diğer nedenlerle intihar ederken, 21 bin 256 kişinin neden intihar ettiği belirlenememiş.” (20 Şubat 2020 Evrensel)

Ekonomik kriz ücret hareketini doğrudan etkiler:
Bütün meta pazarlarında olduğu gibi iş pazarında da ücret arz ve talebi, ekonomide/sanayide çevrimin; ekonomik çevrimin gelişmesine bağlıdır. Örneğin ekonomik kriz ve durgunluk dönemlerinde işçiler işten atılırlar, sanayi yedek ordusu büyür, görece fazla nüfus artar –kapitalist birikimin genel yasasının geçerlilik kazanması- ve bu, etkisini kaçınılmaz olarak iş piyasasında da gösterir; ücretler düşer. Tabii ki bunun tersi de olur. Ekonomik çevrimin yükseliş aşamasında eski iş yerleri yeniden açılır veya yeni fabrikalar vs. kurulur ve buralara işçi alınır. Bu durumda iş gücü talep artar, bu da etkisini ücretlerin yükselmesinde gösterir.
Bütünü ile alındığında, genel ücret hareketleri, tamamıyla, yedek sanayi ordusunun genişleme ve daralmasıyla düzenlenir ve bu da, sanayi çevrimin devresel değişmelerine uygun olarak meydana gelir” (11).

Bunun anlamı şudur: sanayi yedek ordusunun genişlediği dönemlerde ücretler düşer, sanayi yedek ordusunun daraldığı dönemlerde ücretler yükselir (sanayi çevriminin periyodik değişmesi). Ne var ki bu süreç pratikte şöyle gelişir: Kriz döneminde sanayi yedek ordusu hızla büyür ve ücretler de hızla düşer. Ama ekonomi, yükseliş aşamasına hızla değil, yavaş yavaş geçer, dolayısıyla sanayi yedek ordusunun daralması veya işsizlerin bir kısmının yeniden işe alınmaları bu sürece paralel olarak yavaş yavaş olur ve ekonominin yükseliş aşamasında da sanayi yedek ordusu ortadan kalkmadığı –günümüz koşullarında sanayisi gelişmiş ülkelerde işsizlik kitlesel ve kronik olduğu için ücretler, düşüş hızı ve derecesinde artmaz. Kapitalist, sanayi yedek ordusunu, sınıf mücadelesinde, ücretlerin artmasında engelleyici, kırıcı bir koz olarak kullanır (12).

Buna göre: ücretin hareketi, sanayi yedek ordusunun hareketine bağlıdır ve sanayi yedek ordusunun hareketi de ekonomik çevrimin gelişmesine bağlıdır. Ekonomik çevrimin kriz ve durgunluk aşamalarında sanayi yedek ordusu büyür; işsizlik artar ve ücretler düşer. Ekonomik çevrimin yükseliş aşamasında sanayi yedek ordusu daralır, işsizlerin sayısı görece azalır ve ücretlerde de artış olur. Her halükarda ekonomik kriz, ücretlerin düşmesine neden olur.

Ekonomik krizin köylülük üzerindeki sosyal etkileri
Sanayide gördüğümüz çevrimli krizler, tarımsal alanda çevrimi olmayan tarım krizleri olarak karşımıza çıkar. Ama burada sorunumuz ister sanayide kriz, isterse de tarımda kriz olsun, genel olarak ekonomik krizin köylülük üzerindeki etkisidir. Sonuç itibariyle, sanayi krizlerinin proletarya üzerindeki etkilerini, dolaylı olarak köylülük üzerinde de görüyoruz. Bunun ötesinde sanayi krizlerinin köylülüğü dolaylı etkilemesi, tarım krizlerinin doğrudan etkilemesi, kırsal alanda kapitalizmin “normal” gelişme süreci içinde köylülüğün çözülme sürecini hızlandırır(13).

Kapitalizmin tarımdaki “normal” gelişme seyri içinde gördüğümüz rekabet ve köylünün sabit ödemeleri, kriz dönemlerinde daha çıplak ve yıkıcı bir şekilde açığa çıkar. Köylünün kriz döneminde büyük tarım üreticileri karşısında rekabet etme şansı hiç kalmaz. Keza krizden dolayı geliri azaldığı veya hiç olmadığı için, vergi, faizler vs. için piyasadaki dalgalanmaya rağmen sabit olan giderlerini ödeyemez ve iflas eder.

Ekonomik kriz; dolaylı olarak sanayi krizleri ve doğrudan tarım krizleri, köylülüğün ezici çoğunluğunu oluşturan küçük köylülüğü ve orta köylülüğü ekonomik iflasa, yoksulluğa ve açlığa mahkum eder. Ve ancak belli bir zengin tabaka daha da zenginleşir. Ekonomik krizler, köylülüğün çözülmesini hızlandıran temel faktörlerdendir.

Kriz dönemlerinde kitlesel olarak iflas eden, yoksullaşan köylüler, mülksüzleşirler ve geçimlerini sağlamak için; iş bulmak için şehirlere akın ederler ve sonuç itibariyle proletaryanın saflarına katılırlar.

Ekonomik krizlerin şehir küçük burjuvazisi üzerinde sosyal etkileri
Kırsal alanda köylülüğün yaşadığı süreci, şehirlerde de küçük burjuva tabakalar yaşar. Şehirsel nüfusun bir parçasını oluşturan küçük burjuva tabakalar, orta tabakalar, aynen köylülük gibi, burjuva toplumun temel sınıfını veya sınıflarından birisini oluşturmazlar.
Şehir küçük burjuvazisini genel hatlarıyla üç ayrı sosyal tabakadan -zanaatçılar, küçük satıcılar (küçük tüccarlar) ve serbest meslek sahipleri- oluşur.(14)

Ekonomik krizin burjuvazi üzerindeki sosyal etkileri
Burjuvazi krizin patlak vermesini engelleyemez. Ve kriz patlak verdiğinde, krizin derinliğine ve kapsamına göre burjuvazi de etkilenir. Şimdi yaşanan kriz gibi uluslararası tekelleri de vuran bir ekonomik kriz, en büyük kapitalistleri de etkiler. Orta ve küçük kapitalistler her krizden etkilenirler; her ekonomik kriz burjuvazinin öncelikle bu kesimini vurur.(15)
Kapitalizm yoksulluğu derinleştirirken, mezar kazıcılarını da çoğaltmıştır. İşçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki mücadele mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi mücadelesinden başka bir mücadele değildir. Yoksulluk, insanlar arasında özel mülkiyetten kaynaklanan ekonomik farklılık ancak bu mücadele ile yok edilebilir.

Krizler, daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar kuran şiddetli patlamalardır” (16).

Sınıf mücadelesinin seyri de böyle bir çelişkiler yumağının gündemleştirdiği sorunlardan bağımsız olarak ele alınamaz. Öyleyse işçi sınıfı, önüne çözebileceği görevleri koymak zorundadır.

Ekonomik krizin nedenleri veya genel anlamda söyleyecek olursak kapitalist sistemin çelişkileri üzerine aydınlatma çalışması günümüzün en önemli siyasal faaliyetlerinden birisidir. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlar, ekonomik krizin kapitalistlerin, politikacıların yanlış kararlarından kaynaklanmadığını, bu sistemin kendi çelişkilerinden dolayı kendiliğinden çökmeyeceğini anlamak, kavramak zorundadır. Kapitalizm kendi kendini dizgine vurmaz. Ancak sınıf mücadelesi sonucunda kapitalizme geri adım attırılabilir, ama bu da geçicidir. Esas olan, sistemi yıkma mücadelesidir, bu mücadelenin örülmesi ve yaşamın her alanında yükseltilmesi için kapitalizmin bütün çelişkilerinden yararlanmasını bilmektir.

*) Bu yazı Marksist Teori'nin 41.. sayısında kısaltılarak (Mart-Nisan 2020) yayımlanmıştır.

*

Açıklamalar/kaynaklar:

1)K. Marks, C. 23, s. 568, Kapital, C. I.
2)K. Marks; C. 23, s. 430, Dipnot 154. Kapital, C. I.
3)K. Marks; C. 23, s. 673, Kapital, C. I.

4)Farklı nedenlerden dolayı (üretimde sınırlandırma, yeni makineler, işletmenin kapanması gibi) işsiz kalan işçiler akıcı işsizleri oluştururlar.
İflasa sürüklenmiş küçük üreticiler, kırsal alanda yılın belli dönemlerinde çalışabilen, ama sonra işsiz kalan, şehirde (sanayi) çalma olanağı olmayan yoksul köyüler ve tarım işçileri gizli işsizleri oluştururlar.
Sürekli çalıştığı işini kaybetmiş, düzensiz ve düşük ücretli olarak çalışanlar durağan işsizleri oluştururlar.

5)Kronik kitlesel işsizlik sorunu “Komünist Enternasyonal”de de tartışılır. Örneğin Komünist Enternasyonal'in VI. Dünya Kongresi’nde şu tespitlerde bulunulur:
... yeni tekniğin sonucu olarak; ... yapısal işsizlik olarak tanımlayabileceğimiz yeni tipten bir işsizliğin doğuşu. Bu işsizlik, eski dönemlerden tanıdığımız sanayi yedek ordusundan ekonomik olarak farklıdır.
... Savaştan önce de (I. Dünya Savaşı kastediliyor –bn.) sanayi yedek ordusu vardı. Ama bu yedek ordu, oldukça (sayısal) azdı ve iyi konjonktür dönemlerinde yok oldu. Bugün başka bir süreci görüyoruz.
1921’deki büyük krizden sonra ortaya çıkan kitlesel işsizliğin, sadece savaşın Avrupa’nın fakirleşmesinin, yeni gümrüklerin, denizaşırı ülkelerin sanayileşme eğiliminin vs. bir sonucu olduğuna uzun dönem inandık. Ama son yılların tecrübeleri bu görüşü gözden geçirmemizi zorunlu kıldılar. (Almanya'da kitlesel işsizlik kastedilerek)Açık ki, yoldaşlar, bunu, mutat, konjonktür eğrisine, sanayi devreviliği aşamalarının çeşitliliğine bağlı bir işsizlik olarak görmek doğru olmaz.
Aynı görünümü, Büyük Britanya’da da görüyoruz ... ABD’de de... keza, kitlesel işsizlik oluşmuştur...
İşin verimliliği güçlü bir şekilde artarken işçi sayısının azalmasının anlamı şudur; teknik ilerleme, işin verimliliğindeki ve yoğunluğundaki ilerleme pazarın genişleme olanağını aşmıştır! Önceleri, savaştan önce, teknik ilerlemeden dolayı işçiler sokağa atıldılar, ama kapitalist pazarın genişlemesiyle sokağa atılan bu işçiler, sürekli, yeniden iş bulabildiler, en azından çok gelişmiş kapitalist ülkelerde böyle oldu...
Şimdi, önde gelen emperyalist ülkelerde sokağa atılan işçilere iş olanağı vermek için pazarın genişlemesinin artık yeterli olmadığını görüyoruz ...
İşsizlik, konjonktürün bir göstergesi olmaktan artık çıkıyor ... Son yıllarda ABD ve Almanya örneğinin gösterdiği gibi, kapitalistler açısından büyük, kitlesel bir işsizliğe rağmen göz kamaştırıcı bir konjonktürün olması çok olasıdır” (E. Varga, Komünist Enternasyonal’in VI. Dünya Kongresi, Cilt 1, 8. Oturum, s. 201-202, 203, 204. 1928).
Sorunu Stalin de ele almıştır. SBKP(B)’nin XVI. Parti Kongresi’nde konuya ilişkin olarak işsizlerin “yedek ordulardan sürekli işsizler ordusuna dönüşmüş oldukların”dan bahseder (Bkz.: Stalin; C. 12, s. 217).

6) M-E; C. 23, Kapital, C. I, s. 673/674. Alm.
7)K. Marks; C. 23, s. 674, Kapital, C. I.
8)Bkz.:K. Marks; C. 23, s. 675, Dipnot 88, Kapital, C. I veya K. Marks; Felsefenin Sefaleti, s. 116.
9)Marks-Engels; Agk., s. 683.
10)Marks-Engels; Agk., s. 673.
11)Marks; Kapital, C. I, s. 666.

12)“Yedek sanayi ordusu, duraklama ve ortalama gönenç dönemlerinde faal işçi ordusunu baskı altında tutar, aşırı üretim ve coşkunluk dönemlerinde bu faal ordunun isteklerini dizginler. İşte bu nedenle, görece artı nüfus, işin arz ve talep yasasının üzerinde döndüğü eksendir. Görece artı nüfus, bu yasanın geçerlik alanını, sermayenin sömürü ve egemenlik faaliyetlerine mutlak şekilde uyan sınırlar içerisinde tutar…
Sermaye aynı anda, iki yanlı çalışmaktadır. Sermaye birikimi, bir yandan iş talebini artırırken, öte yandan işçileri "serbest hale getirerek" iş arzını da artırmakta ve gene bu arada işsizlerin baskısı, çalışanları daha fazla iş harcamaya zorlamakta ve bu nedenle de iş arzını bir ölçüde işçi arzından bağımsız hale getirmektedir. İş arzı ve talebi yasasının bu esas üzerinde işlemesi sermayenin tahakkümünü tamamlamaktadır” (Marks; agk; s. 668/669).

13) Kapitalist ülkelerde, hiçbir köylü ekonomik krizin etkisinden kurtulamaz. Köylünün ekonomik krizlerden etkilenme mekanizması şöyle işler:
Köylünün pazarladığı ürünü üç kategoride toparlayabiliriz:
a- Gıda maddeleri: Et, süt, yağ, sebze, meyve vs.
b- Giyim sanayi için hammaddeler: yün, keten, deri, pamuk vs.
c- Gıda sanayi için hammaddeler: Tahıl, patates, şeker pancarı, arpa vs.
Gıda maddeleri: Bu maddeler şehirlerde büyük talebi olan maddelerdir ve en geniş tüketici kitlesini de işçiler oluşturur. Kriz döneminde işçilerin alım gücünün düşmesi, bu maddelere olan talebin de zorunluluktan, yoksulluktan dolayı azalması anlamına gelir. Bu durum, bu maddeleri pazarlayan köylüler üzerinde olumsuz etki yapar, çünkü köylü, ürününü satamaz.
Giyim sanayi için hammaddeler: Giyim sanayi tüketim sanayi çerçevesinde olan bir sektördür. Bu sektör ürünlerinin alıcı kitlesi de çoğunlukla emekçiler ve işçi sınıfıdır. Kriz döneminde bu sektörde de üretim düşer. Kitlelerin alım gücü azalır. Sonuç itibariyle bu sektördeki kapitalistler, köylülerden hammadde almamaya başlarlar. Bu da köylünün ürününü satamaması, iflas etmesi anlamına gelir. Aynı durum gıda maddeleri sanayi için de geçerlidir.

14)Ekonomik kriz ve zanaatçılar: Bağımsız zanaatçılık olgusu kapitalizmde, aynen köylülük gibi tarihe karışmıştır. Kapitalizmde köylülüğün başına gelenler zanaatçıların da başına gelmiştir.
Kapitalizm geliştikçe zanaatçı, sanayi işletmeleriyle rekabet edebilmek için ürününü değerinin altında satmak zorunda kalır, “artı değer” elde etmesi artık hayal olur; ürününü kendi iş gücünü yeniden üretebilme olanağını sağlayan fiyatın altında satmak zorunda kalır. Kriz dönemlerinde bu durum daha çarpıcı olarak açığa çıkar ve hammadde, iş aletleri vs. dahi satın alamayacak duruma gelen zanaatçı, fiyatların da düşmesiyle iflas eder. İşsizlik, yoksulluk onun “kaderi” olur ve proletaryanın saflarına katılmaktan başka yapacağı bir şey yoktur.

Ekonomik kriz ve küçük satıcılar: Şehirlerde küçük satıcıların yaşamlarını sürdürmeleri, emekçilerin, başta da proletaryanın gelirine bağlıdır. Çünkü kazanç-kar marjı toptancı fiyatlarıyla perakendeci fiyatları arasındaki farktan oluşan bu tabakanın esas müşterisini proletarya oluşturur. Normal koşullarda da durumu zaten kötü olan küçük satıcı, kriz döneminde iflas etmekten kurtulamaz; kriz, işsizliği, ücretlerin düşmesini, fiyatların düşmesini beraberinde getirir, onun esas alıcısı olan proletaryanın, emekçi kitlelerin alım gücü düşer ve bu da küçük satıcının ticari ilişkisine yok edici darbe vurarak yansır.
Hem kriz dönemlerinde hem de “normal” şartlarda küçük satıcı, büyük alış veriş yerleriyle rekabet edecek güce sahip değildir. Onun, büyük alış veriş merkezleri gibi ne kredi alma şansı ne de yedek sermayesi vardır.
Küçük satıcının rakibi de vardır. Örneğin krizden dolayı işsiz kalan işçiler, geçim sıkıntısı içinde olan proleter aileler, kadınlar, çocuklar sürekli veya belli dönemlerde haftanın belli günlerinde, satıcılık yaparlar. İşte bunlar, bu eylemleriyle küçük satıcılarla rekabet etmiş olurlar (Bkz.: Marks/Engels; C. 2, s. 316/317).
Kapitalizm, küçük satıcı için de yoksulluk, açlık, iflas, işsizlik ve proletaryanın saflarına katılmak anlamına gelir.

Ekonomik kriz ve serbest meslek sahipleri: Doktorlar, mimarlar, mühendisler, teknisyenler, avukatlar vb. bu grupta ele alınması gereken unsurlardır. Tabii ki bu tabakanın durumunu işçi sınıfının, köylülüğün, küçük burjuvazinin durumuyla karşılaştıramayız. Ama bu tabaka da krizden etkilenir. Bu kesimin devlet görevlisi olanlarını ve dolayısıyla gelirini devletten alanlarını bir kenara bırakırsak, serbest piyasada kazanç sağlama durumları kriz dönemlerinde daha da kötüleşir; bu unsurların serbest piyasada gelirleri, nihayetinde toplumun diğer sınıf ve tabakalarının gelirlerinden kaynaklanmaktadır. Örneğin kriz döneminde parası olmayan, işsiz bir işçi kolay kolay avukata veya doktora gitmez. Böylelikle avukatlık, doktorluk hizmetinden dolayı gelir sağlayan bu unsurların gelirleri de kriz dönemlerinde düşer. Gelir kaynakları kriz döneminde kuruyan bunların bir kısmı sonuç itibariyle proletaryanın saflarına katılmak zorunda kalır.

15)Fiyatların düşmesi ve burjuvazi:1929-1932 krizine kadar olan bütün fazla üretim krizleri sürecinde fiyatlar düşmüştü. 1929-1932 krizine kadarki ekonomik krizlerde fiyatlar neden düşmüştü, sonraki krizlerde neden artmıştı ve şimdiki krizde de neden yeniden düşüyor sorularının cevabını “Kapitalizmin ve Ekonomik Krizlerin Tarihi, Çağımızda Ekonomik Krizlerin Çevrimli Hareketi ve Stalin” çalışmasında bulacağınızı belirterek burada şu özeti yapmakla yetinelim: Fiyatların düşmesi, bütün kapitalistler açısından stoklanmış hammadde ve ürünün önemli ölçüde değer kaybetmesi anlamına gelir. Öyle olur ki kapitalist, bırakalım az da olsa artı değer elde etmeyi, yatırdığı sermayesini daha kurtaramaz. Keza ticaretle uğraşan kapitalist de, fiyatlar düştüğü için elindeki malı, satın aldığı fiyatın altında satmak zorunda kalır. Kapitalistlerin bu duruma düşmelerini onların bilgisizliğinde değil, kapitalizmde üretimin anarşik yapısında, spekülatif karakterinde aramak gerekir. Hiç bir kapitalist kriz beklentisiyle üretmez, tersine fiyatların artacağı, üretimin artması gerektiği beklentisiyle üretir. Ve kriz gelip çattığında fiyatlar düştüğünde o, malının “üstüne oturmuş” olur.

Sermayenin değerlendirilememesi/sermaye kıyımı: Kriz döneminde stokların artması, ürünlerin satılmaması, nihayetinde bu ürünlerde ifadesini bulan sermayenin değerlendirilmemesi, yok edilmesi anlamına gelir.
Kriz döneminde üretim ya tamamen ya da kısmen durur. Bu durumda, derecesi ne olursa olsun, söz konusu olan, üretken sermayenin üretim dışı kalmasıdır. İş gücünün çalıştırılmadığı, paslanmaya, çürümeye terk edilmiş fabrika/işletme, sermayenin değerlendirilememesinden, sermaye kıyımından başka bir anlam taşımaz.
Kriz döneminde birçok sermaye, kar oranının düşmesinden dolayı değer kaybeder ve “yatırılmaya değmez” olur. Yani ortalama değerlendirilme koşullarının altına düşer. Bu da sermayenin değerlendirilememesinin veya da kıyımının bir ifadesidir.
Kriz döneminde iflaslar: Kriz dönemlerinde iflaslar sıçramalı bir artış gösterir. Krizde olan her ekonomide iflaslar, krizin derinliğine ve kapsamına göre sıçramalı gelişir.

16)Marks, Kapital, C. III, s. 259.