deneme

17 Mayıs 2020 Pazar

KOVİD-19 KARIŞIMLI DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN SEYRİ


KOVİD-19 KARIŞIMLI DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN SEYRİ

Komünist parti bayrağının çekici, değdiği her yerde iz bırakır” (von Pöti)

Kovid-19’dan dolayı dünya ve Türkiye ekonomisinin somut seyrini ayrıntılı olarak analiz etme imkanı olmadı. Zaman açısından değil, Kovid-19’un kapitalist ekonomi üzerindeki etkisinin, yani krizin boyutlarının henüz tam, bütün sektörlerde görülmemesinden dolayı. (Önümüzdeki dönemde bu sorunları ayrıntılı olarak ele alacağız) Bu nedenle, bu makalede dünya ve Türkiye ekonomisini verilerin açıklandığı Şubat-Mart 2020’ye kadarki gelişmesini analiz ederek ele almış olacağız. Sonuçlar şaşırtıcı, özellikle de Türk ekonomisi açısından oldukça şaşırtıcı olabilir. Bunun nedeni, “sol”un ekonomi üzerine sürekli maval okumasıdır, desteksiz atmasıdır; kapitalizm çöktü-çöküyor sarhoşluğu içinde kıyamet gününün yakın olduğunu dünya baldırı çıplaklarına muştulamasıdır. Bu türden haberlerden dolayı yanlış siyasi tespitler yaptığınıza inanıyorsanız, hesabını sizi yanıltanlardan sormalısınız.

Sormalısınız, çünkü herkesine kendine özgün, sadece onun için çalışan bir istatistik veri, toplama ve değerlendirme kurumu yoktur. Marksisti de, Marksist-Leninisti de, Marksist Leninist Komünisti de, Maocusu da, Troçkisti de, “Post-Marksist”i de, neoliberali de, keynesçisi de; anlayacağınız herkes ekonomi üzerine toplu verileri belli kaynaklardan alır. Örneğin bunlar OECD’dir, IMF’dir, DTÖ, DB’dır. Türkiye için de en çok kullanılan veri kaynağı Tuik’tir, konusuna göre bazen Disk’tir. Her halükarda kullanılan kaynaklar burjuva kaynaklardır. Dolayısıyla, uluslararası alanda şu kişinin, bu kişinin kullandığı kaynağı kontrol edemiyorsan kullanmayacaksın. Nihayetinde o keşi de verilerini yukarıda adı geçen kurumlardan birisinden almıştır. Şu aptallığı da göstermeyeceksin: Tüik’in verilerine güven olmaz, en iyisi OEDC’nin, DB’nın, IMF’nin vb. verilerine bakarım. Tamam bak da, bu kurumların yayınladıkları verileri Tüik’ten aldığını da unutma. Yoksa bunların Türkiye’de istatistik veri toplayan orduları mı var?

Tahminler üzerine siyaset inşa edenin kılavuzu en fazlasıyla karga olur. Felaket tellallığı yapmadan önce, nesnel durumun ne olduğunu açıklamak gerekir. Böyle hareket ediliyor mu? Edilmiyor. Ekonomi üzerine koparılan yaygaralarını, felaket haberciliğini, çöktü naralarını destekleyen ne var elinizde? İnsanlar gelecekte ne olacaktan çok, bugün bu kapitalizm yıkmak için nasıl mücadele etmemiz gerekir sorusuna veca arıyorlar. Buna vereceğiniz bir cevap var mı? Yok.

Haftalardır devam eden tartışmalar çoğumuzu değilse de bazılarını neredeyse diplomalı tıp doktoru yaptı. Kovid-19’un mutasyona uğradığı, uğruyor olduğu, uğrayacağı üzerine tartışmalar, kapitalist ekonomi, kriz teorisi dünyasına da yansıdı. Anlayacağınız ekonomik kriz teorisi mutasyona uğradı; şimdi herkes kafasına göre kriz teorisi üretiyor ve bunu da -Marksizm-Leninizm adına olduğunu pek sanmıyorum- ama kesinlikle “Marksizm” adına piyasaya sürüyor. Bu, bir nevi, şimdiye kadar söylediğimiz, şimdiye kadar geçerli kurallar sayılmaz, biz maçın ortasında kural değiştiririz demek anlamına geliyor. Neden öyle oluyor? İnsanlar, Kovid-19 günlerinde sermaye ve üretimin seyrine bakarak, “Post-Marksist” küreselleşme teorisinin sarpa sardığını görünce yapacak başka işi kalmamış olsa gerek, teoriyi kurtarmaya çalışıyor. Kurtarayım derken de o yanlışlar bataklığına; “olduğu gibi görünmeme”, “göründüğü gibi olmama” bataklığına gömüldükçe gömülüyor. Veya durumu şöyle de izah edebiliriz: “Dün dündür, bugün bugündür”. Açıklaması: Dün öyle yazılmış-çizilmiş olabilir, ama bugün, dünküne ters düşse de, böyle farklı yazılıp-çizilebilir! Nasıl mı?

Abartı çılgınlığı ve gerçekler
Battı batacak, çöktü çökecek...
Bu kıyamet günü habercileri neye dayanarak geleceği yaşanıyormuş gibi anlatabiliyorlar? Yıkıldığını, çöktüğünü sandıkları kapitalist sistemin kurumlarının tahminlerine dayanarak bu işi yapıyorlar. IMF’nin, Dünya Bankası’nın, Dünya Ticaret Örgütü’nün, OECD’nin, AB’nin veya şu veya bu ülke kurumlarının geleceğe yönelik yaptıkları tahminlere dayanarak geleceğin dünyasının nasıl olacağını analiz ediyorlar. Tamam, bunu yapabilirsiniz. Ancak, bu kurumlar öngörülerini, tahminlerini sık sık değiştirirler, onlar tahmin değişirdikçe siz de analiz değiştirirsiniz. 2008 kriz sürecinde aynen böyle olmadı mı? Ne var ki, bu, sorunun önemsiz yanı veya bundan daha önemli olan, bugünkü durumun analizidir. Bu analizin sınıf mücadelesinde programlaştırılmasıdır.

2008 krizi dönemini hatırlayalım. O gün, kapitalizm ha yıkıldı ha yıkılacak, ha çöktü ha çökecek demekten, yazıp çizmekten yorgun düşenler, şimdi yeniden ayağa kalktılar. Aynı terane tekrarlanmaktadır. Yaptıkları bir analiz yok. Sağdan soldan toplanan abartılı söylemlere dayanarak sistemin çıkışı olmayan kriz içinde olduğunu söylemekten öte bir marifet sergilemiyorlar. 2008 krizinin 1929 dünya krizinden daha kapsamlı daha derin olacağını yazıp çizenler de bunlardır. Ancak, 2008 krizi hiç de öyle olmadı; 1929 krizine göre “kof” çıktı. Her iki krizin karşılaştırması da yapıldı. Neresinden bakılırsa bakılsın, 2008 krizi, 1929 krizi kadar ağır geçmedi.

Şimdi, söz konusu kurumların tahminlerine dayanarak şimdiki krizin, Kovid-19 karışımlı dünya ekonomik krizinin 2008 krizinden daha ağır olacağı yazılıp çiziliyor. Mümkündür, Kovid-19 engel olmaya devam ettiği müddetçe dünya ekonomisi de yerinde sayacaktır. Dolayısıyla şimdiki kriz, bırakalım 2008 krizini, 1929 krizinden de ağır olacaktır. Ancak bunun böyle olacağını mevcut verilere dayanarak söylemek mümkün değil.

1-Sanayi üretiminin seyri

Aşağıdaki veriler Kovid-19’un ekonomiye yansımasını bütün çıplaklığıyla henüz göstermiyor. Salgının Çin hariç diğer ülkelerde yoğunluğu Şubat ayından itibaren söz konusudur, ama ekonomiye hangi boyutlarda yansıdığı daha yeni görülmektedir. Mart ayı verilerinden ziyade Nisan ayı verileri bunun bir ifadesidir.

Her bir ülkede sanayi üretiminin seyrini grafikleştirerek gösterirsek, durumun anlaşılmasına belki bir katkı olur.

1.1-Son bir yıl içinde AB toplamında sanayi üretiminin seyri


2019’un başından bu yana AB toplamında ekonomi yerde sürünüyor. AB toplamında sanayi üretiminin bu hali krizde olan ekonominin halidir. Şimdilik “normal” bir kriz görünümünde. En fazlasıyla Aralık 2019’da yüzde 3,3 oranında küçülmüş.

1.2-Son bir yıl içinde Avro Bölgesinde toplamında sanayi üretiminin seyri


Avro Bölgesi sanayi üretimin Aralık 2019’da yüzde 3,4, Ocak ve Şubat 2020’de yüzde 2,2 oranında daralırken, salgının etkisinden dolayı bu daralma Mart ayında yüzde 12,9 oranında gerçekleşmiştir. Tam bir düşüş. 

1.3-Son bir yıl içinde Amerikan sanayi üretiminin seyri


Son bir yıl içinde, özellikle de Eylül 2019’dan bu yana Amerikan sanayi üretiminin sürekli küçülme içinde olduğunu görüyoruz. Kovid-19’un Amerikan ekonomisi üzerindeki yansımasını üretimin Mart ayında yüzde 4,9 ve Nisan ayında da yüzde 15 oranında daralmasında görüyoruz.

1.4- Son bir yıl içinde Alman sanayi üretiminin seyri


Yukarıdaki veriler son bir yıl içinde zaten krizde olan Alman ekonomisinin bu salgından ne derece etkilendiğini Mart ayında sanayi üretiminin yüzde 11,6 oranında daralmasında görüyoruz. .

1.5- Son bir yıl içinde Japon sanayi üretiminin seyri


Son bir yıl içinde Japon sanayi üretimi,Japon ekonomisinin nasıl durumda olduğunu göstermektedir. Sanayi üretimi bu ülkenin de krizde olduğunu gösteriyor.

1.6- Son bir yıl içinde İtalyan sanayi üretiminin seyri



Salgından önce İtalyan sanayi üretimi, üretimin seyri bakımından ağır olmayan bir kriz içindeydi (Nisan 2019-Şubat 2020 verileri bunu doğrular). Ancak Kovid-19 İtalyan ekonomisini altüst edecek derecede etkilemiştir. Bunun sonucu olarak sanayi üretimi Mart ayında yüzde 29,3 oranında daralmıştır.

1.7- Son bir yıl içinde Hindistan sanayi üretiminin seyri



Bu veriler, sanayi üretimi temelinde Hindistan ekonomisinin ne derece kırılgan, istikrarsız bir süreçten geçtiğini göstermektedir. Salgının etkisiyle sanayi üretimi Şubat ayında yüzde 5 oranında büyümesine rağmen Mart ayında yüzde 16,7 oranında daralıyor.


1.8- Son bir yıl içinde Güney Kore sanayi üretiminin seyri



Veriler salgına rağmen G. Kore sanayi üretiminin Şubat ayında yüzde 11,3 ve Mart ayında da yüzde 7,1 oranlarında artığını göstermektedir. Veriler, bu ülkede ekonominin seyrini şimdiye kadar salgının pek belirlemediğini veya salgının ekonomi üzerinde etkisinin sınırlı kaldığını göstermektedir.

1.9- Ekonomik krizden bu yana Türkiye’de sanayi üretiminin seyri

Aylık sanayi üretimi bazında şimdiki kriz 2018’in Temmuz ayından sonra patlak verdi. Aşağıdaki grafik toplam sanayi üretimi bazında krizin dip noktasına yüzde 9,9 oranında küçülmeyle Aralık 2018’de ulaştığını ve sonraki aylarda dip noktadan çıkıldığını ve Eylül 2019’da üretim artışı eğilimine girildiğini göstermektedir.

Öyle ki, sanayi üretimi 2018’in Aralık ayında, 2020’nin de Ocak ve Şubat aylarında Temmuz 2018’deki seviyesini aşıyor. Yukarıdaki grafiğe göre sanayi üretimi Aralık 2019’da yüzde 9, 2020’nin Ocak ayında yüzde 7,7 ve Şubat ayında da yüzde 8,5 oranında artıyor.

Aşağıdaki grafikte de bu oranlar 2015=100 bazında 2019’un Aralık ayında yüzde 18, 2020’nin Ocak ayında yüzde 17,6 ve Şubat ayında da yüzde 19,9 oranında; böylece kriz öncesinin en yüksek üretim seviyesini (Temmuz 1918 = yüzde 16,7) aşmış oluyor.
 

Tabii ki, verilerin böyle olmasından hareketle ekonominin krizden çıktığı söylenemez. Mart ayı sanayi üretimin yüzde 7,1 oranında daralması bunu gösterir. Bu durumda Kovid-19‘un ekonomiye doğrudan etkisini Mart ayı verilerinde görmüş oluyoruz. Sanayi üretimi bazında ekonominin konjonktür çevriminde, büyük bir ihtimalle orta çıkıntısı yüksek olan -sanki krizde olmayan bir büyüme oranının belirlediği- bir W hareketi izleneceğini söyleyebiliriz (1)

Önümüzdeki aylarda sanayi üretimi daralmaya devam edecektir. Bu daralmanın ne derece güçlü olacağı sadece üretime bağlı kalmayacaktır. Sermaye sıkıntısı, ihracat sıkıntısı vb. bu daralmada etkili olacaktır. Ancak, borçlanma sorunu atlatılmazsa, yani borçu çevrime, yönetme imkanı bulunmazsa üretimdeki düşüş şimdiye kadar olduğundan daha derin olabilir. Borçlanma krizi gündemde olmazsa, üretimdeki daralma pek derin olmayabilir. Bütün bunları önümüzdeki birkaç ay içinde göreceğiz.

Aşağıdaki grafik yukarıdakinin zincirleme endeksidir. Her ikisi de ekonominin ne denli kırılgan olduğunu göstermektedir.


1.10-Son bir yıl içinde Çin sanayi üretiminin seyri

Son bir yıl içinde Çin sanayi üretiminde büyüme oranlarının küçüldüğünü, yüzde 4-yüzde 7 bandına gerilediğini 2020‘nin Ocak ve Şubat aylarında da yüzde 13,5 oranlarında mutlak küçüldüğünü, bu küçülmenin Mart ayında da devam ettiğini (yüzde 1,1 oranında daralma) ve Nisan ayında sanayi üretiminin yeniden büyümeye geçtiğini (yüzde 3,9 oranında bir büyüme) görmekteyiz. 
 

Çin sanayi üretiminde bu boyutlarda, hatta daha derin mutlak küçülme 1990’lı yılların başında görülmüştü. Aşağıdaki grafikte Çin sanayi üretimindeki genel eğilim, üretim artış oranlarının giderek küçüldüğünü göstermektedir.

Özellikle son birkaç yıldaki üretim hareketi, üretim artış oranlarındaki küçülmenin istikrarlaştığını, belli bir bandda seyrettiğini göstermektedir. 
 

Buraya aktarmaya gerek görmedim, ama takip edilirse önde gelen emperyalist ülkelerde sanayi üretiminin son birkaç aylık verileri (Kasım, Aralık, Ocak ve Şubat ayı verileri, keza açıklandığı kadarıyla Mart, Nisan verileri ve 2020’nin ilk çeyreği verileri dünya ekonomisinin kendi çevrimiyle krize girme sürecinin Kovid-19 nedeniyle baskılandığını, hızlandığını göstermektedir. Bu çok bariz bir biçimde görülmektedir.

2-Kapasite kullanım oranı

İmalat sanayi kapasite kullanım oranı ekonominin seyrini gösteren en önemli kıstaslardan birisidir. Kısaca, imlalat sanayinde kapasite kullanım oranının düşmesi, üretimdeki daralmayı, artması da üretimdeki artışı, canlanmayı gösterir.

2.1-Son bir yıl içinde Amerikan imalat sanayinde kapasite kullanım 
   oranı

Amerikan imalat sanayisinde kapasite kullanım oranları zaten düşüktü. Kapasite kullanım oranının yüzde 76-78 bandında seyreden bir ekonomi, dolu dizgin üreten bir ekonomi olamaz. Kapasite kullanım oranının bu bandda seyretmesi, ekonominin ya durgunluk içinde olduğunu veya da krize girme sürecinde olduğunu gösterir. Kapasite kullanım oranının Mart 2020’de yüzde 72’72’ye düşmesi, Nisan ayında ise yüzde 64,89’a gerilemesi Amerikan ekonomisinin krizde olduğunun açık ifadesidir.


2.2-Son bir yıl içinde Alman imalat sanayinde kapasite kullanım oranı

Alman ekonomisi krizde olmasına rağmen kapasite kullanım oranı, krizde olmayan bir ekonomide görülen kapasite kullanımını sergiliyor Bu oran 2020’nin başında yüzde 82,6’ya ve son olarak da yüzde 70,6’ya düşüyor; 15,5 puanlık bir gerileme. Bu oldukça sert bir düşüşün ifadesidir; yani bazı sektörlerde üretimin durduğunu gösterir.


2.3-Son bir yıl içinde Büyük Britanya imalat sanayinde kapasite 
      kullanım oranı


Bu ülkede de Şubat 2020’ye kadar kapasite kullanım oranlarının yüksek olduğunu görüyoruz. Ancak, bu oranın Şubat 2020’de yüzde 79,2’den 55,1’ düşmesi, 24,1 puan gerilemesi ekonominin sert bir biçimde krize girdiğinin göstergesidir. Bu, salgının bu ülke ekonomisinde nasıl etkili olduğunu göstermektedir.

2.4-Son bir yıl içinde Türkiye imalat sanayinde kapasite kullanım oranı

Bu krizde kapasite kullanım oranı, Ocak 2019’u hesaba katmazsak, Kasım-Aralık 2018’de yüzde 74,1 ve Şubat 2019’da da yüzde 74 oranında gerçekleşmiştir; yani bu aylarda imalat sanayinin mevcut kapasitesinin yüzde 25,9’u (Kasım-Aralık 2018) ve yüzde 26’sı (Şubat 2019) kullanılmamıştır. Mevcut veriler veya üretimin mevcut durumu, krizde kapasite kullanım oranı bakımından dip noktaya Kasım 2018-Şubat 2019 arasında ulaşılmış olduğunu göstermektedir. Şubat 2019’dan sonraki artış, Haziran 2019’da yüzde 77,1’e kadar çıkmış, Temmuz-Ekim 2019 arasında da yüzde 76 bandında kalmıştır.


Kapasite kullanım oranının dip nokta olarak yüzde 74’ler civarında kalması bu krizin kapsamlı sabit sermaye kıyımını, yok edilmesini beraberinde getirmediğini; ağır bir kriz olmadığını gösterir.(2)

2008-2010 krizinde imalat sanayi kapasite kullanım oranı, 2009’un Ocak ayında yüzde 61,6’ya, Şubat ayında yüzde 60,9’a ve Mart ayında da yüzde 58,7’ye düşmüştü. Diktatörün, “teğet geçti” dediği o kriz, ağır bir krizdi.


Ancak, Kovid-19 sermaye hareketinin seyrini etkilemiştir. Ve üretime verilen kısa ara, üretimin yavaşlatılması sonucunda imalat sanayisinde kapasite kullanım oranı Nisan 2020’de yüzde 61,6’a düşmüştür. Bu düşüş bu krizin en azından 2008 krizi kadar ağır olabileceğini göstermiştir.

Yukarıda orta çıkıntısı yüksek olan bir W’den bahsetmiştim. O W’yi kapasite kullanım oranlarının seyrinden de çıkartabiliriz; yukarıdaki veriler veya üretimin mevcut durumu, krizde kapasite kullanım oranı bakımından dip noktaya Kasım 2018-Şubat 2019 arasında ulaşıldığını göstermektedir. Haziran 2019’da yüzde 77,1’e çıkan kapasite kullanım oranı Haziran 2919-Mart 2020 arasında yüzde 75-77 bandında kaldı. Ancak Nisan 2020’de yüzde 61,1’e düştü, yani 18,2 puan geriledi. Bu sert bir düşüştür; yüzde 61 oranında bir kapasite kullanım oranı ekonominin krizde olduğunun açık ifadesidir. Şimdi, kriz seyri içinde kapasite kullanım oranı gerileyecek ve ekonomideki canlanmanın ifadesi olarak da yeniden artmaya başlayacaktır; bu da söz konusu W’nin tamamlanmasıdır.

2.5-Son yıllarda Çin imalat sanayinde kapasite kullanım oranı

Çin imalat sanayisinde kapasite kullanım oranı son yıllarda yüzde 72,9 ila yüzde 78 bandında kalmıştır. Ancak, Ocak 2020’de bu oran yüzde 77,5’ten yüzde 67,3’e düşmüştür, yani 13,2 puanlık bir gerileme. Bu önemli bir düşüştür. 
 

Kapasite kullanım oranındaki bu gerileme, Çin ekonomisinin de krizde olduğunu göstermektedir. Bu kriz durumu ne kadar sürer, Çin’in krizden hızlı bir çıkışı olabilir mi veya en önemli rakibi Amerikan emperyalizmi Çin’de ekonomik krizin derinleşmesi için birtakım adımlar atar mı, bunların hepsini önümüzdeki süreçte göreceğiz. Krize “alışık” olmayan Çin ekonomisinin krizden dolayı hangi sorunları hangi şiddette yaşayacağını da önümüzdeki süreçte göreceğiz.

3-İşsizlik oranı

Dünya çapında enfekte olmuş insan sayısı 4,4 milyon üzerinde. Kovid-19’un yayılmasına karşı mücadele adı altında dolaşım, ulaşım, sokağa çıkma yasakları, bazı işletmelerde üretime geçici ara verme, hizmet sektörünün, esnaflık, turizm, taşımacılık, tüketim alanlarında başlangıçtaki yasaklamalar, sonuçta dünya çapında milyonlarca insanın işsiz kalmasını beraberinde getirmiştir. Devletlerin salgından dolayı aldığı bu tedbirlerin sonucudur ki, dünya çapında işsizlerin sayısı kısa zamanda hızlı artmıştır. Krizin normal seyri içinde bu artış daha yavaş olurdu.

Açıklanan işsizlik verileri gerçeği yansıtmamaktadır. Sadece ABD’de birkaç hafta içinde işsizlerin sayısının 30 milyona çıkması, Avrupa genelinde işsizlerin sayısının 10 milyona çıkacağını hesaplanması kapitalizmin merkezlerinde işsizliğin boyutlarını göstermektedir. İşsizliğin Kovid-19 baskısıyla bazı ülkelerde nasıl sert bir yükseliş gösterdiğini, başka ülkelerde ve entegrasyonlarda işsizlikte olağanüstü bir hareketliliğin olmadığını örneklemek için bir kaç grafik aktaralım.

ABD’de işsizlik oranı:
ABD’de son bir yıl içinde işsizlik oranını aşağıdaki grafikte görüyoruz. Nisan 2019’dan Şubat 2020’ye kadar ABD’de işsizlik oranı yüzde 3-4 bandı arasında gidip gelmiş. Ancak, Kovid-19’un etkisiyle işsizlik oranı Mart 2020’de yüzde 4,4’e ve Nisan ayında da yüzde 14,7’ye çıkıyor. Grafikte verili değerlerin ortalamasının yaklaşık dört misli ani bir artışın olduğunu görüyoruz.


Çin’de işsizlik oranı:
Çin’de işsizlik oranı grafikte verili dönemde 2018’e kadar yüzde 4-4,5 bandında seyrediyor. 2018’den itibaren işsizlik oranı yükseliyor ve 2018-2019 arasında ortalama olarak yüzde 5 bandında seyrediyor. Ancak, Kovid-19’dan dolayı alınan tedbirlerin sonucu olarak işsizlik oranı 2020’nin Şubat ayında yüzde 6,2, Mart ayında yüzde 5,9 ve Nisan ayında da yüzde 6 olarak gerçekleşiyor.



Almanya’da işsizlik oranı:
Almanya’da son bir yıl içinde işsizlik oranı Nisan 2019-Ocak 2020 arasında yüzde 3,1-3,2 bandından Şubat-Mart 2020’de ancak yüzde 3,4-3,5 bandına çıkıyor.


AB’de işsizlik oranı:
AB genelinde işsizlik oranı son bir sene içinde istikrarlı bir biçimde giderek düşüyor; Ocak 2019’da yüzde 6,5’ten Ekim 2019’da yüzde 6,2’ye geriliyor. Ekim 2019-Ocak 2020 arasında da yüzde 6,2 oranında kalıyor. Açık ki, Kovid-19’un işsizlik oranına etkisi bu verilerde henüz gözükmüyor.


Avro Bölgesi’nde işsizlik oranı:
Avro Bölgesi’nde işsizlik oranı son bire sene içinde dengesiz bir biçimde Nisan 2019’da yüzde 7,6’dan Aralık 2019’da yüzde 7,3’e düşüyor. 2020’nin Ocak-Şubat aylarında yüzde 7,3 oranında kalan işsilik oranı, Mart ayında yüzde 7,4’e çıkıyor. Açık ki, Avro Bölgesi’nde de Kovid-19’un etkisi işsizlik oranına henüz yansımamış.


Türkiye’de işsizlik oranı:


Resmi verilerin ne denli aldatıcı olabileceğini Türkiye’de işsilik oranının seyrinde görüyoruz. İşsizlik oranı 2020’nin Ocak ayından Şubat ayına yüzde 13,8’den yüzde 13,6’ya düşüyor. Aslında bu oranın artmış olması gerekir. Tüik’in hesaplama, işsizliği tanımlama kataküllisi sonucunda işsizlik oranı nispeten düşük oranlarda gösterilmektedir.
Ama burada genel anlamda önemli olan, kaç milyon kişinin işsiz kalmasından ziyade bu potansiyelin ne olacağıdır. Bunların bir kısmı üretimde çalışan işçilerdir. Bunların sayısı diğer alanlarda işsiz kalanlardan daha azdır. Devletler, Kovid-19’a karşı mücadele adı altında birtakım tedbirler alırlarken, önemli ürünlerin üretimini aksatmadılar; o işletmelerde işçiler ölümle kucak kucağa çalıştırıldılar ve çalıştırılıyorlar. Ancak, turizm, taşımacılık, ulaşım, esnafçılık vb. sektörlerde “dükkan kapatmak” sadece buralarda çalışan işçileri işsiz bırakmamış, aynı zamanda bu küçük işletmelerin iflasına da yol açmıştır. Açık ki, devletten büyük bir işletmenin aldığı desteği alamayan küçük işletmelerin belli bir bölümünün sahipleri de işçi sınıfının saflarına katılacaktır. Normal kriz koşullarında olağan olan bu sınıf değiştirme olgusu, bugün, Kovis-19 koşullarında anormal kitlesel olmaktadır, olacaktır.

Ancak, salgının önlenememesi durumunda işçilerin sokağa atılması, işsizlik, kapitalizmin tarihinde görülmemiş boyutlara ulaşabilir. Bu, bu kriz sürecinde bir olasılıktır.

Her halükarda yukarıya aktardığımız sanayi üretimi ve kapasite kullanımı verilerinden hareketle dünya ekonomisi yüzde 30-40 daralacak; ha battı ha batacak; ha çöktü ha çökecek teorisi yapılamaz. Bu, kapitalizme karşı mücadele etme, onu mücadeleyle yenme umudunu yitirmiş olanların bir umut kaynağı olabilir. Kovid-19 karışımlı dünya ekonomisinin başlangıç aşamasında olabilecekleri, olanları “KORONA-VİRÜSÜN DÜNYA EKONOMİSİNE ETKİLERİ” (3) makalesinde çıkartılan bazı sonuçları yeniden formüle edecek olursam:

-Dünya çapında devlet borçlanması, 2008 krizinin patlak verdiği dönemdeki seviyesinin çok üstündedir. Henüz açığa çıkmıyor, ama bazı emperyalist ve emperyalizme bağımlı ülkenin, salgının da beraberinde getirdiğin sorunların üstesinden gelebilmesi için borçlanması kaçınılmaz olacaktır. Bu, borçlanma krizinin de patlak vermesine neden olabilecek boyutlara varan bir borçlanma olabilir.

-Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, sadece kapitalizme yaramamış, aynı zamanda ekonomi dışı faktörlerin küresel etkisiyle sermaye açısından felakete yol açabileceğini de göstermiştir. Küresel etkisi olan bir deprem, yanardağ patlaması veya I. Ve II. Dünya Savaşlarında olduğu gibi ve şimdi yaşandığı gibi salgın, sermaye hareketinin seyrini etkileyebilir. Bu etkilemenin şimdiye kadarki gelişmesi içinde ne olduğunu şu Kovid-19 günlerinde yeteri kadar gördük. Bir salgın, Just-in-Time üretim hatlarını, sermaye ve üretimi uluslararasılaştıran üretim ve sermaye ağlarını, tedarik zincirlerini kopardı; ihracat-ithalat planlandığı gibi ve zamanında yapılamaz oldu. Turizmin, ulaşımın durma noktasına gelmesi vb. Bütün bunlar yaşanmıştır şu kısa Kovid-19 günlerinde.

Salgının uzun dönem etkide bulunması veya salgında 2. dalganın gündeme gelmesi, bugünkünden daha ağır tedbirleri beraberinde getirebilir. Bu durumda kapitalist ekonominin halinin ne olacağı pek kestirilmez. Ancak neyin olmayacağı oldukça açıktır:

Kapitalizm, kendi mezar kazıcıları işçi sınıfı ve emekçi yığınların sınıf bilinçli örgütlenmesi ve mücadelesi olmaksızın kendiliğinden yıkılmayacaktır. Marks’ın dediği gibi kapitalizm “Kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizma”dır; bu sistem kendini yenileme, değişme yeteneğine sahiptir. Dışarıdan bir etki, yani sınıf bilinçli mücadele olmaksızın bu sistem yıkılmaz. Ancak kendiliğindenci ayaklanmalar olabilir. Burjuvazi bu tehlikeyi gördüğü için işçi sınıfı ve emekçi yığınların birtakım taleplerini yerine getirmek zorunda kalabilir.

-Salgının devam etmesi, hele 2. bir dalga olarak devam etmesi durumunda burjuvazi, üretimin devam etmesi için ölümlere aldırmaksızın işçileri çalışmaya zorlayabilir. Çok sınırlı da olsa bazı işletmelerin kapanması şimdiye kadar durumu değiştirmedi. Yaşamın tamamen durmasını engellenmek, açlığın önünü almak için burjuvazi, polis gücü yetmeyeceğinden orduyu işçileri zorla çalıştırmak için görevlendirebilir, virüsten “arındırılmış” işletme kompleksleri kurulabilir.

*

Ekonomik kriz konusunda dikkati çeken birkaç nokta var. Aslında bunlar, “post-Marksizm”in, troçkist tetikçilerin ekonomik kriz sürecinde nokta atışı yaptıkları konulardır. Burada dikkati çeken üç nokta var. Bu üç nokta, üç konu, Marksist-Leninist politik ekonominin üç ana konularındandır ve bu konular üzerine önümüzdeki kriz sürecinde bolca yazılıp çizilecektir. Nedir bunlar?

1-Sermaye hareketinin (kriz çevriminin) dönemselliği/devreviliği ve bunun nedeni.

2- 2008 krizi ve sermaye hareketi; 2008 krizi ve sermayenin çevrimsel hareketi.
3- Yapısal kriz ve fazla üretim krizi.

Şimdi bu üç konuyu biraz açalım:

1-Sermaye hareketinin (kriz çevriminin) dönemselliği/devreviliği ve 
   bunun nedeni

Burada söz konusu olan sermaye hareketinin neden periyodik, çevrimsel, devrevi olduğudur. Bunun cevabını “Kapitalizmin Dünya Krizi (2008...)” çalışmasından bir aktarmayla vermiş olayım:

Sonuç olarak:
Periyodik krizler makineli üretim aşamasında olan kapitalizmin, sanayi kapitalizminin ürünüdür. Kapitalizm, makineli üretim aşamasına 19. yüzyılın ilk çeyreğinde geçti. Şüphesiz ki, daha önceleri de krizler vardı. Ama bunlar belli bir periyodu olmayan, özgün nedenlerden kaynaklanan krizlerdi (para, banka spekülatör krizleri vs.). Kapitalizmin makineli üretim aşaması öncesinde (basit kapitalist ve manüfaktür aşaması) kriz çevriminden bahsedilemez.
Makineli üretim aşamasındaki kapitalizmde krizin olasılığının gerçekliğe dönüşmesinin koşulları doğmuştur. Bu krizlerin nedenleri, kapitalist ekonominin genel çelişkilerinde aranmalıdır.
Toplumsal üretici güçlerin açılıp serpilmesiyle kapitalist üretim biçiminin temel çelişkisi de gelişir. Bu, üretimin toplumsal karakteriyle el koyuşun kapitalist karakteri arasındaki çelişkidir. F. Engels’in dediği gibi, “yeni üretim biçimine kapitalist karakterini veren bu çelişkide günümüzün bütün çatışması embriyon halinde vardır.” (aç. E.) (4).
Bu temel çelişki, kapitalist üretim biçiminin periyodik krizlerinin de nedenidir. Marksistler, ekonomik krizleri bu çelişkiden hareketle açıklamışlardır.

Stalin; “Krizin nedeni, üretimin toplumsal karakteri ve üretimin sonuçlarına el koyuşun kapitalist biçimi arasındaki çelişkidedir” (5).

Şüphesiz ki bu çelişki; üretimin toplumsal karakteriyle ürüne el koyuşun kapitalist karakteri arasındaki temel çelişki, krizlerin son, nihai nedenidir. Bu çelişki, doğrudan krize neden olmaz. Ama bu çelişkinin açılıp serpilmesi, kapitalist üretim biçiminin krize neden olan çelişkilerini açığa çıkaran çatışmaları/çelişkileri takip eder. Bunların neler olduğunu yukarıda açtık:
-Üretim ile pazar arasındaki çelişki.
-Çeşitli üretim dalları arasındaki çelişki.
-Ortalama kar oranı.
-Kar oranının eğilimli düşüşü.
-Kredi mekanizmasının gelişmesi.
-Dünya pazarının durumu.
Bunlar, aynı zamanda, konjonktüre/krize neden olan faktörlerdir.

Fazla üretim krizi, belirttiğimiz bu çelişkilerin ve faktörlerin gelişmesinin bir sonucu olarak, zorunlu olarak patlak verir. Burada önemli olan, bu çelişkilerden ve faktörlerden hangisinin veya hangilerinin en önemli olduğu değil, bunların ekonomide krizin patlak vermesini zorunlu kılacak derecede gelişmiş olmalarıdır. Kapitalizmin makineli üretim aşamasında bu gelişmenin, krizin zorunluluğunun veya kriz olasılığının gerçekliğe dönüşmesi zorunluluğunun maddi koşulları vardır.

Konjonktürü etkileyen faktörler çok çeşitli olabilir. Ama bunların başında ve öncelikle kast edilen, devletin ekonomiyle ilgili tedbirleridir. Devlet, aldığı tedbirlerle, örneğin kredi olanakları sunarak, teşvik ederek krizin patlak vermesini geciktirebilir, ama krizin gelişini engelleyemez. Devletin/hükümetin tedbirleri, iradidir, nesnel gerçekliği, krizin yasallığını ancak etkileyebilir, ortadan kaldıramaz.

Marks, kriz olasılığı ve krizin zorunluluğu arasında fark görüyor. Hangi koşullarda kriz olasılığının, kriz olasılığı olarak kalacağını, hangi koşullarda kriz olasılığının gerçekliğe, krizin zorunluluğuna dönüşeceğini açıklıyor. Bu açıklama, aynı zamanda, kapitalist üretim biçiminin aşamaları arasındaki farkı da gösterir. Kapitalizmin ilk iki aşamasında (basit kapitalist üretim ve manüfaktür) kriz olasılığı söz konusuyken, kapitalizmin üçüncü/sonuncu aşaması olan makineli üretimde kriz, bir zorunluluktur.

1)Marks, periyodik krizlerin olasılığını üretim sürecinin dolaşım aşaması özelliklerinden (6). hareketle açıklamıştır. Ve nihayet kriz, “ancak dolaşım sürecinde (aç. M.) açığa çıkar” (7).

2)Marks, konjonktür çevriminin zorunluluğunu görece artı değer üretiminin özgül özelliklerinden hareketle açıklar (8).

Ne kapitalist üretimin kendisi ve ne de artı değer üretimi, kendiliğinden konjonktür çevrimi üretemez. Burada söz konusu olan, ekonomik krizin dönemsel patlak vermesinin nedenidir. Sorun şu; fazla üretim krizleri neden belli aralıklarla patlak veriyorlar, dönemsellik nereden kaynaklanıyor? Ekonomik krizler, toplumsal görünümdür. Bundan dolayı krizlerin dönemselliği de toplumsal yasalarla açıklanmalıdır. Marks, kriz çevriminin temelini sabit sermayenin dönüşümünde keşfetmiştir.

Bu konuda Marks: “Kullanılan sabit sermayenin değer büyüklüğü ile dayanıklılığı, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine göre, sanayi ile sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım alanında, bir çok yılı, diyelim ki ortalama on yılı kapsayacak şekilde uzar. Sabit sermayenin gelişmesi bir yandan bu ömrü uzattığı halde, diğer yandan da bu ömür, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle aynı şekilde devamlı olarak hız kazanan üretim araçlarındaki sürekli devrimler ile kısalır. Bu, üretim araçlarında bir değişiklik ve bunlar fiziki olarak tükenmeden çok önce manevi değer kaybı nedeniyle, sürekli yenilenmeleri zorunluluğunu getirir. Modern sanayinin temel dallarında bu yaşam süresinin ortalama on yıl olduğu var sayılabilir. Ne var ki biz, burada kesin rakamlarla ilgili değiliz. Şu kadarı açıktır; bu süre içerisinde sermayenin sabit kısmı tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç yılı kapsayan birbiriyle bağıntılı devirler çevrimi, devresel krizlere maddi bir temel sağlar. Bu çevrim sırasında işler birbirini izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, yükselme ve kriz dönemlerinden geçer. Sermayenin yatırılmış olduğu dönemlerin birbirlerinden çok farklı olduğu ve zaman bakımından çakışmaktan çok uzak bulundukları doğrudur. Ama bir kriz, daima geniş yeni yatırımların çıkış noktasını oluşturur. Bu nedenle, bir bütün olarak toplumun bakış açısından, bir sonraki devir çevrimine az çok yeni bir maddi temeli sağlarlar” (9).
Kriz çevriminin zorunluluğunu veya ekonomik krizlerin devreselliğinin maddi temelini Marks, sabit sermayenin dolaşımında görmüştür.(10).

3)Marks’a göre çevrimler, bir çok çelişkiden hareketle değil, bir temel çelişkiye göre açıklanabilirler (11).
Troçkistler (Mandel) ise, kriz açıklaması için kapitalizmin bütün çelişkilerini neden olarak görüyorlar (12).

4)Çevrime neden olan faktörler, çevrimden çevrime hep aynı kalırlar.
Marks, “Bunun ötesinde, her yeni ticaret krizine özgü olan farklı özellikler, bu farklı özellikler için ortak alan olguların üstünü örtmemelidirler” diyor (13).

Demek oluyor ki, krizlerin (konjonktürlerin) patlak verme vesilesi, yansıyış biçimleri ne denli farklı olursa olsun, hepsinin ortak özelliği vardır. Kapitalist üretim biçiminden kaynaklanan bu özellik, konjonktürü oluşturan özelliktir. Marks, bunu yukarıda da belirttiğimiz gibi, sabit sermayenin dönüşümünde arar. Yani konjonktürden konjonktüre konjonktürü oluşturan faktör hep aynıdır.

5)Marks’a göre devletin mali ve parasal politikalarla müdahalesi, konjonktürün somut seyrini değiştirebilir, ama devreviliğin periyodikliğine neden olamaz (14). Marks, bir çok defa, devletin mali, para politik müdahalelerinin konjonktürün somut seyrini etkileyebileceğini, değiştirebileceğini, ama çevrim periyoduna neden olamayacaklarını açıklamıştır.
Bu konuda Marks: “1844-45’te görüldüğü gibi bilgisizlik içeren ve hatalı banka yasaları ... para krizini zorlaştırabilir. Ama hiçbir banka yasası bu krizi önleyemez” (15).
Son krizi ve krizleri, genel olarak çek banknot basımıyla açıklayan kaba anlayış, tamamen ve kesin hatalı olarak reddedilmelidir” (16).
Görüyoruz ki, iradi olan, devletin ve hükümetin hiçbir tedbiri, ekonomide yasal olanı, nesnel olanı ortadan kaldıramıyor, nesnel yasallığa neden olamıyor, ama onun seyrini, konjonktürün somut gelişmesini etkileyebiliyor, değiştirebiliyor.
6)Marks, konjonktür çevrimini tek tek sermayeler arasındaki ilişkilere göre açıklamıyor. Toplam sermayenin hareketini esas alıyor.Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir”(aç. M.) (17).
7)Uluslararası iktisadi iç içe geçmişlik, ulusal konjonktür seyrini artık sadece etkilemiyor, aynı zamanda klasik çevrim modelini değiştiriyor da. (Dış güçlerden etkilenme).”(18)
2- 2008 Krizi ve sermaye hareketi; 2008 krizi ve sermayenin çevrimsel 
    hareketi

Bu süreç; 2008’de krizle başlayan sermayenin çevrimselliği 2020 yılında sonlanmıştır; yani sermaye 2008-2020 arasındaki 12 sene süren konjonktür hareketinden şimdi 2020 yılı başında patlak veren yeni bir krizle yeni bir konjonktür sürecine; yeni bir çevrimsel hareket sürecine girmiştir. Ancak sermayenin 2008 krizinden henüz çıkmadığını savunanlar da yok değil. Yani sermaye hareketi, üretim değeri 2008’deki seviyesinin gerisinde duruyor denebiliyor.
Sermaye hareketinin devreviliğini tartışma konusu yapan, bunun ötesinde somut gerçekleri bir kenara iterek 2008 krizinin hala devam ettiğin savunan anlayışların Marksist kriz teorisiyle veya da Marksist-Leninist politik ekonomi ile uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.

Belki bir faydası olur diye sermayenin 2008 krizinden bu yana konjonktür hareketini işin abc’si çerçevesinde anlatalım.
Bu basit hesaplamayı yapmak için Dünya Bankası’nın sabit fiyatlar üzerinden sanayi üretimi ve GSH verilerini kullanacağız. İsteyen başka verileri de kullanabilir. Sonuç değişmeyecektir. Aşağıdaki tabloda yer alan verileri bu hesaplama; (toplama-çıkartma-çarpma-bölme) sonuçlarına göre değerlendirmiş olacağız.

Sermaye hareketinin çevrimli seyrinin göstergesi olarak dünya GSH’sı ve dünya sanayi üretiminin seyri (2000yılı sabit fiyatlarına göre, ABD doları)
Dünya GSH
Trilyon dolar
Dünya sanayi üretimi
Trilyon dolar
2007 yılı
60,47
2007
17,8
2008 yılı
61,1
2008
18,0
2009 yılı
59,4
2009
17,1
2010 yılı
61,4
2010
18,2
2011 yılı
62,9
2011
18,9
2012 yılı
64,0
2012
19,3
2013 yılı
65,3
2013
19,8
2014 yılı
66,7
2014
20,5
2015 yılı
68,2
2015
21,0
2016 yılı
69,4
2016
21,6
2017 yılı
71,1
2017
22,4
2018 yılı
-
2018
23,1
https://www.google.com/publicdata/explore?ds=d5bncppjof8f9_#!ctype=l&strail=false&bcs=d&nselm=h&met_y=gdp_production_constant_2010_us&fdim_y=gdp_production_component:2&scale_y=lin&ind_y=false&rdim=world&idim=world:Earth&ifdim=world&tstart=11314800000&tend=1494540000000&hl=de&dl=de&ind=false

Bilindiği gibi 61,1 trilyon, 59,4 trilyondan büyüktür. 61,4 trilyon da hem 61,1 trilyondan hem de 59,4 trilyondan büyüktür. 61,1 trilyon, 59,4 trilyondan 1,7 trilyon kadar büyüktür. 61,4 trilyon, 59,4 trilyondan 2, 2 trilyon kadar ve 61,1 trilyondan da 0,3 trilyon kadar büyüktür.

2010 sonrasında 61,4 giderek artmıştır; 61,4, 2008 ve 2009’un gerisine düşmüştür denmesin diye 2017’ye kadarki verileri de tabloya dahil ettim. Görüyoruz ki, dünya GSH’sı -sabit fiyatlar üzerinden- 2010’dan sonra sürekli artmıştır.

Yine bilindiği gibi 18 trilyon, 17,1 trilyondan büyüktür, ama 18 trilyon 18,2 trilyondan küçüktür. 2010 sonrasında 18,2 giderek artmıştır; 18,2, 2008 ve 2009’un gerisine düşmüştür denmesin diye 2018’ye kadarki verileri de tabloya dahil ettim. Görüyoruz ki, dünya dünya sanayi üretimi -sabit fiyatlar üzerinden- 2010’dan sonra sürekli artmıştır.

Yapacak fazla bir şey yok! Bir tarafta nesnel gerçeklik, bizzat yaşanan gelişmeler duruyor, diğer taraftan da ekonominin nesnel yasalarından anlamayan anlayışlar duruyor. Soruna nesnel gerçeklik aşısından baktığımızda karşımızda ekonomi adına maval okuyanlar, kapitalizmi krizden krize sürükleyenler, krizden hiç çıkartmayanlar topluluğu; Troçk’nin tetikçilerinden “post-marksizm”e kadar uzanan bir topluluk duruyor.
Şimdi yukarıdaki tabloyu grafikleştirelim. Bakalım sonuç ne olacak:
Dünya GSH hesaplaması bazında:
Kriz öncesi en yüksek seviye (2008) 2010’da aşılıyor:
Dünya GSH’nın 2008 krizi öncesindeki en yüksek seviyesi 61,1 trilyon dolardı. Bu miktar 2009 yılında 59,4 trilyon dolara geriledi ve 2010 yılında da 61,4 trilyon dolara çıkarak 2008’deki seviyesini aştı. Yani krizden çıktı.
 

2008’de patlak veren dünya fazla üretim krizi devreviliğini 2019 sonu itibariyle tamamladı.
Dünya GSH’sı da bu dönem zarfında 59,4 trilyon dolardan 71,1 trilyon dolara çıktı, yani yüzde 19,7 oranında arttı. (aslında burada 2019 verileri esas alınması gerekirdi, aynı kaynakta olduğu kadarıyla yetindim). 
 


Dünya sanayi üretimi bazında:
Kriz öncesi en yüksek seviye (2008) 2010’da aşılıyor:
Dünya sanayi üretiminin 2008 krizi öncesinde en yüksek seviyesi 18 trilyon dolardı. Bu miktar 2009 yılında 17,1 trilyon dolara geriledi ve 2010 yılında da 18,2 trilyon dolara çıktı. Böylece 2008 dünya fazla üretim krizi 2010 yılında 2008’deki seviyesini aşarak krizden çıkmış oldu.


2008’de patlak veren dünya fazla üretim krizi devreviliğini 2019 sonu itibariyle tamamladı.
Dünya sanayi üretimi bu dönem zarfında 17,1 trilyon dolardan 23,1 trilyon dolara çıktı, yani yüzde 35,1 oranında arttı. (aslında burada 2019 verileri esas alınması gerekirdi, aynı kaynakta olduğu kadarıyla yetindim). 
 

İşin abc’si bu kadar. Sabit fiyatlar üzerinden değerler 2008 krizinin aşılmadığını göstermiyorsa neyi gösteriyor. Veya bir ekonominin krizden çıkmasının temel kıstası nedir?
Dünya ekonomisi kriz sonrasında belli bir canlanma aşamasından sonra inişli-çıkışlı durgunluk aşamasına ve bu aşamanın sonunda da kriz aşamasına geçmiştir. Böylece yeni bir çevrim başlamış oldu. Uzatmamak için 2008 krizinden sonra sermaye hareketinin seyrini; kriz çevrimi, konjonktür hareketi aşamalarını şu çalışmalarda ayrıntılı olarak takip edebilirsiniz: (19)

3- Yapısal kriz ve fazla üretim krizi
Yapısal kriz
Yapısal kriz, anlamından farklı olarak ve ‘her derde deva gibi’ olur olmaz yerde sürekli kullanılıyor. Bu kriz ile ekonomik kriz (fazla üretim krizi) birbirine karıştırılmamalıdır.
Yapısal kriz, kapitalizmin, bilimsel teknik devrimin gelişmesine paralel olarak gündeme gelir, kapitalist üretimin gelişmesinin doğrudan bir ifadesidir. Her ülkede kapitalist gelişme farklı boyutlardadır ve dolayısıyla yapısal krizin somut nedeni veya nedenleri de farklıdır. Bu farklılığa rağmen yapısal krizlerin doğuş nedenlerini belli kategoriler altında toplayabiliriz...(20)

Birer cümleyle her iki krizin ortak ve ayrı özellikleri:
-Yapısal krizin birinci momenti devam ederken, fazla üretim krizi patlak verebilir. Bu her iki kriz, çıkış nedenleri farklı olduğu için eş anlamlı olamazlar.
-Yapısal krizin ikinci momenti devam ederken fazla üretim krizi patlak verebilir. Bu durumda her iki krizin de çıkış nedeni doğrudan sermayenin yeniden üretim sürecinde olduğu için eş anlamlı olurlar.
-Demek oluyor ki, her iki kriz, çeşitli faktörlerden dolayı bazen aynı, bazen de ayrı anlamlıdır. Önemli olan, nerede aynı, nerede ayrı anlamlı olduğunu görebilmektir.
-Yapısal kriz ve fazla üretim krizi karşılıklı ilişki içindedirler ve dolayısıyla birbirlerini etkilerler.
-Her iki kriz de kapitalist sistemin doğasında vardır.
-Her iki krizin üretici güçler üzerindeki etkisi aynıdır; kitlesel işsizlik (kitlesel yoksulluk), muazzam boyutlarda toplumsal maddi zenginliğin-sabit sermayenin yok edilmesi.
-Gelişmiş teknoloji temelinde patlak veren yapısal kriz, nispeten uzun sürer. Ama teknolojinin bugün ulaşmış olduğu boyutlar, bu süreyi giderek kısaltıyor.
-Yapısal krizde devrevilik yoktur. Söz konusu enerji-hammadde veya teknoloji değişimi sağlanınca, bu süreç tamamlanınca bu kriz de sonuçlanmış olur.
-Fazla üretim krizleri, nispeten kısa sürelidirler.
-Fazla üretim krizlerinde devrevilik kaçınılmazdır. Zaten krizin kendisi ekonomik çevrimin sadece bir aşamasıdır. Ekonominin/krizin devreviliği de kapitalizmin gelişmesine göre değişime uğramıştır.

Ancak, yapısal kriz farklı anlayışları güçlendirmek, desteklemek için kullanılmaktadır. Kapitalizmin genel krizinin bir kısım sorunları yapısal krizle anlatılmaya çalışılmaktadır. Yapısal krizle kapitalizmin çökeceği, kendi içsel çelişkilerinde boğulacağı anlatılmaya çalışılmaktadır.
Yapısal krizle, kapitalizmin tarihinde en büyük yıkımını yaşamasını eş anlamlı kullanmak yapısal krizden çöküş teorisi çıkartmaya çalışmak anlamına gelir. Gerek Marks, gerekse de Lenin kapitalist sistemi analizlerinde bu sistemin kendiliğinden çökmeyeceğini, kendiliğinden çökmeyecek kadar güçlü ve iç bütünselliği olduğunu ve ancak onun mezar kazıcısı olan işçi sınıfının, müttefikleriyle birlikte sınıf bilinçli eyleminin sonucu olarak çökeceğini, ortadan kaldırılacağını ve yerine sosyalizmin kurulacağını defalarca dile getirmişlerdir. Anlamamız gereken budur, ama anlaşılmak istenmeyen de burdur.

Oysa yapısal kriz, aynen fazla üretim krizi gibi, çözülmesi durumunda kapitalizmi “gençleştiren”, “dinamikleştiren” bir krizdir.

Diğer taraftan yapısal kriz ne bu yüzyılın bir sorunudur ne de bu yüzyıl içinde 2008 dünya kriziyle gündeme gelmiştir. Ne yani 2008 krizinden önce kapitalizmde, emperyalizmde yapısal kriz görülmemiş midir? Bu türden anlayışlar, sorunu kavramamanın bir ifadesi olarak görülemez. Bu türden anlayışların arka planında derin teorik eksiklik ve ideolojik olarak yolunu şaşırmışlık vardır.
Yapısal kriz, devasa teknik ilerlemenin veya hammade değişiminin doğrudan bir sonucudur. Herhangi bir teknik buluş değil, devrimsel karakter taşıyan teknolojik gelişme, aynı zamanda kapitalist ekonomide enerji kaynaklarında değişim; örneğin enerji kaynağı olarak kömürün yerini petrolün alması, çeliğin yerini aynı görevi gören plastiğin, sentetik maddelerin alması; eskiden yeniye geçiş, yani kömürden petrole, çelikten sentetik maddelere geçiş, patlak veren yapısal krizin o süreçte çözülmesi demektir. Peki, bunun kapitalizmin yıkılmasıyla ne ilgisi var?

Fazla geriye gitmeye gerek yok (yapısal krizin kısa bir tarihçesi için bkz.: (21, birkaç on yıl öncesine, her halükarda 21. yüzyılın son çeyreğine dönelim. Elektronik ile bağlam içinde otomasyon, otomatik makinelerin üretim sürecine girmesi, arkasından bilgisayar, elektronik, programlanmış hareket eden büro makineler, internet; bütün bunlar o zamana kadar kullanılan devasa sabit sermaye kıyımından ve yeni teknoloji için devasa yatırımlardan başka ne anlama gelir? İşte budur yapısal kriz. Bu, kapitalizmi dinamikleştirmedi mi? Kar oranlarını artırmadı mı?
Şimdi yeni bir yapısal kriz gündemleşiyor; özellikle Alman burjuvazisinin öncülük etmeye çalıştığı ve 4. sanayi devrimi, sanayi 4.0 diye tanımlanan devasa teknoloji altüst oluşu, kapitalist sistemin en önemli yapısal krizi olacaktır.

Bugün kapitalizmin en derin, en kapsamlı yapısal krizi, içten yanmalı motorlardan elektro motorlara geçiştir. Doğaya zarar veren içten yanmalı motorları kullanmanın kendi aleyhlerine olmaya başladığını gören tekeller, örneğin otomobil ve motorlu araç tekelleri bu sorunla boğuşmuyorlar mı? Elektro motora geçmek demek, bütün üretim tesislerini yok etmek, çöpe atmak ve elektro motor üretimine uygun hala getirmek demektir. Her halükarda korkunç boyutlarda sabit sermaye yok edilecek ve yine korkunç miktara varan yeni teknoloji teknoloji, bina vb. yatırımlar yapılacaktır.

Bu, içten yanmalı motordan elektro motora geçmek aynı zamanda petrolü gereksiz kılacaktır; petrol tekelleri, rafineriler, benzin istasyonları vs. vs. yok olacaktır. Ulaşım sistemleri değişecektir.

Bütün bu yapısal krizden kaynaklı altüst oluşlar aynı zamanda milyonarca işçinin işinden olmasını, işsiz kalmasını beraberinde getirmiştir ve getirecektir.

Von Pöti, “Komünist parti bayrağının çekici, değdiği her yerde iz bırakır” demiş! Demesine demiş, ama olmayan çekiç nasıl bir yere değsin ve iz bıraksın!
*
Kaynak ve açıklamalar:

1) Bakınız:
-KRİZ KARŞILAŞTIRMASI VE KRİZDEN ÇIKIŞ SENARYOLARI (I), 18 Aralık 2009

-Kriz Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları (2), 17 Ocak 2010
-KRİZ KARŞILAŞTIRMASI VE KRİZDEN ÇIKIŞ SENARYOLARI (III), 24 Şubat 2010
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2010/02/kriz-karsilastirmasi-ve-krizden-cikis.html

2) TÜRKİYE’DE EKONOMİNİN GÜNCEL DURUMU - KRİZİN EVRİLME YÖNÜ, http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/11/turkiyede-ekonominin-guncel-durumu.html




4)Marks-Engels; Seçme Yazılar; C. II, s. 125. (Engels; “Die Entwicklung des Sozialismus von der Utopie zur Wissenschaft”).

5)Stalin; C. 12, s. 214 (“Politischer Rechenschaftsbericht an den XVI. Parteitag”).

6)Bkz.: METE; C. 26/2, s. 498-524.

7)Agk., s. 513.

8)Bkz.: Agk., s. 529, 580 ve “Grundrisse...”, s. 653, 685.

9)METE; C. 24 (Kapital, C. II), s. 198 (Türkçesi).
10)“Büyük sanayiin bütün hareket şekli, emekçi nüfusun bir kısmını, sürekli olarak, işsiz ya da yarı-işsiz insanlar haline getirmeye dayanıyor. Ekonomi politiğin yüzeyselliği, kendisini, sınai devresel dalgalanmaların salt bir belirtisi olan kredi hacmindeki genişleme ve daralmayı bunların nedeni olarak görmesiyle de ortaya koyar. Tıpkı belirli bir hareketle fırlatılmış bulunan gökcisimlerinin daima bunu yinelemeleri gibi, bir kez bu birikimi izleyen genişleme ve daralma hareketi içine sokulan toplumsal üretim için de durum aynıdır. Sonuçlar, sırası gelince, neden halini alırlar ve durmadan kendi koşullarını yeniden üreten sürecin tümü içersindeki değişik olaylar, devresel bir şekle bürünürler. Bu devresellik bir kez yerleşti mi, nispi artı-nüfusun yaratılmasını —yani sermayenin kendisini genişletmesi için gerekli olandan fazla bir nüfusun meydana gelmesini— ekonomi politiğin kendisi bile, büyük sanayiin zorunlu bir koşulu olarak görür.” (Marks; Kapital, C. 1 s. 662)

Babbage'a göre İngiltere'de makinenin ortalama üretimi 5 senedir; bundan dolayı reel olanı belki 10 senedir. Sabit sermayenin büyük ölçüde gelişmesinden bu yana sanayinin yaşadığı devreviliğin -bununla birlikte sermayenin toplam üretim aşamasının da- şu veya bu biçimde 10 senelik bir zamana tekabül ettiği şüphe götürmez. Başka belirleme nedenleri de bulacağız. Ama bu, nedenlerden biridir.
Tarım gibi...sanayi için de geçmişte iyi ve kötü zamanlar olmuştu. Ama karakteristik dönemlere, çağlara ayrılmış çok yıllık sanayi çevrimi büyük sanayiye özgüdür”(K. Marks, Grundrisse, s. 608).

Kullanılan sabit sermayenin değer büyüklüğü ile dayanıklılığı, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine göre, sanayi ile sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım alanında, birçok yılı, diyelim ortalama on yılı kapsayacak şekilde uzar. Sabit sermayenin gelişmesi, bir yandan bu ömrü uzattığı halde, öte yandan da, bu ömür, kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle aynı şekilde devamlı olarak hız kazanan üretim araçlarındaki sürekli devrimler ile kısalır. Bu, üretim araçlarında bir değişiklik ve bunlar fiziki olarak tükenmeden çok önce manevi değer kaybı nedeniyle, sürekli yenilenmeleri zorunluluğunu getirir.

Modern sanayinin temel dallarında bu yaşam çevriminin ortalama on yıl olduğu varsayılabilir. Ne var ki, biz, burada, kesin rakamlar ile ilgili değiliz. Şu kadarı açıktır: bu süre içerisinde sermayenin sabit kısmı tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç yılı kapsayan birbiriyle bağıntılı devirler çevrimi, devresel krizlere maddi bir temel sağlar. Bu çevrim sırasında, işler, birbirini izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, hızlanma ve kriz dönemlerinden geçer. Sermayenin yatırılmış olduğu dönemlerin birbirlerinden çok farklı olduğu ve zaman bakımından çakışmaktan çok uzak bulundukları doğrudur. Ama bir, daima geniş yeni yatırımların çıkış noktasını oluşturur. Bu nedenle, bir bütün olarak toplumun bakış açısından, bir sonraki devir çevrimine az çok yeni bir maddi temeli sağlarlar“ (K. Marks, Kapital, C. II. METE, 24, s. 185/186).

Öyleyse, yatırılan sermaye değeri bir devirler çevriminden geçmek zorundadır… Bu çevrim, kullanılan sabit sermayenin ömrü, yani yeniden üretim ya da devir zamanı ile belirlenir” (Marks; Kapital, C. II, s. 185).

Marks bu süreci ortalama 10 sene olarak tanımlıyor. Yani her 10 senede bir sabit sermayenin yenilenmesi, kriz gündeme geliyor. Bu, kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde gerçekten de böyle olmuş; her 8-10 senede bir fazla üretim krizleri patlak vermiş ve krizler, yeni yatırımlar için çıkış noktasını oluşturmuştur.

Demek ki, “kapitalizmin her 7-10 senede bir girdiği klasik kriz döngüsü” izlemesini belirleyen
sabit sermaye hareketidir.
Ben Marks’ın dediğini doğru buluyorum.

11)Bkz.: METE; C. 26/2, s. 529-535.

12)Bkz.: E. Mandel, “Marxistische Wintschaftstheorie”, C. I, s. 444, 5. Baskı, 1978. Frankfurt/M.

13)METE; C. 12, s. 571 (Marks; “Britischer Handel und Finanzen”).

14)Bkz.:
-METE; C. 10, s. 603 (Marks; “Die Industrie- und Handelskrise”)
-METE; C. 12, s. 548 (Marks; “Handelskrisen und Geldumlauf in England”).
-METE; C. 25, s. 507.
-METE; C. 27, s. 174 (Marks’ın Engels’e mektubu, 3 Şubat 1851).

15)METE; C. 25, s. 507.

16)METE; C. 12, s. 548.

17)METE; C. 25, s. 260.

18) İbrahim Okçuoğlu; “Kapitalizmin Dünya Krizi (2008...)”, Ceylan Yayınları, Eylül 2009, s. 53-57.

19)
-SANAYİ ÜRETİMİ KRİZDEN ÇIKILDIĞINI GÖSTERİYOR, 3 Nisan 2011
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2011/04/sanayi-uretimi-krizden-cikildigini_03.html

-EKONOMİK KRİZİN İDEOLOJİK SİSİNDE YOLUNU ŞAŞIRANLAR (I)
(EKONOMİK KRİZ, DEĞİŞEN GÜÇ DENGESİ VE KENDİLİĞİNDEN ÇÖKÜŞ), 25 Kasım 2011
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2011/11/ekonomik-krizin-ideolojik-sisinde.html
-EKONOMİK KRİZİN İDEOLOJİK SİSİNDE YOLUNU ŞAŞIRANLAR (II), 14 Aralık 2011

-KRİZ KARŞILAŞTIRMASI (I)
EKONOMİK KRİZ VE KAPİTALİZMİN GELECEĞİ ÜZERİNE FANTEZİLER, 5 Temmuz 2012
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2012/07/kriz-karsilastirmasi-i-ekonomik-kriz-ve_05.html

-KRİZ KARŞILAŞTIRMASI (II), 23 Temmuz 2012
EKONOMİK KRİZ VE KAPİTALİZMİN GELECEĞİ ÜZERİNE FANTEZİLER
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2012/07/kriz-karsilastirmasi-ii-ekonomik-kriz.html

-BİR AYRIK OTU HİKAYESİ! (I)* - Dünya Ekonomisinde Çevrim (Konjonktür) Seyri

-BİR AYRIK OTU HİKAYESİ! (II)*

-DÜNYA EKONOMİSİNİN KRİZ SEYRİ VE GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM (I)

-DÜNYA EKONOMİSİNİN KRİZ SEYRİ VE GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM (II)

-DÜNYA EKONOMİSİNDE BİRBİRİNİ ETKİLEYEN İKİ EĞİLİM VE SONUÇLARI (GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM EĞİLİMLERİ)* (I)

-YENİ BİR “AYRIK OTU HİKAYESİ” - “HERGELE” TROÇKİ’NİN TETİKÇİLERİ İŞ BAŞINDA!
-DÜNYA EKONOMİSİNDE BİRBİRİNİ ETKİLEYEN İKİ EĞİLİM VE SONUÇLARI (GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM EĞİLİMLERİ)* (II)

-DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNDE GENEL GELİŞME EĞİLİMİ (I)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2017/08/dunya-ve-turkiye-ekonomisinde-genel.html

- DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNDE GENEL GELİŞME EĞİLİMİ (II)
-YENİ BİR FAZLA ÜRETİM KRİZİNE DOĞRU (I-IV)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2018/07/yeni-bir-fazla-uretim-krizine-dogru-i_15.html
-TÜRKİYE’DE EKONOMİNİN GÜNCEL DURUMU - KRİZİN EVRİLME YÖNÜ
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/11/turkiyede-ekonominin-guncel-durumu.html
-“DİNOZOR” MARKS’I TAKİP EDELİM - BİR BURJUVA EFSANE: MALİ KRİZİ!

-GÜNCEL KRİZ TEORİLERİ (II)
-MARKS, ENGELS, LENİN, STALİN - EKONOMİK KRİZ
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/06/marks-engels-lenin-stalin-ekonomik-kriz.html
-GÜNCEL KRİZ TEORİLERİ (III)*

20)
Yapısal kriz
Yapısal kriz, anlamından farklı olarak ve ‘her derde deva gibi’ olur olmaz yerde sürekli kullanılıyor. Bu kriz ile ekonomik kriz (fazla üretim krizi) birbirine karıştırılmamalıdır.
Yapısal kriz, kapitalizmin, bilimsel teknik devrimin gelişmesine paralel olarak gündeme gelir, kapitalist üretimin gelişmesinin doğrudan bir ifadesidir. Her ülkede kapitalist gelişme farklı boyutlardadır ve dolayısıyla yapısal krizin somut nedeni veya nedenleri de farklıdır. Bu farklılığa rağmen yapısal krizlerin doğuş nedenlerini belli kategoriler altında toplayabiliriz.
Yapısal krizin doğmasında belirleyici olan iki moment vardır. Bu gözlenemezse, ancak, ne olduğu belli olmayan bir krizden bahsedilir.

Yapısal kriz, enerji ve hammadde değişimi temelinde doğabilir (Birinci moment): Örneğin bir ülkede o zamana kadar esası oluşturan enerji kaynağı cinsinin değiştirilmesi, kömürün yerini petrolün alması veya gaz tüketiminin artışı veya elektrik enerjisinin belirleyici olması vs. Böylelikle ekonomide enerji veya hammadde değişimi temelinde bir gelişme olur. Bunun anlamı şudur; kömür sektörünü örnek alırsak; başka türden enerji tüketimi gündeme geldiği için veya daha ucuza kömür ithali mümkün olduğu için ülke içindeki kömür üretimi düşer. Bu, belli bir sektörün can çekişmesi, krize girmesi ve o sektörde çalışan binlerce işçinin sokağa atılması demektir. Zonguldak’taki durum Türkiye’de kömür enerjisi temelinde gündemde olan yapısal krizin açık bir ifadesidir.

Kömür sektöründeki bu kriz veya petrol ve yan ürünleri temelinde sanayinin yeniden yapılanması, yapısal kriz demektir. Bu yapısal krizin fazla üretim kriziyle ilgisi yoktur. Çünkü bu kriz, yeniden üretim sürecinden kaynaklanmıyor. Bundan dolayıdır ki, enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal kriz, ekonomik krizle/fazla üretim kriziyle eş anlamlı değildir.
Yapısal kriz, bilimsel-teknik devrim; teknolojik gelişme ve modern teknolojiyi kullanma temelinde doğabilir(İkinci moment): Bilimsel teknik devrimin sonucu olarak baş döndürücü hızla gelişen teknolojinin üretim sürecine sokulmasıyla sanayide, bir bütün olarak ekonomide gündeme gelen yapısal kriz, çıplak gözle bile görülmektedir.

Modern teknoloji temelinde otomasyon ve elektronik, yeniden üretim sürecini radikal/kökten değiştirmektedir. Modern teknolojiye dayanan yapısal kriz, kapitalizmin tarihinde şimdiye kadar görülmemiş boyutlarda ve derinlikte ekonomiyi etkilemektedir. Örneğin bilimsel-teknik devrimin bir sonucu olarak yeni teknolojik buluşlar, doğrudan sermayenin yeniden üretim sürecine sokulur. Öyle ki; daha önce çok modern olan fabrika binaları, makineler, yeni buluşlardan dolayı “eski”miş olurlar. İşte bu “eskime”den dolayı, sermayenin yeniden üretim sürecinde yer alan bütün üretim araçları (fabrika binaları, makineler vs.) değiştirilir. Bu, muazzam boyutlara varan sabit sermaye kıyımı ve aynı zamanda keza muazzam boyutlara varan sabit sermaye yatırımı demektir. Burada dikkati bir noktaya çekelim; fazla üretim krizi olmadığı halde sabit sermaye kıyımı yapılıyor. Son 30-35 senelik kapitalist/emperyalist dünyada teknolojinin gelişmesinden dolayı yapılan sermaye kıyımı akıl almaz boyutlardadır. (Ekonomik kriz döneminde bu kıyım daha da kapsamlaşıyor). Bu kıyım, kapitalizmde yapısal krizin sonucudur. Kitlesel kronik işsizliğin nedeni de bu krizde aranmalıdır.

Bu türden yapısal krizle enerji ve hammadde temelinde doğan yapısal kriz birbiriyle karşılaştırılamayacak kadar farklıdır; enerji ve hammadde temelinde doğan yapısal kriz, yeniden üretim sürecini etkilemezken ve yan fenomen olarak kalırken, modern teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, yeniden üretim sürecini doğrudan etkilemektedir.

Modern teknoloji temelinde yapısal kriz, mevcut üretim donatımının, çoğu kez tamamen yenilenmesi, değiştirilmesi anlamına gelir. Öyle ki fabrika binası yıkılmakta, aynı yere yenisi, yeni teknolojinin gerek kıldığı temelde inşa edilmektedir. Diğer bir ifadeyle; sabit sermayenin modern teknoloji temelinde yenilenmesinin fazla üretim kriziyle doğrudan bir ilgisi yoktur. Yani bu temelde söz konusu olan sabit sermaye kıyımı -fabrikanın kapatılması- işçilerin sokağa atılması ekonomik krizin değil, yapısal krizin bir sonucudur.
Ama öyle durumlar olur ki; teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle iç içe geçebilir. Bu durumda modern teknolojiye dayanan yapısal kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle eş anlamlı olur. Burada eş anlamlı olmanın nedeni, modern teknolojiye dayanan yapısal krizin yeniden üretim sürecine doğrudan nüfuz etmesidir.

Demek ki, yapısal krizle fazla üretim krizi her zaman eş anlamlı değildir. Sanayi ürünleri ihracına yönelmiş her ekonomi, dünya pazarında rekabet edebilmek için kendini yenilemek zorundadır. Kendini yenileme, rekabet gücünü artırır ve modern teknolojiyle donanma anlamına gelir. Dış pazar olgusu gündeme geldiğinden beri iddialı her ekonomi, kendini yenileme, teknolojik alanda modernleşme krizi içindedir. Yani yapısal kriz, daralan, çöken ekonominin değil, tam tersine büyüyen ekonominin krizidir.
Birer cümleyle her iki krizin ortak ve ayrı özellikleri:
-Yapısal krizin birinci momenti devam ederken, fazla üretim krizi patlak verebilir. Bu her iki kriz, çıkış nedenleri farklı olduğu için eş anlamlı olamazlar.
-Yapısal krizin ikinci momenti devam ederken fazla üretim krizi patlak verebilir. Bu durumda her iki krizin de çıkış nedeni doğrudan sermayenin yeniden üretim sürecinde olduğu için eş anlamlı olurlar.
-Demek oluyor ki, her iki kriz, çeşitli faktörlerden dolayı bazen aynı, bazen de ayrı anlamlıdır. Önemli olan, nerede aynı, nerede ayrı anlamlı olduğunu görebilmektir.
-Yapısal kriz ve fazla üretim krizi karşılıklı ilişki içindedirler ve dolayısıyla birbirlerini etkilerler.
-Her iki kriz de kapitalist sistemin doğasında vardır.
-Her iki krizin üretici güçler üzerindeki etkisi aynıdır; kitlesel işsizlik (kitlesel yoksulluk), muazzam boyutlarda toplumsal maddi zenginliğin-sabit sermayenin yok edilmesi.
-Gelişmiş teknoloji temelinde patlak veren yapısal kriz, nispeten uzun sürer. Ama teknolojinin bugün ulaşmış olduğu boyutlar, bu süreyi giderek kısaltıyor.
-Yapısal krizde devrevilik yoktur. Söz konusu enerji-hammadde veya teknoloji değişimi sağlanınca, bu süreç tamamlanınca bu kriz de sonuçlanmış olur.
-Fazla üretim krizleri, nispeten kısa sürelidirler.
-Fazla üretim krizlerinde devrevilik kaçınılmazdır. Zaten krizin kendisi ekonomik çevrimin sadece bir aşamasıdır. Ekonominin/krizin devreviliği de kapitalizmin gelişmesine göre değişime uğramıştır.
(İ. Okçuoğlu; Kapitalizmin Dünya Krizi 2008...”mçalışmasından, s. 101-105)
21)
3- Yapısal Krizler
Tekelci devlet kapitalizmde yapısal kriz sorunu esas itibariyle II. Dünya Savaşından sonra gündeme gelmişse de, kriz olarak etkili olması '60’lı yıllarda görülmüştür.
Yapısal krizin nedenlerini ve ne anlama geldiğini göstermek için kapitalist gelişmenin iki dönemini, örneğin 19. yüzyılın '60’lı yıllarındaki gelişme ile 20. yüzyılın '60’lı yıllarındaki gelişmeyi kaba hatlarıyla ve konumuzu ilgilendiren açılardan karşılaştıralım:
- 19. yüzyılın '60’lı yıllarında sanayi en dinamik üretim dalıydı. Ama en çok gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi en büyük üretim dalı değildi, tarımın hakimiyeti hâlâ sürüyordu. Örneğin 1869’da ABD’nin maddi üretiminde sanayinin payı ancak %22,2 oranındaydı. Keza iş gücünün çoğunluğu da sanayi dışında çalışıyordu.
- 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise, durum tam tersine dönmüştür.
Almanya, Fransa ve İngiltere’de de durum, ABD’deki gelişmeden pek farklı değildi. Sanayinin sektörel yapısında değişme olmuştu; 19. yüzyılın '60’lı yıllarında hafif sanayi sektörü belirleyici konumdaydı. Bugün ise ağır sanayi belirleyici olmuştur.
- 19. yüzyılın '60’lı yıllarında kömür ve buhar belirleyici enerji türüydü. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise petrol, gaz, elektrik enerjisi (ve sonraları da atom enerjisi) belirleyici enerji türleri olmuştur.
- 19. yüzyılın '60’lı yıllarında sanayi üretimine makinenin dahil edilmesi yeniydi. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise, bırakalım genel olarak makineyi, modern makine sistemleri, otomasyon sanayi üretiminde belirleyici üretim araçları olmuştur.
- 19. yüzyılın '60’lı yıllarında sanayi üretiminde doğal maddeler, hammadde olarak kullanılıyordu. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise, yapay maddeler sanayi üretiminde önemli hammadde olmaya başlamıştır.
- Sanayinin, teknolojinin gelişmesine paralel olarak tarımda da önemli değişmeler olmuştur.
19. yüzyılın '60’lı yıllarında (tabii daha önce de) o zamanın kapitalist ülkelerinde de nüfusun büyük çoğunluğu tarımda çalışıyordu. Örneğin 1869’da ABD tarımında toplam iş gücünün %56,7'si çalışıyordu ve tarımın ulusal gelirdeki payı %31,7 oranındaydı. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise ABD’de iş gücünün ancak %13'ü tarımda çalışıyordu ve bu sektörün ulusal gelirdeki payı da %6 civarındaydı. Bu süreç bütün gelişmiş kapitalist ülkelerde görülmektedir.
Teknolojinin tarım sektörüne girmesiyle bu alanda teknik temelde yeniden yapılanma gündeme gelmiş, iş verimliliği artmış ve tarım, emperyalist ülkelerde toplam sanayinin önemli bir organik bölümü olmuştur.
Bu noktaların dışında ulaşımın, ticaretin, hizmet sektörünün gelişmesi de kanıtı gereksiz birer olgudur.
Bu karşılaştırmalar bize, yapısal krizin doğuş nedenlerini ele veriyor: Enerji, hammadde değişimi temelinde doğan yapısal krizler ve bilimsel-teknik devrimin sonucu olarak teknolojik gelişme temelinde doğan yapısal krizler.
3.1- Enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal krizler
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu türden krizler genel olarak II. Dünya Savaşından sonra, özel olarak da '60’lı yıllarda gündeme gelmiştir. Bu gelişmeyi enerji kaynağı olarak kömür ve petrol bazında gösterelim.
ABD açısından:
Daha 1937’de ABD’de enerji tüketiminde gaz ve petrolün payı %42 oranındaydı. Bu oran 1967’de %70’e çıkar.
Kömür üretimi 1950’de 505 milyon tondan 1973’te 542 milyon tona çıkarak, ancak %7,3 oranında artar. Ama aynı dönemde petrol üretimi 266 milyon tondan 513 milyon tona çıkarak %92,8 oranında; gaz üretimi de aynı yıllarda 177 milyar m3’ten 643 milyar m3’e çıkarak %263 oranında artar. Elektrik enerjisi üretimi ise 1950’de 842 milyar kilovattan 1973’te 1880 milyar kilovata çıkarak %123,3 oranında artar.
Japonya açısından:
Kömür üretimi 1950’de 39,3 milyon tondan 1973’te 22,4 milyon tona düşerek %43 oranında azalır. Ama yanı yıllarda benzin üretimi 4 milyon hektolitreden, 274 milyon hektolitreye çıkarak 68,5 misli artar ve elektrik enerjisi de yine aynı yıllarda 29,1 milyar kilovattan 515,2 milyar kilovata çıkarak 17,7 misli artar.
B. Britanya açısından:
Bu ülkede taş kömürü üretimi 1950’de 220,6 milyon tondan 1973’te 132,2 milyon tona düşerek %40 oranında azalır. Ama aynı dönemde elektrik enerjisi üretimi 56,5 milyar kilovattan 281,6 milyar kilovata çıkarak %398 oranında artar. Bu ülkenin enerji tüketiminde taş kömürünün payı 1950’den 1969’a %21 oranında azalırken, aynı dönemde petrolün payı da %518 oranında artmıştı.
Fransa açısından:
Bu ülkede kömür üretimi 1950’de 50,8 milyon tondan 1973’te 25,6 milyon tona düşerek %49,6 oranında azalır. Ama aynı yıllarda elektrik enerjisi 33 milyar kilovattan 174,1 milyar kilovata çıkarak %427 oranında artar.
Almanya açısından:
Bu ülkede taş kömürü üretimi 1950’de 126 milyon tondan 1973’te 97 milyon tona düşerek %23 oranında azalır. Ama elektrik enerjisi üretimi 1950’de 47,3 milyar kilovattan 1972’de 274,7 milyar kilovata çıkarak %480 oranında artar. Madeni yağ tüketimi de 1956’da 12,5 milyon tondan 1973’te 134,5 milyon tona çıkarak %976 oranında veya da 10,7 misli artar.
Ortak Pazar ülkelerinde enerji olarak taş kömürü üretimi sadece 1969-1971 arasında %9,3 oranında azalırken, petrol tüketimi %22 oranında ve doğal gaz tüketimi de %55 oranında artar.
Hammadde olarak yapay ürünlerin üretiminde artış:
ABD açısından:
Bu ülkede plastik üretimi 1950’de 1 milyon tondan 1967’de 6,5 milyon tona çıkarak %550 oranında artar.
Japonya açısından:
Bu ülkede plastik üretimi 1950’de 0,017 milyon tondan 1967’de 2,4 milyon tona çıkarak 142 misli artar. Sentetik lif üretimi de 1950’de 451 bin tondan 1973’te 1308 bin tona çıkarak %190 oranında artar. Sentetik dokuma üretimi ise 1950’de 3 milyon m2'den, 1973’te 2921 milyon m2'ye çıkarak 973 misli artar.
B. Britanya açısından:
Bu ülkede sentetik kauçuk üretimi 1950’de 2,8 bin tondan 1973’te 356,4 bin tona çıkarak 127 misli artar.
Fransa açısından:
Bu ülkede sentetik lifli dokuma üretimi 1950’de 1,7 bin tondan 1973’te 263,2 bin tona çıkarak 154 misli artarken, sentetik kauçuk üretimi de 1960’da 17,5 bin tondan 1973’te 456 bin tona çıkarak 26 misli artar.
Almanya açısından:
Bu ülkede plastik üretimi 1950’de 0,084 milyon tondan 1967’de 2,6 milyon tona çıkarak, yaklaşık 40 misli artar.
Sentetik (yapay) ürünlere duyulan gereksinimin artması, kimya sektörünün de dev adımlarla gelişmesini beraberinde getirdi.
Sanayideki bu enerji ve hammadde değişimi temelindeki gelişmenin anlamı nedir? Bunun anlamı şudur: Kömür örneğinde sorunu ele alırsak, kömür tüketiminin düşmesi, bu sektörün can çekişmesi, krize girmesi anlamına gelir, bu sektörde çalışan on binlerce madencinin sokağa atılması anlamına gelir. Örneğin Almanya’da taş kömürü üretiminde çalışan (yer altında) işçi sayısı 1950’de 538 binden 1969’da 254 bine düşerek %52,9 oranında azalmıştır. Kömür sektöründeki bu krizin veya petrol ve yan ürünleri temelinde sanayinin yeniden yapılandırılması yapısal kriz demektir. Bu yapısal krizin, fazla üretim kriziyle ilgisi yoktur. Çünkü bu kriz, kapitalist yeniden üretim sürecinden kaynaklanmamaktadır. Bundan dolayıdır ki, enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal kriz, ekonomik krizle/fazla üretim kriziyle eş anlamlı değildir.

3.2- Bilimsel-teknik devrim; teknolojik gelişme temelinde doğan yapısal krizler
Bilimsel-teknik devrimin sonucu olarak dev adımlarla, baş döndürücü hızla gelişen teknolojinin üretim sürecine sokulmasıyla sanayide gündeme gelen yapısal kriz çıplak gözle bile görülmektedir. Özellikle '70’li yıllardan beri sabit sermayenin yeniden üretimi, tam otomasyon teknoloji temelinde yenilenme sürecine girmiştir. '60’lı yılların basit otomasyonunun yerini artık mikro elektrik -bilgisayar-chips- temelinde otomasyon almıştır. Sanayide robot kullanımının gelişme hızı, bu alandaki yapısal değişime sadece basit bir örneği oluşturur. Alman sanayinde kullanılan robot sayısı 1978’de sadece 620 idi. Bu sayı 1980’de 1.255’e; 1984’te 6.600’e; 1986’da 12.400’e ve 1990'ın başında da 22.400’e çıkarak 12 senede 36 misli artmıştır.
1990 başında Japon sanayinde kullanılan robot sayısı 180.000’e, ABD’de 42.000’e; İtalya’da 9.800’e ve Fransa’da da 9.500’e varıyordu.
Modern teknoloji temelinde otomasyon ve elektronik, yeniden üretim sürecini radikal değiştirmektedir. Modern teknolojiye dayanan yapısal kriz, kapitalizmin tarihinde şimdiye kadar görülmemiş derinlikte ekonomiyi etkilemektedir.
Modern teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, doğrudan yeniden üretim sürecine nüfuz etmektedir. Bu türden yapısal krizle hammadde ve enerji temelinde doğan yapısal kriz birbiriyle karşılaştırılmayacak kadar farklıdır. Enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal kriz, yeniden üretim sürecini etkilemezken ve tali/yan fenomen olarak kalırken, modern teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, doğrudan yeniden üretim sürecini etkilemektedir.
Modern teknoloji temelinde yapısal kriz, mevcut üretim tesislerinin, çoğu kez kısmen değil, tamamen değişimini, yenilenmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Öyle ki, fabrika binası tamamen yıkılmakta ve yeni teknolojinin gerekli kıldığı temelde yeniden inşa edilmektedir. Diğer bir ifadeyle, modern teknoloji temelinde patlak veren yapısal kriz, korkunç boyutlara varan sabit sermaye imhasıdır ve yine korkunç boyutlara varan sabit sermaye yatırımıdır. İşte bu sürecin, teknoloji temelinde yenilenmenin fazla üretim kriziyle doğrudan ilişkisi yoktur; yani bu temelde söz konusu olan sabit sermaye kıyımı, ekonomik krizin değil, yapısal krizin bir sonucudur.
Buna göre; özellikle '70’li yıllardan bu yana sürekli gündemde olan iflaslara, kronikleşen işsizliğe bakarak ekonomik krizden bahsetmek çok yanlış olur. Bunlar, pekala yapısal krizin birer sonucu olabilirler ve öyledir de.
Ama bu türden yapısal kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle iç içe geçebilir. Bu durumda modern teknolojiye dayanan yapısal kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle eş anlamlı olur. Bu eş anlamlı olmanın nedeni ise, modern teknolojiye dayanan yapısal krizin, yeniden üretim sürecine doğrudan nüfuz etmesidir.
1970’li yıllar, tekelci devlet kapitalizminde, bütün emperyalist ülkelerde yeni, o zamana kadar görülmemiş bir sürecin başladığı yıllar olmuştur. Birçok kez belirttiğimiz gibi, emperyalist ülkelerde ekonomik büyüme 1970’li yıllara kadar, kesintisiz bir hat izlemiştir. 1970’li yıllarla birlikte üretimin büyümesinde devamlılık arz eden bir durgunluk etkili olmaya başlamıştır. Bu durgunluğu aşmak için bütün emperyalist ülkelerde tekelci burjuvazi, aynı içerikli tedbirleri aynı süreç içinde uygulamaya koymuştur: Sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi; modern teknoloji temelinde rasyonelleştirme ve yoğun sermaye ihracı. Ne var ki bu tedbirler de üretimin artırılmasında, ekonomide yükselişin sağlanmasında istenileni sağlayamamıştır. Çünkü emperyalistler arası rekabet, teknolojide elde edilen avantajı sıfırlamıştır.
Bunun ötesinde modern teknoloji temelinde yapısal kriz, hâlâ devam eden yapısal kriz, iflaslara, rasyonelleştirmeye neden olduğu için işsizliğin kronikleşmesinde de bir faktör olmuştur.
Toparlayacak olursak:
Yapısal kriz ve fazla üretim krizi her zaman eş anlamlı değildir:
1- Enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal kriz, ekonomik krizle eş anlamlı değildir.
2- Modern teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle eş anlamlıdır. Çünkü bu türden yapısal kriz, yeniden üretim sürecini doğrudan etkilemektedir.
3- Hem ekonomik kriz/fazla üretim krizi hem de modern teknoloji temelinde yapısal kriz, üretici güçler üzerinde aynı etkide bulunur; korkunç boyutlara varan sabit sermaye imhası, işsizliğin artması. Bu nedenle '70’li yıllardan bu yana sabit sermaye imhası, kitlesel işsizlik, iflasların artışı her zaman fazla üretim krizi için birer kıstas değildir.
4- Fazla üretim krizinin aksine yapısal krizlerin çevrimi yoktur.
5- Fazla üretim krizinin aksine, yapısal krizler nispeten uzun sürerler. Enerji ve hammadde değişimi temelinde yapısal kriz, yeni enerji ve hammaddenin üretimde belirleyici olmaya başlamasıyla sonuçlanmış olur. Örneğin, atom enerjisinin veya güneş enerjisinin üretimde enerji türü olarak belirleyici olmaya başlaması, enerji değişimi temelinde yapısal krizin patlak vermesi demektir. Keza modern teknoloji temelinde yapısal kriz, daha modern teknolojinin yeniden üretime sokulmasıyla sonuçlanır. Ama günümüzde modern teknoloji temelinde yeniden üretim sürecinin yenilenmesi -teknolojinin dev adımlarla geliştiğini göz önüne alırsak- hiç de uzun bir dönemi kapsamıyor. Bundan dolayı, modern teknoloji temelinde yapısal kriz, emperyalist ülkelerde adeta kronikleşmiş durumdadır.
6- Fazla üretim krizleri ve yapısal krizler, birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler.
(İbrahim Okçuoğlu; “Kapitalizmin Tarihi” kitabından, s. 699-704).