KOVİD-19
KARIŞIMLI DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN SEYRİ
“Komünist
parti bayrağının çekici, değdiği her yerde iz bırakır” (von
Pöti)
Kovid-19’dan
dolayı dünya ve Türkiye ekonomisinin somut seyrini ayrıntılı
olarak analiz etme imkanı olmadı. Zaman açısından değil,
Kovid-19’un kapitalist ekonomi üzerindeki etkisinin, yani krizin
boyutlarının henüz tam, bütün sektörlerde görülmemesinden
dolayı. (Önümüzdeki dönemde bu sorunları ayrıntılı olarak
ele alacağız) Bu nedenle, bu makalede dünya ve Türkiye
ekonomisini verilerin açıklandığı Şubat-Mart 2020’ye kadarki
gelişmesini analiz ederek ele almış olacağız. Sonuçlar
şaşırtıcı, özellikle de Türk ekonomisi açısından oldukça
şaşırtıcı olabilir. Bunun nedeni, “sol”un ekonomi üzerine
sürekli maval okumasıdır, desteksiz atmasıdır; kapitalizm
çöktü-çöküyor sarhoşluğu içinde kıyamet gününün yakın
olduğunu dünya baldırı çıplaklarına muştulamasıdır. Bu
türden haberlerden dolayı yanlış siyasi tespitler yaptığınıza
inanıyorsanız, hesabını sizi yanıltanlardan sormalısınız.
Sormalısınız,
çünkü herkesine kendine özgün, sadece onun için çalışan bir
istatistik veri, toplama ve değerlendirme kurumu yoktur. Marksisti
de, Marksist-Leninisti de, Marksist Leninist Komünisti de, Maocusu
da, Troçkisti de, “Post-Marksist”i de, neoliberali de,
keynesçisi de; anlayacağınız herkes ekonomi üzerine toplu
verileri belli kaynaklardan alır. Örneğin bunlar OECD’dir,
IMF’dir, DTÖ, DB’dır. Türkiye için de en çok kullanılan
veri kaynağı Tuik’tir, konusuna göre bazen Disk’tir. Her
halükarda kullanılan kaynaklar burjuva kaynaklardır. Dolayısıyla,
uluslararası alanda şu kişinin, bu kişinin kullandığı kaynağı
kontrol edemiyorsan kullanmayacaksın. Nihayetinde o keşi de
verilerini yukarıda adı geçen kurumlardan birisinden almıştır.
Şu aptallığı da göstermeyeceksin: Tüik’in verilerine güven
olmaz, en iyisi OEDC’nin, DB’nın, IMF’nin vb. verilerine
bakarım. Tamam bak da, bu kurumların yayınladıkları verileri
Tüik’ten aldığını da unutma. Yoksa bunların Türkiye’de
istatistik veri toplayan orduları mı var?
Tahminler
üzerine siyaset inşa edenin kılavuzu en fazlasıyla karga olur.
Felaket tellallığı yapmadan önce, nesnel durumun ne olduğunu
açıklamak gerekir. Böyle hareket ediliyor mu? Edilmiyor. Ekonomi
üzerine koparılan yaygaralarını, felaket haberciliğini, çöktü
naralarını destekleyen ne var elinizde? İnsanlar gelecekte ne
olacaktan çok, bugün bu kapitalizm yıkmak için nasıl mücadele
etmemiz gerekir sorusuna veca arıyorlar. Buna vereceğiniz bir cevap
var mı? Yok.
Haftalardır
devam eden tartışmalar çoğumuzu değilse de bazılarını
neredeyse diplomalı tıp doktoru yaptı. Kovid-19’un mutasyona
uğradığı, uğruyor olduğu, uğrayacağı üzerine tartışmalar,
kapitalist ekonomi, kriz teorisi dünyasına da yansıdı.
Anlayacağınız ekonomik kriz teorisi mutasyona uğradı; şimdi
herkes kafasına göre kriz teorisi üretiyor ve bunu da
-Marksizm-Leninizm adına olduğunu pek sanmıyorum- ama kesinlikle
“Marksizm” adına piyasaya sürüyor. Bu, bir nevi, şimdiye
kadar söylediğimiz, şimdiye kadar geçerli kurallar sayılmaz, biz
maçın ortasında kural değiştiririz demek anlamına geliyor.
Neden öyle oluyor? İnsanlar, Kovid-19 günlerinde sermaye ve
üretimin seyrine bakarak, “Post-Marksist” küreselleşme
teorisinin sarpa sardığını görünce yapacak başka işi kalmamış
olsa gerek, teoriyi kurtarmaya çalışıyor. Kurtarayım derken de o
yanlışlar bataklığına; “olduğu gibi görünmeme”,
“göründüğü gibi olmama” bataklığına gömüldükçe
gömülüyor. Veya durumu şöyle de izah edebiliriz: “Dün dündür,
bugün bugündür”. Açıklaması: Dün öyle yazılmış-çizilmiş
olabilir, ama bugün, dünküne ters düşse de, böyle farklı
yazılıp-çizilebilir! Nasıl mı?
Abartı
çılgınlığı ve gerçekler
Battı
batacak, çöktü çökecek...
Bu
kıyamet günü habercileri neye dayanarak geleceği yaşanıyormuş
gibi anlatabiliyorlar? Yıkıldığını, çöktüğünü sandıkları
kapitalist sistemin kurumlarının tahminlerine dayanarak bu işi
yapıyorlar. IMF’nin, Dünya Bankası’nın, Dünya Ticaret
Örgütü’nün, OECD’nin, AB’nin veya şu veya bu ülke
kurumlarının geleceğe yönelik yaptıkları tahminlere dayanarak
geleceğin dünyasının nasıl olacağını analiz ediyorlar. Tamam,
bunu yapabilirsiniz. Ancak, bu kurumlar öngörülerini, tahminlerini
sık sık değiştirirler, onlar tahmin değişirdikçe siz de analiz
değiştirirsiniz. 2008 kriz sürecinde aynen böyle olmadı mı? Ne
var ki, bu, sorunun önemsiz yanı veya bundan daha önemli olan,
bugünkü durumun analizidir. Bu analizin sınıf mücadelesinde
programlaştırılmasıdır.
2008
krizi dönemini hatırlayalım. O gün, kapitalizm ha yıkıldı ha
yıkılacak, ha çöktü ha çökecek demekten, yazıp çizmekten
yorgun düşenler, şimdi yeniden ayağa kalktılar. Aynı terane
tekrarlanmaktadır. Yaptıkları bir analiz yok. Sağdan soldan
toplanan abartılı söylemlere dayanarak sistemin çıkışı
olmayan kriz içinde olduğunu söylemekten öte bir marifet
sergilemiyorlar. 2008 krizinin 1929 dünya krizinden daha kapsamlı
daha derin olacağını yazıp çizenler de bunlardır. Ancak, 2008
krizi hiç de öyle olmadı; 1929 krizine göre “kof” çıktı.
Her iki krizin karşılaştırması da yapıldı. Neresinden
bakılırsa bakılsın, 2008 krizi, 1929 krizi kadar ağır geçmedi.
Şimdi,
söz konusu kurumların tahminlerine dayanarak şimdiki krizin,
Kovid-19 karışımlı dünya ekonomik krizinin 2008 krizinden daha
ağır olacağı yazılıp çiziliyor. Mümkündür, Kovid-19 engel
olmaya devam ettiği müddetçe dünya ekonomisi de yerinde
sayacaktır. Dolayısıyla şimdiki kriz, bırakalım 2008 krizini,
1929 krizinden de ağır olacaktır. Ancak bunun böyle olacağını
mevcut verilere dayanarak söylemek mümkün değil.
1-Sanayi üretiminin seyri
Aşağıdaki veriler Kovid-19’un ekonomiye yansımasını bütün çıplaklığıyla henüz göstermiyor. Salgının Çin hariç diğer ülkelerde yoğunluğu Şubat ayından itibaren söz konusudur, ama ekonomiye hangi boyutlarda yansıdığı daha yeni görülmektedir. Mart ayı verilerinden ziyade Nisan ayı verileri bunun bir ifadesidir.
Her
bir ülkede sanayi üretiminin seyrini grafikleştirerek gösterirsek,
durumun anlaşılmasına belki bir katkı olur.
1.1-Son
bir yıl içinde AB toplamında sanayi üretiminin seyri
2019’un
başından bu yana AB toplamında ekonomi yerde sürünüyor. AB
toplamında sanayi üretiminin bu hali krizde olan ekonominin
halidir. Şimdilik “normal” bir kriz görünümünde. En
fazlasıyla Aralık 2019’da yüzde 3,3 oranında küçülmüş.
1.2-Son
bir yıl içinde Avro Bölgesinde toplamında sanayi üretiminin
seyri
Avro
Bölgesi sanayi üretimin Aralık 2019’da yüzde 3,4, Ocak ve Şubat
2020’de yüzde 2,2 oranında daralırken, salgının etkisinden
dolayı bu daralma Mart ayında yüzde 12,9 oranında
gerçekleşmiştir. Tam bir düşüş.
1.3-Son
bir yıl içinde Amerikan sanayi üretiminin seyri
Son
bir yıl içinde, özellikle de Eylül 2019’dan bu yana Amerikan
sanayi üretiminin sürekli küçülme içinde olduğunu görüyoruz.
Kovid-19’un Amerikan ekonomisi üzerindeki yansımasını üretimin
Mart ayında yüzde 4,9 ve Nisan ayında da yüzde 15 oranında
daralmasında görüyoruz.
1.4-
Son bir yıl içinde Alman sanayi üretiminin seyri
Yukarıdaki
veriler son bir yıl içinde zaten krizde olan Alman ekonomisinin bu
salgından ne derece etkilendiğini Mart ayında sanayi üretiminin
yüzde 11,6 oranında daralmasında görüyoruz. .
1.5-
Son bir yıl içinde Japon sanayi üretiminin seyri
Son
bir yıl içinde Japon sanayi üretimi,Japon ekonomisinin nasıl
durumda olduğunu göstermektedir. Sanayi üretimi bu ülkenin de
krizde olduğunu gösteriyor.
1.6-
Son bir yıl içinde İtalyan sanayi üretiminin seyri
Salgından
önce İtalyan sanayi üretimi, üretimin seyri bakımından ağır
olmayan bir kriz içindeydi (Nisan 2019-Şubat 2020 verileri bunu
doğrular). Ancak Kovid-19 İtalyan ekonomisini altüst edecek
derecede etkilemiştir. Bunun sonucu olarak sanayi üretimi Mart
ayında yüzde 29,3 oranında daralmıştır.
1.7-
Son bir yıl içinde Hindistan sanayi üretiminin seyri
Bu
veriler, sanayi üretimi temelinde Hindistan ekonomisinin ne derece
kırılgan, istikrarsız bir süreçten geçtiğini göstermektedir.
Salgının etkisiyle sanayi üretimi Şubat ayında yüzde 5 oranında
büyümesine rağmen Mart ayında yüzde 16,7 oranında daralıyor.
1.8-
Son bir yıl içinde Güney Kore sanayi üretiminin seyri
Veriler
salgına rağmen G. Kore sanayi üretiminin Şubat ayında yüzde
11,3 ve Mart ayında da yüzde 7,1 oranlarında artığını
göstermektedir. Veriler, bu ülkede ekonominin seyrini şimdiye
kadar salgının pek belirlemediğini veya salgının ekonomi
üzerinde etkisinin sınırlı kaldığını göstermektedir.
1.9-
Ekonomik krizden bu yana Türkiye’de sanayi üretiminin seyri
Aylık
sanayi üretimi bazında şimdiki kriz 2018’in Temmuz ayından
sonra patlak verdi.
Aşağıdaki grafik
toplam sanayi üretimi bazında krizin dip noktasına yüzde 9,9
oranında küçülmeyle Aralık 2018’de ulaştığını ve sonraki
aylarda dip noktadan çıkıldığını ve
Eylül 2019’da üretim artışı eğilimine girildiğini
göstermektedir.
Öyle
ki, sanayi üretimi 2018’in
Aralık ayında, 2020’nin de Ocak ve Şubat aylarında Temmuz
2018’deki seviyesini aşıyor. Yukarıdaki grafiğe göre sanayi
üretimi Aralık 2019’da
yüzde 9, 2020’nin Ocak
ayında yüzde 7,7 ve Şubat ayında da yüzde 8,5 oranında artıyor.
Aşağıdaki
grafikte
de bu oranlar 2015=100 bazında 2019’un Aralık ayında
yüzde 18, 2020’nin Ocak ayında yüzde 17,6 ve Şubat ayında da
yüzde 19,9 oranında; böylece kriz öncesinin
en yüksek üretim seviyesini (Temmuz 1918 = yüzde 16,7) aşmış
oluyor.
Tabii
ki, verilerin böyle olmasından hareketle ekonominin
krizden çıktığı söylenemez.
Mart ayı sanayi üretimin yüzde 7,1 oranında daralması bunu
gösterir. Bu
durumda Kovid-19‘un ekonomiye doğrudan etkisini Mart ayı
verilerinde görmüş oluyoruz. Sanayi
üretimi bazında
ekonominin
konjonktür çevriminde,
büyük bir ihtimalle orta çıkıntısı yüksek olan -sanki
krizde olmayan bir büyüme oranının belirlediği-
bir W hareketi
izleneceğini söyleyebiliriz (1)
Önümüzdeki
aylarda sanayi üretimi daralmaya devam edecektir. Bu daralmanın ne
derece güçlü olacağı sadece üretime bağlı kalmayacaktır.
Sermaye sıkıntısı, ihracat sıkıntısı vb. bu daralmada etkili
olacaktır. Ancak, borçlanma sorunu atlatılmazsa, yani borçu
çevrime, yönetme imkanı bulunmazsa üretimdeki düşüş şimdiye
kadar olduğundan daha derin olabilir. Borçlanma krizi gündemde
olmazsa, üretimdeki daralma pek derin olmayabilir. Bütün bunları
önümüzdeki birkaç ay içinde göreceğiz.
Aşağıdaki
grafik yukarıdakinin
zincirleme endeksidir. Her ikisi de ekonominin ne denli kırılgan
olduğunu göstermektedir.
1.10-Son
bir yıl içinde Çin sanayi üretiminin seyri
Son
bir yıl içinde Çin sanayi üretiminde büyüme oranlarının
küçüldüğünü, yüzde 4-yüzde 7 bandına gerilediğini 2020‘nin
Ocak ve Şubat aylarında da yüzde 13,5 oranlarında mutlak
küçüldüğünü, bu küçülmenin Mart ayında da devam ettiğini
(yüzde 1,1 oranında daralma) ve Nisan ayında sanayi üretiminin
yeniden büyümeye geçtiğini (yüzde 3,9 oranında bir büyüme)
görmekteyiz.
Çin
sanayi üretiminde bu boyutlarda, hatta daha derin mutlak küçülme
1990’lı yılların başında görülmüştü. Aşağıdaki
grafikte Çin sanayi üretimindeki genel eğilim, üretim artış
oranlarının giderek küçüldüğünü göstermektedir.
Özellikle
son birkaç yıldaki üretim hareketi, üretim artış oranlarındaki
küçülmenin istikrarlaştığını, belli bir bandda seyrettiğini
göstermektedir.
Buraya
aktarmaya gerek görmedim, ama takip edilirse önde gelen emperyalist
ülkelerde sanayi üretiminin son birkaç aylık verileri (Kasım,
Aralık, Ocak ve Şubat ayı verileri, keza açıklandığı
kadarıyla Mart, Nisan verileri ve 2020’nin ilk çeyreği verileri
dünya ekonomisinin kendi çevrimiyle krize girme sürecinin Kovid-19
nedeniyle baskılandığını, hızlandığını göstermektedir. Bu
çok bariz bir biçimde görülmektedir.
2-Kapasite
kullanım oranı
İmalat
sanayi kapasite kullanım oranı ekonominin seyrini gösteren en
önemli kıstaslardan birisidir. Kısaca, imlalat sanayinde kapasite
kullanım oranının düşmesi, üretimdeki daralmayı, artması da
üretimdeki artışı, canlanmayı gösterir.
2.1-Son
bir yıl içinde Amerikan imalat sanayinde kapasite kullanım
oranı
oranı
Amerikan
imalat sanayisinde kapasite kullanım oranları zaten düşüktü.
Kapasite kullanım oranının yüzde 76-78 bandında seyreden bir
ekonomi, dolu dizgin üreten bir ekonomi olamaz. Kapasite kullanım
oranının bu bandda seyretmesi, ekonominin ya durgunluk içinde
olduğunu veya da krize girme sürecinde olduğunu gösterir.
Kapasite kullanım oranının Mart 2020’de yüzde 72’72’ye
düşmesi, Nisan ayında ise yüzde 64,89’a gerilemesi Amerikan
ekonomisinin krizde olduğunun açık ifadesidir.
2.2-Son
bir yıl içinde Alman imalat sanayinde kapasite kullanım oranı
Alman
ekonomisi krizde olmasına rağmen kapasite kullanım oranı, krizde
olmayan bir ekonomide görülen kapasite kullanımını sergiliyor Bu
oran 2020’nin başında yüzde 82,6’ya ve son olarak da yüzde
70,6’ya düşüyor; 15,5 puanlık bir gerileme. Bu oldukça sert
bir düşüşün ifadesidir; yani bazı sektörlerde üretimin
durduğunu gösterir.
2.3-Son
bir yıl içinde Büyük Britanya imalat sanayinde kapasite
kullanım oranı
kullanım oranı
Bu
ülkede de Şubat 2020’ye kadar kapasite kullanım oranlarının
yüksek olduğunu görüyoruz. Ancak, bu oranın Şubat 2020’de
yüzde 79,2’den 55,1’ düşmesi, 24,1 puan gerilemesi ekonominin
sert bir biçimde krize girdiğinin göstergesidir. Bu, salgının bu
ülke ekonomisinde nasıl etkili olduğunu göstermektedir.
2.4-Son
bir yıl içinde Türkiye imalat sanayinde kapasite kullanım oranı
Bu
krizde kapasite kullanım oranı, Ocak 2019’u hesaba katmazsak,
Kasım-Aralık 2018’de yüzde 74,1 ve Şubat 2019’da da yüzde 74
oranında gerçekleşmiştir; yani bu aylarda imalat sanayinin mevcut
kapasitesinin yüzde 25,9’u (Kasım-Aralık 2018) ve yüzde 26’sı
(Şubat 2019) kullanılmamıştır. Mevcut veriler veya üretimin
mevcut durumu, krizde kapasite kullanım oranı bakımından dip
noktaya Kasım 2018-Şubat 2019 arasında ulaşılmış olduğunu
göstermektedir. Şubat 2019’dan sonraki artış, Haziran 2019’da
yüzde 77,1’e kadar çıkmış, Temmuz-Ekim 2019 arasında da yüzde
76 bandında kalmıştır.
Kapasite
kullanım oranının dip nokta olarak yüzde 74’ler civarında
kalması bu krizin kapsamlı sabit sermaye kıyımını, yok
edilmesini beraberinde getirmediğini; ağır bir kriz olmadığını
gösterir.(2)
2008-2010
krizinde imalat sanayi kapasite kullanım oranı, 2009’un Ocak
ayında yüzde 61,6’ya, Şubat ayında yüzde 60,9’a ve Mart
ayında da yüzde 58,7’ye düşmüştü. Diktatörün, “teğet
geçti” dediği o kriz, ağır bir krizdi.
Ancak,
Kovid-19 sermaye hareketinin seyrini etkilemiştir. Ve üretime
verilen kısa ara, üretimin yavaşlatılması sonucunda imalat
sanayisinde kapasite kullanım oranı Nisan 2020’de yüzde 61,6’a
düşmüştür. Bu düşüş bu krizin en azından 2008 krizi kadar
ağır olabileceğini göstermiştir.
Yukarıda
orta çıkıntısı yüksek olan bir W’den bahsetmiştim. O W’yi
kapasite kullanım oranlarının seyrinden de çıkartabiliriz;
yukarıdaki veriler veya üretimin mevcut durumu, krizde kapasite
kullanım oranı bakımından dip noktaya Kasım 2018-Şubat 2019
arasında ulaşıldığını göstermektedir. Haziran 2019’da yüzde
77,1’e çıkan kapasite kullanım oranı Haziran 2919-Mart 2020
arasında yüzde 75-77 bandında kaldı. Ancak Nisan 2020’de yüzde
61,1’e düştü, yani 18,2 puan geriledi. Bu sert bir düşüştür;
yüzde 61 oranında bir kapasite kullanım oranı ekonominin krizde
olduğunun açık ifadesidir. Şimdi, kriz seyri içinde kapasite
kullanım oranı gerileyecek ve ekonomideki canlanmanın ifadesi
olarak da yeniden artmaya başlayacaktır; bu da söz konusu W’nin
tamamlanmasıdır.
2.5-Son
yıllarda Çin imalat sanayinde kapasite kullanım oranı
Çin
imalat sanayisinde kapasite kullanım oranı son yıllarda yüzde
72,9 ila yüzde 78 bandında kalmıştır. Ancak, Ocak 2020’de bu
oran yüzde 77,5’ten yüzde 67,3’e düşmüştür, yani 13,2
puanlık bir gerileme. Bu önemli bir düşüştür.
Kapasite
kullanım oranındaki bu gerileme, Çin ekonomisinin de krizde
olduğunu göstermektedir. Bu kriz durumu ne kadar sürer, Çin’in
krizden hızlı bir çıkışı olabilir mi veya en önemli rakibi
Amerikan emperyalizmi Çin’de ekonomik krizin derinleşmesi için
birtakım adımlar atar mı, bunların hepsini önümüzdeki süreçte
göreceğiz. Krize “alışık” olmayan Çin ekonomisinin krizden
dolayı hangi sorunları hangi şiddette yaşayacağını da
önümüzdeki süreçte göreceğiz.
3-İşsizlik
oranı
Dünya
çapında enfekte olmuş insan sayısı 4,4 milyon üzerinde.
Kovid-19’un yayılmasına karşı mücadele adı altında dolaşım,
ulaşım, sokağa çıkma yasakları, bazı işletmelerde üretime
geçici ara verme, hizmet sektörünün, esnaflık, turizm,
taşımacılık, tüketim alanlarında başlangıçtaki yasaklamalar,
sonuçta dünya çapında milyonlarca insanın işsiz kalmasını
beraberinde getirmiştir. Devletlerin salgından dolayı aldığı
bu tedbirlerin sonucudur ki, dünya çapında işsizlerin sayısı
kısa zamanda hızlı artmıştır. Krizin normal seyri içinde bu
artış daha yavaş olurdu.
Açıklanan
işsizlik verileri gerçeği yansıtmamaktadır. Sadece ABD’de
birkaç hafta içinde işsizlerin sayısının 30 milyona çıkması,
Avrupa genelinde işsizlerin sayısının 10 milyona çıkacağını
hesaplanması kapitalizmin merkezlerinde işsizliğin boyutlarını
göstermektedir. İşsizliğin Kovid-19 baskısıyla bazı ülkelerde
nasıl sert bir yükseliş gösterdiğini, başka ülkelerde ve
entegrasyonlarda işsizlikte olağanüstü bir hareketliliğin
olmadığını örneklemek için bir kaç grafik aktaralım.
ABD’de
işsizlik oranı:
ABD’de
son bir yıl içinde işsizlik oranını aşağıdaki grafikte
görüyoruz. Nisan 2019’dan Şubat 2020’ye kadar ABD’de
işsizlik oranı yüzde 3-4 bandı arasında gidip gelmiş. Ancak,
Kovid-19’un etkisiyle işsizlik oranı Mart 2020’de yüzde 4,4’e
ve Nisan ayında da yüzde 14,7’ye çıkıyor. Grafikte verili
değerlerin ortalamasının yaklaşık dört misli ani bir artışın
olduğunu görüyoruz.
Çin’de
işsizlik oranı:
Çin’de
işsizlik oranı grafikte verili dönemde 2018’e kadar yüzde 4-4,5
bandında seyrediyor. 2018’den itibaren işsizlik oranı
yükseliyor ve 2018-2019 arasında ortalama olarak yüzde 5 bandında
seyrediyor. Ancak, Kovid-19’dan dolayı alınan tedbirlerin sonucu
olarak işsizlik oranı 2020’nin Şubat ayında yüzde 6,2, Mart
ayında yüzde 5,9 ve Nisan ayında da yüzde 6 olarak gerçekleşiyor.
Almanya’da
işsizlik oranı:
Almanya’da
son bir yıl içinde işsizlik oranı Nisan 2019-Ocak 2020 arasında
yüzde 3,1-3,2 bandından Şubat-Mart 2020’de ancak yüzde 3,4-3,5
bandına çıkıyor.
AB’de
işsizlik oranı:
AB
genelinde işsizlik oranı son bir sene içinde istikrarlı bir
biçimde giderek düşüyor; Ocak 2019’da yüzde 6,5’ten Ekim
2019’da yüzde 6,2’ye geriliyor. Ekim 2019-Ocak 2020 arasında da
yüzde 6,2 oranında kalıyor. Açık ki, Kovid-19’un işsizlik
oranına etkisi bu verilerde henüz gözükmüyor.
Avro
Bölgesi’nde işsizlik oranı:
Avro
Bölgesi’nde işsizlik oranı son bire sene içinde dengesiz bir
biçimde Nisan 2019’da yüzde 7,6’dan Aralık 2019’da yüzde
7,3’e düşüyor. 2020’nin Ocak-Şubat aylarında yüzde 7,3
oranında kalan işsilik oranı, Mart ayında yüzde 7,4’e çıkıyor.
Açık ki, Avro Bölgesi’nde de Kovid-19’un etkisi işsizlik
oranına henüz yansımamış.
Türkiye’de
işsizlik oranı:
Resmi
verilerin ne denli aldatıcı olabileceğini Türkiye’de işsilik
oranının seyrinde görüyoruz. İşsizlik oranı 2020’nin Ocak
ayından Şubat ayına yüzde 13,8’den yüzde 13,6’ya düşüyor.
Aslında bu oranın artmış olması gerekir. Tüik’in hesaplama,
işsizliği tanımlama kataküllisi sonucunda işsizlik oranı
nispeten düşük oranlarda gösterilmektedir.
Ama
burada genel anlamda önemli olan, kaç milyon kişinin işsiz
kalmasından ziyade bu potansiyelin ne olacağıdır. Bunların bir
kısmı üretimde çalışan işçilerdir. Bunların sayısı diğer
alanlarda işsiz kalanlardan daha azdır. Devletler, Kovid-19’a
karşı mücadele adı altında birtakım tedbirler alırlarken,
önemli ürünlerin üretimini aksatmadılar; o işletmelerde işçiler
ölümle kucak kucağa çalıştırıldılar ve çalıştırılıyorlar.
Ancak, turizm, taşımacılık, ulaşım, esnafçılık vb.
sektörlerde “dükkan kapatmak” sadece buralarda çalışan
işçileri işsiz bırakmamış, aynı zamanda bu küçük
işletmelerin iflasına da yol açmıştır. Açık ki, devletten
büyük bir işletmenin aldığı desteği alamayan küçük
işletmelerin belli bir bölümünün sahipleri de işçi sınıfının
saflarına katılacaktır. Normal kriz koşullarında olağan olan bu
sınıf değiştirme olgusu, bugün, Kovis-19 koşullarında anormal
kitlesel olmaktadır, olacaktır.
Ancak,
salgının önlenememesi durumunda işçilerin sokağa atılması,
işsizlik, kapitalizmin tarihinde görülmemiş boyutlara ulaşabilir.
Bu, bu kriz sürecinde bir olasılıktır.
Her
halükarda yukarıya aktardığımız sanayi üretimi ve kapasite
kullanımı verilerinden hareketle dünya ekonomisi yüzde 30-40
daralacak; ha battı ha batacak; ha çöktü ha çökecek teorisi
yapılamaz. Bu, kapitalizme karşı mücadele etme, onu mücadeleyle
yenme umudunu yitirmiş olanların bir umut kaynağı olabilir.
Kovid-19 karışımlı dünya ekonomisinin başlangıç aşamasında
olabilecekleri, olanları “KORONA-VİRÜSÜN DÜNYA EKONOMİSİNE
ETKİLERİ” (3) makalesinde çıkartılan bazı sonuçları yeniden
formüle edecek olursam:
-Dünya
çapında devlet borçlanması, 2008 krizinin patlak verdiği
dönemdeki seviyesinin çok üstündedir. Henüz açığa çıkmıyor,
ama bazı emperyalist ve emperyalizme bağımlı ülkenin, salgının
da beraberinde getirdiğin sorunların üstesinden gelebilmesi için
borçlanması kaçınılmaz olacaktır. Bu, borçlanma krizinin de
patlak vermesine neden olabilecek boyutlara varan bir borçlanma
olabilir.
-Sermaye
ve üretimin uluslararasılaşması, sadece kapitalizme yaramamış,
aynı zamanda ekonomi dışı faktörlerin küresel etkisiyle sermaye
açısından felakete yol açabileceğini de göstermiştir. Küresel
etkisi olan bir deprem, yanardağ patlaması veya I. Ve II. Dünya
Savaşlarında olduğu gibi ve şimdi yaşandığı gibi salgın,
sermaye hareketinin seyrini etkileyebilir. Bu etkilemenin şimdiye
kadarki gelişmesi içinde ne olduğunu şu Kovid-19 günlerinde
yeteri kadar gördük. Bir salgın, Just-in-Time üretim hatlarını,
sermaye ve üretimi uluslararasılaştıran üretim ve sermaye
ağlarını, tedarik zincirlerini kopardı; ihracat-ithalat
planlandığı gibi ve zamanında yapılamaz oldu. Turizmin, ulaşımın
durma noktasına gelmesi vb. Bütün bunlar yaşanmıştır şu kısa
Kovid-19 günlerinde.
Salgının
uzun dönem etkide bulunması veya salgında 2. dalganın gündeme
gelmesi, bugünkünden daha ağır tedbirleri beraberinde
getirebilir. Bu durumda kapitalist ekonominin halinin ne olacağı
pek kestirilmez. Ancak neyin olmayacağı oldukça açıktır:
Kapitalizm,
kendi mezar kazıcıları işçi sınıfı ve emekçi yığınların
sınıf bilinçli örgütlenmesi ve mücadelesi olmaksızın
kendiliğinden yıkılmayacaktır. Marks’ın dediği gibi
kapitalizm “Kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli
olarak değişen bir organizma”dır; bu sistem kendini yenileme,
değişme yeteneğine sahiptir. Dışarıdan bir etki, yani sınıf
bilinçli mücadele olmaksızın bu sistem yıkılmaz. Ancak
kendiliğindenci ayaklanmalar olabilir. Burjuvazi bu tehlikeyi
gördüğü için işçi sınıfı ve emekçi yığınların birtakım
taleplerini yerine getirmek zorunda kalabilir.
-Salgının
devam etmesi, hele 2. bir dalga olarak devam etmesi durumunda
burjuvazi, üretimin devam etmesi için ölümlere aldırmaksızın
işçileri çalışmaya zorlayabilir. Çok sınırlı da olsa bazı
işletmelerin kapanması şimdiye kadar durumu değiştirmedi.
Yaşamın tamamen durmasını engellenmek, açlığın önünü almak
için burjuvazi, polis gücü yetmeyeceğinden orduyu işçileri
zorla çalıştırmak için görevlendirebilir, virüsten
“arındırılmış” işletme kompleksleri kurulabilir.
*
Ekonomik
kriz konusunda dikkati çeken birkaç nokta var. Aslında bunlar,
“post-Marksizm”in, troçkist tetikçilerin ekonomik kriz
sürecinde nokta atışı yaptıkları konulardır. Burada dikkati
çeken üç nokta var. Bu üç nokta, üç konu, Marksist-Leninist
politik ekonominin üç ana konularındandır ve bu konular üzerine
önümüzdeki kriz sürecinde bolca yazılıp çizilecektir. Nedir
bunlar?
1-Sermaye
hareketinin (kriz çevriminin) dönemselliği/devreviliği ve bunun
nedeni.
2-
2008 krizi
ve sermaye hareketi; 2008 krizi ve sermayenin çevrimsel hareketi.
3-
Yapısal kriz ve fazla üretim krizi.
Şimdi
bu üç
konuyu biraz açalım:
1-Sermaye
hareketinin (kriz çevriminin) dönemselliği/devreviliği ve
bunun nedeni
bunun nedeni
Burada
söz konusu olan sermaye hareketinin neden periyodik, çevrimsel,
devrevi olduğudur.
Bunun cevabını “Kapitalizmin Dünya Krizi (2008...)”
çalışmasından bir aktarmayla vermiş olayım:
“Sonuç
olarak:
Periyodik
krizler makineli üretim aşamasında olan kapitalizmin, sanayi
kapitalizminin ürünüdür. Kapitalizm, makineli üretim aşamasına
19. yüzyılın ilk çeyreğinde geçti. Şüphesiz ki, daha önceleri
de krizler vardı. Ama bunlar belli bir periyodu olmayan, özgün
nedenlerden kaynaklanan krizlerdi (para, banka spekülatör krizleri
vs.). Kapitalizmin makineli üretim aşaması öncesinde (basit
kapitalist ve manüfaktür aşaması) kriz çevriminden bahsedilemez.
Makineli
üretim aşamasındaki kapitalizmde krizin olasılığının
gerçekliğe dönüşmesinin koşulları doğmuştur. Bu krizlerin
nedenleri, kapitalist ekonominin genel çelişkilerinde aranmalıdır.
Toplumsal
üretici güçlerin açılıp serpilmesiyle kapitalist üretim
biçiminin temel çelişkisi de gelişir. Bu, üretimin toplumsal
karakteriyle el koyuşun kapitalist karakteri arasındaki çelişkidir.
F. Engels’in dediği gibi, “yeni
üretim biçimine kapitalist karakterini veren bu çelişkide
günümüzün bütün çatışması
embriyon halinde vardır.” (aç.
E.) (4).
Bu
temel çelişki, kapitalist üretim biçiminin periyodik krizlerinin
de nedenidir. Marksistler, ekonomik krizleri bu çelişkiden
hareketle açıklamışlardır.
Stalin;
“Krizin nedeni, üretimin toplumsal karakteri ve üretimin
sonuçlarına el koyuşun kapitalist biçimi arasındaki
çelişkidedir”
(5).
Şüphesiz ki bu çelişki; üretimin toplumsal karakteriyle ürüne el koyuşun kapitalist karakteri arasındaki temel çelişki, krizlerin son, nihai nedenidir. Bu çelişki, doğrudan krize neden olmaz. Ama bu çelişkinin açılıp serpilmesi, kapitalist üretim biçiminin krize neden olan çelişkilerini açığa çıkaran çatışmaları/çelişkileri takip eder. Bunların neler olduğunu yukarıda açtık:
-Üretim
ile pazar arasındaki çelişki.
-Çeşitli
üretim dalları arasındaki çelişki.
-Ortalama
kar oranı.
-Kar
oranının eğilimli düşüşü.
-Kredi
mekanizmasının gelişmesi.
-Dünya
pazarının durumu.
Bunlar,
aynı zamanda, konjonktüre/krize neden olan faktörlerdir.
Fazla üretim krizi, belirttiğimiz bu çelişkilerin ve faktörlerin gelişmesinin bir sonucu olarak, zorunlu olarak patlak verir. Burada önemli olan, bu çelişkilerden ve faktörlerden hangisinin veya hangilerinin en önemli olduğu değil, bunların ekonomide krizin patlak vermesini zorunlu kılacak derecede gelişmiş olmalarıdır. Kapitalizmin makineli üretim aşamasında bu gelişmenin, krizin zorunluluğunun veya kriz olasılığının gerçekliğe dönüşmesi zorunluluğunun maddi koşulları vardır.
Konjonktürü etkileyen faktörler çok çeşitli olabilir. Ama bunların başında ve öncelikle kast edilen, devletin ekonomiyle ilgili tedbirleridir. Devlet, aldığı tedbirlerle, örneğin kredi olanakları sunarak, teşvik ederek krizin patlak vermesini geciktirebilir, ama krizin gelişini engelleyemez. Devletin/hükümetin tedbirleri, iradidir, nesnel gerçekliği, krizin yasallığını ancak etkileyebilir, ortadan kaldıramaz.
Marks, kriz olasılığı ve krizin zorunluluğu arasında fark görüyor. Hangi koşullarda kriz olasılığının, kriz olasılığı olarak kalacağını, hangi koşullarda kriz olasılığının gerçekliğe, krizin zorunluluğuna dönüşeceğini açıklıyor. Bu açıklama, aynı zamanda, kapitalist üretim biçiminin aşamaları arasındaki farkı da gösterir. Kapitalizmin ilk iki aşamasında (basit kapitalist üretim ve manüfaktür) kriz olasılığı söz konusuyken, kapitalizmin üçüncü/sonuncu aşaması olan makineli üretimde kriz, bir zorunluluktur.
1)Marks, periyodik krizlerin olasılığını üretim sürecinin dolaşım aşaması özelliklerinden (6). hareketle açıklamıştır. Ve nihayet kriz, “ancak dolaşım sürecinde (aç. M.) açığa çıkar” (7).
2)Marks, konjonktür çevriminin zorunluluğunu görece artı değer üretiminin özgül özelliklerinden hareketle açıklar (8).
Ne
kapitalist üretimin kendisi ve ne de artı değer üretimi,
kendiliğinden konjonktür çevrimi
üretemez.
Burada söz konusu olan, ekonomik
krizin dönemsel patlak vermesinin nedenidir. Sorun şu; fazla üretim
krizleri neden belli aralıklarla patlak veriyorlar, dönemsellik
nereden kaynaklanıyor? Ekonomik krizler, toplumsal görünümdür.
Bundan dolayı krizlerin dönemselliği de toplumsal yasalarla
açıklanmalıdır. Marks, kriz çevriminin temelini sabit sermayenin
dönüşümünde keşfetmiştir.
Bu konuda Marks: “Kullanılan sabit sermayenin değer büyüklüğü ile dayanıklılığı, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine göre, sanayi ile sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım alanında, bir çok yılı, diyelim ki ortalama on yılı kapsayacak şekilde uzar. Sabit sermayenin gelişmesi bir yandan bu ömrü uzattığı halde, diğer yandan da bu ömür, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle aynı şekilde devamlı olarak hız kazanan üretim araçlarındaki sürekli devrimler ile kısalır. Bu, üretim araçlarında bir değişiklik ve bunlar fiziki olarak tükenmeden çok önce manevi değer kaybı nedeniyle, sürekli yenilenmeleri zorunluluğunu getirir. Modern sanayinin temel dallarında bu yaşam süresinin ortalama on yıl olduğu var sayılabilir. Ne var ki biz, burada kesin rakamlarla ilgili değiliz. Şu kadarı açıktır; bu süre içerisinde sermayenin sabit kısmı tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç yılı kapsayan birbiriyle bağıntılı devirler çevrimi, devresel krizlere maddi bir temel sağlar. Bu çevrim sırasında işler birbirini izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, yükselme ve kriz dönemlerinden geçer. Sermayenin yatırılmış olduğu dönemlerin birbirlerinden çok farklı olduğu ve zaman bakımından çakışmaktan çok uzak bulundukları doğrudur. Ama bir kriz, daima geniş yeni yatırımların çıkış noktasını oluşturur. Bu nedenle, bir bütün olarak toplumun bakış açısından, bir sonraki devir çevrimine az çok yeni bir maddi temeli sağlarlar” (9).
Kriz
çevriminin zorunluluğunu veya ekonomik krizlerin devreselliğinin
maddi temelini Marks, sabit sermayenin dolaşımında görmüştür.(10).
3)Marks’a göre çevrimler, bir çok çelişkiden hareketle değil, bir temel çelişkiye göre açıklanabilirler (11).
Troçkistler
(Mandel) ise, kriz açıklaması için kapitalizmin bütün
çelişkilerini neden olarak görüyorlar (12).
4)Çevrime neden olan faktörler, çevrimden çevrime hep aynı kalırlar.
Marks,
“Bunun ötesinde, her yeni ticaret
krizine özgü olan farklı özellikler, bu farklı özellikler için
ortak alan olguların üstünü örtmemelidirler” diyor
(13).
Demek
oluyor ki, krizlerin (konjonktürlerin) patlak verme vesilesi,
yansıyış biçimleri ne denli farklı olursa olsun, hepsinin ortak
özelliği vardır. Kapitalist üretim biçiminden kaynaklanan bu
özellik, konjonktürü oluşturan özelliktir. Marks, bunu yukarıda
da belirttiğimiz gibi, sabit sermayenin dönüşümünde arar. Yani
konjonktürden konjonktüre konjonktürü oluşturan faktör hep
aynıdır.
5)Marks’a göre devletin mali ve parasal politikalarla müdahalesi, konjonktürün somut seyrini değiştirebilir, ama devreviliğin periyodikliğine neden olamaz (14). Marks, bir çok defa, devletin mali, para politik müdahalelerinin konjonktürün somut seyrini etkileyebileceğini, değiştirebileceğini, ama çevrim periyoduna neden olamayacaklarını açıklamıştır.
Bu
konuda Marks: “1844-45’te görüldüğü
gibi bilgisizlik içeren ve hatalı banka yasaları ... para krizini
zorlaştırabilir. Ama hiçbir banka yasası bu krizi önleyemez”
(15).
“Son
krizi ve krizleri, genel olarak çek banknot basımıyla açıklayan
kaba anlayış, tamamen ve kesin hatalı olarak reddedilmelidir”
(16).
Görüyoruz
ki, iradi olan, devletin ve hükümetin hiçbir tedbiri, ekonomide
yasal olanı, nesnel olanı ortadan kaldıramıyor, nesnel yasallığa
neden olamıyor, ama onun seyrini, konjonktürün somut gelişmesini
etkileyebiliyor, değiştirebiliyor.
6)Marks,
konjonktür çevrimini tek tek sermayeler arasındaki ilişkilere
göre açıklamıyor. Toplam sermayenin hareketini esas
alıyor.”Kapitalist
üretimin gerçek engeli,
sermayenin kendisidir”(aç. M.)
(17).
7)Uluslararası
iktisadi iç içe geçmişlik, ulusal konjonktür seyrini artık
sadece etkilemiyor, aynı zamanda klasik çevrim modelini
değiştiriyor da. (Dış güçlerden etkilenme).”(18)
2-
2008 Krizi ve sermaye hareketi; 2008 krizi ve sermayenin çevrimsel
hareketi
hareketi
Bu
süreç; 2008’de krizle başlayan sermayenin çevrimselliği 2020
yılında sonlanmıştır; yani sermaye 2008-2020 arasındaki 12 sene
süren konjonktür hareketinden şimdi 2020 yılı başında patlak
veren yeni bir krizle yeni bir konjonktür sürecine; yeni bir
çevrimsel hareket sürecine girmiştir. Ancak sermayenin 2008
krizinden henüz çıkmadığını
savunanlar da yok değil. Yani
sermaye hareketi, üretim değeri 2008’deki seviyesinin gerisinde
duruyor denebiliyor.
Sermaye
hareketinin devreviliğini tartışma konusu yapan, bunun ötesinde
somut gerçekleri bir kenara iterek 2008 krizinin hala devam ettiğin
savunan anlayışların Marksist kriz teorisiyle veya da
Marksist-Leninist
politik
ekonomi ile uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.
Belki
bir faydası olur diye sermayenin 2008 krizinden bu yana konjonktür
hareketini işin abc’si çerçevesinde anlatalım.
Bu
basit
hesaplamayı yapmak için Dünya
Bankası’nın
sabit
fiyatlar üzerinden sanayi
üretimi ve GSH
verilerini
kullanacağız. İsteyen başka verileri de kullanabilir. Sonuç
değişmeyecektir. Aşağıdaki
tabloda
yer alan verileri bu hesaplama; (toplama-çıkartma-çarpma-bölme)
sonuçlarına
göre değerlendirmiş olacağız.
Sermaye
hareketinin çevrimli seyrinin göstergesi olarak dünya GSH’sı
ve dünya sanayi üretiminin seyri (2000yılı sabit fiyatlarına
göre, ABD doları)
|
|||
Dünya
GSH
|
Trilyon
dolar
|
Dünya
sanayi üretimi
|
Trilyon
dolar
|
2007
yılı
|
60,47
|
2007
|
17,8
|
2008
yılı
|
61,1
|
2008
|
18,0
|
2009
yılı
|
59,4
|
2009
|
17,1
|
2010
yılı
|
61,4
|
2010
|
18,2
|
2011
yılı
|
62,9
|
2011
|
18,9
|
2012
yılı
|
64,0
|
2012
|
19,3
|
2013
yılı
|
65,3
|
2013
|
19,8
|
2014
yılı
|
66,7
|
2014
|
20,5
|
2015
yılı
|
68,2
|
2015
|
21,0
|
2016
yılı
|
69,4
|
2016
|
21,6
|
2017
yılı
|
71,1
|
2017
|
22,4
|
2018
yılı
|
-
|
2018
|
23,1
|
https://www.google.com/publicdata/explore?ds=d5bncppjof8f9_#!ctype=l&strail=false&bcs=d&nselm=h&met_y=gdp_production_constant_2010_us&fdim_y=gdp_production_component:2&scale_y=lin&ind_y=false&rdim=world&idim=world:Earth&ifdim=world&tstart=11314800000&tend=1494540000000&hl=de&dl=de&ind=false
|
Bilindiği
gibi 61,1 trilyon,
59,4 trilyondan
büyüktür. 61,4 trilyon
da
hem 61,1 trilyondan
hem
de
59,4 trilyondan
büyüktür. 61,1 trilyon,
59,4 trilyondan
1,7 trilyon
kadar büyüktür.
61,4
trilyon,
59,4
trilyondan
2, 2
trilyon
kadar ve
61,1
trilyondan
da
0,3 trilyon
kadar büyüktür.
2010
sonrasında 61,4 giderek artmıştır; 61,4, 2008 ve 2009’un
gerisine düşmüştür denmesin diye 2017’ye kadarki verileri de
tabloya dahil ettim. Görüyoruz ki, dünya GSH’sı -sabit fiyatlar
üzerinden- 2010’dan sonra sürekli artmıştır.
Yine
bilindiği gibi 18 trilyon,
17,1 trilyondan
büyüktür, ama 18 trilyon
18,2 trilyondan
küçüktür.
2010 sonrasında 18,2 giderek artmıştır; 18,2, 2008 ve 2009’un
gerisine düşmüştür denmesin diye 2018’ye
kadarki verileri de tabloya dahil ettim. Görüyoruz ki, dünya dünya
sanayi üretimi -sabit fiyatlar üzerinden- 2010’dan sonra sürekli
artmıştır.
Yapacak
fazla bir
şey
yok! Bir
tarafta nesnel gerçeklik, bizzat yaşanan gelişmeler duruyor, diğer
taraftan da ekonominin nesnel yasalarından anlamayan anlayışlar
duruyor. Soruna nesnel gerçeklik aşısından baktığımızda
karşımızda
ekonomi
adına maval okuyanlar, kapitalizmi krizden krize sürükleyenler,
krizden hiç çıkartmayanlar topluluğu; Troçk’nin
tetikçilerinden “post-marksizm”e kadar uzanan bir topluluk
duruyor.
Şimdi
yukarıdaki tabloyu grafikleştirelim. Bakalım sonuç ne olacak:
Dünya
GSH hesaplaması bazında:
Kriz
öncesi en yüksek seviye (2008) 2010’da aşılıyor:
Dünya
GSH’nın 2008 krizi öncesindeki en yüksek seviyesi 61,1 trilyon
dolardı. Bu miktar 2009 yılında 59,4 trilyon dolara geriledi ve
2010 yılında da 61,4 trilyon dolara çıkarak 2008’deki
seviyesini aştı. Yani krizden çıktı.
2008’de
patlak veren dünya fazla üretim krizi devreviliğini 2019 sonu
itibariyle tamamladı.
Dünya
GSH’sı da bu dönem zarfında 59,4 trilyon dolardan 71,1 trilyon
dolara çıktı, yani yüzde 19,7 oranında arttı. (aslında burada
2019 verileri esas alınması gerekirdi, aynı kaynakta olduğu
kadarıyla yetindim).
Dünya
sanayi üretimi bazında:
Kriz
öncesi en yüksek seviye (2008) 2010’da aşılıyor:
Dünya
sanayi üretiminin
2008 krizi öncesinde en yüksek seviyesi 18 trilyon dolardı. Bu
miktar 2009 yılında 17,1 trilyon dolara geriledi ve 2010 yılında
da 18,2 trilyon dolara çıktı. Böylece 2008 dünya fazla üretim
krizi 2010 yılında
2008’deki seviyesini aşarak krizden çıkmış oldu.
2008’de
patlak veren dünya fazla üretim krizi devreviliğini 2019 sonu
itibariyle tamamladı.
Dünya
sanayi üretimi bu dönem zarfında 17,1 trilyon dolardan 23,1
trilyon dolara çıktı, yani yüzde 35,1 oranında arttı. (aslında
burada 2019 verileri esas alınması gerekirdi, aynı kaynakta olduğu
kadarıyla yetindim).
İşin
abc’si bu kadar. Sabit fiyatlar üzerinden değerler 2008 krizinin
aşılmadığını göstermiyorsa neyi gösteriyor. Veya bir
ekonominin krizden çıkmasının temel kıstası nedir?
Dünya
ekonomisi kriz sonrasında belli bir canlanma aşamasından sonra
inişli-çıkışlı durgunluk aşamasına ve bu aşamanın sonunda
da kriz aşamasına geçmiştir. Böylece yeni bir çevrim başlamış
oldu. Uzatmamak için 2008 krizinden sonra sermaye hareketinin
seyrini; kriz çevrimi, konjonktür hareketi aşamalarını şu
çalışmalarda ayrıntılı olarak takip edebilirsiniz: (19)
3-
Yapısal kriz ve fazla üretim krizi
Yapısal
kriz
Yapısal
kriz, anlamından farklı olarak ve ‘her derde deva gibi’ olur
olmaz yerde sürekli kullanılıyor. Bu
kriz ile ekonomik kriz (fazla üretim krizi) birbirine
karıştırılmamalıdır.
Yapısal
kriz, kapitalizmin, bilimsel teknik devrimin gelişmesine paralel
olarak gündeme gelir,
kapitalist
üretimin gelişmesinin doğrudan bir ifadesidir. Her ülkede
kapitalist gelişme farklı boyutlardadır ve dolayısıyla yapısal
krizin somut nedeni veya nedenleri de farklıdır. Bu farklılığa
rağmen yapısal krizlerin doğuş nedenlerini belli kategoriler
altında toplayabiliriz...(20)
Birer
cümleyle her iki krizin ortak ve ayrı özellikleri:
-Yapısal
krizin birinci momenti devam ederken, fazla üretim krizi patlak
verebilir. Bu her iki kriz, çıkış nedenleri farklı olduğu için
eş anlamlı olamazlar.
-Yapısal
krizin ikinci momenti devam ederken fazla üretim krizi patlak
verebilir. Bu durumda her iki krizin de çıkış nedeni doğrudan
sermayenin yeniden üretim sürecinde olduğu için eş anlamlı
olurlar.
-Demek
oluyor ki, her iki kriz, çeşitli faktörlerden dolayı bazen aynı,
bazen de ayrı anlamlıdır. Önemli olan, nerede aynı, nerede ayrı
anlamlı olduğunu görebilmektir.
-Yapısal
kriz ve fazla üretim krizi karşılıklı ilişki içindedirler ve
dolayısıyla birbirlerini etkilerler.
-Her
iki kriz de kapitalist sistemin doğasında vardır.
-Her
iki krizin üretici güçler üzerindeki etkisi aynıdır; kitlesel
işsizlik (kitlesel yoksulluk), muazzam boyutlarda toplumsal maddi
zenginliğin-sabit sermayenin yok edilmesi.
-Gelişmiş
teknoloji temelinde patlak veren yapısal kriz, nispeten uzun sürer.
Ama teknolojinin bugün ulaşmış olduğu boyutlar, bu süreyi
giderek kısaltıyor.
-Yapısal
krizde devrevilik yoktur. Söz konusu enerji-hammadde veya teknoloji
değişimi sağlanınca, bu süreç tamamlanınca bu kriz de
sonuçlanmış olur.
-Fazla
üretim krizleri, nispeten kısa sürelidirler.
-Fazla
üretim krizlerinde devrevilik kaçınılmazdır. Zaten krizin
kendisi ekonomik çevrimin sadece bir aşamasıdır.
Ekonominin/krizin devreviliği de kapitalizmin gelişmesine göre
değişime uğramıştır.
Ancak,
yapısal kriz farklı anlayışları güçlendirmek, desteklemek için
kullanılmaktadır. Kapitalizmin genel krizinin bir kısım sorunları
yapısal krizle anlatılmaya çalışılmaktadır. Yapısal krizle
kapitalizmin çökeceği, kendi içsel çelişkilerinde boğulacağı
anlatılmaya çalışılmaktadır.
Yapısal
krizle, kapitalizmin tarihinde en büyük yıkımını yaşamasını
eş anlamlı
kullanmak yapısal
krizden çöküş teorisi çıkartmaya çalışmak anlamına gelir.
Gerek
Marks, gerekse de Lenin kapitalist sistemi analizlerinde bu sistemin
kendiliğinden çökmeyeceğini, kendiliğinden çökmeyecek kadar
güçlü ve iç bütünselliği olduğunu ve ancak onun mezar
kazıcısı olan işçi sınıfının, müttefikleriyle birlikte
sınıf bilinçli eyleminin sonucu olarak çökeceğini, ortadan
kaldırılacağını ve yerine sosyalizmin kurulacağını defalarca
dile getirmişlerdir. Anlamamız gereken budur, ama anlaşılmak
istenmeyen de burdur.
Oysa
yapısal kriz, aynen fazla üretim krizi gibi, çözülmesi durumunda
kapitalizmi “gençleştiren”, “dinamikleştiren” bir krizdir.
Diğer
taraftan yapısal kriz ne bu yüzyılın bir sorunudur ne de bu
yüzyıl içinde 2008 dünya kriziyle gündeme gelmiştir. Ne yani
2008 krizinden önce kapitalizmde, emperyalizmde yapısal kriz
görülmemiş midir? Bu türden anlayışlar, sorunu kavramamanın
bir ifadesi olarak görülemez. Bu türden anlayışların arka
planında derin teorik eksiklik ve ideolojik olarak yolunu
şaşırmışlık vardır.
Yapısal
kriz, devasa teknik ilerlemenin veya hammade değişiminin doğrudan
bir sonucudur. Herhangi bir teknik buluş değil, devrimsel karakter
taşıyan teknolojik gelişme, aynı zamanda kapitalist ekonomide
enerji kaynaklarında değişim; örneğin enerji kaynağı olarak
kömürün yerini petrolün alması, çeliğin yerini aynı görevi
gören plastiğin, sentetik maddelerin alması; eskiden yeniye geçiş,
yani kömürden petrole, çelikten sentetik maddelere geçiş, patlak
veren yapısal krizin o süreçte çözülmesi demektir. Peki, bunun
kapitalizmin yıkılmasıyla ne ilgisi var?
Fazla
geriye gitmeye gerek yok (yapısal krizin kısa bir tarihçesi için
bkz.: (21, birkaç on yıl öncesine, her halükarda 21. yüzyılın
son çeyreğine dönelim. Elektronik ile bağlam içinde otomasyon,
otomatik makinelerin üretim sürecine girmesi, arkasından
bilgisayar, elektronik, programlanmış hareket eden büro makineler,
internet; bütün bunlar o zamana kadar kullanılan devasa sabit
sermaye kıyımından ve yeni teknoloji için devasa yatırımlardan
başka ne anlama gelir? İşte budur yapısal kriz. Bu, kapitalizmi
dinamikleştirmedi mi? Kar oranlarını artırmadı mı?
Şimdi
yeni bir yapısal kriz gündemleşiyor; özellikle Alman
burjuvazisinin öncülük etmeye çalıştığı ve 4. sanayi
devrimi, sanayi 4.0 diye tanımlanan devasa teknoloji altüst oluşu,
kapitalist sistemin en önemli yapısal krizi olacaktır.
Bugün
kapitalizmin en derin, en kapsamlı yapısal krizi, içten yanmalı
motorlardan elektro motorlara geçiştir. Doğaya zarar veren içten
yanmalı motorları kullanmanın kendi aleyhlerine olmaya başladığını
gören tekeller, örneğin otomobil ve motorlu araç tekelleri bu
sorunla boğuşmuyorlar mı? Elektro motora geçmek demek, bütün
üretim tesislerini yok etmek, çöpe atmak ve elektro motor
üretimine uygun hala getirmek demektir. Her halükarda korkunç
boyutlarda sabit sermaye yok edilecek ve yine korkunç miktara varan
yeni teknoloji teknoloji, bina vb. yatırımlar yapılacaktır.
Bu,
içten yanmalı motordan elektro motora geçmek aynı zamanda
petrolü gereksiz kılacaktır; petrol tekelleri, rafineriler, benzin
istasyonları vs. vs. yok olacaktır. Ulaşım sistemleri
değişecektir.
Bütün
bu yapısal krizden kaynaklı altüst oluşlar aynı zamanda
milyonarca işçinin işinden olmasını, işsiz kalmasını
beraberinde getirmiştir ve getirecektir.
Von
Pöti, “Komünist parti bayrağının çekici, değdiği her
yerde iz bırakır” demiş! Demesine demiş, ama olmayan çekiç
nasıl bir yere değsin ve iz bıraksın!
*
Kaynak
ve açıklamalar:
1)
Bakınız:
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2010/02/kriz-karsilastirmasi-ve-krizden-cikis.html
2)
TÜRKİYE’DE
EKONOMİNİN GÜNCEL DURUMU - KRİZİN EVRİLME YÖNÜ,
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/11/turkiyede-ekonominin-guncel-durumu.html
4)Marks-Engels;
Seçme Yazılar; C. II, s. 125. (Engels; “Die Entwicklung des
Sozialismus von der Utopie zur Wissenschaft”).
5)Stalin;
C. 12, s. 214 (“Politischer Rechenschaftsbericht an den XVI.
Parteitag”).
6)Bkz.:
METE; C. 26/2, s. 498-524.
7)Agk.,
s. 513.
8)Bkz.:
Agk., s. 529, 580 ve “Grundrisse...”, s. 653, 685.
9)METE;
C. 24 (Kapital, C. II), s. 198 (Türkçesi).
10)“Büyük
sanayiin bütün hareket şekli, emekçi nüfusun bir kısmını,
sürekli olarak, işsiz ya da yarı-işsiz insanlar haline getirmeye
dayanıyor. Ekonomi politiğin yüzeyselliği, kendisini, sınai
devresel dalgalanmaların salt bir belirtisi olan kredi hacmindeki
genişleme ve daralmayı bunların nedeni olarak görmesiyle de
ortaya koyar. Tıpkı belirli bir hareketle fırlatılmış bulunan
gökcisimlerinin daima bunu yinelemeleri gibi, bir kez bu birikimi
izleyen genişleme ve daralma hareketi içine sokulan toplumsal
üretim için de durum aynıdır. Sonuçlar, sırası gelince, neden
halini alırlar ve durmadan kendi koşullarını yeniden üreten
sürecin tümü içersindeki değişik olaylar, devresel bir şekle
bürünürler. Bu devresellik bir kez yerleşti mi, nispi
artı-nüfusun yaratılmasını —yani sermayenin kendisini
genişletmesi için gerekli olandan fazla bir nüfusun meydana
gelmesini— ekonomi politiğin kendisi bile, büyük sanayiin
zorunlu bir koşulu olarak görür.” (Marks;
Kapital, C. 1 s. 662)
“Babbage'a
göre İngiltere'de makinenin ortalama üretimi 5 senedir; bundan
dolayı reel olanı belki 10 senedir. Sabit sermayenin büyük ölçüde
gelişmesinden bu yana sanayinin yaşadığı devreviliğin -bununla
birlikte sermayenin toplam üretim aşamasının da- şu veya bu
biçimde 10 senelik bir zamana tekabül ettiği şüphe götürmez.
Başka belirleme nedenleri de bulacağız. Ama bu, nedenlerden
biridir.
Tarım
gibi...sanayi için de geçmişte iyi ve kötü zamanlar olmuştu.
Ama karakteristik dönemlere, çağlara ayrılmış çok yıllık
sanayi çevrimi büyük sanayiye özgüdür”(K.
Marks, Grundrisse, s. 608).
“Kullanılan
sabit sermayenin değer büyüklüğü ile dayanıklılığı,
kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine
göre, sanayi ile sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım
alanında, birçok yılı, diyelim ortalama on yılı kapsayacak
şekilde uzar. Sabit sermayenin gelişmesi, bir yandan bu ömrü
uzattığı halde, öte yandan da, bu ömür, kapitalist üretim
tarzının gelişmesiyle aynı şekilde devamlı olarak hız kazanan
üretim araçlarındaki sürekli devrimler ile kısalır. Bu, üretim
araçlarında bir değişiklik ve bunlar fiziki olarak tükenmeden
çok önce manevi değer kaybı nedeniyle, sürekli yenilenmeleri
zorunluluğunu getirir.
Modern
sanayinin temel dallarında bu yaşam çevriminin ortalama on yıl
olduğu varsayılabilir. Ne var ki, biz, burada, kesin rakamlar ile
ilgili değiliz. Şu kadarı açıktır: bu süre içerisinde
sermayenin sabit kısmı tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç
yılı kapsayan birbiriyle bağıntılı devirler çevrimi, devresel
krizlere maddi bir temel sağlar. Bu çevrim sırasında, işler,
birbirini izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, hızlanma ve
kriz dönemlerinden geçer. Sermayenin yatırılmış olduğu
dönemlerin birbirlerinden çok farklı olduğu ve zaman bakımından
çakışmaktan çok uzak bulundukları doğrudur. Ama bir, daima
geniş yeni yatırımların çıkış noktasını oluşturur. Bu
nedenle, bir bütün olarak toplumun bakış açısından, bir
sonraki devir çevrimine az çok yeni bir maddi temeli sağlarlar“
(K.
Marks, Kapital, C. II. METE, 24, s. 185/186).
“Öyleyse,
yatırılan sermaye değeri bir devirler çevriminden geçmek
zorundadır… Bu çevrim, kullanılan sabit sermayenin ömrü, yani
yeniden üretim ya da devir zamanı ile belirlenir”
(Marks;
Kapital, C. II, s.
185).
Marks
bu süreci ortalama 10 sene olarak tanımlıyor. Yani her 10 senede
bir sabit sermayenin yenilenmesi, kriz gündeme geliyor. Bu,
kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde gerçekten de böyle
olmuş; her 8-10 senede bir fazla üretim krizleri patlak vermiş ve
krizler, yeni yatırımlar için çıkış noktasını oluşturmuştur.
Demek
ki, “kapitalizmin her 7-10 senede bir girdiği klasik kriz döngüsü”
izlemesini belirleyen
sabit
sermaye hareketidir.
Ben
Marks’ın dediğini doğru buluyorum.
11)Bkz.:
METE; C. 26/2, s. 529-535.
12)Bkz.:
E. Mandel, “Marxistische Wintschaftstheorie”, C. I, s. 444, 5.
Baskı, 1978. Frankfurt/M.
13)METE;
C. 12, s. 571 (Marks; “Britischer Handel und Finanzen”).
14)Bkz.:
-METE;
C. 10, s. 603 (Marks; “Die Industrie- und Handelskrise”)
-METE;
C. 12, s. 548 (Marks; “Handelskrisen und Geldumlauf in England”).
-METE;
C. 25, s. 507.
-METE;
C. 27, s. 174 (Marks’ın Engels’e mektubu, 3 Şubat 1851).
15)METE;
C. 25, s. 507.
16)METE;
C. 12, s. 548.
17)METE;
C. 25, s. 260.
18)
İbrahim
Okçuoğlu; “Kapitalizmin Dünya Krizi (2008...)”, Ceylan
Yayınları, Eylül 2009, s. 53-57.
19)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2011/04/sanayi-uretimi-krizden-cikildigini_03.html
(EKONOMİK
KRİZ, DEĞİŞEN GÜÇ DENGESİ VE KENDİLİĞİNDEN ÇÖKÜŞ), 25
Kasım 2011
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2011/11/ekonomik-krizin-ideolojik-sisinde.html
EKONOMİK
KRİZ VE KAPİTALİZMİN GELECEĞİ ÜZERİNE FANTEZİLER, 5 Temmuz
2012
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2012/07/kriz-karsilastirmasi-i-ekonomik-kriz-ve_05.html
EKONOMİK
KRİZ VE KAPİTALİZMİN GELECEĞİ ÜZERİNE FANTEZİLER
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2012/07/kriz-karsilastirmasi-ii-ekonomik-kriz.html
-BİR
AYRIK OTU HİKAYESİ! (I)* - Dünya Ekonomisinde Çevrim (Konjonktür)
Seyri
-BİR
AYRIK OTU HİKAYESİ! (II)*
-DÜNYA
EKONOMİSİNİN KRİZ SEYRİ VE GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM (I)
-DÜNYA
EKONOMİSİNİN KRİZ SEYRİ VE GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM (II)
-DÜNYA
EKONOMİSİNDE BİRBİRİNİ ETKİLEYEN İKİ EĞİLİM VE SONUÇLARI
(GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM EĞİLİMLERİ)* (I)
-YENİ
BİR “AYRIK OTU HİKAYESİ” - “HERGELE” TROÇKİ’NİN
TETİKÇİLERİ İŞ BAŞINDA!
-DÜNYA
EKONOMİSİNDE BİRBİRİNİ ETKİLEYEN İKİ EĞİLİM VE SONUÇLARI
(GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM EĞİLİMLERİ)* (II)
-DÜNYA
VE TÜRKİYE EKONOMİSİNDE GENEL GELİŞME EĞİLİMİ (I)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2017/08/dunya-ve-turkiye-ekonomisinde-genel.html
-
DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNDE GENEL GELİŞME EĞİLİMİ (II)
-YENİ
BİR FAZLA ÜRETİM KRİZİNE DOĞRU (I-IV)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2018/07/yeni-bir-fazla-uretim-krizine-dogru-i_15.html
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/11/turkiyede-ekonominin-guncel-durumu.html
-“DİNOZOR”
MARKS’I TAKİP EDELİM - BİR BURJUVA EFSANE: MALİ KRİZİ!
-GÜNCEL
KRİZ TEORİLERİ (II)
-MARKS,
ENGELS, LENİN, STALİN - EKONOMİK KRİZ
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/06/marks-engels-lenin-stalin-ekonomik-kriz.html
-GÜNCEL
KRİZ TEORİLERİ (III)*
20)
Yapısal
kriz
Yapısal
kriz, anlamından farklı olarak ve ‘her derde deva gibi’ olur
olmaz yerde sürekli kullanılıyor. Bu
kriz ile ekonomik kriz (fazla üretim krizi) birbirine
karıştırılmamalıdır.
Yapısal
kriz, kapitalizmin, bilimsel teknik devrimin gelişmesine paralel
olarak gündeme gelir, kapitalist
üretimin gelişmesinin doğrudan bir ifadesidir. Her ülkede
kapitalist gelişme farklı boyutlardadır ve dolayısıyla yapısal
krizin somut nedeni veya nedenleri de farklıdır. Bu farklılığa
rağmen yapısal krizlerin doğuş nedenlerini belli kategoriler
altında toplayabiliriz.
Yapısal
krizin doğmasında belirleyici olan iki moment vardır. Bu
gözlenemezse, ancak, ne olduğu belli olmayan bir krizden
bahsedilir.
Yapısal
kriz, enerji ve hammadde değişimi temelinde doğabilir (Birinci
moment): Örneğin bir ülkede o zamana
kadar esası oluşturan enerji kaynağı cinsinin değiştirilmesi,
kömürün yerini petrolün alması veya gaz tüketiminin artışı
veya elektrik enerjisinin belirleyici olması vs. Böylelikle
ekonomide enerji veya hammadde değişimi temelinde bir gelişme
olur. Bunun anlamı şudur; kömür sektörünü örnek alırsak;
başka türden enerji tüketimi gündeme geldiği için veya daha
ucuza kömür ithali mümkün olduğu için ülke içindeki kömür
üretimi düşer. Bu, belli bir sektörün can çekişmesi, krize
girmesi ve o sektörde çalışan binlerce işçinin sokağa atılması
demektir. Zonguldak’taki durum Türkiye’de kömür enerjisi
temelinde gündemde olan yapısal krizin açık bir ifadesidir.
Kömür
sektöründeki bu kriz veya petrol ve yan ürünleri temelinde
sanayinin yeniden yapılanması, yapısal kriz demektir. Bu yapısal
krizin fazla üretim kriziyle ilgisi yoktur. Çünkü bu kriz,
yeniden üretim sürecinden kaynaklanmıyor. Bundan dolayıdır ki,
enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal kriz,
ekonomik krizle/fazla üretim kriziyle eş anlamlı değildir.
Yapısal
kriz, bilimsel-teknik devrim; teknolojik gelişme ve modern
teknolojiyi kullanma temelinde doğabilir(İkinci moment):
Bilimsel teknik devrimin sonucu olarak baş döndürücü hızla
gelişen teknolojinin üretim sürecine sokulmasıyla sanayide, bir
bütün olarak ekonomide gündeme gelen yapısal kriz, çıplak gözle
bile görülmektedir.
Modern
teknoloji temelinde otomasyon ve elektronik, yeniden üretim sürecini
radikal/kökten değiştirmektedir. Modern teknolojiye dayanan
yapısal kriz, kapitalizmin tarihinde şimdiye kadar görülmemiş
boyutlarda ve derinlikte ekonomiyi etkilemektedir. Örneğin
bilimsel-teknik devrimin bir sonucu olarak yeni teknolojik buluşlar,
doğrudan sermayenin yeniden üretim sürecine sokulur. Öyle ki;
daha önce çok modern olan fabrika binaları, makineler, yeni
buluşlardan dolayı “eski”miş olurlar. İşte bu “eskime”den
dolayı, sermayenin yeniden üretim sürecinde yer alan bütün
üretim araçları (fabrika binaları, makineler vs.) değiştirilir.
Bu, muazzam boyutlara varan sabit sermaye kıyımı ve aynı zamanda
keza muazzam boyutlara varan sabit sermaye yatırımı demektir.
Burada dikkati bir noktaya çekelim; fazla üretim krizi olmadığı
halde sabit sermaye kıyımı yapılıyor. Son 30-35 senelik
kapitalist/emperyalist dünyada teknolojinin gelişmesinden dolayı
yapılan sermaye kıyımı akıl almaz boyutlardadır. (Ekonomik kriz
döneminde bu kıyım daha da kapsamlaşıyor). Bu kıyım,
kapitalizmde yapısal krizin sonucudur. Kitlesel kronik işsizliğin
nedeni de bu krizde aranmalıdır.
Bu
türden yapısal krizle enerji ve hammadde temelinde doğan yapısal
kriz birbiriyle karşılaştırılamayacak kadar farklıdır; enerji
ve hammadde temelinde doğan yapısal kriz, yeniden üretim sürecini
etkilemezken ve yan fenomen olarak kalırken, modern teknoloji
temelinde doğan yapısal kriz, yeniden üretim sürecini doğrudan
etkilemektedir.
Modern
teknoloji temelinde yapısal kriz, mevcut üretim donatımının,
çoğu kez tamamen yenilenmesi, değiştirilmesi anlamına gelir.
Öyle ki fabrika binası yıkılmakta, aynı yere yenisi, yeni
teknolojinin gerek kıldığı temelde inşa edilmektedir. Diğer bir
ifadeyle; sabit sermayenin modern teknoloji temelinde yenilenmesinin
fazla üretim kriziyle doğrudan bir ilgisi yoktur. Yani bu temelde
söz konusu olan sabit sermaye kıyımı -fabrikanın kapatılması-
işçilerin sokağa atılması ekonomik krizin değil, yapısal
krizin bir sonucudur.
Ama
öyle durumlar olur ki; teknoloji temelinde doğan yapısal kriz,
aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle iç içe geçebilir. Bu
durumda modern teknolojiye dayanan yapısal kriz, aynı dönemde
patlak veren ekonomik krizle eş anlamlı olur. Burada eş anlamlı
olmanın nedeni, modern teknolojiye dayanan yapısal krizin yeniden
üretim sürecine doğrudan nüfuz etmesidir.
Demek
ki, yapısal krizle fazla üretim krizi her zaman eş anlamlı
değildir. Sanayi ürünleri ihracına yönelmiş her ekonomi, dünya
pazarında rekabet edebilmek için kendini yenilemek zorundadır.
Kendini yenileme, rekabet gücünü artırır ve modern teknolojiyle
donanma anlamına gelir. Dış pazar olgusu gündeme geldiğinden
beri iddialı her ekonomi, kendini yenileme, teknolojik alanda
modernleşme krizi içindedir. Yani yapısal kriz, daralan, çöken
ekonominin değil, tam tersine büyüyen ekonominin krizidir.
Birer
cümleyle her iki krizin ortak ve ayrı özellikleri:
-Yapısal
krizin birinci momenti devam ederken, fazla üretim krizi patlak
verebilir. Bu her iki kriz, çıkış nedenleri farklı olduğu için
eş anlamlı olamazlar.
-Yapısal
krizin ikinci momenti devam ederken fazla üretim krizi patlak
verebilir. Bu durumda her iki krizin de çıkış nedeni doğrudan
sermayenin yeniden üretim sürecinde olduğu için eş anlamlı
olurlar.
-Demek
oluyor ki, her iki kriz, çeşitli faktörlerden dolayı bazen aynı,
bazen de ayrı anlamlıdır. Önemli olan, nerede aynı, nerede ayrı
anlamlı olduğunu görebilmektir.
-Yapısal
kriz ve fazla üretim krizi karşılıklı ilişki içindedirler ve
dolayısıyla birbirlerini etkilerler.
-Her
iki kriz de kapitalist sistemin doğasında vardır.
-Her
iki krizin üretici güçler üzerindeki etkisi aynıdır; kitlesel
işsizlik (kitlesel yoksulluk), muazzam boyutlarda toplumsal maddi
zenginliğin-sabit sermayenin yok edilmesi.
-Gelişmiş
teknoloji temelinde patlak veren yapısal kriz, nispeten uzun sürer.
Ama teknolojinin bugün ulaşmış olduğu boyutlar, bu süreyi
giderek kısaltıyor.
-Yapısal
krizde devrevilik yoktur. Söz konusu enerji-hammadde veya teknoloji
değişimi sağlanınca, bu süreç tamamlanınca bu kriz de
sonuçlanmış olur.
-Fazla
üretim krizleri, nispeten kısa sürelidirler.
-Fazla
üretim krizlerinde devrevilik kaçınılmazdır. Zaten krizin
kendisi ekonomik çevrimin sadece bir aşamasıdır.
Ekonominin/krizin devreviliği de kapitalizmin gelişmesine göre
değişime uğramıştır.
(İ.
Okçuoğlu; Kapitalizmin Dünya Krizi 2008...”mçalışmasından,
s. 101-105)
21)
3-
Yapısal Krizler
Tekelci
devlet kapitalizmde yapısal kriz sorunu esas itibariyle II. Dünya
Savaşından sonra gündeme gelmişse de, kriz olarak etkili olması
'60’lı yıllarda görülmüştür.
Yapısal
krizin nedenlerini ve ne anlama geldiğini göstermek için
kapitalist gelişmenin iki dönemini, örneğin 19. yüzyılın
'60’lı yıllarındaki gelişme ile 20. yüzyılın '60’lı
yıllarındaki gelişmeyi kaba hatlarıyla ve konumuzu ilgilendiren
açılardan karşılaştıralım:
-
19. yüzyılın '60’lı yıllarında sanayi en dinamik üretim
dalıydı. Ama en çok gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi en büyük
üretim dalı değildi, tarımın hakimiyeti hâlâ
sürüyordu. Örneğin 1869’da ABD’nin maddi üretiminde
sanayinin payı ancak %22,2 oranındaydı. Keza iş gücünün
çoğunluğu da sanayi dışında çalışıyordu.
-
20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise, durum tam tersine
dönmüştür.
Almanya,
Fransa ve İngiltere’de de durum, ABD’deki gelişmeden pek farklı
değildi. Sanayinin sektörel yapısında değişme olmuştu; 19.
yüzyılın '60’lı yıllarında hafif sanayi sektörü belirleyici
konumdaydı. Bugün ise ağır sanayi belirleyici olmuştur.
-
19. yüzyılın '60’lı yıllarında kömür ve buhar belirleyici
enerji türüydü. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise petrol,
gaz, elektrik enerjisi (ve sonraları da atom enerjisi) belirleyici
enerji türleri olmuştur.
-
19. yüzyılın '60’lı yıllarında sanayi üretimine makinenin
dahil edilmesi yeniydi. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise,
bırakalım genel olarak makineyi, modern makine sistemleri,
otomasyon sanayi üretiminde belirleyici üretim araçları olmuştur.
-
19. yüzyılın '60’lı yıllarında sanayi üretiminde doğal
maddeler, hammadde olarak kullanılıyordu. 20. yüzyılın '60’lı
yıllarında ise, yapay maddeler sanayi üretiminde önemli hammadde
olmaya başlamıştır.
-
Sanayinin, teknolojinin gelişmesine paralel olarak tarımda da
önemli değişmeler olmuştur.
19.
yüzyılın '60’lı yıllarında (tabii daha önce de) o zamanın
kapitalist ülkelerinde de nüfusun büyük çoğunluğu tarımda
çalışıyordu. Örneğin 1869’da ABD tarımında toplam iş
gücünün %56,7'si çalışıyordu ve tarımın ulusal gelirdeki
payı %31,7 oranındaydı. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise
ABD’de iş gücünün ancak %13'ü tarımda çalışıyordu ve bu
sektörün ulusal gelirdeki payı da %6 civarındaydı. Bu süreç
bütün gelişmiş kapitalist ülkelerde görülmektedir.
Teknolojinin
tarım sektörüne girmesiyle bu alanda teknik temelde yeniden
yapılanma gündeme gelmiş, iş verimliliği artmış ve tarım,
emperyalist ülkelerde toplam sanayinin önemli bir organik bölümü
olmuştur.
Bu
noktaların dışında ulaşımın, ticaretin, hizmet sektörünün
gelişmesi de kanıtı gereksiz birer olgudur.
Bu
karşılaştırmalar bize, yapısal krizin doğuş nedenlerini ele
veriyor: Enerji, hammadde değişimi temelinde doğan yapısal
krizler ve bilimsel-teknik devrimin sonucu olarak teknolojik gelişme
temelinde doğan yapısal krizler.
3.1-
Enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal krizler
Yukarıda
da belirttiğimiz gibi bu türden krizler genel olarak II. Dünya
Savaşından sonra, özel olarak da '60’lı yıllarda gündeme
gelmiştir. Bu gelişmeyi enerji kaynağı olarak kömür ve petrol
bazında gösterelim.
ABD
açısından:
Daha
1937’de ABD’de enerji tüketiminde gaz ve petrolün payı %42
oranındaydı. Bu oran 1967’de %70’e çıkar.
Kömür
üretimi 1950’de 505 milyon tondan 1973’te 542 milyon tona
çıkarak, ancak %7,3 oranında artar. Ama aynı dönemde petrol
üretimi 266 milyon tondan 513 milyon tona çıkarak %92,8 oranında;
gaz üretimi de aynı yıllarda 177 milyar m3’ten
643 milyar m3’e
çıkarak %263 oranında artar. Elektrik enerjisi üretimi ise
1950’de 842 milyar kilovattan 1973’te 1880 milyar kilovata
çıkarak %123,3 oranında artar.
Japonya
açısından:
Kömür
üretimi 1950’de 39,3 milyon tondan 1973’te 22,4 milyon tona
düşerek %43 oranında azalır. Ama yanı yıllarda benzin üretimi
4 milyon hektolitreden, 274 milyon hektolitreye çıkarak 68,5 misli
artar ve elektrik enerjisi de yine aynı yıllarda 29,1 milyar
kilovattan 515,2 milyar kilovata çıkarak 17,7 misli artar.
B.
Britanya açısından:
Bu
ülkede taş kömürü üretimi 1950’de 220,6 milyon tondan 1973’te
132,2 milyon tona düşerek %40 oranında azalır. Ama aynı dönemde
elektrik enerjisi üretimi 56,5 milyar kilovattan 281,6 milyar
kilovata çıkarak %398 oranında artar. Bu ülkenin enerji
tüketiminde taş kömürünün payı 1950’den 1969’a %21
oranında azalırken, aynı dönemde petrolün payı da %518 oranında
artmıştı.
Fransa
açısından:
Bu
ülkede kömür üretimi 1950’de 50,8 milyon tondan 1973’te 25,6
milyon tona düşerek %49,6 oranında azalır. Ama aynı yıllarda
elektrik enerjisi 33 milyar kilovattan 174,1 milyar kilovata çıkarak
%427 oranında artar.
Almanya
açısından:
Bu
ülkede taş kömürü üretimi 1950’de 126 milyon tondan 1973’te
97 milyon tona düşerek %23 oranında azalır. Ama elektrik enerjisi
üretimi 1950’de 47,3 milyar kilovattan 1972’de 274,7 milyar
kilovata çıkarak %480 oranında artar. Madeni yağ tüketimi de
1956’da 12,5 milyon tondan 1973’te 134,5 milyon tona çıkarak
%976 oranında veya da 10,7 misli artar.
Ortak
Pazar ülkelerinde enerji olarak taş kömürü üretimi sadece
1969-1971 arasında %9,3 oranında azalırken, petrol tüketimi %22
oranında ve doğal gaz tüketimi de %55 oranında artar.
Hammadde
olarak yapay ürünlerin üretiminde artış:
ABD
açısından:
Bu
ülkede plastik üretimi 1950’de 1 milyon tondan 1967’de 6,5
milyon tona çıkarak %550 oranında artar.
Japonya
açısından:
Bu
ülkede plastik üretimi 1950’de 0,017 milyon tondan 1967’de 2,4
milyon tona çıkarak 142 misli artar. Sentetik lif üretimi de
1950’de 451 bin tondan 1973’te 1308 bin tona çıkarak %190
oranında artar. Sentetik dokuma üretimi ise 1950’de 3 milyon
m2'den,
1973’te 2921 milyon m2'ye
çıkarak 973 misli artar.
B.
Britanya açısından:
Bu
ülkede sentetik kauçuk üretimi 1950’de 2,8 bin tondan 1973’te
356,4 bin tona çıkarak 127 misli artar.
Fransa
açısından:
Bu
ülkede sentetik lifli dokuma üretimi 1950’de 1,7 bin tondan
1973’te 263,2 bin tona çıkarak 154 misli artarken, sentetik
kauçuk üretimi de 1960’da 17,5 bin tondan 1973’te 456 bin tona
çıkarak 26 misli artar.
Almanya
açısından:
Bu
ülkede plastik üretimi 1950’de 0,084 milyon tondan 1967’de 2,6
milyon tona çıkarak, yaklaşık 40 misli artar.
Sentetik
(yapay) ürünlere duyulan gereksinimin artması, kimya sektörünün
de dev adımlarla gelişmesini beraberinde getirdi.
Sanayideki
bu enerji ve hammadde değişimi temelindeki gelişmenin anlamı
nedir? Bunun anlamı şudur: Kömür örneğinde sorunu ele alırsak,
kömür tüketiminin düşmesi, bu sektörün can çekişmesi, krize
girmesi anlamına gelir, bu sektörde çalışan on binlerce
madencinin sokağa atılması anlamına gelir. Örneğin Almanya’da
taş kömürü üretiminde çalışan (yer altında) işçi sayısı
1950’de 538 binden 1969’da 254 bine düşerek %52,9 oranında
azalmıştır. Kömür sektöründeki bu krizin veya petrol ve yan
ürünleri temelinde sanayinin yeniden yapılandırılması yapısal
kriz demektir. Bu yapısal krizin, fazla üretim kriziyle ilgisi
yoktur. Çünkü bu kriz, kapitalist yeniden üretim sürecinden
kaynaklanmamaktadır. Bundan dolayıdır ki, enerji ve hammadde
değişimi temelinde doğan yapısal kriz, ekonomik krizle/fazla
üretim kriziyle eş anlamlı değildir.
3.2-
Bilimsel-teknik devrim; teknolojik gelişme temelinde doğan yapısal
krizler
Bilimsel-teknik
devrimin sonucu olarak dev adımlarla, baş döndürücü hızla
gelişen teknolojinin üretim sürecine sokulmasıyla sanayide
gündeme gelen yapısal kriz çıplak gözle bile görülmektedir.
Özellikle '70’li yıllardan beri sabit sermayenin yeniden üretimi,
tam otomasyon teknoloji temelinde yenilenme sürecine girmiştir.
'60’lı yılların basit otomasyonunun yerini artık mikro elektrik
-bilgisayar-chips- temelinde otomasyon almıştır. Sanayide robot
kullanımının gelişme hızı, bu alandaki yapısal değişime
sadece basit bir örneği oluşturur. Alman sanayinde kullanılan
robot sayısı 1978’de sadece 620 idi. Bu sayı 1980’de 1.255’e;
1984’te 6.600’e; 1986’da 12.400’e ve 1990'ın başında da
22.400’e çıkarak 12 senede 36 misli artmıştır.
1990
başında Japon sanayinde kullanılan robot sayısı 180.000’e,
ABD’de 42.000’e; İtalya’da 9.800’e ve Fransa’da da 9.500’e
varıyordu.
Modern
teknoloji temelinde otomasyon ve elektronik, yeniden üretim sürecini
radikal değiştirmektedir. Modern teknolojiye dayanan yapısal kriz,
kapitalizmin tarihinde şimdiye kadar görülmemiş derinlikte
ekonomiyi etkilemektedir.
Modern
teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, doğrudan yeniden üretim
sürecine nüfuz etmektedir. Bu türden yapısal krizle hammadde ve
enerji temelinde doğan yapısal kriz birbiriyle karşılaştırılmayacak
kadar farklıdır. Enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan
yapısal kriz, yeniden üretim sürecini etkilemezken ve tali/yan
fenomen olarak kalırken, modern teknoloji temelinde doğan yapısal
kriz, doğrudan yeniden üretim sürecini etkilemektedir.
Modern
teknoloji temelinde yapısal kriz, mevcut üretim tesislerinin, çoğu
kez kısmen değil, tamamen değişimini, yenilenmesini kaçınılmaz
kılmaktadır. Öyle ki, fabrika binası tamamen yıkılmakta ve yeni
teknolojinin gerekli kıldığı temelde yeniden inşa edilmektedir.
Diğer bir ifadeyle, modern teknoloji temelinde patlak veren yapısal
kriz, korkunç boyutlara varan sabit sermaye imhasıdır ve yine
korkunç boyutlara varan sabit sermaye yatırımıdır. İşte bu
sürecin, teknoloji temelinde yenilenmenin fazla üretim kriziyle
doğrudan ilişkisi yoktur; yani bu temelde söz konusu olan sabit
sermaye kıyımı, ekonomik krizin değil, yapısal krizin bir
sonucudur.
Buna
göre; özellikle '70’li yıllardan bu yana sürekli gündemde olan
iflaslara, kronikleşen işsizliğe bakarak ekonomik krizden
bahsetmek çok yanlış olur. Bunlar, pekala yapısal krizin birer
sonucu olabilirler ve öyledir de.
Ama
bu türden yapısal kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle
iç içe geçebilir. Bu durumda modern teknolojiye dayanan yapısal
kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle eş anlamlı olur.
Bu eş anlamlı olmanın nedeni ise, modern teknolojiye dayanan
yapısal krizin, yeniden üretim sürecine doğrudan nüfuz
etmesidir.
1970’li
yıllar, tekelci devlet kapitalizminde, bütün emperyalist ülkelerde
yeni, o zamana kadar görülmemiş bir sürecin başladığı yıllar
olmuştur. Birçok kez belirttiğimiz gibi, emperyalist ülkelerde
ekonomik büyüme 1970’li yıllara kadar, kesintisiz bir hat
izlemiştir. 1970’li yıllarla birlikte üretimin büyümesinde
devamlılık arz eden bir durgunluk etkili olmaya başlamıştır. Bu
durgunluğu aşmak için bütün emperyalist ülkelerde tekelci
burjuvazi, aynı içerikli tedbirleri aynı süreç içinde
uygulamaya koymuştur: Sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi;
modern teknoloji temelinde rasyonelleştirme ve yoğun sermaye
ihracı. Ne var ki bu tedbirler de üretimin artırılmasında,
ekonomide yükselişin sağlanmasında istenileni sağlayamamıştır.
Çünkü emperyalistler arası rekabet, teknolojide elde edilen
avantajı sıfırlamıştır.
Bunun
ötesinde modern teknoloji temelinde yapısal kriz, hâlâ
devam eden yapısal kriz, iflaslara, rasyonelleştirmeye neden olduğu
için işsizliğin kronikleşmesinde de bir faktör olmuştur.
Toparlayacak
olursak:
Yapısal
kriz ve fazla üretim krizi her zaman eş anlamlı değildir:
1-
Enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal kriz,
ekonomik krizle eş anlamlı değildir.
2-
Modern teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, aynı dönemde
patlak veren ekonomik krizle eş anlamlıdır. Çünkü bu türden
yapısal kriz, yeniden üretim sürecini doğrudan etkilemektedir.
3-
Hem ekonomik kriz/fazla üretim krizi hem de modern teknoloji
temelinde yapısal kriz, üretici güçler üzerinde aynı etkide
bulunur; korkunç boyutlara varan sabit sermaye imhası, işsizliğin
artması. Bu nedenle '70’li yıllardan bu yana sabit sermaye
imhası, kitlesel işsizlik, iflasların artışı her zaman fazla
üretim krizi için birer kıstas değildir.
4-
Fazla üretim krizinin aksine yapısal krizlerin çevrimi yoktur.
5-
Fazla üretim krizinin aksine, yapısal krizler nispeten uzun
sürerler. Enerji ve hammadde değişimi temelinde yapısal kriz,
yeni enerji ve hammaddenin üretimde belirleyici olmaya başlamasıyla
sonuçlanmış olur. Örneğin, atom enerjisinin veya güneş
enerjisinin üretimde enerji türü olarak belirleyici olmaya
başlaması, enerji değişimi temelinde yapısal krizin patlak
vermesi demektir. Keza modern teknoloji temelinde yapısal kriz, daha
modern teknolojinin yeniden üretime sokulmasıyla sonuçlanır. Ama
günümüzde modern teknoloji temelinde yeniden üretim sürecinin
yenilenmesi -teknolojinin dev adımlarla geliştiğini göz önüne
alırsak- hiç de uzun bir dönemi kapsamıyor. Bundan dolayı,
modern teknoloji temelinde yapısal kriz, emperyalist ülkelerde
adeta kronikleşmiş durumdadır.
6-
Fazla üretim krizleri ve yapısal krizler, birbirlerini karşılıklı
olarak etkilerler.
(İbrahim
Okçuoğlu; “Kapitalizmin Tarihi” kitabından,
s.
699-704).