deneme

27 Temmuz 2020 Pazartesi

DOĞU AKDENİZ’DE KESKİNLEŞEN REKABET


DOĞU AKDENİZ’DE KESKİNLEŞEN REKABET*

Doğu Akdeniz aynı zamanda stratejik açıdan da önemlidir. Bu nedenle
emperyalist ülkeler bu alanı rakibine terk etmeyecektir veya yenilerek
terk etmiş olacaktır. Çin’in bu bölgede ağırlığını ileride göreceğiz.
Bugün açısından bölgenin stratejik önemi üzerine rekabet ABD ve
Rusya arasındadır. Enerji ve stratejik önem üzerine rekabet birbirinden
ayrı olarak ele alınamaz; Doğu Akdeniz’in enerji yataklarını ve dünya
pazarına sevkiyatını kontrol eden, aynı zamanda bölgenin stratejik
önemini de kullanan taraf olacaktır. AB’nin bu konuda bütünlüklü
bir politikasının olmadığını göz önünde tutarsak esas ittifaklaşma ya
ABD+Türkiye ve diğer ülkeler veya da Rusya+Türkiye ve diğer ülkeler
eksenli olacaktır.


Her ne kadar Doğu Akdeniz'de, son yıllarda keşfedilen petrol ve doğal gazdan dolayı emperyalist ve kıyıdaş ülkeler arasında giderek keskinleşen bir rekabet söz konusu olsa da bu bölge tarihsel olarak da jeopolitik konumu ve bu bağlamda stratejik önemi bakımından her zaman elde tutulması gereken alan olarak görülmüştür. Tarih boyunca bu bölge, stratejik olarak, keşfedilen enerji kaynaklarının gölgesinde kalamayacak derecede önemli olmuştur:

1-Tarih boyunca büyük güçler bu bölgeyi kendi hakimiyetleri altında tutmak istemişlerdir. Roma İmparatorluğu Doğu Akdenizi’i “Mare Nostrum” -Bizim Deniz- olarak tanımlar. Bu bölgeye 15. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar, 400 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu hakim olmuştur. Osmanlı’dan sonra Doğu Akdeniz üzerinde hakimiyet İngiltere’ye, 1945’ten sonra ABD’ye geçmiş;1960’lardan sonra ise Doğu Akdeniz üzerinde kapitalist revizyonist blok arasında bölgede hegemonya mücadesi sürdürülmüştür.
Çarlık Rusyasının ve Kruşçev sonrası SSCB’nin “sıcak deniz”inin ilk adımı bu bölgedir.

2- Doğu Akdeniz, Avrupa-Asya-Afrika kıtalarını birbirine bağlayan bir kavşak konumundadır.

3- Doğu Akdeniz, aynı zamanda, Kuzey-Güney, Doğu-Batı yönlerinde dünyanın önemli bir kavşağıdır.

4-Doğu Akdeniz, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı üzerinden Karadeniz'e; Cebelitarık Boğazı üzerinden Atlantik Okyanusu ve Süveyş Kanalı üzerinden de Hint Okyanusu’na açılan ve böylece önemli kara bölgelerini ve deniz alanlarını birleştiren bölgedir.

5- Doğu Akdeniz, Ortadoğu’nun Akdeniz’e, Ege’ye, Karadeniz’e, Kızıldeniz’e ve Atlantik’e açılan kapısıdır.

6- Bu coğrafi konumundan dolayı Doğu Akdeniz, dünya ticaretinde önemli bir merkez durumundadır; dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 30’nun, Avrupa ticaretinin yüzde 40'ının; Bağımsız Devletler Topluluğu’nun ithalatının yaklaşık yüzde 60'ının ve ihracatının da yüzde 50'sinin; deniz yolu petrol ticaretinin yüzde 20’sinin bu bölgeden geçmesi bu bölgenin önemini göstermektedir.

7-Dünya ticaret trafiği açısından baktığımızda ise şunu görüyoruz: Dünya deniz ticaretinin yüzde 30'u; deniz yoluyla yapılan dünya petrol ticaretinin yüzde 25'i Doğu Akdeniz'den geçmektedir (Bkz.:UNEP, United Nations Environment Programme, Mediterranean Action Plan, 2012).

8-Doğu Akdeniz, doğrudan Levant'e (Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin) ve Ortadoğu'ya açılan deniz kapısıdır.


9-Bu özelliklerinden dolayı Doğu Akdeniz, bölge ülkeleri ve emperyalist ülkeler arasında rekabet edilmesi gereken oldukça önemli bir stratejik konuma sahiptir. Doğu Akdeniz kontrol edilmeksizin, Suveyş Kanalı deniz trafiği kontrol edilemez; Doğu Akdeniz kontrol edilmeksizin Orta Doğu'nun kontrolü etkisiz kalır.

10-Doğu Akdeniz’de son dönemde keşfedilen, kısmen üretime açılan ve sondaj çalışmaları devam eden petrol ve doğal gaz kaynakları bölgenin önemini daha da artırmış.

Müdahil Güçler

Amerikan emperyalizminin Doğu Akdeniz’e bakışı
Amerikan emperyalizmi açısından bölgenin vazgeçilemez önemde olmasının iki nedeni vardır: Birinci neden ister “Avrasya jeopolitikası” açısından olsun isterse de bu stratejiden bağımsız olarak dünya hakimiyeti stratejisi bakımından olsun bu bölge a) Avrasya’yı güneyden çevreleyen mutlaka elde tutulması gereken bir konuma sahiptir. Doğu Akdeniz ve Türkiye, Ortadoğu gibi çevresi Rusya’yı güneyden kuşatmanın üssüdür; b) Rusya, Çin gibi dünya hegemonyası için rekabet gücüne sahip olan emperyalist ülkeler bu bölgeden uzak tutulmalıdır. Bu uzak tutma, bölgedeki enerji zenginliklerine hakim olmaktan ziyade, enerjinin AB ve dünya pazarlarına taşınma rotasını kontrol etmek, bölgenin dünya ticareti bakımından ve Avrasya kuşatmasındaki stratejik öneminden dolayıdır.

ABD, Doğu Akdeniz’i bölge ülkeleriyle İsrail’in güvenliği merkezli bir ittifak ilişkileri üzerinden elde tutmaya çalışmaktadır.

ABD, aynı zamanda AB’yi güçlendirme bakımından değil, Rus gazına bağımlılığını azaltmak; enerji temelinde AB-Rusya yakınlaşmasını engellemek, dolayısıyla AB üzerinde baskısını devam ettirmek için Doğu Akdeniz enerjisinin AB pazarlarına akışını teşvik etmektedir.

Tabii, her şey Amerikan emperyalizminin planladığı, düşündüğü gibi gitmemekte: Türkiye-İsrail arasında ilişkiler eski “normal”liğine dönmediği müddetçe gelişmeler ABD’nin istediği gibi olmayacaktır. Bunun ötesinde ABD’nin, Doğu Akdeniz enerjisi ve AB pazarına sevkiyatı için birbiriyle rekabet eden bölge ülkeleri arasında yatıştırıcı, birleştirici bir rolü geçmişteki etkili düzeyde oynadığı da pek söylenemez. Örneğin Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarına Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır penceresinden bakması bunu açıkça göstermektedir. Öte yandan Libya’da ise Türkiye’nin çıkarları yanında tavır alması bölgedeki müttefiklerini birleştiremediğinin diğer örneğidir.

Bunun ötesinde Suriye’de sıkışan ABD, Doğu Akdeniz’de de Rusya ile karşı karşıya kalacaktır. ABD’nin Rusya’yı güneyden kuşatma stratejisi, Rusya’nın Suriye iç savaşına müdahil olmasından ve bu ülkeye yerleşmesinden bu yana büyük bir yara almıştır.

Sonuç itibariyle: Amerikan emperyalizmi açısında Doğu Akdeniz sorunu sadece, bölgede keşfedilen enerjinin çıkarımı ve dünya pazarlarına sevkiyatıyla sınırlı değildir. Amerikan emperyalizmi açısından Doğu Akdeniz, dünya hakimiyeti jeopolitikası ve stratejisi anlamında oldukça önemlidir. ABD’ye göre bu alanda Rusya ve ilerisi için de Çin’in hakim güç olmaları engellenmelidir. Sorun budur.

Rus emperyalizminin Doğu Akdeniz’e bakışı

Rusya açısından bölge birkaç açıdan önemli:

1) Çarlık döneminden kalma “sıcak denizlere inme” hayalinin gerçekleşmesi.

2) Rusya’nın, Avrasya’nın kuşatılmasında güneyin (Doğu Akdeniz ve çevresinin) işlevsiz hale getirilmesi.

3) Doğu Akdeniz enerjisine sahip olmaktan ziyade bu enerjinin çıkarımını ve sevkiyatını denetim altında tutmak.

Bu nedenlerden ve bu nedenlerle bağlantılı gelişmelerden dolayı Rus emperyalizmi bölgede etkili olmak istiyor. Beklemediği gelişmeler sayesinde etkili de olmaktadır. Öncelikle Suriye’de Esad rejimi üzerinden elde ettiği olanaklar (üsler) Ortadoğu ve Doğu Akdeniz coğrafyasında Rusya’sız bir gelişmenin artık olamayacağını göstermektedir.

Rusya, Suriye dışında İsrail, Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan ilişkileri üzerinden etki alanını genişletmeye çalışmaktadır. Çıkartılacak enerjiye ortak olma çabası içindedir; bu anlamda yatırımlar yapmakta ve ilişkide olduğu ülkeleri teşvik etmektedir.

Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki faaliyeti, doğrudan Türkiye karşıtı faaliyetlerdir. Ancak, bu karşıtlığın ne zaman neye dönüşeceği zaman içinde anlaşılacaktır. Rusya da ABD gibi, bölge ülkeleri bakımından aynı ata oynamaktadır. Bunun ötesinde her iki emperyalist gücün bölgedeki faaliyetleri, ister MEB tespiti, isterse de doğal gaz ve petrol arama olsun Türkiye karşıtı faaliyetlerdir. Ancak, bu noktalarda ortaklaşan ABD ve Rusya’nın beraberce Türkiye’yi baskı altına alacaklarını düşünmek de biraz safdillik olur.

Doğu Akdeniz’de rekabetin keskinleşmesi safları netleştirecektir.

Sonuç itibariyle: Rusya, Suriye’de askeri güç olarak varlığını aynı zamanda Doğu Akdeniz’de de nüfuz sahibi olacak biçimde konumlandırmıştır. Rusya açısından Suriye, genel olarak Ortadoğu politikası ile Doğu Akdeniz politikasının merkezi üssü konumundadır.

Rusya, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş olan Suriye üzerinden enerji rekabetine müdahil olurken, Lazkiye ve Tartus’ta bulunan deniz ve hava üsleriyle de müdahale etmek için hazır olduğunu göstermektedir.

Bu durumdan dolayı Doğu Akdeniz’de Rusya’nın olmadığı bir rekabet düşünülemez.

AB’nin Doğu Akdeniz’e Bakışı

Paris'te toplanan Avrupa, Yakın Ortadoğu ve Afrika'dan 43 ülke (27 AB üyesi ülke ve Akdeniz'e kıyısı olan 16 ülke) tarafından 13 Haziran 2008’de kurulan “Akdeniz Birliği” (1) girişiminin (“Akdeniz Birliği”, 1995'te başlayan resmi amacı Akdeniz'in temizlenmesi; solar enerjisinin teşvik edilmesi; Akdeniz'in kuzey ve güneyindeki ülkeler arasında işbirliğinin güçlendirilmesi olan AB-Barselona sürecinin devamıdır) başarısız kalması, AB’nin giderek önem kazanan Doğu Akdeniz’e ilgisiz kaldığı anlamına gelmez. Özellikle doğal gaz kaynaklarının keşfinden sonra bu bölge AB enerji güvenliği açısından daha da önemli olmuştur.

AB, Rusya’dan doğal gaz alımını azaltmak, bu bağlamda Rusya’ya bağımlı olmamak için sürekli enerji kaynağı arayışı içindedir. Doğu Akdeniz’de doğal gazın bulunması bu bakımdan AB için önemlidir. Bu nedenle bölgedeki doğal gaz aramalarını desteklemektedir.

Bölgeden AB’ye doğal gaz sevkiyatında AB, kendi üyeleri (Yunanistan, Güney Kıbrıs) üzerinden bir hattın inşasına destek sunmaktadır. Ancak, bunun pek gerçekçi olmadığı da Türkiye’nin MEB girişiminden sonra ortaya çıkmıştır. İsrail’den başlayarak bölgeden AB’ye doğal gaz sevkiyatında en ekonomik hattın Türkiye’den geçtiği de bilinmektedir.

AB'nin Fransa, İtalya ve İngiltere gibi emperyalist ülkelerinin NATO üzerinden Libya'yı bombalamaları aslında AB'nin Akdeniz Birliği üzerinden Akdeniz Alanı ve Ortadoğu'da hakimiyet politikasının bombalanmasından başka bir anlam taşımaz.

AB, Akdeniz Alanı içinde kendi üyesi olmayan ülkelerle politikalarını ortaklaştıramamıştır. Bunun yerine Libya örneğinde olduğu gibi bilateral (ikili) ilişkilerle bu alanda etkili olmaya çalışmıştır, çalışmaktadır.

Doğu Akdeniz’i Paylaşım Hamleleri

Bölge ülkeleri olan Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Mısır, İsrail ve Lübnan kendi aralarında “Akdeniz Stratejik İttifakı”nı oluşturdular. Bu ittifaka göre söz konusu ülkeler, bölgedeki doğal gazın işletilmesinde, pazarlanmasında ve ülkelerin kıta sahanlığı paylaşımında anlaştılar. Savaşta olan Suriye ve bilinçli olarak da Türkiye ve Kuzey Kıbrıs bütünüyle bu sürecin dışında bırakıldılar.

AB, Kıbrıs’ın bütününü tek ülke olarak görüyor. AB içinde Doğu Akdeniz’de etkili olmaya çalışan ülkelerin başında da Fransa ve Almanya geliyor. Fransa müdahil olmayı askeri seçenek boyutuna taşırken, Almanya işi şimdilik diplomasi yoluyla yürütüyor.

İngiltere ise (şimdi AB üyesi değil) Kıbrıs'daki garantörlük rolünden dolayı Doğu Akdeniz’deki gelişmelere doğrudan müdahil oluyor.

Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Mısır, İsrail ve Lübnan arasında imzalanan “Akdeniz Stratejik İttifakı”nın arkasındaki güç öncelikle ABD’dir. AB de bu ittifakın içindedir. Arama ruhsatı verilen şirketlerin menşei meselenin ne olduğunu göstermektedir.

Türkiye, Doğu Akdeniz’de “değerli” yalnızlığını, Libya ile yapmış olduğu MEB ve askeri anlaşmalarla yıkmaya çalışıyor. Yaptığı son hamleler kendi gücüne dayanarak yapılan hamlelerdir. Küresel ve bölgesel güçlerin kendini hesaba katmadan oluşturmaya çalıştıkları Doğu Akdeniz stratejilerini zora sokan hamlelerdir bunlar. Bir taraftan “ulusal çıkar”, diğer taraftan da “ulusal çıkarı” koruma hamleleridir; bunlar, Doğu Akdeniz’de Libya ile varılan anlaşma sonucunda sınırları tespit edilen MEB, “ulusal çıkar”ı ve Libya ile yapılan askeri anlaşmalar da “ulusal çıkarı” korumayı ifade eden hamleleridir.

Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den dışlamaya çalışan güçler şunu söylüyorlar: Türkiye, her ne kadar coğrafi olarak üç kıtanın birleştiği yer ve Doğu Akdeniz’de sınırları en uzun kıyıdaş ülke olsa da, Doğu Akdeniz’de belirlediğimizin ötesinde bir hakkı olamaz.

Hal böyle olunca diktatör Erdoğan da fırsatı kullanarak yayılmacı savaş için demagojiyi tırmandırıyor:

Gecikmiş bir hak teslimi peşindeyiz: Ülkemizin izlediği politika hem kendimiz hem dostlarımız hem de tüm insanlık için gecikmiş bir hak teslimi peşindeyiz”.
Suskun ve çekingen politika sürdürme lüksümüz yok: Yunanistan ve destekçisi kimi ülkeler bir süredir Türkiye'yi denize adım atamaz hale getirmenin peşindeydi. İsrail'in benzer çabalarda olduğunu biliyoruz. Bizim kimsenin hakkını gasp etmek gibi niyetimiz yok. Artık bu suskun ve çekingen politikayı sürdürme lüksümüz yok. KKTC ve Libya ile başladığımız süreçten vazgeçersek, denize girecek kıyı, olta atacak sahil bırakmayacaklar.” (R. T. Erdoğan’ın açıklaması, 23 Aralık 2019 tarihli Sabah gazetesinden)

Diktatör Erdoğan, “Doğu Akdeniz’de bizi dışlayarak yapmış olduğunuz MEB paylaşımı bir haksızlıktır, hakkımızı teslim edin, hakkımızı almak için mücadele ediyoruz ”diyor.

Haksız da değil. Doğu Akdeniz’i Türkiye’yi dışlayarak paylaşan ülkeler gerçekten de Türkiye’ye “Denize girecek kıyı, olta atacak sahil” bırakmadılar. Aşağıdaki paylaşım haritasını bunu gösteriyor:

İlk Paylaşım Senaryosu


1. Harita-“Sevilla haritası”

1. Harita bazında Doğu Akdeniz’in paylaşımı:
Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın çıkartılması ve pazarlanması bölgenin stratejik önemini enerji bazlı olarak da arttırmış, ittifakların yeniden şekillenmesine neden olmuştur. Başlangıçta Suriye iç savaşının biraz gölgesinde kalan bu kaynaklar üzerine bölge ülkeleri (Filistin, İsrail, Kıbrıs, Türkiye, Mısır, Suriye ve Lübnan) ve emperyalist güçler (ABD/AB-Rusya) arasındaki rekabet, Rusya'nın Suriye'de savaşa aktif katılmasıyla keskinleşmiştir. Suriye'de iç savaşın nasıl sonuçlanacağı Doğu Akdeniz'in de hangi güçlerin hakimiyetinde olacağını belirleyecek derecede önemlidir.

Türkiye hariç diğer ülkelerin münhasır ekonomik bölge sınırları tespitinde uluslararası enerji tekelleri ve onlarla bağlam içinde farklı emperyalist güçler belirleyici bir rol oynadılar. Dolayısıyla, enerji kaynaklarının daha işlenmediği bu dönemde ortaya çıkan rekabet, bölgenin paylaşımıyla ilgilidir. Bunun ötesinde bu bölgede elde edilen petrol ve doğal gazın başta Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına nasıl; hangi güzergah üzerinden sevk edileceği sorunu da henüz çözülmemiştir.

Doğu Akdeniz’de Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Kesimi-Yunanistan ve Mısır; Türkiye-İsrail; İsrail-Lübnan; İsrail-Mısır; Suriye-İsrail; İsrail-Filistin arasında bu enerji sahasının paylaşılması üzerine açık, kapalı rekabet; bu rekabete emperyalist ülkelerin doğrudan ve dolaylı olarak müdahil olmaları veya bölge ülkelerinin emperyalist güçlerin çıkarlarını hesaba katarak rekabet etmeleri; buna ek olarak İran ve Basra Körfezi kaynaklı petrol ve doğal gazın Irak-Suriye üzerinden Akdeniz'e ulaştırılması sorunu, bu bölgedeki rekabetin ne denli bölgesel olmaktan çıktığını göstermektedir.

Yukarıdaki harita Kıbrıs'da Türk ve Rum yönetimleri dışında açılan ruhsat alanlarını ve aynı zamanda tekeller arasındaki rekabeti göstermektedir. Aşağıdaki haritada da petrol ve doğal gaz rezervlerinin oldukça zengin olduğu Levant çanağı olarak tanımlanan alanı görüyoruz. Bu alanda Filistin-İsrail, İsrail-Lübnan arasında çelişkiler, bölgesel kalamayacak derecede derinleşecektir.

Sorun Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın sadece nasıl paylaşılacağıyla sınırlı değildir. Paylaşım üzerine rekabet sürerken, çıkarılacak enerjinin Avrupa başta olmak üzere dünya pazarlarına taşınabilmesi için güzergah üzerine de birbiriyle rekabet eden projeler gündeme getirilmiştir.

Bu projeler içinde Türkiye'yi tamamen dışlayanlar olduğu gibi, “olmazsa olmaz” yapan projeler de var.


İlk paylaşım senaryosuna göre boru hattı güzergahı

İran-Irak-Suriye-Doğu Akdeniz-Avrupa hattı:

Güzergah konusunda Türkiye açısından felaket senaryosu herhalde bu projede ifadesini bulmaktadır. Bu projenin gerçekleştirilebilmesi için Doğu Akdeniz'in tamamen Rusya-İran kontrolünde olması gerekir. Bu, Mısır ve Libya doğal gazını da söz konusu hatta bağlayacak derecede bir Doğu Akdeniz hakimiyetidir. Bu proje, ABD/AB'nin Rusya'yı Avrupa pazarlarından dışlamasına karşı aynı pazarlara girmek için başka bir güzergahın mümkün olabileceğini göstermektedir.

Diğer taraftan Rusya-İran veya İran-Irak-Suriye hattı olmasa da Doğu Akdeniz'de elde edilen enerjinin Avrupa pazarlarına denizden geçen hatla sevkiyatı mümkündür. Ama bunun gerçekleşebilmesi için doğal gazı çıkartan ülkelerin kendi aralarında böyle bir hattın inşası için anlaşmaları gerekir. Aşağıdaki haritada bunun ilk adımını görüyoruz.

Türkiye açısından ikinci felaket senaryosu “Doğu Akdeniz (EASTMED) Boru Hattı Projesi”dir.

Yunanistan Başbakanı Kyriakos Miçotakis, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiades Atina'da EastMed Doğu Akdeniz doğal gaz boru hattı projesinin gerçekleştirilmesi için anlaştılar. Yukarıdaki harita bu projeye göre boru hattı rotasını göstermektedir.

İlk paylaşım senaryosunda olmaması gereken boru hattı:


Rusya doğal gazına bağımlı kalmak istemeyen veya gaz temin etme kaynaklarını çeşitlendirerek bu bağımlılığı geriletmek isteyen Avrupa'ya doğal gaz satmak için harekete geçen İsrail, sevkiyatın en ekonomik olarak Türkiye üzerinden sağlanabileceği için denizaltında Ceyhan'a kadar uzanan bir boru hattı için Türkiye'nin kapısını çaldı. O dönem “Mavi Marmara” meselesinden dolayı Türkiye ile ilişkilerin gergin olması, İsrail'in sonuç alması önünde engel oldu. İsrail, ABD'nin baskısıyla “Mavi Marmara” saldırısı için özür dilese de sonuç alamadı. Bunun ötesinde inşa edilmesi durumunda bu hat, Lübnan ve Suriye karasuları dışında, ama Kıbrıs Rum kesimi karasuları içinde geçecekti. Buna da Kıbrıs Rum Kesimi onay vermemekte.

İkinci Paylaşım Senaryosu

Bir taraftan, Türkiye hariç Doğu Akdeniz’e sınırdaş diğer ülkeler, münhasır ekonomik bölge sınırlarının tespitinde uluslararası enerji tekelleri ve onlarla bağlam içinde farklı emperyalist güçlerle çıkar birliği temelinde ortak hareket ederken Türkiye, BM’nin devlet olarak tanıdığı Libya (“Ulusal Mutabakat Hükümeti”) ile 27 Kasım 2019’da imzaladığı anlaşmayla Doğu Akdeniz’deki Kıta Sahanlığı/Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarını belirledi. Arkasından askeri alanda işbirliği anlaşması ve Libya’ya asker gönderme sorunu gündeme geldi. Türkiye’nin Libya ile attığı bu adımlar, Doğu Akdeniz’in kıyıdaş ülkeler arasında paylaşımı üzerine rekabeti keskinleştirdi. Öncelikle Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve Mısır öncülüğünde Doğu Akdeniz’in MEB bazlı paylaşımı, Türkiye-Libya arasındaki MEB anlaşmasıyla tartışılır hale getirildi. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin doğrudan müdahil olmasından ve askeri korumayla sondaj gemilerini Doğu Akdeniz’e salmasından bu yana üstü kapalı rekabet dönemi sonlandı.

İkinci paylaşım senaryosuna zemin teşkil eden sav, Libya ile deniz komşuluğu:

Kapitalizmde adaletli bir paylaşım söz konusu değildir. Bu sistemde paylaşımın dayanağı güçtür. Gücün varsa, paylaşım da gücün oranında olur. Bu her iki harita bu gerçeği göstermektedir. AB güdümünde hazırlanan ilk haritada esas itibariyle Yunanistan/Kıbrıs Rum Kesimi’nin MEB çıkarları esas alınmıştır. Türkiye’ye bu paylaşım dayatılmıştır. Bu paylaşımın gerçekleşmesi için güç kullanımı esastır. Diktatör Erdoğan önderliğinde Türkiye, bu paylaşımı kabul etmediğini, gerekirse güç kullanmaya hazır olduğunu açıklamıştır.

İkinci haritada Türkiye/Libya ortaklığının çıkarlarına; deniz komşuluğu savına göre bir MEB paylaşımı söz konusudur. Bu paylaşımın gerçekleşmesi için de güç kullanımı esastır. Bu sefer Türkiye “Bu paylaşımı kabul ettirmek için güç kullanımına hazırız” diyor ve ona göre hareket ediyor.

Her iki durumda da zor kullanımı söz konusu. Her iki durum da diktatör Erdoğan’a demagoji fırsatı vermektedir. Ve Erdoğan’ın kalemşor askerleri işbaşı yapmakta gecikmediler. Savaş naraları atmaya, toplumu resmen yeni bir savaşa hazırlamaya; ulusal çıkarların savunulmasının kaçınılmaz olduğunu, askerin hazır olduğunu dillendirmeye başladılar. “Bütün bunları kendi gücümüze dayanarak yapacağız” lafından geçilmez oldu. En önemlisi ise ulusal güvenlik politikasına yeni bir boyut kazandırılmasıdır.

İddia büyük:
Bugünün Türkiye'si içine kapanamaz, bölgesindeki gelişmeleri olduğu gibi izleyemez. Bu sadece tarihsel bir sorumluluk değil aynı zamanda büyük bir devlet olmanın getirdiği bir zarurettir. Bu yüzden güneydeki terör devletini bitirmek için operasyonlar düzenlediği gibi Doğu Akdeniz’de de egemenlik haklarının ihlaline izin vermeyecektir. Anlaşmadan sonra küstahça açıklamalar yapan Güney Kıbrıs bir yana AB, ABD’de ve Rusya’dan gelen tepkiler Türkiye’nin kendi Doğu Akdeniz politikasını yürütmesini engellemeyecektir. Artık egemenlik hakları için mücadele eden, daha aktif dış politikalarla artık sahada olan bir Türkiye var.” (Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, 21 Aralık 2019)

Doğu Akdeniz’de çıkar çelişkilerinin keskinleşmesi Kıbrıs sorununun da fiili çözümünü dayatıyor. Kıbrıs sorunu çözülmeden Kıbrıs’ın bütününün tek ülke olarak AB üyesi yapılması, son gelişmelerin gösterdiği gibi adanın üs ve silah deposuna dönüşmesini beraberinde getirmiştir. Doğu Akdeniz kaynaklarının paylaşılmışlığını kabul eden ülkeler, Kıbrıs Rum kesiminde üsler kurmaktalar (2).

Türkiye, Doğu Akdeniz’den ancak savaşla çıkartılabilir ve Sevilla MEB anlaşmasına mahkum edilebilir. Peki, Türkiye’ye karşı, onu Doğu Akdeniz’den çıkartmak ve Sevilla MEB anlaşmasına mahkum etmek için kim savaşacak? Yunanistan mı, Mısır mı, İsrail mi, Fransa mı veya AB mi, ABD mi, Rusya mı?

Gerek Doğu Akdeniz’de MEB paylaşımı yapan ülkeler ve gerekse Türkiye burjuvazisi, bütün taraflar, ulusal çıkarlar adı altında Doğu Akdeniz’i ve alandaki doğal zenginlikleri kendi çıkarları yönünde paylaşmak, birbirlerinin aleyhine üstünlük sağlamak için rekabet ediyor, çatışıyorlar. Savaş çanları çalarak, gerçekte halklar arasında barışçı işbirliğinin, zenginlikleri adilce paylaşmanın ancak işçi sınıfı ve ezilenlerin iktidarı almaları yoluyla sağlanabileceğini bir kez daha kanıtlıyorlar.

Doğu Akdeniz’de enerji pastası büyük. Hiçbir güç, başka bir gücün bu pastayı tek başına sahiplenmesini istemeyecektir. Bu durumda ABD, Rusya’nın, Rusya da ABD’nin tek başına bu enerji pastasını sahiplenmesine izin vermeyecektir. Doğu Akdeniz’in enerji kaynaklarının paylaşımı güç, gövde gösterisi ile sağlanacaktır. Bu da bölgede gözü olan emperyalist ülkeler ile kıyıdaş ülkeler arasındaki ittifaklaşma ile mümkün olacaktır. Yukarıdaki haritalar muhtemel ittifaklaşmanın nasıl olacağını göstermektedir.

Libya ile MEB anlaşması faşist diktatörlüğün elini güçlendirmiştir. ABD ve Rusya karşısında tek başına sonuç alamayacağını bilen diktatör Erdoğan, yine, Suriye’de olduğu gibi her ikisiyle dengeli bir yakınlaşma-uzaklaşma taktiğiyle sonuç almaya çalışacaktır.

Doğu Akdeniz aynı zamanda stratejik açıdan da önemlidir. Bu nedenle emperyalist ülkeler bu alanı rakibine terk etmeyecektir veya yenilerek terk etmiş olacaktır. Çin’in bu bölgede ağırlığını ileride göreceğiz. Bugün açısından bölgenin stratejik önemi üzerine rekabet ABD ve Rusya arasındadır.

Enerji ve stratejik önem üzerine rekabet birbirinden ayrı olarak ele alınamaz; Doğu Akdeniz’in enerji yataklarını ve dünya pazarına sevkiyatını kontrol eden, aynı zamanda bölgenin stratejik önemini de kullanan taraf olacaktır. AB’nin bu konuda bütünlüklü bir politikasının olmadığını göz önünde tutarsak esas ittifaklaşma ya ABD+Türkiye ve diğer ülkeler veya da Rusya+Türkiye ve diğer ülkeler eksenli olacaktır.

Yani Doğu Akdeniz’in paylaşımında öncelikle ABD-Rusya-Türkiye üçlüsünün nasıl adım atacakları, nasıl bir ittifaklaşmaya gidecekleri belirleyici olacaktır.



*) Bu yazı Marksit Teori'nin 43. sayısında(Temmuz-Ağustos 2020) yayımlanmıştır.


Açıklamalar
1) “Akdeniz Birliği”: Paris'te toplanan Avrupa, Yakın Ortadoğu ve Afrika'dan 43 ülke (27 AB üyesi ülke ve Akdeniz'e kıyısı olan 16 ülke) “Akdeniz Birliği”ni kurdu (13 Haziran 2008). Fransa'nın inisiyatifiyle Sarkozy'nin “eseri” olarak kurulan bu birlik, 1995'te başlayan AB-Barselona sürecinin devamıdır. Resmi amaç: Akdeniz'in temizlenmesi; solar enerjisinin teşvik edilmesi; Akdeniz'in kuzey ve güneyindeki ülkeler arasında işbirliğinin güçlendirilmesi.

Tunus ziyaretinde Sarkozy, “Akdeniz Birliği”nin herkes için barış ve refah getireceğini açıklıyor ve “Gerçekleşmesi durumunda Akdeniz Birliği dünyayı değiştirecektir” diyordu.

Açıklanan kuruluş nedenlerini bir kenara bırakalım ve Fransa'nın kurulmasına öncülük ettiği bu birliğin esas amacının ne olabileceğine “Grand Nation”un (“Büyük Fransız ulusu”) dünyaya bakışıyla bakalım. Yani Fransa'nın bu jeopolitik açılımının arka planında ne var?

AB'nin doğu ve orta Avrupa genişlemesiyle bu yeni üyeler doğrudan Alman nüfuzu altına girdiler. Fransa da güneye doğru genişlemeyi gündemleştiriyor ve bu alanın kendi payına düştüğü düşüncesinden hareket ediyor. Bu birliği, sömürgeci konumunun yok olmasını engelleyecek bir araç olarak görüyor.

AB, “Akdeniz Birliği” üzerinden Kuzey Afrika'ya doğrudan uzanıyor. Böylece “Akdeniz Birliği” AB açısından Afrika'ya sıçrama tahtası oluyor.

Bunun ötesinde “Akdeniz Birliği” sadece Fransa için değil, bir bütün olarak AB için çok önemli başka bir işleve de sahip oluyor: Afrika'dan gelen göçmenlerin AB'ye girişinin engellendiği sınır; göçmenlerin elit takımının AB'ye alındığı, ama büyük kitlesinin alınmadığı sınır kapısı. Bu rolü, bu jandarmalığı şimdiye kadar Fas, Tunus ve Libya gönüllü olarak yerine getirmişler ve bu çabaları da karşılıksız kalmamıştır.

“Akdeniz Birliği” konferansına, kuruluşuna katılmayan tek ülke Libya olmuştur. Kaddafi, bu planın Arap dünyasını böleceği düşüncesindedir.

2) Buna karşın Kıbrıs Türk kesiminde ise Türkiye, mevcut askeri varlığını takviye ediyor; deniz üssü, İHA ve SİHA üslerinin kurulması adımları çoktan atıldı. Yani her iki taraf da Kıbrıs adasının kendi çıkarlarına göre fiili bölünmüşlük sınırları içinde kullanıyor ve silahlandırıyor. Doğu Akdeniz’deki bu rekabet, adada yaşayan farklı halkların (Türklerin ve Rumların) toplumsal bütünleşmesini imkansızlaştıracaktır. Birleşmek için, şimdiye kadar atılan adımlara benzer adımların atılmasının maddi zemini pek kalmamıştır. Ancak Kıbrıs halklarının devrimci mücadelesi sonucunda kurulacak sosyalist bir düzende adanın toplumsal birliği sağlanabilir. O zamana kadar Türkiye, adayı, Türk kesimini, Doğu Akdeniz ve ötesi (Kuzey Afrika, İsrail, Mısır) hareketler için üs olarak, sıçrama, yakın tehdit merkezi olarak kullanacaktır. Adanın Rum kesimi de öncelikle AB, Yunanistan ve İngiltere tarafından aynı amaçla kullanılacaktır.