DOĞU
AKDENİZ’DE KESKİNLEŞEN REKABET*
Doğu
Akdeniz aynı zamanda stratejik açıdan da önemlidir. Bu nedenle
emperyalist
ülkeler bu alanı rakibine terk etmeyecektir veya yenilerek
terk
etmiş olacaktır. Çin’in bu bölgede ağırlığını ileride
göreceğiz.
Bugün
açısından bölgenin stratejik önemi üzerine rekabet ABD ve
Rusya
arasındadır. Enerji ve stratejik önem üzerine rekabet birbirinden
ayrı
olarak ele alınamaz; Doğu Akdeniz’in enerji yataklarını ve
dünya
pazarına
sevkiyatını kontrol eden, aynı zamanda bölgenin stratejik
önemini
de kullanan taraf olacaktır. AB’nin bu konuda bütünlüklü
bir
politikasının olmadığını göz önünde tutarsak esas
ittifaklaşma ya
ABD+Türkiye
ve diğer ülkeler veya da Rusya+Türkiye ve diğer ülkeler
eksenli
olacaktır.
Her
ne kadar Doğu Akdeniz'de, son yıllarda keşfedilen petrol ve doğal
gazdan dolayı emperyalist ve kıyıdaş ülkeler arasında giderek
keskinleşen bir rekabet söz konusu olsa da bu bölge tarihsel
olarak da jeopolitik konumu ve bu bağlamda stratejik önemi
bakımından her zaman elde tutulması gereken alan olarak
görülmüştür. Tarih boyunca bu bölge, stratejik olarak,
keşfedilen enerji kaynaklarının gölgesinde kalamayacak derecede
önemli olmuştur:
1-Tarih
boyunca büyük güçler bu bölgeyi kendi hakimiyetleri altında
tutmak istemişlerdir. Roma İmparatorluğu Doğu Akdenizi’i “Mare
Nostrum” -Bizim Deniz- olarak tanımlar. Bu bölgeye 15. yüzyılın
ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar, 400 yıl boyunca
Osmanlı İmparatorluğu hakim olmuştur. Osmanlı’dan sonra Doğu
Akdeniz üzerinde hakimiyet İngiltere’ye, 1945’ten sonra ABD’ye
geçmiş;1960’lardan sonra ise Doğu Akdeniz üzerinde kapitalist
revizyonist blok arasında bölgede hegemonya mücadesi
sürdürülmüştür.
Çarlık
Rusyasının ve Kruşçev sonrası SSCB’nin “sıcak deniz”inin
ilk adımı bu bölgedir.
2-
Doğu Akdeniz, Avrupa-Asya-Afrika kıtalarını birbirine bağlayan
bir kavşak konumundadır.
3-
Doğu Akdeniz, aynı zamanda, Kuzey-Güney, Doğu-Batı yönlerinde
dünyanın önemli bir kavşağıdır.
4-Doğu
Akdeniz, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı
üzerinden Karadeniz'e; Cebelitarık Boğazı üzerinden Atlantik
Okyanusu ve Süveyş Kanalı üzerinden de Hint Okyanusu’na açılan
ve böylece önemli kara bölgelerini ve deniz alanlarını
birleştiren bölgedir.
5-
Doğu Akdeniz, Ortadoğu’nun Akdeniz’e, Ege’ye, Karadeniz’e,
Kızıldeniz’e ve Atlantik’e açılan kapısıdır.
6-
Bu coğrafi konumundan dolayı Doğu Akdeniz, dünya ticaretinde
önemli bir merkez durumundadır; dünya ticaretinin yaklaşık yüzde
30’nun, Avrupa ticaretinin yüzde 40'ının; Bağımsız Devletler
Topluluğu’nun ithalatının yaklaşık yüzde 60'ının ve
ihracatının da yüzde 50'sinin; deniz yolu petrol ticaretinin yüzde
20’sinin bu bölgeden geçmesi bu bölgenin önemini
göstermektedir.
7-Dünya
ticaret trafiği açısından baktığımızda ise şunu görüyoruz:
Dünya deniz ticaretinin yüzde 30'u; deniz yoluyla yapılan dünya
petrol ticaretinin yüzde 25'i Doğu Akdeniz'den geçmektedir
(Bkz.:UNEP, United Nations Environment Programme, Mediterranean
Action Plan, 2012).
8-Doğu
Akdeniz, doğrudan Levant'e (Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin) ve
Ortadoğu'ya açılan deniz kapısıdır.
9-Bu
özelliklerinden dolayı Doğu Akdeniz, bölge ülkeleri ve
emperyalist ülkeler arasında rekabet edilmesi gereken oldukça
önemli bir stratejik konuma sahiptir. Doğu Akdeniz kontrol
edilmeksizin, Suveyş Kanalı deniz trafiği kontrol edilemez; Doğu
Akdeniz kontrol edilmeksizin Orta Doğu'nun kontrolü etkisiz kalır.
10-Doğu
Akdeniz’de son dönemde keşfedilen, kısmen üretime açılan ve
sondaj çalışmaları devam eden petrol ve doğal gaz kaynakları
bölgenin önemini daha da artırmış.
Müdahil
Güçler
Amerikan
emperyalizminin Doğu Akdeniz’e bakışı
Amerikan
emperyalizmi açısından bölgenin vazgeçilemez önemde olmasının
iki nedeni vardır: Birinci neden ister “Avrasya jeopolitikası”
açısından olsun isterse de bu stratejiden bağımsız olarak dünya
hakimiyeti stratejisi bakımından olsun bu bölge a) Avrasya’yı
güneyden çevreleyen mutlaka elde tutulması gereken bir konuma
sahiptir. Doğu Akdeniz ve Türkiye, Ortadoğu gibi çevresi Rusya’yı
güneyden kuşatmanın üssüdür; b) Rusya, Çin gibi dünya
hegemonyası için rekabet gücüne sahip olan emperyalist ülkeler
bu bölgeden uzak tutulmalıdır. Bu uzak tutma, bölgedeki enerji
zenginliklerine hakim olmaktan ziyade, enerjinin AB ve dünya
pazarlarına taşınma rotasını kontrol etmek, bölgenin dünya
ticareti bakımından ve Avrasya kuşatmasındaki stratejik öneminden
dolayıdır.
ABD,
Doğu Akdeniz’i bölge ülkeleriyle İsrail’in güvenliği
merkezli bir ittifak ilişkileri üzerinden elde tutmaya
çalışmaktadır.
ABD,
aynı zamanda AB’yi güçlendirme bakımından değil, Rus gazına
bağımlılığını azaltmak; enerji temelinde AB-Rusya
yakınlaşmasını engellemek, dolayısıyla AB üzerinde baskısını
devam ettirmek için Doğu Akdeniz enerjisinin AB pazarlarına
akışını teşvik etmektedir.
Tabii,
her şey Amerikan emperyalizminin planladığı, düşündüğü gibi
gitmemekte: Türkiye-İsrail arasında ilişkiler eski “normal”liğine
dönmediği müddetçe gelişmeler ABD’nin istediği gibi
olmayacaktır. Bunun ötesinde ABD’nin, Doğu Akdeniz enerjisi ve
AB pazarına sevkiyatı için birbiriyle rekabet eden bölge ülkeleri
arasında yatıştırıcı, birleştirici bir rolü geçmişteki
etkili düzeyde oynadığı da pek söylenemez. Örneğin Türkiye’nin
Doğu Akdeniz’deki çıkarlarına Yunanistan, Güney Kıbrıs,
Mısır penceresinden bakması bunu açıkça göstermektedir. Öte
yandan Libya’da ise Türkiye’nin çıkarları yanında tavır
alması bölgedeki müttefiklerini birleştiremediğinin diğer
örneğidir.
Bunun
ötesinde Suriye’de sıkışan ABD, Doğu Akdeniz’de de Rusya ile
karşı karşıya kalacaktır. ABD’nin Rusya’yı güneyden
kuşatma stratejisi, Rusya’nın Suriye iç savaşına müdahil
olmasından ve bu ülkeye yerleşmesinden bu yana büyük bir yara
almıştır.
Sonuç
itibariyle: Amerikan emperyalizmi açısında Doğu Akdeniz sorunu
sadece, bölgede keşfedilen enerjinin çıkarımı ve dünya
pazarlarına sevkiyatıyla sınırlı değildir. Amerikan
emperyalizmi açısından Doğu Akdeniz, dünya hakimiyeti
jeopolitikası ve stratejisi anlamında oldukça önemlidir. ABD’ye
göre bu alanda Rusya ve ilerisi için de Çin’in hakim güç
olmaları engellenmelidir. Sorun budur.
Rus
emperyalizminin Doğu Akdeniz’e bakışı
Rusya
açısından bölge birkaç açıdan önemli:
1)
Çarlık döneminden kalma “sıcak denizlere inme” hayalinin
gerçekleşmesi.
2)
Rusya’nın, Avrasya’nın kuşatılmasında güneyin (Doğu
Akdeniz ve çevresinin) işlevsiz hale getirilmesi.
3)
Doğu Akdeniz enerjisine sahip olmaktan ziyade bu enerjinin
çıkarımını ve sevkiyatını denetim altında tutmak.
Bu
nedenlerden ve bu nedenlerle bağlantılı gelişmelerden dolayı Rus
emperyalizmi bölgede etkili olmak istiyor. Beklemediği gelişmeler
sayesinde etkili de olmaktadır. Öncelikle Suriye’de Esad rejimi
üzerinden elde ettiği olanaklar (üsler) Ortadoğu ve Doğu Akdeniz
coğrafyasında Rusya’sız bir gelişmenin artık olamayacağını
göstermektedir.
Rusya,
Suriye dışında İsrail, Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan ilişkileri
üzerinden etki alanını genişletmeye çalışmaktadır.
Çıkartılacak enerjiye ortak olma çabası içindedir; bu anlamda
yatırımlar yapmakta ve ilişkide olduğu ülkeleri teşvik
etmektedir.
Rusya’nın
Doğu Akdeniz’deki faaliyeti, doğrudan Türkiye karşıtı
faaliyetlerdir. Ancak, bu karşıtlığın ne zaman neye dönüşeceği
zaman içinde anlaşılacaktır. Rusya da ABD gibi, bölge ülkeleri
bakımından aynı ata oynamaktadır. Bunun ötesinde her iki
emperyalist gücün bölgedeki faaliyetleri, ister MEB tespiti,
isterse de doğal gaz ve petrol arama olsun Türkiye karşıtı
faaliyetlerdir. Ancak, bu noktalarda ortaklaşan ABD ve Rusya’nın
beraberce Türkiye’yi baskı altına alacaklarını düşünmek de
biraz safdillik olur.
Doğu
Akdeniz’de rekabetin keskinleşmesi safları netleştirecektir.
Sonuç
itibariyle: Rusya, Suriye’de askeri güç olarak varlığını aynı
zamanda Doğu Akdeniz’de de nüfuz sahibi olacak biçimde
konumlandırmıştır. Rusya açısından Suriye, genel olarak
Ortadoğu politikası ile Doğu Akdeniz politikasının merkezi üssü
konumundadır.
Rusya,
Doğu Akdeniz’e kıyıdaş olan Suriye üzerinden enerji rekabetine
müdahil olurken, Lazkiye ve Tartus’ta bulunan deniz ve hava
üsleriyle de müdahale etmek için hazır olduğunu göstermektedir.
Bu
durumdan dolayı Doğu Akdeniz’de Rusya’nın olmadığı bir
rekabet düşünülemez.
AB’nin
Doğu Akdeniz’e Bakışı
Paris'te
toplanan Avrupa, Yakın Ortadoğu ve Afrika'dan 43 ülke (27 AB üyesi
ülke ve Akdeniz'e kıyısı olan 16 ülke) tarafından 13 Haziran
2008’de kurulan “Akdeniz Birliği” (1) girişiminin (“Akdeniz
Birliği”, 1995'te başlayan resmi amacı Akdeniz'in temizlenmesi;
solar enerjisinin teşvik edilmesi; Akdeniz'in kuzey ve güneyindeki
ülkeler arasında işbirliğinin güçlendirilmesi olan AB-Barselona
sürecinin devamıdır) başarısız kalması, AB’nin giderek önem
kazanan Doğu Akdeniz’e ilgisiz kaldığı anlamına gelmez.
Özellikle doğal gaz kaynaklarının keşfinden sonra bu bölge AB
enerji güvenliği açısından daha da önemli olmuştur.
AB,
Rusya’dan doğal gaz alımını azaltmak, bu bağlamda Rusya’ya
bağımlı olmamak için sürekli enerji kaynağı arayışı
içindedir. Doğu Akdeniz’de doğal gazın bulunması bu bakımdan
AB için önemlidir. Bu nedenle bölgedeki doğal gaz aramalarını
desteklemektedir.
Bölgeden
AB’ye doğal gaz sevkiyatında AB, kendi üyeleri (Yunanistan,
Güney Kıbrıs) üzerinden bir hattın inşasına destek
sunmaktadır. Ancak, bunun pek gerçekçi olmadığı da Türkiye’nin
MEB girişiminden sonra ortaya çıkmıştır. İsrail’den
başlayarak bölgeden AB’ye doğal gaz sevkiyatında en ekonomik
hattın Türkiye’den geçtiği de bilinmektedir.
AB'nin
Fransa, İtalya ve İngiltere gibi emperyalist ülkelerinin NATO
üzerinden Libya'yı bombalamaları aslında AB'nin Akdeniz Birliği
üzerinden Akdeniz Alanı ve Ortadoğu'da hakimiyet politikasının
bombalanmasından başka bir anlam taşımaz.
AB, Akdeniz Alanı
içinde kendi üyesi olmayan ülkelerle politikalarını
ortaklaştıramamıştır. Bunun yerine Libya örneğinde olduğu
gibi bilateral (ikili) ilişkilerle bu alanda etkili olmaya
çalışmıştır, çalışmaktadır.
Doğu
Akdeniz’i Paylaşım Hamleleri
Bölge
ülkeleri olan Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Mısır, İsrail ve
Lübnan kendi aralarında “Akdeniz Stratejik İttifakı”nı
oluşturdular. Bu ittifaka göre söz konusu ülkeler, bölgedeki
doğal gazın işletilmesinde, pazarlanmasında ve ülkelerin kıta
sahanlığı paylaşımında anlaştılar. Savaşta olan Suriye ve
bilinçli olarak da Türkiye ve Kuzey Kıbrıs bütünüyle bu
sürecin dışında bırakıldılar.
AB,
Kıbrıs’ın bütününü tek ülke olarak görüyor. AB içinde
Doğu Akdeniz’de etkili olmaya çalışan ülkelerin başında da
Fransa ve Almanya geliyor. Fransa müdahil olmayı askeri seçenek
boyutuna taşırken, Almanya işi şimdilik diplomasi yoluyla
yürütüyor.
İngiltere
ise (şimdi AB üyesi değil) Kıbrıs'daki garantörlük rolünden
dolayı Doğu Akdeniz’deki gelişmelere doğrudan müdahil oluyor.
Kıbrıs
Rum Kesimi, Yunanistan, Mısır, İsrail ve Lübnan arasında
imzalanan “Akdeniz Stratejik İttifakı”nın arkasındaki güç
öncelikle ABD’dir. AB de bu ittifakın içindedir. Arama ruhsatı
verilen şirketlerin menşei meselenin ne olduğunu göstermektedir.
Türkiye,
Doğu Akdeniz’de “değerli” yalnızlığını, Libya ile yapmış
olduğu MEB ve askeri anlaşmalarla yıkmaya çalışıyor. Yaptığı
son hamleler kendi gücüne dayanarak yapılan hamlelerdir. Küresel
ve bölgesel güçlerin kendini hesaba katmadan oluşturmaya
çalıştıkları Doğu Akdeniz stratejilerini zora sokan hamlelerdir
bunlar. Bir taraftan “ulusal çıkar”, diğer taraftan da “ulusal
çıkarı” koruma hamleleridir; bunlar, Doğu Akdeniz’de Libya
ile varılan anlaşma sonucunda sınırları tespit edilen MEB,
“ulusal çıkar”ı ve Libya ile yapılan askeri anlaşmalar da
“ulusal çıkarı” korumayı ifade eden hamleleridir.
Türkiye’yi
Doğu Akdeniz’den dışlamaya çalışan güçler şunu
söylüyorlar: Türkiye, her ne kadar coğrafi olarak üç kıtanın
birleştiği yer ve Doğu Akdeniz’de sınırları en uzun kıyıdaş
ülke olsa da, Doğu Akdeniz’de belirlediğimizin ötesinde bir
hakkı olamaz.
Hal
böyle olunca diktatör Erdoğan da fırsatı kullanarak yayılmacı
savaş için demagojiyi tırmandırıyor:
“Gecikmiş
bir hak teslimi peşindeyiz: Ülkemizin izlediği politika hem
kendimiz hem dostlarımız hem de tüm insanlık için gecikmiş bir
hak teslimi peşindeyiz”.
“Suskun
ve çekingen politika sürdürme lüksümüz yok: Yunanistan ve
destekçisi kimi ülkeler bir süredir Türkiye'yi denize adım
atamaz hale getirmenin peşindeydi. İsrail'in benzer çabalarda
olduğunu biliyoruz. Bizim kimsenin hakkını gasp etmek gibi
niyetimiz yok. Artık bu suskun ve çekingen politikayı sürdürme
lüksümüz yok. KKTC ve Libya ile başladığımız süreçten
vazgeçersek, denize girecek kıyı, olta atacak sahil
bırakmayacaklar.” (R. T. Erdoğan’ın açıklaması, 23
Aralık 2019 tarihli Sabah gazetesinden)
Diktatör
Erdoğan, “Doğu Akdeniz’de bizi dışlayarak yapmış olduğunuz
MEB paylaşımı bir haksızlıktır, hakkımızı teslim edin,
hakkımızı almak için mücadele ediyoruz ”diyor.
Haksız
da değil. Doğu Akdeniz’i Türkiye’yi dışlayarak paylaşan
ülkeler gerçekten de Türkiye’ye “Denize girecek kıyı, olta
atacak sahil” bırakmadılar. Aşağıdaki paylaşım haritasını
bunu gösteriyor:
İlk Paylaşım
Senaryosu
1.
Harita-“Sevilla haritası”
1.
Harita bazında Doğu Akdeniz’in paylaşımı:
Doğu
Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın çıkartılması ve
pazarlanması bölgenin stratejik önemini enerji bazlı olarak da
arttırmış, ittifakların yeniden şekillenmesine neden olmuştur.
Başlangıçta Suriye iç savaşının biraz gölgesinde kalan bu
kaynaklar üzerine bölge ülkeleri (Filistin, İsrail, Kıbrıs,
Türkiye, Mısır, Suriye ve Lübnan) ve emperyalist güçler
(ABD/AB-Rusya) arasındaki rekabet, Rusya'nın Suriye'de savaşa
aktif katılmasıyla keskinleşmiştir. Suriye'de iç savaşın nasıl
sonuçlanacağı Doğu Akdeniz'in de hangi güçlerin hakimiyetinde
olacağını belirleyecek derecede önemlidir.
Türkiye
hariç diğer ülkelerin münhasır ekonomik bölge sınırları
tespitinde uluslararası enerji tekelleri ve onlarla bağlam içinde
farklı emperyalist güçler belirleyici bir rol oynadılar.
Dolayısıyla, enerji kaynaklarının daha işlenmediği bu dönemde
ortaya çıkan rekabet, bölgenin paylaşımıyla ilgilidir. Bunun
ötesinde bu bölgede elde edilen petrol ve doğal gazın başta
Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına nasıl; hangi güzergah
üzerinden sevk edileceği sorunu da henüz çözülmemiştir.
Doğu
Akdeniz’de Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Kesimi-Yunanistan ve Mısır;
Türkiye-İsrail; İsrail-Lübnan; İsrail-Mısır; Suriye-İsrail;
İsrail-Filistin arasında bu enerji sahasının paylaşılması
üzerine açık, kapalı rekabet; bu rekabete emperyalist ülkelerin
doğrudan ve dolaylı olarak müdahil olmaları veya bölge
ülkelerinin emperyalist güçlerin çıkarlarını hesaba katarak
rekabet etmeleri; buna ek olarak İran ve Basra Körfezi kaynaklı
petrol ve doğal gazın Irak-Suriye üzerinden Akdeniz'e
ulaştırılması sorunu, bu bölgedeki rekabetin ne denli bölgesel
olmaktan çıktığını göstermektedir.
Yukarıdaki
harita Kıbrıs'da Türk ve Rum yönetimleri dışında açılan
ruhsat alanlarını ve aynı zamanda tekeller arasındaki rekabeti
göstermektedir. Aşağıdaki haritada da petrol ve doğal gaz
rezervlerinin oldukça zengin olduğu Levant çanağı olarak
tanımlanan alanı görüyoruz. Bu alanda Filistin-İsrail,
İsrail-Lübnan arasında çelişkiler, bölgesel kalamayacak
derecede derinleşecektir.
Sorun
Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın sadece nasıl
paylaşılacağıyla sınırlı değildir. Paylaşım üzerine
rekabet sürerken, çıkarılacak enerjinin Avrupa başta olmak üzere
dünya pazarlarına taşınabilmesi için güzergah üzerine de
birbiriyle rekabet eden projeler gündeme getirilmiştir.
Bu
projeler içinde Türkiye'yi tamamen dışlayanlar olduğu gibi,
“olmazsa olmaz” yapan projeler de var.
İlk
paylaşım senaryosuna göre boru hattı güzergahı
İran-Irak-Suriye-Doğu
Akdeniz-Avrupa hattı:
Güzergah
konusunda Türkiye açısından felaket senaryosu herhalde bu projede
ifadesini bulmaktadır. Bu projenin gerçekleştirilebilmesi için
Doğu Akdeniz'in tamamen Rusya-İran kontrolünde olması gerekir.
Bu, Mısır ve Libya doğal gazını da söz konusu hatta bağlayacak
derecede bir Doğu Akdeniz hakimiyetidir. Bu proje, ABD/AB'nin
Rusya'yı Avrupa pazarlarından dışlamasına karşı aynı
pazarlara girmek için başka bir güzergahın mümkün olabileceğini
göstermektedir.
Diğer
taraftan Rusya-İran veya İran-Irak-Suriye hattı olmasa da Doğu
Akdeniz'de elde edilen enerjinin Avrupa pazarlarına denizden geçen
hatla sevkiyatı mümkündür. Ama bunun gerçekleşebilmesi için
doğal gazı çıkartan ülkelerin kendi aralarında böyle bir
hattın inşası için anlaşmaları gerekir. Aşağıdaki haritada
bunun ilk adımını görüyoruz.
Türkiye
açısından ikinci felaket senaryosu “Doğu Akdeniz (EASTMED) Boru
Hattı Projesi”dir.
Yunanistan
Başbakanı Kyriakos Miçotakis, İsrail Başbakanı Benyamin
Netanyahu ve Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiades
Atina'da EastMed Doğu Akdeniz doğal gaz boru hattı projesinin
gerçekleştirilmesi için anlaştılar. Yukarıdaki harita bu
projeye göre boru hattı rotasını göstermektedir.
İlk
paylaşım senaryosunda olmaması gereken boru hattı:
Rusya
doğal gazına bağımlı kalmak istemeyen veya gaz temin etme
kaynaklarını çeşitlendirerek bu bağımlılığı geriletmek
isteyen Avrupa'ya doğal gaz satmak için harekete geçen İsrail,
sevkiyatın en ekonomik olarak Türkiye üzerinden sağlanabileceği
için denizaltında Ceyhan'a kadar uzanan bir boru hattı için
Türkiye'nin kapısını çaldı. O dönem “Mavi Marmara”
meselesinden dolayı Türkiye ile ilişkilerin gergin olması,
İsrail'in sonuç alması önünde engel oldu. İsrail, ABD'nin
baskısıyla “Mavi Marmara” saldırısı için özür dilese de
sonuç alamadı. Bunun ötesinde inşa edilmesi durumunda bu hat,
Lübnan ve Suriye karasuları dışında, ama Kıbrıs Rum kesimi
karasuları içinde geçecekti. Buna da Kıbrıs Rum Kesimi onay
vermemekte.
İkinci Paylaşım
Senaryosu
Bir
taraftan, Türkiye hariç Doğu Akdeniz’e sınırdaş diğer
ülkeler, münhasır ekonomik bölge sınırlarının tespitinde
uluslararası enerji tekelleri ve onlarla bağlam içinde farklı
emperyalist güçlerle çıkar birliği temelinde ortak hareket
ederken Türkiye, BM’nin devlet olarak tanıdığı Libya (“Ulusal
Mutabakat Hükümeti”) ile 27 Kasım 2019’da imzaladığı
anlaşmayla Doğu Akdeniz’deki Kıta Sahanlığı/Münhasır
Ekonomik Bölge sınırlarını belirledi. Arkasından askeri alanda
işbirliği anlaşması ve Libya’ya asker gönderme sorunu gündeme
geldi. Türkiye’nin Libya ile attığı bu adımlar, Doğu
Akdeniz’in kıyıdaş ülkeler arasında paylaşımı üzerine
rekabeti keskinleştirdi. Öncelikle Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi,
İsrail ve Mısır öncülüğünde Doğu Akdeniz’in MEB bazlı
paylaşımı, Türkiye-Libya arasındaki MEB anlaşmasıyla
tartışılır hale getirildi. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin
doğrudan müdahil olmasından ve askeri korumayla sondaj gemilerini
Doğu Akdeniz’e salmasından bu yana üstü kapalı rekabet dönemi
sonlandı.
İkinci
paylaşım senaryosuna zemin teşkil eden sav, Libya ile deniz
komşuluğu:
Kapitalizmde
adaletli bir paylaşım söz konusu değildir. Bu sistemde paylaşımın
dayanağı güçtür. Gücün varsa, paylaşım da gücün oranında
olur. Bu her iki harita bu gerçeği göstermektedir. AB güdümünde
hazırlanan ilk haritada esas itibariyle Yunanistan/Kıbrıs Rum
Kesimi’nin MEB çıkarları esas alınmıştır. Türkiye’ye bu
paylaşım dayatılmıştır. Bu paylaşımın gerçekleşmesi için
güç kullanımı esastır. Diktatör Erdoğan önderliğinde
Türkiye, bu paylaşımı kabul etmediğini, gerekirse güç
kullanmaya hazır olduğunu açıklamıştır.
İkinci
haritada Türkiye/Libya ortaklığının çıkarlarına; deniz
komşuluğu savına göre bir MEB paylaşımı söz konusudur. Bu
paylaşımın gerçekleşmesi için de güç kullanımı esastır. Bu
sefer Türkiye “Bu paylaşımı kabul ettirmek için güç
kullanımına hazırız” diyor ve ona göre hareket ediyor.
Her
iki durumda da zor kullanımı söz konusu. Her iki durum da diktatör
Erdoğan’a demagoji fırsatı vermektedir. Ve Erdoğan’ın
kalemşor askerleri işbaşı yapmakta gecikmediler. Savaş naraları
atmaya, toplumu resmen yeni bir savaşa hazırlamaya; ulusal
çıkarların savunulmasının kaçınılmaz olduğunu, askerin hazır
olduğunu dillendirmeye başladılar. “Bütün bunları kendi
gücümüze dayanarak yapacağız” lafından geçilmez oldu. En
önemlisi ise ulusal güvenlik politikasına yeni bir boyut
kazandırılmasıdır.
İddia büyük:
“Bugünün
Türkiye'si içine kapanamaz, bölgesindeki gelişmeleri olduğu gibi
izleyemez. Bu sadece tarihsel bir sorumluluk değil aynı zamanda
büyük bir devlet olmanın getirdiği bir zarurettir. Bu yüzden
güneydeki terör devletini bitirmek için operasyonlar düzenlediği
gibi Doğu Akdeniz’de de egemenlik haklarının ihlaline izin
vermeyecektir. Anlaşmadan sonra küstahça açıklamalar yapan Güney
Kıbrıs bir yana AB, ABD’de ve Rusya’dan gelen tepkiler
Türkiye’nin kendi Doğu Akdeniz politikasını yürütmesini
engellemeyecektir. Artık egemenlik hakları için mücadele eden,
daha aktif dış politikalarla artık sahada olan bir Türkiye var.”
(Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, 21 Aralık
2019)
Doğu
Akdeniz’de çıkar çelişkilerinin keskinleşmesi Kıbrıs
sorununun da fiili çözümünü dayatıyor. Kıbrıs sorunu
çözülmeden Kıbrıs’ın bütününün tek ülke olarak AB üyesi
yapılması, son gelişmelerin gösterdiği gibi adanın üs ve silah
deposuna dönüşmesini beraberinde getirmiştir. Doğu Akdeniz
kaynaklarının paylaşılmışlığını kabul eden ülkeler, Kıbrıs
Rum kesiminde üsler kurmaktalar (2).
Türkiye,
Doğu Akdeniz’den ancak savaşla çıkartılabilir ve Sevilla MEB
anlaşmasına mahkum edilebilir. Peki, Türkiye’ye karşı, onu
Doğu Akdeniz’den çıkartmak ve Sevilla MEB anlaşmasına mahkum
etmek için kim savaşacak? Yunanistan mı, Mısır mı, İsrail mi,
Fransa mı veya AB mi, ABD mi, Rusya mı?
Gerek
Doğu Akdeniz’de MEB paylaşımı yapan ülkeler ve gerekse Türkiye
burjuvazisi, bütün taraflar, ulusal çıkarlar adı altında Doğu
Akdeniz’i ve alandaki doğal zenginlikleri kendi çıkarları
yönünde paylaşmak, birbirlerinin aleyhine üstünlük sağlamak
için rekabet ediyor, çatışıyorlar. Savaş çanları çalarak,
gerçekte halklar arasında barışçı işbirliğinin, zenginlikleri
adilce paylaşmanın ancak işçi sınıfı ve ezilenlerin iktidarı
almaları yoluyla sağlanabileceğini bir kez daha kanıtlıyorlar.
Doğu
Akdeniz’de enerji pastası büyük. Hiçbir güç, başka bir gücün
bu pastayı tek başına sahiplenmesini istemeyecektir. Bu durumda
ABD, Rusya’nın, Rusya da ABD’nin tek başına bu enerji
pastasını sahiplenmesine izin vermeyecektir. Doğu Akdeniz’in
enerji kaynaklarının paylaşımı güç, gövde gösterisi ile
sağlanacaktır. Bu da bölgede gözü olan emperyalist ülkeler ile
kıyıdaş ülkeler arasındaki ittifaklaşma ile mümkün olacaktır.
Yukarıdaki haritalar muhtemel ittifaklaşmanın nasıl olacağını
göstermektedir.
Libya
ile MEB anlaşması faşist diktatörlüğün elini güçlendirmiştir.
ABD ve Rusya karşısında tek başına sonuç alamayacağını bilen
diktatör Erdoğan, yine, Suriye’de olduğu gibi her ikisiyle
dengeli bir yakınlaşma-uzaklaşma taktiğiyle sonuç almaya
çalışacaktır.
Doğu
Akdeniz aynı zamanda stratejik açıdan da önemlidir. Bu nedenle
emperyalist ülkeler bu alanı rakibine terk etmeyecektir veya
yenilerek terk etmiş olacaktır. Çin’in bu bölgede ağırlığını
ileride göreceğiz. Bugün açısından bölgenin stratejik önemi
üzerine rekabet ABD ve Rusya arasındadır.
Enerji
ve stratejik önem üzerine rekabet birbirinden ayrı olarak ele
alınamaz; Doğu Akdeniz’in enerji yataklarını ve dünya pazarına
sevkiyatını kontrol eden, aynı zamanda bölgenin stratejik önemini
de kullanan taraf olacaktır. AB’nin bu konuda bütünlüklü bir
politikasının olmadığını göz önünde tutarsak esas
ittifaklaşma ya ABD+Türkiye ve diğer ülkeler veya da
Rusya+Türkiye ve diğer ülkeler eksenli olacaktır.
Yani
Doğu Akdeniz’in paylaşımında öncelikle ABD-Rusya-Türkiye
üçlüsünün nasıl adım atacakları, nasıl bir ittifaklaşmaya
gidecekleri belirleyici olacaktır.
*) Bu yazı Marksit Teori'nin 43. sayısında(Temmuz-Ağustos 2020) yayımlanmıştır.
Açıklamalar
1) “Akdeniz
Birliği”: Paris'te toplanan Avrupa, Yakın Ortadoğu ve Afrika'dan
43 ülke (27 AB üyesi ülke ve Akdeniz'e kıyısı olan 16 ülke)
“Akdeniz Birliği”ni kurdu (13 Haziran 2008). Fransa'nın
inisiyatifiyle Sarkozy'nin “eseri” olarak kurulan bu birlik,
1995'te başlayan AB-Barselona sürecinin devamıdır. Resmi amaç:
Akdeniz'in temizlenmesi; solar enerjisinin teşvik edilmesi;
Akdeniz'in kuzey ve güneyindeki ülkeler arasında işbirliğinin
güçlendirilmesi.
Tunus ziyaretinde
Sarkozy, “Akdeniz Birliği”nin herkes için barış ve refah
getireceğini açıklıyor ve “Gerçekleşmesi durumunda Akdeniz
Birliği dünyayı değiştirecektir” diyordu.
Açıklanan kuruluş
nedenlerini bir kenara bırakalım ve Fransa'nın kurulmasına
öncülük ettiği bu birliğin esas amacının ne olabileceğine
“Grand Nation”un (“Büyük Fransız ulusu”) dünyaya
bakışıyla bakalım. Yani Fransa'nın bu jeopolitik açılımının
arka planında ne var?
AB'nin doğu ve orta
Avrupa genişlemesiyle bu yeni üyeler doğrudan Alman nüfuzu altına
girdiler. Fransa da güneye doğru genişlemeyi gündemleştiriyor ve
bu alanın kendi payına düştüğü düşüncesinden hareket
ediyor. Bu birliği, sömürgeci konumunun yok olmasını
engelleyecek bir araç olarak görüyor.
AB, “Akdeniz
Birliği” üzerinden Kuzey Afrika'ya doğrudan uzanıyor. Böylece
“Akdeniz Birliği” AB açısından Afrika'ya sıçrama tahtası
oluyor.
Bunun ötesinde
“Akdeniz Birliği” sadece Fransa için değil, bir bütün olarak
AB için çok önemli başka bir işleve de sahip oluyor: Afrika'dan
gelen göçmenlerin AB'ye girişinin engellendiği sınır;
göçmenlerin elit takımının AB'ye alındığı, ama büyük
kitlesinin alınmadığı sınır kapısı. Bu rolü, bu jandarmalığı
şimdiye kadar Fas, Tunus ve Libya gönüllü olarak yerine
getirmişler ve bu çabaları da karşılıksız kalmamıştır.
“Akdeniz Birliği”
konferansına, kuruluşuna katılmayan tek ülke Libya olmuştur.
Kaddafi, bu planın Arap dünyasını böleceği düşüncesindedir.
2) Buna karşın
Kıbrıs Türk kesiminde ise Türkiye, mevcut askeri varlığını
takviye ediyor; deniz üssü, İHA ve SİHA üslerinin kurulması
adımları çoktan atıldı. Yani her iki taraf da Kıbrıs adasının
kendi çıkarlarına göre fiili bölünmüşlük sınırları içinde
kullanıyor ve silahlandırıyor. Doğu Akdeniz’deki bu rekabet,
adada yaşayan farklı halkların (Türklerin ve Rumların) toplumsal
bütünleşmesini imkansızlaştıracaktır. Birleşmek için,
şimdiye kadar atılan adımlara benzer adımların atılmasının
maddi zemini pek kalmamıştır. Ancak Kıbrıs halklarının
devrimci mücadelesi sonucunda kurulacak sosyalist bir düzende
adanın toplumsal birliği sağlanabilir. O zamana kadar Türkiye,
adayı, Türk kesimini, Doğu Akdeniz ve ötesi (Kuzey Afrika,
İsrail, Mısır) hareketler için üs olarak, sıçrama, yakın
tehdit merkezi olarak kullanacaktır. Adanın Rum kesimi de öncelikle
AB, Yunanistan ve İngiltere tarafından aynı amaçla
kullanılacaktır.